TUTSAK

By eelsanna

73.9K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

25-Gidemeyişler

1.5K 74 57
By eelsanna

Hellooo! Biz geldiiikk!

Bebeklerim okunma sayılarıyla oy ve yorum sayıları hiç tutmuyor. Bölümü 500 kişi okuyor ve 20-25 kişi oy veriyor.

Oy ve yorumlar yazarlar için çok önemli biliyorsunuz bunları söyleyip sizi de sıkmak istemiyorum ama bu bölüm için en azından 100 oy ve 200 yorumu geçerseniz daha hevesli devam edebiliriz.

Bebeklerim, yorumlarınız ve oylarınız benim için çok kıymetli her yorumu okuyorum ve her oyu kim vermiş bakıyorum.

Sizinle uzun ve güzel bir yol yürümek istiyorum bunu yaparken oylarınıza ve yorumlarınıza ihtiyacım var.

Zaman ayırıp hikayemi okuduğunuz için teşekkür ederim!💜

İyi okumalar çiçeklerim🥳

🕊

Çarptım resmen Çakıroğlu'na. Gözleri, gözlerimi bulduğunda gözlerinden çıkan ateşi gördüm. Cehennem ateşi. Yakıp, yıkmaya gelmişti.

"Işık senin kardeşin değil! Koyduğum kuralları iyilik adı altında keyfine göre bozamazsın! Burası herkese kafa tuttuğun yetimhanene benzemez!"

"Abi tamam" dedi Işık, aramıza girmek tansiyonu düşürmek istiyordu.

"İyilik adı altında bir kural bozduğum yok direkt bozuyorum. Sen bana ne yapıp ne yapmayacağımı söylemezsin" dedim çenem dik, kararlarımdan emindim.

"Sabrımı sınıyorsun ve inan hiç tavsiye etmiyorum" dedi Çakıroğlu. Gözlerimiz birbirinden bir saniye bile ayrılmazken aramızdaki gerginlik alev aldı.

"Ne oluyormuş ya senin sabrın taşınca? Taşsın artık da bir görelim" dedim sözlerim sert ve ciddi olduğumu belli ediyordu.

"Görelim" dedi cebinden telefonunu çıkardı. Birini aradı. "Hastanedeki doktoru geçenki saldırı olayından ifadeye alın" dedi. Anlamadım? Hangi doktor? Eda değildir umarım?

"Şaka mısın sen?" dedim hayrete düşürken.

"Sabrım taştı!" dedi iki kelime sadece. Telefonunda başka birini tuşladı. "Avukatın, doktorun yanına gitmesini engelleyin" dedi.

"Napıyorsun Çakıroğlu!" diye bağırdım.

"Konuşma devri bitti icraat vakti" dedi. Işık olanları korku içinde izliyordu.

"Abi tamam gidelim bırak Eda ablamı" dedi Işık.

"Ne ablası? Kaç gün oldu da ablan!" diye bağırdı.

"Abi benim suçum!" diye bağırdı Işık, gözünden akan damlalar şiddetlendi.

"Hiçte bile ben getirdim! Pişman da değilim. Söylüyorsun o adamlarına benim kardeşlerimi salıyorlar" dedim.

"Işık arabaya" dedi gözlerini benden çevirmeden.

"Abi valla ben ısrar ett-"

"Arabaya bin Işık" diye bağırdığında bütün mezarlık yankılandı. Işık çaresizce arabaya yürüdü. Korumalar konuşmamız için alanı genişletti.

"Bağırma kıza" diye bende Çakıroğlu'na bağırdım.

"Kardeşlerin bir gece de hapislik olmasın istiyorsan sessiz kal" dedi.

"Kalmıyorum! Nolucak beni de yanlarına mı göndereceksin?" dedim. Aramızda mesafeye dair hiçbir şey olmamasına rağmen çok uzaktık birbirimizden.

"Can, yengeni ihbar edin doktorun sitesindeki kameraları hacklemekten" dedi.

"Abi-"

"Ne abi başlatma abine" dedi. Gözlerini benden çekmeliydi artık.

"Ben ederim" dedim cebimden telefonu çıkarıp 155'i aradım. Açıldığı an da telefon elimden çekildi.

"Ver şunu" dedim elimi çektiği koluna uzatırken. Uzaktan bakan şakalaşıyoruz zannedebilirdi ama çok ciddiydik ikimizde. Hızlı hızlı inip kalkan göğsü dikkatimi dağıtıyordu. Gözlerindeki ateşten anlamıştım aslında. Yanıyordu ve yakmaya gelmişti. Yakmıştı da.

Telefonumu cebine koydu. Bileğimden tuttuğu gibi çekti ve arabaya doğru götürdü. "Canımı yakıyorsun" dedim gözlerine bakarken.

"Senin canın benim!" dedi bastıra bastıra. Bir de bana tutsak değilsin der değil mi?

"Değil" dedim, gözleri yüzümde gezdi.

"Benim! Sana ait olan ne varsa hepsi benim. Canın benim, nefesin benim, ruhun benim, bedenin, saçların, gözlerin, düşüncelerin bile benim! Sen, benimsin" dedi üzerime doğru eğilmiş sesini son seviyede kullanıyordu. Kapımı kapatıp hızlı adımlarla sürücü koltuğuna geçti.

"Hiçbir şeyim, hiçbir yerim senin değil" dedim. Yanıma yerleşen adama bakarken.

"Sen bu gün sana tanıdığım özgürlüğü ellerinle kaybettin" dedi.

"Eda'yla Yusuf'u bırak" dedim önümdeki yola bakarken.

"Sen, benim söylediklerimi ciddiye almadığın için artık yaptıklarının nasıl sonuçlar doğurduğunu görmek zorundasın" dedi hızlanmış arabanın içinde aramızda uçurumlar vardı.

"Bu yani yöntemin tehdit edeceksin beni" dedim kaşlarım havalanırken.

"Ben tehdit etmem Yıkılmaz, yaparım" dedi.

"Alpaslan da böyle yapmıştı" dedim. Çaresiz bir gülüş vardı yüzümde. Gözleri, yüzümde dolandı biliyorum bakışları üzerimdeydi. Benim de yüzümde çaresiz bir gülüş vardı. Gözlerimi yoldan ayırmadım. O da cevap vermedi zaten.

🕊

Arabadan indim ve eve girdim. Telefonum da Çakıroğlu'ndaydı. Haber alamıyordum. Peşimden eve girdi. Işık da peşinden girdi. Mutfağa geldim. Sandalyenin birini çekip oturdum. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bilgisayarımı almam lazımdı o da çalışma odasındaydı. Işıkla aynı anda mutfağa girdiler.

"Evden çıkmanız yasak" dedi Çakıroğlu.

"Abi saçmalama bir sürü işim var benim zaten gideceğim yapma ne olur" dedi Işık.

"Gideceğin güne kadar bu evden dışarı çıkmayacaksın Işık" diye bağırdı. Kaybetme korkusunu böyle dışa vurmamalıydı. Kaybetmekten korktuysa bunu ilk gördüğü yerde kardeşine sarılarak yapmalıydı. Ona bağırıp çağırıp bunu önleyemezdi. Üstelik kalbini de kırıyordu.

"Tamam ben cezalı olayım da Nare ablamın bir suçu yok. Ben ısrar ettim" dedi.

"Sen gidebilirsin odana Işık" dedi Çakıroğlu.

"Abi-"

"Işık!"

"Abi yeter! Korktuysan önce bana sarılmalıydın. Beni sarıp sarmalamalıydın! Annemle babamın önünde beni mahcup edeceğine bana sarılıp annemle babama selam vermeliydin! Yıllardır gitmiyorsun. Geldin yıllar sonra adım attın mezarlığa-"

"Işık evden çıkmama cezan odandan çıkmamaya dönsün istemiyorsan sessiz kal" dedi. Biliyordu böyle yapması gerektiğini.

"Işık, sen çık odana geleceğim ben yanına" dedim gülümserken. O abisine bağırırken gözlerinden akan yaşlara engel olamamıştı. Eliyle yüzündeki yaşları sildikten sonra çıktı mutfaktan.

"Onun bir abiye ihtiyacı var" dedim önümdeki masaya bakarken. "O küçük kızın bir korumaya bir hapise ve ya abisi varken yokmuş gibi yaşamaya değil abiye ihtiyacı var. Sen onun babası değilsin Çakıroğlu. Hayatıyla ilgili önemli kararları sen alamazsın. Annesi ve babasının mezarına gitmek isterse gider! Sen sadece abisin. Babası değil" dedim sesim ara ara yükselse de normaldi.

"Abisi olduğum için böyle" dedi. Tezgaha yaslanmıştı.

"Sen mezarlığa gitmiyorsun diye onun gitmesini de engelleyemezsin" dedim bıkkın bir nefes verirken.

"Ben ne diyorsam o olacak Yıkılmaz. Edebiyat yapma" dedi. Gülümsedim.

"Eyvallah" dedim, yerimden kalktım ve çıktım mutfaktan.

🕊

Yatak odasına girdim. Koltuğa oturdum. Üzerime bir durgunluk çöktü. Tarih gerçekten tekerrürden mi ibaretti? Ben yaşadıklarımı bir daha mı yaşayacaktım? Çakıroğlu tarafından hem de.

İlk karşılaştığımız gün.. Hiç korkutmamıştı beni. Bakışından, sözlerinden korkmamıştım. Şimdi? Şimdi korkuyorum. Ben bunu yaşadım. İlk gün korkmayan Nare nerede?

O Nare, tanımadığı Çakıroğlu'ndan korkmuyordu. Bu Nare, tanıdığı Çakıroğlu'ndan korkuyor.

Benim tanıdığım Çakıroğlu bu gün beni bu kadar üzdüyse kendi içinde alev alev yanan bir cehennem vardı. Evet benimde canım yandı. Söyledikleri, hareketleri benimde canımı yaktı ama benim içimde dışımda alev alev yanan cehennemin kendisiydi. O, yangınıma odun attı sadece. Korkuyordum. Alpaslan'a dönüşürse sonunda? Benim bir Alpaslan daha atlatacak gücüm yok.

Peki Çakıroğlu'na gücün var mı Nare?

Var-dı. Sanırım artık yok. Kelimelerini acımasızca kullanıyor her seferinde.

Oysaki anlattığı masal da benim kelimelerim oktu. Neden söylediği her cümlede ben vuruluyordum?

Eda'yla Yusuf'u düşünüyordum bir yandan. Gerçekten yaptı mı diye? Yapmamış olmasını dilerken hem de. Bana bunu yapmaz demek istiyorum ama diyemiyorum. Ben Çakıroğlu delirdiğinde neler yapabileceğine az da olsa şahitlik etmiş biri olarak yapmaz diyemem. Söz konusu kardeşiydi. Beni cezanlandırmalıydı.

Çakıroğlu kapıdan girdi, giyinme odasına yöneldi. Bende peşinden odaya yöneldim.

"Hesabını bana kesmen gereken şeylerin bedelini başkaları ödememeli" dedim. Üzerindeki ceketi çıkardı.

"Hesabı zaten sana kestim Yıkılmaz" dedi. Arkası bana dönüktü.

"Kardeşlerimle sınanmak mı cezam?" diye sordum.

"Ben de kardeşimle sınandım" dedi. Gömleğinin düğmelerini açarken.

"Ben Işık'ı kaçırmadım, gizli götürmedim. Pişman değilim. Benim konuşacak bir mezar taşım bile yokken ona bir mezar taşını fazla görmene katlanamadım ve götürdüm"

"Sen, Yıkılmazsın O ise bir Çakıroğlu" dedi. Kimsesizliğimi yüzüme vururken.

"Canımımı yakmak istiyorsun?" diye sordum.

"Velev ki istiyorum" dedi gömleğini çıkarıp fırlatırken. Yüzünü bana döndü. Gözleri, gözlerimi buldu.

"Ne istiyorsun?" diye sordum. Gözlerinden başka hiçbir yere kaymadı gözlerim ama onun gözleri vücudumda dolandı. Gözlerimi kapattım. İstediği şeyi gayet açık ifade etmişti.

"Anlamışsın" dedi bir gülümsemeyle. Bu yangınıma odun taşımak değildi oduna yangın taşımak daha doğru olurdu. Beni, baş başa bıraktığı ormanda etrafımda ki bütün ağaçlar yanıyordu.

"Telefonumu ver" dedim, gözlerimi açarken.

"Cezan dolmadı" dedi. Göz devirirken, gözlerim göğsündeki yara izini gördü. Bakmak istemiyordum ama bu hatta bunlar. Canı çok yanmış olmalıydı. Yara izleriyle ilk defa bu kadar yakından bakışıyordum. Gözlerim, göğsünün altındaki yara izine kaydı. Diğer taraftakine. Bir başkasına. Sırtında da vardı değil mi? Vardı. Görmek istiyor muydum hem de şu an? İstemiyordum. Gözleri yüzümde dolanırken sinirlendi.

"Yakından bak" dedi elimi tutup göğsünün kalbinin üzerine bıraktı.

"Bırak" diye çektim kolumu ama o bırakmadı.

"Bakmak istersem bakarım. İstemiyorum" dedim. Kolumu hala sıkı sıkı tutuyordu.

"Ne istediğimi sordun bende sana ne istediğimi söylüyorum yakından bak. Dokun. Hisset. Var mı cesaretin?" diye sordu ama bu anlatmak istediğinden değildi. Kaçmak istediğindendi. Canımı yakıp beni kendinden uzaklaştırmak istiyordu. Bu sık başvurduğu bir yöntemdi.

"Korkutuyorsun beni" dedim. Canımı yaktığını dile getirirsem amacına ulaşmış olacaktı ama korktuğumu bilmesi onu şüpheye düşürecekti.

"Daha hiçbir şey görmedin ki minik kuş. Yeni başlıyorum" dedi, sesindeki alay o kadar iticiydi ki kelimelerle anlatamazdım.

"Bunun içinde bir özür konuşması planlıyorsan iptal et. Affetmeye hiç niyetim yok" dedim bileğimi kurtarmaya çalışırken.

"Affetme" dedi beni daha çok kendine çekerken. "Affetme beni, ben senin kolunu kanadını bağlayan adamım. Ben seni hapseden, tutsak eden adamım" dedi gözlerinin içinden gözlerimin içine bir yangın taşındı.

"Affetmeyeceğim zaten" dedim.

"Benim de isteğim bu şekilde" dedi. Yanımdaki sweatlerden birini aldı ve başından geçirdi.

"Hayvan herif" diye mırıldandım ağzımın içinde. Arkasını dönmüş kapıdan çıkarken konuştu.

"Duyuyorum"

"Diyiyirim" dedim taklit ederken. Bu sefer duymadı.

Hayır yani canın yanıyorsa canın yanıyordur. Üzülüyorsan üzülüyorsundur. Yüzünden, mimiklerinden ne düşündüğünü ne hissettiğini anlamak mümkün değildi. Yüz hatlarını bile kontrol ediyordu. Nerede ne kadar gülümseyeceğini ve nerede ne kadar ciddi kalacağını çok iyi ayarlıyordu. Mutlu olduğunda ve ya üzüldüğünde anlamak mümkün değildi. Yüzü sadece öfkelendiğinde kendini belli ediyordu.

🕊

Çoktan akşam olmuştu. Bende hala odada tek başıma düşünüyordum. Işık'ın yanına inmem gerekiyordu. Söz vermiştim ama şu an kimseyle konuşacak havada değildim sanırım. İstemesem de denemek zorundaydım çünkü kendini suçlu hissediyordu oysa ki bir suçlu varsa o da bendim. O, bir Çakıroğlu'ydu sonuçta. Her an bir tehditle karşı karşıya kalabilirdi. Ayaklandım yerimden. Kapıdan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Çalışma odasının önünden geçerken sesler duydum.

"Alpaslan'ı öldürelim sonrasına bakarız" dedi Çakıroğlu. Karşısındakinin sesini duymuyordum. Demek ki telefonda konuşuyordu.

"Sonra da kızı yurt dışına çıkarırız" dedi.

Merdivenlerden inmeye başladım. Işık'ın kapısının önünde durdum. İçeri girmeden önce derin nefes aldım ve yüzüme güzel bir gülümseme yerleştirdim. Kapıyı çaldım. İçeriden girin diye seslendi Işık.

"Misafir kabul ediyor musun?" diye sordum.

"Sen misafir misin abla o ne demek?" dedi gülümserken. En azından ağlaması kesilmişti.

"Napıyorsun?" diye sordum elindeki telefona bakarken.

"Çekildiğimiz fotoğrafları seçiyordum" dedi ekranı bana doğru çevirirken.

"Hadi birlikte seçelim" dedim yüzüne bakarken.

"Ben sizin bir kaç fotoğrafınızı çok beğendim. Sana da attım ama göstereyim. Bak bunlar çok güzel. Abim sana çok güzel bakmış" dedi.

"Hıhı" dedim onu geçiştirirken. Konuyu değiştirdim. "Cem'le hiç fotoğrafınız yok mu sizin?" diye sordum. Kıkırdadı. Aa gerçekten kıkırdadı. Tövbe estağfirullah ya.

"Şşş gösteriyorum ama aramızda" dedi gizli klasörünü açarken. Birinde birbirlerine sarıldıkları bir andı. Birinde ise Işık kameraya bakarken Cem Işık'a bakıyordu. Birinde Cem, Işık'ı kucağına almıştı. Çok güzel fotoğraflardı. "Sizin abimle yok mu böyle fotoğraflarınız?" diye sordu. Bu kız neden bütün konuyu sürekli abisiyle bana getiriyordu.

"Var da abinin telefonunda almayı unutmuşum" dedim geçiştirirken.

"Ben alıp geleyim mi? Bana kızsa da kıyamaz" dedi yerinden kıpırdarken.

"Hayır hayatım ben sonra alacağım sana da gösteririm olur mu? Şimdi sinirli bize üstüne gitmeyelim" dedim. Işık'ın kapısı çaldı. Işık girin diye cevap verdiğinde açılan kapıda Kader hanım vardı.

"Sofra hazır hadi buyrun" dedi.

"Hadi gidelim, azarlar karnımı acıktırdı benim" dedim gülerken.

"Bende biz yedikte geldik diyecektim" dedi gülerken.

"Işık" dedim kızar gibi ama onunla gülmeyi de ihmal etmedim.

Birlikte odadan çıktık. Merdivenlerin başına geldiğimizde Çakıroğlu'da yukarıdan iniyordu. Başımı o tarafa çevirmeden indim. Biz önden inerken o arkamızdaydı. Mutfağa geldik. Çorbanın dumanı üzerindeydi. Hemen yerime otururken, Işık da normalde abisinin sağına oturmalıydı ama benim sağıma oturdu. Güldüm. Telefonumu çıkardım. Eda'yı aradım.

"Efendim balım" dedi.

"Hastaneden kaçta çıkıyordun ya ben saati unuttum çıkıcam da birazdan" dedim. Halletmemiz gerekenler vardı.

"Yarım saate çıkarım sende anca gelirsin zaten" dedi. Halledecektik biliyorum.

"Tamam hayatım görüşürüz birazdan" diyip kapattım.

"Eda ablaya mı gidiyorsun?" diye sordu Işık.

"Evet hayatım bir şey konuşmak istiyormuş" dedim.

"Bende gelemem o zaman değil mi?" diye sordu.

"Seni de götürmeyi çok isterdim ama ciddi bir şey sanırım" dedim dudak büzerken.

"Olsun bende sen gelene kadar film izlerim" dedi gülerken.

"Gelirken bir şey istersen ara beni" dedim. Başını salladı ve yemeğine döndü. Bende yemeğime döndüm. Çakıroğlu masa da yok gibi davranıyorduk ikimizde. Hak etmişti.

🕊

Ben yemeği yemiş yatak odasına çıkmıştım. Üzerime montumu ve çantamı almaya. Her şeyi aldıktan sonra kapıya yöneldim. Açmak için yeltendiğimde kapı açıldı. Çakıroğlu'ydu. Bakışlarımı ondan çevirdim. Geçsin diye de kenara çekildim. Hareketlenmedi. Kapının ağzında duruyordu. Sabrımı sınıyor olabilir miydi? Bence canımı ne kadar yakabilir onu test ediyordu. Duyduğumu bilse ne düşünürdü? Mesela ben bu gün neler düşündüm?

"Çekilir misin?" dedim. Telefonuma bakarken.

"Konuşalım" dedi içeri girip kapıyı kapatırken.

"Sırası değil Eda bekliyor sonra" dedim yanından geçerken.

"Şu an konuşmazsak bu odadan dışarı çıkamayacağını garanti ederim" dedi. Sırtım ona dönüktü ve şu an onu parçalamak istiyordum.

"Konuştun ya" dedim mezarlığı ve mutfağı kastederken.

"Alpaslan'ı öldürmek için bir plan yaptım" dedi.

"Ne güzel" dedim. Bir adım daha kapıya atarken.

"Senin intikamın, yapmak istediğin bir şey vars-"

"Yok, nasıl istiyorsan öyle öldür" dedim. Sırtım hala ona dönüktü. Yüz ifadesini göremiyordum.

"Tarih netleşmedi, netleşince haberin olur" dedi.

"Okey" dedim elimi kapının kulpuna atarken ve devam ettim "Bittiyse çıkıyorum?"

"Bitti"

Kapıyı açtım ve çıkarken yavaşça kapattım. Aşağı indim. Can kapının önündeydi. Bu çocuk ne zaman uyuyor ya? Niye burada sürekli?

"Nereye yenge biz götürelim?" dedi.

"He bir hesap vermediğim sen kalmıştın Can. İstersen yazılı izin belgesi de getireyim mi Çakıroğlu'ndan?"

"Estağfirullah yenge öyle demek istemedim" dedi.

"Arabam Can" dedim. Sinirli sinirli bakarken. Sonra vazgeçtim. "Beni garaja götür arabamı kendim alırım" dedim.

"Yenge iyi misin?" diye sordu.

"İyiyim, yolu göster" dedim. Önümden yürümeye başladı. Garajın kapısı açılırken, içerisi tahminimden daha güzeldi.

İçerisinin duvarları camdan olurken buzlanma özelliğine sahip olduğundan dışardan içerisi kesinlikle görünmüyordu. Yerlerde parlak beyaz calacattayla döşenmişti. Kolonlar beyaz ve siyah detaylarıyla süslenmişti. Göründüğünden daha büyüktü içerisi. Hatta bir alt katı da mevcuttu. Camların üzerinde önündeki arabanın logosu işlenmiş ve ışıklandırılmıştı. Ferrari logosunun önünde 3 farklı Ferrari vardı. Mercedes, BMW, Bugatti, Porsche, Audi, Lamborghini, Rolls Royce, Land Rover, Toyota Supra, Ford Mustang, Bentley, Chevrolet, Dodge Charger. Tabi ki bu arabalardan en az ikişer tane vardı. Hepsini sonra tek tek incelemek istiyordum. Gözlerimi alamıyordum. Burası garaj değildi burası oto galeriydi. Karşılıklı dizilen arabalar, özenle park edilmişti. Plakalar bile özel seçilmişti. Mustang kısmında benim canavarla bakıştık. Hadi gidelim canavar biz bu dünyanın insanı değiliz. Anahtarların asılı olduğu kocaman bir ışıklı pano vardı. Panoya yöneldiğimde Can konuştu.

"Yenge, hangisini istersen alabilirsin yani emir böyle" dedi. Tabi ki buraya girdiğimden haberi vardı.

"Kendi arabamı istiyorum Can" dedim. Panodan benim anahtarımı uzattı. Yedek anahtarda oradaydı. "Yedeği de" dedim.

"Tabi yenge" dedi iki anahtarı da elime bırakırken.

"Tamam sen çıkabilirsin ben çıkarırım" dedim. Can oto galeriden pardon garajdan çıktı.

Bende arabama bindim ve özenle çıktım. Bahçe kapısından da çıkıp gazı kökledim.

🕊

Havaalanındaydım. Uçağımın saatinin gelmesini bekliyordum. Takip edilmemiştim ve fark edilmemiştim. Valizimi teslim etmiş bütün işlemleri halletmiştim. İstanbul-New York uçuşu için anons bekliyordum. Muhtemelen bir on dakikaya uçağa almaya başlarlardı. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu beni korkutuyor. Çoktan birinin buna müdahil olması gerekirdi. Uçuştaki isim ne kadar kayıtlara Nare Yıkılmaz Çakıroğlu diye geçse de benden başka erişen herkes ismimi başka bir isim olarak görecekti.

Yolcu listesini kontrol ettiklerinde benim adıma alınmış bir bilet bulamayacaklardı. Aynı şekilde yaptığım alışverişleri de kart sisteminde banka görebilirken hackleme olduğunda karşı tarafın göremeyeceği bir yazılım vardı. Hızlı ve aceleye gelmiş bir plan olsa da ince düşünmeye çalıştım. Havaalanı görüntülerini kontrol etmek isterlerse diye de gitmeden kendimi kamerada esmer, kısa boylu biraz da tombul yaptım. Kameralar beni her çektiğinde bu kadınla karşılaşacaklardı. Atladığım bir şey var mı? Düşünüyorum, düşünüyorum bulamıyorum.

Bir an önce gitmek için saniyeleri sayıyordum. Beklediğim anons geldi. Uçağa alıyorlardı. Oturduğum yerden kalktım ve uçağa ilerledim.

Uçağa binen benden başka kimse mi yoktu ben mi erken geldim anlayamadığım bir andı. Tek başıma yürüyordum. Bir kadın görevli bana doğru yürüdü.

"New York uçağı değil mi?" diye sordu gülen yüzle.

"Evet" dedim sorar gibi.

"Beni takip edin lütfen" dedi eliyle ileriyi gösterirken.

Güven vermese de dediğini yaptım. Zaten başka yol da yoktu. İlerledikten sonra karşımda gördüğüm normal bir uçak değildi. Özel bi jetti.

Jete yaklaştıkça kenarında yazan yazı belirginleşti. Başımdan aşağı buz gibi bir su döküldü o an. Hostes eliyle içeriyi gösterirken ben hala yazıya bakıyordum. "AÇ" yazan uçağa bakıyordum. İçeriye adımımı attım. Başımı çevirdiğim an göz göze geldik.

Çakıroğlu bana bakıyordu.

"Karımın keyfi ve kahyası New York'a gitmek istemiş" dedi. Karşımda jilet gibi simsiyah bir takımla otururken. Cevap vermedim. İnmek istiyordum. Arkamı döndüğümde hostes kapıyı kapattı. "Nereye karıcım otur lütfen" dedi. Eliyle karşısındaki koltuğu gösterirken. Karşısında durmuş sadece ona bakıyordum. Ne cevap veriyor ne de dediğini yapıyordum. "Karıcım" dedi her harfini bastıra bastıra. Cıvıl cıvıl bir kız olsaydım karın mıyım gerçekten diye sorup ortamı yumuşatabilirdim belki ama maalesef ki değilim.

"Ben senin karın değilim" dedim bende her harfini bastırarak.

"Otur Yıkılmaz" dedi. Emir veriyordu. Hiç tasvip ettiğim hareketler değil bunlar.

"Emir cümlesi kurmaya devam ettiğin sürece yapmam" dedim. Gözlerini bir an bile ayırmamıştı üzerimden. Ben uçağın içine göz atsam da o adım attığım andan itibaren sadece bana bakıyordu. Gerçekten sinirliydi. Yüzü bunu alenen ortaya seriyordu. Farkındayım kendine engel de olmaya da çalışıyor şu an.

"Yıkılmaz!" diye bağırdı. Gözlerimi kapattım bağırmasıyla. Korkmuş muydum? Bir adım geri attım. "Otur, konuşalım" dedi sessizce. Gözlerimi açtım.

"Ne konuşucağız?" dedim diklenmemden ödün vermiyorken.

"Mesela karımın benden kaçmaya çalıştığını konuşabiliriz. Mesela karımın arkamdan iş çevirmesini konuşabiliriz. Mesela karımın beni bir aptal sanmasını konuşabiliriz. Mesela karımın beni atlatabileceğini sanmasını konuşabilir-"

"BEN! SENİN! KARIN! DEĞİLİM!" yükselen sesime engel olmadım.

"Karımsın!" diye bağırdı aynı şekilde. Ayağa kalktı. Tam karşımda durdu.

"Değilim olmaya da niyetim yok!" bağırışmaya devam ediyorduk.

"Sen benim karımsın! Tenine dokunmamış olmam bu gerçeği değiştirmiyor"

"Kağıt üzerinde evet, sözleşmeli evet! Zaten dokunamazsın"

"Hangisi kağıt üzerinde? Sürekli uyandığın uykuların göğsümde yattığında yerini deliksiz bir uykuya bırakması mı sözleşme? Yoksa kollarımın arasında güvende hissediyor olman mı sözleşme?"

"Aynı şeyi bende söyleyebilirim Çakıroğlu bunun bir önemi yok"

"Sen, bu gün sözleşmeye ve bu oyuna ihanet ettin!"

"Lan zaten Alpaslan'ı öldürdükten sonra beni göndermeyecek miydin? Yoksa planın beni gerçekten öldürmek miydi Çakıroğlu?"

Sustu.

Sustu.

Sustu.

"Alışkınsın gömmeye doğru" yüzümde bir gülümseme vardı bunu söylerken. Çevirdim gözlerimi.

"Bana bak" dedi bağırmadan.

"Seni görmek istemiyorum"

"Havalanın" diye bağırdı.

"Seninle şuradan şuraya gitmek istemiyorum"

"Sen bir katilin elindesin ve katilin insafına kaldın. Bil bakalım katilin neyi yok?" dedi yerine otururken.

"Kalbi, sevdiği kadınla birlikte onu da gömmüş" dedim kaderime razı gelirken. Yapabileceğim bir şey yoktu çünkü.

Cevap vermedi.

Pilot kokpitten çıkıp bir şey söylemek için yanımıza geldi.

"Alptekin Bey hava şartları nedeniyle havalanamıyoruz" dedi. Öfkelenmişti. Güldüm bu haline. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"İniyoruz" dedi.

"Okey" dedim gülerken.

"Yıkılmaz zorlama beni" dedi oturduğu yerden tekrar kalkarken.

"Ah pardon, havalanamamamız da benim suçum" dedim gülerken.

"Yıkılmaz" dedi. Sessiz kaldım.

Önümden geçerken bileğimden tuttu. Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Bu adamın temas bağımlılığı olabilir mi? Ya da tutsağı elinden kaçmasın diye sıkı sıkı tutuyor da olabilir. Bu ihtimal daha doğru gibi.

Uçaktan indik. Bugatti vardı pistte. Can bana kapıyı açarken Çakıroğlu çoktan sürücü koltuğuna oturmuştu. Can bana imalı imalı baktı.

"Gözlerini oymamı istemiyorsan önüne dön Can" dedim.

"Özür dilerim yenge" dedi. Kapıyı kapattım.

Düşünmem gereken başka bir şey vardı. Çakıroğlu bu planı nasıl çözdü? Arabanın camından dışarı bakarken bunu çözmeye çalışıyordum.

"Çakıroğlu telefonunu verir misin?" diye sordum.

"Niye polisi mi arayacaksın?" dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

"Evliyiz biz arayıp ne dicem? Kocam beni zorla tutuyor mu?"

"İhtimal dahilinde"

"Söyleyecek olsam ilk gün arardım. Gözümün önünde canlı canlı adam yaktığın gün" cevap vermedi ama telefonu uzattı. Parmak izim yok, yüzümü okumaz. Şifresi var.

"Şifresi ne?" diye sordum.

"6273" dedi.

"İş hayatına ayrı özel hayatına ayrı telefon. Bu hangisi şirket telefonunu mu verdin?" diye sordum.

"Hayır" dedi.

"Şahsi telefonunda niye şifre var?"

"Şahsi çünkü"

"Sen Çakıroğlu'sun telefonunu kim karıştırabilir Allah aşkına"

"Alışkanlık"

Cevap vermedim. Şifreyi yazıp açtım. Ekranda çıkan isme baktım.

Eda Yıldız yazıyordu.

Mesaj sekmesi açıktı. Eda, Çakıroğlu'na mesaj atmış.

"Alptekin, Nare'nin bir planı var. Sanırım uzaklaşmak için gidecek ve bunu herkesten gizli yapmayı düşünüyor. Giderse, gelmez. Engel ol" yazmış.

"Eyvallah" yazmış Çakıroğlu. Aradan iki saat geçmiş ve Eda tekrar yazmış.

"Uçağı sabaha karşı, benim garajın gizli çıkışından çıkacak ve taksiyle havaalanına geçecek" yazmış. Çakıroğlu cevap vermemiş.

"Söylemese de ben biliyordum" dedi. Ekrana bakarken.

"Tabi ki biliyordun, senden habersiz kuş uçmaz çünkü"

"Eda'yı suçlama"

"Kendimi suçluyorum, onu değil" cevap vermedi çünkü çalan telefonu Çakıroğlu'na çevirdim. Ekrana baktı. Bana baktı.

"Açıyorum, duymuyormuşum gibi konuş" dedim ve açtım.

"Efendim" dedi.

"Nare gitti mi lütfen engel olmuş ol" dedi Eda Yıldız.

"Yanımda" dedi.

"Alptekin sana haber verdiğimden haberi olmasın lütfen konuşmaz benimle" dedi.

"Tamam" dedi. Kapattılar. Telefonu Çakıroğlu'na geri verdim.

"Bu kadar mıydı?" dedi.

"Müzik açmak için almıştım, ekranda görmemem gereken şeyler gördüm. Hevesim kaçtı"

"Açalım istediğin şarkıyı"

"Sessizlik istiyorum"

"Eyvallah"

Saatler önce

Eda'nın evinin önüne geldim. Bir araç beni takip ediyordu. Eda'ya geleceğim dediğim için atlatmamıştım atlatsam anlardı. Arabayı bahçeye çekmeden kapının önünde bıraktım. Şifreyi yazıp Demir kapıdan içeri girdim. Eda'yı aradım. Hala gelmemişti.

"Nerdesin?" diye sordum.

"Senin evdeyim istediklerini ayarlıyorum" dedi.

"Kasadakileri unutma" dedim.

"Tamam yarım saate evdeyim" dedi.

"Dikkat et, garajdan çık. Evi izliyorlardır" dedim.

"Elli kere tembihledin anladım kızım salak mıyım ben" dedi. Güldüm böyle demesine.

"Tamam öptüm" dedim ve kapattım.

Bahçedeki saksının içinden yedek anahtarı çıkarıp içeri girdim. Sıcacıktı. Eda soğuğu hiç sevmezdi. Bende sevmezdim. Hatta ikimiz soğuğu hiç sevmemize rağmen Yusuf her kar yağdığında bizi zorla dışarı sürüklerdi. Kar topu yapıp bize fırlatırdı. Karşılık vermek için o soğuk kara elimizi sürmek zorunda kalırdık. Sonunda eğlensek de Yusuf için katlanılmış anlardı. Işıkları açtım. Mutfağa girdim. Etrafa boş boş bakıp çıktım. Salona geldim. Huzursuzdum. Yerimde duramıyordum.

Anlamıyorum, anlamlandıramıyorum. Korkak. Duygularından korkuyor. Hissedeceklerinden, hissettiklerinden. Alıştığı yalnızlığı onu içine çekiyor. Belki de Leyla'ya ihanet ettiğini düşünüyor.

Belki de hala Leyla'yı..

Biz farklı dünyaların insanlarıyız. İki dünya çarpıştığında ikisi de yerle yeksan olur. Farklı kurallar, farklı yaşayışlar, farklı evrenler. Evet kendi dünyasında çok cesur bir adam. Kararlı, cesur, akıllı, yetenekli. Kendi dünyasında, ona ait olan yerde kendisine hayran bir sürü kadın vardır. Tek gecelik ilişkileri, dokunmak için can attığı kadınlar. Ben onlardan biri değildim zaten olmaya da niyetim yok. Tek gecelik bir ilişki arıyorsa pek tabi boşandığımız an istediğini yapabilir. Gerçi sahte, oyun bir evlilik içinde de yapsa bir anlamı yok.

Ben korkak adamları sevmem, seni nasıl?

Ben cesur adamları severim, seni nasıl?

Kapı açıldı, içeri giren Eda'ydı. Elinde bana hazırladığı bir valizle.

"Hoşgeldin" dedim ona doğru yürürken.

"Hoşbuldum sende hoşgeldin" dedi.

"Ne yiyelim" diye sordum.

"Ne istiyorsan" dedi.

"Eda"

"Efendim"

"Yapma böyle"

"Ne yapma? Kardeşim gidiyor benim. Kardeşim gidiyor. Ne yapmam lazım söyle göbek mi atayım?"

"Bir süre sadece. Uzaklaşmam lazım. Yalnız kalmam lazım. Biliyorsun ben yalnız kalmak için günlerce kaçan insanım"

"En azından nerede olduğunu biliyorduk. Şimdi söylemiyorsun bile"

"Söylemek istemiyorum çünkü Çakıroğlu yokluğumu fark ettiğinde ilk senin kapını çalacak. Nerede olduğumu soracak"

"Söylemem" dedi. Seni o polislere veren Çakıroğlu desem? Yusuf'un yanına gelmesini engelleyen. Size anlatabilsem keşke ama sebeplerim var. Sizi bu gün nasıl zor bela bıraktırdıysam aynısı tekrar yaşanmasın diye gidiyorum. Sizi korumak için.

"Biliyorum, sana güvenmediğim için değil İnan bana" dedim sadece. Valize uzandım. İçine baktım. Kasadakileri göremedim. Eda kendi çantasını uzattı.

"Ona sığmadı. Burada hepsi" dedi.

"Teşekkür ederim, seni çok seviyorum" dedim gülümserken.

"Bende seni çok seviyorum" dedi. Hüzünlü bir bakış atarken. Valizin ve çantanın içinde her şey vardı. Kasadaki laptopu da almıştım. Geri kapattım valizi. Çantayı da üzerine koydum.

"O zaman son kebaplarımızı yiyelim" dedi telefonu sallarken.

"Yiyelim karışık kebap söyle" dedim gülerken.

"O iş bende" dedi mutfağa geçti. Bende salonda yaptığım planda bir eksik var mı diye düşünüyordum.

Planım, bu gece New York'a uçmaktı. Bilet sabaha karşıydı. Geceyi burada geçiriyorum diyecektim Çakıroğlu'na. Sonra benim eve yaptığımız gizli kaçış rotasını hepimizin evine yaptığımız için Eda'nın garajının gizli çıkışından çıkıp taksiyle havaalanına geçecektim. Telefonumu Eda'nın evinde bırakacaktım. Konumdan yerimi rahatça bulabilirdi. Araba zaten kapının önündeydi. Kaba taslak bir saat içinde yapılmış bir plandı.

Çakıroğlu cezan bitmedi diye vermediği telefonu giyinme odasından çıktıktan sonra yatağın üzerine bırakmıştı. Bende telefonu elime alır almaz Eda'ya yazdım. Karakoldan çıktığını söyledi. Kendisine evime uğrayıp bana bir valiz hazırlamasını istediğimi söyledim. O da itiraz etmeden kabul etti. Tabi ki mesajı telefonumda kalmayacak ve izi bulunmayacak şekilde attım. Telefonu dinlediğini ve takip ettiğini biliyordum. Üzerine düşünmeden ani verilmiş bir karardı. Pişman olur muydum? Hiç sanmıyorum. Daha önce de söylediğim gibi ben vazgeçmelerin insanıydım.

"Söyledim" dedi güler yüzüyle sonra durup bir şey söylemek ister gibi baktı.

"Söyle" dedim bende.

"Yusuf'u görmeden mi gideceksin?" diye sordu.

"Dönmemek üzere gitmiyorum. Sadece bir kaç ay" dedim.

"Çağıralım mı?" dedi.

"Engel olur, çözeriz der. İkna etmeye çalışır. Benim buna gerçekten halim yok" dedim.

"Tamam üzerimi değiştirip geliyorum" dedi.

Uçak biletini Eda'nın kartından almış, işlemi gizlemiştim. Bana ait kartları şu an kullanamazdım.

Kapı çaldı. Eda üzerini değiştirdiği için ben açtım.

"Yenge yemek söylediniz mi?" dedi Can. Bahçeye konumlanmışlardı.

"Can, bizim göbek bağımız bir mi kesildi?" diye sordum.

"Yenge emir böyle" dedi.

"Bir çarparım ağzına görürsün emri. Bas git bahçenin dışında bekle" dedim.

"Yenge-"

"Gel kardeşim sen, yemekler bizim" dedim bekleyen çocuğa.

"Kart mı nakit mi?" diye sordu çocuk.

"Kart" dedim elimdeki kartı uzatırken.

"Yenge hallederiz biz" dedi Can.

"Can bu kart da limitsiz bak üzerinde Çakıroğlu yazıyor. Evlenmeden önce kullandığım kart değil. Oldu mu? İkna edebildik mi seni? Tatmin oldun mu?" diye sordum.

"Abla bu tamam" dedi çocuk kartı bana uzatırken.

"Kolay gelsin" dedim ve kapıyı kapattım.

İçeri geçip sehpanın üzerine kebapları çıkardım. Mezelerimizi de çıkardım, içecekleri de.

"Aa gelmiş bile" dedi Eda kapıdan girerken.

"Kızım deri mi değiştirdin bu ne kadar uzun kıyafet değiştirmek?" dedim sorar gibi.

"Oda çok dağılmış kirlileri falan attım" dedi.

"Hadi yiyelim" dedim önümdeki kutuyu açarken.

"Çok güzel kokuyor, bir de film açalım" dedi kumandayı eline alırken. Cevap vermedim çünkü yemekle meşguldüm.

Yemeği yemiş, filmi izlemiştik. Eda'ya Çakıroğlu'nu arayacağımı söyleyip mutfağa geçtim.

Çakıroğlu'nu seçip bastım. Çaldı ve açıldı.

"Efendim" dedi.

"Ben bu gece burdayım" dedim.

"Neden?" diye sordu.

"Keyfim ve kahyası öyle buyurdular" dedim.

"Eve geliyorsun Yıkılmaz" dedi.

"İzin almadım Çakıroğlu, haber verdim ve işim bitti" dedim.

"Eve gel Yıkılmaz"

"Ben bu yaşıma kadar kimseden bir yere gitmek bir yerde kalmak için izin almadım, almaya da niyetim yok. Çok istiyorsan boşarsın beni" dedim.

"Yarın sabah burda ol" dedi bende kapattım.

Her işimiz sorun her işimiz kavga. Ben huzur istiyorum. Sessizlik istiyorum. Anlayış bekliyorum? Kimden bekliyorum! Şaka gibi! Hayvan herif.

Odaya döndüm. Eda bana bakıyordu.

"Bir şey sormak istiyorum" dedi.

"Sor" dedim yanına otururken.

"Alptekin'e hiç mi bir şeyler hissetmiyorsun?" diye sordu.

"Sence?" diye onun fikrini sordum.

"Kızmayacaksan, söyleyeceğim" dedi. Başımı iki yana sallayıp kızmayacağımı belirttim. "Bence aranızda bir çekim var. Birbirinize bakışlarınızda bir şey var. Kelimelerle anlatamadığım bir şey"

"Sözleşmeli evlilik o" dedim gülerken.

"Hayır öyle değil. Gerçekten hissedilen bir şey. Bence sen onun yanında huzurlu hissediyorsun. Çoğu an gülümserken ve ona bakarken yakaladım seni" dedi.

"Kocam sonuçta Işık'ında buna inanması gerekiyor. Biliyorsun ben iyi bir oyuncuyum"

"Şu anda da oynuyorsun"

"Oynamıyorum" dedim.

"Bence sen hissettiklerinden kaçıyorsun. Alptekin'den kaçıyorsun. Alışmaktan, bağlanmaktan. Sen korkuyorsun"

"Hiçbir şeyden kaçmıyorum ve korkmuyorum"

"İtiraf et"

"İtiraf edeceğim bir şey olsaydı ilk önce tabi ki sana anlatırdım"

"Bence Alptekin'le Alpaslan birbirlerine hiç benzemiyorlar. Onun da korkusu var değil mi? Korkuyorsun ya Alpaslan gibi olursa diye"

"Alpaslan bu dünyada kimseyle kıyaslayamayacağım kadar kötü bir adam. Tabi ki ikisini karşılaştıramam ya da kıyaslayamam. Çakıroğlu'yla ne kadar kavga etsem de anlaştığımız bir nokta var. Evet mizacı sert ama söylemeden çoğu zaman beni düşündüğünü belli ediyor. Kızsa da duracağı yeri biliyor. Yani alakaları bile yok"

"Niye korkuyorsun o zaman?"

"Ben ne zaman aşık olmak istedim? Ben ne zaman birine bir şeyler hissetmek istedim? İstemiyorum. Kimseyi hayatıma almak istemiyorum"

"Şiddetli itiraz-"

"Eda"

"Hissediyorsun değil mi?"

"Hissetmekten kastın ne mesela? Ne duymak istiyorsun?" diye sordum.

"En azından hoşlandığını itiraf et" dedi. Gözlerimin içine içine bakarken.

"Çakıroğlu başlı başına hoşlanılacak bir adam zaten. Uzaktan baktığında da yakından baktığında da. Yakışıklı, zeki, yapılı ve en önemlisi bir duruşu var. Hoşlantı değil bu anlattığım beğeni. Sokaktan geçen birini de beğenebilirsin bu onunla eş değer. Yavuz mesela o da yakışıklı bir adam. Dışarda yavuzla karşılaşsak belki onu da dış görünüşüne bakıp beğenebilirdik anlatabildim mi?" dedim isyan eder gibi nefesimi dışa verirken.

"Ama bu adamla aynı evin içindesin bir ay oldu, hiç mi bir duygu yok? Kalbin hiç atmadı mı?" gerçekten hevesle bakıyordu yüzüme bir duygu emaresi almak için.

"Benim yaşadıklarımdan sonra kalbim öyle kolay kolay atmaz ki atmamalı da bence"

"Niye ya atmalı, atsın nolur" dedi gülerken.

"Aşk benlik bir duygu değil. Yaşamayı da yaşatmayı da bilmiyorum. İşin en önemli kısmı ise öğrenmek istemiyorum" dedim yüzümdeki ifade ciddileşirken.

"Ben inanıyorum Alptekin'le aranızda bir şeyler olacak" dedi. Göz devirdim.

"Kimseyle aramda duygusal bir bağ oluşturmak gibi bir düşüncem yok ki zaten oluştursam da insanlardan ne kadar kolay vazgeçtiğimi söylememe gerek bile yok" dedim arkama yaslanırken.

"Önce bir kere sev de sonra vazgeçersin" dedi hala sırıtıyordu.

"Sizin nasıl gidiyor?" diye sordum konuyu değiştirirken.

"Sevildiğimi ve değer gördüğümü hissediyorum iliklerime kadar" dedi gözlerinde bir ışık parladı.

"Peki Mustafa senin tarafından seviliyor mu?" diye sordum. Gülümsedi.

"Sanırım, görünce içim kıpır kıpır oluyor. Kalbim ağzımda atıyor, heyecandan elim ayağım titriyor" dedi.

"Seviyorsun yani" dedim gülerken.

"Hoşlantı bence şu an sevgi demek biraz abartı olur" dedi. Bence elinden gelse aşık oldum da derdi.

"Yusuf peki? İçinde bir yerde seni rahatsız ediyor mu ya da bunu Mustafa'yla konuştun mu? Sonuçta Yusuf her an bizimle olacak" diye bir soru yönelttim.

"Konuştuk, rahatsız olsa da bunu belli etmeyeceğini ve bana yansıtmayacağını söyledi" dedi. Düşünür gibi oldu bir an için.

"Çakıroğlu'yla sahte evliliğim sayesinde kız kardeşim gerçek bir evlilik mi yapacak yoksa?" dedim gülerken.

"Eğer ondan emin olursam neden olmasın ki hemen evlenebilirim" dedi ciddi ciddi.

"Sen delirmişsin kızım" dedim.

"Bence sende duygularının önüne koyduğun duvarını kaldırsan göreceksin aşık olduğunu" dedi.

"Benim duvarlarım, beni korumakla görevli. O duvarı geçemeyen her duygu orada kalmalı zaten. Ben duvarlarımı yıkamam, yıkmam. Duvarlarımın içine kendi çabalarıyla giren ve orada durmaktan rahatsız olmayan biri olursa işte o zaman düşünürüm" dedim.

"Alptekin çabalasın istiyorsun yani?" dedi bu sefer de. Bu kızın uykusu yok mu?

"O artık ne yaparsa yapsın benim içimde yaprak kıpırdamaz" dedim gülümserken.

"Kırılmışsın" dedi.

"Hadi uyuyalım iki saat çok uykum var benim" dedim.

"Odaya çıkalım" dedi.

"Hiç çıkamam şuraya kıvrılalım" dedim olduğum yerde yayılırken. Eda kalktı karşı koltuktan battaniyeyi üzerime attı.

"Yorulmuşsun, dinlen biraz" dedi. Kalktı Işık'ları kapattı. Sonra da yan koltuğa uzandı. Bende gözlerimi kapattım.

Şu an;

Yatak odasında koltukta oturuyordum. Üzerimi değiştirmiş, düşüncelerim arasında kaybolmuştum. Eda'ya kırgındım. Onu anlıyor olsam da bu yaptığı şeyi hafifletmiyordu. Ben kardeşime de güvenemeyeceksem kime güvenecektim? Benim için en doğru kararı yine ben veririm. Kimsenin buna müdahale etmeye hakkı yok. Yanlışsa da yaşayıp öğrenmeliydim. Gitmekten pişman olsaydım da bunu yaşayıp görmeliydim. Belki de pişman olmayacaktım. Bilemezdi, kimse bilemezdi. Eda söylemeseydi de haberim vardı dedi. Nasıl? Bunu da ayrıca araştırmam gerekiyordu. Kapı çaldı.

"Gel" dedim kapıya doğru.

"Girebilir miyim?" dedi Işık.

"Tabi ki gelebilirsin" dedim.

"Korumalar konuşurken duydum. Gitmek istemişsin" dedi yüzünü asarken.

"Cem söyledi yani" dedim gülümserken.

"Öyle de olmuş olabilir biraz" dedi.

"Yalnız kalmak istedim" dedim yalansız hissettiğimi söylerken.

"Abimin söyledikleri çok mu kalbini kırdı?" diye sordu. Cevap vermeme fırsat vermeden devam etti "Benim suçum, zaten şurada 1 hafta sonra gidecektim aceleci davrandım."

"Hayır hayatım alakası bile yok. Konu tamamen abin ve benim aramda olan şahsi bir mesele yüzünden oldu. Bence abinle biraz ayrı kalmalıyız diye düşündüm" dedim yüzüne bakıp gülümserken.

"Abimle ne kadar benziyorsunuz o da kırıldığında kendine ait bir alanı olsun ister. Yalnız kalır, düşünür" dedi sonra aniden bana dönüp "Ama yenge biliyor musun ilk defa sinirlendiği, kırıldığı halde senin yanında olmak istedi"

"Ben habersiz gitmeye çalıştığım için biraz kabahatim var evet ama sonuçta evliyiz biz habersiz iş yapmamamız gerek. Bence abin benim haber vermememe daha çok sinirlendiği için geldi" dedim. Dertleşiyor muyduk biz şu an?

"Sonuçta abim ilk defa bir kadına sinirlense de yalnız kalmayı tercih etmek yerine ona gitmeyi tercih etti" dedi gülerken.

"Işık" dedim ı'yı uzatarak.

"Abim gerçekten bir şeyler hissediyor sana" dedi.

"İlk gün inanmadığını itiraf ediyor olman güzel" dedim göz devirirken.

"O günde aranızda bir çekim vardı tabi ki gerçekten gözle görünür bir şekilde ama sen mesafeliydin. Abim de mesafene saygı duyuyor gibiydi" dedi.

"Beni sevmezsen üzülürdüm. Bence onun gerginliği vardı üzerimde" dedim. Konuyu başka bir tarafa çekerken.

"Nasıl ya ben seni ilk gördüğüm an ısınmıştım sana" dedi koltukta bana doğru otururken.

"Bende sana ısınmıştım çıtı pıtı mini minnacık bir bebek gibi gelmiştin gözüme" dedim gülerken.

"Aramızda 6 yaş var altı üstü!" dedi isyan eder gibi.

"Altı üstü? Aa Cem de benimle yaşıt mıydı?" dedim daha çok gülerken.

"Yaa" dedi.

"Tamam tamam sustum" dedim.

"Abim uzun zamandır beni yatırmaya gelmezdi ya da odasına çıkarken iyi geceler demeye. Sen o gün tek cümlenle ikna ettin. Beni yatırmaya geldi sonraki günlerde de odasına çıkmadan önce uğrayıp iyi geceler dedi. Dün gece sen gittikten sonra konuştuk" dedi.

"Işık, bence abi kardeş konuştuğunuz aranızda kalmalı. Eğer ki sorununuzu hallettiyseniz bu benim için yeterli, anlatmak zorunda değilsin" dedim.

"Hayır anlatmak istiyorum çünkü yine senin sayende konuşabildik" dedi gülümserken. Cevap vermeme fırsat vermeden devam etti "Sen evden çıktıktan sonra ben odamdayken abim geldi. Konuşabilir miyiz? diye sordu. Bende içeri girmesini söyledim. Senin ona ne dediğini açık açık söylemedi ama "Ben senin baban değilim Işık. Abinim ve babamız olmadığı için seni kendi çocuğum gibi hissediyorum. Seni bu zamana kadar evinden, annenin babanın mezarından bile uzaklara mahkum ettim. Hakkım var mıydı? Belki de yoktu ama önceliğim senin güvenliğindi. Sinirlenince söylediklerimden elbette ben sorumluyum ama sende yaptıklarından sorumlusun. Haklıydınız, önce sana sarılmalıydım. Kalbini kırdıysam özür dilerim" dedi. Çok şaşırdım benden özür dilediğinde ama bana yine bir şey öğretti büyük de olsa abi de olsa hatalıysa özür dilemek bir erdemdir. Büyüğü küçüğü yok sonuçta. Bende özür diledim. Seni bu işe karıştırdığım ve aranızı bozduğum için. Senden de özür dilerim Nare abla gerçekten" dedi başını önüne eğerken.

"O zaman bende abinden özür dilemeliyim sanırım kıymetli kardeşini ondan habersiz izni olmadığı bir yere götürdüğüm için" dedim.

"Abime ne söyledin de bende özür diledi çok merak ediyorum lütfen anlat" dedi sinsi sinsi gülerken.

"Karı-koca arasında konuşulanlar karı-koca arasında kalır hayatım" dedim gülerken. Kapı açıldı. Çakıroğlu bize baktı. Anlık gözlerinde bir parıltı görüldü ama hemen gardını geri aldı.

"Kahvaltı hazır" dedi.

"Işık sen in biz geliyoruz bebeğim" dedim.

"Tamam aşağıda görüşürüz" dedi kalktı kapıya doğru yürüdü. Kapıda abisini öptü ve çıktı.

"Biz niye inmiyoruz?" diye sordu.

"İki dakika konuşabilir miyiz?" diye sordum bende.

"Konuşalım" dedi içeri girip kapıyı kapatırken. Ben ayağa kalktım o da bana doğru yürüdü ve tam karşımda durdu.

"Kardeşini senden habersiz, iznin olmayan bir yere götürdüğüm için özür dilerim" dedim. Gözleri, gözlerimin içine bakıyordu.

"Bağırdığım ve canını yaktığım için özür dilerim" dedi.

"İnebiliriz" dedim yanından geçmeye niyetlenirken.

"Gerçi affetmeyeceğini söylemiştin" dedi.

"Affettiğimi kim söyledi?" diye sordum olduğum yerde dururken.

"Peki ben seni nasıl affedeceğim? Her ortadan kaybolduğunda kaçtığını mı düşünmeliyim mesela?" diye sordu.

"Düşünmene fırsat kalmadan nerede olduğumu bulursun zaten" dedim.

"Bulmak başka gittiğini düşünmek başka" dedi. Sesi durgun, kavgadan imadan uzak çıkıyordu.

"Işık gittikten sonra boşanma işlemlerini başlatalım" dedim.

"Bu kadar mı nefret ediyorsun bu evde benimle yaşamaktan" dedi.

"Biz gerçekten farklı dünyaların insanlarıyız" dedim bir adım daha Çakıroğlu'na yaklaşırken.

"Katılıyorum" dedi. Bir adım geri giderken. Güldüm bu hareketine.

"Bu kadar mı nefret ediyorsun benimle aynı yerde olmaktan?" diye sordum bir adım daha atarken ama gülümsüyordum.

"Hadi inelim" dedi. Kahkaha attım ama takip ettim adımlarını.

Kahvaltı sofrasında Mustafa da vardı. İş Konuşmaları gereken bir konu varmış. Ben işime ne zaman dönecektim? Bu kadar evde kaldığımız yetmez mi? Çakıroğlu'nun telefonu çaldı.

"Efendim teyze" dedi. Teyzesini duyamadığımız için bekliyorduk öylece. "Burada verebilirim kendisine" dedi ama teyzesi ne dediyse "Tamam mesaj olarak atarım" dedi ve kapattılar. Gözleri gözlerimle buluştu.

"Teyzem arar birazdan" dedi.

"Niye?" diye sordum.

"Arayınca kendisine sorarsın" dedi gözleri beni zaman mekan farketmeksizin içine çekiyordu. Cevap vermedim ve sofraya döndüm.

İki dakika sonra tanımadığım bir numara arıyordu. Açtım.

"Efendim" dedim.

"Merhaba kızım ben Ahu Devrim, Alptekin'in teyzesi" dedi. Sesi kendinden emin ve kibardı.

"Merhaba" dedim bende aynı ses tonuyla.

"Nasılsın?" diye sordu.

"İyiyim siz nasılsınız?" diye karşılık verdim. Konu nereye gidecekti?

"Bende iyiyim kızım. Evlilik nasıl gidiyor alışabildin mi bizim deli oğlana?" diye sordu hafif sesi gülerken.

"Alıştım sanırım" dedim aynı gülümsemeyle.

"Daha yolun başındasınız kızım" dedi iç çekerken ama cevap vermeme fırsat vermeden devam etti "Eğer müsaitseniz akşam yemeğe bekliyorum" soru sormamıştı ki kibarca emrivaki yapmıştı.

"Ben bir konuşup size haber versem olur mu?" diye sordum.

"Tabi kızım ama mutlaka bekliyorum" dedi.

"Konuşayım hemen döneceğim" dedim ve kapattım. Gözlerim Çakıroğlu'nun zaten bende olan gözleriyle temas etti.

"Teyzen bizi bu akşam yemeğe bekliyormuş" dedim.

"Gidelim" dedi.

"Işık?" dedim ona dönerken.

"Olur bana da uyar değişiklik" dedi. Telefonu açıp teyzesi Ahu hanımı aradım. Akşam geleceğimizi ilettim ve kapattım.

"Akşam yedi de hazır olun" dedi Çakıroğlu. Gözlerimi gözlerinden çektim.

"Siz ne zaman yapışık ikizler gibi gezmeyi bırakırsınız tahminen? Karısı bile senin kadar görmüyor abimi!" dedi Işık. Mustafa'ya söylense de muhatabı Çakıroğluydu sanırım.

"Aşığım kızım ben abine" dedi Mustafa gülerken.

"Aldatıldım mı ben bunca zamandır, yazıklar olsun" dedim yandan yandan bakıp gülerken.

"Geceleri bana gelmiyor artık kırılıyorum" dedi Mustafa, Çakıroğlu'na bakarken. Ufak bir gerçeklik payı vardı sanırım. Yani en azından kafası attığında gidiyordu demek ki.

"Geceleri yeri belli canım. Karısının yanı!" dedi Işık gülerken.

"Bende mi aldatıldım yani?" dedi Mustafa.

"Çenen düştü yine kalk" dedi Çakıroğlu, Mustafa'ya.

"Hangimizi kıskandı?" diye sordu bana doğru.

"Seni kıskandı bence" dedim gülerken.

"Mustafa" dedi Çakıroğlu.

"Ay kız cidden beni kıskandı galiba" dedi biraz yumuşak söyledi tabi bu cümleyi bizi de kahkahaya boğdu.

"Defol git Mustafa seni görmek istemiyorum" dedim gülerken.

"Kocanı da alıp gidiyorum" dedi saçlarını sallamaya çalışırken. Gülmekten konuşabilseydim cevap verirdim ama mümkün değildi.

"Boşanma davasını açıyorum! Şahidim de var!" dedim gülmeye ara verip.

"Abimi uğurlamayacak mısın yenge? Abi karını öpmeden mi gidiyorsun işe?" diye sordu Işık. Aramızı düzeltmeye çalışıyordu sanırım. Çakıroğlu bana doğru geldi, eğildi saçlarımdan öptü benden ayrılırken de konuştu bu kurduğu son cümleydi.

"Seni benden ölüm bile ayıramaz"

Mutfaktan çıktı.

"Bu adam romantik bir şey oldu senin sayende yenge" dedi Işık.

"Çok romantik!" dedim dalga geçer gibi.

"Gözlerinde gördüm ben" dedi.

"Teyzen nasıl biri?" diye sordum konuyu değiştirirken.

"Tatlı bir kadın, otoriter ve baskın bir karakter. Annemle bu konu da çok benzeler yani benzerlerdi. Yüz olarak da karakter olarak da annem gibi. Neyse. Sözünü esirgemez, dobradır. Her şeye rağmen yumuşacık bir kalbi vardır" dedi.

"Umarım anlaşırız" dedim.

"Sen abimle en uzun anlaşan insan olarak tarihe geçmek üzeresin" dedi Işık gülerken. Onunla en uzun anlaşan kadın mezarda.

"Sanmıyorum" dedim camdan dışarı bakarken.

"Nare abla" dedi Işık. Yüzümü tekrar ona döndüm.

"Efendim canım" dedim.

"Bir şey söylemek istiyorum ama kızmandan korkuyorum" dedi yüz ifademi süzerken.

"Söyle, kolay kızan biri değilim" dedim.

"Abimin Leyla ablama bile böyle baktığını görmedim ben" dedi. Bile.

"Herkese aynı bakamayız, herkesin hissettirdiği duygular farklıdır ki bu gözlere yansır. Sen nasıl Cem'e baktığın gibi başka birine bakamıyorsan bu da öyle. Abin daha önce birini sevmiş de olsa ona baktığı gibi bana bakamaz zaten. Ne ben Leyla'yım ne de karşımda bundan beş sene önce ki Çakıroğlu var" dedim durumu açıklarken. Gözleri doldu.

"Ben, özür dilerim" dedi.

"Kırılmadım da kızmadım da Işık. Özür dilemen gereken bir durum yok hele ki ağlaman gereken bir durum hiç yok" dedim gözünden yavaş yavaş süzelen damlaları silerken.

"Sürekli Leyla ablamı hatırlatıp seni üzüyorum. Kıyas yapıyorum haddim bile değilken" dedi şiddetlenen ağlamasıyla.

"Tabi ki kendi içinde kıyas yapabilirsin. Leyla'yı özlüyor da olabilirsin. Bende biraz Leyla kırıntısı arıyor hatta benzetiyor da olabilirsin. Bunlar yalnızca senin düşüncelerin. Ben ne senin düşüncelerinden etkilenirim ne de başkasının fikrinden. Leyla'yla abin büyük bir aşk yaşamışlar, anlayabiliyorum. Sen bile hala atlatamamışsın. Abinin nasıl atlattığını kestirmeye çalışırken konu bana geliyor çünkü nasıl sen bile atlatamamışken benimle evlendi? Acaba bende Leyla'ya benzer, Leyla gibi bir şey mi var da abin benimle evlendi? Sorunun cevabını yanlış yerde arıyorsun. Eğer abin gerçekten benimle ufak bir Leyla kırıntısı görüp evlendiyse inan bana şu an boşanırım. Ben Nare'yim. Nare Yıkılmaz'ım. Leyla Arslan öldü Işık. Kabullenmek istemiyor olman bu gerçeği değiştirmiyor. Bende Leyla'yı arıyorsan biraz aramıza mesafe koymalıyız çünkü ben birine benzediğim ya da andırdığım için sevilmeyi kabullenecek biri değilim" ellerimi yüzünden çektim. Sandalyemi çekip ayağa kalktım. Sanırım Işık'ın biraz düşünmeye ihtiyacı vardı.

"Nare Abla" dedi ağlarken.

"Kendine geldiğinde konuşuruz, ben odadayım" dedim mutfaktan çıkarken. Kader Hanımla karşılaştık. Karşılaşmaktan ziyade yakalanmış gibi bir imajı vardı. Sanırım bizi dinliyordu. Bölmemek için mutfağa girmemiş de olabilirdi tabi ki. Gözlerime öyle bir hüzünle baktı ki sanki bu evdeki herkes sende biraz Leyla gördü demek ister gibi. Midem bulandı. Bakışlarım sertleşti. Kader hanım anlamış olacak ki başını öne eğdi.

Evin çatısına çıkıp ben Leyla Arslan değilim Nare Yıkılmaz'ım diye bağırmak geçti içimden. Çakıroğlu'na sorsam cevaplar mıydı? Ben alacağım cevaba hazır mıyım?

Odaya geldim. Yatağın içine girdim. Uyumak istiyordum. Uykusuzdum zaten. Sanki dün gece kaçmaya çalışan ben değilmişim gibi. Telefonumu dün Can, Eda'dan alıp Çakıroğlu'na vermiş. O arabada vermişti. Telefonum çaldı. Arayana baktım Yusuf'tu.

"Efendim" dedim uykulu sesimle.

"Kaçamamışsın" dedi tekte dolandırmadan.

"Üf evet ya yakalandım" dedim bende.

"Haber verseydin kaçırırdık kızım ayıp ettin" dedi dalga geçiyor gibi davransa da sesinde kırgınlık vardı.

"Ben gidiyorum ya sen arkamdan salya sümük ağlama diye haber vermedim" dedim gülerken.

"Ne ağlıcam kızım havaalanını bırak New York'a bizzat ben bırakıp dönerdim senden kurtulmak için" dedi gülerek söylemişti ama sesi titremişti.

"Sen beni iki gün görmesen özlüyorsun nasıl bırakacaktın acaba!" dedim sinirli sinirli. Üzgün olması sinirimi bozuyordu.

"Ve sen beni görmeden gidiyordun Nare!" dedi sesi yükselmiş ve sinirliydi.

"Engel olursun diye korktum" dedim.

"Mutlu olacağın bir şeyi yapıyorsan engel değil destek olurdum" dedi yorgun sesiyle.

"Eda engel oldu ama" dedim. Sesim düşmüş neredeyse de titremişti.

"Korkmuştur o sensizlik ne demek bilmiyor ki" dedi yine Eda'yı korurken.

"Çakıroğlu'na haber vermiş" dedim, kabullenemiyordum. Kız kardeşim dediğim insanın çok yorulduğumu gördüğü halde biraz uzaklaşmama bile fırsat vermemesi deli ediyordu beni.

"Kızmışsın üstelik kırılmışsın da ama onu da anla" dedi teselli mi veriyordu Eda'yı mı koruyordu!

"Eda'yı korumaya devam edeceksen defol git Eda'yı ara beni rahat bırak" dedim sinirli çıkan sesimle.

"Akşam Edoyu da alıp geleyim oturup konuşalım" dedi.

"İşim var akşam" dedim.

"Yine mi bir kaçış planı" dedi gülerken.

"Hayır gerizekalı kocamın teyzesi akşam yemeğine bekliyor" dedim bağırırken.

"Tamam tamam sustum, yarın haberleşelim" dedi.

"Defol git Eda'yla haberleş it" dedim ve suratına kapattım. Ben aslında suçlu değil miydim? Yusuf'tan özür dileyecektim neredeyse nasıl o benden özür dilemek zorunda kaldı. Eda'yı savundu ama evet. Eda'nın yaptığı yanlıştı ve bunu savundu. Bunu savunamazdı. Ben ona güvenmiştim. Canım çok yanıyordu. Gülen yüzümün altında içimdeki çocuk dizlerinin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu belki de. Kız kardeşimin beni satmasını kaldıramamış olabilirdi.

Bencillikti bana göre. Sırf benden uzak kalmak istemedikleri için buna engel oldular. Bensizliği bilmedikleri ve bensizlikten korktukları için. Gitmek isteyen bendim ve bu benim kendi kararımdı. Biri beni zorla götürmüyordu ya da alıkoymuyordu. Asıl alıkoyma bu evde yaşanıyordu. Buna gözlerini sırf güvenliğim için kapatan kardeşlerim gitmek istediğimde gözlerini dört açmışlardı. Üzgündüm. Söyleyecek hiçbir şey yoktu.

Uyumam gerekiyordu biraz. Uykusuzluktan ölmek üzereydim. Çakıroğlu burada olsa hiçbir şeyi umursamaz göğsüne yatar sadece uykumu düşünürdüm. Yatağa sinen kokusu burnuma geldi. Gözlerimi kapattım.

🕊

Uyanmış, duşumu almış hazırlanmıştım. Saatlerdir odadan çıkmamıştım. Çakıroğlu da gelmek üzeredir. Dizlerimin bir karış yukarısında biten uzun kollu siyah bir elbise gitmiştim. Ayağımda dizlerimin hemen üzerinde biten siyah çizmelerim vardı. Saçlarımı açık bırakmış kırık fön yapmıştım. Göz altlarımı kapatmış, güzel bir makyaj yapmıştım. Aksesuar takmamıştım sadece alyans vardı üzerimde. Siyah çizmelerimin takımı olan çantayı da yatağın üzerine bırakmıştım. Ayna da son kez kendime baktım. Hazırdım. Kapı açıldı. Kendime baktığım aynada arkamda duran adama baktım. Beyaz gömlek giymemeliydi. Suratı asık, morali bozuk gibiydi. Oturduğum yerden kalktım ve karşısında durdum.

"Nasıl olmuşum?" dedim neşeli bir sesle. Gözleri baştan aşağı süzdü beni.

"Fena değil" dedi.

"Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş" dedim göz devirirken.

"Yıkılmaz" dedi. Gözlerim tekrar gözlerini buldu.

"Efendim" dedim. Cevap vermedi ama sağ eli aniden belimi bulurken sol eli sırtımı buldu. Beni kendine o kadar hızlı çekti ki algılarım bozuldu. Başını boynuma sakladı.

"Beş dakika" dedi. Gözlerimi kapattım. Kollarımı boynuna çıkarmak istedim ama o kurtulmak istiyorum sandı. Biraz daha çekti beni kendine. Kıpırdamadık. Ne boynumu öptü ne de tek kelime konuştu. Saçlarımla boynum arasında kayboldu. Bende başımı göğsüne yasladım. Bu hareketim ona güç verdi beni kendine daha çok bastırdı. Uykumu getiriyordu. Haksızlıktı.

Geri çekilirken boynumdan öptü. Hafif geri çekildi. Yüzümde dolandı gözleri. Bu bakışı beni şüpheye düşürdü. Karşısında kimi görüyordu?

"Bana sor, cevabını vereceğim demiştin" dedim kendimi geri çekerken.

"Sor" dedi.

"Dürüst ol" dedim.

"Leyla'ya benzediğim ya da en ufak bir Leyla kırıntısı gördüğün için mi beni yanında tutmakta ısrar ediyorsun?" diye sordum. Beklemiyordu bence bir adım geri attı. Bunu sormak beni çok kırmıştı. Paramparça hissediyordum.

"Sürekli bunu mu konuşacağız?" diye sordu.

"Hiç konuşmadık Çakıroğlu, keşke konuşmasak da" dedim gözlerine bakarken.

"O zaman konuşmayalım" dedi gözlerini kaçırırken.

"Sorumun cevabını almadım hala" dedim.

"Cevap belli Yıkılmaz. Benzemiyorsunuz" dedi ama kaçar gibi verdi cevabı.

"Benden ne istiyorsun o zaman?" diye sordum.

"Gitmemiz gereken bir yemek var" dedi tekrar sorumdan kaçarken.

"Evlenmeden önce sana milyon tane sorum var ve cevabı sende demiştim sende hepsini cevaplayacağını söylemiştin" dedim kolundan tutup kendime çevirirken.

"Cevabını vereceğim ama şu an zamanı değil" dedi gözlerimle temasını kısa tutarken.

"Bekliyorum" dedim onu süzerken.

"Beş dakikaya geliyorum" dedi yanımdan geçip giyinme odasına girerken. Bende son kez boy aynasından kendime baktım. Beğenmiştim. Üzerime de siyah bir kaban alacaktım. Çakıroğlu gelene kadar kabanı omuzlarıma attım. Çantamı da elime aldım. Bana sorgusuz sualsiz sarılmasında bir iş vardı. Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Öğrenmek isterdim en azından anlatsın isterdim.

Sorularıma da cevap vereceğini söyledi gerçi. Sormadan bir şey anlatması çok mümkün değil gibi. Benimde kendime ve sana sormak istediğim bir soru var. Kendime sorduğum gün sana da soracağım Çakıroğlu.

"İnelim" dedi giyinme odasından yatak odasına adım attığında.

Üzerinde simsiyah bir takım vardı yine. Ben takımlarını görmemiş olsam değiştirmiyor mu diye bile düşünebilirdim ama hepsinin birbirinden farklı bir detayı mutlaka vardı. Mesela şu an üzerindeki takımın ön cep kısmında AÇ harfleri işlenmişti. Gömleklerinin zaten hepsinde bu işleme mevcuttu. Takım elbiselerinin çoğunda da işleme mevcuttu ama işleme yerleri farklıydı. Takımları böyle ayırt edebilirdi. Her yerde AÇ vardı. Sadece soyadının ya da sadece adının yazdığı hiçbir şey yoktu. Neden?

Adımlarım onu takip ederken kapıdaki arabaya gelmiştik bile. Işık arkamızdaki araçtaydı. Cem kullanıyordu arabayı. Çakıroğlu sürücü koltuğuna oturduğunda bende yerimi almıştım. Gaza bastığı gibi çıktık bahçeden.

"Işıkla Cem'i bilerek mi bir araya getiriyorsun?" diye sordum.

"Vakit geçirsinler" dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

"Çünkü Işık'ı yine göndereceksin" dedim sağımdaki camdan dışarı bakarken.

"Ne gerekiyorsa" dedi.

"Cem'i de onunla gönder o zaman" dedim.

"Gözümün önündeler diye bu kadar sakinim Yıkılmaz" dedi abartma demek istiyordu.

"Bunu hoş karşılaman bile bana aşırı garip geliyor zaten" dedim.

"Hoş karşılamıyorum. Tepkimi bana fark ettirdikleri zaman göstereceğim sadece" dedi.

"Işık gitmek zorunda mı?" diye sordum ona dönerken. O da sorduğum soruyla bana döndü.

"Evli kalmak istiyorsun sanırım" dedi dalgaya vurur gibi.

"Hayır, aksine boşanabilsem şu an boşarım seni. Işık abisinden uzak kalmamalı gibi geliyor bana" dedim. Gözlerim onun üzerindeydi ama o gaza yüklendi. Bakışlarını yoldan ayırmadı.

"Işık 9 Ekim'de gidiyor Yıkılmaz. Yani hiçbir şey kalmadı" dedi.

"Doğum günü partisi için kendisine elbise bile seçti, ayarlayacağız değil mi?" diye sordum.

"Ayarlayacağım" dedi. Sana gerek yok Nare dedi yani. Abisi benim ben hallediyorum dedi. Cevap vermedim. Vercek bir cevabım da yoktu zaten. Neye sinirlendi de yine benden çıkarıyor acaba? Ne dedim yani ben?

🕊

Çakıroğlu arabayı yine çok ihtişamlı bir evin önünde durdurdu. Arabayı bahçeye sokarken gözleri beni buldu. Altından kalkabilecek misin? gibi bakıyordu gözleri. Korkmuyordum. Gergin ve tedirginde değildim. Araba bahçeden içeri girdi. Kapım açıldı evin korumaları tarafından. Çakıroğlu'ndan önce davranarak indim. O da benden hemen sonra indi. Kapıyı açan korumaya başımla teşekkür etmiş olduğum yerde Çakıroğlu ve Işık'ı bekliyordum. Çakıroğlu yanıma geldiğinde elime uzandı. Elimi ondan kurtarıp ileri adımladım. Kapıyı koruma çoktan çalmıştı. Açılan kapıda bizi karşılayan Neşe'ydi.

"Hoşgeldiniz" dedi gülümseyen yüzüyle.

"Hoşbulduk" dedim aynı gülümsemeyle.

"Buyrun şöyle" dedi eliyle ilerideki salonu gösterirken. Işık'la sarıldılar. Işık da bizi takip ediyordu. Bende Çakıroğlu'nu takip ediyordum.

Salona yürürken etrafa gezen gözlerim gördükleriyle ufak bir vay be dedirtti bana. Girişi kendine has bir gösterişi vardı. Evin lobisi çok geniş ve krem fayanslarla daha ferah bir görüntü elde edilmiş. Salona gelmeden lobide kocaman yukarıya hafif bir daire çizerek çıkan bir merdiven vardı. Merdivenin az ilerisinde salon vardı. Merdivenler lobi gibi krem ve kahverengiyle kombinlenmiş. Basamakların altında ışıklar vardı. Göze hitap eden zevkli bir döşemeydi. Salona girdiğimizde ise çok genişti. İkiye bölünmüş salonun bir tarafı misafir için bir tarafı ise aile oturma grubu olduğu çok belliydi. Salonu ikiye bölen iki büyük kahve ve krem renklerinin karışımında dikdörtgen duvarlardı. Misafir ve aile için ayrılan bölümde duvarlar arasında bir geçiş bırakılmış. Aile için olan kısımda şömine ve tv bulunurken. Tv şöminenin üzerindeki duvara montelenmiş. Taş rengi mobilyalar aile için çok iyi bir seçenekti.

Misafir olan kısımda ise lobiden direkt girdiğinizde karşınıza çıkan oturma grubu krem ve kot mavisiyle kombinlenmişti. Krem koltukların üzerinde kot mavisi yastıklar olurken berjerler ise direkt kot mavisi rengindeydi. Üç tane üçlü koltuk ve dört tane berjer vardı. Cama karşı dizilen koltuklar hilali andırıyordu. Tam karşısında ise bir tv ünitesi vardı. Boydan olan camlar ferahlığı artırıyordu. Sadece misafir alanı kahverengi parkelerle döşenirken kalan aile ve yemek grubunun olduğu yerler lobideki fayanslarla döşenmişti.

Hemen arka kısmında misafir grubuyla takım olan yemek masası mevcuttu. Şu an üzerinde kuş sütünün bile mevcut olduğu yemek masası.

"Hoşgeldiniz" dedi Ahu hanım bize doğru yürürken.

"Hoşbulduk" dedim gülümsemeyle. Elini uzattı ve sırtıma koydu. Yarım bir sarılma gerçekleştirdik. Neşe de kapıda sarılamadığımızı dile getirerek yarım bir sarılma yaptı. Gülümsedim bu hareketiyle.

"Montunu alayım" dedi Neşe. Yavaşça üzerimden sıyırdığım kabanı Neşe'ye uzattım. O aldığı kabanla lobiye geçerken Ahu hanım bize yer gösterdi. Misafir grubuna doğru elini uzattı. Eşi oturduğu yerden kalktı. Çakıroğlu'la el sıkıştılar. Çakıroğlu eliyle beni takdim ederken konuşmadı. Benim tanıtmamı istiyordu.

"Nare Yıkılmaz Çakıroğlu" dedim elimi uzatırken.

"Kenan Devrim" dedi uzattığım eli sıkarken.

"Memnun oldum" dedim gülümsemeyle.

"Bende kızım buyur" dedi eliyle koltukları gösterirken. Berjerlerden birine oturdum. Kimseyle yanyana oturmak istemiyordum.

Çakıroğlu seçtiğim berjerin yanındaki koltuğa oturdu. E hiçbir anlamı kalmadı ki ayrı oturmanın.

"Nerelisin kızım kimlerdensin?" dedi Kenan Bey. Kimsesizim desem ezmeye mi çalışırlardı? Denesinler. Ben Yıkılmaz'ım.

"Kimim kimsem yok. Yetimhane de büyüdüm" dedim yüzümde o meşhur gülümsememle.

"Kusura kalma kızım bilemedim" dedi Kenan Bey.

"Estağfirullah olur mu nereden bilebilirdiniz" dedim.

"Ne iş yapıyorsun peki kızım okuyor musun?" diye sordu konuyu değiştirirken.

"Bilgisayar mühendisiyim" dedim.

"Aferin" dedi yerinde kıpırdanırken.

"Annenden babandan hiç mi bir haber almadın?" diye sordu Ahu Hanım.

"Hayır" dedim. Sinirlenmiştim bu soruya.

"Aslında tıp gelişti bir çaresini bulamıyorlar mı?" diye sordu bu seferde.

"Tabi ki bulabiliyolar dava açıp anne babamı öğrenmek istediğim takdirde dna'mı veriyorum onlarda veri tabanlarındaki dna kayıtlarıyla eşleşip bana kim olduklarını söylüyorlar lakin öyle bir talebim olmadı. Olmayacağına da eminim" dedim yüzümde bir sizene ifadesi varsa da görmezden geldi.

"Bence bir düşün kızım. Annenin babanın kim olduğu belli ol-"

"Teyze-"

"Onların kim olduğunun bir önemi yok Ahu Hanım. Benim kim olduğum önemli" dedim Çakıroğlu'nun sözünü keserken.

"Sana katılmıyorum kızım. Her çocuğun anne babasını tanıma hakkı vardır" dedi.

"Anne ve babası tarafından terk edilmiş olmanın ne demek olduğunu bilmediğiniz için bu kadar kolay çıkıyor ağzınızdan cümleler sanırım" dedim kaşlarım havalanmıştı. Hava gerginlikten çatlamak üzereydi ama başlatan ben değildim.

"Fikrimi söylüyorum sadece üzüldüğüm için" dedi.

"Üzülmek derken?" dedim Çakıroğlu'na kayan gözlerimle ve devam ettim "Benim üzülecek bir durumum yok Ahu Hanım. Üzünülmesi gereken insanlar çocuklarını terk eden, yanlarındayken onlara sevgiyi ve merhameti çok gören ebeveynlerdir" dedim. Bir el uzandı elime. Titriyor muydum? Sinirlenmiştim. Çektim elimi elinden.

"Bir ailenin varlığını tatmamış kız çocuğu yuvasına nasıl sahip çıkacak? Merak ettiğimiz şeyler var" dedi.

"Bu kocamın merak etmesi gereken bir konu sizin değil" dedim. Aramızda bir savaş vardı. Kasti olarak üzerime geliyordu, farkındayım. O yüzden sesimi asla yükseltmeden kelimelerimi vurgulayarak kullanıyordum.

"Teyze acıktık" dedi Işık. Ortamı sakinleştirmek için.

"Sonuçta Alptekin'de benim oğlum sayılır" dedi. Gövde gösterisi.

"Neslihan Hanım hayatta olsaydı o da karışamazdı Ahu Hanım. Evliliğimde olan şeyler sadece beni ve kocamı ilgilendirir" dedim. Çakıroğlu'nun bakışları üzerimde gezdi.

"Hadi o zaman yemeğe geçelim" dedi Neşe. Annesine kaş göz yaparak yanına çağırırken.

"Nare abla" dedi Işık.

"Efendim" dedim. Çakıroğlu'nun yanından bana laf atmaya çalışan Işık'a.

"İyi misin?" diye sordu. Başımı aşağı yukarı salladım. Tatmin olmasa da inanmak zorundaydı.

"Osman'la Talha da şimdi gelir" dedi Neşe.

"Kızım" dedi Kenan Bey. Başımı ona doğru çevirdim göz teması kurdum. Bu ona sesli bir cevap vermeceğimin göstergesiydi. Anlamış olacak ki devam etti "Kusura bakmıyorsun değil mi?"

"Estağfirullah" dedim sadece.

"Abimler de geldi" dedi Neşe. Kapıdan giren Talha ve Osman bize baktı.

"Hoşgeldiniz" dediler aynı anda.

"Hoşbulduk" dedi Çakıroğlu ayağa kalkarken. Bende kalktım onunla. Elini uzattı Talha. Uzattığı elini sıktım ve gülümsedim.

"Hoşgeldin abim" dedi Osman abi o da Talha gibi elini uzatırken.

"Hoşbuldum" dedim uzattığı eli sıkarken.

"Neşe, Berk nerede kaldı?" dedi Osman abi.

"İki dakikaya burada" dedi Neşe içerden. Muhtemelen eşinden bahsediyordu.

"Biz sofraya geçelim buyrun" dedi Kenan Bey.

Çakıroğlu'yla aynı anda kalktık yerimizden. Eliyle bana öncelik verirken ben de adımımı atıp geçtim.

Masanın bir başına Kenan Bey otururken karşısına karısı Ahu Hanım oturdu. Babasının sağında kızı onun yanında Işık, Işık'ın yanında da ben oturuyordum. Neşe'in karşısında Osman abi onun yanında Talha ve benim karşımda Çakıroğlu vardı. Neşe'yle Işık'ın arasında bir sandalye boştu. Muhtemelen eşi içindi. Evin yardımcıları çorbaları koyarken masada bir sessizlik hakimdi. Beni ve Çakıroğlu'nu Ahu Hanım'ın yanına bilerek mi oturttular acaba? Sabır çekiyordum içimden.

Neşe'nin eşi de geldi. Uzaktan herkese hoş geldiniz dedi ve oturdu. Çorbalar da koyulmuştu. Kenan Bey "Afiyet olsun" diyerek başlamamıza izin verdiğinde herkes çorbasını içmeye başlamıştı. Çorba seçmem ama midem bulanmıştı. Yemek istemiyordum. İçim almayacak gibi hissediyordum. Sorun çıkaran da olmak istemiyorum. En azından tadına bakmış olmalıydım. Kaşığıma uzanıp bir kaşık tadına baktım. Midem ağzıma geldi. Zorla bir kaşık daha aldım. Kusmamak için zor tutuyordum kendimi. Daha fazla devam edemezdim. Kaşığı tabağın kenarına bıraktım.

Herkes çorbalarını bitirmişti. Yemekler servis edilirken ben karşımdaki duvara bakıyordum. Önümdeki tabak değişirken Ahu Hanım konuşma gereği duymuştu sanırım.

"Beğenmedin sanırım" dedi tabağa bakarken.

"Ellerinize sağlık, benlik bir çorba değildi" dedim. Cevap vermedi. Yemekler koyulduktan sonra gözleri tabağımdaydı. Beğenmediğim hiçbir şeyi yemek gibi bir huyum yoktu. Yemeği de beğenmiyorsam yemeyecektim. Ne kadar sevmediğim yemek varsa yapmışlardı. Kırmızı et vardı önümde sosuyla müthiş marine edilmiş bir et. Ben sevmezdim. Bıçağımla etten bir parça kestim ve tadına baktım. Çok ağırdı kullandıkları baharatlar. Tabağımın kenarına sofradaki meze olarak koyulan yaprak sarmalarına uzandım iki tane alıp koydum. Bir tanesine çatalımı batırıp ağzıma attım. Tadı çok güzeldi. Meze olarak Rus salatası da mevcuttu ve ben içindeki kaşıkla tabağıma biraz koydum. Kenan Bey Çakıroğlu'yla iş hakkında konuşuyordu. Talha ve Osman abi onlara dahil oluyordu. Neşe eşiyle ve Işıkla sohbet ederken sofrada konuşmayan iki kişi vardı. Ahu Devrim ve ben.

"Yaprakları ben yaptım" dedi o da sessizliğimizi bozup.

"Ellerinize sağlık, güzel olmuşlar" dedim.

"Rus salatasını da sevdin sanırım" dedi.

"Evet beğendim" dedim. Önümdeki salatadan bir lokma daha alırken.

"Yaşlandığım için mezeleri ben yaptım, ana yemekleri kızlar" dedi.

"El lezzetiniz yerindeymiş hala" dedim bir lokma daha alırken. O tabağıma dört beş tane yaprak sarması daha koydu. Çakıroğlu'nun gözleri de teyzesinin ellerindeydi. Beklemiyordu sanırım. Bende beklemiyordum. Gözleri, gözlerime çıktı.

"Tarifini verir misiniz?" diye sordum o bir adım atarken.

"Gizli tarifimdir" dedi gülümserken.

"Bende kimseye vermem" dedim gülümserken.

"Afiyet olsun" dedi. Tabağıma koyduğu sarmalardan yedim.

Herkes yemeğini yemiş, koltuklara geçmişti. Tatlı ve çay servisi yapılacaktı.

"Kızım sen Nare'nin ve benim tatlımı yukarıya getir" dedi Ahu Hanım. Gözlerim onu takip ederken başıyla ileriyi işaret etti. Yerimden kalkarken Işık'ın gözleri bendeydi, gülümsedim ona. Ahu Hanımı takip ediyordum. Merdivenlerden çıktık. İleride holün sonunda bir oda vardı, ona girdi. Bende peşinden girdim.

İçerisi tamamen ahşaplarla doluydu. Ahşap yatak, ahşap dolap, ahşap masa. Duvarlara kaydı gözlerim. Siyah duvarların üzerine ahşap çerçeveler vardı. Fotoğrafların hepsinde yanında güzel bir kadın vardı. Neslihan Çakıroğlu'ydu bence. Kucaklarında çocukları olduğu bir fotoğraf karesi. Aynı elbiseleri giydikleri fotoğraf. Daha sayamayacağım bir sürü güzel fotoğraf.

"Otur kızım" dedi eliyle yatağı gösterirken. Bende oturdum. Ahşap dolaptan orta boy bir kutu çıkardı. Koyu kahverengiydi. İçinden kadife bir kutu çıkardı.

Kutuyu açtı ve bana çevirdi. Gözlerim kutunun açıldığı anda ışıl ışıl parlayan Zümrüt kolyedeydi. Zümrüt taşların etrafı pırlantalarla çevrilmişti. Gösterişine rağmen çok zarif ve şıktı. Bana uzattı kutuyu. Elime alıp dizlerimin üzerine bıraktım.

"Bu kolye, Neslihan'ındı" dedi. Kahverengi kutudan bir fotoğraf çıkardı. Dört kişi vardı fotoğrafta. Behzat Bey, Neslihan Hanım, Çakıroğlu ve Işık. Anne ve babalarının önünde poz vermişlerdi. Hepsi birbirinden şıktı. Beylerin üzerinde takım varken Neslihan Hanım ve Işık'ın üzerinde zarif elbiseler vardı. Çakıroğlu muhtemelen burada 20 yaşında falandı. Fotoğrafa bakan yüzümde bir gülümseme peyda oldu.

"Bu kutuyu Alptekin'e vermeyi çok istedim ama kabul etmedi. Belki sen kabul edersin" dedi.

"Ben eşimin kabul etmediği bir şeyi kabul edebileceğimi düşünmüyorum" dedim.

"Eşin, annesi öldüğü için kabul etmek istemedi. Sen ise vefat etmiş kayınvalidenden sana kalan bir hediyeyi kabul edeceksin" dedi.

"Ahu hanım eşimin kalbini kırmak isteyeceğim son şey" dedim gözlerinin içine bakarken.

"Kızım, benim hediyem değil bu benden yadigarda değil. Bu senin kayınvalidenden sevdiğin adamın annesinden sana yadigar. Neslihan biraz sertti belli etmezdi duygularını ama gelinine kendisinden bir parça bırakmak istediğini hep dile getirirdi" dedi.

"O gelinin kim olduğunu ikimizde gayet iyi biliyoruz Ahu Hanım" dedim. Mücevher kutusunu kapatırken.

"Bizim gelinimiz sensin kızım bu da sana kayınvalidenin yadigarı bu konu kapandı. Bu kutuyu ve vereceğim bir kaç elbiseyi götürüyorsun. İtiraz kabul edilmeyecektir" dedi. Yerinden kalktı. Kenarda hazırladığı elbise kılıflarını yatağın üzerine bıraktı. Önce bir tane kılıfı açtı. İçinden yeşil kolyeyle aynı renk bir elbise çıkardı.

"Çeyiz alışverişin yapılmamış" dedi.

"Gerek yoktu zaten alındı" dedim gülümserken.

"Evet biliyorum, Alptekin bütün mağazayı eve getirmiştir ama bu başka bir şey" dedi.

"Teşekkür ederim" dedim sadece. Elbiseleri kenara itip yanıma oturdu. Ellerimi ellerinin arasına aldı.

"Ben aşağıda senin az çok kim olduğunu görmek için bile isteye üzerine geldim" dedi. Tahmin ettiğim gibi tavrımı ölçüyordu. "Ben normalde böyle konuşmalar yapabilecek biri değilim. Bu konuşmayı seninle keşke Neslihan yapabilseydi. Alptekin çok acılar çekti kızım, canı çok yandı. İçine attı kimseyle bir şey paylaşmadı. Bir tek Işık kalmıştı onun için. Onu da yurt dışında bir yere gönderip gizledi. Biz bile hangi ülkede bilmiyoruz. Yerini değiştirir ara ara. Tek başına kaldığı zamanlarda da işinden başka bir şey düşünmezdi. Kaç kere yemeğe çağırdım, işim var dedi gelmedi. Anne babası öldükten sonra ilk defa adım attı teyzesinin evine. Senin sayende. Aşağıda sert konuşmuş olabilirim. Tepkini tavrını duruşunu merak ettiğimden.
Alptekin'in çektiği acılarla başa çıkabilir misin merak ettiğimden. Herkese rağmen yine onu seçer misin merak ettim ama aldım da cevabımı. Alptekin yaşadığı onca kötü şeyin içinde güzeli çekip almış" dedi. Gözleri dolu dolu konuşuyordu. Bu kadın aşağıdaki Ahu Hanım mıydı? "Alptekin'in elini hiç bırakma kızım. Yüzüne renk, evine neşe gelmiş. Otel gibi kullandığı evine artık bir kadın için gidiyor. Zamanında evinde oluyor. Şirkette sabahlara kadar çalışırdı. Uyuyamazdı da zaten. Şimdi gözlerinde morluk yerine ışık var" dedi. O benden değildi diyemedim. "Hadi kızım inelim" dedi. Kalktık birlikte.

Benden bir cevap beklemiyordu, anlatmak istiyordu ve anlattı.

"Herhangi bir ihtiyacın olur beni ara" dedi kapıdan çıkarken. Gülümsedim.

"Söylediklerinizi aklımda tutacağım" dedim. Elini sırtıma koydu hafif sıvazladı. Diğer elindeki kutuyu da elime bıraktı. Aşağı indik.

Çakıroğlu oturduğu yerden hareketlendi.

"Biz artık kalkalım" dedi. Işık da oturduğu yerden kıpırdanırken Neşe bana doğru geldi.

"İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim" dedim gülümserken.

"Teyzemin kutusu" dedi. Çakıroğlu'nun gözleri kutuya kaydı. Gözlerinde belli belirsiz bir bulut geçti.

"Öyleymiş" dedim.

"Biz de vakit geçiremedik umarım başka zamana" dedi.

"Ne zaman istersen" dedim.

Kapıya geldiğimizde elimdeki kutu yüzünden kabanımı giyemedim. Çakıroğlu kabanımı kendi alırken diğer elbiseler de korumalar tarafından arabaya koyulmuştu. Kutuyu da almak istediler ama veremedim. Bana emanetti. Başına bir şey gelir diye korkmuştum. Çakıroğlu'nun annesinden kalan son şeydi. Herkesle vedalaştıktan sonra arabaya bindik. Koruma araçları da yerini aldığında Çakıroğlu gaza basıp çıktı bahçeden.

Kucağımda tuttuğum kutuya baktı. Gözlerini yoldan ayırmamalıydı.

"Önüne dön Çakıroğlu" dedim. Dikkati dağılsın diye.

"Konuşucaz" dedi.

"Neyi?" diye sordum.

"Her şeyi" dedi.

"Sorduğum soruya bir cevabın var yani" dedim sorar gibi.

"Ne sorarsan sor verecek cevabım var. Ben, bedelini ödeyemeyeceğim hiçbir şey yapmam" dedi. Gazı biraz daha köklerken. Geceydi, yollar boştu. Altındaki araba da bir şaheserdi sonuçta. Benim Çakıroğlu'nda kıskandığım tek şeydi belki de bu araba. Bugatti La Voiture Noire..

İkimizinde emniyet kemeri takılı değildi. Olası bir kazada camdan fırlardık büyük ihtimalle.

Gözlerim kapanmak üzereydi. Çok uykum gelmişti. Çakıroğlu son sürat sürdüğü arabanın keyfini çıkarıyordu. Önümüzdeki arabaya selektör yaptı. Araba yol vermek istemiyordu anlaşılan. Yan şerit boştu. Çakıroğlu direksiyonu kırdı birden. Gazı kökledi. Arabanın yanından geçti ve önüne kırdı. Yerimde dikleştim. Gözleri beni buldu gülümsedi ve aniden frene bastı. Sağ kolunu uzatıp önüme siper etti. Ben frenle öne savrulurken kolu beni tutan şey oldu.

"Gece gece eğlence mi arıyorsun hayvan herif" dedim elini iterken. O tekrar gaza basmaya başlamıştı bile.

"Arıyorum verecek misin aradığım eğlenceyi?" dedi.

"Vermeyeceğim" dedim gözlerim kapanıyordu. Bu adamla yanyana gelmek bile istemiyordum. Kokusu, yanımda olduğunda hissettiğim bu şey uykumu getiriyordu. Bunu bana yapamazdı, yapmamalıydı

"İsteseydim alırdım" dedi, gözlerim kapanırken. "İstiyorum ve alacağım" diye devam etti. Benimde duyduğum son sözlerdi.

🕊

Kucağındaydım. Beni odaya taşıyordu büyük ihtimalle. Kutu. Aniden yerimden sıçradım. Çakıroğlu korkmasa da irkildi.

"Sakin ol benim" dedi. Gözleri yüzümün her bir ayrıntısında gezerken.

"Kutu" dedim.

"Geliyor" dedi. Gözlerine baktım. Engel olamıyordum gözlerime geri kapandı.

Yatağa yatırdı beni. Ayağımdaki çizmeleri çekti çıkardı. Yorganı üzerime örttü. Kapı çaldı. Sürekli uyanmanın verdiği özellikler işte. Her şeyi duyuyor ve biliyorsunuz.

"Abi bunlar" dedi Can.

"Elbiseleri koltuğa, kutuyu da şuraya" dedi. Bence şura dediği yer komidindi. Gözlerimi açacak gücü bulamadım kendimde.

"Abi" dedi Can.

"Söyle" dedi Çakıroğlu.

"Niye gitmesine izin vermiyorsun?" diye sordu. Benimde sormak istediğim bir soruydu.

"Can" dedi Çakıroğlu sinirlenmişti. "Siktir git, elimde kalırsın" dedi. Uyuyor numarası yapmasam gülerdim buna. Can çıkarken kapıyı da kapattı.

"Bende merak ediyorum" dedim uykulu sesimle.

"Hadi uyu" dedi daha sakin bir tonda.

"Niye sarıldın bu gün bana? Teyzene yıllar sonra gidiyorsun diye mi?" diye sordum.

"Kokuna ihtiyacım vardı Yıkılmaz" dedi. Gözlerimi kapattım bu cümlesiyle.

"Bana her istediğinde dokunamazsın hayvan herif" dedim.

"Dokunurum çünkü sen benimsin" dedi yüzünü yüzüme daha çok yaklaştırdı. Gözlerim kapalı olsa da nefesinin sıcaklığı yüzüme vuruyordu.

"Değilim" dedim itiraz ederken. Sesim o kadar uykuluydu ki ciddiye almazdı bence.

"Sen kadın, her zerrenle sadece bana aitsin" dedi. Saçlarımdan öptü.

"Değilim" diye sızlandım. Açamıyordum gözlerimi. Güldü.

"Canın, ruhun, bedenin ve duyguların hepsi benim elimde. Sen benim elimdesin. Koskocaman gökyüzünün altında seni bu karanlık odaya hapseden katilin beyaz kuşusun" dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

402K 12.5K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...
32.6K 1.6K 10
İntikam hırsı bir insanı en yavaş öldüren zehirdir. |°| Ben Sevda. Bir tek adı doğru Sevda... Hiç bilmeden kanlı ellerden kaçan ama en sonunda o kanl...
656 54 12
"Beni sen değiştirdin Eylül, geldin ve bütün düzenimi altüst ettin." ... "Yine ve yine söylüyorum güzelim beni sen değiştirdin, geldin ve benim kader...
5.8K 355 7
"İnsan kendini cam kenarında öldürebilirmiş hem de hiç atlamadan." Sevdiğim insanları bir camın kenarında beklerken dedem söylemişti bunu. Babam yer...