TUTSAK

By eelsanna

73.5K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

19-Kriz

1.8K 59 88
By eelsanna

Helloo! Biz geldiiik! Heyecanlı, eğlenceli ve bol kaoslu bir bölüm sizlerle!

Oylamayı ve bol bol yorum yapmayı unutmayın🥳

İyi okumalar çiçeklerim💜

Bölüm şarkımız;
Kolpa - Beni Aşka İnandır

🕊

Hafifçe kafamı eğdim ve koltuğun altında c4 vardı. Yan koltukta bir tane de not.

"Ölmek yetmez Alptekin'in uğruna parçalara ayrılman gerek. Belki o zaman anlar"
Yavuz Arslan

Sakindim bu beni korkutmazdı ama içeride Işık vardı. Onu herkesten saklayan Çakıroğlu ona zarar gelsin istemezdi. Korumaları atlatıp boş bir araziye gitmem gerekiyordu. İşin kötü kısmı saatliydi. 30 dakika olan süresi çoktan 28 dakikaya düşmüştü. Camı açıp korumalardan birine seslendim ve geldi "Işık hala çıkmadı bir bakın hemen" deyip bütün dikkatlerini dağıttıktan sonra onlar içeri girmişti.

Ben hızla geri çıkıp yola girdim. Buralar da boş arazi bulmak zordu. Etrafa baktım. Her yer insan doluydu ve onlardan uzaklaşmam gerekiyordu. Telefonum çaldı. Açtım.

"Efendim" dedim.

"Korumaları atlatıp ne yapmaya çalışıyorsun sen" bağırıyordu.

"Bir şey yapmaya çalışmıyorum" dedim sesimin sakin çıkmasını dileyerek.

"Sen kardeşim sana emanetken bırakıp gittin mi gerçekten?" dedi.

"Çakıroğlu sakin ol" dedim.

"Eve geliyorsun" dedi.

"Gelemem" dedim.

"Ne demek gelemem n'oluyor Yıkılmaz?" dedi.

"Koltuğun altında c4 var. Işık arabaya binmesin diye uzaklaştım ondan!" diye bağırdım en sonunda.

"Neredesin? Sakin ol" dedi.

"Sakinim konum atacağım bana yakınlarda boş bir arazi bul. Saatli 15 dakikası kaldı" dedim.

"Tamam kapatma bulacağım" dedi. Bir yandan da konumu atmıştım. "10 kilometre sonra solda boş bir arazi var, oraya git arabayı bırak ve uzaklaş. Yoldayım" dedi.

Attığı konuma ulaşmama 3 kilometre vardı ve 2 dakika kalmıştı. Gaza yüklenebildiğim kadar yüklendim ve araziyi bulmaya çalışıyordum. 1 dakika kalmıştı ve 1 kilometre vardı. Hadi Nare! Azıcık daha lütfen! Araziyi gördüğüm gibi içeri girdim. Arabayı yoldan uzaklaştırdıktan sonra durdum. 20 saniye kalmıştı. İndim arabadan ve koşmaya başladım. Bir araba girdi araziye. Bıraktığım mersoyla arama girdi. Tam o anda büyük bir gürültü yaşandı. Yere düşmüştüm. Patlamanın etkisiyle düşmüştüm ama önümdeki araba patlamanın etkisini %50 kadar hissetmemi engellemişti. Arabanın kapısı açıldı.

İçerisinden Çakıroğlu indi. Yere eğildi, elini uzattı. Uzattığı elini tuttum. Yavaşça kaldırdı beni. Sonra kendine çekip sımsıkı sarıldı. Bende sarılmak istemiştim ama yapmadım. Gözlerimi kapattım sadece. Güvende hissediyordum. Kollarının arası son zamanda güvende hissettiğim tek yerdi. Kendinden uzaklaştırdı beni. Bana baktı bir yara arıyordu. Gözlerime bakması yeterliydi ama o fiziki bir yara arıyordu. Yoktu patlamanın etkisiyle dağılmıştım biraz ama iyiydim.

"İyi misin?" dedi.

"İyiyim" dedim. Ondan tamamen ayrıldım ve arabanın yolcu koltuğuna yürüdüm. O da sürücü koltuğuna oturdu. Bende içeri girmiştim. "Bu not vardı" dedim. Elimdeki kağıdı Çakıroğlu'na uzatırken. Okudu.

"Güvende olman gerekiyordu" dedi. "Güvende hissetmen gerekiyordu! Ben seni belanın ortasından tutup çıkarmaya çalıştıkça nasıl her seferinde belanın göbeğine düşüyorsun kafayı yiyeceğim!" diye devam etti.

"Sinirli olması gereken ben olmam gerekmiyor mu?" dedim yumuşak sinirden uzak sesimle.

"Evet o yüzden sinirliyim neden bağırıp çağırıp hesap sormuyorsun? Neden koruyamadın? Beni koru diye seninle evlendim demiyorsun?" dedi.

"Dün o videoyu çektiğimizde bir misilleme olacağını biliyorduk ve ben bunu bile isteye yaptım. Yani Çakıroğlu senin bir suçun yok" dedim.

"Var, senin bunu yaşamamış olman gerekiyordu!" dedi.

"Uykum var benim" dedim. Uysal, durgun ve yumuşak sesimle söylemiştim.

"Evimize gidiyoruz" dedi. Evimize. Sessizdim yolun kalanında çünkü yoruldum ben. Gözlerim kapanıyordu. Üzgün olduğum her an uykum geliyordu. Direnmedim.

Çakıroğlu'nun beni kucağına almaya çalıştığı sırada uyandım. Elini dizlerimin altından geçirmiş diğer eli de sırtımdaydı. "Şşş, yatağına çıkaracağım şimdi kapat gözlerini" dedi. Kapattım. Merdivenleri yavaş yavaş çıktı. Sanki kollarında kalma süremi uzatmak ister gibi. Ses çıkarmadım. Yatak odasına geldi. Yorganı kaldırdı ve beni içine bıraktı. Gözlerimi araladım. İntikam almaya gidecekti ve ben bunu istemiyordum.

"Bence gitme" dedim.

"Yoruldun, uyu sen" dedi. Gözlerimi gözlerinden çekmek istemiyordum. Gözlerimi kapattım. Üzerimi örttü ve çıktı odadan. Uykuya dalamadım.

Kapı açıldı geri ama gözlerimi açmadım. Işık girmişti sanırım çünkü ağlayan bir kız çocuğu sesi duyuyordum. Yüzüm gözüm toz toprak içindedir büyük ihtimalle saçım başımda dağılmıştır. Kız korktu seni görünce Nare. Susar mısın ölümden döndüm. Ölmek istemiyor muydun? Neden Çakıroğlu geliyorum dediğinde hızlandın ve arabadan çıktın? O aramadan önce ölmek için çok iyi bir fırsat olduğunu düşünmüştün! Bomba patlayacaktı ve sen parçalara ayrılacaktın! Niye o geliyorum dediğinde vazgeçtin! Yutkundum. İnsan bazen kendi kendisinin cellatıdır. Gözlerimi araladım. Ağlayan Işık ayakta bana bakıyordu.

"Niye ağlıyorsun?" dedim.

"Benim yüzümden" dedi.

"Işık umarım seçtiğim elbiseyi almışsındır. Çok beğenmiştim çünkü" dedim gülerken.

"Aldım bak orada" dedi giyinme odasını gösterirken. Biraz yavaşlamıştı ağlaması. Yorganı açtım. Yatağa vurdum iki kere hafifçe. Ağlaya ağlaya geldi yanıma girdi. Sarıldı sonra bende ona sarıldım.

"Hiçbir şey senin suçun değil ben gayet iyiyim. Uykusuzum sadece. Uyuyalım" dedim.

"Hı hı tamam" dedi iç çekmekten bulduğu fırsatla. Sessiz kaldım ve gözlerimi kapattım.

Gözlerimi araladım. Işık bana sarılmış bir şekilde hala uyuyordu. Elbise giy çıkar kızın canı çıktı normal. Bir çiçek kokuyordu ama ne olduğunu anlayamadım. İlk sarıldığımda da aynı kokuyu almıştım. Adı dilimin ucunda ama. Gözlerim saat aradı. Işık sol kolumun üzerinde yatıyordu, telefonum cebimdeydi. Sağ elimle telefonu cebimden aldım. Saate baktım bayadır uyuyoruz anladığım kadarıyla çünkü saat gece yarısına gelmek üzereydi.

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Gezdirirken bir şeye çarptı, birine. Üzerindeki beyaz gömleğin kolları katlanmış. Üstten 3-4 düğme açılmış. Dirseklerini dizlerine yaslamış, elleriyle saçlarını karıştırıyordu. Ne zaman gelmişti? Yavaşça Işık'ı uyandırmadan kolumu çekip yastığa yatırdım başını. Kafası o kadar meşguldü ki beni duymadı bile. Bu tarafa da bakmadığı için görmedi. Bende yavaşça kalkıp banyoya girdim. Kapıyı kapattım.

Üzerime baktım. Toz toprak, saçım başım dağılmış üzerimdekiler kirlenmiş. Böyle mi uyudum gerçekten! Kapıyı kilitledim. Duşa girecektim. Üzerimdekileri kirli sepetine attıktan sonra sıcak suyu açıp altına girdim. Gözlerimi kapattım. Patlamanın görüntüsü tekrar canlandı gözümde. Daha önce bu evde de bir patlama yaşamıştık. Ama düşüncelerimden kurtulamıyordum. O patlama Çakıroğlu yaralandı diye beni korkutmuştu. Şimdi ise geliyorum dediği için ölmekten vazgeçmiştim. Geliyorum demese arabadan inmeyecektim. Biliyorum.

Arabada bombayı ilk fark ettiğim an korkmamam bu yüzdendi. Çakıroğlu'na bombayı söylememek için direnmem bu yüzdendi. Uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşıp bir köşede patlamasını bekleme planımda bu yüzdendi. Sesini duyduktan sonra değişen fikrimden, kendimden nefret ediyordum. Geliyorum dediğinde direksiyonda duran sol elimdeki alyansla göz göze gelmiştim. Nedendi? Neden sesini duymak bile beni ölümden vazgeçirmişti?

Gözlerimi açtım. Hızlı bir duştan sonra bornozumu giymiştim. Islak saçlarımdan damlalar yavaş yavaş düşerken aynadaki kendime baktım. Daha iyi görünüyordum. Kapının kilidini açıp çıktım. Kapının önünde Çakıroğlu'nu görmeyi beklemiyordum en azından. Çarpışmamızı son anda durmam engellemişti. Bana baktı gözlerini yüzümde gezdirdi.

"Nasılsın?" dedi.

"İyiyim" dedim gülümserken.

"Emin misin?" dedi.

"Eminim" dedim ve devam ettim "Üşüdüm, ben geçeyim" saçma bir tuhaflık oldu aramızda

"Tabi" dedi.

Yavaşça yanından yürüyüp geçtim. Giyinme odasına girdim. Üzerime siyah beyaz olan eşofman takımını geçirdim. Yatak odasına geri döndüm. Saçlarımdan akan su damlaları sırtımı ıslatmıştı. Tarayıp bağlayacaktım. Makyaj masasının üzerindeki tarağı aldım elime ve aynanın karşısına oturdum. Koltukta oturmuş biraz önceye nazaran daha iyi görünüyordu. Arkasına yaslanmış sol elini koltuğun kenarına koymuştu. Ben aynadan görüyordum onu. Aynada göz göze geldik. Yavaşça çektim gözlerimi ondan. Saçlarımı ikiye ayırıp taradım. Bağlayacaktım ama vazgeçmiştim. Tarayıp açık bıraktım.

Işık hala uyuyordu. Makyaj masasından kalkarken benimle birlikte Çakıroğlu da kalktı. Telefonum yatağın kenarındaydı ona yürüdüm. Yorganı kaldırıp telefonumu aldım. Mesajlar vardı. Birazdan dönecektim onlara. Edoşa yazdım önce "Kaç gün oldu ben bu elimin sargısını tekrar yapmak zorunda mıyım?" yazdım. "Noldu bir şey mi oldu?" dedi. "Duş alırken çıkarmıştım, tekrar yapmama gerek var mı?" yazdım. "Tamam açık kalsın görüntüsü seni üzmeyecekse" yazdı. Elime baktım. Yani bana göre kötü durmuyordu. Banyoya ilerledim evdekilerin bu görüntüye hazır olduğunu sanmıyordum. Sargı bezini aldım elime tam sarmaya başlarken banyo kapısı çalındı. Gel dedim kim olduğunu bilerek. Elime baktı, yutkundu.

"Ver ben sararım" dedi.


"Hallediyorum" dedim. Dinlemedi bana yaklaştı, yaklaştığı gibi de sargıyı elimden aldı. Nazikçe tuttuğu elimi sarmaya başladı. Bir tutam saçlarından alnına düştü yine. Eğilmişti çünkü. O sağ elimi sararken, sol elim havalandı benden bağımsız. Dokunmak için can atıyordu sanki. Dalgalı alnına düşmüş saça uzandı. Çakıroğlu'nun hareketleri yavaşladı ben saçına dokunduğumda. Gözlerini kapattı. Elimde tuttuğum tutamı geri attım. Geri düştü. Parmaklarımı saçlarından geçirdim. Tutam diğer saçlara karışıp kaldı. Hareketleri tamamen durmuştu. Elimi saçlarından çektim. Gözlerini açtı, gözlerime baktı. O kadar durgundum ki bakışlarımda benim kadar durgun bakıyordu eminim.

Sağ elimin parmakları kızmamıştı sol elimin parmaklarına. Geçen sefer sağ elimle dokunmuştum saçlarına. Eşitlenmiş olmuşlardı. Gözlerini ilk çeken ben olmuştum. O tuttuğu elimin sargısına devam etti. Her hareket ettiğinde kasılan beyaz gömleğinin farkında değildi. Beyaz gömlek giymemeliydi.

"Bitti" dedi.

"Teşekkür ederim" dedim bir adım geri çekilirken. Geri attığım adıma baktı. Yanından geçerken sol elimi tuttu. "Benim bir ismim var" dedim.

"Benim de var" dedi.

"Ben seni durdurmak istediğimde soy adınla hitap ediyorum" dedim daha sıkı tuttu elimi.

"Karımın elini ne zaman tutacağıma ben karar veririm" dedi. Elimi elinden kurtarmaya çalışırken

"Ben senin karın değilim" dedim hala elimi çekmeye çalışıyordum. En son pes etmiş olacak ki bıraktı. Hep aynı numarayı yemezler be Çakıroğlu. Takılmaya çalıştığının gayet farkındaydım.

"Niye hesap sormuyorsun?" dedi.

"Neyin hesabı?" diye sordum.

"Ölebilirdin" dedi.

"Ben seninle tanışmadan önce de çok ölümden döndüm Çakıroğlu yabancılık çektiğim bir konu değil" dedim.

"Benden önceydi, benden sonra yaşanmaması gerekiyordu" dedi.

"Bir önemi yok artık" dedim. Aralık olan banyo kapısını açtım ve çıktım.

Yatakta uyuyan Işık'a baktım. Gülümsedim ve balkona çıktım. Derin bir nefes almıştım. Temiz hava iyi gelmişti. Salıncağa inmek istemiştim ama yorgundum. Oturduğum koltuğa bir tane battaniye bırakıldı. Başımı çevirdiğimde çoktan balkondan içeri girmişti. Ne yaptığına bakıyordum ki Işık'ın yanına girdi. Yine yattığım yastığa yattı. Işık'ı kendisine çekip gözlerini kapattı. Bende balkondan etrafa bakıyordum. Göz kapaklarıma asılı kalmış Leyla Arslan'la olan fotoğrafı canlandı bir anda. Gözlerimi açtım. O kadar şeyin, o kadar derdin üzerine bunu düşünemezdim! Düşünmek istemiyordum! Yeter. Ne kadar sevmiş olabilirdi Leyla'yı? Nelerden vazgeçmişti? Bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum.

Düşüncelerimle savaşırken saatin ne kadar geçtiği hakkında bir fikrim yoktu ama arkamda bir hareketlilik oldu. Dönmedim ama hava yavaştan aydınlanıyordu.

"Günaydın" dedi Işık gülen yüzüyle.

"Günaydın" dedim aynı gülümsemeyle.

"Abim uyuyor inanamıyorum. Yıllardır uyuyamaz hiç en fazla bir saat" derken sessiz konuşuyordu abisini uyandırmaktan korkup. "Bir insan bir insana anca bu kadar iyi gelebilir. İyi ki geldin Nare abla" dedi.

"Yorulmuştur benimle bir alakası yok" dedim gülerken.

"Senin yastığında, senin kokunla uyuyor. Alıştı tabi" dedi hain hain gülerken.

"Kız seni gebertirim gel buraya" dedim gülerken.

"Ama" dedi yanıma otururken. Yanaklarına uzandım sıktım bir tane.

"Isırmadığıma şükret" dedim.

"Isırabilirdin" dedi kahkahasını bastırmak için elini ağzına kapatırken. "Hadi gel" dedi tuttu elimden bende kalktım peşinden. Yatağa getirdi beni anlamadım önce ne yaptığını. "Sen kocanla yat bende odama iniyorum 2-3 saate aşağıda görüşürüz" dedi. Yorganı açtı beni içine oturttu.

"Uykum yok benim seninle uyudum ya" dedim kalkmaya yeltenirken.

"Nare abla oyun bozancılık yapma yattığını görmeden çıkmam" dedi. Karı koca zannediyor sizi normal değil mi? Gülümsedim yatağın içine girerken. "Kapat gözlerini" dedi. Işık nolur hadi girdim yatağa git artık.

"Kapattım" dedim gözlerimi kapatırken.

"Uyu gideceğim" dedi bu sefer de.

"Tamam sen in bende uyuyorum" dedim.

"İyi geceler canım Ablam" dedi.

"İyi geceler güzelim" dedim. Gözlerim kapanmaya başladı ansızın burnuma gelen kokuyla. Kapı kapanma sesi duyduğumda kalkacaktım. Kapalı olan gözlerimi açmadım çünkü kapı sesi duymuyordum! Sırtım Çakıroğlu'na dönüktü. Bir el beni kendine çekti. Gözlerimi açtım aniden. Gücüne karşı koymak mümkün müydü? Beni kendine çektiğinde kalp atışlarını sırtımda hissettim. Eli karnımın üzerinde duruyordu. Çıkmak için hareketlendim. Kıpırdayamıyordum. Elini karnımdan çekmeye çalıştım. Çekemedim. Kendimi ondan ayırmaya çalıştıkça daha çok çekiyordu. Saçlarım burnuna denk geliyordu. Derin bir nefes aldı. Gözlerimi kapattım.

"Bilseydim uykumun ilacı sende, daha önce sıkı sıkı sarılıp uyurdum" diye mırıldandı.

"Çakıroğlu bırak beni" dedim gözlerimi açarken.

"İstesem de bırakamam" dedi.

"Bırakırsın" dedim çırpınırken.

"Çırpınmayı bırak minik kuş senin kanatların benim" dedi. Bıraktım. Beni daha çok çekti kendine dediği gibi sıkı sıkı sarıldı. İşin kötüsü bundan rahatsız değildim. Kollarının arasından çıkmak istemiyordum. Bende onunla uyumaya razı olmuştum. Saçlarımdan öptü. "Benimsin, benim karımsın" dedi. Kelimeler ağzından mırıldanır gibi çıkıyordu. Yutkundum. Uyku sersemi ne dediğini bilmiyordu. Gözlerimi kapattım.

🕊

Ne çok uyumuştum dünden beri. Gözlerimi araladım. Kollarının arasındaydım hala ve Çakıroğlu uyuyordu. Yavaşça inip kalkan göğsünden düzenli nefes alış verişinden belliydi. Ne ara yüzümü ona döndüm bilmiyordum. Gözlerim yüzünde dolandı. Bir tutam saçı yine düşmüş alnına. Başım onun sol kolunun üzerindeydi ve o yattığı gibi hala bana dönüktü. Sol elim benden bağımsız hareketlendi. Önce saçlarına dokunmaktı niyetim ama sakallarına takıldı gözlerim. Hep aynı uzunlukta kestiği sakallarına. Parmak uçlarımın tersiyle sakallarına dokundum, biçimli burnuna, uzun kirpiklerine. Dudakları.. Gözlerim dudaklarındayken hissettiğim duygulara bir isim veremiyordum. Bana sorsaydı biri nefret ediyorum ondan derdim. Nefret miydi bu? Alnına düşen saçına uzandım. Yavaşça diğerlerinin arasına sıkıştırdım. Gözlerini araladı. Gözlerime baktı, yutkundu. Saçlarında duran elimi indirdim. Gülümsedi.

"Ben ne zamandır uyuyorum?" diye sordu. Yattığında ben balkona çıkmıştım. Cebimdeki telefona uzandım ve saate baktım 10.15'di. Işık beni yatağa yatırdığında uyanık olduğunu biliyordum. En azından daha tam dalmamıştı. Saat 5'e geliyordu ben yatağa girdiğimde. Yaklaşık beş saattir uyuyordu.

"Yani beş saattir falan" dedim kolundan başımı kaldırdım ve yatağın başlığına yaslandım.

"Yıllar oldu" dedi bana bakmadan konuşmaya devam etti "Eyvallah" sözleri bittiğinde kalktı ve banyoya girdi. Bende odada birlikte uyuduğumuz anı düşünüyordum. Sık sık uyanırdım. Uzun zamandır deliksiz uyumamıştım. Dün gece onun kollarında hiç uyanmadan uyumuştum. İlk bu yatakta yattığımda da kokusu uykumu getirmişti.

Yataktan kalktım ve yatağı düzelttim. Telefonumu komidinin üzerine bırakıp etrafa baktım dağıttığımız bir şey var mı diye ama toplu görünüyordu. Çakıroğlu belinde bir havluyla çıktı banyodan. Arkamı döndüm. İstemsiz yaptığım bir hareketti. Ama deli gibi de merak ediyordum patlamadan sonra iz kalmış mıydı? Banyodan doğruca giyinme odasına girdi. Aynı şey yaşanmaması için giyinme odasından kıyafetlerimi alıp banyoda giyinecektim. Beş dakika olmuştu bence giyinmiştir. Giyinme odasına girdim. Altına siyah kot pantolonunu giysede üzerinde bir şey yoktu.

"Giyinmiş olman gerekmiyor muydu?" dedim. Arkamı dönmemiştim ama gözlerim sadece gözlerindeydi. Aramızdaki mesafeyi kapattı.

"Kararsız kaldım bende karıcığıma sormaya geliyordum ne giysem diye?" dedi suratındaki muzur ifadeyle.

"Beyaz gömlek giymede" dedim. Ne dedin Nare? Ne dedim? Ne dedim gerçekten! İnanamıyorum kendime.

"O zaman beyaz gömlek giyiyoruz" dedi. Omzuna vurdum bir tane

"Beş yaşında mısın sen?" diye sordum.

"Ah" dedi yalandan. Bir tane de karnına vurmuştum. "İnsan kocasına böyle mi davranır?" diye sordu.

"Defol git şuradan" dedim üzerimde ki anlamsız gerginliği atamıyordum.

"Gidemiyorum ki karım çok tatlı şu an" dedi.

"Çakıroğlu gebertirim seni" derken omzuna bir tane daha vurmak istemiştim ama elimi tuttu ve beni kendine çekti. Aramızdaki mesafe sıfıra inmişti, ittim kıpırdamadı bile yerinden. Bir kere daha ittim. Güldü. "Bırak beni" dedim.

"Bırakmamam için her şeyi yaptıktan sonra bırak diyemezsin" dedi.

"Bir şey yapmadım bırak beni" dedim. Ani bir hareketle arkamızda duran cam dolaplara yasladı beni. Sol kolunu başımın yanına uzattı. Sağ taraftan çıkmak için yeltendiğimde diğer elini de oraya koydu. "Sözleşmeyi ihlal ediyorsun" dedim birden.

"Dün gece benimle uyuyan karım mı söylüyor bunu?" dedi.

"Işık'ın beni yanına yatırdığında uyumadığını ikimizde biliyoruz ve ayrıca beni yine zorla çektin kendine itmeme rağmen de bırakmadın" dedim.

"Uyandığımda karım yüzümü seviyor gibiydi" dedi gülümserken.

"Çakıroğlu bir daha tekrarı olmayacak şeyler için endişelenme" derken dizimi karnına geçirdim. Beklemediği için iki adım geri attı. "Uyarıyorum bu son uyarım. Bir daha bana izinsiz dokunursan kötü olacak" güldü tek eliyle karnını tutarken.

"Ah karım ah" dedi. Dolabı açıktı zaten bir tane beyaz gömleği aldım ve ona fırlattım.

"Defol git içeride giyin hayvan herif" dedim. Attığım gömleği hava da tuttu, gülümsemesi genişlerken içeri gitti. Derin bir nefes almıştım. Gerizekalı ya!

Nefret ediyorum senden Alptekin Çakıroğlu!
Telefon sesi yükseldi içeriden. Çakıroğlu elinde telefonumla geri geldi.

"Numara" dedi açmak ister gibi.

"Aç" dedim.

"Efendim" dedi. "Oo Alpaslan" dedi alaycı tavrıyla. Gözlerim dolapta kıyafet arıyordu ama olduğu yerde kaldılar kulaklarımın duyduğu cümleyle. Gözlerim Çakıroğlu'nu buldu, gözleri zaten bende olan gözlerini. "Öldürmediğim için teşekküre mi aradın?" dedi bir an bile çekmiyordu gözlerini gözlerimden. Hoparlöre aldı telefonu.

"Hayır Alptekin yaptığın şov komiğime gitti de onun için aradım" dedi Alpaslan ama durmadı "Karının halini görmüş olsaydın o kurşunun yerini başım olarak değiştirirdin" yutkundum.

"Bir kurşunla ölmen senin için ödül olurdu" dedi Çakıroğlu.

"Dokunamıyorsun değil mi ona? Yanına bile yaklaştırmıyor seni" dedi gülerken keyfi gayet yerindeydi.

"Sen ne zaman arasan karım kollarımın arasında oluyor be Alpaslan sen hiç tanımamışsın bu kadını" dedi ve devam etti "Ya da tanımanı istemedi" gülmüştü.

"Alptekin onun senin karın olması bir şeyi değiştirmiyor o hala benim!" dedi sesine yansıyan öfkeyle.

"Kollarımdaki kadından mı bahsediyorsun Alpaslan?" dedi kahkaha atarken. Yeterdi. Ben mal mıyım da beni sahiplenip duruyorsunuz! Yeter! İkinizden de nefret ediyorum. Telefonu elinden aldığım gibi fırlattım. Üzerine yürümeye başlamıştım.

"Ne yapmaya çalışıyorsun ya sen? Mutlu mu oldun! Daha iyi misin? Ben senin vitrinde beğendiğin mücevher miyim? Nasıl sahip olduğunu söyleyebilirsin ya!" Göğsünden ittirmeye devam ediyordum ve buna izin veriyordu. Her ittiğimde bir adım geri gidiyordu. "Ne geçti eline ya? Ne geçti! Alpaslan'la bunun kavgasını verdiğinde ne geçti eline! Sana dedim ki onu öldür! Sen yaraladın" sırtı duvara çarptı. Sinir krizi geçirdiğimin farkında olacak ki müdahale etmedi. "Böyle mi koruyacaksın beni! Böyle mi? Bomba vardı dün oturduğum koltukta! Beni koru diye evlenmedik mi biz! Nefret ediyorum sen-" dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim. İttirdim. Üst dudağım dudaklarının arasındaydı. Bir kere daha ittirdim, bırakmadı. Elimi kurtardığımda ne zaman suratına sert bir tokat atmıştım bilmiyorum ama elim acımıştı.

"Özür dilerim" dedi. Yanağında oluşan kırmızılığa gitti gözüm. Hiçbir şey söylemeden çıktım odadan. Aşağı indim. Korumalardan birine taksi çağırmasını söylemiştim ama ilk aradıkları Çakıroğlu olmuştu. Ne dedi bilmiyorum ama garajdan bir araba getirdiler. Koruma arabanın içinden çıkıp anahtarı uzattı. Getirdiği araba yine gözlerimi alamayacağım bir arabaydı. Mercedes-AMG GT53 4matic'di. 2022 model Mercedes'in son zamanlardaki gözdelerinden biriydi. 0'dan 100 km'ye 4.5 saniye gibi bir sürede çıkıyor. Maksimum hızı 285 km/h. Mat siyah olduğunu söylememe gerek var mıydı? İçine girip kapıyı kapattım. Bahçe kapısı açıldığı gibi hızla çıktım. Düşüncelerim beynimin içini ele geçirmişti ama düşünmek istemiyordum. Hızımı arttırıyordum.

Yanımda bir polo vardı ve ben hızlandıkça o da hızlanıyordu. Yazılımlı bir araç olduğu o kadar belliydi ki. Ben önümdeki araca sellektör yapıp hızlandıktan sonra o da önündeki aracı geçmek için en sağ şeride geçip tekrar orta şeride geldi. Yanyana gidiyor gibiydik. Camlar filmliydi göremiyordu içeride kim var. Tekrar hızlandım. Önümdeki boşluğu kullanıp hızım 200'ü bulurken Polo baya arkamda kalmıştı. Yavaşladım biraz. Gelmesini bekledim. Kısa süre sonra yanıma ulaştığında tekrar hızlanıp geri de bıraktım. Biraz sinirlenmişti. Her zaman söylerim altındaki araba değil şöför belirler sonucu diye. Ben ilerde sola girecektim ama polo sağa döndü. Biraz keyiflenmiştim. Ceza yediysek Çakıroğlu ödesindi. Zaten bu arabaları alıp da basmayacaksan neden alasın ki! Hız bir tutkudur. Telefonumu fırlattığım için bir telefonum yoktu. Radyoyu açtım ve kanalları geziyordum. Doğru düzgün bir kanal yok muydu? Bir şarkı duydum. Kanalı değiştirmedim. Şarkıyı bildiğini belli eden mırıldamamla şarkı sözlerine eşlik etmeye başlamıştım.

"Şimdi bana öyle bir şeyler söyle ki durup dururken tam hayattan vazgeçerken beni aşka inandır" Kolpa-Beni Aşka İnandır çalıyordu.

"Of ki ne of bir daha kim duyar sesimi? Ya bu kader baştan yazılsın ya da hayatın kendisi. Nasıl silinir ben bilemedim yüzümden yaşam izleri" derken kendimi şarkıya kaptırmış hızımı arttırmış yolun tadını çıkarıyordum.

Yine herkesten uzak bir sahile çekmiştim arabayı. Ne üzerimde bir hırka bir mont vardı ne de bana ulaşabilecekleri bir telefon. Ellerimi üzerimdeki eşofmanın cebine koyup indim arabadan. Yanımda bir tek arabanın anahtarı vardı. Cüzdanı ve çantayı da evde unutmuştum. Hakkımdı ama. Gözlerimin önüne düşecek görüntüye izin vermedim. Az ileride boş bir bank vardı. Yavaş yavaş ona yürüyordum. Rüzgar çok şiddetli olmasa da kendini hissettiriyordu. Banka ulaştığımda oturdum ve gözlerimi dalganan denize çevirdim. Hırçın dalgalar kıyıya vuruyordu. Öyle sert çarpıyordu ki zemine su sıçrıyordu. Birazdan yağmur da yağardı. Biri dikildi tam karşıma.

"Oturabilir miyim?" dedi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Tanımıyordum ama benden bir kaç yaş büyük olduğu belliydi.

"Tabi" dedim. Kalkacaktım birazdan.

"Rahatsız etmiyorum umarım" dedi. 1.85 boyu esmer teni siyah saçları ve siyaha çalan gözleriyle üzerinde siyah bir takım ve siyah bir palto vardı.

"Hayır" dedim. Çoktan oturmuştu.

"Üşümüyor musunuz?" diye sordu. İçim yanıyordu dışım üşür müydü?

"Hayır" dedim.

"Biri sizi çok sinirlendirmiş" dedi tahminde bulunur gibi.

"Nereden çıkardınız" dedim gülümserken.

"Ancak sinirlenmiş bir kadın çantasını ve montunu almadan çıkar" dedi.

"Arabada olabilir ama" dedim.

"Mantıklı" dedi gülerken

"Arabanız hangisi" dedi.

"İçinde olup olmadığını kontrol mü edeceksiniz?" dedim gülerken.

"Tüh yakaladınız beni" dedi.

"Kötü bir oyuncusunuz" dedim. Elini uzattı.

"Baran Kartal" dedi.

"Nare Yıkılmaz" derken sol elimi uzatmıştım ve alyansı gördüm. "Nare Yıkılmaz Çakıroğlu" dedim.

"Evlisiniz demek" dedi.

"Bir hafta olmamıştır" dedim.

"Üzülsem mi sevinsem mi karar veremedim" dedi. Gülümsedim. "Tanıştığımıza memnun oldum" dedi.

"Bende memnun oldum" dedim. Cebinden bir kart çıkardı.

"Ne zaman bir arkadaşa ihtiyacınız olursa bana ulaşın" dedi.

"Teşekkür ederim" dedim.

"Ne işle meşgulsünüz peki?" dedi ben elimdeki karta bakmadan cebime koyarken.

"Bilgisayar mühendisiyim siz" dedim.

"Araba alıp satıyoruz" dedi gülerken sonra ileride bir araba gösterip "Satarsa kendisine de talibim aracın sahibini bekliyorum" dedi.

"Sahibi eşim olur" dedim gülerken ve devam ettim "Satılık değil"

"Onu da mı eşinize kaptırmışız. Eşiniz iyiden anlıyor" dedi gülerken.

"Aa öyle mi?" dedim.

"Takas yapabileceğimiz güzel arabalarım var" dedi.

"Doğru 2022 AMG GT53 Türkiye'de kolay alınabilecek bir araç değil" dedim.

"Evet mevcut fiyatı 18 milyon tl'nin üzerinde" dedi.

"100 km'ye 4.5 saniye de çıkması da güzel özelliklerinden ve yol tutuşu çok iyi araba makas atarken ve ya şerit değiştirirken savrulmuyor" dedim.

"Arabalardan da mı anlıyorsunuz? Eşinizi çok kıskandım" dedi.

"Hızlı arabaları severim" dedim gülümserken.

"Bir gün mutlaka galerimize beklerim o zaman" dedi.

"Mutlaka geleceğim" dedim ayağa kalkarken. Elini uzattı. "Memnun oldum Baran bey" dedim.

"Ne beyi lütfen biz sahilde tanışmış iki arkadaşız sadece" dedi ve devam etti "Memnun oldum Nare" gülümsedim ve arkamı dönüp arabaya ilerledim. Koruma aracının beni takipte olduğunun farkındaydım. Baran mersoyu gösterirken fotoğrafımızın çekildiğinin de gayet farkındaydım. Arabaya bindim. Kapıları kilitledim. Kendi evime gidip nakit alacaktım üzerimde hiçbir şey yoktu. Sahille evimin arası uzak değildi. Zaten o yüzden de burayı seçmiştim. Hızla arabayı çalıştırıp yola koyuldum.

Eve gelmiştim evet anahtar çantamdaydı ama yedek anahtarı arka bahçedeki çiçeklerin dibine gömmüştüm. Yerini ben, Eda ve Yusuf biliyordu sadece. Arka bahçeye ilerleyip çiçeğin kenarını biraz kaldırdıktan sonra poşete sarılı anahtarı aldım ve eski haline getirdim. İçeri girdikten sonra hızla yatak odasına girdim. Yatağı duvardan ayırdım ve duvarla arasını açtım. Yatak başlığım büyük olduğu için gizli kasayı tamamen kapatıyordu. Kasanın şifresini girdim. Kasa açıldıktan sonra çantalarımdan birini alıp kasanın önüne geldim. Bir miktar para almıştım yanıma. Eve dönmek istemesem de mecbur dönmem gerekiyordu çünkü magazin zaten olayı kurcalıyordu. Daha kaç gün olmuş evleneli de kendi evinde kalıyor diye haber yapsınlar. Böyle şeylerle uğraşacak vaktimiz yoktu. Kasayı kilitleyip, yatağı yerine çektikten sonra üzerime siyah bir palto aldım ve çıktım. Kapıyı kilitlendikten sonra anahtarı çantama koydum. Korumalar beni takip edip her hareketimi Çakıroğlu'na bildiriyorlardı.

Arabaya bindim, yönüm çok güzel çorba yapan bir esnaf lokantasıydı. Hava kararmıştı ve ben hiçbir şey yememiştim. Açlıktan bayılmadan yemek yemem gerekiyordu ama önce arabaya benzin almamız lazımdı. Yolumun üzerindeki bir benzinlikte durdum. "Fulleyin" dedikten sonra fişi bekliyordum içeride ödeme yapmak için. Fişi bana uzattı ve alıp içeri girdim. Korumalardan biri yanıma geldi

"Nare hanım biz halledelim" dedi.

"Ne münasebet" dedim.

"Nare hanım emir büyük yerden lütfen" dedi.

"Arabayı şu an ben kullanıyorum ve benim yükümlülüğümde o yüzden git arabana beni uzaktan takip etmeye devam et" dedim. Çantamdan parayı çıkartıp ödedim ve arabaya döndüm. Koruma beni beklemiş ben arabaya girdikten sonra arabasına geçmişti. Benzinlikten çıkıp 10 km ilerideki çorbacıya doğru yola çıktım.

Çorbacının önüne gelmiştim. Arabayı park edip indim. Koruma aracı da benimle park etti ama inmedi. Görevleri uzaktan takipti çünkü. Onlara doğru yürüdüm ve camı tıklattım. İndirdi.

"Hadi birlikte çorba içelim" dedim.

"Ama efendim" dedi bir tanesi

"Benimde soy adım Çakıroğlu hatırlatmamı ister misiniz?" dedim. İtiraz etmeden indiler arabadan. Üç kişilerdi biri Berkay'dı. Can'dan sonra güvendiği adamlarından biri. Işık geldikten sonra Can'nın en büyük görevi Işık'ı korumaktı.

Sahibini tanırdım tatlı bir amca ve eşi birlikte işletirlerdi. Teyze çok tatlı biriydi. "Kolay gelsin ustam" dedim gülümserken.

"Oo akıllı kızımız gelmiş hanım" dedi.

"Hoş gelmişsin kızım" dedi eşi. Hüseyin amca ve eşi Suna teyze. Dört kişilik bir masaya oturduk.

"Suna teyze bize dört tane Mercimek çorbası" dedim. Yüzüm tek tek korumaları gezdi itiraz eden var mı diye olmadı. "Sonrasında bu gün ne yemek yaptıysan ondan getirir misin bize?" dedim.

"Tamam kızım şimdi çorbalarınızı getireyim yemek sürpriz olsun" dedi. Gülümsedim.

"Senin adın Berkay seni o gün gördüm sizin adınız ne?" diye sordum diğer korumalara.

"Cem" dedi benzinlikte yanıma gelen.

"Ümit" dedi diğerlerine göre sessiz olan.

"Memnun oldum. Mercimek çorbası seversiniz herhalde?" dedim.

"Severiz Yenge" dedi Berkay. O arada çorbaları getirdi garson.

"Ekmek alabilir miyiz buraya" dedim. Garson başıyla onayladı ve uzaklaştı. Ben çorbadan bir kaşık aldım ve diğerlerine baktım beğenecekler mi diye. Beğenmiş gibiydiler. Anne çorbası ne demek bilmiyorum ama anne çorbası gibiydi bu çorba. Onlar biliyordur Nare. Senin kadar beğenmelerini bekleme. Doğru.

"Ee sevgiliniz yok mu?" dedim.

"Vardı" dedi Cem.

"Dı derken" dedim.

"Vefat etti yenge" dedi.

"Başın sağolsun, özür dilerim" dedim.

"Estağfirullah yenge nereden bilebilirdin?" dedi.

"Ümit senin yok mu?" dedim.

"Var da babası vermiyor be yenge" dedi.

"Niye vermiyormuş?" dedim.

"Korumayım diye bir gün ölür kalırsam o tek başına ne yapacakmış. Haklı babası bir şey de diyemiyorum" dedi.

"Patronunla bunu konuşursan sana bir çözüm önereceğine eminim" dedim. Ekmekler sofraya gelmişti ve ben çoktan bir dilimini bitirmek üzereydim.

"Ben konuşamam yenge" dedi.

"Berkay senin?" dedim.

"Evliyim ben" dedi.

"Aa gerçekten mi çok sevindim" dedim.

"Görücü usulü evlendirdiler" dedi.

"Nasıl yani isteyerek evlenmedin mi?" diye sordum.

"Yok yenge düğünde gördüm kızı" dedi.

"Ne kadar oldu evleneli?" dedim. Çorbalarımız bitmiş garson tabakları topluyordu.

"1 seneyi geçti" dedi.

"Hiç mi bir şey hissetmiyorsun?" dedim.

"Onunla ilgili değil yenge sorun ondan önce sevdiğim bir kadın vardı" dedi. Vay anasını ya bu çocuklar bir de benim peşimde geziyor üzüldüm şu an.

"Şimdi?" dedim. Masaya nohutlu tavuklu pilav tabakları geldi ortaya da bir çoban salata ve turşu. Çok güzel görünüyordu. Konuşurken bir yandan da yiyorduk.

"Onu kalbime gömdüm yenge ne yapacaktım başka evdeki kadına nasıl ihanet ederim. Nasıl aklımda başka biri varken o kadının yüzüne bakarım yediremezdim bunu. Evdeki kadın. Evimi ev yapan kadın yenge. Güler yüzünü bir dakika eksik etmez. Nasıl gözünün içine bakıp başkasını seveyim?" dedi.

"Adam gibi adamsın Berkay" dedim. "Bunlar aramızda kalacak söz" diye devam ettim.

"Yenge, abim bizi böyle görse canımıza okur" dedi Cem.

"Hiçbir şey yapamaz" dedim sonra devam ettim "Sevdiğin kadın neden vefat etti?" diye sordum.

"Kanserden" dedi.

"Ne zaman oldu bu?" dedim.

"İki yıl oldu" dedi.

"Başka biri oldu mu ondan sonra?" diye sordum.

"Olmadı, nasıl olsun? Ben birinin gözünün içine bakarsam da onun kemikleri sızlarsa nasıl dayanırım?" dedi. Çakıroğlu öyle adam gibi adamlar var ki yanında sırtın yere gelmez.

"Aslansın be Cem" dedim ve devam ettim. "Teşekkür ederim benimle muhabbet edip özelinizi paylaştığınız için" dedim.

"Estağfirullah yenge biz teşekkür ederiz bizi dinledin" dedi Berkay.

"Her zaman dinlerim" dedim. Berkay arabayı kullanandı ve telefonunu aradı ama bulamadı. "Cem saati söylesene" dedi. Cem elini cebine attı ama onunda telefonu yoktu. Ümit telefonunu çıkardı ve "Alptekin abi 20 kere aramış abi" dedi Berkay'a. "Arıyor" dedi tekrar ve açtı. "Abi telefon sessizde-" dinledi karşı tarafı ama saklamasına gerek yoktu. Çakıroğlu'nun sinirden delirmiş sesi bana kadar geliyordu. Yemeğimizin sonuna gelmiştik zaten. "Abi valla-" dedi Ümit ve devam edemedi. Elinden aldım telefonu.

"Bağırmayı kes" dedim.

"Sen karışma" dedi.

"Karışırım, senin olan her şey benim demedik mi?" dedim. Sessiz kaldı "Benim korumalarım ve benimle birlikteler" dedim.

"Telefonlarına bakmak öncelikleri" dedi.

"Bitti mi?" dedim.

"Bitmedi. Ümit'e ver telefonu" dedi.

"Bir kere daha emir kipiyle konuşursan-"

"Çıldırtma beni" dedi lafımı kesip.

"Çıldırsana bi" dedim.

"Yapma şunu" dedi ve devam etti "Yemeğiniz bittiyse sizi eve alabilir miyiz?" dedi. Gözüm camdan dışarıya baktı istemsiz. Karşı kaldırımda 3 araba vardı. AC plakalı arabaların kime ait olduğu belliydi.

"Ben bu gün kendi evimde kalacağım sanırım" dedim. Arabadan indi ve arabaya yaslandı.

"Mümkün değil" dedi.

"Mümkün" dedim.

"Işık seni merak ediyor" dedi.

"Işık'ı da alıp bana geçebilirim" dedim.

"Konuşalım" dedi.

"Konuşacak bir şeyimiz yok" dedim.

"Var, Yavuz'un da Alpaslan'ın da adamları peşinde" dedi.

"Sol arka çaprazımda ve dışarda duran adamlardan mı bahsediyorsun?" dedim. Korumalar yüzüme baktı.

"Sessizce çık mekandan farkındalar" dedi. Telefonu kapatıp Ümit'e verdim. Hesap ödemek için hareketlendim. Berkay dedi ki "Yenge abim bakıyor Allah aşkına ben ödeyim" dedi. Zaten çok sinirliydi iyice artmasındı. Onu onayladım ve çıktım mekandan. Tam benim arabamın yanına çekmiş arabayı.

"Bin" dedi. Gözlerinin içine bakıp gözlerimi devirdim ve elimdeki anahtarla yanındaki arabanın kilidini açtım. Diğer taraftan dolanıp arabaya girdim. Benimle nasıl konuşacağını ve bana istediğin zaman dokunamayacağını öğreneceksin Çakıroğlu. Sağ tarafın camını indirdim. "Çek arabanı" dedim.

"Hiç niyetim yok" dedi. O ara önümdeki araç çıktı. Arabayı çalıştırdığım gibi bende çıktım. Ara gaz vererek Çakıroğlu'nu çıldırtmaya çalışıyordum evet. Uzaklaşırken dikiz aynasından gördüğüm Çakıroğlu hızla arabasına biniyordu. Ben hızlandım. Ama Çakıroğlu da hızlıydı. Akan trafikte bana yetişmemesi için tehlikeli hareketlerde bulunuyordum. Sol şeridi kapatmış gibi önüme gelen arabaya sellektör yapsam da orta şeride geçmeleri yavaşladığında hızımı kesiyorlardı. Çakıroğlu tam arkamdaydı. Issız bir yola girdim. Tek şerit. Gidiş-geliş. Hızımı kontrol etmem gerekiyordu. Uzunları yaktım. Virajlar vardı ve kaza yapmak istemezdim. Karşıdan araç geliyordu kapattım uzunları gözünü almasın diye. Hala arkamdaydı. Biraz daha ilerledikten sonra karşıdan kimse gelmiyor diye hızlanıp aracı önüme kırdı. Bende sağ kırdım. Geniş bir araziye girdik. Nasıl önüme kırarsın ya! Ya sola çevirseydim direksiyonu! Öldürmeye mi çalışıyorsun beni hayvan herif! Arabanın içinde kendi kendime bağırıyordum. Arabanın kapısı açıldı. Kolumdan tuttuğu gibi dışarı çıkardı.

"Napıyorsun sen ya napıyorsun!" diye bağırdım.

"Asıl sen napıyorsun? Çocuk oyuncağımı bu? Her sinirlendiğinde evi terk mi edeceksin!" dedi ama durmadı "Bir ton işim gücüm var benim! Bir de sen başıma iş açıyorsun!" dedi. "Evlendik! Rahat durursun belki diye! Sadece kendini düşünmekten vazgeçersin işimi kolaylaştırırsın diye! Ama sen! Sen başıma daha çok iş çıkarıyorsun! Çocuk bakıcılığı yapamam" diye de devam etti. Duyduklarımın sinirle söylenmiş olsa bile affedilir bir yanı olduğunu düşünmüyordum üstelik sabah yaptığı hareketten sonra. Benim canım zaten alev alev yanıyordu ama Çakıroğlu yangınıma odun taşımaktan hiç çekinmiyordu.

Dudaklarımdan mı öpmüş sorun bu değil! Lanet olsun ki değil. Sorun bana izinsiz dokunmasında sorun zaten yaralı olan beni daha da yaralamasın da. Sarsın demiyorum ama daha da çok yaralamasın. Sessiz kaldım. Gözlerimi ondan çektim. Arabanın farlarının aydınlattığı manzaraya baktım. Yüksek bir yerdeydik. Volta atıyordu. Bir ileri bir geri gidip duruyordu. Bir cevap bekliyorsa çok beklerdi. "Gidelim" dedi. Benim kullandığım mersonun kapısını açtı içinden anahtarı aldı ve Ümit'e attı. "Sen getiriyorsun" dedi. Sol kolumdan tuttu ve çekti beni. Durdum. Bir kere daha çeker gibi oldu. "Beni ikilet-" onu susturan attığım tokattı. Sol tarafına dönmüş yüzünü, yüzüme denk getirdi.

"Bir daha beni mal gibi oradan oraya çekiştirirsen bu kadar kolay kurtulamazsın" dedim. Naptığının sanki yeni farkına varmış gibi baktı gözlerime. Elini çekti kolumdan. Cevap vermedi. Korumalar bize dönüktü ama tokat attığım sıra da arkalarını dönmüşlerdi. İstemeye istemeye Çakıroğlu'nun aracına yürüdüm. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Üşümüştüm. Korumalara bir şeyler anlattıktan sonra içeri girdi. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktı.

Dağdan indikten sonra evin yoluna dönmedi. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama bir önemi yoktu. Sadece akan yolu izliyordum. Depo gibi bir yere geldik.

"Görmen gereken bir şey var" dedi. Çıktım arabadan. O da çıkmıştı bana yol göstermesi için beklesem de önden yürüyordum. Depoya girdik Boş bir depoydu. İleride bağlı iki adam vardı. "Evine girenler" dedi. Beklemem için bir yer gösterdi. Orada durdum. Üzerindeki siyah paltoyu çıkardı önce takımın ceketini çıkardı peşine. Beyaz gömleğinin kol düğmelerini açtı. Katladı. Sonra da üstten üç düğme açtı. Belli belirsiz yara izleri vardı vücudunda ama bir türlü net görememiştim. "Evet O eve girmenizi kim emretti" dedi. Gözleri iki adamın üzerinde gidip gelirken. Sessiz kaldıklarında birine yumruk attı. "Kimden aldınız emri" dedi. Sessiz kaldılar. Bir yumruk daha attı biraz önce vurduğu adama.

"Öldüreceksen öldür" dedi dayak yemeyen. İlk vurduğu adama deli gibi vurmaya devam ediyordu adam bayıldı bayılacaktı. Bir kerpeten aldı az ilerisindeki masadan. Masa o zaman dikkatimi çekti. Çeşitli aletler vardı. Dayak yiyenin serçe parmağının tırnağını tutuyordu kerpetenle.

"Emri kim verdi" dedi. Sessiz kaldılar ama bu sessizlik Çakıroğlu kerpetenle adamın tırnağını koparana kadardı. Adam çığlık attı ama Çakıroğlu durmadı. Beş tırnağını söktükten sonra adama baktı "Tamam mı devam mı?" dedi. Sessiz kaldılar. Kerpeteni bıraktı ve eline bir tornavida aldı. Dayak yemeyenin önünde durdu. Adamların arkaları bana dönüktü. Ben sadece Çakıroğlu'nun yüzünü görüyordum. Gülümsedi. Sonra bir çığlık koptu adamdan. Hafif başımı eğip baktım ne yaptığına. Tornavidayı adamın dizine saplamıştı. Sapladığı tornavidayı geri çekti. Çekmesiyle beyaz gömleğinin üzerine kan sıçradı ama bu onu durdurmadı. Elindeki tornavidayı bu sefer adamın köprücük kemiğiyle omzu arasında bir yere sapladı. Neyin siniriydi bu? Karşımdaki benim dün kollarında güvende hissettiğim adam mıydı? "Tamam mı devam mı?" dedi.

"Tamam" diye bağırdı adam. "Tamam yeter söyleyeceğim" dedi.

"He şöyle ya hiç gerek var mıydı böyle şeylere?" dedi kanlı elini beyaz bir bez parçasına silerken.

"Alpaslan Yıldırım" dedi tırnakları sökülen ve ölesiye dayak yiyen.

"O istedi" diye devam etti zar zor dizine ve omzuna tornavida saplanan. Gülümsedi. Can'a başıyla oturan iki adamı işaret etti. Can emir almış gibi belinden çıkardığı silahla iki el ateş etti. İkisinide başından vurmuştu. "Toplayın burayı sonra da dünya üzerinde Alpaslan'a ait ne kadar bilgi varsa getirin. Bu geceye kadar" dedi.

Başka bir koruma arkamızda kalan arabalara yürüdü. Bagajdan siyah bir gömlek çıkardı. Çakıroğlu'na baktım. Üzerindeki gömleği iki tarafa doğru açtırarak düğmeleri kopardı. Vücuduna baktı kan izi var mı diye bulamadı. Korumanın getirdiği gömleği giydi. Ceketini ve paltosunu da üzerine aldıktan sonra yanıma geldi. Elindeki kan lekeleri hala duruyordu. Bana bakmadan konuştu. "Yengenizi eve götürün" kendi arabasına bindi. Berkay geldi yanıma. Sessizce takip ettim onu. Korumalarla birlikte arabaya bindim. Can, Çakıroğlu'yla gitmişti. Işık evdeydi. Kim vardı Işık'ın yanında? Berkay sessizliği bozan kişi oldu.

"Yenge iyi misin?" diye sordu.

"İyiyim" dedim. Dikiz aynasından beni kontrol etmeye çalışıyordu. İki araba gidiyorduk. Ümit benim arabayı sürüyordu. Bende Berkay ve Cem'le aynı arabadaydım. Çakıroğlu 3 araçla ayrılmıştı yine. Depodaki Çakıroğlu kimdi? Neden bu kadar garipsiyorsun Nare? Siz ilk tanıştığınızda canlı canlı adamı yakmamış mıydı? O hep böyle birisiydi. Kendi ağzıyla söyledi katil olduğunu. Ama sen Leyla öldüğünde ne kadar üzülmüş olabileceğini düşündün! Yarasını sarmak istedin. Evet istedim! Bende yaralıydım çünkü. İyileşsin istedim. Evde gördüğüm sürekli tatlı tatlı tartışıp takıldığım Çakıroğlu hep öyle olsun istedim. Kendini anlatsın istedim! Sormayacağım dediğim her şeyi sormama rağmen! O anlatsın istedim. Saçımı tararken içimden başkasının saçını da taramış diye geçirirken kendiliğinden Işık'ın saçını taradığınızı söylediği gibi. Kendiyle ilgili her şeyi kendi istediği için anlatsın istedim. Ama anlatmadı. Tamam sorduğum hiçbir soruyu geçiştirmedi yalansız dolansız verdi cevabı. Benim istediğim bu değildi. Çekmece de fotoğrafı gördüğümde mesela açıklama yapma gereği duymak yerine biliyor musun bende uzun zaman sonra gördüm deseydi.

Benim en büyük hatam neydi biliyor musunuz?

Hala ölü birine aşık olan adamdan yaralarımı sarmasını beklemekti.

Eve gelmiştik. Arabanın kapısını açıp çıktım. Evin kapısını benim için çalan korumaya teşekkür ettikten sonra içeri girdim. Direkt üçüncü kata çıkacaktım. Hızlı hızlı merdivenleri çıkarken Işık'ın odasından gelen sesleri duydum. Kapının önüne gelmeden bile sesleri duymak mümkündü. Birine bağırıyordu. "Seninde beni sevdiğini adım gibi biliyorum" diye bağırdı önce "Ne demek zamanı değil ya! Korkaksın sen" diye de devam etti. Işık'ın aşk hayatı biraz karıştı anladığım kadarıyla beni çok ilgilendirmediği için yavaşça uzaklaşıp bir kat daha çıktım. Odaya geldiğimde önce üzerimdeki paltoyu çıkardım. Çantamla birlikte yatağın üzerine bıraktım. Komidinin üzerinde duran minik bir kağıt ve bir kutu vardı. Kağıdı aldım önce elime. "Aradığımda ulaşmak istiyorum" yazıyordu. Kutuyu açtım. Telefondu. Iphone 14'ün mor renkli telefonu vardı. Açılmış Kişiler eklenmiş fotoğraflar diğer telefondan bu telefona geçirilmiş. Her şeyi düşünülmüş. Telefonu da çantayla paltonun yanına yatağın üzerine bıraktım. Giyinme odasından iç çamaşırı ve üzerime turuncu renkli bir eşofman takımı aldım ve banyoya geldim.

🕊

Saçlarımı kurutmak benlik bir olay olmadığından tarayıp dağınık bir topuz yaptım. Yüzüme nemlendirici sürdüm. Elimi tekrar sarmak istemiyordum. Eda'nın getirdiği kremi dikişlerin üzerine sürdüm. İz kalacaktı. Hangisinin kalmamıştı ki? Sırtımın sürekli izlerini kapatmasam da göğsümün üzerindeki izi her fırsatta kapatırdım. Kapatıcıya uzandım ve eşofmanı göğsümün üzerine kadar sıyırdım. Parmağıma iki damla sıktıktan sonra tam ize sürecektim ki ayna da izle göz göze geldim. Görmeyi ve bakmayı reddettiğim izle. Hızla kapatıcıyı sürüp kapattım. Banyodan çıktım.

Yorucu bir gün olmuştu. Ufak bir gizem çözülmüştü en azından. Evime girenler Alpaslan'ın emriyle girdiklerini kabul etmişlerdi. Beni neden depoya götürmüştü? Adamları konuşturup söyleyebilirdi. Hiçbir şey bilmiyordum ve bir an önce bitsin istiyordum. Bu evlilik de bu oyun da. Her şey bitsin istiyordum. Ne Alptekin Çakıroğlu'nu görmek istiyordum ne de Alpaslan Yıldırım'ı. Hatta Yavuz Arslan'ı bile görmek istemiyordum artık. Leyla böyle yaptığını görse çok üzülürdü. Bomba koymuş arabaya şizofren herif ya! İstediği hiçbir şey olmayınca ayaklarını yere vurup ağlayan çocuklar gibi. Beni öldürmek için o kadar çok fırsatı vardı ki. O kadar çok fırsat sundum ki ona. Ama anlamadı.

Mustang'e bombayı koyduğu gün herkesten uzakta bir sahildeydim. Kaçırabilir ve peşine öldürebilirdi. Dünde aynı şekilde savunmasız ve hazırlıksızdım. Adamlarının beni takipte olduğunu da adım gibi bilirken gitmiştim sahile. Gel beni öldür demiştim aslında ama salak Yavuz anlamamıştı. Keşke ikisi de ölse hatta bende ölsem ve bitse bu işkence. Telefonum çaldı. Edoş arıyordu.

"Efendim" dedim.

"Napıyorsun" dedi.

"Oturuyorum sen" dedim.

"İşten çıkacağım da sana geleyim diyorum müsait misin?" dedi.

"Müsaitim hayatım" dedim. "Tamam birazdan görüşürüz" derken

"Nasıl geleceksin sen Yusuf mu bırakacak?" diye devam ettim.

"Mustafa da bir saate Alptekin'in yanına geçecekmiş o alacak" dedi.

"Af buyur?" dedim.

"Düşündüğün gibi değil" dedi.

"Nasıl peki?" dedim.

"Gelince konuşalım" dedi. Tamam deyip kapatmıştım.

Niye birlikte geliyorlardı ve Yusuf'un neden haberi yoktu? Yusuf ve Eda arasında olanlardan haberim yoktu bir kaç gündür hatta bir haftaya yakındır. Gelince öğreniriz diye düşünürken tekrar çaldı telefonum. Arayan Yusuf'tu.

"Efendim" dedim.

"Öldün mü lan" dedi.

"Ölümden döndüm hayatım" dedim.

"Şaka" dedi.

"Yoo" dedim.

"Harbiden ölümden mi döndün?" dedi.

"Valla, arabaya bomba koymuşlar" dedim.

"Vay anasını ya güvende ol biraz daha diye kabul ettik. Tehlikeden tehlikeye koşuyorsun" dedi.

"Hala yaşıyorum başının belası olmaya devam" dedim gülerken.

"Sen benim başımın tatlı belasısın" dedi.

"Ay biliyorum" dedim. O da güldü.

"Yarın öğlen bir yemek yiyelim" dedi.

"Okey" dedim.

"Kim kim olduğunu söylemedim" dedi.

"Kim kim?" dedim.

"Kebapçı tayfa işte hep beraber" dedi.

"Niye?" dedim.

"Sevdim tayfayı" dedi.

"Niye bir şeyler çeviriyormuşsun gibi geliyor" dedim.

"Saçmalama lan" dedi.

"Şiddetli itiraz eden birinin yalan söyleme olasılığı-"

"Nare seni gebertirim" dedi. Güldüm.

"Defol" dedim gülerken.

"Bays" dedi. Kapattım.

Söylemeli miydim? Eda kendi söylemeliydi. Daha doğrusu aralarında ne olduğunu önce çözmem gerekiyordu. Bu ikili hoşuma gitmemişti. Neyse. Canım bir sürü abur cubur çekmişti. Mutfağa indim. Dolapları açıp kapatıyordum ama bulamamıştım. Kader hanımında mesaisi bittiği için evde değildi. Edoşu aradım.

"Efendim" dedi.

"Bize abur cubur alır mısın bir sürü" dedim.

"Alırım özellikle istediğin bir şey var mı?" dedi.

"Hayır her şeyden istiyorum bir sürü cips istiyorum" dedim.

"Okey bebiş" dedi. Kapattım.

Mutfak masasına oturmuştum. Sabah olanlar gözümde canlanmak için boş bir anı kolluyordu gerçekten. Ne kadar gözümün önüne düşmesin istesem de düştü. Başkasına aşıktı. Bana nasıl dokunurdu? Az çok Alpaslan'ın yaptığı şeyleri anlamış olmalıydı buna rağmen nasıl böyle davranırdı? Aklım almıyordu. Bir gün gördüğüm Çakıroğlu'yla ertesi gün gördüğümün arasında dağlar kadar fark oluyordu. Bir kere yine burada otururken korumaların konuşmalarına şahit olmuştum. Gerçi sürekli şahit oluyordum ama o gün söylenenler canlandı kulaklarımda. "Alptekin Çakıroğlu bu. Ne zaman gördün birine merhamet ettiğini? Acıması yok. Duygu nedir bilmez." diyordu. Ben ölmeyeyim diye beni canı pahasına korumak isteyen adamdan bahsediyorlardı. Kafam çok karışıktı. Ama kafamın karışık olması bir şeyi değiştirmiyordu.

O yıllar önce ölen kadına aşıktı. Sevdiği kadını gömmüştü, sevdasını değil. Nereden mi biliyorum? Çekmecedeki fotoğrafı gördüğü ilk andaki yüz ifadesi. Her şeyi anlatmıştı. Pişmandım. Dün gece değildim ama bu gün pişmandım. Sarılıp uyuduğum için. Uyurken kalpsiz bir adamın bile masum görüşünden etkilendiğim için. Nare sen bu evlilik olayına fazla kaptırdın kendini sanırım. Kendine gel artık.

Mutfağın bahçe kapısı açıldı. Mustafa ve Eda ellerindeki bir sürü poşetle mutfağa girdi.

"Biz geldik" dedi Edoş. Gülümsedim.

"Hoş geldiniz" dedim.

"Alptekin gelmedi mi?" dedi Mustafa.

"Haberim yok" dedim.

"Sen nasılsın?" dedi.

"İyiyim" dedim.

"Ben bir dışarı bakayım" dedi ve elindeki poşetleri masanın üzerine bırakıp çıktı.

Poşetleri açmaya başlamıştım. Cips istiyordum. Doritos acılı buldum bir tane ve hemen açtım. İçinden bir tane alıp ağzıma attım. Eda'da poşettekileri çıkarıyordu. Cem mutfak kapısını tıklattı. Başımı oraya çevirdim.

"Yenge" dedi.

"Efendim?" dedim.

"Abim" dedi.

"Ne olmuş abine?" dedim bir yandan ağzıma cips atıyordum.

"Magazinde şu an" dedi. Benden önce Eda elini telefona atmıştı. Canlı bir haberdi anladığım kadarıyla.

"Çakıroğlu şirketlerin sahibi Alptekin Çakıroğlu gizemli bir güzelle görüldü" diyen muhabir heyecanlıydı. "Daha bir hafta önce evlenen Çakıroğlu soluğu gece kulübünde aldı. Bir güzelle görüntülendi." Mustafa mutfağa girdi.

"Öğreniyoruz aslını" dedi. Hiç istifimi bozmadan bir cips daha attım ağzıma.

"Gerek yok" dedim. Mustafa elindeki telefondan kimi arıyorsa kapattı. Eda telefon ekranındaki gözlerini bana kaldırdı. Cem uzaylı görmüş gibi bakıyordu. "Eda hadi şunları hazırlayalım da film izleyelim" dedim.
Mustafa'nın telefonu çaldı.

"Noluyor olum ne güzeli ne kulübü" dedi. Karşı tarafı dinledi.

"Bu haber ne n'oluyo?" diye koşarak mutfağa giren Işıktı. Elimdeki cipse ve bana bakıyordu. "Nare abla yanlış anlaşılma olmalı" dedi.

"Işık biz film izleyeceğiz sende bizle izlemek ister misin? Bir sürü abur cuburumuz da var" dedim. Mustafa beklediği cevabı alamamış olacak ki bahçeye çıktı. Cips yemem yasak ya da ayıp mıydı? Neden böyle bakıyorlardı? "Ee hadi" dedim. Telefonum çaldı. Bu gün susmaya niyeti yoktu. "Efendim" dedim.

"Kocan ilk haftadan başkasının kollarına gitmiş" dedi.

"Beni patlatmışsın varsay. Alıştırma yapıyordur" dedim.

"Patlasaydın ve parçanı bulsaydık seni Leyla'nın yanına defnecektim ya. Alptekin mağdurları diye" dedi.

"Ay iyi fikirmiş. Leyla'yla da tanışma fırsatım olurdu tüh başka sefere artık" dedim gülerken bir yandan da cips attım ağzıma.

"Ne o zehirli elma falan mı yiyorsun?" dedi.

"Yok cips yiyordum ölmek o kadar kolay mı be Yavuz" dedim.

"Teklifim hala geçerli" dedi.

"İş teklifin mi? Kocam başka kadınla magazine yakalanmışken düşmanının iş teklifi" düşünür gibi durdum bir kaç saniye "Mantıklı aslında da etik değil" dedim gülerken.

"Kafan mı güzel senin" dedi.

"Ay Yavuz alem adamsın valla. Senin ameliyatın falan yok mu? Salsana beni patlatamadın da zaten" dedim.

"Ee Alptekin'le yaşayan ne olur ki delirmiş bu" dedi.

"Teveccühünüz" dedim güldüm devam ettim "Seninle de iyi arkadaş olunurmuş be Yavuz" dedim.

"Hala bir şansın var" dedi.

"Heyecanlandım" dedim kahkaha atarken.

"Sen bir düşün yine arıcam, bu magazinin dedikodusunu yaparız" dedi.

"Okey" dedim ve kapattım. İyi gülmüştüm.

Yani Yavuz beni gerçekten çok güldürmüştü. Elimdeki cips paketi bitmişti. Eda'nın masanın üzerine dizdiği başka bir paketi açtım ve ağzıma bir tane daha attım. Herkes bana şok olmuş gibi bakıyordu.

"Nare abla iyi misin?" dedi Işık.

"İyiyim hadi film izlemiyor muyuz?" dedim. Mustafa bahçeden dönmüş ve Eda'yla birbirlerine bakıyorlardı. Ciddileşmeye çalıştım biraz "Delirmedim saçmalamayın. Altı üstü kocam magazine yakalanmış. Ne abarttınız. Yakalanmadan yaptığında sorun yok muydu?" dedim.

"Nare öyle değilmi-"

"Sen hiç o tatlı canını yorma kimseden bir açıklama beklediğim yok çünkü umrumda değil" dedim. Işık duyduklarıyla şoka girmiş olabilirdi. "Hadi Eda cipsleri şu cam kaselere dök sen, Işık sende şu jelibonları şuradaki düz tabaklara koy. Bende şu kekleri kurabiyeleri tabaklara koyacağım" dedim. Kimse itiraz etmeden dediklerimi yapmaya başlamıştı. Cem bir ara ben Yavuz'la konuşurken delirdiğime emindi ama. Sonra Mustafa'nın başıyla çık işaretine itiraz etmeden çıkmıştı. Yazık çocuk valla delirdim zannediyor. Her şeyi hazırlamış masaya dizmiştik. "İçecek almadınız mı?" dedim. Mustafa korumalardan birini çağırdı.

"Ne istiyorsun?" dedi.

"Her şeyden" dedim.

"Duydun yengeni bir sürü içecek al gel" dedi. Ben bir yandan hazırladığımız tabaklardan yemeğe devam ediyordum. Eda dayanamamış olacak ki.

"Siz bizi salonda bekler misiniz?" dedi Işıkla Mustafa'ya. Sessiz sedasız çıktılar mutfaktan.

"Noldu?" dedim büyük bir sır verecekmiş gibi bakan Eda'ya.

"Nare sen kendinde misin?" dedi.

"Bir şey sorucam. Siz niye birlikte geldiniz?" dedim.

"Konumuz bu mu?" dedi.

"Evet bu. Neden birliktesiniz?" dedim.

"Anlamadım ki sürekli konuşur halde buldum kendimi" dedi. "Düğünden sonra her gün illa ki bir mesajlaşma bir araşma oldu aramızda. İyi geldi, geliyor" diye devam etti.

"Hoşlandın yani" dedim.

"Hoşlanmak gibi de değil gibi de" dedi.

"Yusuf peki?" dedim.

"Olmuyor Yusuf'la bizden görmüyor musun?" dedi.

"Nasıl olmuyor abi siz sevgili oldunuz da ben mi kaçırdım?" dedim.

"Sevgili bile olamıyoruz benden uzak durmak için hayatına kaç kadın aldı bilmiyor musun?" dedi.

"Aynı şekilde sende hayatına başka adamlar aldın" dedim.

"Beni düşün biraz. Hayatımın sonuna kadar bekleyemem Yusuf'u" dedi.

"O zaman bunu onun yüzüne söyle Eda. Ben artık seni sevmek istemiyorum de. Ben artık seni beklemek istemiyorum de. Sen korkaksın ve ben cesur adamlar severim de. Ya tamamen aranızdaki duygusal çekimi bitir ya da tamamen kaybedin birbirinizi" dedim.

"Korkuyorum" dedi dolan gözleriyle
"Tamamen gitmesinden korkuyorum" dedi.

"Bir ay mühlet sana. Mustafa'dan mı hoşlanıyorsun yoksa Yusuf'u mu kıskandırıyorsun duygularına adam gibi isim ver sonra da bunu çöz" dedim. Dolan gözlerini tavana dikti ağlamamak için. Eda ne kadar kardeşimse Yusuf'ta o kadar kardeşimdi. İkisi de sevgilisinden ayrılmıştı ve bunu birbirleri için yapmışlardı. Ne olursa olsun yüzleşmeleri ve hesaplaşmaları gerekiyordu.
Birbirlerini bulmadan kaybetmişlerdi.

🕊

Mutfak masasındaki her şeyi salondaki geniş sehpaya taşımıştık. İçeceklerimiz gelmişti bu arada. Aksiyon olan bir film seçmiştik. Saat kaçtı? Telefonuma baktım 00.00'dı. Zaten daha erken olması imkansızdı. Elime başka bir cips kasesi almış ve koltuğa yayılmıştım. Işık benimle üçlü kanepede otururken, Mustafa ve eda diğer koltukta oturuyordu. Ağzım asla boş durmuyordu. Sürekli yiyordum. Filmi başlatmıştık. Sahneler akıp gidiyordu. Ara ara çalan gerilim müziği gergin olan ortamı iyice geriyordu. Ben keyifle her şeyden birazdan yerken kimse elini bir şeye atmıyordu. Keyifleri bilirdi. Elimdeki kaseyi Işık'a uzattım. Aldı içinden dört-beş tane.

"Katil bu adam çıkarsa üzülürüm" dedi Edoş.

"Katil olduğu her halinden belli" dedi Mustafa.

"Ben gördüğümü bile görmemezlikten gelmiştim" diye mırıldandım ama konunun filmle bir alakası yoktu.

Sessizce filmi izlemeye devam ettik. Bazı sahneler Işık'a göre değildi o yüzden arada gözlerini kapatıyordum ve bana kızıyordu. Sonra birlikte gülüyorduk bu duruma. Filmin sonuna gelmiştik. Katil Mustafa'nın her halinden belli dediği adam çıkmıştı oysaki o ara adamın tek bir sahnesi vardı. Mustafa'yla Eda aynı anda salonun girişine baktılar. Bende telefonumu çıkarmış saate bakıyordum. 03.15'di. Işık yerinden kalktı.

"Abi" dedi. Ben elimdeki başka bir cips kasesiyle yerimden kalktım. Masadan bir kaç bir şey daha aldım. Salonun ortasına gelmişlerdi. Işık'a sarılmıştı. Gözlerim onlarla temas etmedi. Eda'ya baktım.

"Işık sana misafir odasına kadar eşlik etsin" dedim.

"Mustafa bıracak beni" dedi. Gözlerim Eda'nın gözlerindeyken devam etti. "Sabah hastanede olmam gerekiyor" derin bir nefes verdim

"İyi geceler" diyip çıktım salondan.

Elimdeki kasenin içinden bir şeyler yiye yiye merdivenleri çıkıyordum. Yatak odasının kapısına geldim. Bir elimle açıp içeri girdim. Telefonu ve kaseyi komidinin üzerine bıraktım. Yataktan bir yastık aldım ve koltuğa koydum. Balkondaki battaniyeyi de içeri alıp balkon kapısını kapattım. Telefonumla kaseyi koltuğun önündeki sehpaya koydum. Kapı açıldı. Battaniyeyi düzelttim. Başımı yastığa koydum ve uzandım. Kolumu uzatıp telefonumu aldım önce. Sonra da kaseyi. İnstagrama girmiştim. Milyon tane etiket ve mesaj vardı. Ağzıma bir tane cips atıp bir mesaja tıkladım. "Kocan seni çabuk boynuzladı" çıktım başka birine tıkladım. "Bir gece de bana gönder" başka birine tıkladım "Adama ölmek yetmez senin uğruna dersin adam başka kızlar için ölüp biter" güldüm. Magazin sayfalarının etiketlerine tıkladım. "Nare Çakıroğlu gizemli bir güzel yüzünden aldatıldı. Haberin devamı için tıklayın" diğerine baktım. "Bir hafta önce evlenen Çakıroğlu çiftine aldatılma şoku" diğerine baktım. "Alptekin Çakıroğlu bir haftalık karısını aldattı" diğerine baktım. Haberi yapan 24'lük çıtır yazan muhabirdi. "Nare Yıkılmaz, Çakıroğlu olduğu için bir hafta da pişman oldu" diye bir haber yapmıştı bu sefer ama hak vermiştim. Pişmandım çünkü. Telefon elimden alındı. Sessiz kaldım. Haberi okuyordu. Telefonu kilitleyip sehpaya bıraktı.

"Okuma" dedi. Cevap vermedim niyetim de yoktu. Kaseyi sehpaya bıraktım. Çakıroğlu'na sırtımı döndüm ve üzerimi örtüp gözlerimi kapattım. Başka bir şey söyleme zahmetine girmedi. Bende sormadım zaten.

🕊

Çok uyanmıştım. Sürekli dönüp duruyordum. En son duyduğum seslerle gözlerimi açtım. Odanın altını üstüne getirmişti. Yatağı dağıtmış. Çekmeceler açık. Kıyafetler yerlerde. Koltukta oturur pozisyona geldim. Neyin siniriydi bu? Sehpada duran cam kaseyi fırlattı duvara. Başımı diğer tarafa çevirmiştim yüzüme sıçramasın diye. Boy aynasına yumruk attı. Kanayan eline aldırmadan makyaj masasına yürüdü. Elindeki makyaj masasının sandalyesini de fırlatmak üzereydi.

"Napıyorsun?" dedim dehşete düşmüş gibi. Cevap vermedi. Bakmadı bile. Hatta duymadı bence. Sandalyeyi balkon camına fırlattı. Büyük bir gürültü koptu. Yerimden fırladım. Çakıroğlu'nu geri çektim camlar üzerine gelmesin diye. Kapıya yaslandı. "Napıyorsun sen ya manyak mısın?" dedim nefes nefese. Gözlerinin odağı ben değildim. Görmüyordu beni. İtti beni. Kolundan tuttum. "Bana bak Çakıroğlu" dedim. Duymadı. Ama onu bir şeyin engellediğinin farkındaydı. Belindeki silaha uzandı. Emniyeti açıp bana doğrulttu. Sıksaydı ve bitseydi diye geçti içimden. Kolundaki elimi yüzüne çıkardım. Yavaşça dokundum. Sonra iki elimle yüzünü tuttum. Silah tam kalbimin üzerindeydi. Bana bakması için ellerimle tuttuğum yüzünü bana doğru eğdim. "Bana bak Çakıroğlu" dedim. Sakin tonda çıkan sesimle. "Beni gör" "Benim Nare" dedim tekrar. "Nare Çakıroğlu'yum" dedim. Gözleri oynadı. Sabit baktığı yerden çekti gözlerini. Gözleri yavaş yavaş gözlerimi buldu. "Görüyor musun beni?" dedim. Cevap vermedi ama başını salladı, hızlı hızlı inip kalkan göğsünü hissettim. Ellerimi çektim yüzünden. Onun gözleri elindeki silaha ve namlunun ucuna kaydı. "Sık" dedim. Gözlerimle namlunun ucunu gösterip. "Sık. Delirmiştim hatırlamıyorum dersin" dedim.

"Hatırlıyorum" dedi.

"Unutursun" dedim. Namluyu göğsümden ayırdı. Emniyetini kapatıp beline koydu. Odaya baktı. Ne yaptığının farkında değildi.

"Senin yüzünden" dedi. Şok olmuş gibi baktım yüzüne. Ne demek benim yüzümden? "Allah kahretsin ki hepsi senin yüzünden!" dedi. Kapı çalındı.

"Abi iyi misin?" "Abi giriyorum" Can'dı muhtemelen. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Odanın halini görünce garipsemedi. Bana baktı. "İyi misiniz Nare Hanım" dedi.

"İyiyim" dedim.

"Abi hava alalım biz" dedi Can. Çakıroğlu'na yürüyordu ama onun ilerlemesine engel oldu.

"Çık. Konuşacaklarımız var" dedi.

"Abi yarım saat sonra konuşun hem odayı da-"

"Siktir git Can elimde kalırsın" diye bağırdı.

"Sen git" dedim fısıltı halinde.

"Bir şey olursa aşağıdayım" dedi. Gülümsedim. Deli zannedeceklerdi beni.

"Ne benim yüzümden" dedim.

"Her şey" dedi. Elini ensesine attı oradaki saçlarını karıştırdı. "O sokakta hayatıma girdiğin andan itibaren yaşanan her şey senin suçun" dedi.

"Başka?" dedim. Sinir krizi geçirme sırası bu kadar çabuk mu dönüyordu ya yarın da bir tur daha kriz geçirirdim olurdu yani. Neyse.

"Senin yüzünden uyuya kaldım" dedi. "O lanet kokun yatağın her yerine sinmişti! Gözlerimi dinlendirecektim ama senin kokun yüzünden uyudum" üzerime yürüdü, o geldikçe ben geri gidiyordum. "Uyursam bunu yaşayacağımı bile bile uyudum" dedi. "Nasıl ya! Nasıl nasıl! Nasıl senin yüzünden uyuyabilirim?" Sırtım duvara çarptı. Odayı gösterdi. "Görüyor musun senin eserin bu" kendini gösterdi "Bu da senin eserin! Duyuyor musun! Görüyor musun!" Dedi. Konuşmama fırsat vermiyordu ama konuşsam da dinlemeyecekti zaten. Gözlerini gözlerimden çekmeden bağırıyordu. Gözleri onun aksine başka bir şey anlatmak istiyor gibiydi. Sanki onu anlamamdan korkmuş gibi çekti gözlerini üzerimden. "Haklısın biz bu evlilik oyununa fazla kapıldık! Bu saatten sonra ne sen bana dokunabilirsin ne de ben sana dokunurum!" dedi. Gözleri gözlerimde durdu. "Asıl konumuza gelelim" dedi başını sallarken. İleride dağıttığı yerden bir zarf aldı. İçinden bir kaç fotoğraf çıkardı. Soluğu burnumun dibinde aldı. "İki dakika yalnız kalamıyor musun sen!" dedi. Fotoğrafları havaya atarken zaten kan revan olan elini hemen sol omzumun üzerinde kalan duvara geçirdi. Yerimden sektim. Noluyordu?

"Yeter" dedim.

"Ne yeter!" dedi. Yerdeki fotoğrafları gösterdi. "Baran Kartal he! Oto galeriler sahibi" başını salladı "Aşağısı da kesmiyor hanımefendiyi" dedi. Gözlerine baktım gerçekten mi diye.

"Haddini aşma! Sen kimsin de böyle konuşuyorsun? Delirmekse delirmek bokunu çıkarma" dedim.

"Kocanım kocan!" dedi.

"Ne kocası ya kendini böyle mi kandıracaksın! Sen benim hiçbir şeyim değilsin" dedim.

"Sen benim karımsın ve sadece onay verdiklerimle görüşebilirsin" dedi.

"Ben senin karın da değilim! Tutsağın da değilim! Noluyor sana ya? Bu ne barzoluk bu ne had bilmezlik" dedim gayet sakin tonda çıkan sesimle.

"Benimsin ve-"

"Ben sana tokat atmaktan yoruldum ama sen anlamamakta ısrarcısın" dedim sözünü kesip. "Sözleşmeyi feshetmek istiyorum hemen şu an!" dedim.

"Baran Kartal aklını çeldi tabi" dedi. Aa noluyordu bu adama. Delirmiş miydi? Güldüm sadece. Yanından geçip gitmem gerekiyordu. Daha fazla duymak istemiyordum.

Gözlerine baktım. Sesinin, hareketlerinin aksine yorgun bakan gözlerine. Sessizdim ama aramızdaki mesafeyi açmıyordu. Sağ elim havalandı. Parmaklarımın tersi yüzüne dokundu. Gözleri hala gözlerimdeydi. İtiraz etmedi. Yavaşça gezdirdim elimi sakallarında. Gözlerini kapattı.

"Yapma" dedi.

"Neyi" dedim.

"Dokunma içime" dedi.

"Yüzüne dokunuyorum sadece" dedim.

"Sadece yüzüme dokunduğunu zannediyorsun" dedi. Elim yüzünden göğsüne kaydı. Kalbinin üzerinde durdu. Deli gibi çarpan kalbinin üzerinde. "Özürle bile affedilmeyecek şeyler söylüyorum sürekli" dedi. "Sinirden gözüm dönüyor. Ödüm kopuyor birinize bir şey olacak diye" dedi. Ses tonu o kadar sakin o kadar sessiz çıkıyordu ki. Gözleri hala kapalıydı. İki elimi boynuna doladım. Sımsıkı sarıldım. Bunu bekliyormuş gibi iki eliyle sardı belimi. Bu sana olan son borcumdu Çakıroğlu. Bir dahası olmayacak. Geri çekilmek istedim. Bırakmadı. Biraz daha kaldık öyle. Dudakları boynumla temas etmek üzereydi. Nefesini boynumda hissediyordum. Boynundaki elim ensesindeki saçlara dokundu. Ense traşı çok güzeldi. İlk gördüğümde de aklımdan geçmişti. Geri çekildim. Gözleri gözlerimi buldu.
"Gözlerimde gördüğün yardım çığlıklarına kulaklarını tıka bundan sonra" dedi. Arkamı döndüm. "Ne dediğimi bilmiyordum. Affet demiyorum affetme ama duyduklarına da inanma minik kuş" diye devam etti. Yüzümü ona döndüm. Gözlerinin içine baktım ve konuştum.

"Beni önce kendinden koru"

Continue Reading

You'll Also Like

656 54 12
"Beni sen değiştirdin Eylül, geldin ve bütün düzenimi altüst ettin." ... "Yine ve yine söylüyorum güzelim beni sen değiştirdin, geldin ve benim kader...
67.3K 7.2K 39
@yetişkin içerik Ya aşık olduğunuz adam size daha önce bir kez daha aşık olmuşsa tepkiniz ne olurdu? Bu korkunç olsalıklar zincirinin bedeli...
24.2K 864 8
Hiç bişeyden habersiz kuzenleriyle Mardin'e giden Bi genç kız olacaklardan habersiz Nerden bilebilirdi ki başına bunların geleceğini...