TUTSAK

eelsanna által

74K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... Több

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

17-Evlilik

2.2K 68 71
eelsanna által

Hellooo! Biz geldiiik!🥳

Bizim için önemli bir bölüm! Bu bölümden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hikayenin içine tamamen girmiş durumdayız.
Hepinizin okurken zevk alması dileğiyle💗

Oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın💜

🕊

"Seni çok özledim Nare, sesimi unutamazsın, unutmuş olamazsın ama yine de hatırlatayım ben Alpaslan Yıldırım" dedi.

Açmamalıydım.

Telefon elimden düşer gibi oldu. Masadaki herkesin gözü benim üzerimdeydi. Çakıroğlu'na baktım o an. Göz bebeklerime kadar titredim.

Numara, seni çok özledim Nare mesajları, tek tek canlandı gözümde. Her aradığında sesini robotlaştıracak bir şekilde arıyordu. Benim düşmanım, benim tehdit mesajları aldığım Alpaslan Yıldırım mıydı?

Ne zaman çıkmıştı? Ne zamandır uğraşıyordu bunlarla? Ne kadarını biliyordu?

"Ben özlemedim ama" diyen sesim sert ve dikleşir gibi çıkmıştı.

"Ben seni özledim! Hemde deli gibi Nare! Özellikle de tenin-"

"Kes sesini" dedim duymaya tahammülüm kalmamıştı.

Dik duruşum buraya kadardı. Yıkıldım, yıkılacaktım. Suratına kapattım. Sesini duymak midemi bulandırmıştı. Vücudum sızladı. Bileklerim yandı. Ben artık yemek yiyebileceğimi sanmıyordum. Kalktım aniden masadan. Lavaboya gitmek istiyordum. Elimi yüzümü yıkamam gerekiyordu. Nefes almam gerekiyordu. Adımlarım lavaboya gidiyordu ama düşmemek için zor duruyorlardı.

İnanılmaz bir acı vardı vücudum da, ilk günkü gibi alev alev yanıyordu canım. Lavabonun kapısına gelmeden elimin ayağımın canının çekildiğini anca anlamıştım. Ayakta duracak gücüm yoktu. Gözlerim kapanıyordu. Direnmekten vazgeçtim.

Yere sert düşmüş olmalıydım. Her yerim ağrıyordu. Kapalı olan gözlerimi hiç açmak istemesem de uyanmıştım. Gözlerimi araladım. Evde ya da kebapçıda olacağımı düşünsem de hastane de olacağımı düşünmemiştim. Hala geceydi.

Yatağın kenarına oturmuş, bir eli elimde başı yattığım yatakta olan tabi ki Eda'ydı. Diğer koltukta oturmuş, dirseklerini dizlerinin üzerine koymuş, başını da ellerinin arasına almış kişi Yusuf'tu.

Görmeyi beklediğim ilk kişi Çakıroğlu olmasa da odada olur diye düşünmüştüm ama yoktu. Uyandığımı belli etmek istemedim. Geri uyumak istedim. Gözlerim de bu isteğime karşı koymamıştı. Uykusuzdum ve uykuya ihtiyacım vardı.

Uyandığımda bedenimi daha iyi hissediyordum. Gözlerimi açtım. Yusuf'la göz göze geldik. Gülümsedi. Bende gülümsedim. "Uyandı" dedi sakin ses tonuyla. "Edoş vizite çıktı uğrayacak" dedi.

Odanın kalanına baktım. Uyandığımı kime haber verdi diye. Mustafa vardı odada. Ve Çakıroğlu hala yoktu. Mustafa'ya gülümsedim.

"Geçmiş olsun" dedi.

"Teşekkür ederim" dedim. Ben niye buradaydım? "Yusuf en son bayıldığımı hatırlıyorum da ben niye hastanedeyim?" en azından açıklardı.

"Sen bayıldığında Alptekin arkandayı ama sen düşüne kadar yetişemedi. Düştün. Düşerken de kafanı çarptın. Su ve kolanyayla seni kendine getirmeyi denedik tepki bile vermedin. Başını da çarptığın için hastaneye getirdik." he anladım der gibi başımı salladım. Hemen arkasına zaten Edoş geldi ve peşinden bir sürü stajyer doktor.

"Hastamız kendini nasıl hissediyor?" diye sordu.

"Daha iyi" dedim.

"Beyin mr'ında sıkıntı yok, herhangi bir bölge de kırık ya da çıkık da yok" bana baktı "hastamızı taburcu edebiliriz" güldüm bu ciddi haline. İşini hep ciddiye alırdı.

"Teşekkür ederim doktor hanım" dedim. Gülümseyip, göz kırptı ve çıktılar. "Yusuf bu kız kalp ve damar cerrahisinde çalışmıyor mu?" dedim gülerken.

"Senin için beyin cerrahı oldu bu gün" dedi aynı benim gibi gülerken.

"Yusuf beni evime götürür müsün?" dedim.

"Alptekin'in evine bırakacağım seni hayatım" dedi.

"Neden" diye sordum.

"Güvenliğin için" diye cevap verdi.

"Neyin güvenliği ya neyin güvenliği Yusuf? Bak bana güvende gibi miyim?"

"Değildin ama güvende olacaksın" diyen odaya yeni adım atmış Çakıroğlu'ylu.

"Ya ben niye siktir olup yurt dışına çıkamıyorum? Niye defolup gitmiyorum, gidemiyorum?" Diye yüksek çıkan sesime engel olmadan bağırmıştım. Çakıroğlu başıyla işaret edip odadakileri kovmuştu. Cevap vermek için çıkmalarını bekliyordu. Çıktılar.

"Çünkü hayatın benim, canın benim" dedi.

"Mal mıyım ben! Neyi sahipleniyorsun?" yerimden doğruldum bir anda kan beynime sıçramıştı.

"Evleniyoruz ya biz müstakbel karım" fal taşı gibi açıldı gözlerimle bir an da

"Af buyur?" dedim.

"Evleniyoruz" dedi tek kelime.

"Evlenmiyoruz" dedim.

"Evleniyoruz hatta yarın evimizde güzel bir organizasyonla evleniyoruz" dedi.

"Ne yapıyoruz ne yapıyoruz? Ne zaman? Ne diyorsun Çakıroğlu? Ne saçmalıyorsun? Bak ben zaten delirmek üzereyim! Benden uzak durun biraz, yalnız kalmak istiyorum" diye çıkıştım ama umrunda değildi.

Ciddiye almalıydı beni delirmek üzereydim gerçekten. Yanıyordum alev alev bir de yangınıma odun taşıyorlardı. Gözlerimde de mi görmüyordu? Görmek mi istemiyordu? Görmesin zaten istemiyorum. Ölmediğim her gün için öyle pişmanım ki nefes aldığım her an biraz daha artıyor pişmanlığım. Bana bunu yapmaya ne hakkınız var?

"Yarından sonra yalnız kalırsın" dedi ben düşüncelerimde boğulurken. Gözlerinin içine baktım. Gözlerini benden çekmedi ama ben ondan çektim. Göz devirdim. Olmadığı başka bir yöne çevirdim gözlerimi.

Camın önüne geçmiş sırtı bana dönüktü. Yüzü hastane camından dışarıya dönük manzarayı izliyordu. Bu yüzden mi yoktu geceden beri? Bununla mı uğraşıyordu? Neden ama? Neden benim nefes almam bu kadar önemli? Kimim ki ben? 10 günlükken çöpe bırakılan o minik kız çocuğundan başka bir şey değilim.

Ben Nare Yıkılmaz yirmi dört yaşındayım, yirmi dört yıldır ölmek istiyorum.

Ben Nare Yıkılmaz yirmi dört yaşındayım, yirmi dört yerimden bıçaklandım, ölmedim.

Ben Nare Yıkılmaz yirmi dört yaşındayım, yirmi dört kurşun yaram var, ölmedim.

Ben Nare Yıkılmaz yirmi dört yaşındayım, bir kere ölemedim.

🕊

Çakıroğlu'nun evinde salıncakta oturmuş, hazırlıklar için oradan oraya koşturan insanlara bakıyordum öylece. Bir şeyler sormak için bir kaç kişi yanıma gelse de kafalarına göre yapmalarını söylemiş, işin içinden çıkmıştım. Daha bu gün bile bitmemişti ki? Bir de yarını mı vardı? Gelinlik modelleri getirmişler salona, oraya geçmem gerekiyormuş. Emir aldım da. Peki benim bunu yapma ihtimalim? Yok tabi ki.

Salıncağa daha çok yayılırken, uykum da gelmişti zaten. Gözlerimi kapattım.
Dalmak üzereydim ki birinin Nare Hanım, Nare Hanım diye bağırmasıyla gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Gelen kimdi ve ne istiyordu? Ve derdi neydi de böyle bağırıyordu? Gelen Çakıroğlu'nun bir korumasıydı.

"Nare Hanım" dedi nefes nefese.

"Efendim ne var ne bağırıp duruyorsun?" dedim.

"Alptekin abim iyi değil acil seni yanına götürmemiz emredildi" dedi. Her şeyden şüphelenmek en birinci önceliğimdi. Cebimden telefonu çıkarıp Çakıroğlu'nu aradım açmadı. Mustafa'yı aradım.

"Efendim" dedi.

"Çakıroğlu iyi mi?" dedim.

"Değilmiş korumalara seni getirmelerini söylemiş sadece, bende bilmiyorum nerde?" dedi.

"Tamam gidiyorum ben" dedim ve kapattım.

Korumanın gösterdiği yola giderken sessizdim. Arabanın arka kapısını açtı benim için. İçeri girdim, o da direksiyona geçti. Bahçeden çıktık.

Arkamızda ve önümüzde birer koruma aracı vardı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama içimdeki kötü his gittikçe bütün vücuduma yayılıyordu. Geçtiğimiz yerler ıssız ve bir dağın etekleriydi. Beni dağın tepesine götürüyor olma ihtimali çok yüksekti. Ne yapacağımı ve Çakıroğlu'na ne olduğunu bilmiyordum. İki tarafı ağaçlarla çevrili tek gidişi olan dar bir yolda ilerliyorduk. Düşüncelerim, duygularım darmadağındı. Toparlayamıyordum. Birini düşünürken diğerine geçiyordum fark etmeden. Kafamın içi susmuyordu. Hiç düşünmek istemediğim biri daha vardı.

Alpaslan Yıldırım.

Şeytanın insana bürünmüş hali.

Ben ölmek istiyordum, Alpaslan yaşatmak istiyordu.

Ben yaşamak istiyordum, Alpaslan öldürmek istiyordu.

Ben kaçmak istiyordum, Alpaslan hapsetmek istiyordu.

Ben Alpaslan'dan kurtulmak istiyordum, Alpaslan beni istiyordu.

Ben Alpaslan'ı öldürmek istiyordum.

Ben Alpaslan'ı öldürmek istiyordum.

Ben Alpaslan'ı öldürmek istiyordum.

Ben, ölmek istiyorum.

Ben, onun olduğu bu dünya da nefes almak istemiyorum.

Dolan gözlerimi kapatıp açtım. Etrafa baktığımda gelmiş gibiydik. Hemen arkasına araba durdu. Bir dağın tepesinde, uçurumun kenarındaydık. Çakıroğlu sırtı bize dönük, manzarayı izliyordu. Arabadan indim. Kapıyı çok sert kapatmıştım çünkü gayet iyi görünüyordu.

Gözlerim üzerinde bir yara bir kan lekesi aramıştı. Yoktu. Beni sinirlendiren de buydu. Sert kapanan kapının sesini duyduğunda yüzünü bize döndü. Baştan aşağı tekrar süzdüm. Hiçbir şeyi yoktu. Kapanan kapıya yaslandım. Boş boş bakıyordum ona.

Niye buradaydık? Niye buraya gelmem için yalan söylemişti? Elbette cevaplanması gereken milyon tane soru vardı ama ben hiçbirini sormayacaktım. Öylece arabanın arka kapısına yaslanmış, ellerimi göğsümde bağlamış bekliyordum. Korumalara işaret parmağıyla etrafı korumaya alın gibi bir emir vermişti. Arkamda kalan bütün korumalar sağ-sol olmak üzere bölünüp bir yolun gelişini bir de gidişini kesmişlerdi. Bana doğru geldi. Tam karşımda aramızda bir karış mesafe kalana kadar geldi ve durdu.

"Hoş geldin"

"Hoş gelmedim"

"Tamam hoş gelmemiş ol"

"Timim hiş gilmimiş il"

"Yıkılmaz"

"Yikilmiz"

"Sinirleniyorum Yıkılmaz"

"Sinirlensen nolur ya? Ne yapabilirsin? Hani ölüyordun? Çok kötüydün? Gayet iyi görünüyorsun"

"Seni görmediğim her an ölüyorum ondandır o"

"Bir çarparım ağzına görürsün dalga geçmeyi"

"Biz seninle neden konuşamıyoruz?"

"Bilmem senin yüzünden olabilir mi?"

"Ben konuşuyorum şu an sen hiç oralı değilsin ama"

"Vidi vidi yapma Çakıroğlu, ne söyleyeceksen söyle basıp gidelim" bir eli elime uzandı, dirensem de kazanan oydu. Elimden tutup beni uçurumun kenarına getirdi.

"Bu uçurumu görüyor musun Nare Yıkılmaz? Sonu sert kayalıklara çıkıyor. Aşağıya bakmak ister misin?"

"Hayır"

"Bakmak bile istemediğin bu uçurumdan düşersen ne olur biliyor musun? Beni de sürüklersin peşinde. Seninle düşerim bende. Aşağıdaki sert kayalıklara çarpmaman için kendimi sana siper ederim. Ben o kayalıklara çok çarptım Yıkılmaz. Ölmek için yalvarıyorsun ama ölmüyorsun. Sen önce bu uçurumdan düşme diye tutuyorum elinden. Düşme ki parçalara ayrılmayasın. Düşme ki ölmek için yalvarmayasın. Bak tuttuğum elin burada, şimdi sen bir adım atsan uçuruma benimde adımım seninle atılır. Eğer sen dersen ki ben atlamak istiyorum yine seninle ilk atlayan ben olurum. Düşersek de kayalıklara çarpıp paramparça olan ben olacağım söz veriyorum. Tuttuğum bu eli bıraktırma bana. Canın yanmayacak demiyorum, söz vermiyorum. Kanatların kırılmayacak, incinmeyecek demiyorum ama kırılırsa ilk ben tutacağım, incinirse ilk ben saracağım." Cebinden siyah bir kutu çıkardı. Kutuyu açtı. İki tane alyans vardı kutuda. Küçük olanı çıkarıp gözlerime baktı. "Kanatların olmama izin verir misin?" dedi.

"Veririm" dedim sadece. Elindeki alyansı sağ elimin yüzük parmağına taktı. Kutudaki diğer alyansı eline alıp kendi sağ elinin yüzük parmağına taktı. Elimi hemen indirdim. Ne alyansı inceledim ne de doğru düzgün Çakıroğlu'nun yüzüne baktım. Arkamı dönmüş arabaya gidecektim ki Çakıroğlu seslendi.

"Kanatların olacağım Yıkılmaz, incinen, kırılan, yara alan, tüyleri kopan ben olacağım" dedi. Arkamı dönmeden cevap vermiştim. "Ölen ben olacağım."

🕊

Eve geldiğimde gördüğüm manzara beni hiç şaşırtmamıştı. Bahçeye gelmiş etrafa bakıyordum. Geniş bahçesini kır düğünü için kullanmak akıllıca bir fikirdi sanırım. Beyaz sandalyeler, beyaz masa örtüleri, masaların üzerinde beyaz-lila-mor güller vardı. Gümüş detaylar kullanılmış.

Çatal, kaşık, bıçak takımı oldukça asil duran gümüşlerdendi. Çiçeklerin olduğu vazolar cam seçilmişti. Masalardaki şamdanlar da gümüştü. Büyük bir ağacın tepesine kurulmuş kocaman bir aydınlatma vardı. Stadyumda kullanılan bir ışık sistemine benziyordu. Direği ağacın arkasına sakladıkları için çok güzel duruyordu.

Salıncak ortamı bozar diye kaldırmışlar sanırım. Çünkü bahçede değildi. Ama ilerde ışıklandırmanın olduğu ağacın dallarında sarkan halatla göz göze gelene kadar. Yavaş adımlarla oraya yürüdüm. Ahşap bir oturma yeri olan salıncak vardı karşımda. İki kenarındaki halatlar beyaz-lila-mor çiçeklerle sarılmıştı. Çok güzel görünüyordu.

Salıncağın hemen yanında bir organizasyon vardı. Aynı renk çiçeklerin hakim olduğu bir dikdörtgen büyük bir çerçeve vardı ortasında baş harflerimiz "N-A" harfleri asılmış. Dikdörtgenin diğer kısmında "Mrs.Çakıroğlu" yazan başka bir yazı vardı. Nikah süsleri organizasyonun sehpası olan bir camın üzerindeydi. Gümüş tepsi içinde minik kuş kafesleri vardı. Beyaz renkli kafeslerin üzeri siyah renkle yazılmış

"Nare-Alptekin Çakıroğlu
07.09.2022"

yazıyordu. Daha fazla bakmak gelmedi içimden. Arkamı döndüğümde biriyle çarpıştım. Daha doğrusu çarptım. Geri çekildim. Çakıroğlu'ydu. Çok sık çarpıyordum ona.

"Beğendin mi?"

"Güzel"

"Hiçbir şeyle ilgilenmemişsin"

"Umrumda değil çünkü"

"Gelinliği de seçmemişsin hala"

"Çok istiyorsan benim yerime bir tane seçebilirsin müstakbel kocam"

"Hay hay müstakbel karım" dedi. Gözlerimi devirdim ve onun yanından ayrıldım.

Bahçeden mutfağa girdim. Acıkmıştım. Dolabı açtım kaşar peynirini alıp kapattım. Ekmekliğe yürüdüm ve içinden bir ekmek alıp yarısını kesip geri kalanı yerine koydum. Kendime tost yapacaktım.

Çekmeceden bıçak alıp ekmeği kenarından kestim. İçine kaşarları koyup kapattım. Buraya kadar her şey çok güzeldi de tost makinası neredeydi? Boş boş etrafa baktım. Nerede olabileceğine dair fikir yürütmeye çalışıyordum. Çakıroğlu geldi.

"Çakıroğlu tost makinan yok mu?" dedim.

"Olması lazım" derken büyük dolaba yürüdü. Kapağını açtı en üst raftan tost makinasını çıkardı ve tezgaha bıraktı. "Varmış" dedi.

"Ay teşekkür ederim" dedim. Mutlu oldum. Sebebi de tost yiyecek olmam...

"Bana da yapmaz mısın?" dedi. Yapardım.

"Şu ekmeklikten kestiğim diğer yarısını verirsen yaparım" tam hareketlenmişti ki "Sen yarım ekmekle doyar mısın ya" dedim.

"Doyarım" dedi gülümserken. Neresi komikti? Yarım ekmek bu adama nasıl yetiyordu? Bana bile yarım ekmek yetmiyordu ki! Hıh.

Ekmeğin diğer yarısını da getirdi. Kaşarları doğramıştım bende. Tost makinası ısınırken bende Çakıroğlu'nun ekmeğini hazırlamayı bitirmiştim. Buzdolabına yöneldim ve açıp margarin aldım içinden. Ekmeklerin koyacağım kısmına margarin sürdükten sonra ikisini de aynı anda ısınmış tost makinasına koydum. Cızır cızır sesler çıkarttığı için memnundum.

Dolaptan yoğurt çıkardım. Ufak bir kap alıp içine yoğurt, tuz ve su koymuştum. Karıştırdıktan sonra iki büyük bardağı alıp onlara döktüm. İki tane tabak çıkardım. Ekmeklerin diğer tarafını çevirip margarini sürüp geri kapattım. Bardakları tezgahtan alıp masaya koydum. Tostlara baktım olmuşlardı. İkisini de tabaklara alıp, makinanın fişini çektim.

Birini Çakıroğlu'nun önüne birini de kendi önüme koydum. Sıcaktı. İki tane peçete alıp onunla tutmuştum ekmeği. Bir ısırık aldıktan sonra sünen kaşar benim iyice iştahımı açmıştı. Diğer ısırığı da alacaktım ki Çakıroğlu konuştu.

"Bir kız kardeşim var, yarım saat içinde uçağı inecek. Bizim düğünümüz için geliyor. Birbirimizi çok sevdiğimizi sanıyor, herkes gibi" bir yudum aldı ayranından "Özür dilerim şimdi söylemek zorunda kaldığım için" dedi.

"Ne biliyor?" Diye sordum sadece.

"Tesadüf eseri tanıştığımızı, mesleğini ve yaşını" iştahım geldiği gibi geri gitmişti ama bunu belli etmek istemiyordum.

"Adı ne?" Diye sordum.

"Işık Çakıroğlu" dedi.

"Kaç yaşında" dedim ayranımdan bir yudum alırken.

"17 ama 1 ay sonra Doğum günü" dedi.

"Neredeydi şimdiye kadar" dedim.

"Kimsenin bilmemesi gereken şeyler vardır Yıkılmaz, bu onlardan biri" dedi. Başımı salladım sadece ağır ağır. Yavaş yavaş yemeye devam ediyordum. O bitirmişti ekmeğini. "Ayakta olursan sizi tanıştırmayı çok isterim" dedi.

"Gelince haber verirsin" dedim. Ekmeğin yarısı dururken kalktım. Bardağımı elime alıp çıktım mutfaktan. Merdivenleri çıktım yavaş yavaş. Misafir odasının kapısını açtım ve içeri girdim. Girmemle şoka uğramam bir oldu.

Benim eşyalarım neredeydi? Ve bu oda neden değiştirilmişti? Yoksa Işık'ın odası mıydı burası? Merdivenleri gerisin geri indim ve bıraktığım yerde duran Çakıroğlu'na baktım.

"Benim eşyalarım nerede ve o oda neden o halde?" Ayranın son yudumunu aldıktan sonra ayağa kalktı, bende elimdeki bardağı masaya bıraktım.

"Kardeşim geliyor Yıkılmaz ve yarın düğünümüz var. Sence senin o odada eşyaların ve kendin kalmaya devam ederseniz bu evliliğe inanırlar mı?" Dedi.

"Yani Çakıroğlu" dedim sesimden öfke fışkırıyordu.

"Yanisi şu eşyaların benim odamda, giyinme odasına yerleştirildi. Benim odam diyorum ama yarından itibaren bizim odamız en azından bir süreliğine" dedi.

"Işık gidene kadar" dedim kendi kendime.

"Işık gidene kadar" diye tekrar etti, aramızdaki mesafe yok denecek kadar azaldığında kulağıma doğru eğildi "Yanına, yatağına yaklaşmayacağım Yıkılmaz" aramızdaki mesafeyi açtı.

"Yaklaşırsan öldürürüm seni" dedim. Mutfaktan çıkarken konuştu.

"Odaya çıkabilirsin ben bahçedeyim"

Çakıroğlu'nun odasına girdim. Banyoya yürüdüm. Bakım malzemeleri, bornoz, diş fırçasına kadar her şey düşünülmüş. Banyodan çıkıp, giyinme odasına geçtim. Girişin hemen sağından başlayıp yine girişin solunda biten kocaman bir dolap ve orta da duran aksesuar dolabı.

Girişin sağ kısmını tamamen Alptekin Çakıroğlu'na ait olurken sol tarafı tamamen benim için boşaltmışlar ve yerleştirmişler bu kadar elbisem ve kıyafetim yoktu burada. Dolabın birini açtım. Hepsi etiketi üzerinde yeniydi. Sadece elbise değil, ayakkabı, çanta da bunlara dahildi.

Aksesuar dolabının üzeri camdı. İçi görünüyordu. İlk girdiğimde burada sadece Çakıroğlu'na aitti. Şimdi aksesuar dolanının bile yarısı benim için ayrılmış. Diğer çekmeceleri açmak bile gelmedi içimden.

Odaya döndüm ve balkona çıktım. Balkon demirlerine ellerimi koyup derin bir nefes aldım. Elimi saçlarımın arasından geçirirken yüzüğe takıldı gözüm.

Varlığını reddettiğim yüzüğe. Gümüş rengi alyasın üzerinde bir tane kuş vardı. Kanatları havada, ağzında küçük bir dal vardı. Kolyemin ucundaki kuşla birebirdi. Parmağımdan çıkarıp içine baktım. Sadece "A.Ç" yazıyordu. Kanatların olmama izin verir misin? diye sormuştu. Bu kuş işlemeli yüzüğü parmağıma takarken. O an ne anlatmak istediğini tam anlamasam da şu an her şey daha netti. Onun parmağındaki nasıldı bilmiyorum. Merak etmiştim. Kapının tıklatılma sesiyle kapıya döndüm.

"Işık geldi" dedi. Sol elimin parmakları, sağ elimdeki yüzükle oynuyordu. Gözleri yüzüğe kaydı.

"Çakıroğlu" dedim.

"Efendim" dedi ne soracağımı biliyormuş gibi.

"Yüzük, neden kolyemle aynı?" Diye sordum.

"Değer verdiğin bir şeyle aynı olursa ona da değer verirsin diye" dedi. Yalansız, dolansız.

"Seninki-" lafım bitmeden Çakıroğlu parmağındaki yüzüğü çıkardı, sağ elimi tuttu ve çevirip içine alyansı koydu. İçine baktım ilk. "N.Ç" yazıyordu. Üzerine baktım. Kuş işlemesi onda da vardı.

"Yanlış olmuş. Nare Çakıroğlu değil Nare Yıkılmaz Çakıroğlu" dedim alyansı ona uzatırken.

"Benim için yarından itibaren Çakıroğlu'sun" dedi. Cevap vermeme fırsat vermeden "Işık seni bekliyor dört gözle" dedi ve çıktı.

Derin bir nefes aldım. Saçlarımı düzelttim ve peşinden bende indim. Salona geldiğimde abisinin aksine beyaz tenli, tam sarışın olmasa da açık kumral, incecik, narin ve asil bir kız çocuğu vardı. Üzerinde siyah deri bir pantolon ve onun takımı olduğu belli deri bir ceket, içinde ise beyaz bir crop vardı. Saçları su dalgası yapılmış. Çok hafif bir makyajı vardı. Ve gözleri.. abisinin gözlerinin neredeyse aynısıydı. Küçük burnu ve abisinin dudaklarına benzeyen hafif dolgun dudakları. 17 yaşında bir genç kız için çok güzel görünüyordu. Gülümsedim. Gözleri beni bulduğunda o da gülümsedi. Çakıroğlu'nun yanında oturan Işık beni gördüğünde ayaklandı. Bende ona doğru yürüdüm.

"Merhaba" dedi yüzü kadar güzel sesiyle

"Merhaba" dedim.

"Ben Işık" dedi sağ elini bana uzatırken, bende uzattığı elini tutup

"Nare bende memnun oldum" dedim samimi ve sıcak bir sesle.

"Abim senden o kadar çok bahsetti ki" durdu ve bir abisine bir bana baktı "Sen diyebilirim değil mi?" diye sordu.

"İstediğin gibi hitap edebilirsin, hiçbir önemi yok benim için" dedim. Kendini rahat hissetmesi için.

"Teşekkür ederim" dedi gülümsemesiyle sonra kaldığı yerden devam etti "Abim gözlerinin çok güzel olduğunu söylemişti ona inanmamıştım ama gerçekten çok güzeller" dedi heyecanlı heyecanlı konuşması beni çok mutlu ediyordu.

"Bana da çok güzel bir kız kardeşi olduğundan bahsetmişti haklıymış adın gibisin. Işık saçıyorsun" dedim. Gülümsemesi genişledi.

"Sana sarılabilir miyim?" diye sordu. Cevap vermedim ama kollarımı çoktan açmıştım. Kedi gibi hemen gelip sımsıkı sarıldı. Başı göğsüme denk geliyordu. Biraz kaldı orada. Gözlerimiz buluştu Çakıroğlu'yla.

Ağzını oynatarak "Eyvallah" dedi. Gözlerimi çektim.

"Işık sen bahçeyi gördün mü?" Dedim heyecanlı bir gelin olduğumu zannetsin diye.

"Hayır" dedi.

"O zaman hadi bahçeye" dedim. Salondan bahçeye çıktık. O koşarak masaların etrafında gezmeye başladı. Süsleri inceledi. Sandalyelere baktı. Salıncağı gördü.

"Bunu sen mi koymaya ikna ettin Nare abla?" dedi.

"Hayır bende geldiğimde gördüm neden?" diye sordum.

"Abim salıncaklardan nefret eder" dedi. Ne? Abisi salıncaklardan nefret mi eder?

"Bir kere ben böyle bir ahşap salıncaktan düşüp kolumu kırmıştım. Beni sallayan da oydu. Sonra ben düşüp kolumu kırınca bir daha hiç salıncağa binmedi ve sallamadı da" dedi.

"Geçmiş olsun" dedim gülerken. Ceketini çıkardı. Kolundaki ameliyat izini gösterdi.

"Peki sen, nefret ediyor musun salıncaklardan?" diye sordum.

"Hayır abim artık binmiyor diye bende binmiyordum. Hem onun suçu da yoktu. Bana sıkı tutunmam gerektiğini söylemişti ama ben elimi bırakmıştım." Güldüm bu anlattığıyla.

"Seni hiç salladı mı?" Sallamıştı.

"Sallamadı zaten bende başkasının beni sallamasını sevmem" dedim gülerken.

"Çok yoruldum ben ama her detayı merak ediyorum" dedi.

"Şimdi bende yatacağım sende uyu, sabah erkenden merak ettiğin her şeyi abinle cevaplarız olur mu?" Dedim. Bu fikri beğenmiş olacak ki

"Hadi uyuyalım" dedi. Birlikte salona geçtik.

"Abi hadi beni odama götür" dedi.

"Çocuk musun sen git kendi odana" dedi Çakıroğlu.

"Abii ya aylardır görmüyorum seni ne var odama çıkartsan, yenge bir şey de şuna" Yenge mi? Kim? Ben mi?

"Kızın kalbini kırmayalım" dedim sadece.

"Tamam baş belası gel buraya" dedi, oturduğu yerden kalktı kolunu Işık'ın omzuna attı ve önden yürümeye başladılar. Bende salonun ışığını kapatıp arkalarından çıktım. İkinci kata geldiğimizde "İyi geceler Işık" dedim.

"İyi geceler Nare abla" dedi. Gülümsedim ve bir kat daha çıktım. Bence biraz önce dili sürçtü. Odaya geldim ve yatağın kenarına oturdum. Yarını düşünmek istemiyordum. Uykusuzluktan ölüyor olsam da gözüme uyku girmiyordu. Telefonum çaldı. Arayan Edoş'du. Açtım.

"Efendim beyin cerrahı Eda hanım buyurun" dedim gülerken.

"Dalga geçme bak döverim seni" dedi.

"Tamam tamam" dedim gülmemi durdurmaya çalışırken.

"İyi misin?" dedi.

"İyiyim, bu yarınki organizasyondan haberiniz var anladığım kadarıyla" dedim konuyu değiştirmek için.

"He evlendiğinden mi? Var" dedi. Bir kaç saniye sessizlik ve "Yani şey hayatım, hayatını kurtarmak için kurulan organizasyondan tabi ki haberim var"

"Demek öyle, anladım. Yanıma gelmek gibi bir düşüncen yok yani?" dedim.

"Var hayatım nöbetteyim, sabah bitiyor eve uğruyorum kıyafetimi alıyorum, duşa giriyorum ve geliyorum" dedi durdu "Gelinliğini seçtin mi?"

"Hayır seçmedim" dedim.

"Azıcık hevesli gibi davranamaz mısın?" Dedi.

"Hevesli davranayım öyle mi? Alpaslan ortaya çıkmışken hevesli davranayım. Tabi ya Alpaslan'ı da Onur konuğu olarak çağıralım mı? Misafirlerimize bana yaptıklarını anlatır. Ne dersin!" sinirli ve yükselmiş sesimin farkına cümlem bitikten sonra vardım. Gergindim ve patlamıştım.

"Özür dilerim" dedi sadece.

"Sabah görüşürüz" diyip kapattım.

"Alpaslan sana ne yaptı Yıkılmaz?" duyduğum sesle utanmasam yerimden sıçrardım. Hiç beklemiyordum. Bu adam bu kadar sessiz hareket etmemeli.

"Yok bir şey" derken oturduğum yerden kalkmıştım. Yanında geçip gidecekken bileğimden tuttu. Tutuşu çok nazik ve yumuşaktı.

"Beni, bunu tek başıma öğrenmek zorunda bırakma" dedi.

"İstesen de öğrenemezsin" dedim. Çünkü o gün korumasının bahsettiği dosya artık yoktu.

"Sakın dokunma demiştim" dedi.

"Dokunmayacağım dememiştim" dedim.

"Senin anlatmanı istiyorum" dedi.

"Anlatılacak bir şey yok ne abarttın ya" dedim. Gitmek için bileğimi elinden çekecektim ama tutuşu sertleşti.

"Alpaslan Yıldırım, bu konu yarın gecenin konusu olacak ve sen karım olarak sorduğum her soruya doğru cevap vereceksin" dedi. Bileğimi çektim elinden.

"Bana bir kere daha izinsiz dokunursan, seni öldürürüm" gülümsedi. Ve çıktı odadan. Sabaha bir şey kalmamıştı. Uykumda zehir olmuştu zaten. Yatağın üzerine kıvrıldım sadece. Gözlerim acıyordu. Bir saat uyusaydım bari. Gözlerimi kapattım.

🕊

Kafamın içi susmadı. Susmuyordu da. Karanlık bir odadaydım ve duymak istemediğim sesler duyuyordum. Çığlıklar, âh'lar, yalvarmalar ve iğrenç sesi. Alparslan'ın duymaktan nefret ettiğim sesi yankılandı birden kulaklarımda.

Kabus mu görüyordum? Alpaslan Yıldırım'ın sesi nerden geliyordu? Konuşmasın. Konuşmasın. Yalvarırım konuşmasın. Sussun. Dokunmasın. Bakmasın. Gelmesin. Nefes alamıyordum. Yüzüme soğuk bir el değdi. Değmesin.

"Yıkılmaz uyan" "Uyan" gözlerimi araladım. Gördüğüm yüz Alpaslan Yıldırım değildi. Kollarım Çakıroğlu'nun boynuna ne zaman dolanmıştı. Nefes nefeseydim. Bir eli belimde bir eli de saçlarımın üzerindeydi. Yavaş hareketlerle beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Dudakları, boynuma temas etmek üzereydi.

"Şşş, sakin ol geçti" dedi. Yavaşça ayrıldım ondan. Gözlerine bakmak istemiyordum. Elimle yüzümü ovuşturdum ve yataktan kalktım.

Banyoya girdim, aynadaki aksime baktım. Yıllar sonra Alpaslan'ı gördüğümü sanmak beni delirtmek üzereydi. Bu gün gördüğüm Alpaslan değildi ama bir daha uyandığımda görmeyeceğimi kim garanti ediyordu? Beni Çakıroğlu'nun yatağından kaçırmadılar mı? Alpaslan için hiçbir şey bu. İstemiyorum. İstemiyorum. Evlenmek istemiyorum.

Alpaslan Yıldırım'ı görmek istemiyorum.

Aynadaki Nare neden tek parçaydı? Ben paramparçaydım ama o hala tek parçaydı. Elimi ne zaman yumruk yapıp aynaya geçirdim bilmiyordum. Duvardaki ayna paramparça olmuştu.

Beni artık tek parça gösteremiyordu.

Elime baktım. Çakıroğlu'nun taktığı yüzük kan revan içindeydi. Kuş'um kanlar içindeydi. Ben kanlar içindeydim. Kapı açıldı. Önce bana sonra duvara baktı.

"İyi misin?" Dedi. Cevap alamadı. "Bir şey söyle" gözlerimi karşımdaki aynadan alamıyordum.

Beni tek parça göstermen senin suçundu. Bana öyle kırılmış gibi bakma. Sen beni tek parça göstermeseydin ben seni kırmazdım. Görmüyor musun? Paramparçayım. Kolum kanadım kırık. Kan kaybından ölüyorum aslında. Nasıl olur da tek parça görünürüm?

Aynayla değil kendimle konuşuyordum. Kendime söylüyordum bunları. Nasıl olurda içim ölürken etrafa gülücükler saçarım? Ağlasana Nare! Ağlasana! Delirsene. Ölüyorum niye görmüyorsunuz diye bağırsana. Yalvarırım konuş artık!

Kafamdan aşağı süzülen buz gibi su beni kendime getirdi. Etrafımda ne olup bittiğini anlamak için başımı kaldırıp baktım. Banyoda duşa kabinin içinde yerde oturuyordum. Buz gibi suyu açan tabi ki Çakıroğlu'ydu.

"Yeter" dedim. Çok üşümüştüm. Kapattı suyu. Banyonun içinde bir sandalye vardı beni ona oturttu. Elinde tentürdüyot vardı. Sağ elimi lavobaya uzatmıştı. Üzerine elindekini döktü. Yüzümde yine mimik oynamıyordu. Elimi dezenfekte ettikten sonra sargı beziyle sardı. Göz göze gelmek istemiyordum.

"Üzerine kıyafet getireceğim, kıpırdama" dedi ve çıktı banyodan. Ben duvardaki parçalara ayrılmış, yarısı yere düşmüş aynaya bakıyordum. 5 dakika sonra elinde iç çamaşırları ve bir eşorfman takımıyla geri geldi. Kuru olan banyo tezgahının üzerine bıraktı ve "Üzerini değiş, haber ver bana" dedi.

"Duşa girmek istiyorum saçlarım böyle mahvolur, elimi açar mısın?" dedim. Boşuna sarmıştı.

"Açamam, su değmesin dedi doktor" dedi.

"Saat kaç?" Diye sordum.

"03.45" dedi.

"Kader Hanımın gelmesine de çok var" dedim kendi kendime düşürken. "Neyse tamam çık giyinip gelirim" dedim. Başını salladı ve çıktı.

Yavaş yavaş üzerimdekilerden kurtulup Çakıroğlu'nun getirdiği eşorfmanı giydim. Kahverengiydi eşorfman takımı. Sweatshirtü uzun ve boldu. Rengi hoşuma gitmişti. Çıkardıklarımı kirli sepetine bırakıp kapıyı açtım. Odaya geri geldim ama Çakıroğlu burada değildi. Oturma takımına yürüdüm ve tekli koltuğa bağdaş kurup oturdum. Alyans artık görünmüyordu. Üzerinde sargı bezi vardı çünkü. Odaya girdi.

"Daha iyi misin?" dedi.

"İyiyim" dedim.

"Işık'tan rica ederdik ama uyumuş, eğer izin verirsen ben yıkarım saçını" dedi.

"Teşekkür ederim, gerek yok sabah kuaför geldiğinde ona yıkatırım" dedim bir elim dolaşan saçlarımı açmaya çalışıyordu.

"Olmaz öyle hadi gel" dedi. Sol elimden tutup kaldırdı.

"Çakıroğlu gerek yok"

"Sus Yıkılmaz kafa açıyorsun" dedi. Banyoya girdik. Dökülen camları kenara süpürmüş.

Ayağımda terlik vardı. Banyonun içindeki sandalyeyi duşa kabinin içine koydu. Beni yavaşça oturttu. Sırtıma bir tane havlu koydu önce sonra bir havlu daha getirip boynumun ve göğsümün üzerine koydu. Sıcak suyu açtı. Karşısında duran benim için özenle seçilmiş kadın şampuanlarından hangisini seçsem diye düşünüyordu.

"Mor olan Çakıroğlu" dedim. Önce sıcak suyla saçlarımı ıslattı. Dokunuşları o kadar nazik, o kadar yavaştı ki dokunduğu an uykum gelmişti. Saçlarımı tamamen ıslattıktan sonra şampuanı aldı ve eline döktü. Yavaş hareketlerle saçlarımın arasından geçiriyordu ellerini. Uzun saçlarım ona zorluk olabilirdi. Ama o sanki daha önce yapmış gibiydi. Kime yapmıştı acaba? Neyse bizi ilgilendirmez. Yarın kocan olacak hala mı ilgilendirmez Nare? Gerçekten kocam olmayacak sus.

Saçlarımı durulamaya başlamıştı. Göz kapaklarım kapanmak üzereydi. Bir havlu aldı eline, yavaş yavaş saçlarımın suyunu akıtıyordu. Akıttı. İşimiz bitmişti sanırım. Ben hareketlendim. Ayağa kalktım, arkamdaki ve önümdeki havluları çıkardım. İkisini de katlayıp tezgaha koydum. Banyodan çıkacaktım ki Çakıroğlu

"Nereye" diye sordu.

"Uyumaya" dedim.

"Saçlarını kurulayacağız" dedi.

"Nefret ederim saç kurutmaktan mümkün değil öyle bir şey" dedim.

"Tamam tarayalım o zaman" dedi.

"Ben tararım Çakıroğlu" derken banyodan tam adım atıyordum ki bileğimden tuttu. "Yeter beni bileğimden tutup durdurup durma artık!" diye çıkıştım. Eli hala bileğimdeydi.

"Sakin oluyorsun, saçını tarıyorum ve uyuyorsun" dedi. Sesi öfkeden, sinirden çok uzak anlayışlıydı. Sesimi çıkarmadım.

Çekmelerde tarak olduğuna emin bir şekilde açtı ve buldu da. Mor renkli bir tarağı saçlarımdan geçirmeye başladı. Deneyimli olduğu her halinden belliydi. Tarağı tutuşu bunu daha önce yaptığını bağırıyordu resmen.

"Salıncak anısını anlattı mı sana?" diye sordu.

"Hı hı" dedim.

"Kolu ameliyatlı olduğu zaman, bir kaç kere ben yıkamıştım saçını. Bazen de abim tarasın diye ağlardı ben tarardım. Ondan biraz biliyordum hala unutmamışım" dedi. Derin bir nefes almıştım. Neden? Sadece Işık'ın saçlarını taraması mı rahatlattı seni? Hani gerçek kocan değildi Nare? Yoo. Nefes aldım ben altı üstü ne var. Almayayım mı ben nefes? Öleyim mi yani?

"Niye ağacın altında bir salıncak var?" dedim.

"İstemediğin bir şey yapıyoruz eğer sevdiğin bir şey içinde olursa en azından orada olursun diye" dedi. Başımı salladım sadece. Mecbur bıraktığı her şey için bir özür mahiyetinde bir çıkar yol arıyordu kendine.

Saçlarımı taraması bitmişti. Banyodan çıktık. Ona baktım sırılsıklamdı.

"Teşekkür ederim" dedim.

"Ben üstümü değişip geliyorum" dedi ve giyinme odasına girdi. Bende balkona çıktım. Hava hafiften aydınlanıyordu. Ormanın ve bahçenin içindeki ışıklar aydınlanan havaya müthiş bir ahenk katıyordu. Çakmak sesi duydum. Çakıroğlu da balkondaydı ve sigarasını yakmıştı. Ona dönmedim. O da balkondaki koltuğuna oturdu. Bir duman çekti sigarasından nefesinden belliydi.

"Ne gördün o kabusta?" Dedi, buz gibiydi sesi.

"Kabus işte Çakıroğlu" dedim. Sayıklamışım. Sayıklamasam sormaz. Ne sayıkladım.

"Bir anlaşma yapalım" dedi ve devam etti "Sen o gün benim ne sayıkladığımı anlatırsan bende bu gece senin ne sayıkladığını anlatırım. Çok adil bir anlaşma" dedi.

"Ben ne sayıkladığımı merak etmiyorum senin aksine" dedim.

"Dokunmasın" dedi durdu "Değmesin" dedi.

"Çakıroğlu" derken yüzümü ona döndüm. Ayağa kalktı bende sinirle ona bir adım atmıştım. Gözlerimiz birbirindeyken "Yeter" dedim. Ellerini havaya kaldırdı.

"Tamam yetsin" dedi. "İçeri gir bir saat de olsa uyu" diye devam etti. Cevap vermeden içeri girdim.

Yatağın kenarına oturdum. Uyursam tekrar aynı kabusu görür müydüm? Uyursam gelir miydi yine kabuslarıma? Unutmuştum. Adını, varlığını, sesini, yaptıklarını her şeyi unutmuştum. Unuttuğum her şeyi canlandırdı kafamın içinde. Zihnim her şeyi, o kötü anıları bir silah gibi doğrultuyordu ama bu benim ilk vuruluşum değildi.

🕊

Gözlerimi açtığımda üzerimde bir yorgan vardı. Kapanan gözlerimi zar zor araladım. Komodinin üzerindeki telefonuma ulaştım saate baktım. 06.59'du. Azıcık daha uyusam nolurdu. Yavaş yavaş yorganı üzerinden attım ve kalktım. Banyoya ilerlemiştim ki su sesi vardı. Balkona çıktım, temiz hava almaya. Mis gibiydi hava. İçim ferahlamıştı. Esnerken elimi ağzıma götürmüştüm ki dağılan ve kan olan sargıyı yeni gördüm. Varlığını bile unutmuştum oysaki. Çekip çıkardım sargıyı. Gerek yok- elimi gördüm. Vardı. Kesikler derindi ve kötüydü. Özellikle de göz önünde olacak bir gelin için.

Bir de o vardı değil mi? Gelindim ben. Gelinliğinin neye benzediğini bile bilmeyen gelin. İnsanların nasıl evlendikleri geldi bir an için gözümün önüne. Anne-babayla tanışma, isteme, söz, kına ve düğün. Hangisi için üzgünsün Nare? Hayır bak millet aşık falan oluyor. Evlenmek aşık olan insanlar arasında gerçekleştirilen bir eylem zaten. Biz aşk evliliğimi yapıyoruz da prosedüre uyalım. Ayrıca benim annemde babamda yok zaten. İstesek de uyamazdık.

İçeri girdim geri. Çakıroğlu duştan çıkmış üzerini bile değiştirmişti. Üzerinde kot siyah bir pantolon üzerine siyah bir gömlek vardı.

"Uyanmışsın" dedi.

"Günaydın" dedim.

"Elin için doktor aşağıda, gelinler güzel görünmeli" dedi.

"Gelin kan revan içinde görünsün istemiyorsan sus" dedim. Gülümsedi.

"Doktoru yukarı yollayacağım, kal burada" dedi ve çıktı odadan. Banyoya girdim. Sol elimde yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım ve çıktım. Kapı çalındı. Girebilirsiniz diye seslendikten hemen sonra kapı açıldı. Sırtımı diken doktordu.

"Merhaba Nare Hanım" dedi.

"Merhaba, hoşgeldiniz" dedim adam sürekli beni dikmek için geliyordu. Psikopat olduğumu düşünecekti.

"Eliniz yaralanmış" dedi başıyla elimi gösterirken.

"Evet öyle oldu" dedim.

"Nasıl oldu" diye sordu.

"Elimi aynaya geçirdim" dedim.

"Elinizi uzatır mısınız?" diye sordu bende sağ elimi doktora doğru uzattım. Elimi elinin içine alıp inceledi. Dört büyük kesik ve minik kesikler vardı. "Dört kesik derin hepsi ikişer dikişlik, 8 tane dikiş atmam gerekecek" dedi.

"Tabi ki buyurun" dedim.

"Anestezi yine almıyorsunuz sanırım" dedi.

"Evet gerek yok, hemen dikebilirsiniz" dedim.

"Eliniz hassastır Nare hanım sırtınızdan daha çok yanar canınız" dedi. Sağ elimin içini gösterdim

"İki-üç gün önce kesildiğinde burası da canlı dikildi yani sorun değil devam edin" dedim. Başıyla onayladı ve dikmeye başladı. Gözlerimi elimden çektim ve odanın içinde gezdirdim. Kapı çaldı. Girebilirsiniz dedikten sonra içeri giren Eda'ydı.

"Merhaba" dedi.

"Merhaba" dedim.

"Noldu eline?" diye sordu.

"Bir şey yok cam kırdım yanlışlıkla" dedim. Doktor beni ele vermezdi, biliyordum.

"Uyuşturtmadın değil mi?" dedi.

"Hayır, iyiyim" dedim. Eda doktora yöneldi.

"Ne kadar derin?" diye sordu

"Parmaklarını kullanabilecek" dedi.

Eda "Bende doktorum bakabilir miyim?" Dedi.

"Avucunun içini siz diktiniz sanırım" dedi doktor.

"Evet" dedi Eda bir hata mı yaptım diye bakmaya çalışırken.

"Estetik dikiş konusunda uzman olduğunuz çok belli" diyince eda derin bir nefes aldı.

"Teşekkür ederim" dedi. Dikişi bitirmiş, elimin üzerini sarıyordu. "Alyansın görünmesi gerektiği bilgisini aldığım için sargıyı burada bitiriyorum, düğünden sonra tekrar pansuman yapılması gerek" dedi. Eda

"Ben yaparım buradayım" dedi. Doktor gülümsedi ve eşyalarını topladı.

"Teşekkür ederim" dedim başıyla bana selam verdikten sonra çıktı odadan. Elimin sargısı bileğimi ve elimin üzerini kapsıyordu. Baş parmağımdan geçirilmişti. Alyans görünüyordu. Derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Eda bana bakıyordu endişeli gözlerle.

"Hadi kahvaltı yapalım açım ben" dedim ve cevap beklemeden çıktım odadan. O da peşimden geldi. İkinci katın merdiveninde Işık'la karşılaştık.

"Günaydın dünyanın en güzel gelini" dedi bize doğru gelirken.

"Günaydın dünyanın en güzel Işık'ı" dedim bende. Çok sevmiştim kendisini. Anlamlandıramadım ama çok kanım ısınmıştı. Alıp içime sokasım gelmişti. Işık, Eda'ya baktı. Bende hemen

"En yakın arkadaşım Eda" dedim ve Eda'yı gösterdim "Çakıroğlu'nun kız kardeşi Işık" dedim. Tokalaştılar ve memnun olduktan sonra aşağı inmeye başladık. Eda'yla Işık kendi arasında sohbete başlamıştı. Ben önden iniyordum. Mutfağa geldiğimiz de sofra hazırdı. Kader hanım Işık'ı görür görmez ağlamaya başladı. Eda ne olduğunu anlamasa da ben uzaktaki evladına kavuşmuş gibi hisseden kader hanımı anlamıştım. Işık koştu sarıldı. Biraz sarıldılar öyle. Biz masaya oturduk. Ayrıldıklarında kader hanım Işık'a

"Hadi abinlere seslen" dedi. Işık da bahçeye doğru eğilip

"Abiii sofraya" diye bağırdı. Gülümsedik bu haline. Çakıroğlu yanında Mustafa'yla girdi mutfağa.

"Işık, bebeğim" dedi Mustafa. Işık gözlerine inanamaz gibi

"Mustafa abim" diye koşup bir de ona sarıldı. Bu evdeki kavuşmalar biraz duygusaldı. Onlar ayrıldı ve sofraya oturdular. Mustafa, Eda'ya hoş geldin falan dedi. Işık'la sohbet etti. Arada muhabbete Eda ve Çakıroğlu dahil olsa da ben sessizce çay içiyordum sadece.

Onlar hem muhabbet edip hem kahvaltı yaparken ben sessizce kalktım yanlarından. Bir lokma bile yememiştim. Salona gelmiştim oradan da bahçeye çıkmıştım. Kalabalıktı. Sabahın bu saatinde bile kalabalıktı. Çıkıp geri uyumak istedim. Akşama çok vardı ver ben bence uyuyabilirdim. Ama buna engel olacak kişi tam karşımdan bana doğru yürüyordu.

"Nare abla ben yeni geldim ya düğüne elbise alamadım benimle gelir misin hem akşama daha çok var" dedi.

"Işık bizim odada dolapta etiketi üzerinde ve hiç giyilmemiş elbiseler var onlara bakmak ister misin?" dedim.

"Olur mu ki sen daha giymemişsin" dedi.

"Olur olur valla çok güzel olur hadi gidelim" dedim. Elini uzattı. Tuttum uzattığı eli ve salona girdik. Karşıdan gelen Çakıroğlu önce bize baktı sonra elimize baktı. O elimize bakınca Işık da baktı.

"Nare abla senin eline noldu?" Dedi.

"Dün gece cam kırdım üzerine de ayağım kayıp düştüm böyle oldu, iyiyim ama" dedim.

"Abim o yüzden mi eline bakıyordu?" dedi.

"Bence ele ele tutuşmamızı kıskandığı için bakıyordu" dedim. Güldü hatta kahkaha attı.

"Hangimizi paylaşamıyor karar veremedim" dedi.

"Bence seni paylaşamıyor" dedim gülmesine, gülümsemeyle eşlik ederken. "Hadi gidelim" dedim. Çakıroğlu'nun yanından geçip gittik.

Üçüncü kata geldiğimizde Işık odaya girdi bende peşinden girdim. İlk defa giriyormuş gibi etrafı inceledi. Baktı, baktı. Ben giyinme odasına girdikten sonra o da peşimden geldi. Abiye ve şık elbiselerin olduğu dolabı açtım.

"İstediğini giyebilirsin yalnız yaşına uygun olanı" dedim.

"Ya bulamazsam bunlar olmazsa?" dedi.

"Söz gider istediğin mağazaya bakarız" dedim. Bir yandan da elbiselere bakıyordu. Beğendiklerini kolunda toplamaya başladı ve toplam 6 elbiseyi eline aldı ve

"Bunları denemek istiyorum" dedi.

"Ben içerideyim defileni merakla bekliyor olacağım" dedim ve odaya geldim.

🕊

Beşinci elbiseyi deniyordu ve hiçbiri yaşına uygun olmamıştı. Çok normal çünkü dolap benim yaşıma göre dizildi. Işık geldi içeriden. Üzerine bol olmuş bir elbiseyle. Hafif kaşlarımı kaldırıp "cık" dedim.

"Yine bol oldu!" Dedi isyan eder gibi.

"Tamam sonuncuyu da dene olmazsa gidelim" dedim. İçeri geri girdi. Bende çalan telefonumu açtım.

"Efendim Yusufçuk" dedim.

"Ooo gelin hanım günaydın" dedi.

"Günaydın mı akşam oldu hayatım" dedim.

"Bir-iki saate yanındayım, bir şey istiyor musun" dedi.

"Sağol hayatım, okey" dedim ve kapattım.

Giyinme odasının kapısında görünen Işık'tan alamadım gözlerimi. Siyah saten ince ipli, göğsünün üzeri biraz katlanmış gibi duran dizin altında biten ve sol bacağında dizinin hemen üzerinde biten bir yırtmacı olan elbise giymiş. Vücuduna tam oturmuş ve çok yakışmıştı.

"Işıık çok güzel oldun" dedim.

"Sanki-" kapı açıldı aniden. Çakıroğlu bir bana bir de karşısında hem asil hemde tatlı duran kız kardeşine baktı. "Abii nasıl olmuş?" Dedi heyecanlı heyecanlı.

"Çok yakışmış, çok beğendim" dedi. Işık'ın yanına adımladı ve onu kendine çekip saçlarından öptü. Gözlerimi kapatmıştım istemsiz. Hemen geri açtım. "Yengenin elbiselerine mi göz koydun kötü görümce" dedi Çakıroğlu. Işık da bende aynı anda gülmüştük.

"Abi valla ben mağazaya gidelim dedim o dolabımda bir sürü elbise var hangisini istiyorsan giy dedi" dedi.

"Hepsi senin olsun hayatım bana lazım değiller" dedim gülümserken. Kapı çaldı. Gir dedikten sonra Eda'nın arkasında görebildiğim 4-5 kadın vardı.

"Kuaför, organizatör ve gelinlikçi geldi" dedi Eda.

"Gelin" dedi. Çakıroğlu. Gelinlikçinin elinde kılıfın içinde bir gelinlik vardı. Ve ben görmek istemiyordum.

"Gelin hanımın gelinliği denemesi lazım ki bir saat içinde düzelecek yerlerini halledelim" dedi gelinlikçi. Kuaförler saç ve makyaj için bekliyorlardı.

"Eda ve Işık'ın saçları ve makyajlarına başlayabilirsiniz" dedim. İkisi de bana döndü. "Gelinlik falan işim var benim biraz" dedim.

"O zaman Eda abla benim odama gidelim orada rahat rahat hazırlanalım" dedi Işık. Eda'da onu onayladıktan sonra kuaförle birlikte çıktılar yani hem saçı yapacak hanım hemde makyajı yapacak hanımla. Organizatör kadın Çakıroğlu'yla bakıştı ve

"Nare hanım giriş müziği-" sözünü kestim ve

"Çakıroğlu ilgilenecek onlarla lütfen bu konuları onunla dışarıda konuşun" dedim. Kadın yüzüme bakıyordu hala. "Gelinliği giymem gerekiyormuş müsaade ederseniz" dedim. Kadının peşine Çakıroğlu'da çıktı.

Odada gelinlikçi kadın ve ben kalmıştık. Yavaş yavaş kılıfın fermuarını indirdi. Kılıfın içinden yavaşça gelinliği çıkardı. En son askısını da kılıftan kurtardıktan sonra hava kaldırıp bana gösterdi.

"Alptekin Bey beğeneceğinize çok emindi" dedi. Doğru bilmiş. Çok güzeldi. Bunu giymem için sırtımdaki izleri kapatmam gerekiyordu.

"Çok beğendim, ben bi lavaboya gidip gelsem de öyle denesem olur mu?" dedim.

"Tabi ki buyurun" dedi. Banyoya girdiğim gibi üzerimdeki sweatshirtü çıkardım. İçimdeki sütyeni de çözüp elime kapatıcı aldım ve yavaş yavaş sırtıma sürdüm. Sonra omuzlarıma sürdüm. Göğsümün açıkta kalan kısımlarını da sürdüm. Biraz zaman geçmesi gerekiyordu. Kuruması için. Beş dakika beklesem yeterdi.

İşimi bitirmiş banyodan çıkmıştım. Gelinlikçi bana doğru adımladı ama ben "Giyinme odasında giyip gelebilirim değil mi?" dedim.

"Ben getiririm" dedi ve gelinliği getirdi askılardan birine tutturdu. "Yardıma ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli" dedi.

Kadın çıktıktan sonra bulaşıp bulaşmadığını kontrol ettim ve bulaşmıyordu. Üzerimdeki eşorfman takımını çıkarıp gelinliğin içine girdim. Yavaşça yukarı doğru çektim ve göğüs kısmını oturtturduktan sonra bir tek arkadaki fermuarı çekmek kalmıştı. O da çok uzun olmadığı için sol elimle çekmiştim. Kuyruklu ama asil bir gelinlikti. Yavaş yavaş odaya geri geldim. Gelinlikçi kadın gözlerini benden alamıyor gibi oldu bir an için.

"Üzerinize dikilmiş gibi oldu, hiçbir yerinin yapılmaya ihtiyacı yok sanırım" dedi. Etrafımda dönüyor, potluk ve bolluk arıyordu. Ama gelinlik üzerime tam oturmuştu.

"Tamam o zaman çıkarıyorum" dedim.

"Nare Hanım" dedi kadın.

"Buyurun" dedim.

"Gelinliğini, düğün günü gören hiç müşterim olmamıştı. Olacak mı olmayacak mı diye çok gergindim ama üzerine dikmişim gelinliği aslında haberim yokmuş" gözlerini tekrar üzerimde gezdirdi "Kuğu gibi oldunuz" dedi.

"Teşekkür ederim, güzel bir gelinlik gerçekten" dedim ve giyinme odasına geçtim. Fermuarını açtıktan sonra yavaşça üzerimden çıkardım ve askısına astım. Eşorfman takımını geri giydim. Elimdeki gelinlikle odaya geri geldim ve kadına uzattım. Elimden aldı kılıfına koydu ve "O zaman 17.00 gibi sizi giydirmeye gelirim" dedi.

"Teşekkür ederim" dedim ve kadın odadan çıktı. Beni gelinlikle bırakıp çıktı. Gelinliği de götürebilir miydi? Saate baktım. Işık'ın elbise provası, gelinlik provası derken saat 14.35 olmuştu. Aşağı inip kızlara bakmaya karar verdim.

Işık'ın odasının kapısını tıklatıp açtım. Eda bir sandalyede ışık bir sandalyede oturmuşlardı. Birinin makyajı birinin saçı yapılıyordu. Işık'ın makyajı henüz yapılmamıştı karışmak istemiyordum ama umarım sade bir şeyler yaptırırdı.

"Oo bu ne güzellik" dedim.

"Gelinin kuaförlerini çalan hainler gibiyiz şu an" dedi Işık.

"Görümcelik yakıştı sanki sana" dedi Eda.

"Bana gelinlik hiç yakışmadı ama" dedim dudak büzerek.

"Aa olmadı mı yoksa?" diye telaşlanan Işık'tı.

"Bir sorun mu oldu" dedi olayın iç yüzünü bilen.

"Hayır be şaka yapıyorum, tam üzerime oldu" gülerken sonra da "Ben odamdayım siz işiniz bitince görüşürüz" dedim ve çıktım. Bir kat daha indim. Mutfağa girdim. Kader hanım ve bir kaç kadın vardı mutfakta. O kalabalığa hiç giremezdim o yüzden hemen geri çıktım.

Salona doğru geçtim ve bahçeye çıkmadan bahçeyi izlemeye başladım. Son hazırlıklar yapılıyordu. Her masanın eksiği tek tek gideriliyordu. Korumalar yerlerini almışlardı ve sayıları çoğalmıştı. Duyduğum kadarıyla kimsenin içeriye silahla girilmesine izin verilmeyecekti. Onun için ayrı kutular hazırlanmıştı. Gelenlerin silahlarının teslim alınması için. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Masmaviydi. Bir kaç bulutta vardı.

"Bence şuradaki gelinliğe benziyor" dedi. Gözlerimi ona çevirmeden gösterdiği buluta baktım. Gerçekten gelinlik gibi duran buluta. Devam etti "Yanındaki de kanatlara benziyor" diye. Gelinlik bulutun hemen yanındaki buluta baktım. Sanki gelinliğin sırt kısmına denk gelmiş kanatlardı. Melek. Melek gibi görünüyordu bulutlar. "Melek" dedi "Melek gibi" içimden söylediğime emindim. Aynı şeyi mi düşünmüştük. Aynı anda. Derin bir nefes aldım. "Konuşmamaya yemin mi ettin?" diye sordu. Başımı gökyüzünden indirip, ona baktım. "Yeminlisin" dedi gülümserken.

Başımı iki yana yavaş yavaş sallayıp ayrıldım yanından. Odaya çıkmıştım. Etrafa baktım bir şey unutuyormuşum gibiydi. Bir eksiklik vardı. Kapı çaldı. İki kuaför kadın gelmişti.

"Buyurun" dedim.

"Nare Hanım, sizi şöyle alalım" makyaj aynasının önünü gösterdi "Hemen başlayalım" gülümsedim ve aynanın karşısına oturdum. Bu iyi bir fikir değildi bence. Tek parça herhangi bir ayna görmek istemiyordum. "Nasıl bir şey düşünürsünüz?" diye sordu.

"Gelinlik şu kılıfın içinde bakıp siz karar verebilirsiniz saçıma, makyaj ise sade olursa sevinirim" dedim. Saçımı yapacak kadın kılıfı açtı gelinliğe baktı "Arkasında hafif bir dekolte ve kuyruğu var" dedim.

"Tamam o zaman ben size nasıl bir model daha iyi gider tarif edeyim siz karar verin" dedi. Başımla onu onaylamıştım.

🕊

Saat 18.00'dı. Saçım, makyajım bitmişti. Gelinliği giymiştim. Daha kimse görmemişti çünkü gelinliği yeni giymiştim. 17.00 gibi giymem gerekiyordu ama erken olduğunu düşündüğüm için giymemiştim. Yatak odasının ortasında kendime boy aynasından bakıyordum. Bu ben değildim galiba. Saçımı, iki yana ayırıp ön kısımlarını sabitledikten sonra düzleştirmiş ve açık bırakmıştık.
Makyajım, toprak tonlarındaydı ve sadeydi.

Gelinlik.. Gelinliğim ise göğsümün tam ortasından iki yana açılan bir v harfi gibiydi. Kollarımdan sırtıma dolanan gelinliğin arkası da tıpkı önü gibi yayvan bir v harfine benziyordu. Göğüs ucumun hemen yukarısından başlayan gelinlik, belime tam oturmuştu. Belimden sonrası kabaran gelinlik kendiliğinden kabarık olduğu için abartı durmuyordu. Arkasında 2-3 metreye yakın kuyruğu vardı. Gelinlik satendi. Çok sade, şık ve asildi. Çok beğeneceğinize emindi. Nereden emindi bilmiyorum ama seçtiği gelinlik için teşekkür ederim.

Göğümde dekolte olduğu için sırtımı saçlarımla kapatmaya karar vermiştik. Uzun saçlarım belimin hemen yukarısındaydı. Gelinlikçi ve kuaförler de olmak üzere dört kişiydik odada. "Çok güzel olmuşsunuz"

"Çok asil duruyorsunuz"

"Kuğu gibisiniz" diye tek tek konuştular hepsine teşekkür etmiştim. İşleri bittiği için aşağıya ineceklerini ve bir ihtiyaç olduğunda gelebileceklerini söyleyip indiler. Odada tek başımaydım.

Elimdeki sargı atmosferi bozan tek şeydi ama benim için değil. Benim için çok şey anlatan bir sargı ve yaraydı. Kapı açıldı birden. Başımı o tarafa çevirdiğim de damatlığıyla karşımda duran Çakıroğlu'nu beklemiyordum. En azından hemen.

Gözleri, tüm vücudumda dolandı. Saçıma, yüzüme ve gelinliğe baktı. Ne düşünüyordu şu an bilmiyorum ama yüzünden etkilendiği çok barizdi. Elindeki çiçeği gördüm. Göğsünün üzerindeki cepte duran minik buketle aynı olan çiçeği. Beyaz lalelerin etrafına lila çiçekler döşenmişti. Tutma kısmı hasırdan yapılmış. Bana doğru bir adım attı. Bir adım daha. Bir adım daha. Karşımdaydı. O da damatlığın içinde fena değildi. Kaslı kolları ve vücudu takım elbiseyi çok iyi kaldırıyordu. Papyon takmasını beklemiyordum zaten ama kravatı neredeydi ve damatlığın gömleğinin bile nasıl 3-4 düğmesini açık bırakabilirdi. İnanamıyorum artık bu adama. Gözlerimiz birbirini buldu. Çiçeği uzattı.

"Gelin çiçeğin" dedi. Aldım elinden ve yatağın üzerine bıraktım. Kapı çaldı ve açıldı. Işık, Eda, Yusuf, Mustafa ve Hakan içeri girdiler peş peşe.

"Hatun da hatun" dedi Yusuf gülerken.

"Ne sandın oğlum dünya güzeliyiz" dedim kahkaha atarken.

"Harbi ne güzel olmuşsun yenge maşAllah" diyen Hakan'dı. Eda'yla Işık'a baktım ve gerçekten mi yani? Ağlıyor musunuz?

"Gerçekten ağlamadığınızı söyleyin" dedim gülerken.

"Çok güzel olmuşsun çok, seni çok seviyorum Nare" dedi Edoş bana doğru yürüdü ve sımsıkı sarıldı. Bende ona sarıldım. Akan yaşları hep omzuma damlıyordu.

"Şşş hadi gelinliğimi mahvediyorsun" dedim kendimden ayırırken.

"Ay tamam tamam özür dilerim" dedi. Güldük hepimiz. Işık bir bana bir de abisine bakıyordu.

"Abi kusura bakma ama sen bu güzelliği bu asilliği bu afeti hak edecek ne yapmış olabilirsin ya?" dedi dolu gözleriyle.

"Abinde yakışıklı oldu baksana" dedi Çakıroğlu, Işık'a.

"Nare abla" dedi bana yürürken, kollarını açtı ve sarıldı "Çok mutlu olun, en çok da sen mutlu ol. Abim diye söylemiyorum ama gerçekten seni çok mutlu eder, sevdiği birini herkesten ve her şeyden sakınır. Canından daha çok değer verir. Seni ne kadar çok sevdiğini gözlerinde görüyorum ben. Sen abime, abimde sana emanet. Sizi çok seviyorum" diye devam etti. Benden ayırdığı diğer eliyle abisini de çekti yanımıza ikimize de sarıldı. Çakıroğlu'nun eli belime değdi.

"Tamam yeter bu kadar şov" dedim gülerken ayrıldım onlardan. Yusuf bana doğru geldi.

"Yok yok valla duygusallık kapasitesini doldurduk" dedim. Tuttuğu gibi sarıldı o da. Tutuşu hep aynıydı hep bir abi edası vardı.

"Sen benim, bizim minik kuşumuzsun. Sen benim canımın içisin. Ne olursa olsun hep bir telefon uzaktayız." Eda'yı çekti o da hep beraber sarılırken "İhtiyacın olduğu her an nerede olursan ol başını çevirdiğinde orada olacağız." dedi. Üçümüzde sımsıkı sarılmıştık birbirimize.

"Valla yeter gören de cenazem çıkıyor zanneder" dedim imalı gözlerimle Çakıroğlu'na bakarken.

"Cidden hadi siz misafirleri karşılamaya iniyorsunuz bizde giriş saatimizde giriyoruz hadi" diyerek herkesi kovdu. Tek tek aşağı indiler. Çakıroğlu açık kalan kapıya yürüdü ve kapattı.

Geri ilk durduğu yere döndü. Tam karşıma. Aramızda bir karış mesafe vardı. Ben bir adım geri gittim. Gülümsedi. Sonra yanımdan geçip, arkamda kalan giyinme odasına girdi. Elinde iki kağıt ve bir kutuyla geri döndü.

"Öncelikle bu kağıtlar, sadece senin hayatını korumak için evlendiğimize dair bir sözleşme" dedi bir kağıdı bana uzatırken "Oku, imzalayalım" dedi. Uzattığı kağıdı aldım. Sözleşme maddelerine baktım.

Madde1; Evlilik birliği içinde başka biri ve başka bir ilişki olamaz.
Madde2; Evlilik içindeki kişiler birbirlerine aşık olamazlar.
Madde3; Evlilik içinde iki taraftında birbirine yaklaşması yasaktır.
Madde4; Nare Çakıroğlu ne zaman isterse o zaman boşanma hakkına sahiptir.

Alptekin Çakıroğlu ve imzası vardı.
Madde2;Evlilik içindeki Kişiler birbirlerine aşık olamazlar.

Alptekin Çakıroğlu ve imzası.

"Kalem var mı?" diye sordum. Ceketinin cebinden kenarında A.Ç yazan bir kalem çıkardı ve uzattı. Elimdeki kağıt ve kalemle makyaj masasına yürüdüm. Kağıdı masaya koydum ve adım yani Nare Yıkılmaz Çakıroğlu yazan yere imza attım. Evlenmemiştik hala neden Çakıroğlu yazıyordu? Neyse.

İmzaladıktan sonra diğer kağıdı istedim ve uzattı. Onu da aldım ve genel olarak üzerinden baktım aynıydı. Onun altına da imza attıktan sonra kalemi ve kağıdı geri verdim. Boy aynasına yürüdüm ve eğildiğim için bozulan saçımı düzelttim. Bir aksilik var mı diye kendime bakarken arkamda duran Çakıroğlu'yla göz göze geldim.

Elindeki siyah mat kutuyu açtı. Önce eline kolyeyi aldı ve kollarını yukarıdan yüzümün önüne getirdi. Saçlarımı toplamak zorunda kalmıştım. Kolyeyi taktı ama geri çekilmedi. Nefesini boynumda hissediyordum. Sonra kutuya tekrar uzandı ve kolyenin aynısı bir bileklik çıkardı. Onu da sağ elimin bileğine takmak istese de sargı olduğu için sol bileğime taktı. Son olarak kutuya tekrar uzandı. Ve yüzüğü çıkardı. Sağ elimi tutuşu çok narindi. Yüzük parmağıma da yüzüğü taktıktan sonra arkamda kaldı. Önce yüzüğe sonra bilekliğe en sonda kolyeye baktım. Kalp şeklinde pırlanta bir baget'di. Yüzük ve bileklik de aynı şekilde kalp şeklindeydi. Kalp küçük ve şık tasarlanmış abartıdan uzaktı. Boş duran boynuma çok yakışmıştı. Boynumun boş kalmasını sevmem.. Doldurmuştu. Hala arkamdaydı ve sağ omzumun üzerinden aynadan bana bakıyordu. Bende ona baktım.

"Güle güle kullan" dedi. Gülümsedim

"Teşekkür ederim" dedim. Omzuma doğru eğildi. Öptü ve geri çekildi. Sağ omzumu öptü ve geri çekildi. Yara izi. Yutkundum ve derin bir nefes aldım. Benden ayrıldı ve giyinme odasına girdi. İki dakika sonra elinde bir saten siyah kravatla geri geldi. Gömleğinin yakalarını kaldırdı, açık olan düğmelerini kapattı ve kravatı taktı. İşi bitikten sonra bana doğru yürüdü.

"Madde2'yi ilk günden bozduracaksın bana" dedi gülümserken. Cevap vermedim. Elini uzattı. Uzattığı elini tuttum ve odadan çıktık.

Dış kapının oradan bahçeye giden yol üzerine kırmızı bir halı serilmiş. Havuzun hemen arkasında kalan kısımda masa ve nikah memuru vardı. Kapıdan ilk adımı attığımızda alkışlar çığ gibi büyümüştü. Kim vardı, kim gelmişti bilmiyordum. Sadece tam karşıma bakıp yürüyordum. Ufak bir tebessüm vardı yüzümde. Misafirlere göstermelik. Biz geçerken Gül yapraklarını havaya atıyorlardı. Gerek var mıydı böyle şeylere. Bir an önce oturmak istiyordum. Nikah şahitlerimiz kimdi peki? Ondan bile haberim yoktu. Önce nikah kıyılacak sonra hoşgeldiniz diyecektik.

Masanın önüne geldiğimizde Çakıroğlu sandalyemi çekti. Oturdum ve hemen yanıma o da oturdu. Nikah memuru "Hoş geldiniz" dedi elindeki mikrofona. Bir alkış sesi daha yükseldi. "Evlenmek için belediyemize başvurdunuz" dedi Çakıroğlu nikah memuruna eğilip

"Uzatmaya gerek yok" dedi. Nikah memuru

"Şahitler, Eda Yıldız, Yusuf Sağlam ve Mustafa Turan'ı böyle alalım" dedi. Şahitler yerlerini aldı. Nikah memuru

"Sayın Nare Yıkılmaz, Alptekin Çakıroğlu'yla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" diye sordu. Masalarda dolaştı gözüm, hayır demek geçti içimden.

"Evet" dedim. Alkışlar yükseldi.

"Sayın Alptekin Çakıroğlu, Nare Yıkılmaz'la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" diye sordu bu sefer.

"Evet" dedi. Düşünmeden, beklemeden ve tek seferde.

"Şahitler sizlerde şahit misiniz?" diye sorduğunda üçü de evet dedi. Nikah memuru önündeki defteri bize doğru çevirdi Çakıroğlu ilk bana uzattı defteri ve bir de kalem. AÇ yazan kalemi. Elime aldığım kalemle biraz oyalansam da imzayı atmıştım. Benden sonra Çakıroğlu ve şahitler de imzalarını attıktan sonra Nikah memuru "Bir ömür boyu mutluluklar sizinle olsun" derken nikah cüzdanını bana uzattı. Teşekkür edip aldım ve önüme koydum.

Işık kalabalığın içinden "Ayağına bas" diye bağırıyordu. Gülümsedim. Gönlü olsundu. Hafifçe Çakıroğlu'nun ayağına bastım. O da Işık istediği için yaptığımın farkındaydı. Nikah memuru "Bence gelini öpebilirsiniz" dedi.

Aynen amca üstüne çok lazım ya. Çakıroğlu eğildi, alnıma bir buse kondurdu ve geri çekildi. Alkış sesleri tekrar yükselirken, tebrikleri kabul etmeye başlamıştık bile. Önce şahitlerimiz sarıldı ve tebrik etti.

Herkes masalarına oturmuş yemeğin ve sohbetin tadını çıkarırken gayet mutlu görünüyorlardı. Biz de Bize ayrılan masadaydık. Yuvarlak masanın etrafında toplanmış, sohbet ediyorduk daha doğrusu ediyorlardı. Yusuf, Eda, Mustafa, Işık, Hakan, ben ve Çakıroğlu. Bir kaç iş arkadaşı gelmişti. Tanıştık ve tebrik ettiler. Herkese tek tek hoş geldin dememiştik. Genel bir selam verip oturmuştuk. Erkenden kalkması gereken ya da konuşmak isteyen yanımıza geliyordu.

Orta yaşlarda bir çift bize doğru geldi. Ben ayağa kalkarken dirseklerimle Çakıroğlu'nu da dürttüm. Baktığım yöne bakınca o da benimle ayağa kalktı.

"Merhaba" dedi orta yaşlı ve asil kadın "Merhaba" dedi kocası.

"Merhaba, hoş geldiniz" dedim.

"Hoş geldiniz" dedi Çakıroğlu. Bana döndü "Hülya Kaya ünlü bir ressamdır kendisi eşi Yunus Kaya güvenlik şirketi sahibi" dedi.

"Çok memnun oldum" dedim gülümserken.

"Bizde memnun olduk" dedi Yunus Kaya ve "Alptekin zamanınız olduğunda seni, eşinle çizmek isterim" diye devam eden Hülya Kaya'ydı.

"Tabi ki bizim için onurdur" dedi. Bende gülümseyerek eşlik etmiştim.

"Düğün hediyeniz resim olsun o zaman?" dedi gülerken. Ben gülümsemeye devam ediyordum. Çene kaslarım kopmak üzereydi. Tebrik ettiler ve ayrıldılar yanımızdan.

Hava kararmış, güneş yerini ay'a bırakmıştı. Misafirler yavaş yavaş kalkarken iki masa hiç kıpırdamıyordu. Bizimkiler kendi aralarında dağılmış bir şeyler konuşuyorlardı. Çakıroğlu giden misafirlerini geçirmek için sürekli yanımdan ayrılıyordu. Tek başımaydım masa da. Küçük bir kız çocuğu geldi yanıma.

"Merhaba" dedi tatlı sesiyle.

"Merhaba" dedim ona doğru eğilirken.

"Sen çizgi filmlerdeki prenses misin?" diye sordu. Bu sorusu beni gerçekten gülümsetmişti.

"Hayır değilim ben sadece bir gelinim" dedim gülerken.

"Ama çok güzel bir gelinsin" dedi ve biri tarafından kucaklandı. Başımı kaldırdığımda Çakıroğlu'nun küçük kız çocuğunu kucağına aldığını görmüştüm.

"Bence de dayıcım, çok güzel değil mi?" dedi. Dayıcım mı? Yanımıza koşarak bir kadın geldi.

"Ah Alptekin sende miydi? Aklım çıktı kayboldu diye" dedi.

"Evet, yengesiyle tanışıyordu ben geldiğimde" dedi ve bana döndü "Teyzemin kızı Neşe" ayağa kalktım ve elimi uzattım

"Nare Yıkılmaz" dedim.

"Çakıroğlu" dedi.

"Anlamadım" dedim.

"Çakıroğlu oldun ya karıcım" dedi. Bir tane çarpsam keşke sana.

"Aa evet, kusura bakmayın alışkanlık işte 24 senelik soy adını bir çırpıda atamıyorsun" dedim gülerken.

"Bende ilk evlendiğimde çok zorlanmıştım" dedi Neşe. Gülümsedim.

"Seni bizim küçük aileyle tanıştırmak için bekliyordum zaten hazır başlamışken devam edelim" dedi ve elini uzattı Çakıroğlu. Senin eline de sana da varya. Gülümseyerek elini tuttum ve o hiç kıpırdamayan iki masaya doğru yürüdük. Masa da en dikkat çeken bir kadın vardı. Ne yaşlı ne de gençti. Çakıroğlu kadının elini öptü ve bende öptüm.

"Teyzem, Ahu Devrim" dedi.

"Memnun oldum bende Nare Yıkılmaz" dedim.

"Memnun oldum kızım" dedi. Çakıroğlu'na baktı. Gözleri doldu. "Keşke, keşke annende görseydi. Bu güzeller güzeli gelini getirdiğini" devam edemeden göz yaşlarına boğuldu. Toparlamasını bekledik. "Götürdün mü mezarlığa, tanıştırdın mı annenle, babanla?" dedi.

"Eşim olduğunda götürmek istedim anneme bak sana gelinini değil kızını getirdim demek için" dedi. Masadaki herkes suspus olmuştu. Neşe'yle zaten tanışmıştım. Yanında oturan adam kocasıymış. Onun yanında oturan adam Neşe'nin abisiymiş adı Osman Devrim'di. Diğer kuzeni olan Talha Devrim'le de tanıştıktan sonra diğer masaya geçtik.

Bir adam ayağa kalktı. Çakıroğlu elini öptü ve geri çekildi.

"Amcam, Sedat Çakıroğlu" dedi. Bende eline uzanmıştım ki

"Gerek yok kızım, Allah daim etsin" dedi.

"Teşekkür ederim" dedikten sonra amcasının eşiyle tanıştım. Bilge Çakıroğlu'ydu oda ve üç çocuğu vardı iki erkek bir kız. Ümit Çakıroğlu, İlyas Çakıroğlu ve Pelin Çakıroğlu. Onlarla da selamlaştıktan sonra masamıza döndük.

"Bütün kuzenlerin burada mı" dedim. "Hayır, gelemeyenlerle sonra tanıştıracağım" dedi. Sessiz kaldım.

Eda,Yusuf, Mustafa ve Hakan'ı da yolculamak üzereydik nihayet dağılmıştı herkes. Işık da yorgunluktan bayılmak üzereydi. Beni gördüğü her yerde video ve fotoğraf çektiler Eda'yla. Sürekli de selfie yapmaktan parmakları yorulmuştu. Mustafa, Işık'a onu onlara götürmek istediğini söylemişti. Gözlerim kısıldı bu istekle. Işık bana baktıktan sonra abisine baktı.

"Eda ablaya gidebilir miyim?" diye sordu. Ne ara bu kadar yakın oldular diyeceğim ama sıcakkanlı olduğu için herkesle anlaşmak gibi bir huyu var. Çakıroğlu

"Eda ablan müsait miymiş?" diye sordu.

"Müsaitim tabi ki" dedi Eda.

"Kapıda korumalar olacak, mecbur". dedi Çakıroğlu.

"Hiç önemli değil evde de iki kişi bekleyebilir boş odam var" dedi her türlü imkanı sunarken.

"Can yanına bir kişi daha al Eda hanımın evinde nöbettesiniz, kapının önüne de 15 kişi" dedi ve anında organize oldular. Kız kardeşi her şeyden ve herkesten kıymetliydi. Benim anlamadığım Işık'ı göndermelerinin sebebi neydi? Öğreniriz. Herkesle tek tek vedalaştıktan sonra onları göndermiştik.

Bahçedeydik. Çakıroğlu masaya otursa da ben yanından geçip salıncağıma yürüdüm. Bir kaç tane fotoğraf çekmişlerdi burada. Çok güzeldi. Gelinliğimle salıncağa oturmuş kendi kendimi sallamaya çalışıyordum. Gelinlik kuyruklu olduğu için çok sallayamıyordum ama gideri vardı. Aslında bir an önce kurtulmam gerekiyordu üstümdekinden. Gözlerimi kapatıp, rüzgarı hissettim. Esiyordu ve ben bunu seviyordum.

Omuzlarıma bir ceket bırakıldı. Gözlerimi araladım. Önüm boştu yanıma döndüm, Çakıroğlu arkamdaydı.

"Sıkı tutunursan eğer sallarım" dedi.

"Tutunurum" dedim. Halatları daha sıkı tuttum. Özellikle salıncak için bırakılan boş alan işimize yaramıştı. Arkası orman olduğu için yer sıkıntısı yoktu. Salıncak hızlandı. Gülümsedim. Salıncağın hızı arttıkça benim gülümsemem kahkahaya dönüyordu. 10 dakikaya yakın salladı beni. Sonra durdurdu.

"Hadi Hava çok soğudu" dedi. Elini uzattı.

"Salıncaklardan nefret ettiğini söylemişti" dedim.

"Ediyordum" dedi ben elini tutmayınca o sağ elimin bileğini tutup kaldırdı beni. Bir anda çektiği için çarpıştık. Elini belime koydu, benim yaralı ve sargılı elim göğsünün üzerinde durdu. Sadece beyaz gömleği vardı üzerinde. Düğmeleri söylememe gerek var mıydı? Bir ara sadece nikah kıyılırken bir kravat vardı sonra görmedim zaten. Kokusu burnuma geldiğinde burnum yine aynı sızıyı hissetti. Geri çekildim o da yavaşça bıraktı beni. Bileğimdeki eli olduğu yerde dururken merdivenleri çıkmaya başlamıştık. Üçüncü kata geldiğimizde

"Kucağıma almamı ister misin karıcım" diye sordu gülerken.

"Düğün günün ölüm günün olsun ister misin kocacım?" dedim sahte sahte gülerken.

"Yeniden doğdum ben bu gün, doğduğum gün ölmek istemem" dedi.

"Şovun bittiyse girelim" dedim. Kapıyı açtı. İçerisine ne olmuştu? Her yerde gül yaprakları ve mumlar vardı. "Kimin fikriydi bu" dedim iğrenir gibi bakarken.

"Işık galiba" dedi.

"Haberin yok muydu?" dedim.

"Hayır, gerizekalı mı bunlar?" diye sordu.

"Sanırım" dedim. İkimizde saçma bulmuştuk. Işık istemiş olabilirdi ama bunu yerine getiren bunun gerçek bir evlilik olmadığını biliyordu. "Bu kuyruk ben buradan geçersem yanar" dedim. Yerdeki mumları gösterirken. Eğildi tek tek hepsini söndürdü. Çok komik görünüyordu gülersem söver miydi? "Teşekkür ederim" dedim dudaklarımı birbirine bastırırken.

"Gülme" dedi. O öyle söyleyince daha çok gülesim geldiği için kahkaha attım. "Sana iyilik de yaramıyor, yansaydın o zaman" dedi.

"Olur mu kocacım mumları üflerken çok yakışıklıydın" dedim kahkaha atarken. Ne olduğunu anlamadığım bir anda bileğimden tuttuğu gibi yatağa yatırdı ve üzerime eğildi. "Sende böyle çok" dedi ve dudaklarını yaladı "Çok güzel görünüyorsun" dedi.

"Üstümden inmen için üç saniyen var" dedim.

"Bir" dedi ve biraz daha eğildi "İki" dedi ve daha çok eğildi

"Üç" dedim ve ayağına tekme atıp göğsünden ittirdim. Yanıma düştü. Başımı yana çevirdim, gülüyordu. Başımı iki yana sallayıp kalktım yataktan. Giyinme odasına girdim. Sol elimle fermuara ulaşabiliyordum. Elimi attığımda bir el daha değdi elime. Arkamı dönmek isterken engel oldu buna.

"Yardım edeceğim sadece kıpırdama" dedi.

"Gerek yok açabiliyorum" dedim. Dinlemedi. Kurtulmak için bir adım atacaktım ileri ki kolunu karnıma doladı.

"Kıpırdama Çakıroğlu" dedi.

"Yıkılmaz" dedim.

"Nare Çakıroğlu" dedi. Adımı ondan nadir duyduğum anlardan biriydi. Saçlarımı sol omzumdan önüme düşürdü. Fermuarı biraz indirdi. "Ben niye hiç vurulduğun yerin izini göremiyorum" dedi. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldıktan sonra

"Kapatıyorum çünkü" dedim.

"Sırtındaki kapatıcıyı silelim mi Çakıroğlu" dedi. Kolundan kurtulmaya çalıştım, çırpındıkça daha çok kendine çekiyordu.

"Bırak Çakıroğlu" dedim.

"Olmaz" dedi.

"Çakıroğlu bırak" dedim. Ama hiç niyeti yoktu. Ani bir hareketle beni kendine çevirdi saçlarım yüzüne çarpıp önüme düştü.

"Alpaslan Yıldırım" dedi "Sorduğum her soruya doğru cevap verecektin" gözlerimi kaçırdım.

"Sonra" dedim sadece. Sol elim, onun sağ kolunun üst kısmındaydı. Sağ elim ise kalbinin üzerindeydi. Telefon sesi yankılandı. Dikkati dağıldığında çıktım kolundan. Yatak odasına geri döndüğümde çalan benim telefonum değil Çakıroğlu'nun telefonuydu. Numaraydı. Açtı. Hoparlöre verdi.

"Selam Alptekin Çakıroğlu, ben Alpaslan Yıldırım" dedi. Çakıroğlu'nun gözleri sadece gözlerimdeydi. Gözlerimi kapattım.

"Yani" dedi Çakıroğlu sakin ve sert sesiyle.

"Gerdeğe girdiniz mi? Hayır karının vücudunu gördün mü merak ediyorum da" dedi. Nefesimi kesecek soruyu sorarak, nefesimi kesti.

Öldüm.

Olvasás folytatása

You'll Also Like

67.5K 7.2K 39
@yetişkin içerik Ya aşık olduğunuz adam size daha önce bir kez daha aşık olmuşsa tepkiniz ne olurdu? Bu korkunç olsalıklar zincirinin bedeli...
5.8K 355 7
"İnsan kendini cam kenarında öldürebilirmiş hem de hiç atlamadan." Sevdiğim insanları bir camın kenarında beklerken dedem söylemişti bunu. Babam yer...
4.4M 381K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
199K 7K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...