TUTSAK

By eelsanna

74.3K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

20-Karşılaşma

1.6K 54 118
By eelsanna

Helloo! Biz yine muhteşem bir bölümle sizlerleyiz!💜

Umarım okurken keyif alırsınız, iyi okumalar çiçeklerim🥳

🕊

"Gözlerimde gördüğün yardım çığlıklarına kulaklarını tıka bundan sonra" dedi. Arkamı döndüm. "Ne dediğimi bilmiyordum. Affet demiyorum affetme ama duyduklarına da inanma minik kuş" diye devam etti. Yüzümü ona döndüm. Gözlerinin içine baktım ve konuştum.

"Beni önce kendinden koru"  bir yandan da etrafı gösterdim iki elimle. "Alpaslan mı öldürecek beni öldürsün! Yavuz mu öldürecek öldürsün! Ama senin elinden ölmek istemiyorum Çakıroğlu! Senin hiçbir şeyini istemiyorum. Haklısın bu evlilik oyunu sana da bana da fazla geldi. Bitti." Sehpanın üzerinde duran telefonumu aldım.

Yusuf'u aradım.

"Efendim baş belası" dedi. Telefonu elimden aldı. Gözlerimin içine baktı. Sesi kapattı.

"Tamam 24 saat düşün. Hala boşanmak istersen ikiletmeyeceğim" dedi. Telefonu geri verdi.

"Yemeği soracaktım ya haber verdin mi herkese?" diye sordum Yusuf'a.

"Alptekin'in haberi var" dedi.

"Kaç gibi buluşuyoruz?" diye sordum.

"Mustafa'yla Alptekin'in önemli bir toplantısı varmış biraz önce Can aradı. Öğleden sonra dört beş gibi dedik" dedi.

"Okey hayatım görüşürüz o zaman" dedim.

"Görüşürüz" dedi. Kapattım.

Odaya baktım. Söyledikleri canlandı kulaklarımda. "Senin yüzünden" demişti. Tuzla buz olan balkon camı, boy aynası ve kasenin camları her yerdeydi. Eli de hala kanıyordu. Bir de üzerine duvara vurmuştu elini. Kendini gösterip bu da senin eserin demişti. Yaralanması benim suçum muydu? Ne düşüneceğime karar veremiyordum. Arkamı döndüm ona.

Yattığım koltuğa ilerledim. Battaniyenin üzerine sıçramış camları yere döktüm, katladım ve koltuğun kolçağına koydum. Yastığı aldım ve yatağa fırlattım. Zaten odayı bok götürüyordu benim fırlattığım bir yastık abes durmuyordu. Çıldırmak üzereydim bende. Sakinliğimin altında aslında ne yapacağına karar verememiş bir Nare vardı. Ya delirecektim ya da sakin sakin başıma gelecekleri bekleyecektim. Saçımı başımı yolup bağıra çağıra bir sinir krizi de ben geçirsem keşke. Ben ağlamayalı ne kadar olmuştu? 6 yıl? 7 yıl? Emin değilim. Gözlerim bile nadiren dolmuştu. Ağlamak istediğim anlar olmuştu elbette ama bu onlardan biri değildi. Telefonum çaldı.

"Efendim" dedim.

"İyi misin merak ettim" dedi Eda.

"İyiyim sonra konuşalım müsait değilim şu an" dedim.

"Tamam görüşürüz" dedi kapattım.

Çakıroğlu'nun yanında onunla konuşamazdım şu an. Telefon bir daha çaldı. Allahım sabır ver nolur. Işık'tı arayan. Sesleri duymuştu ve Can yukarı çıkmasına izin vermemişti kesin.

"Efendim bebeğim" dedim.

"Nare abla noluyor? Ev başımıza yıkıldı iyi misiniz?" dedi.

"İyiyiz hayatım abinin ihaleyle ilgili bir şeyi ters gitmiş sinirlendi de boy aynasına çarptı o da balkon camına düştü derken gürültü kıyamet işte" dedim.

"Niye yukarı çıkamıyorum o zaman?" dedi.

"Hayatım her yer cam biz bile olduğumuz yerden çok hareket edemiyoruz sana bir şey olmasın diye çıkmasın dedik. Bir saate ineriz biz aşağıya" dedim.

"Oh iyisiniz ya tamam önemli değil" dedi. Kapattık. Yalan da değildi. Her yer camdı. Benim yüzümden demişti değil mi? Kokum sindiği için.

Camlara basmadan yatağa yaklaştım. Gözleri üzerimdeydi. Yorganı aşağı attım. Tuttuğum gibi sertçe çektim çarşafı. Yastıkları da attım yere. Hiçbir şey kalmamıştı yatakta. Eğildim ve hepsini kucakladım. Banyoya girdim. Kirli sepetini açıp içine bastım hepsini. Yatak odasına döndüm. Telefonu çıkarıp Can'ı aradım.

"Efendim" dedi.

"Can, Kader hanıma söyle odaya dört yastık, yorgan ve nevresim takımı getirsin" dedim.

"Tamam" dedi. Kapattım.

Kendime ait hiçbir şeyi görünürde bırakmamaya karar vermiştim. Makyaj masasının üzerinde duran kremlerin, makyaj malzemelerinin hepsini çekmeceye koydum. Tarağım, tokam ve bir iki parfüm vardı. Hepsini dolabın içine koydum.

Banyoya girdim tekrar. Diş fırçası, şampuanlar, kremler, kapatıcılar hepsini ilk çekmecede duran havluları çıkarıp oraya dizmiştim. Havluları diğerlerinin yanına dizmiştim. Bornozumu ve baş havlumu katlayıp ilk çekmeceye koydum içi derin olduğu için mutluydum.

Bu odada artık bir hayalet gibi yaşamaya karar vermiştim. Kıyafetlere yapacak bir şeyim yoktu şu anlık. Odaya döndüm. Etrafa baktım bana ait en ufak bir iz var mı diye. Yoktu. İlk girdiğimde nasılsa öyleydi. Dağınıklığı hariç. Kapı çaldı. Açtı.

"Abi, yengemin istedikleri" dedi. Kollarının üzerinde nevresimi takılmış yastıklar ve yorgan vardı. Aldı elinden yatağa bıraktı.

"Can, el süpürgesi ve vileda lazım" dedim.

"Tamam" dedi ve kapıdan ayrıldı.

Yatağın üzerindeki yastıkları kenara koyup içinden çarşafı aldım. Siyah saten çarşafı yatağın üzerine açtım. Olduğum tarafın kenarlarını içine sokup diğer tarafa geçtim. Orayı da hallettikten sonra yastıkları aldım. Çift çift koydum onları da. Peşine de yorganı serdim. Artık ben kokmuyordu. Artık odada bana ait görebileceği bir şeyde yoktu. Kapı tekrar çaldı. Açtı.

"Abi bunlar" dedi. Süpürgeyle viledayı uzatırken. Aldı ve içeri koydu ikisini de. Kapıyı kapattı.

Elindeki süpürgeyle cam parçalarını bir kenara süpürmeye başladı. Neredeyse odanın her yerine dağılmıştı. O onu toplarken bende yerdeki kıyafetleri kaldırdım. Bazısı benim bazısı onundu. Hepsini kirli sepetine attım. Uğraşamazdım. Havaya fırlattığı fotoğraflara baktım. Baranla olan fotoğraflarıma. Onun magazine çıkan fotoğrafının yanında çok masumdu. Gülümsedim. Zarfın içine koydum fotoğrafları. Komidinin üzerine bıraktım. O da çoktan camları toplamış, yeri silmişti. Odası beni hiç tanımadan önce nasılsa öyleydi. Bitmişti. Etrafa baktım bir şey kaldı mı diye kalmamıştı sanırım. Hiç olmamışım gibi.

🕊

Mutfakta Işık'la olanları konuşuyorduk. Çok korkmuştu. Anlattım. Dedim ki abin ihaleyi kaybettiği için sinirlenmiş. Elini aynaya vurmuş, ayna yerinden oynayıp balkon camına düşmüş sonrası kıyamet. İnanır mıydı? İnanmış mıydı? Bilmiyordum ama abin sinir krizi geçiriyordu da diyemezdim. Işık'ın telefonu çaldı. Müsade isteyip ayrıldı yanımdan. Can geldi mutfağa.

"İyi misin yenge?" diye sordu.

"İyiyim" dedim.

"Çok nadir olur bu" dedi. Birinin bir açıklama yapmasını beklediğimi zannediyordu sanırım.

"Ne zaman olur?" diye sordum.

"Şey" dedi söyleyip söylememek arasındayken.

"Ney Can?" dedim.

"Leyla'yı gördüğünde" dedi. Gülümsedim.

"Anladım" dedim.

"Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu şüpheyle bakarken.

"Yapmadı" dedim.

"Sevindim" dedi. Gülümsedim. Işık'la Çakıroğlu birlikte döndü mutfağa. Benim mutfak mesaisi bitmiştir. Kalktım yerimden.

"Nereye Nare abla?" diye sordu Işık.

"Sallanacağım biraz" dedim.

"Kahvaltı edecektik birlikte" dedi.

"Afiyet olsun size benim pek iştahım yok" dedim.

"Peki" dedi. Bahçe kapısından çıktım. Büyük salıncağa doğru yürüdüm.

Ayaklarımı da yukarı toplayıp başımı yastığa koydum. Yaşadığım her şey büyük bir kabus olsun isterdim. Gözlerimi açtığımda hiç yaşanmamış olmasını dilerdim. Yavuz'u, Alpaslan'ı, Çakıroğlu'su hepsi hayatımdan çıkmış olsun isterdim.

Ne hissetmem gerekiyordu? Öfke? Nefret? Sinir? Kırgın? Hayal kırıklığı? Hangisiydi tam olarak? Hepsi miydi? Duygularıma isim vermek çok zordu. Duygularımı bir gece, hapsedildiğim odada bırakmıştım. Hiçbir şey hissetmiyordum. Tek hissettiğim şiddetli öfkeydi. Bana kalan tek duyguydu. Benim tanıdığım tek duygu. Öfke. O gece, o odada gömdüm ben duygularımı. Yoktu devamı. Bitmişti.

Sevgi? Heyecan? Mutluluk? Aşk? Hiç tanıdık olduğum kelimeler değil bunlar. Benim bildiklerim başka. Ben acıyı, nefreti, hayal kırıklığını ve öfkeyi tanırım. Bana o geceden kalan son duygulardı. Acıyı da nefreti de hayal kırıklığını da gömdüm. Öfkemi gömemiyordum. Öfkem hep çok diriydi. Derin bir nefes aldım. Her şeyden vazgeçmek istediğim andı bu an.

Yurt dışına gitme fikri hep canlıydı aklımın bir köşesinde. Alpaslan'ın bana ulaşması daha kolay olurdu belki ama giderdim bu yerden. Senin elinden ölmek istemiyorum demiştim. Zaten kaç kere onun yüzünden ölümden dönmüşken. Bir de beni öldürsün istemiyordum ama ölmek istemediğimden değil. Kendini suçlar diye. Omuzlarına bir yük de ben bırakmayayım diye. Zaten küs olduğu uykusuyla arası daha da açılmasın diye. Yıllarca sevdiği kadının katili olarak yaşamış adama bir de yıllarca karısının katili damgası vurulmasın diye.

Mümkün olduğunca yatak odasına az girecektim. Kokumun sineceği en ufak bir harekette bulunmayacaktım. Zoruma gitmişti. Rüyasında Leyla'yı görmesi benim suçum değildi. O uykuya benim kokum yüzünden daldı diye Leyla'yı gördüğü içinde beni suçluyordu. Ne görmüştü? Leyla rüyasında ne söyledi de bana silah doğrultacak kadar delirdi? Düşünmek istemiyorum. Düşünmek istemiyorum.

Cihan beyin aramasını açmak için yerimde doğrulmuştum. "Efendim Cihan bey" dedim.

"Nasılsın Nare" diye sordu.

"İyiyim siz nasılsınız?" dedim.

"İyiyim bende evlendin bizi unuttun" dedi güldü ve devam etti "Hayırlı olsun"

"Teşekkür ederim Cihan bey, Estağfirullah ne demek unutmak olur mu öyle şey" dedim.

"Ben seni imzalaman gereken bir kaç belge için şirkete gelmen gerekiyor diye aramıştım ya. Çakıroğlu holdinge transferin için gerekli olan bir kaç belge daha var onları da getirir misin diyecektim gelirken" ne transferi pardon?

"Anlamadım ben ne transferi?" diye sordum.

"Ee Alptekin'le konuşmuşsunuz. Onun şirkete geçiyormuşsun, anlaşmışsınız" dedi.

"Cihan bey ben size birazdan dönsem olur mu?" dedim.

"Olur" dedi. Kapattım. Yattığım salıncaktan kalktım.

Mutfağa girdim, yoktu. Yukarı çıkmaya başladım hızlı hızlı adımlarla. Çalışma odasının kapısını açtım ve içeri girdim. Masanın başında bir şeyler yapıyordu ve telefonla konuşuyordu. Bana baktı ardımdanda sertçe çarptığım kapıya baktı. "Ben seni birazdan arayacağım" dedi ve telefonu kapattı. "Noluyor yine" diye sordu.

"Onu sen söyleyeceksin" dedim.

"Neyi?" diye sordu.

"Şirketine transfer oluyormuşum ya onu diyorum" dedim.

"Hay anasını avradını var ya" dedi ağzının içinde. "Karım benim şirketlerim dururken başka şirkette mi çalışmaya devam edecekti? Medya zaten kurcalıyor, o yüzden yaptım" dedi.

"Yalan ağzına hiç yakışmıyor" dedim. Gözlerini gözlerimden çekmedi. İnkar etmedi. Yalan söylemiyorum demedi.

"Tamam. Tamam anasını satayım tamam. Sana haber vermeden almak istedim seni şirkete tamam! Karımı yanıma almak istedim ne var bunda kafayı yiyeceğim" dedi. Aramızda masa vardı. Gözlerimi masaya indirdim. Etrafa baktım. Gözlerim tekrar gözlerini buldu.

"Bağlasana beni" dedim çaresizce.

"Anlamadım" dedi.

"Tutsakların elleri kolları bağlanır. Belirli zaman aralıklarında yerler içerler. Belirli kişilerle görüşürler. Sadece kendilerine söyleneni bilirler. Nereye bağlamak istersin beni? Yatak odasına mı? Bodrum? Garaj? Neresi uygun sana?" diye sordum.

"Saçmalama" dedi.

"Elimi kolumu bağlamadığını mı zannediyorsun? İştah mı bıraktığını zannediyorsun? Korumaların olmadan adım mı atabiliyorum zannediyorsun? Bana yalandan iki cümle veriyorsun! Sormamaya defalarca kez yemin de etsem sorarken buluyorum kendimi! Kaç yaşında olduğunu bile aşağılık bir haberden öğrendim ben! Laptopun kapağını açtıktan sonra hakkında ulaşamayacağım bilgi mi var? Sen söyle istedim! Sen konuş istedim! Sen sadece robot gibi hiçbir duygu beslemiyormuş gibi sorduğum sorulara cevap verdin. Bu gün gerçekten aramızdaki iplerden biri tekrar bağlanmamak üzere koptu. Bu sana son laf anlatışımdı" dedim. Ne cevap vereceği umrumda değildi. Dinlemek de istemiyordum. Çıktım odadan.

Yatak odasına girdim. Giyinme odasında kendime kıyafet çıkarmaya gelmiştim. Dolapta gezdi gözlerim. Seçtim giyeceklerimi. Kot dar paça üzerine beyaz gömlek giymiştim. Gömleğin üzerine de önü baskılı buz mavisi bir sweat giydim. Beyaz spor ayakkabılarım ve beyaz çantamla uyumlu görünüyordum. Çantayı tutan elimde yüzükleri fark ettim. Pırlantayı çıkarıp makyaj masasının üzerine bıraktım. Alyans duruyordu sadece. Saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Şirkete gitmeye hazırdım. Herhalukarda gidecektim. Ya seve seve ya seve seve.

Kapıyı açtım bir şeye çarptım, birine. Geri çekilip yanından geçip merdivenlere yürüdüm. Arkamdan seslendi. "Aşağıda bekle, belgeleri de getireceğim bende geleceğim. Oradan yemeğe geçeceğiz" dedi. Merdivenleri inmeye başladım. Işık ikinci kattaydı. Yanıma geldi.

"Nare Abla" dedi.

"Efendim güzelim" dedim.

"Magazin haberi yüzünden aranız mı açıldı?" diye sordu.

"Hayır hayatım nereden çıkardın?" diye sordum.

"Abim anlattı aslını olayın-"

"Işıkcım eğer ben aslını öğrenmek istersem sorarım. Aramızda bozuk değil. Sen gelmiyor musun öğlen yemeğe?" dedim.

"Cem, Cem abi getirecek beni" dedi. Gülümsedim.

"Tamam orada görüşürüz" dedim. Birinci kata indiğimde Can kapının önündeydi. Yüzüme baktı.

"Yenge" dedi.

"Can bana Nare diye hitap eder misin?" diye sordum.

"Olmaz" dedi.

"Nare Hanım de o zaman hatta bütün korumalara ilet. Kimse bana yenge demeyecek" dedim.

"Yenge ama abim" dedi.

"Fikrimi destekleyecektir" dedim.

"Neyi?" dedi merdivenden inen Çakıroğlu. Simsiyah bir takım vardı üzerinde. Gömleği de siyahtı.

"Yengem bana artık Nare Hanım diye hatip edilmesini istiyorum diyordu" dedi Can.

"Yengeye devam" dedi.

"Yengelerini gömdüler" dedim merdivenleri inmiş aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. "Ben yengeleri değilim. Unuttuysan hatırlatayım ben senin bu evde hapsettiğin tutsağınım" dedim. Can kapıyı açıp dışarı çıktı. Bir adım daha yaklaştı. Gözlerini gözlerimden ilk çeken o oldu bu sefer.

"Hadi gidelim" dedi. Kapıyı açtı ve çıktı bende peşinden çıktım. Rolls Royce vardı kapıda. Sevmiyorum dememe rağmen. Bana baktı. Ben sadece arabaya bakıyordum. Hiçbir şey demeden yolcu koltuğuna yürüdüm. Kapısını açtım ve içeri girdim. Korumaları organize ettikten sonra o da bindi. Son zamanlarda alışık olduğum ama hiç tanıdık olmayan araba sessizliği bu gün de devam ediyordu. Akan yolu izledim.

🕊

Şirketimin otoparkına gelmiştik. Arabadan indim. O da indi. Güvenlikten geçerken başımla selam vermiştim. Cihan beyin odasına geldik direkt.

"Hoş geldiniz" dedi neşeli sesiyle.

"Hoş bulduk" dedim.

"Nasılsınız nasıl gidiyor evlilik?" diye sordu.

"İyi" dedim sadece.

"Sürprizi bozmuşsunuz Cihan bey" dedi Çakıroğlu.

"Bende sürpriz olduğunu bilmiyordum" dedi mahçup bir şekilde.

"Niye ya bana baya sürpriz oldu" dedim gülerken.

"Bozmamışım demek ki" dedi gülerken Cihan bey.

"Biz şu işi halledelim de bizim bir toplantıya yetişmemiz lazım" dedi Çakıroğlu.

"Ben hazırladım zaten Nare bir imza atacak" dedi. Bir belge uzattı. Belgeye baktım. Çakıroğlu holding transfer sözleşmesi. İmzaladım. Bir kopyasını Çakıroğlu'na uzattı. O da elindeki başka bir belge ve bir çek uzattı. "Alışverişimiz bittiğin göre hayırlı olsun" dedi Cihan bey. Alış veriş. Ben aralarında alıp verdikleri bir maldan başka bir şey değildim. Gülümsedim. Gözleri dudaklarıma kaydı.

"Alışveriş değil de güzel bir iş anlaşması oldu diyelim" dedi Çakıroğlu.

"Her şey için teşekkür ederim Cihan bey, görüşürüz" dedim ayaklanırken. Elimi uzattım tokalaşmak için. Tuttu ve aşağı yukarı salladı bir iki kere sonra bıraktı. Arkamı döndüm ve kapıya kadar yürüdüm.

"Ne zaman dönmek istersen kapım hep açık" dedi.

"Gerek kalmayacak" dedi Çakıroğlu onlar tokalaşırken. Çıktım. Bu ara beni sahiplenen sahiplenene. Alıp veren alıp verene. Kendi canım hakkında söz sahibi bile değildim. Çakıroğlu ne demişti? Canın benim, sen benimsin. Derin nefesler bana yetmiyordu. Aldığım nefes ciğerime ulaşamadan boğazımda düğümleniyordu.

Otoparka girdim. Arkamdan geliyordu. Arabanın yanında durdum. Kilidi açmasını bekliyordum. Kilidin açılma sesini duyar duymaz kapıyı açıp içeri girdim. O da benim peşime arabaya bindi. Eğildi önümdeki torpidoyu açtı ve elindeki zarfı oraya koydu. Geri çekildi. Can camını tıklattı. İndirdi camı.

"Abi, yemek yiyeceğiniz yer biraz garip" dedi.

"Neyi garip?" diye sordu Çakıroğlu.

"Yetimhane burası" dedi. Bana baktılar. Telefonu çıkarıp Yusuf'u aradım.

"Efendim" dedi.

"Ne demek bu?" dedim.

"He konumu görmüşsün" dedi.

"Gelmiyorum ben" dedim.

"Nare öyle değil. Bu çocukların ihtiyacı var bize" dedi. Sessiz kaldım. "Bizim de ihtiyacımız vardı! Kimse gelmemişti. Yapma bunu" dedi.

"Kimseye ihtiyacımız yoktu bizim Yusuf! Ben hiç yetimhanenin kapısına oturup birini beklemedim. Bekleyen sendin! Gelmedikleri için üzülen de sendin. Ben bir gün oraya gidip de işim çıktığı için günlerce gidemeyip arkamda beni bekleyen çocuklar bırakamam. Beklemek cehennemdir Yusuf. En iyi biz biliriz. Ben o çocuklara cehennemi yaşatamam" dedim.

"Beklemediğin de değil miydin cehennemde?" diye sordu Yusuf.

"Cehennem benim. Ben dokunduğumu yakmamla meşhurum. Ben, bana dokunanı yakmamla meşhurum" dedim.

"Nare" dedi.

Bir keresinde kavga etmiştik Yusuf'la. Sorumlu öğretmen bize o zamanlar beklemekten bahsetmişti. Eğer sabırla beklerseniz istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz demişti. İstediğiniz her şey size gelir. Cennet, cehennem kavramlarını anlatmıştı. Cenneti çok güzel tasrif etmişti. Cehennemi ise bir yanardağ içinde kaynayan lavlar olarak düşünmemizi söylemişti. Lavlara dokunursanız yanardınız. Bir iki kere konuşmuştuk bunu derslerde.

Sonra Yusuf her sabah uyanıp giyinip hazırlanıp yetimhanenin kapısının önünde beklemeye başladı. Annem gelecek, Babam gelecek demeye başladı. Gelmeyeceklerini bile bile bekliyordu hemde. Her akşam aynı hüzünle giriyordu yatağa. Yemeden içmeden kesilmişti. Çıkışmıştım bir kere.

"Gelmeyecekler Yusuf, bekleme artık" demiştim.

"Gelecekler! Beklemeyi bilmiyorsunuz siz! Sizde beklesenize gelirler belki" dedi.

"Beni terk eden kadın mı gelecek! Gelmesin Yusuf" diye bağırmıştım.

"Beklersek gelirmiş" dedi çocukça bir hevesle.  "Sabredenler hep istediğine kavuşurmuş Nare. Bende annemi bekleyeceğim sabırla" dedi.

"Gelmeyecek" dedim.

"Gelecek!" dedi.

"Bulacak beni Nare. Bulamazsa anlarım ama bulacak insan çocuğunu nasıl kaybeder ki? İnsan çocuğunu nasıl bırakır ki? Unutmuştur belki dalgınlığına gelmiştir. Bizi bulacaklar Nare. Biz bekleyelim bak göreceksin gelecekler" dedi.

"Ömrünün sonuna kadar da beklesen gelmeyecekler" demiştim.

"Sen sadece insanların canını yakmayı biliyorsun! Cehennem gibisin" demişti. Sonra bir hafta konuşmamıştık. Yetimhanenin kapısında beklediği bir gündü. Kapıdan koşarak yanımıza geldi. "Sana cehennem dediğim için pişman değilim! Hevesimi kırdın. Canımı yaktın ama seninle küs kalmak istemiyorum." demişti. Barışmıştım Yusuf'la.

Hala Yusuf'un gözünde cehennem miydim? Canı cayır cayır yanan ben olmama rağmen hala cehennem miydim? Aldığım nefes bile kor bir alevdi. Sürekli harlanıyordu yangınım. Belki Yusuf doğruydu. O küçük çocuk haklıydı.

Ben cehennemdim.

"Nare, öyle demek istemedim" dedi.

"Hala cehennem gibi miyim senin için?" dedim. Çakıroğlu duyduğu cümleyle başını bana çevirdi. Can da duymuş olacak ki gözleri büyüdü bir anda. "Hala sadece insanların canını mı yakmayı biliyorum?" diye sordum.

"Cehennem de buz tutarmış seninle öğrendim" dedi. Sesin dışarıya gittiğine emindim.

"Ya yakacağım ya da donduracağım" dedim.

"Ya sevginle ısıtacaksın ya da sevgisizliğinle donduracaksın" dedi.

"Bana müsade Yusuf. Cehennem buz tuttu" dedim. Israr etmedi. Telefonu kapattım. Soru sormak isteyen bir yüz ifadesiyle bakıyordu yüzüme biliyorum. Ama ben kimseyle göz göze gelmek istemiyordum.   "Beni eve bırakır mısın?" diye sordum.

"Bırakırım" dedi. Başımı sağ tarafa çevirip camdan dışarı bakıyordum sadece.

Benim adım Nare.

Nâr demek.

Yanmak demek.

Direnmek demek.

Yangın demek.

Benim adım bile cehennemin kendisi demek.

🕊

Araba bahçeye girdiğinde, Cem'le Işık arabaya ilerliyordu. Geleceğimizi beklemediği için şaşırdı. Araba durdu. Bende indim. "Siz yemeğe geçmiyor muydunuz?" dedi Işık.

"Ben biraz rahatsızım hayatım sen abinle geçersin" dedim. Kimseye bakmadan eve girdim. Mutfağa geçtim. Bir bardak su doldurdum kendime. Sandalyeyi çekip oturdum.  Yavaş yavaş içtim. Sinirliydim. Öfkem yine yanardağın içinde fokurdayan lavlar gibiydi. Mutfağa girdi. Tam karşıma oturdu. Sağ kolunu masaya koydu. Arkasına yaslandı. Başımı çevirdim. Yavaşça oturduğum sandalyede kıpırdandım. Kalktım sandalyeden. Bardağı tezgaha bıraktım.

"Herkes eve gelecek birazdan" dedi. "Kimse bu planı mantıklı bulmadı" diye devam etti.

"Güzel, misafirlerinle ilgilenirsin" dedim.

"İşim vardı. Yalnız kalmanı istemediğim için erteledim" dedi.

"Aa bak başıma gardiyanlarını da diktiğine göre işini halletmeye gidebilirsin" dedim. Sabır dilenir gibi dili dudaklarında gezdi. Cevap vermedi. Bende çıktım mutfaktan. Yatak odasına girdim. Üzerimdeki çantayı bırakacaktım.

🕊

Telefonum çaldı. "Efendim" dedim.

"E hala Alptekin'in ölüm haberi gelmedi?" dedi Yavuz. Kahkaha attım.

"Yavuz kocamı bir magazin haberi yüzünden öldürecek değilim, sorry" dedim.

"Tüh lan yine mi olmadı!" dedi.

"Bu da gol değil" dedim.

"Sen hangi takımlısın ya?" diye sordu. Kapı açıldı.

"Fenerbahçe'liyim" dedim.

"Ben de Fenerbahçe'liyim ama Alptekin galatasaraylı. Siz nasıl anlaşıyorsunuz?" diye sordu gülerek.

"Zıt kutuplar birbirini çeker diyorlar Yavuz. Sen matematik fizik falan iyisindir. Doktormuşsun" dedim.

"Senden de bir şey kaçmıyor" dedi gülerken.

"Ne sandın" dedim gülerken.

"E bir maç izleriz o zaman" dedi.

"İzleriz tabi ki ayıpsın" dedim.

"Sana bi kanım kaynadı benim" dedi.

"Ay insanlar öldüreceği kişilerle duygusal bağlar kurmamalı" dedim gülerken.

"Doğru söylüyorsun kız cimcime" dedi.

"Cimcime mi? Ben senin küçük kız kardeşin miyim?" dedim kahkaha atarken.

"Neyse. Ben canım sıkıldıkça ararım o zaman" dedi.

"Okey" dedim ve kapattım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu güya. Sanki telefonuma yerleştirdiği dinleme uygulamasıyla gps uygulamasından haberim yokmuş gibi. "Çok merak ettiysen, kaydedilenlerden dinlersin" dedim. Telefonunu çıkardı cebinden. Biraz önce ki konuşmanın tekrarını dinleyecekti. Güldüm. Başımı iki yana salladım.

Giyinme odasına girdim çantayı bıraktım. Giyinme odasının kapısına geldi. "Siz ne çok konuşur oldunuz. Aranızda bir şifre mi bu?" dedi. Duymamazlıktan geldim. Ceketini çıkardı. Ortadaki aksesuar masasına attı. Kol düğmelerini çıkardı. Düğmelerini tek tek açmaya başladı. Yanında geçmek için hareketlensem de önümü kapattı. Aramızdaki mesafe azdı. Gömleğini çıkardı. Gözlerinden başka hiçbir yere bakmıyordum. Farkındaydı.

"Sardığın yaranın son durumunu kontrol etmeyecek misin?" diye sordu.

"Etmeyeceğim" dedim. Patlamadaki yarasından bahsediyordu. Kolundakini sarmıştım ama karnındakine dokundurtmamıştı. Diğer yara izleri o günde dikkatimi çekmişti.

"Sarmadığın yaraya bakmak ister misin?" dedi. Sağ elimi tuttu. Yavaşça Karnının sol alt kısmına bıraktı. Gözlerim hala gözlerindeyken elimi çekmek için hareketlendim. Bileğimden tuttu ve yaranın üzerine koydu. "Sarmadığın için kızgınım sana. Banyoya da kilitlesen sarsaydın" dedi.

"Bir dahakine soluğu kapımda almak istemiyordun" dedim.

"Bir dahakine soluğu kapında almak istiyordum" dedi.

"Yaklaştırmadığın, kapanan yara için mi bu yaptığımız konuşma" dedim.

"Kapanmayan için" dedi.

"Kanayan bir yaran yok" dedim. Bir adım daha attı. Aramızdaki tek mesafeyi benim elim sağlıyordu. Bir karış vardı aramızda.

"Kapanmadı dedim kanıyor demedim" dedi. Bir adım geri çekildim. Elimi de elinden kurtardım. Bir adım daha geri gittim. Gülümsedim.

"Senin yaranı saracak kadın yıllar önce öldü" dedim.

"Kapanmayacak mı demek istiyorsun Kapatmayacağım mı?" dedi.

"Hem kapanmayacak hemde kapatmayacağım. Ben yara bandı değilim" dedim. Yanından geçtim. Dokunmadı ama seslendi.

"Karımsın" dedi. Aramızdaki mesafeyi kapattım. Elimi çıplak tenine, sol göğsünün üzerine koydum. Kalbi avuç içimin içinde çarpıyordu.

"Senin karın burada Çakıroğlu. Hem toprağa hem kalbine gömdüğün o kadın" elimi çektim. "Ben değilim."

🕊

Yemekte buluşması gereken herkes bir anda eve gelmeye başlamıştı. Eda'yla Mustafa'nın beraber gelmesi gözümden kaçmış değildi. Hakan yine tek tabanca sessiz sessiz takılıyordu. Yusuf, Can'la bir şeyler konuşuyordu. Bu gün Yusuf'u görmek istediğimi sanmıyorum. Işık bir görünüp bir kayboluyordu. Çakıroğlu bir toplantı için ayrılmıştı. Bahçe takımının ikili koltuğunda oturan Hakan'a doğru yürüdüm. Yanındaki tekli koltuğa oturdum.

"Nasılsın" dedi.

"İyiyim sen nasılsın" dedim.

"Ben İyiyim ama sabah evde iyi şeyler olmamış" dedi.

"Ufak bir sinir krizi" dedim.

"Nadir olu-"

"Söyledi Can" diye lafını böldüm.

"Ne söyledi?" dedi.

"Leyla'yı görünce oluyormuş. Nadir oluyor çünkü nadir uyuyor" dedim.

"Gerizekalı bu Can" dedi. Güldüm.

"Ay Hakan hiç güleceğim yoktu cidden" dedim.

"Nerde ne söyleyeceğini bilmez mi bir insan ama Allah aşkına" dedi.

"Kötü bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Zaten benim için önemi olan bir mevzu da değil" dedim.

"Bir daha olursa bizi ara. Saat, zaman, mekan fark etmez" dedi.

"Gerek olacağını sanmıyorum ama teşekkür ederim" dedim.

"Yetimhane ne alaka?" dedi.

"Yusuf kendince herkes için iyi bir şey yapmak istemiş" dedim.

"Gitmemişsin" dedi. Omuzlarımı kaldırıp indirdim dudaklarımı aşağı kıvırdım. Öyle işte gibi bir hareket yapmıştım. Güldü. "Gülme Hakan komik mi?" dedim. Daha çok güldü.

"Harbi nasıl sakinledi?" dedi. Ellerimin yüzünde gezdiği an canlandı gözümde. Sımsıkı sarıldığımız an.

"Çok merak ediyorsan arkadaşına sor" dedim.

"Söylemez ki kızım o tam bir sır küpü" dedi.

"Nasıl ya? Hiçbir şey mi anlatmaz?" dedim.

"Hayır biz hep hareketleri üzerine tahminler de bulunuruz" dedi. Sadece bana özel değil miydi? Bir tek bana anlatmıyor sanıyordum.

"Hiçbir şey mi anlatmaz?" dedim tekrar.

"İşle ilgili, vereceği emirle ilgili her şey çok detaylı olurken kendiyle ilgili tam tersi ağzını bıçak açmaz" dedi. Bir sır veriyormuş gibi bana doğru eğildi ve devam etti "Leyla öldükten sonra polisler ifadesini alacak ne avukat ne koruma ne de başka biri tek başına girdi. İfadesini verdi çıktı. O gün ne anlattı polislere bir o bir de sorumlu polis biliyor" dedi.

"Şaşırmadım hiç" dedim.

"Sana bir başka" dedi.

"Anlamadım" dedim.

"Karısısın sonuçta" dedi.

"Hakan" dedim.

"Tamam şakaydı" dedi. Gerçeği bilenlerden biriydi. Çakıroğlu açık açık söylemese de Hakan'ın hareketlerinden belliydi.

"Ben senin kısır yerken konuştuğun görümcen değilim hayatım" dedim kalkarken. Şok olmuş gibi baktı. Kahkaha attım. Yüz ifadesi dehşete düşmüş gibiydi. "Şaka" dedim.

"Defol git Nare. Aklımı aldın" dedi. Gülmeye başlamıştı. Göz kırptım.

🕊

Mutfağa yürüdüm. Kapıdan girdim. Eda'yla Mustafa bir şey konuşuyordu. Panik olur gibi oldular. Yani bir an da ellerini kollarını koyacak yer bulamadılar. Yakalanmış gibi. "Sohbet ediyorduk" dedi Eda. Başımı öne arkaya salladım yavaş yavaş. Cevap vermeden mutfaktan içeri geçtim. Merdivenleri çıkarken Işık'ın odasında bir şey devrildi. Aşağıda da yoktu. Korktum. Koşarak kapıyı açtım.

Gözlerim fal taşı gibi büyürken gördüğüm şey gerçek miydi bilmiyordum. Gözlerimi kapatıp açtım bir kaç kere. Işık beni görmesiyle ayrıldı karşısındaki adamdan. Kaşlarım çatıldı, gözlerim kısıldı.

"Nare abla" dedi. "Valla sandığın gibi değil" "Dinle beni lütfen" dedi. Ben hala gördüklerimi algılamaya çalışıyordum.

"Yenge" dedi. "Yenge yalvarırım abime söyleme" konuşan Işık değildi. Cem'di. Bana o gün palavra mı sıkmışlardı? Hepsi mi? Yoksa sadece Cem mi?

"Nare abla bir şey söyle" dedi Işık.

"Yenge Yanyana bile gelmeyeceğiz nolur" dedi Cem.

"Siz" dedim. Başımı iki yana salladım. "Siz. Siz napıyorsunuz ya?" dedim. "Siz aşağıda bir sürü insan varken napıyorsunuz? Sen Işık! Abin evde yok diye mi bu cüretkarlık?" diye devam ettim.

"Nare abla bağırma nolur duyacaklar. Özür dilerim" dedi.

"Sen peki Cem? Ölen sevgilin? Başkasının gözünün içine baksan kemikleri sızlardı ama başkasının dudaklarına yapışırsan mutlu mu olurdu! Adam sana kardeşini emanet etmiş!" diye bağırdım. Sinirden delirmek üzereydim.

"Yenge valla söyleyecektik. Işık 18 olacak" dedi.

"Nare abla ben izin vermedim. Ben söylemek istedim abime. Doğum günümde söyleyecektim. 18 olunca" dedi Işık.

"Ben söyleyecektim gerekirse sıksın kafama diye söylemeye gitmiştim. Engel oldu. Sen ölürsen bende yaşayamam dedi yenge. Ben öleyim tamam ama onun saçının teli kırılmasın" dedi.

"Sen defol git aşağıya Çakıroğlu gelmeden" dedim Cem'e

"Seninle de sonra konuşacağız" dedim Işık'a. Cem, Işık'a baktı.

"Özür dilerim Ay ışığım" dedi ve çıktı odadan. Gözünden yaşlar akıyordu Işık'ın.

"Nare abla" dedi. Bir hıçkırık koptu boğazından. "Söylemeyeceksin değil mi?" yanıma doğru geldi elimi tuttu "Nolur söyleme geri gönderir beni. Zaten bir ay geldim. Gönderecek tekrar. Söz yüz yüze konuşmayacağım nolur" dedi. Sarıldım. Ağlaması şiddetlendi.

"Tamam" dedim. "Tamam söylemeyeceğim ama sadece Doğum gününe kadar Işık" dedim. Beni saran kolları sıkılaştı.

"Seni çok seviyorum" dedi. "İyi ki geldin abla" dedi. Adımı söylemeden sadece abla dedi. Derin bir nefes aldım. O çiçek kokusu tekrar burnuma geldi. Ayrıldım Işık'tan.

"Hadi elini yüzünü toparla in aşağıya" dedim. Başını salladı. Kapısını kapatıp çıktım ordan. Yukarı çıktım. Yatak odasına girdim.

Bu ara gerçekler beni ansızın buluyordu ve ben hiç hazırlıklı olmuyordum. Kapı çaldı ve peşine açıldı. Eda girdi içeri. "Gelebilirim değil mi?" dedi.

"Gel" dedim.

"Konuşalım mı?" dedi. Koltuğa doğru yürüdüm ve oturdum. Peşimden o da yanıma oturdu. "Yusuf'la konuşmayacak mısın?" dedi.

"Neyi?" dedim.

"Anlattı" dedi.

"Küs değilim" dedim.

"Yüzüne bile bakmadın" dedi.

"Öfkem ona değil" dedim.

"Benimde yüzüme bakmıyorsun" dedi. Gözlerimle yüzüne baktım.

"İkinizle de bir sorunum yok. Yalnız kalmak istiyorum sadece" dedim.

"Ben sana heyecanlı heyecanlı olanları anlatmak istiyorum ama" dedi.

"Anlat" dedim.

"Böyle anlatamam" dedi üzgün bir ifadeyle.

"Dinleyeceğim gerçekten anlat" dedim.

"Mustafa beni aradı sabah. Yusuf dün arayıp yemeği söylemişti zaten. Birlikte geçelim mi diye sordu bende tamam dedim. Yusuf konumu attığında ben duraksadım. Ne yapacağımı bilemedim. O arada geldi. Gitmek istemedim. Bunu ona hiç söylemediğim halde anladı. Can'ı aradı. Alptekin'le konuştular sonra. Herkes yönünü buraya çevirdi. Kalbim yerinden çıkacak sandım. O yetimhaneye tekrar gidersem kalbim kaburgamı delip çıkacak sandım. Bunu engelledi. Yusuf'u aradım. Ben hiçbir şey demeden o konuştu "Alptekinlerde görüşürüz" dedi. Sonra Aşağıda konuştuk Yusuf'la. Sana aslında cehennemsin gibi demek istememiştir" dedi.

"Umarım duygularının adını net verirsin. Ben sadece mutlu olmanı, olmanızı istiyorum" dedim. "O küçük çocuk haklıydı" dedim.

"Hangi çocuk" dedi.

"Yetimhanenin kapısında bir umut annesini bekleyen çocuk" dedim.

"Sende haklıydın" dedi.

"Çocuktuk. Benim ailem gelmeyecek diye bundan eminim diye Yusuf'un zar zor yeşerttiği umudunu elinden aldım" dedim.

"Ömrünün sonuna kadar da beklesen gelmeyecekler demiştin. Yanılmadın ki Nare bak gelmediler" dedi.

"O küçücük bir çocuktu Eda. Bende küçücüktüm! Sende! Ben onun, ondan bundan bulduğu cesaretle yeşerttiği umudunu yakmıştım. O küçük canını yaktığım çocuk söylemişti. Cehennem gibisin demişti" dedim.

"Değilsin" dedi. Gözleri dolarken. "Bende oradaydım. Bende itiraz etmiştim beklemesin diye kavga etmiştim" dedi gözünden akan yaşı sildi "Ben öldüklerini de biliyordum oysaki ama Yusuf'un ailesi gelmesin istedim. Ne büyük bencillik değil mi? Gelirse gidecekti. Sevdiğim çocuk. Bilmediğim yerlere gidecekti. Bende çok kavga ettim. Umudunu öldürmek için değildi Yusuf'u bizimle yaşatmak içindi" dedi. Kapı çaldı.

"Gel" dedim. Yusuf girdi içeri. Bize baktı.

"Özür dilerim" dedi. Ağlayan Eda'ya baktı. "Bencillik değildi. Bir yandan annem babam gelsin diye beklerken bir yandan sizden nasıl ayrılacağımı düşünüp durdum. Eda bir yandan, Sen bir yandan. Gelmeyecekler de gelmeyecekler. En çok niye gelsinler istedim biliyor musunuz? Size kol kanat gerebilmek için. Eğer arkamda duran bir babam bir annem olursa sizi hiç kaybetmem sandım. Gözlerimin içine bakıp Ömrünün sonuna kadar da beklesen gelmeyecekler dediğin an çok canım acımıştı. Tamam demiştim içimden tamam. Şimdi gelmiyorsa da bir sene sonra gelecek. Bir sene sonra değilse dört sene sonra gelecek. Sen sadece benim o an canımı yakmadın. Gelecekte de onları bekleyecek olan o küçük çocuğun canını yaktın. İçim yanıyordu ve bu senin yüzündendi. O ara öğretmen sıcaklık için cehennemden örnek vermişti. Sende beni yakandın. Bana göre cehennemdin." dedi.

"Yedi yaşından, sekizinden, dokuzundan, onundan, on birinden, on ikinden, on üçünden, on dördünden,  on beşinden, on altından, on yedinden, on sekizinden, on dokuzundan, yirminden, yirmi birinden, yirmi ikinden, yirmi üçünden, yirmi dördünden, yirmi beşinden, yirmi altından. Hepsinden özür dilerim. o an ki ve gelecekti umutlarını yaktığım için" dedim dolan gözlerimle. Eda ağlamaya devam ederken Yusuf'unda gözünden yaşlar akıyordu. Bana doğru yürüdü. Sımsıkı sarıldı. Eda'yı tuttu diğer eliyle onu da çekti. Sağında ben solunda Eda vardı. Ayrıldım onlardan.

"Pizza gecesi yapıyormuşuz" dedim gülerken.

"Ay nasıl acıktım" dedi Eda.

"Ağlamak acıktırır kızım" dedi Yusuf.

"Senin yüzünden köpek" dedim.

"Emrinize amedeyim prensesler" dedi. "Bu kadar ucuz yırtamazsın" dedi Eda.

"Bu kadar kolay değil be hayatım" dedim.

"O zaman şöyle yapalım. Siz bana ne istediğinizi yazın ben alayım?" dedi.

"Aa bir de rüşvet teklif ediyor" dedim dehşete düşmüş gibi.

"Terbiyesiz" dedi Eda. Biz kahkaha atmaya başlamıştık.

"Siz etik kuralı falan takan insanlar değilsiniz prensesler, fiyatı az söylemişimdir" dedi.

"Bana ne alıcaksın?" dedim.

"Canım ne isterse" dedi.

"E beni üzdün benim istediğim bir şey olmalı" dedim.

"Bana ne alıcaksın peki?" dedi Eda.

"Alınca görürsünüz be" dedi. "Hadi inelim hadi" dedi. İki kolunu da açtı. Koluna girelim diye. Sağ koluna ben, sol koluna Eda girmişti. Kapıdan çıktık ve aşağı indik.

🕊

Herkes neli pizza istediğini söylemişti ve sipariş vermiştik. Güzel de bir masa kuruyorduk bahçeye. Led aydınlatmaları tekrar ağaçlar arasına gerdirip asmıştık. Uzun ahşap bir masayı da altına koymuştuk. Işık elindeki tepside çatal kaşık bıçak taşıyordu. Eda bardakları başka bir tepside getiriyordu. Ben tabakları dizmiştim. Yusuf içecekleri getirmişti. Mustafa abur cubur tabaklarını getiriyordu. Hakan'ı aradı gözlerim o an herkes çalışıyordu o napıyordu? Gözlerim hedefini bulmuştu. İleri de tek başına telefonla konuşuyordu. Yanına yürüdüm. "Tamam tanıştıracağım seni bizimkilerle biraz zaman" dedi. "Tamam görüşürüz" dedi. Arkasından yaklaştım.

"Böh" diye bağırdım. Beklemiyordu tabi ki olduğu yerden sekti. Kahkaha attım bu kadar korkmasına.

"Kızım sen manyak mısın?" dedi benim kahkaham hala devam ederken "Ödüm koptu" diye devam etti.

"Gizli gizli telefon konuşmaları yaparsan böyle olur" dedim.

"Çok da gizli değil" dedi.

"Hadi hadi" dedim.

"Sen şu gülmeni bir durdurur musun artık" dedi. Peşine o da gülmeye başladı.

"Tamam tamam hadi sofraya" dedim.

"Alptekin yok hala" dedi.

"Zamanında gelseydi" dedim.

"Açken sen gerçekten sen değilsin ya" dedi.

"Kimse için aç kalamam" dedim.

"Gerek kalmadı zaten" dedi kaşlarıyla bir yeri işaret ederken. Arkamı döndüm gösterdiği yere baktım. Çakıroğlu gelmişti. Göz göze geldik.

"Hadi gidelim" dedim Hakan'a. Cevap vermedi ama adımları adımlarımı takip ediyordu.

Biz sofraya otururken Can elinde bir sürü pizza kutularıyla geldi. "Ay önce benimki" dedim. Ellerimi cana uzatmıştım.

"Bu kızı aç bırakmayın" dedi Yusuf.

"Sen sus senin yüzünden aç kaldım" dedim.

"Kan şekeri düşüyor ya gözü kararıyor açken" dedi Hakan.

"Öyle mi dersin?" dedim imalı imalı. Güldü.

"Yenge bu seninki" dedi. Büyük boy pizza kutusu bana uzatırken. Elinden hızla aldım ve masaya koydum açıp içinden bir dilimini aldım ve ağzıma attım.

"Dünyanın en güzel şeyi yemek yemek" dedim. Normalde ağzım doluyken konuşmam ama bu açıklamayı yapmam gerekiyordu bence? Herkes yerine oturmuştu. Çakıroğlu solumdaydı. Sağımda Eda onun yanında Yusuf vardı. Çakıroğlu'nun karşısında Hakan vardı. Onun yanında Işık, Işık'ın yanında Mustafa vardı. Herkes yine hem konuşup hem yemek yiyordu. Ben sadece yemek yiyordum. Işık'ın morali biraz bozuk biraz da tedirgindi. Söyleyecek miyim söylemeyecek miyim? Işık'ın pizzasının bir dilimini benimkiyle değiştim.

"Küçükken çok yapardık bunu. Farklı şeyler alıp birlikte yerdik. Çok eğlenceli denemelisin" dedim gülerken. Yüz ifadesi değişti. Yüzüne bir gülümseme geldi.

"Bunun tadı da çok güzelmiş" dedi.

"Başka hangisini beğendin söyle çalalım pizzalarını" dedim gülerken. Çakıroğlu Hakan'la bir iş konuşsa da kulağı bizdeydi.

"Hakan abiminki güzel gibi" dedi.

"Şşştt" dedim. Hakan'ın tabağına uzandım. Ne yaptığıma bakıyordu. Bir dilimini aldım ve Işık'ın tabağına koydum. Işık'ın pizzasından bir dilimde Hakan'a verdim. "Değişik tatlar güzeldir sende onun tadına bak" dedim gülerken. Işık, tabağına koyduğum dilimi ısırdıktan sonra

"Bu da çok güzel" dedi.

"Bence sen genel olarak pizza seviyorsun" dedim kahkaha atarken.

"Abiii seninki de çok güzel duruyor bir dilim alabilir miyim?" dedi. Tabağı uzattı Işık'a. Işık içinden bir dilim aldı. Tabağı geri önüne koyduktan sonra bir dilimde benim tabağıma bıraktı. "Işık abine kendi pizzandan vereceksin değil mi?" dedim gülerken.

"Abla ya karıştırmasana ne güzel bir dilim fazla işte şşş" dedi.

"Afiyet olsun" dedi Çakıroğlu. Onun iştahla yemesi hoşuna gitmişti. Bende kendi pizza dilimlerimi yemeye devam ettim.

Yusuf "Doğruluk mu cesaret mi oynayalım mı?" diye sordu.

Işık "Olur" dedi heyecanlı heyecanlı. Herkes bir tamam dedi mırıltı halinde. Bakalım neler olacaktı.

🕊

Masayı toplamış, tekrar etrafına toplanmıştık. Herkes eski yerine oturdu. Bir şişe getirmiştik içeriden. İçi biraz su doluydu. Yazı tura attılar ilk kim çevirecek diye. Yusuf kazanmıştı. Yusuf eğildi ve şişeyi eline aldı. Baktı baktı ve konuştu. "Bu masa olmaz ki" dedi.

"Niye" dedi Hakan.

"E herkese gelmez ki" dedi.

"Mantıklı konuştu ilk defa" dedim. Bahçenin oturma grubuna baktım sığar mıyız diye. Sığardık ben salıncağı oraya çekip ona otururdum. Çakıroğlu, Hakan, Mustafa bir koltuğa sığardı. Diğerine Eda'yla Işık otururdu. Yusuf'a sandalye çekerdik güzel plan yaptım. "Oturma grubuna gidelim hem sehpası da var" dedim. Herkes ayaklandı. Bahçe takımının oraya yürüdük.

"Sığmayız ki" dedi Hakan.

"Bana yardım etsene şu salıncağı şu boş köşeye çekelim ben ona oturacağım. Sizde üçünüz şu koltuğa Eda'yla Işık diğerine Yusuf'a da sandalye çekeriz" dedim.

"Mantıklı konuştu ilk-" Yusuf'un sözünü kestim.

"Daha iyi fikirler bulmalısın" dedim gülerken. O da güldü. "Hakan hadi" dedim.

"Sen dur ben hallederim" dedi Hakan.

"Ay hayır birlikte taşırız" dedim.

"Ben yardım ederim" dedi Çakıroğlu. Sessiz kaldım salıncağa yürüdüler. Bir şeyler konuştular bir kaç dakika. Ağız okuma yeteceğimle benimle ilgili bir şey söylediğine emindim Hakan'ın. Neyse. Salıncak geldi. Bende hemen salıncağıma oturdum. Mustafa Hakan onlara söylediğim yere oturdu. Eda'yla Işık da yerlerini almıştı. Yusuf 

"Şu sandalyelerden getireyim kendime" dedi. Sandalyeyi aldı geldi.

"Memnun musunuz Yusuf bey!" dedi Eda.

"Memnunum hayatım" dedi Yusuf. Eda'nın bakışları Mustafa da değildi ama Mustafa'nın bakışları Eda'daydı. Sanırım bu hayatım kelimesi onu germişti.

"Hadi hayatım başla artık!" dedim bastıra bastıra. Güldüler.

"Başlatıyorum" dedi ve şişeyi çevirdi. Şişenin kapak kısmı soru, alt kısmı ise cevaptı. Şişenin cevap kısmı Eda'yı soru kısmı ise Yusuf'u gösteriyordu. "Doğruluk mı cesaret mi" dedi Yusuf.

"Doğruluk" dedi Eda.

"Hoşlandığın biri var mı?" diye sordu Yusuf. Salak değildi ya hissetmişti ya da görmüştü. Ne diceğini bilemez gibi oldu bir an.

"Var" dedi. Yusuf gülümsedi. Umarım kendisi için sanmıyordur. "Çeviriyorum" dedi Eda ve çevirdi. Soru kısmı Çakıroğlu'nu gösterirken cevap kısmı Işık'ı gösteriyordu.

"Doğruluk mı cesaret mi" dedi Çakıroğlu.

"Cesaret" dedi Işık.

"Telefonuna son gelen mesajı oku" dedi Çakıroğlu. Işık telefonu eline alırken kaçamak bir bakış attı bana.

"Milena'dan. Napıyorsun diye sormuş" dedi. Telefonu abisine çevirirken. Işık şişeye uzandı ve çevirdi. Soru Mustafa'yı gösterirken cevap beni gösteriyordu.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Mustafa.

"Doğruluk" dedim.

"Herkesin malum sorusu. Aşık oldun mu hiç?" dedi. Işık'a baktım. Mustafa baktığım yöne bakıp soruyu şöyle değiştirdi. "Daha önce yani" dedi.

"Olmadım" dedim. Şişeye uzandım ve çevirdim. Soru Yusuf'a gelirken cevap Mustafa'ya gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Yusuf.

"Doğruluk" dedi Mustafa.

"Eda'dan ne zamandan beri hoşlanıyorsun?" diye sordu. Işık duyduğuyla şok olurken ona eşlik eden Eda'ydı. Mustafa önce Eda'ya baktı. Sonra bana baktı. Çakıroğlu buna hiç şaşırmamıştı.

"Bilmiyorum" dedi Mustafa.

"Nasıl yani?" dedi Yusuf.

"Bilmiyorum işte. Birlikte vakit geçirdikten sonra mı oldu yoksa onu ilk gördüğümde mi bilmiyorum. Kendimi ona giderken buluyorum sadece" dedi. Yusuf gözlerini kapattı. Eda'nın gözleri Yusuf'un kapanan gözlerindeyken konuşan ve hiçbir şeyden haberi olmayan Işık'tı.

"Ay düğün mü var yani" dedi. Mustafa konu uzamasın diye şişeyi çevirdi. Soru bana cevap Çakıroğlu'na gelmişti.
"Doğruluk mu cesaret mi?" dedim.

"Doğruluk" dedi. Gülümsedim.

"Dün gece rüyanda kimi gördün?" dedim yüzümdeki gülümseme çok alaycıydı. Gerçekten mi der gibi baktı. Gerçekten.

"Nare" dedi Hakan.

"Ne var be kocamın rüyasında kimi gördüğünü merak edemez miyim?" dedim. Gözlerim tekrar onun gözleriyle buluştu.

"Çok rüya görmem karıcım. Hatırlamıyorum" dedi. Gülümsemem genişledi. Şişeye uzandı ve çevirdi. Soru Hakan'a cevap Yusuf'a geldi.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Hakan.

"Cesaret" dedi Yusuf.

"Saçından iki tutam kes" dedi Hakan gülerken.

"Senin yaptıracağın cesaretliği var ya" dedi Yusuf. İçeriden bir makas alıp geldiler. İki tutam kestiler saçını. Yusuf hala söyleniyordu Hakan'a hatta mırıldanarak küfür de ediyordu. Sonra Yusuf çevirdi. Soru Çakıroğlu'na cevap bana gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi?" dedi.

"Doğruluk" dedim.

"Alpaslan Yıldırım ne ifade ediyor senin için?" dedi. Gerçekten soruyor muydu?

"Alptekin!" diye bağırdı Yusuf.

"Hiçbir şey" dedim.

Işık "Alpaslan kim ki?" diye sordu.

Eda onu "Önemsiz" biri diyerek geçiştirdi. Şişeye uzandım ve çevirdim. Işık soruyor abisi cevaplıyordu.

"Doğruluk mu cesaret mi?" diye sordu Işık.

"Doğruluk" dedi Çakıroğlu.

"Leyla Arslan senin için ne ifade ediyor abi?" dedi alaycı gülümsemesiyle.

"Çok şey" dedi Çakıroğlu. Işık bunu benim için yapmıştı farkındaydım ama gerek yoktu çünkü abisi her türlü benim canımı yakacak cevaplar veriyordu. Çok şey.. Ben bunu Çakıroğlu için kullanmıştım. Sanırım artık hiçbir şey demem gerekiyordu. Şişeyi çevirdi. Soru Eda'ya gelirken cevap bana gelmişti.

"Doğruluk mı cesaret mi?" dedi.

"Doğruluk" dedim.

"Bu dünya da en sevdiğin üç şey ne?" dedi.

"Yemek, salıncak, arabalar" dedim. Güldü herkes. "Bakın sizi döverim he" dedim gülerken. Çevirdim. Soru Işık'a cevap Hakan'a gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Işık.

"Cesaret be yeter doğruluk doğruluk" dedi Hakan.

"Sevgilini ara ve ayrılmak istediğini söyle" dedi Işık.

"Sevgilin mi var?" dedi Mustafa.

"Işık ışık" dedi Hakan ı'ları uzatırken. Gülüştük. Telefonunu çıkardı. Sevgilisini aradı. Hoparlöre aldı. "Efendim sevgilim" dedi bir kadın. "Ben ayrılmak istiyorum" dedi Hakan.

"Ne diyorsun Hakan ne ayrılması anlamıyorum" dedi kadın.

"Ayrılmak istiyorum" dedi Hakan. Kadın ağlamaya başladı. "Şakaydı sevgilim yemin ederim şakaydı. Doğruluk mu cesaret mi oynurduk" dedi Hakan.

"Allah belanı versin Hakan" dedi ve dıt dıt dıt sesi.

"Küstürdünüz kadını" dedi.

"Cesaret seçmeseydin aslanım" dedim gülerken.

"Kızım sende hiç vicdan yok mu?" dedi gülerken.

"Yoo" dedim. Çevirdi Hakan. Soru bana cevap Mustafa'ya gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi?" dedim.

"Cesaret" dedi.

"Havuza atla kıyafetlerinle" dedim. Ayaklandı. Telefonu, cüzdanı, araba anahtarını falan çıkardı.

"Atlıyorum bak başka bir şey söylemek ister misin?" dedi.

"Yoo" dedim. Atladı. Herkes kahkaha atıyordu. Eğleniyorduk. Mustafa havuzdan çıktı sırılsıklam. Can havlu getirdi. Bir kaç tane de kıyafet. O giyinmeye gitmişti bizde devam ediyorduk. Mustafa olmadığı için Çakıroğlu onun yerine çevirdi. Yusuf soruyor Işık cevaplıyordu.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Yusuf.

"Cesaret beni bir tık korkuttu doğruluk" dedi.

"Abine nasıl katlanıyorsun" diye sordu Yusuf herkes tekrar gülerken.

"Abi işte atsan atılmıyor, satsan satılmıyor" dedi kahkaha atarken. Çakıroğlu da güldü bu cevaba. Işık çevirdi. Eda soruyor Çakıroğlu cevap veriyordu.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Eda.

"Doğruluk" dedi Çakıroğlu.

"Magazin haberindeki kız kimdi ve neden birlikteydiniz?" diye sordu.

"Yanlış anlaşılma" dedi Çakıroğlu.

"Sorumun cevabı bu değil bence" dedi. O günkü halim onu korkutmuştu.

"Bir arkadaşım iş konuşuyorduk içkiyi fazla kaçırdı. Aracına binmesine yardım ettim." dedi. Eda bana bakıyordu ve Çakıroğlu'nun gözleri de beni buldu. Bana bakarken çevirdi şişeyi. Soru Çakıroğlu'na cevap bana gelmişti. "Doğruluk mu cesaret mi" dedi.

"Cesaret" dedim gülerken.

"Yarın akşam yemeği senden" dedi.

"Okey, size de fotoğraf atarım üzülmeyin" dedim.

"Ne kaçırdığınızı bilmiyorsunuz" dedi Yusuf. Mustafa yerine otururken.

"Size de başka zaman yaparım ağlama" dedim. Güldü. Çevirdim. Soru bana cevap Çakıroğlu'na geldi. "Doğruluk mu cesaret mi" dedim.

"Doğruluk" dedi.

"Şirkete transferim için Cihan beye ne kadarlık çek verdin?" diye sordum.

"5 milyon dolar" dedi.

"Ne!" dedim. "Beş mi milyon! Hem de dolar?"

"Evet" dedi. Başımı salladım. Çakıroğlu çevirdi. Soru Eda'ya cevap Yusuf'a gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi Eda.

"Doğruluk" dedi Yusuf.

"Hala en iyi arkadaşım mısın?" diye sordu.

"Evet" dedi Yusuf yutkundu ve devam etti "Ölene kadar da öyle olacağım" gülümsedi Eda. Yusuf şişeyi çevirdi. Soru Işıka cevap bana gelmişti.

"Doğruluk mu cesaret mi" dedi.

"Cesaret" dedim.

"Ay o zaman kocanı öp bir tane" dedi. Ne dedi? Ne dedi!

"Herkesin içinde mi? Sonra" dedim.

"Yabancı yok ki" dedi.

"Ben biraz utangacım da" dedim gülerken.

Işık bir anda "Öp, öp, öp" diye bağırmaya başladı.

"Işık" dedim.

"Ben odada alacağım öpücüğümü Işık, şimdi sessiz ol" dedi Çakıroğlu. Bence bu kadar yeterdi. Saate baktı. "Benim bitirmem gereken bir proje var" dedi Çakıroğlu ve ayağa kalktı. "Sabaha anca yetiştirim siz oturun" dedi.

Yusuf "Ben eve geçeceğim, sabah müvekkilimle toplantım var" dedi.

Eda "Hastaneye geçeceğim bende nöbetim var" dedi. Mustafa onu bırakmak için ayaklandı.

Işık "Benim uykum geldi zaten" dedi.

"Nare napsak bizde çay mı içsek bunları postalayıp!" dedi Hakan gülerken. Ben tam cevap verecektim ki Çakıroğlu araya girdi

"Senin evin yok mu olum defol git" dedi. Hakan daha çok güldü.

"Senin işin yok mu kardeşim gitsene" dedi Hakan.

"Bir konu da bana yardım etmen gerekiyor sende benle geliyorsun" dedi Çakıroğlu.

"Bu adam seni kıskanıyor bak" dedi Hakan fısıltı şeklinde. Çok komiklerdi.

"He he tamam hadi kolay gelsin" dedim bende fısıltıyla.

🕊

Eda'yı geçirmek için kapının önüne gelmiştim. Sarıldık. Kulağıma doğru konuştu. "Müsait bir zamanda uzun uzun konuşalım" dedi.

"Olur konuşalım" dedim.

Mustafa "İyi geceler" dedi.

"İyi geceler" dedim.

Eda'ya döndüm "Dikkat et" dedim. Gülümsedi ve arabaya bindi. Ayrıldılar bahçeden. Yusuf biraz önce çıkmıştı. Işık da odasına gitmişti. Hakan'da Çakıroğlu'yla çalışma odasına geçmişti. Can dolanıyordu etrafta.

"Bir şey mi kaybettin?" diye sordum.

"Vesikalık fotoğraf" dedi.

"Yardıma ihtiyacın varsa edebilirim" dedim.

"Yok yenge ben ararım" dedi. "Kolay gelsin" dedim.

🕊

Odaya çıkmıştım ama burada kalmak istemiyordum. Çalışma odasındaydı gelmeyecekti büyük ihtimal ama yine de istemiyordum. Aklımdan geçen türlü türlü sorular yüzeye çıkmadan uyumak istiyordum. Yatağın üzerinden bir yastık aldım ve koltuğa koydum. Sabah katlayıp kaldırdığım battaniyeyi aldım. Onu da ayak ucuma koyup koltuğa oturdum. Yorulmuştum. Sabah beni çok yormuştu. Yetimhane olayı ayrı. Eda ve Mustafa ayrı. Işık ve Cem ayrı. Yusuf ayrı.

Kimin sorununu çözeceğim? Kimi önce dinleyeceğim? Yetimhane olayını şu anlık atlatsak da biliyorum Yusuf bunun tekrarını isteyecek. Çakıroğlu iyi değil. Gayet farkındaydım ama sorununu kendi çözmesi gerekiyor bence. Bu benim müdahale edebileceğim bir şey değil. Sanırım aklıyla kalbi arasında bir savaş var ve bu savaşta şimdiden ağır yaralandı. Kendinde değilken söylediği hiçbir cümleye hiçbir kelimeye takılmayacağım. Ama dağ başında söyledikleri. Ben çocuk büyütemem. Bana çocuk muamelesi yapması ne kadar saçmaydı oysa ki. Hiç çocuk olmamıştım ki? Bilmiyordum yani nasıl olunur. Söylediklerini affetmek zor. Ne yaptığı ne dediği belli değil. Dengesiz herif ya. Başımı yastığa koydum, üzerimi örttüm ve gözlerimi kapattım.

🕊

Bu saatte arayan kimse kendisini gebertmek istiyordum. Çalan telefonu sehpanın üzerindeydi. Uzanıp aldım. Tek gözüm kapalıydı. "Efendim" dedim.

"Günaydın" dedi bir erkek sesi. Algılarım açık değildi. Telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve  arayana baktım. Yavuz.

"Günaydın da sen çok sevdin he benle konuşmayı olmaz böyle. Evliyim ben" dedim gülerken.

"Kaçsan ya bana saraylarda yaşatırım seni" dedi o da gülerken.

"Kocama bunu yapamam Yavuz anlasana! Çok aşığım ona" dedim alaycı tavrımla.

"Her aşk bir gün biter. Zaten aldatıyor da seni napıcaksın bu dallamayı" dedi. Kahkaha attım.

"Kocam hakkında düzgün konuşur musun Yavuz!" dedim.

"Aman aman iyi ki bir kocan var" dedi o da gülüyordu.

"Senin niye karın yok? Evlensene belki bizi biraz salarsın!?" dedim imalı imalı.

"Evlenecek bir kadın çıkmadı karşıma henüz" dedi.

"Nasıl yani hastanede de mi yok? Aa Yavuz illa ki asılan oluyordur" dedim.

"Konumuz benim aşk hayatım mı?" dedi.

"Evet dedikodu işte!??" dedim. Gülmekten yanaklarım acımıştı.

"Yok değil tabi de işte" dedi geçiştirir gibi.

"Dedikodu böyle yapılmaz ama" dedim. "Aşık olmadın mı hiç?" dedim peşine.

"Aşık olmaya vaktim mi vardı kızım. Tıp fakültesi okuduk zaten çok geçmeden kardeşim öldü ne ara aşık olacaktım acaba?" dedi.

"Gay falan mısın Yavuz doğru söyle Çakıroğlu'ndan mı hoşlanıyorsun yoksa?" dedim kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Kızım sen harbi delirmişsin he her arayışımda bir şey söylemek için arıyorum konu nerelere geliyor. Bir git" dedi. Güldüm.

"Söyle hadi tamam" dedim.

"Benimle bir yemek yer misin?" dedi.

"Yemem tabi ki Yavuz o kadar da değil" dedim ciddileşirken.

"He ama önemliydi" dedi.

"Ne hakkında?" dedim.

"Alptekin Çakıroğlu" dedi sadece.

"Ne olmuş Çakıroğlu'na?" dedim.

"Senin ona gerçekten aşık olmadığının farkındayım Nare." dedi.

"Kimden duyuyorsun böyle asılsız şeyleri ya?" diye sordum. bir yandan ayaklanmış çalışma odasına gidecektim.

"Koltukta yatmandan" dedi, ayaklarım yere mıhlanmış gibi olduğu yerde kalırken bozuntuya vermek istemedim.

"Kocamsız yatakta yatmamak gibi bir adetim var Yavuz" dedim.

"İnandım say" dedi.

"Ne istiyorsun Yavuz?" diye sordum.

"Ölmeni" dedi. Tek kelimeydi.

"Öldür o zaman?" dedim sorar gibi.

"Sende ona aşık olmak zorundasın Nare." dedi. Sanki Çakıroğlu bana aşıktı da bir ben değildim.

"Ben kocama zaten aşığım Yavuz yoksa neden evleneyim salak mısın sen biraz ya? Nasıl doktor yaptılar seni?" dedim. Kapı açıldı. Odanın ortasında ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu sanırım. Hapörleri açtım.

"Alptekin'e aşık bir kadının ona nasıl baktığını gözlerimle gördüm. Senin bakışlarının, gördüğüm bakışla alakası bile yoktu" dedi. Çakıroğlu yatağa oturdu.

"Leyla'dan bahsediyorsun sanırım?" dedim.

"Tabi ki" dedi gülerken.

"Ölen kardeşine saygım sonsuz Yavuz ama kocamın eski sevgilisini dinlemek istediğimi hiç sanmıyorum" dedim.

"Kıskançlık mı sezdim?" dedi.

"Kocamı kıskanmak en doğal hakkım sanırım" dedim.

"Yemek yerken konuşalım bunları. Alptekin'in haberi olmasın" dedi.

"Senin beykozdaki patlayan evinle ilgilenmen gerekmiyor mu?" diye sordu Çakıroğlu.

"Oo Alptekin Bey" dedi Yavuz.

"Yavuz karımı aramaya devam edersen azrailin olacağım" dedi.

"İki sohbet ediyoruz be hem biraz Leyla'yı andırmıyor mu Alptekin? Konuşması, yüzü" dedi. Leyla'ya mı benziyordum? Ne?

"Yavuz" dedi sadece Çakıroğlu.

"Tamam bu gün bu kadar ortalığı karıştırmak yeter. Görüşürüz Nare" dedi. Kapattım.

Gözlerim karşımdaki adama bakmadan banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Aynaya baktım. Gördüğüm fotoğraftaki yüzle aynadakini karşılaştırmaya çalıştım. Benziyor muyduk gerçekten? Benzemek istemiyordum. Çünkü eğer benziyorsam..

🕊

Üzerimi değiştirmiş aşağıya inmiştim. Mutfak da bir kahvaltı sofrası hazırdı. İştahım yoktu. Yemek yemek istemiyordum. Konuşmuyorduk ve bu böyle devam ederse aramızdaki olmayan iletişim de bitecekti. Konuşmak istemesi gereken oydu. O konuşana kadar ben sessiz kalacaktım. Işık geldi yanıma. Merdivenlerin önünde boş boş duruyordum. "Günaydın" diye neşeli sesiyle bağırdı biraz.

"Günaydın" dedim.

"Hadi kahvaltı yapalım" dedi.

"Benim canım istemiyor hayatım sen ye" dedim gülümserken.

"Senin iştahın mı yok? Dün sabah da aynı şeyi söyledin. Biraz ye benim için" dedi.

"Hadi sen ye yemeğini ben biraz yürüyeceğim" dedim. Salondan bahçeye çıktım. Bahçeden ormana geçecektim. Hava yağmurlu ve kapalıydı. Gök ara ara gürlüyordu. Yağmur da yürümeyi severdim. Biraz temiz hava biraz da yalnızlık istiyordum. Üzerimde şişme yelek vardı, ellerimi cebime koyup yürümeye başladım. Dev ağaçların arasından yürüyordum. Kavga ettiğimiz gün dışında ormanda hiç yürümemiştim. Etrafa baktım. Düzenli olarak temizlendiği belliydi. Kulaklığımı takıp müziğimi açtım. Etrafı keşfede keşfede yürüyecektim. Acelem yoktu.

Ormanın baya içine girmiştim. Ne kadardır yürüyordum bilmiyorum. İleride sol tarafta bir ağaç ev gördüm. Işıklandırılmış. Ona doğru yürümeye karar verdim. Etrafa baktım kimse görünmüyordu. Çakıroğlu'nun ormanında ondan başkasının ağaç evi olamazdı. Zaten hiç saklanmış gibi durmuyordu. Baya gösterişli ve güzeldi. Üç katlı bir ağaç evdi. Eve giden yolun 10 metre gerisinden yolu aydınlatması için küçük led ışıklar döşenmiş. Işıklar tahta çitlere dolanmış.

Evin önünde küçük bir posta kutusu vardı. Posta kutusunun üzerinde "ALÇ." yazıyordu. Simsiyah olan posta kutusunun üzerine yeşille yazılmıştı. Girişi kış bahçesi gibi kullanılmış. Balkon gibi yapılmış, bir masa sandalye ve evin içine doğru giden dallardan iki tanesinin arasına hamak kurulmuş. Üzerinde bir tane battaniye vardı. Balkon gibi yapıldığı için camekan yapılmıştı. Giriş kat tamamen camekan olup içeride bir hamak bir masa ve dört sandalye vardı. Kapısını açıp içeri girdim. Dışarıya göre içerisi ılıktı.

Masanın yanına yürüdüm. Bir kaç gazete kağıdı vardı. Elime aldım bir tanesini. "Evlenme hazırlığında olan Leyla Arslan dün gece evinde ölü bulundu" Haberin alt içeriğine baktım. "Alptekin Çakıroğlu'yla evlenmek için hazırlanan Leyla Arslan dün gece evinde ölü bulundu. Onu bulan abisi Yavuz Arslan'dı. Abisi ve babası gibi doktor olacak olan Leyla Arslan'ın neden intihar ettiği hala merak konusu. Otopsisi biten genç kadının neden intiharı seçtiği de bir soru işareti." diğer gazeteyi aldım elime "Genç tıp öğrencisinin üzücü ölümü" diğerine baktım. "Ünlü kalp cerrahı Doğan Arslan'ın kızı Leyla Arslan ölü bulundu" haberin içeriği diğerleriyle aynıydı büyük ihtimalle. Gazetenin tarihine baktım.

31.12.2017

Gazeteleri aldığım yere bıraktıktan sonra etrafa bakmaya devam ettim. Evin tam ortasında ağacın gövdesi vardı. ormanın arkasına bakan kısımdan yukarı çıkan bir merdiven vardı. Merdivenleri çıkmaya başladım. Alt kat gibi tamamen cam değildi. Ahşapla çevrilmiş dört duvarın  dikdörtgen büyük camları vardı. Merdivenin hemen karşısındaki duvarın dibine boydan boya L bir koltuk döşenmiş. Yerde peluş halılardan vardı. Ağaç ev gibi görünse de özenle yapıldığı çok belliydi. Yerdeki alttan ısıtmalı parkeler buna bir örnekti. Koltuğun üzerinde de battaniye vardı. Gözüm duvarda yani ahşap duvarda gezerken birden fazla fotoğrafın olduğu kocaman bir alan değdi gözüme. Ona yaklaştım. Gözüm her bir fotoğrafta ayrı ayrı gezerken içimde bir yer sızladı. Sanırım Çakıroğlu ve Leyla'nın özeliydi bu ev. Sadece ikisine ait. Küçük bir mutfak vardı merdivenin arkasında. Ona baktım. Gerekli her şey vardı. Küçük bir buzdolabı vardı içini açtım. Ağzına kadar doluydu. Sütün tarihine baktım. Yeniydi. Buzdolabını kapattım.

Oturma alanına baktım tekrar uzaktan. Her yerde birlikte fotoğrafları vardı. Sadece o duvarda değil. Çerçevelenmiş başka fotoğrafları da vardı. Biri ahşap küçük sehpanın üzerindeydi. Fotoğraf çok güzeldi. Çakıroğlu'nun göğsüne yaslanan Leyla'nın yüzü tamamen göğsündeydi. Çakıroğlu ise Leyla'yı saçlarından öpüyordu. Tam bu ahşap ağaç evin önünde çekilmişlerdi fotoğrafı. Çerçevenin arkasında bir saksı vardı. Simsiyah bir saksı. İçerisinde ise Lavinia Çiçeği vardı.

Ölüm demekti.

Yukarı çıktım. Ahşap tahtarın üzerine konulmuş bir yatak vardı. Çatı katıydı. Etrafta pencere yoktu. Yatağın tam karşısında bir projesiyon perdesi vardı. Yatağın sol çaprazında kıyafetleri asmak için iki tane uzun askılık vardı. Biri kadın kıyafetleriyle doluyken biri erkek kıyafetleriyle doluydu. Tam projesksiyonun önünden geçerken ekran açıldı. Beyaz perdeye bir video yansıdı. Leyla'nın sesi yankılandı ağaç evde. Ayaklarım olduğu yere mıhlanmıştı. Ekranda Çakıroğlu vardı. Leyla ona sesleniyordu. Bu evi bitirdikleri gündü sanırım.

"Bitti işte" diye seslendi Leyla. "Bitirdik aşkım. Çok güzel oldu baksana! Sadece bizim. Bize ait." dedi. Çakıroğlu cevap verdi. Eve yürüyolardı. Işıklı yoldan.

"Sadece bizim" sırtı dönüktü ama Leyla'yı arkada bırakmak istemiyordu. Leyla'dan aldı kamerayı. Leyla kameranın karşısına geçti.

"Aşkım bak buraya benden başkasının girmesine izin vermeyeceksin" dedi Leyla kızar gibi. Çakıroğlu güldü bu duyduklarıyla ve

"Ne kalbime ne de evime senden başkasını almayacağım" dedi.

"Yürüyüş için çok uygun bir ortam" dedi merdivenin başındaki Çakıroğlu.

"Yol beni buraya getirdi" dedim sadece.

"Yanlış yoldaymışsın demek ki"

"Sanmıyorum" dedim.

"Bence-"

Onun sözünü kesen fonda duyulan Leyla Arslan'ın sözleri oldu.

"Seni, bu dünyadaki herkesten çok seviyorum, Seni çok seviyorum"

Yanından geçip aşağı indim. Midem bulandı. Fiziki bir acı hissediyordum. Gördüklerim, gözlerimde canlanırken. Duyduklarım, kulaklarımda çınlamaya devam ediyordum. Buna engel olmam gerekiyordu. Görmek de duymak da istemiyordum. Derin bir nefes aldım. Aldığım nefes içimdeki yangını daha da harladı.

Hangisi daha şanslıydı? Çakıroğlu tarafından sevilen Leyla mı? Leyla tarafından sevilen Çakıroğlu mu? Birbirlerini sevdikleri için ikisi de çok şanslıydı. Peki benim canımı acıtan neydi? Nefes almamı engelleyen? Ormanda bir ağacın gövdesine yaslandım. Tek elimle ağacı tutarken biraz öne eğildim. Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Ormanın ortasında nefesim kesiliyordu ne kadar komik aslında. Ayrıldım ağaçtan. Eve doğru yürüdüm. Hava iyice karamıştı ama yolu bulmak için ağaçlara asılan küçük ışıklar çok yardımcı oluyordu. Hızla evin olduğu yola girdim.

Telefonun çekmesi ormanın içindeki baz istasyonundan olmalıydı. Burada Leyla'yla vakit geçirirken biri arayınca nasıl ulaşacaktı başka? Onu da düşünmüştü. Arkamdan geldiğinin farkındaydım. Adımları telaşsız ve yavaştı, benim aksime. Ben bir an önce çıkmak istiyordum buradan. Ellerimi cebime koydum ve yolu takip ettim.

Eve biraz kalmışken karşıma biri çıktı. Ayaklarından yukarı doğru bakmaya başlamıştım. Deri ayakkabıları, siyah pantolonu, deri eldivenler vardı elinde. Üzerine siyah bir palto içinde siyah boğazlı bir kazak. Yüzüne çıktı gözlerim.

Ve asla görmek istemediği o yüzü gördü.

Tam karşımdaydı.

Alpaslan Yıldırım..

Continue Reading

You'll Also Like

656 54 12
"Beni sen değiştirdin Eylül, geldin ve bütün düzenimi altüst ettin." ... "Yine ve yine söylüyorum güzelim beni sen değiştirdin, geldin ve benim kader...
709K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
36.3K 3.3K 70
GÖLGE SERİSİ 1. KİTABI AKADEMİ/AŞK/CASUSLUK KURGUSUDUR. Umbra Akademisi, yetenekli ve kimsesiz gençlerin eğitildiği dünyanın en büyük casus örgütleri...