TUTSAK

By eelsanna

73.3K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

21-Geçmiş

1.9K 67 160
By eelsanna

Hellooo! Biz geldiiik!

Umarım bölümleri beğeniyorsunuzdur.

Oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın, yorumlarınızın her birini okuyorum👉🏻👈🏻

İyi okumalar çiçeklerim💜

Bölüm şarkıları sıralarıyla;
Cem Adrian -Keskin
Cem Adrian - Zincir
Cem Adrian & Şebnem Ferah - İnce Buz Üstünde Yürüyorum

🕊

Ve asla görmek istemediği o yüzü gördü.

Tam karşımdaydı.

Alpaslan Yıldırım..

Bir adım geri gittim. Bir adım daha. Bir adım daha. Ben geri geldikçe bir adım ileri geliyordu. Bir adım daha geriye attım. Bir şeye çarptım. Birine. Kime çarptığımı adım gibi biliyordum. Çakıroğlu'ydu. O olmalıydı. Arkama bakmak için döndüm.

Çakıroğlu değildi.

"Hoş geldim bence" dedi.

"Hoş mu geldin gerçekten?" dedim.

"Bu kapalı havada bile gözlerinde mevsim hala nasıl yaz olabilir?" dedi Alpaslan gülerken.

"Halüsinasyon görüyorsun Alpaslan! Her gece gördüğün gibi" dedim.

"Yıllardır hiç bu kadar ayık olduğumu hatırlamıyorum" dedi.

"Adetin değil" dedim yüzümdeki buz gibi ifade sesime de yansımıştı.

"Beni hala senden iyi tanıyan bir kadın yok" dedi gülerken. Bende onunla kahkaha atmıştım.

"Hadi ama Alpaslan, benden başka kimseyi hapsedemediğin için olabilir mi?" dedim.

"Senden başkası yok! Olmayacak Nare. Sadece sen" dedi ciddileşirken. Sol elimi kaldırdım havaya.

"Evliyim ben evli" dedim.

"Bunun bir şey ifade etmediğini adın gibi biliyorsun" dedi sol elini yumruk yaptı.

"Asıl sen bunun ne demek olduğunu adın gibi biliyorsun" dedim.

"Dokunmadığını biliyorum. Sen yaralarını öylece açacak bir kadın değilsin Nare. Sana dokunmak.. Sana dokunmak hiç o kadar kolay olmadı" dedi.

"Aşık oldum Alpaslan bu ne anlama geliyor biliyor musun? Ben başkasının eşiyim. Ben Alptekin Çakıroğlu'nun nikahlı karısıyım." yanındaki ağaca yumruk attı. Bir adım daha geldi. Aramızdaki mesafe gittikçe düşüyordu. Arkamda adamları vardı. Çakıroğlu hangi cehennemdeydi? Tam önümde durdu.

"Sende bana ait bir şey var" dedi. Eli havalandı. Bir adım geri gittim. Saçıma dokundu parmakları. Bir silah patladı. Saçlarımdan nefret etmemeliydim hayır. Ormanın dört bir yerinden silahlı adamlar geldi. Alpaslan'ın adamları ikimizi bir çembere alırken etrafımız Çakıroğlu'nun adamlarıyla başka bir çembere alınmıştı.

"Cehennemine hoş geldin" dedi Çakıroğlu.

"Nasıl cehennem ya? Yanımda cennetin kendisi duruyor" dedi beni gösterirken.

"Cehennemin o zaten sana nasıl cennet göründü?" dedi Çakıroğlu.

"Bir adım daha atarsan Alptekin, karının cesedi veririm kucağına" dedi.

"Yapamazsın Alpaslan. Kendini kandırma. Dokunamadığın için delirirken nasıl öldüreceksin?" dedi buz gibi sesiyle.

"Buradan kendi isteğiyle benimle gelecek" dedi.

"Öldür" dedim Alpaslan'a bakarken. "Seninle şuradan şuraya gideceğime ölürüm"

"Çok tanıdık geldi bu. Her odaya girdiğimde böyle diyordun sev-" bir silah daha patladı.

"Kafanı koparmadan karımı yanıma gönder" dedi Çakıroğlu.

"Çok mümkün değil o nasıl kolay girdiysem öyle kolay çıkarım" dedi.

"Girmene müsaade etmesem girebilir miydin Alpaslan? Evindeki korumaları aramanı öneririm" dedi Çakıroğlu. Alpaslan cebinden telefonunu çıkardı. Birini aradı ama ulaşamadı. "Dönecek bir evin yok artık. Kimin evine girmeye çalıştığının farkında bile değilsin" dedi buz gibiydi. Gözlerindeki bakış başkaydı. "Şimdi karımı bana yolla hemen" saatine baktı Çakıroğlu. "Yoksa en yakın arkadaşın canlı canlı yakılacak tam 5 saniyen var" dedi. Alpaslan kulağıma eğildi. Midemi bulandıran kokusu burnuma geldi. Nefesimi tuttum.

"Seni çok özlemiştim, izlerim hala duruyor değil mi?" dedi gülümserken geri çekildi ellerini iki yana kaldırdı. "Kocana git şimdilik" dedi. Korumaları açılırken Çakıroğlu'na doğru yürüdüm. "Görüşürüz sevgilim" dedi. Gözlerimi kapattım. Ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Can elini uzattı. Düşmeyeyim diye. Uzattığı elini tuttum.

"İyi misin yenge?" dedi.

"İyiyim" dedim gözlerimi açarken. Çıkışa kadar eşlik etti korumalar Alpaslan'a defolup gitsin diye. Başım döndü. Can elimi bıraktı. Yerini sözde kocam aldı. Yürüyecek gücüm yoktu ama dayanacaktım. Bayılmanın sırası değildi. Ayaklarımın gücü yoktu. Gözlerimi tekrar kapattım. Alpaslan'ın yaptıkları canlandı gözümde. Küçük bir kesit düştü gözlerimin önüne.

Yıl 2014. Aylardan Ağustos. Günlerden 07.

07.08.2014.

Alpaslan'nın beni kaçırdığı gündü aynı zamanda. O gün söyledikleri çınladı kulaklarımda. 45 gün sürecek işkencenin ilk günüydü. 45 gün sonra tarih 22 Eylül'ü gösterecekti.

"Doğduğun gün, ölmek için yalvardığın gün olacak. Doğduğuna ben şükredeceğim ama sen lanet edeceksin. Sen benim en sevdiğim oyuncağım olacaksın. Ölmek için dua edeceksin ama ölmeyeceksin. Yaşamak isteyeceksin ama sadece nefes alacaksın" ellerimi bağlıyordu ki bu bana yaptığı en en hafif şeydi. "Senin bedenin, ruhun benim özel imzam olacak" dedi zevk alan bir gülümseme vardı yüzünde, ayaklarımı bağladı. "Öldürmeyeceğim ama yaşatmayacağım da" ağzımı kapattı. "Beni sevene kadar. Benim olana kadar cehennemin olacak burası" bir şey koklattı bana. Elleri saçlarıma değdi. Bilincim kapanmak üzereydi son duyduğum yine Şeytan'ın kendisinin sesiydi. Saçlarımı okşarken konuştu "Kendi isteğinle yatağıma girene kadar" gözlerim kapandı.

Ayağım takıldı, biri tuttu beni zaten tutuyordu ya da hatırlamıyorum. Bilincim kapanmak üzereydi, adımlarım durdu.

"Noldu?" diye sordu. Kendimde bulduğum son güçle en merak ettiğim şeyi soracaktım.

"Sen, bile bile benim karşıma çıkmasına müsaade mi ettin?"

"Evet" dedi. Evet demişti. Bilerek yapmıştı yani. İçimdeki acı tarifsiz bir seviyeye ulaştı. Engel olabileceğim, görmezden gelebileceğim gibi değildi. Vücudum sızlıyordu. Elimin bilekleri yandı. Beni tutan elini ittim.

"Dokunma bana" dedim zar zor ondan ayrılmış yürümeye çalışırken. Can tutmak istedi beni. "Dokunmayın bana" diye yineledim. Hem kelimeler zar zor çıkıyordu ağzımdan hemde yürümekte çok zorlanıyordum. Düşmeyecektim. Burada değildi.

Bahçeye ne zaman geldim bilmiyordum ama çok zor duruyordum. Misafir banyosuna atacaktım kendimi. Eve girdim yalpalıya yalpalıya. Ellerimin titremesine ayaklarımda eşlik ediyordu. İçeri girdim. Misafir banyosuna koştum. Girip kilitledim. Çekmeceleri açıp kapatıyordum. Aradığımı bulamamıştım. Alt dolabı açtım, buldum. Elime aldığım makası saçlarımdan geçirdim. Elimi attığım tutamı kesiyordum. Kapı çaldı. Bir daha kestim. Kapı tekrar çaldı. Ama beni durdurmadı. Bütün saçlarımı göğsümün hemen altına gelecek kadar kesmiştim. Lavabonun içi hep benim saçlarımdı.

Aynadakine baktım. Değildim, değildim. O küçük kız değildim. Dokunamazdı bana. Yaklaşamazdı. Yaklaşmamalıydı. Ağlamayacağım. İlk günde ağlamamıştım. Şimdi hiç ağlamayacaktım. Dolan gözlerimle aynada bakışıyorduk. Bir anda karşımda o küçük kız çocuğunu gördüm. Kanlar içinde bana bakıyordu. Geri gittim. O dimdik duruyordu. İlk gün durduğu gibi. Canı çok yanıyordur. Ya ben onun kadar güçlü değildim ya da ayaklarımın dermanı yoktu. Duvara yaslandım. Hala bana bakıyordu. Bu halin ne der gibi. Hani güçlenmiştin der gibi. Hani bir daha yaşamayacaktık der gibi. Hani verdiğin sözler der gibi. Çığlık attım. Kapı kırıldı. Elimden bir şey almaya çalışıyordu. Ne tuttuğumu bile bilmiyordum ki. Hala beni izleyen küçük Nare'ye baktım. Git ne olur. Yalvarırım. Bana bir şey demek istiyor gibiydi. Gözlerim tek noktaya bakıyordu. Konuştu en sonunda. "İyi olacaksın" dedi küçük Nare. Yıllar önce aynaya bakıp böyle demiştim kanlar içinde. Bunu dediğim halim bana bakıyordu. 8 yıl önceki halim.

Özür dilerim. Sözümü tutamadım.

Buz gibi bir şey döküldü başımdan aşağıya. Gözlerimin nereye baktığını da bilmiyordum. Zaten baksam da görmüyordum. Üzerimdeki şişme yeleği çıkardı biri. Bir uğultu vardı. Duyduğum şey neydi? Alpaslan mıydı? Hayır hayır."Dokunma" dedim. Kim vardı bilmiyordum ama dokunmasın. Ellerim tutuldu. Aklıma düşen görüntüler beni şüpheye düşürüyordu. Neredeydim? Gözlerim baktığı yeri neden seçemiyordu? Neden duyduklarımı ayırt edemiyordum? Ellerimi çektim. Bir el çenemden tuttu. Yüzümü çevirdi. Gözlerimi kapattım. Alpaslan'ı görmekten korkuyordum. Bir baş yaslandı başıma. Benimle o da ıslanıyordu. Gözlerimi açacak cesareti bulamadım kendimde.

"Şşş tamam" dedi bir ses. "Geçti" hayır hayır ne geçmesi daha yeni başlıyordu. "Kalkabilir misin?" diye sordu.

"Kalkarım" dedim. Ondan yardım almadan ayağa kalktım. Ayağa kalktığım da bir bornoz uzatıldı. Aldım üzerime geçirdim. Kimseye bakmadan merdivenlere yürüdüm. Sırılsıklamdım evet ama hiç umrumda değildi. Tek derdim yatak odasındaki banyoya ulaşmaktı.

🕊

Banyodan çıkmış, üzerimi değiştirmiştim. Öylece oturuyordum balkonda. Esen rüzgarı hissettim. Yüzümü okşayıp geçti, teselli veriyordu sanki. Saçlarım ıslak, yamuk yumuk. Taranmadı bile. Esen rüzgarda dağılıyordu. Saçlarımında bir suçu yoktu ama Alpaslan'ın eli değmişti bir kere. Nasıl izin verirdi benim onunla karşılaşmama? Nasıl müsaade ederdi? Beni korumak için evlenmemiş miydi benimle? Beni Alpaslan'ın önüne atarak mı koruyacaktı? Arabaya bomba koydu diye önce Yavuz'un evini patlatmış. Şimdi Alpaslan'ın evini. İntikamını kendince alıyordu evet. Ben sadece başkalarından duyuyordum. Gelip övünsün bu gün şurayı patlattım desin demiyorum ama bir haber vermek bu kadar zor değil. Kim bilir daha neler yaptı. Gözü dönünce tanıyamıyorum. Zaten onunda gözü kimseyi görmüyor. Öldürmek istiyordum Çakıroğlu'nu.

Nefret ediyorum senden Çakıroğlu! Nefret.

Kapı açıldı. Bu gece burada uyumak istemiyordum. Ben bu evde uyumak istemiyordum. Kalktım yerimden, odaya girdim. Bana bakıyordu. Gözlerim, gözlerine değmedi. Kapıyı açtım ve çıktım. Aşağı indim. Dış kapıyı açtım. Can yanıma geldi.

"Yenge iyi misin ne oldu?" diye sordu.

"İyiyim bana bir tane araba getirsene" dedim.

"Abi" dedi Can. Arkamda duran Çakıroğlu'na. "Hangisini" diye devam etti.

"Tofaş bile getirsen umrumda değil Can" dedim. Gülecek gibi oldu ama toparladı. Garaja girdi.

Şu an tam arkamdaydı. Dönsem çarpardım. Ama o an değildi. Alpaslan'a bir darbe vurmak onun için daha önemliydi. Beni yem etmek onun için bir sorun değildi. Oysa ki Alpaslan gelmeden beş dakika önce arkamdaydı. Bir adım ileri attım.

İçeriden bir Ferrari getirmişti. Özelliği hangi model olduğu umrumda değildi. İçine girdim ve çıktım bahçeden. Peşimden bir Ferrari daha çıktı bahçeden. Sabaha kadar peşimde gezmek zorunda kalacaksın evine dön Çakıroğlu. Çünkü benim dönmeye niyetim yok. Hızım arttı. Otobana çıktım. Son sürat gidiyordum. Ayağım yanlışlıkla bile frene değse metrelerce takla atardım. İçimden bir basmak gelmedi değil yani. Şehirden çıkmak üzereydim ama durmadım dönmedim de. Hala atlatamamıştım. Telefonum çaldı. Arayana baktım. Çakıroğlu. Meşgule attım. Bir daha aradı. Bir daha meşgule attım. O aradıkça ben meşgule atacaktım. Bu böyle devam etti biraz. Çok sürmedi tabiki yan şeridimdeydi ve büyük ihtimalle önüme kıracaktı. Saat geç olduğundan ve şehirden çıktığımızdan yol boştu. Kırdı önüme. Frene bastım. İndi, geldi ve kapımı açtı.

"Bayılacaksın açlıktan" dedi. Ne alakası vardı?

"Aç değilim çeker misin arabanı" dedim.

"Bayılacaksın" dedi.

"Bu da beni kullanıp kurduğun bir oyun olabilir mi?" dedim buz gibiydim. Gerçekten buz gibi.

"Ne oyunu ne diyorsun?" dedi anlamazdan mı geliyordu yoksa gerçekten mi anlamadı emin değildim. Bu gün çok algılayamıyordum.

"Gidebilir miyim artık?" dedim. Gözlerim hiçbir şekilde gözlerine değmiyordu. Yüzüne bakmıyordum.

"Takip et beni" dedi kapımı kapattı. Güldüm.

Arabaları yola çıkardıktan sonra önümdeydi. Geçmek için bir hamle yapmamıştım. İleride sağa dönmek için sinyal verdi, bende onunla sinyal verdim. Çakıroğlu sapağa saptığında aniden direksiyonu çevirdim. Emir almak adetim değildir. Yapmamak gibi bir huyum var. Sol dirseğimi cama dayamış, parmaklarım saçlarımda gezinirken yol akıp gidiyordu. Hızım tekrar yükseldi.

🕊

Güneş doğmak üzereydi. Bense bir uçurumun kenarındaydım. Arabanın önüne yaslanmış yavaş yavaş karşımda doğan güneşi izliyordum. Karanlığın bir hükmünün kalmadığını izliyordum. Aydınlanmayacak hiçbir yer yok gibi duruyordu. Öyle heybetli doğuyordu güneş. Peki ben neden hala zifiri bir karanlığın ortasındaydım. Bu güneş benim için neden doğmuyordu?

Alpaslan'a hiç yalvarmamıştım. Beni bırakması için. Ondan sadece beni öldürmesini istemiştim. Sadece beni öldürmesi için yalvarmıştım. Ben öldür diye yalvardıkça o yaşattı. Hiç yaşamak için yalvarmamıştım. Yalvarmaya da niyetim yoktu. Elimi saçlarımdan geçirdim bir boşluk oldu. Kısacık geldi. Kesmiştim. Islaktı hala. Bir araba durdu yanımda. Rahat vermeyecekti anlaşıldı. İndi arabadan ve önümde durdu. Benim baktığım yer tam karşımdaki manzaraydı.

"Manzaramı kapatıyorsun çekilir misin?" dedim.

"Nasıl ya manzaran kocan değil mi?" dedi. İstemsiz güldüm. Göğsünü kabarttı manzarayı daha çok kapatabilmek için.

"Değil" dedim.

"Konuşalım mı artık" dedi.

"Sen konuşmayı bilmiyorsun ki gerek yok" dedim.

"Öğretirsen öğrenirim" dedi bir adım daha attı bana. Başımı iki yana salladım. İstemiyordum. Ben ölü bir kadınla savaşamam. Ben ölü bir kadını yenemem.

"Hiç niyetim yok" dedim.

"Sor, hepsine cevap vereceğim dedim sana bir kere. Yıllar da geçse karşıma geçip soru sorsan yalansız veririm cevabını. Ama sor. Saçma da olsa gel bana sor. Bana anlat. Benden duy ne duymak istiyorsan. Sadece benimle konuş" dedi. Sözleri samimiydi evet ama duygu eksiği vardı. Az kalsın inanacaktım.

"Hangi film bu ne zaman vizyona giriyor?" diye sordum gülerken.

"Tutsak" dedi bir adım daha atarken.

"İsmini de beğendim tutar bu" dedim. Arabanın kaputuna oturmak üzereydim.

"Birlikte izler miyiz?" diye sordu bir adım daha atıp.

"İzleriz" dedim. Bir adım daha attı. Ne gidecek yerim ne de kaçacak alanım vardı.

"Konuş benimle" dedi ihtiyacı varmış gibi. Gözlerine baktım. "Gör beni" dedi çaresiz gibi.

"Konuşuyorum ya" dedim sıradan bir cümle kurar gibi.

"Sen konuşmayınca ev çok sessiz oluyor sanki" dedi. Kaç gündür doğru dürüst konuşmuyorduk ama ben evin içinde gayet de sesliydim.

"Yoo gayet de konuşuyorum" dedim inkar ederken. Onunla konuşmayı, zıtlaşmayı, dalaşmayı en çok da inatlaşmayı özlemiştim.

"İnat" dedi gülümserken.

"İnit" diyerek tekrar ettim onu.

"Bak ya" dedi gülümsemesi büyürken.

"Nasıl atlattım ama seni" derken kahkaha atmıştım.

"İnatsın inat" eli havalandı. Saçlarıma değdi. "Dokunan eline ateş etmem gerekirdi" diye mırıldandı kendi kendine.

"Anlamadım" dedim. Hala saçlarımdaydı eli.

"Çok kesmişsin, buraya dokunmamıştı" dedi. İndirdi elini. Gözleri tekrar gözlerime çıktı.

"Bir önemi yok" dedim. "Açım ben" diye devam ettim, konuyu değiştirirken kedi gibi bakıyordum.

"Takip eder misiniz beni Bayan Çakıroğlu" dedi.

"Memnuniyetle" dedim gülerken.

Arabalara bindik. O önde ben arkada gidiyorduk. Gerçekten konuşmamız gerekiyordu. Ve o an, şu an değildi.

Bir otelin önünde durduk. Bir vale onun arabasını bir vale de benimkini almıştı. Başıyla oteli gösterdi.

"Önce bir yemek yiyelim sonra da uyuyalım" dedi. Cevap vermedim zaten bir cevap da beklemiyordu. Elini uzattı. Eline baktım. Kulağıma eğildi. "Evliyiz biz her yerde insanlar var" dedi. Uzattığı eli tuttum.

"Ben insan içinde yemek yiyemem herkes bizi izlerken" dedim. Daha girer girmez gözler üzerimizdeydi.

"Odaya hazırladılar bile hadi çıkalım" dedi. Sessizce sadece onu takip ediyordum. Kraliyet dairesinden aşağısı kesmezdi. Asansör de en yukarı katı seçmesi içimden bunun geçmesine sebep olmuştu. Bizimle birlikte bir çift daha bindi asansöre. Kadın çok aşıktı bakışlarından bile belliydi. Adamın yüzünü tam göremesem de temasları hep şevkat doluydu. Saçlarını okşadı kız onun göğsüne yattı adam saçlarından öptü kadını. Gözlerimin önüne bambaşka bir kare düştü. Derin bir nefes aldım.

Odaya girdik. Gerçekten kraliyet dairesiydi. Yani bir apartman dairesi gibi. Oturma odası, yatak odası ve mutfakla birleşik bir yemek alanı vardı. Yemek alanına bir sofra kurulmuştu. Çakıroğlu, Alpaslan ormana geldiğinden beri üzerindeki takımla duruyordu. Düşmanlarına karşı hiç normal bir pantolon, kazakla görmemiştim. Her halükarda üzerinde jilet gibi bir takım elbise vardı. İçerisi sıcak olduğundan ceketini çıkardı. Gömleğinin kol düğmelerini çıkardı ve sehpanın üzerine koydu. Gömleğin kollarını katladı. Mutfak tezgahına yaklaştı. çekmeceden bir bıçak aldı ve soğan doğramaya başladı. Yanına gittim.

"Napıyorsun?" diye sordum.

"Menemen yapıyorum" dedi bana bakmadan dikkatle soğanları keserken. Soğanlar acıydı sanırım çünkü gözlerim yandı.

"Bir sürü şey hazırlamışlar boşver" dedim. Yorulduğu her halinden belliydi. Uykusuzdu da.

"Sevdiğin bir şey olsun sofrada" dedi. Sanki sevmediğim şeyler olunca hep gidecekmişim gibi konuşuyordu. Her gittiğim yerde, durduğum ortamda illaki benim sevdiğim bir şey olması gerekiyor gibi.

"Ee söyleseydin ya yapsalardı biz gelmeden" dedim o domatesleri doğramaya başlamıştı. Kestiği domatesin bir parçasını ağzıma attım.

"Ben yapmak istedim" dedi ağzıma attığım domatese bakarken. Hemen arkamızda büyük bir masa vardı. Ona uzanıp bir tane kaşar attım ağzıma, gülümsedi. "İşte bu yüzden" diye mırıldandı ağzının içinde. Son zamanlarda bunu çok yapmaya başlamıştı. Sürekli mırıldanıyordu.

"Ağzının içinde konuşma be adam ne diyorsun?" dedim gülerken. Bir yandan tavaya yağ döküyordu. Üzerinde siyah bir gömlek vardı. Bu adama gömlek giymesinin yasaklanmasını talep ediyorum.

"Evin diyorum bu yüzden tadı yoktu işte. Sen ve kuralları bozmaların" soğanları attı tavaya. "Hiç sevmem normalde sofranın üzerinden yemek yenmesini" tahta bir kaşıkla soğanları karıştırdı. "Ama sen, sen hiçbir kuralı hiçbir yasayı önemsemiyorsun. Kuralları kimin koyduğu ya da kimin mekanı olduğunun bir önemi yok" biberleri attı tavaya "Sadece senin kuralların ve doğruların var senin için" ellerini tezgaha uzattı hafif eğildi ve yüzünü bana döndü "Türünün tek örneğisin" dedi. Kahkaha attım.

"Yani bu senin için bir kural mı? Sofranın üzerinden yemek yemedin mi hiç?" diye sordum konunun bu olmaması gerekiyordu çünkü. Sorduğum soruyla gülümsedi.

"Aile sofrası kurulurdu. Babam başlamadan sofradaki hiçbir şeye el uzatamazdık. Uzatsak kızmadı hiç öyle bir baba olmamıştı ama saygıdan herhalde uzatmadık." ilk defa ailesinden bahsediyordu.

"Annen peki kızar mıydı? Evde koşturdun mu hiç? Ya da futbol topuyla vazo falan devirmedin mi?" diye sordum bir yandan domatesleri tavaya atmış onları karıştırıyordu.

"Annem, babama göre biraz daha sertti. O da ailesinde öyle gördüğünden sanırım. Kırdım. Çok değerli bir vazoydu. İşlemeleri elle yapılmış yurt dışından açık arttırmayla annemin milyon dolar ödediği bir vazo vardı. Kıymetliydi tabi. Işık'la oyun oynuyorduk. Çarptım mı yoksa başka bir şey mi emin değilim ama vazo düştü ve kırıldı. Annem gürültüye geldi. Yerdeki vazonun parçalarına baktı biraz. Sonra Işık'ı arkama saklamış bana baktı. Bağırıp çağırmadı ama üzüldüğünü anlamıştım. Akşamına babam geldi anlattık durumu. Halledeceğini söyledi üzülmememiz için teselli etti bizi. Annem konuşmadı bizimle bir iki gün bakmadı bile yüzümüze. Üç gün sonra kapı çaldı. Bir kargo geldi. Kocaman bir kutu. Annem yanımızda açtı kutuyu. İçinden kırdığımız vazonun aynısı bir vazo çıktı. Üzerinde bir not. "Özür dileriz annecim bizi affet" yazıyordu. Annem ağladı sonra o vazoyu görünce. Geldi sarıldı bize. Sanırım orada bazı şeyleri daha iyi anlamıştı mesela bir vazonun çocuklarından daha değerli olmadığı gibi" dedi. Menemenin son parçası olan yumurtaları kırarken bitirmişti sözünü. Gülümsedim.

"Bence zaten sizden değerli olmadığının farkındaydı ama vazo onun için bir müsibet bin nasihatten iyidir olmuş biraz" dedim acı bir tebessümle. "Özledin mi?" diye sordum.

"Özlemek benim içimdeki duygular için biraz hafif kalıyor" dedi tavanın altını kapatırken.

"Eğer mezarlığa gitmek istersen, ben seninle gelirim" dedim. Yıllardır gitmediğini biliyordum. Işık söylemişti.

"Düşünürüz sonra hadi soğuyacak otur" dedi. Hayır demekti bu. Israr etmeyecektim. Bir sandalyeyi çekip oturdum. Tam karşıma oturdu.

"Ekmek yok dersen seni gebertirim" dedim. Masada ekmeği görmediğim için. Güldü.

"Hadi ya" dedi kahkaha attım bende onunla. "Sen ve ekmek sevdan" dedi inanamaz gibi.

"Ekmeksiz menemen mi yenir Çakıroğlu!" dedim ciddileşirken.

"Yenmez" dedi. Gülmemek için dudaklarını birbirlerine bastırdı.

"Komik mi hem menemeni yap hem ekmeği unut" dedim gözlerimi devirirlen.

"Yaranamıyorum yemin ederim ben bu kadına ne yapsam yaranamıyorum" dedi şaşırır gibi. Telefonuyla birini aradı ekmek istedi.

"Vidi vidi yapma vidi vidi yapma" dedim gülerken.

"Allahım bana biraz sabır ver valla sadece bu minik kuşa yetecek kadar sabır istiyorum çünkü başka hiçbir şeye sabretmek gibi bir huyum yok" dedi imalı imalı. Kaşardan bir tane daha attım ağzıma.

"Amin kocacım" dedim yüzümde sana yazık olacak gibi bir ifade vardı. Güldü.

"Öğleden sonra sana bir kargo gelecek" dedi.

"Ne kargosu" dedim çalan kapıya doğru yönelmişti.

"Sürpriz" dedi kapıyı açarken. Ekmeği aldı kapıyı kapattı ve yerine oturdu. "Buyrun hanımefendi buyrun" ekmeği uzattı.

"Ah teşekkür ederim kocacım ne kadar düşüncelisin" dedim gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran bendim bu sefer.

"Hadi karıcım yemeğini ye menemenine ekmek ban hadi" dedi sabrının tükendiğini belli eden ses tonuyla. Ekmeği bölüp ona uzattım. "Yemiyorum ben" dedi. Bir parça kopardım ekmekten menemene batırıp Çakıroğlu'na uzattım. Ekmeğe baktı bana baktı.

"Karının elinden yemek yemeyecek misin yoksa?" dedim kaşlarım havalanırken. Uzandı ağzını açtı ekmeği bıraktım ağzına. "Aferim benim kocama" dedim kahkaha atarken.

"Seninle ne yapacağım ben" dedi gülerken. Cevap vermedim. Yemek yiyecektim çünkü.

🕊

Yemeği yedikten sonra Çakıroğlu işi olduğunu ve salonda olacağını odada uyumam gerektiğini söyledi. Yatak odasına girdim. Giyinme odası ve banyosu vardı. Giyinme odasına girdim. Dört beş tane takım elbise vardı. Otel onunsa ve benim bundan haberim yoksa bana da yazıklar olsun. Yatağa geçtim yorganı kaldırıp içine girdim. Gözlerim kapanmaya o kadar müsaitti ki. Merak ettiğim başka şeyler vardı. Misafir banyosunda ne yaşandığı. Sormak istiyordum. Alacağım cevap beni korkutmuyordu ama duymak da istemiyordum. Bileğimde kesik vardı çünkü. Elimden bir şey almaya çalıştığını hatırlıyorum ama devamı yok. Odaya girdi. Gözlerim kapalıydı büyük ihtimalle uyuyorum zannediyordu. Yatağın ucuna oturup sırtını başlığa yasladı. Sırtım ona dönüktü. Yüzümün yarısını da saçlarım kapatıyordu.

"Özür dilerim. Alpaslan'ı görmek zorunda kaldığın için. Ağaç evi gördüğün için. Hangi biri için özür dileyeceğim bilmiyorum ama hepsi için her şey için özür dilerim" dedi. Parmakları saçlarıma değdi. "Saçlarının sana çok yakıştığını söyleyemediğim için, gözlerinin güzelliğini Alpaslandan duyduğun için, kendine zarar vermeni engelleyemediğim için, geçmişini senden alamadığım için, yaralarını sarmaktan korktuğum için" dedi elleri saçlarımda dolaşırken "Her gece seni uyurken izleyip de sana dokunmaktan korktuğum için" saçlarımın üzerinde dudaklarını hissettim. "Seni kendimden koruyamadığım için, özür dilerim" kalktı yataktan ve çıktı odadan.

🕊

Gözlerimi açtım ama çalan benim telefonum değildi. Yanımdaki komodinin üzerinde Çakıroğlu'nun silahı ve telefonu vardı. Ekrana baktım. İlayda Arslan yazıyordu. Bir de bu vardı değil mi? Sahi bu kimdi? Yavuz'un kardeşi Leyla'ysa İlayda kim? Çakıroğlu banyodan çıkarken ben telefonu cevapladım.

"Efendim" dedim. Başımı yastığa geri koyarken.

"Alptekin'i aramıştım ben siz kimsiniz?" dedi. Tiki kızlar gibi konuşuyordu ağzını yaya yaya.

"Karısıyım hayatım sen kim oluyorsun tam olarak?" dedim Çakıroğlu gözlerime bakarken.

"Onunla konuşmam gerekiyor telefonu verir misin?" dedi telaşlandı sesi bir anda.

"Aa hayatım maalesef duşta kendisi" dedim Hay Allah.

"Beni aramasını söyler misiniz?" dedi yineleyerek.

"Tabi ki" dedim gülerken sesimden güldüğüm çok belliydi. Anlamıştı. Kapattım telefonu. Yatağın ucuna doğru attım telefonunu. "Eski sevgilin sanırım" dedim yorganı üzerime tekrar örterken.

"Değil, takıntılı sadece" dedi umursamazca. "Kalk hadi gidelim yolumuzda var zaten"

"Bu yorgunlukla nasıl araba sürmeyi düşünüyorsun?" dedim gözlerinin altı mosmordu.

"Bir şey olmaz alışkınım ben hadi gidelim karıcım" dedi imalı imalı gülerken. Kafamın altındaki yastığı fırlattım.

"Defol git nereye gidiyorsan ben uyuyacağım" dedim. Yorganı başıma kadar kapattım.

"Eğer ben bu yatağa yatarsam ben ne zaman istersem o zaman gideriz ve gidelim diye yalvarsan da şuradan şuraya gitmem" dedi hem tehtitkar hemde ciddiydi.

"Üff ne uyuz adamsın ya" dedim yorganı başımdan çekerken "Gıcıksın gıcık" doğruldum yatakta artık oturuyordum. "Zaten senin telefonun yüzünden uyandım!"

"O çalmasa ben duştan sonra uyandıracaktım zaten iyi olmuş" dedi gülerken.

"Kıydın yani bana öyle mi" başımı aşağı yukarı sallarken dudağımı büzdüm "Tamam tamam anladım ben tamam" kalktım yataktan.

Lobiye indik. Bir kaç koruması olan bir adam bize bakıyordu. Çakıroğlu'nu dürttüm. "Bu adam niye bize bakıyor öyle" dedim, güldü. Cevap vermedi ama adama baş selamı verdi. Elini tuttuğum için nereye gitse bende peşinde gidiyordum. O adama doğru yürüdük.

"Alptekin" dedi adam gülerken.

"İlyas" dedi Çakıroğlu o da karşısındaki adama eşlik edip gülümsedi.

"Düğüne gelemedim biliyorsun" dedi imalı imalı ama aralarında sessiz bir anlaşma var gibiydi. Bana döndü. "Yenge memnun oldum İlyas Çakıroğlu ben" dedi. Elini uzattı.

"Memnun oldum Nare Yıkılmaz Çakıroğlu" dedim. Uzattığı elini sıktım.

"Bir kahve içelim" dedi İlyas.

"Çıkmam lazım senden istediğim gelecek bu gün" dedi gülümsedi.

"He o zaman başka bir gün içelim bu kahveyi özleştik" dedi İlyas.

"Biz seni sevgilinle akşam yemeğine davet ederiz" dedi Çakıroğlu.

"Annem duyarsa gebertir bizi" dedi gülerken. Bende gülümsedim onlarla.

"Tabi ki ne zaman müsaitseniz bekleriz" dedim.

"En kısa zamanda sizdeyiz o zaman" dedi vedalaştık ve çıktık otelden. Kapının önündeki arabalardan bir araba eksikti.

"Benimki nerede Çakıroğlu?" dedim imalı imalı.

"İlyas'a lazımmış benimle geliyorsunuz küçük hanım beğenemediniz mi?" dedi bıyık altından gülerken.

"Ufak atta kuşlar yesin Hayvan herif" dedim kapıyı açıp içeri girerken. Cevap vermedi ama gülümsemesi genişledi. Yola çıkmıştık sessizdik. Konuşulması gereken ve konuşulmayı bekleyen o kadar çok şey vardı ki hangisiyle başlayacaktık bilmiyorum. Üstünü örtmeyecektik ama o kesindi. "Mustafa'yla Eda'yı ne zamandır biliyordun?" diye sordum.

"İlk günden" dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

"Niye söylemedin bana?" dedim yüzüm ona dönüktü.

"Edanın söylemesi gereken bir şeydi" dedi ama gerildi.

"Mustafa'ya güvenebilir miyiz?" diye sordum. Gözleri yoldan ayrıldı bana döndü.

"İlk defa birinden hoşlandığını duydum" dedi sözlerinde yalan olmadığı barizdi. "İlk defa geldi ve bana birinden bahsetti. Ben de bilmiyorum aşıkken nasıl biri. Ama tanıyorum karakterinden şüphe etmem" gözleri yola döndü.

"Anladım" dedim önüme dönerken. Bana döndü birden.

"Cem'le Işık'ı niye söylemedin bana?" dedi dan diye. Öksürdüm bir anda.

"Neyi? Ne? Ne olmuş? Kimle kim? Neyden bah-"

"Sus sus konuştukça batıyorsun" dedi gülerken.

"Kızmadın mı?" dedim ciddiydim hala.

"O evde benim haberim olmadan toz bile kalkmıyor küçük hanım" dedi. Gözlerini yola çevirdi.

"Benimde bilmek istediğim şeyler var" dedim.

"Sorarsan her zaman cevaplayacağımı söylemiştim" dedi sabahı hatırlatırken.

"Sonra" dedim "Sonra"

"Eyvallah"

🕊

Evin bahçesine girdik. Garaja girecekti. Bana baktı.

"Bence artık girelim" dedi lütfen der gibi.

"Şimdi değil ama bir gün" dedim gülümserken. Kapıyı açtım ve indim. O da benimle indi. Berkay arabayı garaja sokarken saat öğleni bulmuştu zaten. Can geldi yanımıza.

"Abi bir davetiye geldi" dedi.

"Ver" dedi Çakıroğlu. Can arkasında sakladığı davetiyeyi uzattı Çakıroğlu'na. Gözlerim davetiyeyi gördüğü andan itibaren içimde bir sızı oldu. Sanki yangınıma benzin döktüler. Sanki yıkılmak üzere sallanan binaya bir darbe daha vurdular. Çakıroğlu'yla Leyla'nın düğün davetiyesiydi. Başımı çevirdim yanından geçip içeri girdim. Yanından geçerken omzuna çarpmıştım ama bilerek değildi.

Salonda tek başıma otururken düşüncelerim beni deli etmek ister gibiydi. Ağaç ev, davetiye. Alpaslan, saçlarım. Delirecektim 24 saat olmadan nasıl başıma daha kötüsü gelmez dedikçe daha kötüsü geliyordu anlayamıyordum. Evlilik oyundu ve ben bunu en başından biliyordum. Biz severek evlenmedik. Ben hep evliliğe zorlanan taraf olduğumu düşünüyordum. Leyla'yla oturmak için gün saydığı nikah masasına benimle oturmak zorunda kalmıştı. Bunu isteyen ben değildim.

Çakıroğlu'na kapılmak da değildi benim isteyim. Engel olamıyordum.

O gecenin ortasında içinde milyonlarca ağaç olan yolları karanlık bir ormandı.
Bir sürü çıkışı vardı ama girdikten sonra yolu bulamıyorsun.
Tamam diyorsun çıkış burası bitti.
Kurtuldum, Bu gün doğmayan ormandan.
Seni tekrar bir bataklık gibi içine çekiyor.
Önünde yine milyon tane ağaç! Etraf karanlık. Yollar kapalı. Kafan allak bullak.
Ormanda kayboluyorsun.
Ormanın içi tehlikelerle dolu.
Ormanın içinde yangın var.
Ormanın içinde depremler oluyor, toprak kayıyor. Artçı depremler her seferinde bir ağaç deviriyor.
Yangından kaçmak istesen de dumanından etkileniyorsun.
Depremden kaçmak istesen de yıkıntısında, harebesinde mahsur kalıyorsun.
Onlarca ağaç içinde nefessiz kalıyorsun.
Çünkü orman içinde yaşayan onlarca varlığa rağmen kendini içindekilerle yok saymak istiyor.

Salona girdi Çakıroğlu. Görmek istemiyordum yine. Duymak da istemiyordum.

"Kargon var" dedi sesindeki mesafeyi hissetmemek elde değildi.

"Sen aç" dedim yüzüne bakmadan.

"Birlikte gidelim" dedi sabır dileniyordu. Cevap vermedim ama kalktım yerimden. Ne olduğunu az çok tahmin ediyordum zaten. Araba olmalıydı. Patlayan arabamın yerine. Ben önde o arkamda bahçeye çıktık. Kocaman bir kutu vardı. Araba sığacak kadar büyük bir kutu. Kocaman bir kurdelesi vardı.

"Hadi aç" dedi. Kurdeleye yürüdüm. Tutup çektim ve geri bir adım attım. Kurdele çözülürken kutu dörde ayrıldı. İçinden ise bir araba çıktı.

Ford Mustang

Son modeliydi ve göz alıcıydı. Mustang dediysem Shelby eli değmiş bir Mustang bu.

2022 model Ford Mustang Shelby GT500. Son zamanlarda üretilen en heyecan verici araba sebebi ise 760 beygir gücüne sahip olması. 0-100 km/h 3.2 saniye de çıkıyor. Maksimum hızı 360 ama hız sınırı olan ülkelerde kullanımı için hız sınırlandırılması gibi bi özellik geliştirilmiş. Arabanın 4 ayrı sürüş modu bulunuyor. Egzozları başlı başına bir şaheser. Egzoz seslerini bile ayarlayabileceğiniz seçenekleri mevcut. Sessiz modu, normal modu, spor modu ve yarış modu olmak üzere egzoz seslerini de ayarlayabiliyorsunuz. Arabayı kendi istediğinize göre özelleştirebileceğiniz bir tuş mevcut. Rengine gelecek olursak beyaz arabanın üzerine boya olduğu belli olan siyah şeritler var. Ne kadar agresif görünebilirse o kadar agresifti. Arabanın sadece iki yerinde GT500 yazıyordu. Biri ön tamponda diğeri ise arabanın içinde torpidonun hemen üzerinde. Arabanın içinde ise yarış koltukları mevcut. Araba değil canavardı bence.

"Bunu ülkeye sokmak çok zor oldu" dedi ben arabayı incelerken onun gözleri bendeydi.

"Hız sınırı kaldırılan bir Mustang mi yani?" diye sordum.

"Evet, kapasitesinin hepsini rahatça kullanabileceksin" dedi gülerken.

"Eğer söylenilenler gerçekse bu bir canavar" dedim gözlerimi arabadan alamıyordum.

"Denemek ister misin?" dedi.

"İstememek için deli olmak lazım" dedim arabanın kapısını açarken. Gözlerim arabanın içinde gezdi. Muhteşemdi. İnanamıyordum hala bu arabanın benim olduğuna. İkimizde içine girmiştik. "İlyas nasıl soktu bu arabayı" dedim.

"Çakıroğlu soy adıyla yapamayacağımız hiçbir şey yok bu ülkede" dedi.

"Niye sen değilde İlyas getirdi o zaman?" dedim bir yandan direksiyondaki kobra logosuyla bakışırken.

"Çünkü araba onun arkadaşının galerisinden" dedi.

"Ne kadara mâl oldu bu araba?" diye sordum. Vergisi yüksekti diye biliyorum.

"Benim malım bizim malımız, senin malın yine senin malın karıcım" dedi gülerken.

"İma mı sezdim sanki?" dedim ters ters bakarken.

"Ben mi sürseydim ilk" dedi ciddileşirken.

"Git kendine de al bu benim" dedim direksiyona sarılırken. Güldü.

"Tamam tamam senin almayacağım senden" dedi.

"Timim timim-"

"Geri alırım arabayı" dedi sözümü keserken. Nefret ediyordu onu tekrarlamamdan.

"Tamam kocacım" dedim gülerken. "Kemerini tak, kalkışa geçiyoruz" gülümsemem büyümüştü. Gaza dokunduğum an uçacaktı sanki araba. Gaza bastım ve çıktım bahçeden. Araba sanki uçuyordu. Asfaltın üzerinde yağ gibi kayıyordu araba. Arkadan itişli olduğu için gaza her yüklendiğimde bizi koltuklara yapıştırıyordu. Çakıroğlu bana bir yol tarif etti. Boş bir arazi. Oraya sürdüm. Bu arabayla otobana çıkmak istiyordum asıl. Önce sürüş testi yapacaktık. Boş araziye girdim.

"Bu arabayı senin için tasarlamış olsalar anca bu kadar olurdu" dedi.

"Çakıroğlu bu araba değil bu bir canavar. Deliriyorum bu canavarla otobana çıkmak için" dedim gözlerim göstergelerdeyken.

"Kafanın attığı bir anda basıp gidersin yapmadığın şey değil sonuçta" dedi ciddileşirken.

"Şimdi de atıyor kafam basıp gitmemi istemiyorsan susmanı öneririm" dedim bende onunla ciddileşirken. Yani benim için çok mutlu bir andı. Aşırı eğleniyordum. Motorun çıkardığı sesleri dinlemek bile beni aşırı keyiflendiriyordu.

"Gitsene" dedi gözleri üzerimdeydi. "Beni nasıl atlatacaksın? Dün gece gibi son anda virajdan mı kurtulacaksın? Yoksa beni camdan mı atacaksın?"

"Bu boş araziye boşu boşuna gelmemişiz anlaşılan" dedim.

"Üst üste gelen saçmalıklar yüzünden aramızda görünmez bir duvar var" dedi.

"Saçmalık derken? Ağaç ev mi saçmalık? Davetiye? Aa ya da Alpaslan'a bir darbe indirebilmek adına beni onun önüne atmak? Bak bence bu tam bir saçmalıktı" dedim ellerim direksiyonu o kadar sıkı tutuyordu ki acımıştı.

"Seni onun önüne falan atmadım! Karımı neden sapık bir adamın önüne atayım ya delirdin mi nasıl bunu yaptığımı düşünürsün?" dedi vücudunu tamamen bana dönmüştü koltukta. Arabanın kapısını açıp indim. O da benimle indi.

"Sen kendi ağzınla söyledin! Bile bile karşıma çıkmasına izin mi verdin dedim sordum sana! Sende evet dedin Çakıroğlu" dedim

"Alpaslan tuzağa düştüğünü sanmalıydı. Her an onu izleyen bir ekip vardı ve buraya geldiklerini söyledi. Ağaç eve girdiğimde seni götürmeye gelmiştim ama gördüklerinden sonra beni dinlemezdin! Hızlı düşünmek zorundaydım. Başka bir ekip Alpaslan'ın evine giderken bizim ekip etraftan dolaşıp tamamen çembere almak zorundaydı göz dağı vermek zoru-"

"Bunun için beni onun önüne attın öyle mi? Göz dağı vermek için" ellerimi saçlarımdan geçirdim. Boşta kaldı. Hala tam alışmış değildim. "Bak, bak. Gözdağı vereceksin diye saçlarımdan oldum ben! Yıllar sonra dokundu bana hem de senin yüzünden" dedim bağırmıyordum, gözlerim ve ifadem o kadar donuktu ki tepki vermemi bekliyordu.

"Mesele bu değil-"

"Niye öldürmedin? İki kere muhteşem fırsatların vardı" diye sordum sözünü keserek.

"Onun bu kadar kolay ölmesini istemiyorum çünkü. Sana yaptığı her şeyi bir bir ona yapmadan ölsün istemiyorum" dedi.

"Ben ölmesini istiyorum Çakıroğlu" dedim.

"Önce benim isteklerim" dedi. Gözlerimiz ne zamandan beri birbirlerine bakıyordu bilmiyorum ama aramızdaki mesafe de kapanmıştı. Bir karış vardı aramızda.

"Beni öldür o zaman" dedim. Gözlerinin içine baka baka.

"Yapma" dedi yalvarır gibi "Hesabını soracağım! Ben seni korumak için evlendim seninle"

"Koruyamıyorsun ama" dedim sıradan bir cümle kurar gibi. Gözlerime gerçekten mi der gibi bakıyordu. Gerçek buydu.

"Eyvallah" dedi sadece.

🕊

Arabanın kaputuna yaslanmış duruyordum. O konuşmadan sonra konuşmamıştık. O arabanın içinde gözlerini kapatmıştı. Bende kaputa yaslanmış boş boş etrafa bakıyordum. Otelde uyuya kalmadan hemen önce söyledikleri canlandı kulaklarımda. Çakıroğlu'nun yaptığı her şeye bir bahane bulmak istiyordum sanırım. Ağaç eve ve davetiye nasıl bir bahane bulacaktım? Sevdiği kadındı ya diyip geçecek miydim hiç sanmıyorum.

Beni ne kendinden ne Alpaslan'dan ne de Yavuz'dan koruyordu. Sonra da başıma bir şey geldiği için beni suçluyordu. Ne yani ben yürüyüşe çıkmasam Alpaslan adamlarıyla eve gelmezdi mi zannediyordu? Ağaç evi görmemiş olsaydım Leyla'yı daha az sevdiğini mi düşünecektim? Hayır. Hayır. Çocuk değildim ben. Çocukluk yapıyorsun demişti. Çocukluk muydu gerçekten? Öğrenmek istemediğim gerçeklerle bir anda başbaşa kaldıktan sonra kafa dinlemeyi istemek, yalnız kalmak istemek çocukluk muydu?

"Bitti mi" diye sordu.

"Ne bitti mi?" dedim gözlerim oraya dönmemişti.

"Düşünmen" dedi buz gibi sesiyle.

"Bitti" dedim yüzümde mimik oynamıyordu.

"Gidelim, yolcu koltuğuna geç" dedi.

"Neden?" dedim ona dönerken. Bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra düşürdü.

"Dalgınsın böyle araba kullanmana müsaade edemem. Canavar bu" dedi sesi buz gibi olsa da beni düşündüğünü göstermeye çalışıyordu. Cevap vermeden yolcu koltuğuna oturdum. O da sürücü koltuğuna oturdu. Kendim arabayı sürmeyi çok seviyordum evet ama Çakıroğlu'nun sürdüğü arabada yolculuk yapmayı da seviyordum. Onu araba sürerken izlemek büyük bir keyifti çünkü kendisi de bundan oldukça keyif alıyordu. Onun gözleri yoldayken benim gözlerim onun üzerindeydi.

"Ne yapacağını mı düşünüyorsun?" dedim gözlerini benden ısrarla kaçırıyordu.

"Biliyorum" dedi sadece.

"Neyi?" dedim konuşsun diye.

"Ne yapacağımı" dedi gözlerini yoldan ayırmıyordu.

"Bana bakarken sürebilir misin?" dedim gülerken. Anlamadı önce ama yüzüme de bakmıyordu.

"Anlamadım" dedi anlamazdan gelirken.

"Hızlı ve öfkeli de Brian yani Paul Walker yapıyor ya yola bakmadan sürüyor yapabilir misin diyorum merak ettim" dedim gülerken.

"Gözlerini gözlerimden çekmeyeceksen neden olmasın" dedi.

"Gözlerini gözlerimden çekmeyeceksen neden olmasın?" dedim meydan okurken. Gözlerini bana çevirdi. Benimde gözlerim onunkilerdeydi. Derin bir nefes aldı. Gözlerimi kapatıp açtım. Hızı arttı. Gittikçe de artıyordu ama gözleri gözlerimden bir milim bile oynamıyordu. Gözlerimi kapatıp açtım tekrar. Çok hızlandı. Canavarın motorunun sesi deli gibi geliyordu. Hızı 320'yi bulmak üzereydi. Gözlerimi kapattım.

"Kaybetmek üzeresin" dedi.

"Biliyorum" dedim sadece gözlerim hala kapalıydı.

"Gözlerini aç" dedi emir veriyordu ama karşı gelmedim. Gözlerimi araladım. Göz göze geldik. "Sen" başını iki yana salladı.

"Ne ben" dedim.

"Görmüyorsun" dedi, hızı iyice arttı. Yüzüme bakan gözlerini çevirdi.

"Neyi görmüyorum Çakıroğlu?" dedim bıkkın bir sesle.

"Beni" dedi. Arabayı bahçeye sokarken. Ne demek istiyordu? Anlamamıştım. İndi arabadan peşinden bende indim. Eve girdi peşinden girdim. Çalışma odasına girip kapattı kapıyı. Açtım içeri girdiğimde ilk gördüğüm Çakıroğlu üzerindeki gömleği iki yana açtırarak yırttığıydı. "Çıkar mısın?" dedi gözleri beni gördüğünde.

"Ne demek istediğini açıkla gideceğim" dedim vücuduna bakmamak için büyük çaba sarf ederken.

"Çıkar mısın? Yalnız kalmak istiyorum" dedi. Yanına adımlayamadan geri gitti adımlarım. Üstelik emir de vermemişti rica etmişti.

"Konuşmak istersen yan odadayım" dedim sadece ve çıktım.

Odaya girmiş üzerimi değiştirmiştim. Saçlarımı açık bırakıp arkaya atmıştım. Üzerimde lila bir pijama takımı vardı. Bir yastık aldım yataktan bir de balkondan battaniyeyi. Koltuğa koydum ve içine girdim. Saat kaçtı bilmiyorum ama uykum gelmişti. Biz ne zaman adam akıllı konuşacağız? Biz ne zaman çözeceğiz bunca şeyi. Aklımda bir sürü soru var. Kapanan göz kapaklarımda asılı kalmış bir davetiye vardı. 07.10.2017 tarihinde düğünleri varmış. Davetiyede ikisininde anne baba adı yazılıydı. Doğan-Alev Arslan yazıyordu Leyla'nın isminin altına denk gelen bir yerde. Behzat-Neslihan Çakıroğlu yazıyordu O'nun adının altına denk gelen bir yerde. İçeriğini çok okuyamasam da ilk bakışta gördüklerim bunlardı. Bir imrendin sanki Nare? Ne imrenicem be. Üzüldüm sadece. Düğünleri neden olmamıştı acaba? Merak ediyorsan git sorsana cevaplayacağım demişti. Soramam ki. Soramadım yani. Bir anı bir anını tutmuyor. Bunları düşünmeyi bırakıp garaj da bebek gibi yatan canavarımı düşündüm. Yüzümde bir gülümseme oluştu. Arabaları, salıncakları ve yemekleri çok seviyordum. Şu an hayatta en sevdiğim şeylerdi. Bu sıralama değişmez umarım. Kapalı olan gözlerimi açmadan bi tur uyuyacaktım.

🕊

Üzülünce uyumak yaptığım en iyi şeydi evet ama uykuyu devam ettirebiliyor olsam daha iyi olabilirdi. Eskisi gibi sık sık uyanmalarım tekrar ediyordu. Bazen 15 bazen 30 dakika uyuyabiliyordum sadece. Bazen saatte bir bazen de iki saatte bir ama muhakkak uyanıyordum. Uykuyu da çok sevince elimden alınıyormuş gibi hissediyordum. Bir saat bile uyumamışımdır. Sinirle diğer tarafıma döndüm. Olacak gibi değildi. İçimi anlamsız bir sinir kaplamıştı. Uyuyamadığın için bu kadar sinirlenemezsin Nare! Sinirlenirim ya sinirlenirim. Üzülünce de uykuya sığınamayacaksam neden uyuyorum ki.

Gözlerimi açtım. Odada kimse yoktu. Koltukta bağdaş kurdum. Telefonumu elime aldım. Eda'yla doğru dürüst konuşmamıştık. Yusuf'la da konuşmam gereken şeyler vardı ama ben kimseyle konuşmak istemiyordum. Kimsenin yüzünü görmek istemiyordum. Ben yalnızlığımı özlemiştim. İşimi özlemiştim. Kafamı meşgul edecek şeyleri özlemiştim. Çok boş kalmıştım. Düşünmekten delirir gibi oluyordum. Düşündükçe merak ediyordum, merak ettikçe sorularım artıyordu. Hiç merak etmemem gereken şeyleri merak ediyordum. Canımı yakacak şeyleri. Kendime defalarca kez hatırlatmam gereken bir şey vardı.

Alptekin Çakıroğlu'yla olan evliliğim oyundu.

Alptekin Çakıroğlu'yla olan evliliğim oyundu

Alptekin Çakıroğlu'yla olan evliliğim oyundu

Alptekin Çakıroğlu'yla olan evliliğim oyundu

Alptekin Çakıroğlu'yla olan evliliğim oyu-

Açılan kapı tekrarımı bozdu. İçeri giren evcilik oynadığım kocamdı. Evet tam olarak buydu.

Evcilik oynadığım kocam.

Yerimden kalktım. Aynı odada kalmak istemiyordum.

"Nereye" dedi çıplak ayaklarıma ve üzerimdeki incecik pijamaya bakarken.

"Cehennemin dibine" dedim gözlerine bakarken.

"Üşümezsin o zaman" dedi giyinme odasına yürürken. Bende kapıya yürüyordum.

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de" adımları durdu, bana baktı. O bana bakmaya devam ederken ben kapıdan çıktım.

🕊

Mutfağa inmiştim. Canım hiçbir şey istemiyordu. Hiçbir şey. Mutfak masasına oturdum. Kararan havanın loşluğuna bakıyordum. Gece mi gündüz mü belli değildi. Akşamın beşi, sabahın beşiyle ne kadar da benziyordu oysa ki çok farklılardı. Akşamın beşi karanlığın, sabahın beşi aydınlığın habercisiydi. Birinin ardından sessizlik, karanlık, ıssızlık geliyordu. Birinin ardından cıvıl cıvıl öten kuşlar, güneşten gözünü açamayanlar, kalabalık geliyordu.

Bana sorarsanız ben en çok geceyi severim. Gece, benim saklandığım yerdi. Gece dışarı çıkmayı, yemek yemeyi, araba sürmeyi, sallanmayı daha çok seviyordum. Karanlık beni içinde kaybediyordu. Özgürdüm sanki orada.

"Nare abla" dedi Işık. Yanıma otururken. Gözlerimi ona çevirdim.

"Efendim" dedim gülümserken.

"Nasılsın" dedi endişeli bakan gözleriyle.

"İyiyim bebeğim sen nasılsın" dedim her şey yolunda gibi.

"Bu aralar hep tatsız şeyler yaşıyorsun" dedi düşünür gibi "Leyla Ablam sana zor zamanlar yaşatıyor galiba" dedi. Bana zor zamanlar yaşatan Leyla değil abin Işık.

"Leyla" dedim düşünür gibi "Bir suçu yok bence. Abini çok seven bir kadındı o" dedim gülümserken.

"Ama evlendiniz siz, abim seni seviyor" dedi inandırmak istiyordu beni. Bence kendini de. Gülümsedim sadece. Gözlerim dışarı kaydı tekrar. "Hiçbir şey yemedin bir şey hazırlayayım-"

"Işık bize biraz müsaade eder misin?" dedi Çakıroğlu.

"Abi, Nare Ablam aç bir şeyler yedir" dedi Işık, mutfaktan çıkarken. Başıyla onayladı onu. Bende yerimden kalktım. Bileğimden tuttu.

"Dokunma bana" dedim refleksti ama bağırmıştım. Neden bağırmıştım. Sinirliydim.

"Dokunmayacağım tamam otur konuşalım" dedi ellerini çekerken.

"Ben seninle konuşmak istemiyorum" dedim gözlerine bakarken.

"İstemek zorundasın" dedi.

"He şimdi biz evliyiz mavalını da okursun" dedim gülerken. Gözlerini kapattı. Sabır dileniyordu yine.

"Önce bir şeyler ye" dedi.

"Yemek isteseydim yerdim" dedim. Kapıya yürürken. Cevap vermedi bende çıktım mutfaktan.

Yatak odasına girdim. Balkona çıktım. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama sakinleşmek bir kenara daha çok sinirleniyordum. Niye ya niye bu kadar sinirleniyorum? Noluyor bana! Kafayı yiyeceğim. Odaya tekrar girdim. Volta atıyordum resmen. Bir oraya bir buraya yürüyüp duruyordum. Sakin ol. Sakin. Odaya girdi. Kapıya yöneldim sakinleşmeden konuşamazdık. En azından ben bu şekilde konuşamazdım. Kapının önüne geçti. Kilidi çevirdi ve anahtarı aldı.

"Kapıyı aç" dedim sinirlerim daha da gerilirken.

"Konuşacağız" dedi buz gibi sesiyle. Ama kapıyı kilitlemesin.

"Kapıyı aç Çakıroğlu" dedim içimi bir huzursuzluk kaplarken.

"Konuşalım açacağım" dedi. Farkında değildi. Bana ne yaptığından haberi bile yoktu.

"Kapıyı aç" dediğimde nefes alamıyor gibi hissediyordum. Elimi boynuma götürdüm. Yavaş yavaş telkin etmeye çalışıyordum kendimi.

"Önce konuşacağız" dedi. Başım dönüyordu. Alpaslan da böyle demişti. Sadece konuşacaktı benimle. Özür dileyecekti.

Görüntü değişti. Karşımdaki artık Alpaslan'dı. Hayır. Hayır. Duymak istemiyordum konuşmasın. Bıraksın gideyim nolur. Küçücüğüm nasıl dayanacağım yaptıklarına. 16 yaşındayım. Bir köşeden izliyordu 24 yaşım 16 yaşımı. Alpaslan gülüyordu. Şimdi olsa öldürürdüm onu. 16 yaşım nasıl yapsın küçücük. İlk önce odaya kilitledi beni. Bırak diye yalvarsa da bırakmayacaktı ama yalvarmadı zaten. Ölmeye razı gelmişti. O ilk gün ölecek ve kurtulacak sanıyordu. 45 gün göreceği işkenceden haberi yoktu 16 yaşında. Ellerini bağladı, ayaklarını bağladı. Nasıl da dik duruyor canı ölesiye yanarken. Nasıl da korkusuzca bakıyor ölesiye korkarken. Gözünden bir damla yaş aktı 16 yaşımın. Alpaslan saçlarına dokundu. Nefreti büyüdü. Sesini duydu, midesi bulandı. Çok korkuyordu ama geri adım atmıyordu. Biliyordu boynunu eğse Alpaslan daha neler yapardı. Korkusuz korkak. Bu başlangıçtı. Asıl işkence Alpaslan, 16 yaşındaki kız çocuğuna beyaz elbise giydirip, demir bir kafese koyduğunda başlayacaktı. Dokunabilseydim, sımsıkı sarılırdım 16 yaşıma. Korkma derdim canın çok yanacak, ölmek için yalvaracaksın ama dayanacaksın. Dayan güzel kızım.

Seni kurtaracaklar.

Seni kurtardıklarını sanacaklar.

Biri dokundu bana. Çığlık attım.

"Dokunma bana" dedim ezberlemiş gibi. Gözlerimin önünde hala o görüntü vardı. Kafesteki o beyaz elbiseli 16 yaşındaki kız çocuğu. Korkuyordu hatta korkudan titriyordu. Açlıktan ölüyordu ama onun verdiği her şeyi reddediyordu.

"Bana bak" dedi bir ses.

"Kilidi aç" dedim Alpaslan'a söylüyordum aslında. Kafesin kilidini açsın istiyordum.

"Açtım tamam bak" dedi bir ses tekrar.

Gözlerim kapanıyordu. 16 yaşındaki Nare'yi görmek, ölüm gibiydi. Bedenim sarsıldı. "Bana bak" diye bağırdı bir ses. "Yalvarırım bak artık bana" dedi çaresizce.

Gözlerimi ne zaman kapatmıştım. Açmak istemiyordum. Midem bulandı. Beni tutan elden kurtuldum. Banyoyu buldum çarpık adımlarımla. İçeri girip kapıyı kapattım. Klozetin kapağını açıp içine eğildim. Boş midem daha da boşalmıştı. Nefes nefese kaldırdım kafamı. Arkamdaki duvara yaslandım. Nefes alamıyordum. Aldığım her nefes haksızlıktı sanki. 16 yaşındaki o kız çocuğu ölmek için yalvarırken benim hala nefes alıyor olmam haksızlıktı. Onun son arzusu ölmekti. Yavaşça kalktım yerimden sifonu çekip lavaboya uzandım. Suyu açıp elimi yüzümü yıkadım. Aynaya baksam tekrar görecektim onu. Bakmadım. Bakamazdım ki hala nefes alıyordum ben. Aldığım her nefes bir hançer olup saplanıyordu göğsüme. Kapının önüne oturdum. Sırtımı kapıya yasladım.

Yaşım 6, ölmek ne demek bilmiyordum.

Yaşım 16, ölmek istiyordum.

Yaşım 24, öldüm toprağa gömülmedim diye bilmiyorlardı.

Kaç saat geçmişti? Ne kadardır buradaydım? Banyonun buz gibi fayansından kalktım. Kapıyı açtım. Kapının dibine çökmüş halde sırtı duvara yaslı duran adam, Çakıroğlu'ydu. Gözleri beni buldu. Baştan aşağı süzdü beni. Zarar vermiş miydim kendime? Hatırlamıyordum. Bakışları tek bir yerde durdu. Göğsümde. Ne vardı bilmiyorum ama bakışlarından kendime zarar verdiğim belliydi. Açık banyo kapısından geri girdim. Baktığı yere baktım. Nefes alıyorum diye tırnaklarımla kazıyarak kanattığım göğsüme. Pijamanın düğmesini koparmıştım. Elimle birleştirdim. Giyinme odasına gidip başka bir takım alıp duşa girecektim. Banyodan çıktım tekrar. Giyinme odasına girdim. Lavantalı pijama takımını aldım elime banyoya geri döndüm. İçeri girip kapıyı kilitledim. Ben kilitlediğim de güvende, başkası kilitlediğin de huzursuz hissediyordum. Güvendeydim en azından şimdilik. Üzerimdeki her şeyi sepete atıp suyun altına girdim. Bedenim uyuşmuştu. Suyun soğuk mu sıcak mı olduğunu anlayamıyordum. Başımdan dökülen su beni biraz kendime getirmişti. 24 yaşında olduğuma emindim artık. Alpaslan da burada değildi. Derin bir nefes alacakken yarı da kestim nefesi. En azından bu gün ciğerlerime derin bir nefes  dolduramazdım.

Haksızlıktı.

Nefessiz geçirdiği gecelere.

Acıdan nefes dahi alamadığı gecelere.

Suyun altında öylece duruyordum sadece. Gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum bir daha uyanmamak üzere ama yapacaklarım vardı. Alpaslan Yıldırım önce cehennemi yaşayacaktı. Ölmek için yalvaracaktı. Aldığı nefes ciğerini acıtacaktı. Ondan sonra ölecektim. Ondan sonra uyanmamak üzere uyuyacaktım.

Duşum bittikten sonra üstümü giyindim. Aynanın karşısında duruyordum. Saçlarımdan su damlaları akıyordu. Kapıyı açtım ve çıktım.

Çakıroğlu neden hala kapının önünde oturuyordu? Bana baktı ve ayağa kalktı.

"Saçlarını kurutalım" dedi sadece.

"Kendi kurur" dedim bir adım daha atarken.

"Ben Alptekin Çakıroğlu'yum" dedi güven demek istiyordu "İstemediğin hiçbir şeyi yapmam"

"Kilidi açmanı söylediğimi çok iyi hatırlıyorum" dedim buz gibi sesimle.

"Bilmiyordum, gitmek istiyorsun sandım" dedi. Haklılık payı vardı. "Hadi saçlarını kurutacağım sadece" banyoyu gösterdi eliyle.

"Ayakta duracak gücüm yok" dedim yatağın kenarına otururken. Banyoya girdi kurutma makinasını alıp geldi. Komidinin hemen arkasındaki prize taktı.

"Buraya kadar gelebilir misin?" dedi. Düşmeyeceğimden emin olmaya çalışıyordu. Cevap vermeden kalktım. Yatağın içine girdim. Sırtımı Çakıroğlu'na döndüm. Kurutma makinesi çalıştı. Parmakları o kadar varla yok arası dokunuyordu ki saçlarıma canım yanmasın diye uğraşıyordu. O saçlarıma dokundukça uykum artıyordu. Saçlarıma dokunuşu ilk de değildi. İlk dokunduğunda da uykum gelmişti. Parmakları saç tellerimin arasından geçiyordu. Yavaşça bırakıyordu her tuttuğu tutamı.

"Tarayacağım canın yanarsa söyle" dedi. Saçlarımı tarıyordu. Her saç teline özenle dokunuyordu. Yüz ifadesini göremiyordum ama korkuyordu. Dokunuşları çekingendi. Elleri titriyordu dokunurken. Saçımı taramayı bitirmişti.

"Yatakta yat ben çıkacağım odadan, kapıyı da açık bırakacağım kimseyi de sokmayacağım bu kata" dedi. Yüzümü ona döndüm. "İyiyim de" dedi sadece. Cevap vermedim, başımı yastığa koydum. Çakıroğlu'nun göğsünde uyumak varken başımı yastığa koymuştum. Pişman oluyordum zaten. Odanın ışığını söndürüp kendi tarafındaki komidinin üzerindeki ışığı açtı.

"Açma" dedim.

"Korkarsın odada olmayacağım" dedi.

"Korkmam" dedim. Işığı kapattı. Bir tek ormanın aydınlatması yansıyordu odaya. Benim tarafıma geçti. Üzerimi örttü. Tam gidecekken serçe parmağından tuttum. "Gitme" dedim. Karanlıktı ama o tuttuğum parmağını gayet net görüyordu.

"Tamam buradayım" dedi. Yere oturdu, yatağın kenarına sırtını yasladı. Hala serçe parmağını tutuyordum.

"Yatağa gel" dedim ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu.

"Gelmeyeyim burası iyi" dedi. Korkuyordu. Sesi titredi ilk defa.

"Gel" dedim. Kalktı ikiletmeden parmağını bıraktım. Diğer taraftan dolandı ve yatağın diğer ucuna oturdu. Sırtını yastıklara yasladı. Ona doğru döndüm yüzümü.

"Bana masal anlatır mısın?" diye sordum.

"Bir varmış bir yokmuş" dedi hiç düşünmeden başlamıştı cümlesine sanki bu anı bekliyor gibi.

"Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzaklarda güzel mi güzel, inat mı inat bir kız çocuğu yaşarmış. Yaşadığı her şeye rağmen öyle dik duruyormuş ki ona bakan herkes hayran kalıyormuş. Bakan dönüp bir daha bakıyormuş. Masmavi gözleri hem bir okyanusu hem de gökyüzünü andırıyormuş. Sevmediklerini okyanusunda batırıyor, sevdiklerini gökyüzünde uçuruyormuş. Gözleri en büyük silahıymış. Dudakları yay, kelimeleri bir ok gibiymiş seçtiği hedefi hep on'dan vuruyormuş. Ne zaman oku yaya sürse illa ki biri ağır yaralanırmış. Asıl öldürücü olan gözleriymiş oysa ki ama sözleri de öldürüyormuş. Büyülü saçlarını rüzgar dağıttığında kokusu etraftakileri büyülermiş.

Adı gibiymiş.

Yanmış, direnmiş.

Yıllar sonra kimsenin olmadığı bir sokakta beyaz atlı prensini bulmuş demeyi çok isterdim ama siyah arabalı bir mafya bozuntusuyla tanışmış. Bu mafya bozuntusu, kadını görmek için kendisiyle gelmesi için tehdit etmiş. Oysa ki kadının savunması kabul edilebilir ve mantıklıymış ama mafya bozuntusu kadını bir kere daha görmek için bahane uydurmuş. Kadın, silahsız olmasına rağmen mafya bozuntusunu ağır yaralamış ama bilmiyormuş. Adamın her dediğinin tersine gitmeye yemin etmiş gibiymiş. Adam rahat uyusun diye kimseyi sokmadığı odasına girip uyusun istemiş. Aslında sebep kokusunun odasında bir yerlerde kalmasını istemesiymiş. Kadın tabi ki adamı dinlememiş. Bahçedeki salıncakta uyuya kalmış. Konuşmak istiyormuş adam, kendisine zıt gitsin kavga etsinler istiyormuş. Ama kadın çoktan uyuya kalmış. Adam korumalarını umursamadan saatlerce salıncakta uyuyan kadını izlemiş. Üzerini örtmüş en azından battaniyeye sinseydi kokusu diye. Kadın, tehlikeden korkmuyor gibi görünse de adam onu izlerken kadını bütün dünyadan korumak istemiş. Ama bilmiyordu ki önce kendinden koruması gerekiyormuş. Sabah olsun istememiş adam o gece. Yıllar sonra kalbi çarpmış, yaşadığını hissetmiş. Korkmuş adam, karanlığından çıkmaktan. Üstelik kadın, adamın en sevdiği şey olan arabalardan da çok iyi anlıyormuş ve hızı çok seviyormuş. Adam, kadını eve getirirken hız göstergesi ne kadar yükselirse yükselsin kadın sadece bundan keyif almış. Üstelik adamdan korkmamıştı da. Onun korktuğu bambaşka bir adamdı.

Adamın düşmanı kadına zarar vermek istiyormuş ve vermişte. Kadın vurulmuş. Tam kalbinden hem de. Kurşun sırtından girip göğsünden çıkmış. Adam delirmiş, yıllar sonra ona yaşadığını hissettiren kadın onunla tanışmasından hemen sonra vurulmuştu. Kadını kucağında sokmuş eve, odasına çıkarmış. O gece rahat bir uyku çeksin diye yatırmak istediği yatağa yatırmış. Ameliyatta kalbi durmuş kadının. Adam tekrar yaşayan bir ölüye ve vicdansız mafya bozuntusu olmaya geri dönmüş. Kaç kişinin içine gözünü karartıp dalmış bilmiyormuş bile. Bildiği tek şey o kadına zarar gelirse kimsenin sağ kalmayacağıymış. Kadının kalbi tekrar atmaya başlamış. Adam tekrar nefes alabilmiş. Sonra kadını uyanana kadar başında beklemiş. Gözlerini özlemiş, uyansa da dünyaları dar edecek gibi baksa yine diye düşünmüş. Uyansa da tetiği çekip vursa. Kadının gözleri silahtı, adam da vurulmak istiyordu. Kadının sıkacağı ilk kurşun olmayacaktı ama son da olmasın istiyormuş. Daha kadın iyileşmeden kaçırılmış. Çünkü adam, kadının intikamını almıştı tekrar cevap veriyorlardı. Bomba bağlamışlar kadına. Yine korkmuyordu. Adam onu omzundan vurmuş. Bombanın vericisini etkisiz hale getirmek için. Bir âh bile dememiş kadın. Adam, kadını alıp yine yatak odasına getirmiş. Burada nefes alabilsin istemiş.

Düşmanını atlatmak için kadınla evlenmekten başka çaresi yokmuş. Gerçekten yok muydu? Yoksa kadın ondan uzaklaşmasın diye çaresiz gibi mi davranmıştı. Bu hep bir soru işareti olacaktı kadın için. Kadın istemeye istemeye kabul etmiş. Adamı sevmediği halde kendi sevdiklerini korumak uğruna evlenmiş. Adam evlendikleri gece belki yıllar sonra gerçekten nefes almış. Karısıyla film izlemiş, onun yüzü gülerken onu izlemişti. Filmi izlediğinden emin bile değildi. Çünkü kadın, adamın en sevdiği filmlerden birini açmıştı habersiz. Karısı ilk gece ne olacağından korkuyordu ve adam ondan korksun istemiyordu. Kadın hiç söylememişti ama adam biliyordu. Gözlerinde korku vardı kadının.

Sonra bir gün adamın kardeşi sayesinde karısı ilk defa aynı yatağa girmiş onunla. Kayıtsız kalamamış adam, sarılmış karısına. Kadının kokusunda uyumak istemiş. Kadın onun kollarının arasında güvende hissetsin istemiş. Yıllar sonra o gece uyumuş adam en çok uykusunu. Uyandığında ise kadın yüzünü okşuyormuş. Delirme oğlum demiş kendine. Anlık bir gafletle dokundu. Yüzüne dokunan kadının gözlerine bakmış. Kadının gözleri adamı yine ağır yaralamış. Ama adam kadını korumaya kararlıymış. Hiç kimse için yapmak istemediği şeyleri kadın için yapmak istemiş.

Kadın, görmemesi gereken şeyler görmüş, yaşamaması gereken şeyler yaşamış. Adam hep yanında mıymış? Dünyadan korumak istediği kadını kendinden koruyabilmiş mi? Delirmiş bir gün. Dağıtmış odayı, yerle bir etmiş. Adam uyuyamazmış aslında yıllardır. En fazla bir saat. O da çok yorulursa. O gün kadınla uyuduğu uyku başkaymış tabi. Yatakta kokusu kalmış kadının. Uykuya dalmış aslında hiç dalmaması gerekirken. Rüya görmüş adam görmemesi gerekirken. Kendinde değilmiş aslında çok ağır şeyler söylemiş kadına. Kadın, odada kendisine ait ne varsa hepsini kaldırmış çünkü adam senin yüzünden demiş. Senin yüzünden uyudum. Aslında teşekkür etmeliydi. Kadın kokusunun sindiği nevresimi bir çırpıda çekip atmış. Üstelik sadece nevresimde değil yorganı ve yastığı da atmış. Adam içinden müstehak sana bir daha uyumayacaksın. Bu kadının kokusuyla uyuyamıyorsan uyumayacaksın demiş. Kadın, adamdan uzaklaşmış. Zaten zar zor yakınlaşmışlardı. Kadının güler yüzüne, samimiyetine, sıcak kanlılığına karşılık çok sert duvarları varmış. İçeri kimseyi almadığı bir mahzeni varmış. Yıllar önce küçük bir çocuğu kilitlemiş içeri. Bir adım atsa adam, on adım kaçıyormuş kadın. Adamla arası çok açılmış bir yabancıyken bile daha yakınmış. Adam kelimelerini seçerken bile yanlış bir şey söyleyecek diye ödü kopuyormuş çünkü biliyormuş o kanadı kırık kuş her an uçmaya hazır bekliyormuş. Adam, kanadı olmak istiyormuş. Adam konuşmayı bilmiyormuş, kadınla konuşmak istediği çok şey varmış. Çünkü kadın çok şeymiş onun için. Sorup öğrenmek istediği, yaşayarak öğrenmek istediği çok şey varmış. Kadın, izin verirse adam her zaman yanındaymış.

Adam kadının kendisinden sesini, gözlerini, yüzünü ve kendini sakınmasından nefret ediyormuş. O evin içinde gezip kuralları bozduğunda yaşadığını hissediyormuş. Kadın onunla hep inatlaşsın istiyormuş. Onu ilk gördüğü an aldığı kesik nefesi hala tam şurasında kalbinin derinliklerinde hissediyormuş. Kanadı kırık kuş, seni gökyüzüne göndermeyi, özgür bırakmayı çok isterdim ama sen benim tutsağımsın demiş adam, kadına.

Seni altın bir kafese koydum.

Tutsak.

Bu masalın adıymış.

Adam, kadına tutsak.

Kadın, adama yasak"

Gözlerim doldu ama kapalıydı. İçimi bir sızı kaplamışken, onun odasında nefes alıyorken ve yanında güvende hissederken kendimi uykunun kollarına bıraktım.

🕊

Uyandığımda bir el hissettim saçlarımda. Uyumamış mıydı? Gözlerimi araladım. Gözleri üzerimdeydi. Buluşturdum gözlerimizi.

"Günaydın" dedi gülümserken.

"Günaydın" dedim yüz ifadem nasıldı bilmiyorum ama saçlarımda gezen parmakları tekrar uykumu getiriyordu.

"Kahvaltıya inelim mi?" dedi. Rahatlamış bir yüz ifadesi vardı.

"İnelim" dedim yerimden kalkarken. Parmakları yavaşça ayrıldı saçlarımdan. Kuaföre gidip düzelttirecektim bu gün. Banyoya girdim elimi yüzümü yıkadım. Giyinme odasında üzerimi değiştirdim. Bol bir siyah pantolon üzerine siyah beyaz enine çizgili ve askılı bir crop giymiştim. Ev sıcaktı. Ayağıma da beyaz spor ayakkabı giymiştim. Tam ben çıkarken Çakıroğlu girdi odaya. Üzerime baktı ben çıktım o kaldı. Yatağı topladım o gelene kadar. Sanki beraber inmemiz gerekiyor gibi gelmişti. Giyinme odasından çıktı üzerinde beyaz bir tişört altında siyah pantolon.

"Kendini benimle kombinlemeye mi çalıştın" dedim kahkaha atarken. Dünden beri ilk defa gülüyordum.

"Karı-koca kombini nasıl?" dedi o da gülerken.

"Müthiş kocacım artık inebilir miyiz?" dedim sırtımı ona dönerken makyaj masasına yaklaşmıştım. Omzumdaki kurşun yarasını kapatmam gerekiyordu. Ben sandalyeye oturdum. Arkamda dikiliyordu. "Napıyorsun be arkamda?" dedim aynadan ona bakarken.

"Kapatıcıyı uzatır mısın?" dedi. Uzattım. Parmağına minicik damlattıktan sonra cropun askısını kaldırdı diğer eliyle. Elindeki kapatıcıyı omzuma sürdü. Yavaş dairesel hareketlerle yedirmeye çalışıyordu. Bunu bir kaç dakika yaptıktan sonra başarmıştı. Kapatıcıyı önüme bırakmak için eğildiğinde yara izimden öptü geri çekilirken. Onun dudakları omzuma değdiğinde benimde gözlerim eş zamanlı kapanmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Gülümsedim.

"Hadi gidelim" dedim neşeli bir tonda. Gülümsedi. Cevap vermedi ama arkamdan geliyordu.

🕊

Mutfağa inmiştik ama beklemediğim bir kalabalık söz konusuydu. Eda, Yusuf, Mustafa ve Hakan sofradaydı. Işık da inecekti beş dakikaya. Ama bu kalabalığı ben beklemiyordum. Gülümsedim onlara bakarken. Eda ayağa kalktı, yanıma geldi sımsıkı sarıldı bana. Bende ona sımsıkı sarıldım. Özlemiştim bunu. Yusuf, Eda'nın bu hareketine karşılık kalkıp Eda'yla arama girdi.

"Çekil şurdan be" dedi Eda'yı yalandan iterken. Eda şok olmuş gibi gülerken bir yandanda benden ayrıldı.

"Aman al yemedik" dedi Edoş. Bu beni güldürmüştü. Yusuf da bana eşlik ediyordu.

"Ben hepinize yeterim hayatım" dedim Yusuf'a sarılırken. Kulağıma sessizce konuştu Yusuf.

"İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim" dedim sessizce ona eşlik ederken.

"İnanıyorum o zaman" dedi gülümserken

"İnan" derken ayrıldım ondan.

"Ya sen benim gibi dostu nerden bulacaksın! Yat kalk varlığıma dua et kızım" dedi Yusuf hepimizi şoka uğratırken.

"Varlığınıza bin şükür be" dedim gülerken. Gözlerim Çakıroğlu'na kaydı. Gülümsedim. Biliyordum bu organizasyonun arkasında o vardı.

"Tamam benim de varlığıma bin şükür" dedi Hakan imalı imalı.

"Aa alındı bu" dedi Yusuf.

"Ağlayarak günlüğüne yazabilirsin hayatım" dedim Hakan'a bakarken bir yandan da gülüyordum.

"Mustafa kalk bana kağıt kalem getir" dedi Hakan gülerken.

"Gözyaşların mutlaka kağıtlara düşsün bak, nostalji falan yani" dedim gülüşmeler büyürken. Masaya oturmamıştım ayaktaydım uzanıp sofrada duran kaşardan bir dilim attım ağzıma.

"Oo biz bu kızı bekleyelim sofraya oturup başlamak için o gelsin üstten üstten yesin" dedi Hakan.

"Gözyaşlarını sil hayatım, sofraya damlıyor" dedim kendi gözümün kenarında yaşı siler gibi yaparken. Mustafa peçete uzattı Hakan'a. Herkesin daha çok gülmesine sebep oldu.

"Öğretmenim Hakan ağlıyor tuvalete gidebilir miyiz?" dedi Yusuf. Ortalık kahkahalara boğulurken. Herkes gülüyordu ve eğleniyordu.

"Çıkın dışarı" dedi Mustafa ciddileşirken "Teneffüs de napıyorsunuz acaba?" dedi kendini tutamayarak cümlenin sonunda kahkaha attı.

"Öğretmenim bu benim saçımı çekiyor arkadan" diye sızlandı Eda. Hakan'ı şikayet ediyordu.

"Aa Hakan bu ne edepsizlik, velin nerde senin?" dedi Mustafa tam o anda kader hanım mutfağa girdi. Herkes aynı anda kahkaha attı. Kader hanım ne olduğunu anlamasa da o da güldü bizimle. Gülmekten gözlerinden yaş gelmişti. Tek bir kişinin yüzünde o endişe vardı. Dün gece beni krizin ortasından alıp, anlattığı masalla uyutan adam. Masalın sonunu anlatmadı. Mutlu ya da mutsuz bitirmedi. Bize bir son yazmadı. Bana mı bırakmıştı sonu? Bence bırakmamalıydı. Umarım bu sonu Alptekin Çakıroğlu yazardı.

"Otur da artık ölelim mi açlıktan?" dedi Yusuf beni çekiştirirken.

"Ay tamam bırak oturdum" dedim yerime otururken. Çakıroğlu masanın başındaydı. Sırtı yine bahçeye dönüktü. Solunda ben sağında Mustafa vardı. Onun yanında Eda. Diğer baş köşe de Yusuf vardı. Işık da benim yanıma oturacaktı. Hakan'da Işık'ın yanında oturuyordu.

"Evet Alptekin anlaştığımıza göre şu imzayı atalım " dedi Yusuf ciddiyetini takınırken. Kimse ne dediğini anlamamıştı ama Çakıroğlu anlamıştı.

"Fiyatı düş" dedi mutfağa girdiğimizden beri ilk defa konuşurken.

"Yuh ya milyardersin konuştuğu şeye bak. Nare ayrıl kız bundan cimri bu" dedi bana bakarken.

"Ay biraz cimri biliyor musun? Bende çok şaşırdım öğrenince" dedim Yusuf'a doğru eğilip sır veriyor gibi yapıp yüksek sesle konuşuyordum. Herkes gülüştü yine.

"Olur mu karıcım benim malım senin malın, senin malın yine senin malın" dedi kaşları havalanırken.

"En sevdiğim kardeşim" dedi Yusuf gülerken.

"Yalan yalan vermiyor hiçbir şey şov hepsi" dedim.

"Ee Alptekin öyle demiyor? Sen ondan cimrisin he" dedi Hakan.

"Ne cimriliğimi gördün be" dedim yalandan ciddileşirken.

"Hiç sordun mu bir eksiğiniz var mı kardeşlerim sıkıntınız çözelim? Yok anca kendine Mustang aldır kocana" dedi Hakan.

"Ben aldırmadım bir kere hayatım kocamın hediyesi o" dedim gülerken.

"Sen sinsi, sen şeytan" dedi gülerken.

"Hoşt" dedim bizim kahkahalar hız kesmeden devam ediyordu.

Bir yandan çaylar doluyor, bir yandan tabaklar boşalıyordu. Herkes bir yandan sohbet ediyor bir yandan da yemek yiyordu. Çakıroğlu'nu ilk çocuklara söylemek istediğimde böyle bir kahvaltı sofrası hazırlamıştım. Sonuçta uzun süren bir kahvaltı sofrasının çözemeyeceği şey yoktur. Işık da yanımıza inmişti. Abisi ne kadar sakindi sevgilisi olduğunu bildiği halde. Ben öğrense delirir zannetmiştim. Doğru ya ben Çakıroğlu'nu ne kadar tanıyordum ki zaten.

"Kuaföre gidelim mi bu gün? Kızlar günü ilan edelim" dedim Eda'yla Işık'a.

"Ay o kadar iyi olur ki" dedi Işık gülerken.

"Acil çağrı gelmediği sürece sizinleyim bebekler" dedi Edoş. Kahvaltıdan sonra rotamız oluşturulmuştu. Hiç sormamıştı Edoş saçlarımın halini. Oysa ki biliyordu ne kadar değer verirdim saçlarıma. Buruk bir gülümsemeyle bakmıştı ilk gördüğünde. Belli etmek istemese de belliydi.

"Biz de berbere mi gitse-" Hakan'ın ağzına Yusuf ekmek basmıştı. Dün çok üzüldüğüm içindi herhalde bu gün çok gülüyordum. Başıma bir şey gelmez umarım. Ama çok salaklardı gülmemek elde değil.

"Hayali bile korkunçtu" dedi Yusuf başını iki yana sallarken.

"Ben deneyimliyim ben keseyim mi?" dedim gülerken.

"Allah korusun, bir tarafım üç numara bir tarafım perma falan olur" dedi Yusuf. Bir kaç saniye düşündü. "Ögh midem bulandı" dedi gülerken.

"Hoşt lan köpek" dedim bir yandan da elimdeki çay kaşığını ona fırlatmıştım.

"Hav hav" dedi Yusuf pisliğine.

"Kemiğin nerdeydi ki senin" dedi Hakan gülerken.

"Sende hem kemik hem et var Hakan seni yememi istemiyorsan sus" dedi Yusuf. İkisi de kahkaha attı. Bunların çaylarına ilaç falan mı attılar acaba. İnanılmaz çünkü bu nasıl bir kafa anlamış değilim ama eğleniyorduk.

🕊

Sofradan kalktıktan sonra ben kızlara üzerime mont alıp döneceğimi söyledim ve yatak odasına geldim. Çantamı ve montumu almak için giyinme odasına girdim. Aradıklarımı bulduktan sonra çıktım yatak odasına girdim. Boy aynasında baktım kendime. Saçlarım düzelirse daha güzel olacaktım. Işık favori mekanını arayıp mrs ve jr Çakıroğlu geliyor diyip kuaförü kapatmış. Kimseyle uğraşmak istemiyordum zaten iyi oldu. Allahtan kocamı milyarder falan seçmişim de. Artık hazırdım. Aşağı indim. Kızlar beni bekliyordu evet ama onlarla beraber neden üç araba vardı? Biz benim arabayla gidip gelecektik? En önde benim canavar ve içinde Çakıroğlu. İkinci Mustafa'nın arabasıydı ve içindeydi o da. Üçüncü Cem'di ve büyük ihtimalle Işık'ı bekliyordu. Camı indir dedim Çakıroğlu'na. İndirdi.

"Noluyoruz" dedim.

"Kuaföre götürüyoruz sizi" dedi ne var bunda diyordu yani.

"Kız kıza gideceğiz" dedim.

"Beni de götürsene saçlarımı kıvırırlar azıcık" dedi Hakan.

"Sen yine nerden çıktın abi" dedim sinirlenmiştim zaten.

"Oo barut bu" dedi uzaklaşırken benden.

"Bende ateşim, bin arabaya" dedi Çakıroğlu. Benden önce Eda ve Işık arabalara oturmuştu bile. Sizin uhud savaşında tepeyi terk eden okçulardan ne farkınız var be. Bende bindim mecbur.

Yol boyunca sessizdik. Konuşmadı. Bende konuşmadım.

"İyi misin biraz daha" diye sordu sessizliği ilk bölen olarak.

"İyiyim" dedim sadece sıradan bir şey söyler gibi.

Hiçbir şey söylemedi zaten kuaförün önüne de gelmiştik. Tam arabadan inecekken konuştu.

"Saçların daha fazla kısalmasın" dedi. Gözlerimi kapattım bu cümleyle. Ben hiç kısalsın istemezdim. Cevap vermeden kapattım kapıyı.

İçeri girdiğimizde bir kadın karşıladı bizi Işık'a hoş geldiniz falan gibi klasik cümleler kuruyordu.

"Nare Çakıroğlu, abimin eşi" dedi Işık beni tanıtırken.

"Memnun oldum efendim" dedi kadın. Gülümsedim bende.

"Ne olacaktı, cilt bakımı, manikür, boya ne arzu ederdiniz?" diye sordu kadın.

"Kesim" dedim ben.

"Manikür pedikür" dedi ışık.

"Benim de kesim" dedi Edoş. Işıkla aynı anda Eda'ya döndük.

"Ne kesimi?" diye sordum.

"Seninki gibi bir saç istiyordum" dedi.

"Yalancıyı şeyyapmıyolar diye bol keseden konuşuyorsun" dedim kısık sesle.

"Alakası bile yok. Böyle bir model istiyordum" dedi. Cevap vermedim ama belliydi neden böyle yaptığı.

Kesime oturmuştum. Arkamdaki kadına baktım ve "Boyuyla oynanmayacak sadece yamukluklar düzeltilecek" dedim. Gülümsedi.

"Tabi efendim" dedi ikiletmeden. Devam etti "Yukarıdan aşağı kesmişsiniz kat kat yapsak olur mu?" diye sordu.

"Olur" dedim sadece. Benimle eda da aynı saçı kestiriyordu. Işık ise manikür ve pedikür yaptırırken çok mutluydu.

🕊

Bitmişti. Ayndaki görüntü hoşuma gitmişti. Yakışmıştı bence bu saç. İlk defa bu kadar kısalıyordu ama aynadaki görüntüyü beğenmiştim. Eda'ya baktım. O sık sık kestirirdi saçlarını o yüzden yadırgamadım zaten her kesim de yüzüne yakışıyordu. Işık kendi halindeydi. Video çekiyordu kendi kendine seslendik gelip baksın diye. Bize yürürken bağıra bağıra konuşuyordu.

"Ay ne kadar güzel olmuşsunuz bayıldım ben" dedi. "Çok yakışmış ya ikinize de. Abim sana, Mustafa abimde sana tekrar aşık olacak" dedi kıkırdıyordu resmen ya. Bende beğenmiştim hemfikirdik bu konuda.

"Hadi alışverişe gidelim burdan" dedim.

"Ben onu zaten düşündüm ve bir kaç yer ayarladım lets go girl" dedi ama sesinde mutluluk vardı. Yanıma geldi kulağıma eğildi "Yenge kartımı evde unutmuşum" dedi. Güldüm bu söylediğiyle benim kartımı verdim. Kasaya seke seke gidiyordu gerçekten. Kuaförden çıktık. Kapının önündeki arabalar olduğu yerdeydi. Herkes kendi aracına bindi. Çakıroğlu dikkatle yüzüme bakıyordu. Saçlarımı kat kat kestirdikten sonra perçemlerimde vardı artık.

"Aslan'ın eşi de aslandır" dedi önüne dönerken.

"Ben Fenerbahçe'liyim yalnız" dedim gülerken. Güldü sadece. Ama beğendiğini anladık yani.

"Nereye gidiyoruz?" dedi.

"Senin işin gücün yok mu? Ayrıca geçen işlerime engel oluyorsun diyip duruyordun daha bir kere şirkete gittiğine şahit oldum hep fabrikadasın" dedim.

"İşim var işte orada" dedi.

"Ne kadar az bilirsen o kadar yaşarsın hesabı yine yani" dedim bakışlarımı camdan dışarı çevirirken.

"Nereye-"

"Kardeşini ara o biliyor" dedim. Işık'ı aradı nereye gideceğimizi sordu falan ve kapattılar. Çakıroğlu ileride benzinliğe gireceğini söyledi onlarda girecekti. Benzinliğe girdik, Çakıroğlu indi içeri gitti üç arabanın da benzinini ödedi ve geldi. Koltuğa oturdu ve bana döndü. Elinde çikolata vardı, uzattı.

"Teşekkür ederim" dedim yüzümde bir gülümseme belirirken. Gülümsedi o da. Çıktık benzinlikten.

Mağazanın önündeydik. Geçen gittiğimizle tek farkı markasıydı. İçeri girdik. Hoş geldiniz fasılları. Gözüm etraftaydı. Güzel şeyler vardı. Daha zarif ve şık şeyler yani. Diğer mağaza beni boğmuştu taş, çiçek gına gelmişti yani.

Üçümüzde başka tarafa yöneldik. Benim yanıma bir kadın geldi.

"Nasıl yardımcı olabilirim aradığınız bir şey var mı?" diye sordu.

"Zarif, sade ve şık elbiseler arıyorum" dedim.

"Tam size göre bir modelimiz var" dedi ve getirmek için ayrıldı yanımdan bende bekleme alanına yönelip oturdum. Çaprazımdaki merdivenlerden bir kaç adam indi. Işık bahsetmişti ikinci kat erkeklerin diye. Ben önümdeki dergilere bakarken biri bana seslendi.

"Nare" dedi. Başımı kaldırıp kim diye baktım.

"Baran" dedim ayağa kalkarken. Elini uzattı. Bende uzattığı eli sıktım.

"Nasılsın seni burada görmeyi beklemiyordum" dedi.

"İyiyim sen nasılsın bende seni görmeyi hiç beklemiyordum" dedim.

"Saçların çok yakışmış" dedi gülümseyerek.

"Aa teşekkür ederim" dedim aynı gülümsemeyle.

"Alptekin'le uğrayacaktınız galeriye" dedi.

"Aklımdada fırsat olmadı iş güç" dedim.

"Duyduk ya Alptekin'lerin silah ürettiği fabrikada bir sorun varmış" dedi sesini kısarak. Ne? Silah mı ürettikleri?

"Karıcım" dedi bir ses. Ona döndüm. Geldi elini belime koydu ve yanağımdan öptü.

"Hoş geldin" dedim gülümsemeye zorluyordum kendimi.

"Hoş buldum, siz?" dedi Baran'a kim olduğunu gayet de biliyordu.

"Baran Kartal, hayatım geçen bahsetmiştim ya galerisi olan"

"Memnun oldum" dedi elini uzatırken Baran.

"Ben de" dedi Çakıroğlu uzattığı eli tutarken.

"Arabalara ilginiz hoşuma gitmişti galeriye devam etmiştim" dedi.

"Yolumuz düşerse uğrarız" dedi biraz sertti ve uyarıcıydı.

"Görüşürüz o zaman kolay gelsin" dedi ve çıktı Baran. Kafamda dönen cümleden kurtulamadım. Silah ürettikleri fabrika.

"Ne anlattı?" diye sordu.

"Fabrikada sorun yaşadığını" dedim. "Silah ürettiğin fabrika da"

Continue Reading

You'll Also Like

67.2K 7.2K 39
@yetişkin içerik Ya aşık olduğunuz adam size daha önce bir kez daha aşık olmuşsa tepkiniz ne olurdu? Bu korkunç olsalıklar zincirinin bedeli...
35.8K 3.3K 67
GÖLGE SERİSİ 1. KİTABI AKADEMİ/AŞK/CASUSLUK KURGUSUDUR. Umbra Akademisi, yetenekli ve kimsesiz gençlerin eğitildiği dünyanın en büyük casus örgütleri...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

73.3K 2.6K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
695K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...