KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.5M 639K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK

19. Örtük Kasvet.

299K 11.1K 25.6K
By ebrununhikayeleri


Medya: Serter'in anne, babası ve minik Sertoş öxndmdm


Bu bölüm biraz yoruldum. Bu akşam beni mutlu edecek tek şey sanırım yorumlarınız olacak. O yüzden yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim, haftaya sınavlara süper moral ile girmek istiyorum.

19. Bölüme geldik. Bu kadar kısa sürede neredeyse 1.5 milyon olacağız. Öncelikle teşekkür ederim. Yanımda oldunuz. Bazen saçma sapan depresif hareketlerde bulunup sizi kırdım, üzdüm. Tüm triplerimi çektiniz. Sizi çok seviyorum.

Benim için busunuz: 💘

Sizin için ben neyim?:

"Aşk ve hayat arasındaki o savaş: belirsizlik."

| Son feci bisiklet- uyku|

Bölüme başlamadan önce buraya güzel bir kalp bırakır mısınız? :*)

Kasvetli yaşam.

Kasvetli bir yaşamın içindeydim. Ellerimde hayatı bulamadığım insanların izleri, kalbimde bitmemiş sanrılar vardı. Dudaklarımı hoyrat eden eski yaşamın izinde örtük bir kasvetin içinde kalan ruhumu koparmak için savaşıyordum. Kasvetli yaşamın bitmek bilmeyen kayıp güneşlerini geçmek üzere köprüleri yıkıyordum.

Bomboş gözlerle duvara bakıyordum. Altımda kısa bir şort vardı. Üzerimde ise bol tişört ile duvara bakıyor, rahat rahat nefes alıp veriyordum. Parmaklarıma geçirmiş olduğum terliklere öylece bakarken boş gözlerimi duvardan çekemiyordum. 

Ayağımı terliğe sokup çıkarmaya çalıştım. Yanım boştu. Serter Güçlü yanımda değildi. Beni kasvetli bir odanın içinde yalnız bırakmıştı. Nereye gittiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Yalnızca sabah uyandığımda, onu odada görememiş, ardından yatağa tekrar dönmüştüm.

Kapım çaldığında, yavaşça yataktan kalktım. 

''Günaydın.''

Gülümsemeye çalışarak, arkamda bulunan yastıkları düzelttim. ''Günaydın Aslı, erkencisin.'' 

''Günaydın, ben sizi odada sanmıyordum. Açıkçası evde olmadığınızı düşündüm.'' Elinde robot süpürge vardı. Robot süpürgeyi duvarın önüne bıraktığında, gülümsemeye devam etti. ''Bilseydim, erkenden gelmezdim odanıza.''

Kafamı yana salladım. ''Okula gideceğim.''

Derse gidip artık eğitim hayatıma kaldığım yerden devam etmeliydim. Uzun bir zamandır boşluyordum. Önce ameliyat şimdi de ruhsal sıkıntımdan ötürü pek vaktim kalmamıştı. Artık derslerimi umursayacaktım. Bir ay sonra sınavlar başlayacaktı ve vizeden kalkmak gibi bir hata elbette yapamazdım.

''Kahvaltı hazırlayayım mı?''

''Yok, okulda yerim.''

İlaçlarımı içmem için karnımı doyurmam gerekiyorken ilaçlarımdan bile uzak duruyordum. Neden böyle oluyordu? Gece boyu uyumadığım için değil miydi tüm sebep? Dün akşamdan sonra çalışma odasında kalmıştı Serter Güçlü. Ben ise, yatağımıza gelmiştim. Sabah ise onu yatağımda bulacağımı düşünürken onu bulamamanın hüznüyle baş başa kalmıştım. 

''Tamam o zaman ben çıkayım, siz giyinin.'' Dedi.

Sabahın erken bir saatinde kombinimi hazırlamıştım. Onları aldığımda, yatağın üzerine gelişigüzel fırlattım. ''Aslı.''

''Buyurun Gece Hanım.''

Dar pantolonun düğmelerini açtığımda, üzerine yapacağım kombini düşünmek yerine zihnimin her yerine yayılım göstermiş olan mavi gözün ismini düşünmek; beni daha da büyük bir buhrana sokuyordu.

''Serter nerede?'' Diye sordum.

Aslı'nın bakışları bana çevrildiğinde, gözlerinde geçen düşünceleri merak ettim. ''Bilmiyor musunuz?''

''Neyi?''

''Serter Bey, çok erken bir saatte evden çıktı.'' Duraksadığında, kapının kolunu tuttuğu elini serbest bıraktı ve öylece bana baktı. ''Jeti hazırlaması için talimat verdi, İspanya'ya gidecekmiş.'' Dedi.

Akşam geç bir saatte gideceğini söyleyen anlaşmalı evlilik yaptığım kocamın, benden habersiz bir şekilde İspanya'ya gidiyor olması pek ironikti. Neden bunu yapmıştı? Akşam gideceğim demişti. Bana neden haber vermemişti ki? Belki de acil gitmesi gerekiyordu. Belki de bir sorun oluşmuştu son anda. Belki de benimle yüzleşmek istemiyordu.

''Peki.''

Uzun bir aradan sonra peki demiştim. Buna da pekiydi. Buna da.

Çocuk gibi davranmanın alemi yoktu. O İspanya'ya gidecekti, mahkemenin tarihiyle ilgili bilgi alacak, ardından buraya dönecekti. Kuvvetli bir ihtimal neticesinde, bir bavul ile İspanya'ya temelli de dönebilirdi. İşte benim örtük kasvetim burada başlıyordu.

''Gece Hanım.''

Gülümsemek için zorladım her yerimi. ''Efendim Aslı.''

''İyisiniz değil mi? Yüzünüzün rengi atmış gibi.''

Hayır iyi değildim ama iyi olmak zorundaydım. Şu an bir çocuk gibi davranmanın zamanı değildi. Hemen kötü düşünmek istemiyordum. Üstelik, böyle yaparak ruhumu kasvetinin ortasına daldırıyordum. Sakinleşmeli, artık adamakıllı bir plan çerçevesi çizmeliydim.

''İyiyim.''

''Ben aşağıya iniyorum, siz giyinin.''

''Teşekkürler Aslı.'' Dedim.

Kapı kapandıktan sonra üzerimi giyinmeye başladım. Siyah bir bluz, siyah bir pantolon, siyah bir çanta, siyah bir bot ve siyah bir deri ceket...Bluzumun kollarının tüyü de siyahtı. Bugün her şeyim siyahtı. Makyaj da yapmayacaktım. Ne gerek vardı? Belki de kırmızı bir ruj sürülmenin zamanı gelmişti ama hemen kırmızı ruj sürmeyecektim.

Hayır o kadar düşmedim. Bir kadın kırmızı ruj sürdüğünde, cesaretini toplar yıkık enkazlar altında kalan yüreğini toparlamak isterdi. Benim yüreğim dağılmamıştı ki? Sadece, Serter gitmişti. Gelecekti, sonra bir karar verip ikimizde zor durumda kalmayacaktı.

Hem bazen şiirlerin ayrılığa da ihtiyacı vardı.

Siyah çantamı elime aldığımda, yavaşça odadan çıktım. Okula gidip tüm saat ders çalışmak istiyordum. Merdivenlerden aşağıya indiğimde, ceketime sıkıca sarıldım. ''Aslı ben çıkıyorum.''

''Görüşürüz.''

''Kolay gelsin sana.''

Hava buz gibiydi. Ekim ayı sert poyrazlar estiriyordu. Yüzüme çarpan rüzgârı umursamamaya çalıştım. Arabama doğru ilerleyerek şoför koltuğuna oturduğumda, çantamdan anahtarımı çıkarıp kontağı çalıştırdım. Motor henüz çalıştığı için içerisi buzdan farksızdı. Klimayı da açtığımda, artık yola çıkabileceğimi düşünüyordum.

Yarım saat içinde okula gelmiştim.

Kapıyı açtığımda dışarıda duran, kafeteryanın sandalyelerinin üzerinde oturan arkadaşlarımı gördüm. Onları görür görmez yüzümde gülücükler oluşmuştu. Gariptir ki arkadaş ortamıma bayılıyordum. Eğlenceli insanlar olduğundan ötürü; onlarla gülmek, eğlenmek, dertleşmek ve daha birçok nice aktiviteyi yapabiliyordum.

''Günaydın.'' Sondaki harfi uzattım.

Barış, Nehir ve Naz...

Barış hemen ayağa kalktı, sigara içiyordu pislik. ''Şerefsiz neredesin sen?''

''Okula geldim.''

Ona sarıldığımda, Naz önce yüzünü buruşturdu çünkü ilk baş Naz'a sarılmam gereken yerde Barış'a sarılmıştım. Genelde bu konuda trip atan birisiydi.

''Gelmeseydin, ayol. Kaç gündür okul yolunu unuttun.'' Naz'ın sesiyle birlikte derin bir nefes alıp arkadaşıma sarıldığımda, aynı anda Nehir'in de elini tuttum. ''Saat kaç oldu? Sabahki dersi kaçırdın bebeğim?''

Sandalyeye oturduğumda, çantamı masanın üzerine bıraktım. ''Aslında erken kalktım, derse daha yok muydu ya?''

Telefonumu çantamdan çıkarıp saate baktığımda, en üstte küçük bir bildirim ile karşılaştım.  Serter bana mesaj atmıştı. Onun mesajına sonra dönme kararı aldığım halde, mesajı merak ettiğim için parmaklarımla dokunmatiğe basarak mesaj yerine girip okumaya başladım.

''Geç kaldın, erken başlatmış dersinizi.'' Dedi Naz.

''Hım.''

09.45 İstanbul Beyefendisi:

Umarım bildirim sesin yüksek değildir, çok acil erken evden çıkmam lazımdı. Ufak bir pürüzle karşılaştım, jete bineceğim birazdan. Sabah uyuyordun, seni rahatsız etmek istemedim...oraya varınca seni ararım, görüşürüz.

''Kimle konuşuyorsun, cevap versene bize ayol.'' Dedi Naz.

Telefonu tutan parmaklarım terlemişti. Belli ki heyecan adındaki kavram omuzlarıma, hatta tüm vücuduma yayılmıştı. Onun mesajını almıştım. Beni uyandırmamak için bana gideceğini söylememişti. Düşünceli davranmıştı fakat sonucunu bildiğim bir hikayeyi okumak kalbime zarar veriyordu. Bunu da es geçemezdim. 

Giderse eğer, bu mesajların, bu güzel karım diye tabir ettiği sözlerin, belime dolanan kollarının, dudaklarıma değen dudaklarının, gözlerime bakan maviliklerin; ela gözlerime iltifat yağdıran dilinin ve yaşanan daha birçok hareketlerin hiçbir anlamı kalmazdı. 

''Serter.'' Mesaj kısmından çıkmadan onu aramak istedim. Çocuk gibi davranmanın lüzumu yoktu. Onunla konuşacaktım. Hatta akşam konuşmam daha doğru olurdu. Sakin kafayla arayacaktım.

''Ne diyor ki?''

Kafamı kaldırdığımda, Barış'ın çatık kaşlarının bende oluşu beni biraz kasvetli bir havaya sokmuştu. 

''İspanya'ya gitti, sabah uyandıramamış da, onu haber veriyor.'' Dilimle dudaklarımı yaladığımda, telefonu çantama geri koydum.

''Çok tatlı bir ilişkiniz var.'' Dedi Nehir.

Nehir'in hiçbir şeyden haberi yoktu. Burada her şeyi bilen yalnızca Barış'tı. O da tam olarak Serter ile aramızdaki ilişkinin derinliğine girememişti. Serter ile olan evliliğimizin amacını küçük görmek dışında başka bir şey yapmıyordu.

''Evet öyle.'' Zor yutkunmuştum.

''İspanya'ya neden gitti?'' Diye sordu kısık bir ses tonuyla.

Gözlerimi Barış'a çevirdiğimde, derin bir nefes alarak ellerimi masanın üzerine bıraktım. ''İşleri vardı, onları halledip gelecek.''

''Çok çalışıyor olmalı.'' Dedi Barış.

Sırtımı sandalyeye yasladım. ''Evet.''

''Bazen fazla çalışıyor ama mesleği ağır, Barış. Yani böyle olması çok normal.'' Strese girdiğim andan itibaren tırnaklarımla oynardım. 

Barış, ''Seni gereksiz yere ihmal etmesin de...Önemli olan bu. Sonuçta bir evliliğiniz var, seni yalnız bırakmaması gerekiyor.''

Söylenenleri umursamadım. Ayaklarımı öne uzatıp tırnaklarımla oynamaya devam ettim. ''Aynen aynen.''

Telefonumu tekrar elime aldığımda, ortamdaki garip atmosferi dağıtmak için konu bulmaya çalıştım. ''Derse geç kalmayayım ben.''

''Dur sana kahve getireceğim, kahveni iç sonra kalkarsın.'' 

''Peki.''

Barış kalktığında, Naz ile göz göze geldim. ''Ne oldu?'' Diye sorduğumda, fısıldamak için ikimizin omzuna elini bıraktı ve yüzümüze eğildi. ''Naz, ne oluyor, bir şey mi oldu ne bu hal?''

''Birini buldum, sürekli bana bakıyor.'' Dedi fısıltıyla.

Tek kaşımı havaya kaldırdığımda, kimden bahsettiğini anlamaya çalıştım. ''Kim?''

''Şu arkandaki.''

Arkama hızlıca döndüğümde, Naz hemen kolumu tuttu. ''Dur öyle bakılır mı? Neyse baksana zengin mi? Alnı parlıyor, annem hep der. Alnı parlak olanın parası da parlaktır''

''Annen sana böyle tavsiyelerde mi bulunuyor.'' Dedim.

Naz gözlerini devirdi. ''E tabii ne sandın.''

''Naz.''

''Ayol üzerime gelme.'' Nehir'in yanağına gelen saçları düzeltip kahvesinden bir yudum alarak bana çevirdi bakışlarını . ''Hem ne olmuş sanki, insan bazen tipi için sevmez.''

''Haklısın.''

''Gece, yanlış anlama bir şey soracağım.'' Nehir yüzüme eğildiğinde, ifadesi fazla ciddi duruyordu. ''Çok aceleye getirilmiş bir evlilik değil mi? Sonuçta, biz Serter ile önceden karşılaşmadık. Ne ara evlendiniz hiç anlam veremedim ben; kendi adıma konuşursam eğer.''

Arkadaşlarımın şüpheye düşmesi normaldi. Naz'ın evliliğim konusunda en azından ufak da olsa küçük bir bilgiye sahipliği vardı fakat Nehir'in hiçbir şeyden haberi yoktu. Sadece evlendiğimi biliyordu. Serter ile yaşadığımız evliliğin ne tür şartlarda gerçekleştiğini elbette söylemeyecektim. Elimde olsaydı başta Naz'a da söylemeyecektim. 

''Aslında uzun zamandır hayatımdaydı, sadece hemen açıklamak istemedim.'' Dedim.

Barış kahvelerimizi getirdiğinde, yanıma oturarak elini sandalyemin üzerine bırakmıştı. Tüm kollarıyla resmen sandalyeyi kaplamıştı.

''Peki aşık mısın? Gerçi benimki soru mu?'' 

Nehir'in titrek sesine odaklandım. ''Aşığım evet.''

Barış'ın kasıldığını fark ettim.

Kendimi kurtlar sofrasında hissediyordum. Oysa insan dostlarının yanında böyle hissetmemeliydi. Niye onların yanında kendimi dar sokaklara atılmış çiçekler gibi hissediyordum ki? Alt tarafı evlenirken haber vermemiştim. Bu büyük bir şey olmamalıydı. Serter ile başta gerçekten aşık olarak evlenseydik; onlara her zaman söylerdim ama başta da bu evlilik farklı başlamıştı.

''Serter'den mi bahsediyorsunuz?'' Serter'in ismi, Barış'ın ağzından çıkarken sanki zorlandığını fark etmiştim.

''Evet.'' Dümdüz ses tonuyla cevap verdim.

Naz şekerli kahvesinden bir yudum alıp burnunu çekti. ''Gece en iyisini yaptı, ben de belki bir ay sonra biriyle hemen evlenebilirim. Ayrıca kocası da alelade birisi değil.''

''İspanya'da yaşıyordu normalde değil mi?'' Barış'ın sorduğu soruya sakince kafamı salladım. ''Evet, orada yaşıyor normalde.'' Dediğimde tek kaşını havaya kaldırıp; ''Peki nasıl devam ettireceksiniz bu evliliği?''

Anlaşmalı bir evlilik olduğunu bildiği halde soruyordu. Yine de ona da kızmak istemedim. Arkadaşlarımın şüpheli olması, şüpheyle yaklaşması kadar normal bir şey yoktu. Hepsi şaşkındı ve herkes başta tepkisini belli etmemişti. Tepkiler, sorular; sorulara yönelik oluşan şüpheler yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

''Bilmiyorum, bir şekilde gider.'' Dedim.

Naz durumu kurtarmak adına çantasını gösterdi. Pembe taşlı çantasını sevinçle gösterdiğinde bakışları beni buldu. ''Baksanıza bunu kaç bin dolara aldırdığıma tahmin edemezsiniz? Kendime bir adet finans köle buldum.''

''Yine Arap Şeyhi falan mı?'' Güldüm, daha doğrusu gülmeye çalıştım.

''Saçmalama, ben artık Araplardan uzak durmaya karar verdim. Bu adam Iraklı.'' Dedi Naz.

Barış'ın da dudaklarında büyük bir gülümseme oluştu. ''Çok şey fark etti, gerçekten Araplardan uzak duruyorsun.''

Naz çatık kaşlarıyla elini çantasının içine koydu. Fermuarı yavaşça yukarıya doğru çekti. Pembe taşlı çantasının içine elini soktu. Küçük dilini de hafif dışarıya çıkarmıştı. Yüzünü buruşturarak telefonunu çıkardı. 

''Annesi Ukraynalı, yine de Şeyh değil.'' Dedi Naz.

Adamın fotoğrafını gösterdiğinde, en az kırk yaşında olduğunu fark ettim. Durum içler acısıydı. Naz gerçekten de yanlış kişilerle beraber olmaya başlamıştı.

''Neyse ya.'' Barış omuz silkti.

Kahvemin tamamını bitirdiğimde, derse geç kaldığımı fark ettim. Ayağa kalkmadan önce son kez telefonuma da baktım. Serter Güçlü'den herhangi bir çağrı yoktu. Besbelli bilerek yapıyordu. Benimle yüzleşmek istemiyordu. Bu beni üzüyordu, ne zaman anlayacaktı ki?

''Derse geçeceğim, dersten sonra da eve giderim. Müsait olursak, hafta sonunu birlikte geçirelim.'' Çantamı elime almadan önce, Barış'a çevirdim elalarımı. ''Kahve için teşekkürler.''

''Görüşürüz.''

Kafeteryanın bahçesinden çıkmak için bacaklarımı kullanarak çitlerden atlayacağım sırada; Barış'ın sesini duydum. ''Düşeceksin.''

Omzumun arkasından onlara bakarak; ''İyiyim.'' Dedim.

Her zaman yaptığım bir şeydi bu. Üşendiğim için kapıyı kullanmak yerine çitlerin üzerinden atlardım. Bugün de öyle yapmıştım. Üstelik kapısı bana uzaktaydı. Oraya kadar yürüyemezdim. Sessiz adımlarla sınıfımın bulunduğu kısma yürüdüğümde, dersin başlamasına beş dakika kaldığını fark ettim.

Kalbimin ortasına çöken ağırlığı hissediyordum ve bu acınası bir durumdu. Küçük bir aramaya bile tenezzül etmemişti. Belki de müsait değildi bilemiyordum. Ben yalnızca küçük bir arama beklemiştim. Beni aramasını istediğim kadar hiçbir şeyi istemiyordum. 

Telefonu elime aldım. Sınıfa girerken boş bir sandalye bulup oturdum. Onun numarasını ekranda bulduğumda tereddüt etmeden onu aramak için yeşil kısma dokundum. 

Bir kez olsun sesini duymak istiyordum. Ne yaptığını bilmeye hakkım vardı. Şu an ne yapıyordu mesela? Muhtemelen iner inmez detoks etkili suyunu içmişti ve arkadaşlarıyla oturup kahvaltı etmiştir. Evi nasıldı? Mesela oradaki düzeni burada gibi miydi? Yine siyah koltuklar mı tercih ediyordu? Balkona çıkarken uzun uzun izliyor muydu gökyüzünü?

Yağmur öncesi şemsiyesini erkenden mi açıyordu? Bunları merak ediyordum. Kahrolası bir merak içindeydim.

Aranıyor, aranıyor...Sonrası koca bir hiç. Telefonumu açmadı. 

Telefonu kapatıp çantaya attım. Dersin başlamasına son birkaç saniye kala notlarımı çıkardım. Ders yaklaşık kırk dakika sürmüştü. Bugün erken bittiği için rahat bir nefes vermiştim. Eşyalarımı da toparlayıp buradan çıkmak istedim. Çantamı koluma taktım. Saçımı arkadan düzelttim.

Arkadaşlarıma haber vermeden arabama bindiğimde, eve çoktan gelmiştim.

''Gece Hanım.''

Serter'in şoförü buradaydı. Korumalar ise tümden değişmişti. Yanlış bilmiyorsam devletin atadığı korumaların yerine özel korumalar tutulmuştu. Serter işini sağlama aldırmak istemişti. Özel korumaların eğitimi devletin korumalarına göre daha üst düzeydeydi.

''Hava soğuk, sıcak bir kahve içmek için ara verin.'' Dedim.

Serter'in şoförü elindeki termosu gösterince kahve içtiğini fark etmiştim fakat o kadar dalgındım ki göremiyordum. Ela gözlerim dün geceden sonra dalgın bir denizin ortasına dalmıştı. O dalgınlığı alamıyordum.

''Afiyet olsun.'' Duraksadım. ''Serter...'' Ellerimi arkaya aldığımda gözlerime hüzün çöktü; bunu hissedebiliyordum. ''Serter hiç aradı mı seni? Ona saatlerdir ulaşamıyorum.''

Bekir kafasını yana salladı. ''Bizi de hiç aramadı ama Carla Salazar ile bir toplantısı var diye biliyorum. Son yaşanan olaydan sonra açıkça, Başkanı tehdit edeceğini söylemişti. Muhtemelen onun yanındadır.''

''Anlıyorum.'' Toparlanmaya çalıştım. ''Mahkemenin tarihi de değişecek.''

Bu kadar güçsüz görünmek...Bu kadar zavallı olmak...Hayır bu ben değildim. Toparlanmalıydım ama hayatımda ilk kez birisi bana farklı yaklaşmıştı. Beni sorgulamamıştı. Barış'ın bile beni sorguladığı zamanlar olmuştu ama Serter o kadar farklı yaklaşıyordu ki...Naz gibiydi. Naz tıpkı geçmişimi geleceğimi ve bugün itibariyle verdiğim kararları sorgulamıyorsa; aynısını Serter'de yapıyordu.

Şimdi bu adamla aramızda gözler görülür derecede büyüyen uçurumları hissediyordum. Bu kahrolası kaderin bir oyunuydu.

''Evet.'' Dedi Bekir.

Dudaklarımda acı dolu bir gülümseme oluştu. ''Serter'de gider muhtemelen, onun adına çok sevindim.'' Bu kez toparlanmaya gerçekten de çalıştım. ''Neyse, ben içeriye gidiyorum. Siz de lütfen arada dinlenin. Böyle ayakta görünce üzülüyorum. İsterseniz size kendi elimle güzel bir çay da yaparım.''

''Teşekkürler Gece Hanım.''

İçeriye geçtiğimde üzerimdekileri çıkarıp çantamı yere attım. Salonda gördüğüm çizgi film sesiyle hafif kaşlarımı çattım. Salona doğru yürüdüğümde, Semih'i yerde oyun oynarken görmüştüm. 

Semih gelmişti.

''Gece Abla.''

Semih aniden oyuncaklarını bırakıp bana doğru koştuğunda, kollarımı açıp onu kucağıma aldım. ''Sen ne ara geldin?'' Mis gibi bebek kokusu ondan geliyordu. Yaşı küçük olmasına rağmen bugün genç bir delikanlının giydiği takım elbiseyi giymişti.

''Evde çok sıkılıyordum, ben de Bekir Abiye dedim ki...'' Burnunu çekti, Naz gibi grip olmuştu. ''Ona dedim benim arkadaşım yok. O da beni buraya getirdi.''

''Senin arkadaşın yok mu? Biz varız.'' Saçlarına dokunduğumda gülümsedim. Çocuklarla iyi anlaşmak kaderimde vardı. 

''Hiç yok, okulda kimse benimle oynamıyor.'' Dudaklarını öne büzdü.

Ufak da olsa bir yalan söylemek istedim. ''Biliyor musun benim de hiç arkadaşım yok ama ben tek başıma oyun oynayabiliyorum.'' Sadece yalan söylemiştim, amacım onunla aynı durumda olduğumu gösterip onun endişesini almaktı. ''Ayrıca, ortaokula geçtiğinde bir sürü arkadaşın olacak. İlkokuldakiler velet oluyor, onlara bakma.''

''Velet mi?''

Biraz kaba bir tabirdi, hemen düzelttim. ''Yani, işte küçükler.''

''Ben de küçüğüm.''

''Sen mi?'' Boğazımı temizledim. Batırmıştım. ''Aslında benim anlatmaya çalıştığım şey şu...''' Dilimi şaklattım. ''Örneğin onlar genelde oyun arkadaşı olmanı bekliyorlardır, ya da küçük oldukları için akılları yetmiyordur. Sen ise akıl olarak büyüksün, seni Serter Amcan yetiştirdi. Küçük olman imkansız.''

Serter beni de büyütmeye çalışıyordu. Ne de iyi bir baba örneği; aman.

''Peki, beni neden sevmiyorlar. Küçük oldukları için mi?'' Şaşkındı, gözleri kocaman açılmıştı.

''Yok, büyük olduğun için.'' Dedim.

''İkisi aynı şey değil mi?''

Aynı şey miydi?

Beynim durmuştu. 

Tekrar toparlamaya çalıştım. ''Konuyu değiştirelim, boş ver onları. Sen dediğim gibi umursamayacaksın. Üniversiteye 11 yılın kalmış. Onu hayal et.''

''Üniversite ne?'' Semih'in diksiyonu iyiydi ama bazen konuşurken zorlanıyordu. 

''Hiç, önemli bir şey değil.'' Dedim.

''Nasıl yani?''

Semih'in beynini yakmıştım. Serter bana çok kızacaktı. Durumu düzeltmek adına oyuncak kutusunun kapağını açıp masanın üzerine bıraktım. Oyuncaklarını tek tek çıkardığımda, Barbie bebek görünce gülümsedi. Barbie bebek oynamasına şaşırmıştım.

''Bununla oynayalım mı?'' Dediğimde, yan tarafımda duran ayıcığı da alıp onları düz tuttum. ''Üniversiteyi boş ver, şimdi oyun oynayalım.''

İki oyuncağa baktığımda gülümsüyordum. ''Şimdi bu ayıcık, bu kız terk etmiş tamam mı? Kız da sinirden saçlarını yolmuş. Ayıcık ise şişko olduğu için zayıflamaya karar vermiş ve...'' Dilimi ısırdığımda gözüme çarpan ilk erkek bebeği aldım. ''Sonra bu ayıcık artık, erkek bebek oluyor. O değişmiş, daha da güzelleşmiş.''

''Biraz yavaş konuş, Gece Abla. Ben anlayamıyorum.'' Çocuk haklıydı.

Yavaşça nefesimi dışarıya verdim. ''Bak, bu bir ayı.'' Ayıyı elimde hafif salladığımda, anlaması için içimden dua ettim. ''Ayı biraz şişko, biraz da karısını ihmal ediyor. Sonra ayı artık gençleşmeye karar verip spor aletlerine biniyor. Sonra ayı ne oluyor biliyor musun?'' Erkek bebeği bir kez daha gösterdim. ''Ayı buna benziyor.''

Semih'in arkasından gelen Çam ile birlikte gözlerimi devirdim. ''Çam, lütfen dur.'' Kafamı Semih'e çevirdim. ''Tekrar mı anlatayım?''

''Ben, hiçbir şey anlamadım.'' Dedi.

''O zaman, başka oynayalım?'' Bu oyunu seveceğini düşünüyordum. ''Bebekleri suya sokup yüzdürelim?''

''Gece Abla, bu da sıkıcı.''

Aynı annesi gibi hiçbir şeyi beğenmiyordu.

Çantamı alıp içinden bir krem çıkardım. ''Gel o zaman şu kuru ellerine krem süreyim. Bari bir işe yarayayım değil mi?''

''Tamam.''

Su bulunan şişesini ağzına götürdüğünde, ellerim yanağını buldu. Tatlı bir çocuktu. Bazı huyları annesine benziyor olsa da annesini andırmıyordu. Biraz daha uysaldı. Üstelik insanlarla olan iletişimi güzeldi. Beni birkaç kez görmesine rağmen hemen bana alışmıştı. Sanırım benim de oğlum olsaydı, ben de ona bu şekilde davranırdım.

Serter nasıl bir baba olurdu acaba?

Muhtemelen otokontrol yeteneği yüksek bir baba olurdu.

Semih'in yanağına sürdüğüm kremin fazlalığını ellerimden almak için peçete kullandım. Parmaklarıma bulaşan kremi peçeteyle sildiğimde, Semih ıslak gözlerle bana baktı. Yüzüne su bulaştırmıştı. Göz altındaki suları da peçeteyle temizledim. 

''Teşekkür ederim Gece abla.''

''Aslan parçası, seni biraz fazla kremledim.'' 

''Olsun Gece abla.'' Elinde duran Petito çikolatasını yediğinde, gülümseyerek karşılık verdim.

''Çok mu seviyorsun?''

Kafasını salladığında, krem de ağzına bulaşmıştı. ''Serter Amca bana hep bunlardan alır. Çocuk çikolatası der buna.''

Tek kaşımı havaya kaldırdım.

Çocuk çikolatası mı? Serter bana da almıştı. Onu çocuk gördüğü kişilere mi alıyordu. Yine de metanetimi korudum. Yavaşça çikolata paketini Semih'in elinden aldım. ''Ben geliyorum.''

Mutfağa doğru gittiğimde, küçük cezveye Türk kahvesi boşalttım. Bu aralar kahveyi boşlamıştım. Pek kahve içemiyordum. Barış'ın, kafeteryada aldığı kahve dışında herhangi bir kafein tüketmemiştim. 

Kahve işlemi bittikten sonra onu tezgahın üzerine bırakarak elimi yakmamaya çalıştım. Kulp kısmı bakırdan oluşuyordu, ısıyı ilettiği için parmaklarım yanabilirdi. Tekrar elime aldığımda, gold ve gümüş detaylı fincana doldurdum. Bir kahve içmek bana kesinlikle iyi gelecekti.

Telefonum çaldığında, titrek ellerimle telefonu elime aldım. Sırtım tezgaha yaslı bir biçimde, onun adını gördüm. Bu beni biraz tuhaf bir duyguya sürükledi. Hislerim gün yüzüne çıkıyorken; dalgalı denizleri suçlamamak konusunda tereddüt ettim. Tam olarak tereddüttün içine daldığımı hissediyordum.

Serter arıyordu...

''Alo.''

Sesi boğuk çıkıyordu.

''Efendim.'' Dedim.

Önce derin bir sessizlik oluştu. Kalbimde birkaç çiçek kırıldı. Çiçekleri sevmediğim halde kırılan çiçeklere cenaze merasimi düzenlemek istedim. Sonra o sessizlik, boynu bükülmüş; öfkeli bir sese dönüştü, o sesi kalbimde hissettim. Biraz da kırıldım. Öylesine yok edildim ama dik durmaya devam ettim.

''Nasılsın?'' Diye sordu.

Neyi soruyordu ki? Neyi sorabiliyordu? Öfkeliydim, yine de düşmedim. Onu dinleyecektim. Bunca saattir neden aramadığını, onu aradığımda neden açmadığının sorusunun cevabını onun ağzından dinleyecektim.

''İyiyim, sen?'' Buz gibiydi ses tonum.

Biz kadınlar, erkeklerden daha farklıydık. İlişkilerde farklı bir tutum sergilerdik. Buzdan hallice olacağını düşündüğüm ses tonum yine buzu bulmuştu çünkü biz kadınlar erkekler gibi yüzeysel düşünemezdik

''İyiyim.''

''Anlıyorum.''

''Gece.'' Duraksadığında, kahvemi soğuttuğumu fark ettim ve ben asla soğuk kahve içemezdim. Besbelli kırgınlığım kahveye de yansımıştı.

''Efendim.''

Serter'e karşı öfkemi kusmak istiyordum ama bir yandan da bu saçma geliyordu. Serter'e neden beni aramadın sorusunu sormak için önce bir şeyleri netleştirmek lazımdı. O gitmişti. Kısa süreli de olsa gitmişti. Belki de mahkeme hemen görülecek, bavullarını toplayıp gidecekti.

Bencil davranamazdım.

Biri, birinin yanındaysa eğer bunun için sebeplere gerek yoktu ama engeller de önemliydi. Engelleri arkaya atamazdım. Yirmi dokuz yaşına kadar, siyaset düşünen; siyasetin içine atılmak için ailesini gözden çıkaran bir insana; bana gel diyemezdim. Onun hayatı önemliydi. Benim hayatımın önemli olduğu gibi onunda hayatı her şeyden önemli olması gerekiyordu.

''Biraz konuşabilir miyiz, müsait misin?''

''Müsaitim.''

''Ne yaptın bugün, nasıl geçti?'' Konuşurken acı çekiyordu sanki, biraz zorlanıyordu konuşurken. Sebebini biliyordum.

Cama doğru yürüdüğümde, bir elim telefonda, diğer elim mermere dayanmıştı. ''Okuldaydım, biraz derslere girdim; notlar aldım. Sonra Semih geldi, onunla oyunlar oynadım. Öyle geçti işte, başka bir şey yapmadım.'' Ha, biraz da yalnız kaldım, kendi sorularımın başımı ağrıttığı eski duvarların kıyısında.

''Ders çalıştın demek.''

''Evet.''

Ne yapıyordum ben? Onunla böyle soğuk konuşmaya hakkım yoktu. Kalkıp adamın yakasından tutup beni nasıl aramadın mı diyecektim? Ben kimdim? Kendime gelmeliydim. Düzgün, yatıştırıcı cümleler kullanmalıydım. Serter iyi bir insandı. Bunu hak etmiyordu. 

Günün sonunda yolumuzun ayrılması onun değil, kaderin bir tercihi olurdu çünkü bilirdim ki Serter'in elinde olsaydı, koşulsuz şartsız yanımda olurdu.

''Sen ne yaptın?''

''Hiç, aynı. Avukatımla konuştum, ondan haber bekliyorum.'' Dedi.

''Keyifsiz geliyor sesin.'' Soğuk kahvemi aldığımda, dudaklarıma götürüp bir yudum aldım. Soğuk kahve içecek kadar odağım Serter'deydi.

''Keyifsizim evet.'' Dedi.

''Canını sıkma, ben her şeyin iyi olacağına inanıyorum. Umarım, mahkeme öne çekilir ve o kadın yaptığının bedelini öder.'' Saçımı kulağımın arkasına aldığımda, öylece baktım duvarlara. ''Beni de azmettirmeye çalışmıştı, kanıtlarıyla beraber mahkemeye sunarsan eğer belki işe yarar, yani öyle düşünüyorum.''

''Ben onunla ilgili bir dosya hazırladım. Korumaların ve senin polis ifadeni avukatım aracılığıyla mahkemeye sundum.''

''Üzülme tamam mı? Ben baharın geleceğine inanıyorum.''

''Teşekkür ederim, her koşulda yanımdasın. Bunun benim için ne kadar önem teşkil ettiğini bilemezsin.'' Yumuşak çıkıyordu sesi.

Serter en zor günümde beni bulmuştu. En kötü günümde yanımda olmuştu. Sert ve hoyrat saçlarımı eliyle örmüş, dudaklarıma bir buse bırakmıştı. Yıkıldığım, yorulduğum; mahvolduğumu düşündüğüm zamanlarda Eylül'e karşı gelmişti. Yanımda olduğu için minnettardım, aynı zamanda ona derinden bağlıydım.

Kararı ne olursa olsun, kızmayacaktım. 

Kırılır mıydım? Belki biraz, belki biraz canım da acırdı. Gözyaşlarımın hesabını veremezdim ama dilimden dökülen kelimelerin hesabını verebilirdim. O yüzden kırgınlıkları arkama alıp, yalnızca onun için en iyi olan şeyi seçmesinin yaratacağı huzur kavramına odaklandım.

''Yanındayım.'' Dedim.

Derin bir nefes aldığını işittim. ''Yemek yedin mi?''

''Hayır.''

''Neden?''

''Birazdan yerim.'' 

''Peki.'' Dedi.

Konuşma nereye gidiyordu? Yoksa bitmiş kelimelerin altında kalan parça sözlerin içine mi giriyordu? Bir cümle bulmak istiyordum. Cümleler nedenleri doğururdu. Sanki o cümlelerin yaratacağı aydınlığın altında kendimi bulacaktım. Serter'in bir şeyler söylemesini, söylediği cümlelerde aydınlığı arayıp durdum onca dakika.

''E anlat? Ne yapıyorsun?'' Konuşmak için çabalıyordu.

Ben dayanamazdım ki...Bunu saflık olarak anlayabilirdi herkes ama dayanamazdım. Birinin bu şekilde kıvranması beni üzerdi. Serter'i zor durumda, onu duygularıyla baş başa bırakmak istemiyordum. Ben zaten hüzünlü bir geminin içinde yaşıyordum, daha önce de düşmüştüm. Dolayısıyla alışıktım.

Gülümsedim. ''İyiyim, seni özledim.''

Yalan söylemeye gerek yoktu. Onu deli gibi özlemiştim. Bir gündür ayrı değildik fakat özlemin zamanla işi olmazdı, özlem yürekten gelen bir şeydi. 

''Özledin mi gerçekten?'' Dediğinde, Serter'e gözlerimi devirdim. Her ne kadar görmemiş olsa da gözlerimi devirdim.

''Evet.''

''Ben de...'' Boğazını temizledi. ''Alt tarafı bir gündür görmüyorum seni ama yine de garip bir biçimde aklımdasın.''

Aynı şeyi düşündük. Aynı düşüncelere sahip olmak güzeldi ve acı verici olan ise bundan sonra olacak yol ayrımıydı. Yolumuz ayrılacak mıydı? Yolumuz ayrıldığında, yaşam nasıl devam edecekti? 

Mahkeme sonuçlandıktan sonra Serter gittiğinde benimle uzaktan bir evlilik yürütmek konusunda teklifte bulunabilirdi. Böyle düşünüyordum. Uzaktan yürütmek isteyecekti. Bu ona mantıklı gelse de bana asla mantıklı gelmiyordu. Uzaktan ilişki mi götürülürdü? Üstelik bizim normal bir evliliğimiz yoktu. Ben, Eylül ve Gürsel tarafından her an öldürülecek bir durumdaydım. Serter bunu en iyi bilen kişilerden birisiydi.

''Sustun.'' Dediğinde, düşünüyordum diyemedim.

''Evet.''

''Bir şeyler düşünüyorsun.'' Yine içimi okumuştu Serter Güçlü. ''Aklından neler geçiyor kim bilir, kurulmuşsundur belki de.''

''Ne konuda?''

Sanki boğazıma yumru oturmuştu. Bazı ıssız gecelerde tek başıma yürüyüşe çıktığımda ellerim titrerdi. Şu an bu duyguları hissediyordum sanki. Kalbimle aklım arasında kaldığım bu savaşta yenilmekten korkuyordum. Mantığım yumru oluşmuş boğazımı öteki tarafa alıyordu. Beni, onunla baş başa bırakmıyordu.

Ben ise, onu istiyordum.

Hayır isteyemezdim. Ne yapacaktım ki? İlk kez zorlanmıştım. Ne acı.

''Bizimle ilgili.'' Dedi.

Tırnaklarımla mermere zikzaklar çizdim. ''Serter.''

''Efendim.''

''Senin için mutluyum. Senin mutluluğun, bizim mutluluğumuzdan daha önemli.'' Dedim.

Serter kötü bir şartta büyüyen çocuk değildi ama zamanla hayatı kötülüğe maruz kalmıştı. Bana anlatmadığı çok olayın döndüğünü düşünüyordum. Bana anlatmadığı birçok olay vardı ve mesleğini almak için uzunca bir müddet uğraşan birisinden yanımda kalmasını isteyemezdim. Bu düpedüz bencillik olurdu.

''Mahkemenin tarihinin değişip değişmeyi belirsiz. Eğer değişirse, muhtemelen Carla denen kadın suçlanacak ve üzerime attığı tüm iftiralar silinecek...''

''Evet.''

''Sözümü kesme lütfen.'' Bir şeyler içtiğini fark ettim. Besbelli su veyahut papatya çayı içerek sakinleştiriyordu kendini.

''Tamam dinliyorum.''

''Olur da değişirse sağlıklı bir karar vereceğim.''

Daha fazla dayanamadım. ''Oraya gideceksin, gitmek zorundasın çünkü mesleğin her şeyden önemli. Kaldı ki ben mesleğine devam etme konusunda en çok destekleyenler arasında olurum. Senin için siyaset olmayan bir ortam; ortam olamaz bunu da biliyorum.''

''Gece.''

''Hayır dinle.'' Sesimi yükseltmemek için büyük bir gayret gösterdim ama saç uçlarıma kadar üzüntü biriktirmiştim ve bu biraz beni zorluyordu.

''Dinliyorum.'' Dedi.

''Oraya gittiğinde, muhtemelen benden uzak mesafesi bulunan bir ilişki yürütmek için teklifte bulunacaksın.'' Dedim. ''Gece.'' Dedi. Farkında olmadan elimi havaya kaldırdım. ''Hayır Serter, bunu isteyeceksin. Eğer normal bir aşk evliliği yapsaydık, birbirimizi önceden tanıyıp aşık olsaydık zaten bu çok normal.''

''Anlamıyorsun.'' 

''Biz birbirimizle başta anlaşmalı bir evlilik yaptık, dolayısıyla benimle evlenme sebebin ablama karşı beni korumandı. Şimdi seninle uzaktan bir ilişki yürüttüğümüz zaman oradan beni koruyamayacaksın çünkü evliliğin hiçbir amacı kalmaz. Daha doğrusu kalmazdı...'' Göğsüm ağrıyordu ve zorlanıyordum. ''Şartlar değişti, birbirimize alıştık. İkimizde bu evliliği gerçek kıldık.''

''Bizim evliliğimiz gerçek.'' Biraz daha konuşsa, sesi tükenecekmiş gibi geliyordu.

''Bizim evliliğimiz gerçek.'' Gözlerimi birkaç saniyeliğine yumdum. ''Serter, sana yemin ederim ki bizim evliliğimiz gerçek. İlk günden beri evet dediğim için pişman olmadım. Seninle olduğum andan itibaren dünyanın en mutlu kadını oldum.''

''Ben de öyle.''

''Eylül bana bir mezarı bile çok gördü. Gürsel hayatımı mahvetti ama sen ve arkadaşlarım bana ev oldunuz, evim oldunuz siz.''

''Gece.''

''Ne olur dinle.'' Pencereyi açtığımda, temiz hava burnumu doldurdu. ''Uzaktan bir evlilik yürüteceksin, haklı olarak. Sonuçta şu an boşanıyor olmak aşırı saçma olurdu. Onca hatıra birikti, içimizde ukde kalırdı ve bu doğru olmazdı.''

Sözlerime kaldığım yerden devam ettim. ''Bu sefer benim için sürekli buraya geleceksin. Elbette ben de gelirim yanına ama aylar geçecek...Sonra sen bıkacaksın. Ya da ben bilemiyorum. Mesajlaşmayı da sevdiğini düşünmüyorum...Mantıklı düşününce sanki bir şeyler bit..''

''Türkiye'ye döndüğümde yüz yüze konuşalım.''

''Serter, yapma. Yapma yapma yapma.'' Sesim yükselmişti. ''Sen olgun bir adamsın, eminim bu filmin sonunu görüyorsun. Ben benim için deli gibi çırpınmanı istemiyorum. Benim için sürekli seyahat etmeni de istemiyorum. Oraya gelmeyeceğimi de biliyorsun. Hayatımı, onların pisliklerini dökmek için adadım.''

''Peki, ben ne olacağım?''

''Anlamadım.''

''Ben? Saatlerce gözlerini izlesem sıkılmayacağım bir hayatı mı iteceğim? Hem de kendi elimle, öyle mi?''

''Serter.''

''Bak. Senin için ne ifade ediyorum bilmiyorum ama sen benim için çok şey ifade ediyorsun.'' Kelimeler dudaklarından dökülüyordu, nefesim aynı anda kesiliyordu. ''O yüzden lütfen bitmiş gibi konuşma. Hâlâ mahkemeyle ilgili net bir bilgi yok. Bu gece haber bekliyorum. O zamana kadar bir şey söylemek laf kalabalığından başka bir şey değil.''

''Sana baktığımda, hayatın o garip koşuşturmacasında yaşamı anlıyorum, nefes alıyorum, nefesim seninle birlikte yeniden doğuyor.'' Dudaklarımı ıslattım. ''Sen gördüğüm, tanıdığım hatta bu evrendeki en iyi insansın.''

''Sen de öyle.''

''Ve yaşam bazen elimizde değildir. Karanlık çukurlara düştüğümüzde, sorunu çukurlarda bulmak lazımdır. Sorunu çukurlarda buluyorum, sen de değil, o yüzden sen buraya gelince yüz yüze konuşalım. Ona göre ben de bir yol çizeceğim.''

''Bencil ol, beni istediğini söyle ve her şeyi bırakmamı sağla.'' Boğuk geliyordu nefesi.

Hayır bunu yapmayacaktım. Ben böyle olamazdım. Bencillik yapabilmem için kalbimi kör etmem lazımdı. Ona böyle bir sorumluluk yükleyemezdim. Uzaktan ilişkiyi bile Serter zora girmesin diye istemiyordum. Anlamlıydı Serter. Bir kez olsun anlamalıydı.

''Kapatmam gerekiyor, Semih uzun bir süre yalnız kaldı.''

''Tamam.'' Dedi.

Onu böyle bırakmak içimden asla gelmiyordu. Serter'i biliyordum. Uyumayacaktı ve sürekli olarak beni düşünecekti. 

''Serter.''

''Efendim.''

Camı boştaki elimle kapattığımda, yavaşça mutfaktan çıkmak üzere tezgahın arkasından geçtim. Semih'in yanına gidecek, ardından onu uyutup odama geçecektim ama önce bir durumu düzeltmeliydim.

''Beni mutlu etmek istiyorsan, önce kendini düşün.'' Dedim.

''Biz?'' Diye sordu kırgınlıkla.

''Yüz yüze daha rahat konuşacağız.'' Adımlarım duraksadığında, tezgahın önünde durdum. ''Bir şeyi de düzeltmek istiyorum. Seni istiyorum.''

''Ah Gece, ah.''

''Sen gördüğüm en iyi adamsın ve ben bencil değilim, üzgünüm.'' 

Telefonu üzerine kapattım. Bir şey söylemesini beklemedim. Ona gece yarısına doğru mesaj atacaktım. Şimdi bu kadar duygu yüklü olunca konuşmak acı verici geliyordu. Konuşursam kalbim yaralanırdı. Onunda kalbi yaralanırdı. Buna gerek yoktu. Birbirimizi kırmaya en azından hiç gerek yoktu.
                                                                                                                                         ''Oğlum nerede?''

Kafamı kaldırdığımda, telefonu tezgahın üzerine bırakarak bana çatık bir kaşla ve öfke dolu yüzle bakan Berrak'a çevirdim kafamı. Çatık kaşlarının hedefinde elbette ben vardım. Elindeki çantayı sıkıca tutarak bana doğru geldiğinde, ona karşı gardımı indirmek istemedim. Omuzlarımı dik tuttum.

''Pardon?'' Sesim buzdan farksızdı.

Yüzünü buruşturdu mutfağa bakarken. ''Semih'i nasıl habersiz buraya getiriyorsun, sen kimsin de benim oğlumu habersiz getiriyorsun?''

Kollarımı birbirine sarıp tam önünde durduğumda, ondan uzun olduğum için kafasını kaldırarak bana baktı. ''Birincisi, ben senin oğlunu habersiz getirmedim. İkincisi o sesinin tonuna dikkat et. Kimsin sen? Bu üslup ne?''

''Seninle kavga etmeye gelmedim. Benim oğlumun bu evde ne işi var? Serter'de yokmuş. O zaman oğlumu niye getirtiyorsun?''

Yüzümde ona acıyan bakışlar oluştu. Buna engel olamadım. ''Senin psikolojik sorunların mı var? Ben getirtmedim diyorum?'' 

''Bana bak.''

Oflayarak yanından geçmeye çalıştığımda, amacım ondan uzaklaşmaktı çünkü sinirlenince kendimi tutamayacağımı bilmiyordum. henüz sinir eşiğimi kırmamıştı fakat böyle üslup sorunları olan, mahalle ağzıyla konuşan bir kadınla tartışmaya girmeyecektim. Ablam yaşındaki bir kadını da ciddiye alamazdım.

Kolumu yakaladığında, yüzüme eğildi yan profilinden. ''Kızım, seni mahvedeceğim. Sana kafayı taktım. Bu evde nefes bile almayacaksın. Sen elimden bana değer veren bir insanı aldın, ben de sana kafayı taktım anlıyorsun değil mi?''

''Berrak, Berrak.'' İsmini iki kez tekrarladığımda, kolumu çektim. ''Hastasın, istersen tedavi olacağın bir psikolog arkadaşıma seni yönlendirebilirim.''

''Kendini böyle mi teselli ediyorsun?''

Küçümsedim, sadece onu küçümsedim. ''O kadar iğrençsin ki kalkıp sana bir de açıklama mı yapıyorum ben? Şu haline bak.'' Onu havadan süzdüğümde, küçümsemem bir an olsun bile yüzümde olmaya devam etti. ''Düşmüşsün, yerlerdesin, ruhun pis, nefes alıyorsun ama almasan da bir yararın yok dünyaya. Zavallısın sen zavallı.'' Gözlerime bir alev bindi. ''Yavaşça evimden çık git.''

Kahkaha atarak mutfakta dolandığında, eliyle kahve makinesini gösterdi. ''Burada eskiden bana ait bir kahve makinesi vardı biliyor musun canım? Kimseyi evine almayan Serter beni evine aldı.'' Balkonu parmağıyla gösterdiğinde balkona bakmamak için zor tuttum kendimi. ''Burada da kahve içerdim, o da beni izlerdi. Her şeyini anlatırdı, hatta bana pasta alırdı her Türkiye'ye geldiğinde.''

Pasta...

Bu numaraları yemeyecektim.

Ayrıca Serter'in geçmişte ona bir şey almasına laf edemezdim çünkü ben geçmişinde yoktum. Sadece süslü cümleler kullanarak anlatıyor olması beni biraz yaraladı.

''Serter sonsuza kadar benimle olacak. O, Semih için her zaman yanımda olacak ama sen dış kapının dış mandalı.''  Dedi.

Gözlerimi kıstığımda, yüzük parmağımı havaya kaldırıp gözünün içine sokarak gösterdim. Seviyesine düşmüştüm, umurumda değildim. ''Aynen Berrak aynen, hadi yavaşça seni dışarıya alalım. Senin yerin dışarısı.''

''Umursamaz görünüyorsun ama gayet umursayan birisisin. Sana dokunduğunda bile aklında bir şüphe var değil mi? Belki de parmakları tenimi sardı. Bana dokunan parmakları sana dokundu. Gururun da mı yok kızım?''

Serter'in ilki değildim fakat trendeki kızdan sonra bana dokunduğunu biliyordum. Berrak sadece saçma sapan şeyler söylüyordu.

Cevap vermedim. 

''Gerçekten sen de gurur yok.'' Sesi keskin bir bıçağı eritecek kadar sert çıkıyordu.

''Sen de dokunulmaya pek alışkınsın, Berrak.'' Kafamı dik tuttum, ona yalnızca acıyordum. ''Önce eski sevgilin Serter, sonra eski sevgilinin yakın arkadaşı Okan...Pek mezhebin geniş, çok iyi ya.''

''Sen...'' Üzerime yürümeye çalıştığında bileğinden yakaladım. ''Ben ne? Benim en azından bir ahlakım var. Sen de o da yok. Şimdi defolup gidiyorsun, yoksa sana asıl zararı verecek kişi ben olurum.''

''Serter benim, benim.'' Dedi.

Şu an o kadar düşük bir enerjiye sahiptim ki...Başka bir zaman olsaydı, elbette bu kadının anladığı dilden konuşurdum. Onunla muhatap olmama gerek yoktu. Yavaşça yanından uzaklaştım. Onun yanından uzaklaşırken omzuna kısa bir bakış attım. ''Tedavin zor, biraz uğraştırıcı ama düzeleceksin inanıyorum.'' Sesimde alay kırıntıları gizliydi.

Merdivenlerden yukarıya yürüdüğümde, Semih'in de gittiğini görerek odama yönelttim adımlarımı. 

Küçücük çocuğun hayatını mahvediyordu. İnsanların anneliğine kolay kolay laf etmezdim fakat Semih için endişelenmeye başlamıştım.

Üzerimi değiştirdim. Bunları düşünecek durumda değildim.

Yatağın üzerine uzandığımda elimde bir telefon vardı. Saat ikiyi geçmek üzereydi. Muhtemelen İspanya'da saat bir gibi bir şeydi. Aramızdaki saat farkı neredeyse yoktu. Uyuyup uyumayacağını bilmediğim için mesaj atmaya karar verdim. Hatta bir şarkı atabilirdim. Gerçi insan şarkı atarken çekinmemeliydi değil mi?

Şu an odağımda bulunan Berrak'ı çıkarıp tamamen Serter'e odaklanmak istiyordum.

Ben: Son Feci Bisiklet- Uyku.


Mesajı attıktan beş dakika sonra mesajı görmüştü.

İstanbul Beyefendisi: Bana şarkı attın.


Ben: Evet.


İstanbul Beyefendisi: Biz ne yapacağız böyle ya? Bu nasıl evlilik? Karımla konuşamıyorum, karım gecenin bir yarısı bana şarkı atıyor.

Karım deyişini özlemiştim. Alt tarafı bir gün oldu Gece?


Ben: Canını sıkma tamam mı? Her şey iyi olsun, ikimiz içinde ama öncelik sensin. Senin hayatın her şeyden daha önemli.


İstanbul Beyefendisi: Hayatımız*


Ben: Hayatımız. :)


İstanbul Beyefendisi: Biliyor musun iki saattir düşünüyorum ve dediklerinin bir kısmına katıldım.


Ben: Hangisine katıldın, hangisine katılmadın?


İstanbul Beyefendisi: Mesela beni düşünmen çok saçma. Ona katılmıyorum. 


Ben: Katıldığın peki?


İstanbul Beyefendisi: Uzaktan evlilik yürümez. Bunu düşününce gerçekten anladım. Haklısın, uzaktan evlilik yürütülmez. Sana kızmıyorum o yüzden, hatta hak veriyorum. Buraya gelmeyeceğini de biliyorum, mantıklı olarak orada kalacaksın.


Ben: Naz bir ara Erdem diye birisiyle üç ay mesafe ilişkisi yaşamıştı ve çocuk onu aldatmıştı.


İstanbul Beyefendisi: Ben seni aldatmam.

Ben: Biliyorum.


İstanbul Beyefendisi: Seni neden aldatayım? Bizi onlarla bir tutma. İkimiz çok farklıyız. Olgun insanlarız.

Ben: Obon yoşondoyom goco.


İstanbul Beyefendisi: Gece.


Ben: Tamam sustum. %%%%%%///^^^+^''++%%))/&%&%


İstanbul Beyefendisi: Bu işaretler ne?


Ben: Hiç canım sıkıldı.


İstanbul Beyefendisi ♡. Bunu at.


Ben: 2+2=?


İstanbul Beyefendisi: 1

Ben: Serter.


İstanbul Beyefendisi: Bence sen benimle dalga geçiyorsun. Görüntülü arayacağım, aç.


Ben: Müsait değilim.


İstanbul Beyefendisi: Gerçekten mi? Evde değil misin sen? Evdeysen aç işte. 

Ben: No.


İstanbul Beyefendisi: Allah'ım sabır.

Ben: Yaşlandıkça aksi bir ihtiyara dönüştün. Gittikçe Hasan kılıklı Ömer'e rakip oluyorsun. Bak böyle yapma, sinir tansiyonu çıkartır.

İstanbul Beyefendisi: ++%+&&&&&++%/%%/%&///

Ben: Demek diss atıyorsun öyle mi?


İstanbul Beyefendisi: !!!!!!!


Daha fazla dayanamadım. Onun olduğu ekrana tıkladım. Arama kısmına bastığımda, üzerimdeki pembe tişörte nasıl bir tepki vereceğini merak etmeye başlamıştım. Yavaşça açmasını bekledim.

Serter Güçlü arar aramaz yatağımdaki pozisyonumu değiştirdim. Ona usulca baktığımda, üzerindeki tişörte bakmaktan gözlerimi alamadım. Basit beyaz bir tişört giymişti ama onu daha genç göstermişti. Ben ise karşısında kötü duruyordum.

Yüzünde denizlerin dalgalı sesi vardı. Baktıkça bakasım geliyordu yüzüne. Onun yüzüne her baktığımda içim ferahlıyorduk. Aydınlık sarıyordu etrafımı.

''Hemen açtın.'' İsyan eder gibi konuştum.

Beni incelediğini fark ettim. Dudaklarında büyük bir sırıtışla inceliyordu. ''Neden açmayayım ki? Sen arıyorsun sonuçta.''

Dudaklarımı ısırdım. ''Çok kötüsün.''

''Sen de çok tatlı.'' Dedi.

Konuyu değiştirmek istiyordum. Serter Güçlü beni gafil avlamayı amaçlıyordu ama şu an onunla tatlı tatlı kavga edemezdim. Başka bir yöne bakmaya çalıştığımda, gözleriyle beni incelemeye devam etti. İkimiz arasında tatlı bir atmosfer oluştu. Bu tatlılıkta eriyebilirdim, hem de onun üzerine doğru. 

''Yakışıklı görünüyorsun.'' Dedim.

Su dolu bardağı dudaklarına götürdüğünde, arkasında bulunan beyaz yastık dikkatimi çekti. Bembeyaz bir yatağın içindeydi. Serter Güçlü'nün, İspanya'daki evini merak ettiğimi fark etmiştim. 

''Sağ ol.''

''Kaba.'' Yüzümü buruşturdum.

Gözlerimin içine baktı. Orada bir yerlerde birkaç yangın oluştu. Alevlere teslim olmak üzere kollarımı açıyordum. Tüm alevler kor halinde bedenime yayılıyordu. Mavi gözlerini ateşte bulacağımı düşünemezdim, meğer kor alevlerin adresi mavi gözleriydi. Bunu sonradan görmek, biraz acıtıyordu fakat güçlendiriyordu da.

''Kabayım doğru.''

''Bak...''

Sözümü kesti. ''Sen onu bunu bırak, sen niye böyle çok çabuk pes ediyorsun? Bana bundan bahset.''

''Pes ettiğim yok.''

Kaşlarını çattı, sanırım biraz kızmıştı. ''Hayır anlamıyorum, sanki uzaktan ilişkiyi yürütemeyecek kadar çocuğuz. İkimizde yetişkiniz ve yürütebileceğimizi düşünüyorum. Bir telefon kadar uzakta olacağız. Ben seni, sen beni arayacaksın. Her hafta yanına geleceğim.''

''Peki sonra?''

''Umutsuz oluyorsun, bu beni üzüyor. Sonrası da kafanı karıştırmasın. Bu evliliği en iyi şekillerde götüreceğiz.''

Gözlerimi kapatmak, onun göğsünde uyumak istediğimi fark ettim. Sanırım kafamı onun göğsüne yaslasam, bir ömür boyu uyanmayacak durumdaydım. Ona olan bağlığımı fark etmiyordu ama onun göğsüne olan ihtiyacımın da örneğini vermeyi düşünmüyordum. Bir yere atılmıştım. İp boynuma dolanmıştı. Kalkamıyordum.

''Sana yük olmak istemiyorum, sürekli buraya geleceksin ve bir çocuk gibi benimle zaman geçirmek için uğraşacaksın.''

''Bunu nasıl düşünürsün Gece? Bunu nasıl düşünebiliyorsun? Ne demek yük olmak? Sen ne zaman bana yük oldun ki?''

Beni anlamıyordu. Olay o değildi ki. Hayatı boyuna kendi evinde, bir ölü gibi yaşayan birisi her zaman başka bir evde kendini yük hissederdi. Uzun bir zamandır çizdiklerimin kanattığı bu evrende kendimi yük hissediyordum.

Aldanmış zamana asılıyordu bedenim. Öylesine geçmiyordu altı boş satırlar. Kısa tırnaklar kırılıyor, uzunlar bir kayıp rıhtımda, güvertede adamı bekliyordu. Siyah saçlar, büyüdükçe renk alıyor; artık kahve oluyordu. Şaraplar, kahveye yerini bıraktığında, duvarda bulunan aynalar kırılıyordu.

Paramparça oluyor ve buna yük deniyordu. 

''Ben...'' Kuru dudaklarımı ıslattım. ''Ben yıldızlar ile ay arasında kalmışım gibi, öyle hissediyordum. Sanki nefes alıyor olmak, biraz yük geliyordu. Omuzlarımı taşıyamıyorum, sözlerimi dilimden çıkarıp karşı tarafa aktaramıyorum.''

Saçlarımı kulağımın arkasına aldığımda, telefonu tutan parmaklarım titredi. 

''Anne ve babamı kaybettiğimde, küçüktüm. Elime silah verdiler, ben o silahı gerçek kıldım. Onları öldürecek kadar ruhumu psikopat sandım. Oysa ruhunu satan insanlar tarafından manipüle edilmiştim.''

Onunla göz göze geldim, beni büyük bir dikkatle dinlediğini fark ettim. Ne acı hatıraları göğsümde saklayamıyordum. Ne acıydı ki biri nasılsın diye sorsa, hayat hikayemi dökecek kadar doluydum. Demek ki insan böyle böyle anlatıyordu.

''Şimdi sen karşımdasın. Evreni yaşanır kılmaya başladın. Sayende içtiğim kahve zehirli değil, ev yemekleri de yiyebiliyorum. Bu konuşmayı akşam da yapmıştık ama sayende kararmış defterlerim kalemi itmiyor, artık güçlü kalemlere veyahut sarı defterlere ihtiyacım yok. Siyah, kırılgan bir kalem bile defterimi çizebiliyor, zihnimde olan düşünceleri deftere dökebiliyor.'' Onunla tekrar tekrar göz göze geldim. ''Sayende, zihnim bulanık değil.''

''Güzel karım.''

Gülümsedim, gülümserken iç çekmiştim; belki de sesli bir nefes vermiştim, bilemiyordum.

''Bana diyorsun ki neye yarar güçsüz ayaklarınla yürümek; göğsüm dururken? Sana diyorum ki bir şeye yaramaz zayıf kalbim varken...'' Gözlerimi yumdum ve anında açtım. ''Onlar diyor ki her an ensendeyiz Gece, kararmış gökyüzünün altında göremeyeceksin ayı; ağlayacaksın bir ömür boyu. Her şeyde yük olacaksın...''

''Peki, ben? Ben çok mu sağlam bir adamım?'' Yüzüne ciddiyet barındıran bir ifade bindiğinde, mimiklerinin altında ezilerek gözlerini gözlerime doğrulttu.

''Ben yaşıyor muyum sanıyorsun? Annem ve babam yok. Tek başıma, bir ülkeye gittim. Kardeşim başka bir adama satıldı, ondan haberdar olmadan yıllarca büyüdüm. Kılıç desen yollarımız ayrılmış gibi, ailem yüzünden onu göremiyorum...Söyle Gece, ben yaşıyor muyum?''

''Serter.''

''Senin kalbin zayıf değil. Sen de biliyorsun. Benden daha çok güçlüsün. Ben seni tanıdığımda...'' Aklına bir şey gelmiş olacak ki başka bir cümleye devam etti. ''Yemekteyken o ilaçları sana içirdiğini fark ettim. Panik atak olduğunu düşündüm, ani hareketlerde bulunuyordun.''

''Bunu hiç fark etmemişim.'' Yastığı sırtımdan alıp karnıma doğru çektim.

''Seni gördüğümde beri, aklımın her köşesine yer edindin. Bunu nasıl anlayamıyorsun? Belki de evlilik bile bahaneydi. Sana yaklaşmak için evliliği bahane etmiştim. Hangi adam tanımadığı kıza evlilik teklifinde bulunurdu ki?''

Dudaklarım aralanacağı sırada konuşmamama müsaade etmedi. ''O gün seni gördükten sonra, titreyen ellerini fark ettiğim andan itibaren çok şey değişti hayatımda ve sen saçma sapan düşüncelere dalıyorsun.''

''Ne gibi mesela?''

Sert nefesini dışarıya verdi. Sanırım onu biraz öfkelendirmiştim. ''Mesela hırslı bir adam olduğumu söylediğim halde, gelip bana beni bırakacak mısın gibi saçma sorular sorman?''

''Beni bırakmayacağını söyledin evet. Bunu zaten biliyorum. Bütün sorun da burada başlıyor. İkimiz bu evliliği devam ettireceğimizi söyledik. Sen bana sözler verdin fakat olay ne biliyor musun? Oraya gideceksin. Orada bir hayatın var. Ben ise burada sürekli kendimi yük görmeye başlayacağım. Evliliği kolay sanıyorsun ama değil Serter değil.'' Sakinleşmeye çalıştım, nafileydi. ''Ya hangi evlilik uzaktan yürütüldü? Hangi evliliği insanlar yürütebildi? İki buçuk yıl daha buradayım.''

''Uzaktan evlilik yürüteceğimize inanmıyor musun?'' Diye sordu.

''İnanç olsaydı mesele bu çözüme kavuşturabilirdi. İnanç değil. Serter ya ben gerçekten kendimi ifade edemiyorum. Beni anladığını düşünmüyorum.''

''Tamam, Gece.''

''Konuyu değiştirelim, sanki hep aynı yöne çıkıyor konuşmalarımız.''

Sessizleşti.

Pes etmiş görünüyordu. Ellerini alnına götürdü. Alnını eliyle sildiğinde, yorgun gözleriyle bana bakmak yerine başka tarafa çevirdi yüzünü. Neden bana bakmadığını biliyordum. Gerçekçi düşünüyordum. Fazla realist bir insana dönüşmüştüm. Düşüncelerimi yönlendirmekte zorlanıyordum ama bazen bunları gerçekçi düşünmek zorunda kalıyordum.

''Serter.'' 

Boğazına bir yumru oturmuş gibi yutkundu. ''Efendim, güzel karım.''

Şu an ağlayabilirdim.

Mavi gözlerini elalarıma dikti. ''Şu an bilmem kaç bin kilometre uzağındayım. Aramızda ülkeler var. Bir görüntülü aramada birbirimize duygularımızı, düşüncelerimizi ifade ediyoruz ve sen benden ayrı...'' Konuşurken zorlanıyordu. ''Benden ayrılmak için sebep sunuyorsun önüme, zavallı ben ise bitmemesi için neden yaratıyorum.''

''Sanki, her şeyi bitirmek isteyen benmişim gibi konuşuyorsun. Sanki, benim suçum? Bana bunu nasıl söylüyorsun? Ben neyin sebebini buldum ki? Ben sana sadece uzaktan ilişki yürütürsek senin benim için her hafta buraya gelmeni istemediğimi söyledim. Anlamıyorsun, anlamakta direniyorsun.''

''Gece, yeter.''

''Hayır ya bak yine yükseldim. Seni ne kadar istediğimi tahmin edemezsin. Ya bizim şu an birbirimiz için yaptıklarımızı konuşmamız bile çok saçma. İki yetişkin insanız ve saçma sapan konuşuyoruz.''

''Nihayet anladın.'' Onaylamayan bakışlar atıyordu.

''Yüz yüzeyken konuşalım, gece normalde belli olacaktı. Mahkemenin durumu belli olmadığına göre sen Türkiye'ye geldikten sonra konuşuruz. Yoruldum, yoruldun. İkimiz bu saatten sonra konuşsak ancak kalp kırarız.''

''Uyuyacak mısın?'' Diye sordu.

''Evet, migrenim de tuttum. Uyumak zorundayım.'' Dedim.

''Uyu bakalım.''

Kırmızı çarpı işaretine baktım. Oraya bassam görüntülü arama sonlanacaktı. Ne yapacağımı bilemedim. Daldım gittim. Dalgınlığım yüzünden nefes alamıyordum. Ona baktığımda, gözlerinde beliren hüznü gördüm. Hüzün gözlerde okunur muydu? Ben okuyabiliyordum. Acısını hissediyordum.

''Gece.''

''Efendim.'' Yorgan altına girdiğimde, telefonu yan tutup sol elimi kafamın altına koydum. ''Ne oldu?''

''Kapatma telefonu, sen uyurken; şarj bitene kadar seni izleyeyim olmaz mı?''

''Olur.''

Telefonu kapatmadım. Öylece gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum ve göz kapaklarım ağırlaşana kadar açamadım ruhumu...

&&

Duş alıyordum.

Saçlarımın her yerini yıkamaya çalıştım. O sıcak suyun vücudumda bırakmış olduğu etkiye yaslandım. Suyu kapatmak istemedim. Saatleri bu duşun içinde geçirebilirdim. Sanırım duş almayı bu yüzden seviyordum. Duş alırken nefes aldığımı hissediyordum. 

Duştan çıktıktan sonra Serter Güçlü'nün bornozunu üzerime geçirdim. Aklımda ne vardı, bilmiyordum ama aklımın karışık olduğu belliydi.  

Saçlarıma onun kremini sürmeye çalıştığımda, banyodan çıkmak istemediğimi fark ettim. Sanki burada saatlerce kalacak kadar kafam dolu gibiydi.

Kapıyı açıp banyodan çıktığımda, birinin sert göğsüne çarptım. Elleri kolumu bulduğunda, o tanıdık kokuyu duymanın vermiş olduğu rahatlama hissiyle ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Kolumdaki elleri sıklaştığında, bakışlarımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarımda bir titreme geçti.

''Serter.''

Şaşkındım.

Saat ikiyi geçmek üzereydi ve o buradaydı.

Kumaşın üzerinde parmakları bulunsa da tenime doğru geçiyordu ısısı. Sıcaklığını hissediyordum parmaklarında. Bunu nasıl beceriyordu? Birisine sıcaklık gönderirken nasıl davranıyordu ki? Asla anlam veremiyordum.

''Duş mu aldın?'' Bırakmak yerine beni kendine doğru bastırdı. ''Çok güzel kokuyorsun, benim şampuanımı mı kullandın yoksa?''

''Yoo.'' Boğazımı temizledim. ''Senin bugün geleceğini düşünmüyordum.''

Çatık kaşlarıma yaptığında, hafif sırıttı. ''Evimize geldim.''

''Niye?''

''Pardon?''

Ondan uzaklaşarak yatağın yanına yürüdüğümde yatağın üzerine oturup giysilerimi dizimin üzerine bıraktım. ''Yanlış anladın beni, bugün geleceğini düşünmüyorum.'' Tek kaşının havaya kalktığını görünce tekrar açıklama yaptım. ''Seni görmeyi beklemiyordum, neden öyle bakıyorsun?''

''Hiç.'' Omuz silkti.

''Hiç?''

Bir şeyler söylemek yerine, dudaklarını kilit vurup bana doğru geldi. Yavaşça yanıma oturduğunda, yataktan destek almıştı. Ellerini yatağın üzerine dayadı. Gözlerimiz kıyısı bulunmayan bir sahil kenarında denk düştü. Yüzümüzün arasında usulca rüzgar esmeye başladı. Bitmek bilmeyen sarı kağıtların telaşı solgun yüzlerde eskimeye çalışıldı bir gece vakti, o bana bakarken bir şeyi hissetmeye odakladım kendimi.

''Giyin hadi, seni bekliyorum?''

Elimi boynuma götürdüğümde orayı hafif ovaladım. ''Senin önünde mi giyineceğim?''

''Kocanım ben.''

''Bana bilmediğim bir şey söyle.'' Gözlerimi devirdim.

''Gözlerini beğeniyorum.'' Dedi anlamsız bir konuşma yaparken.

''Bak...''

Derin bir nefes aldı. ''Bakıyorum? Bakıyorum işte. Ayrıca neden böyle ketum birisisin sen? İki güzel söz edemiyoruz, hemen başlıyorsun.''

''Şey arkanı döner misin?'' Duvarı işaret ettim.

Duvara anlamsız anlamsız bakınca kaşları çatıldı. ''Ne yapacağım ki? Doğru en son sen duştan çıkmıştın ve biz bu duvarın önünde bir şeyler yaşamıştık? Yoksa tekrar o günü yaşamak için prova mı yapacağız?''

''Sapık.''

''Gergin.'' Dedi.

''Kalkar mısın lütfen?'' Saçlarımda ıslaktı, onun sayesinde hasta olacaktım. ''Neyse.''

''Aynen neyse.'' 

Serter neden böyle yapıyordu? Ben peki? Biraz özeleştiri yapmalıydım. Beni bırakmak istemediğini hem hareketleriyle hem de sözleriyle vurguluyordu. Konuyu daha da uzatıyordum. Konuyu açmayacaktım. Dünkü konuşmayı rafa kaldıracaktım. Bir an olsun unutmak istiyordum. 

''Böyle mi olacak? Beni çok kötü karşıladın. Eve geldiğime pişman olmak üzereyim.''

Önümde iki yol vardı. İki yolu adlandıran iki duygu da vardı. Biri bencillik duygusuydu ve o duygu Serter Güçlü'nün bulunduğu yolda ilerliyordu. Diğeri fedakarlık. Kendinden ödün vermekti. Ondan uzaklaşmaktı. Onu bırakmaktı.

Sorun şuydu ki bencillik yapıp onu bırakmak istemiyordum.

Yüzüne eğildiğimde, ellerimi yanağına doğru getirdim ve parmaklarımla yanağını okşadım. Parmaklarım yanağını bulduğu anda itibaren yüzüne şaşkınlık adındaki duygu bindi. Ona dokunduğum için şaşırmıştı.

''Evimize hoş geldin.'' Dedim.

''Evimiz.'' Gülümsediğinde aydınlık her yerimi sardı. ''Beklediğim cevap buydu. Dört beş saatlik yolu bunu söylemeni bekleyerek gelmiştim.''

''Yorgun musun? Sana hemen yemek hazırlayayım.'' Ayağa kalkmaya çalıştığımda o güçlü parmakları bileğimi sardı ve gitmeme izin vermeyerek beni dizinin üzerine çekti. Kucağına düştüğümde, yan dönerek dizinin üzerine oturmuştum.

''Hazırlama gerek yok.''

Derin bir yutkunma gerçekleşti boğazımda. ''Beni neden kucağına aldın ki?'' Dizinin üzerini gösterdim. 

''Güzelliğine daha fazla dayanamadım.'' Dedi.

''Alay etme.''

Onunla bu şekilde yakın olmak kalbe zarardı. Kalbe zarar değilse bile göze, vücuda; ruha...Hepsine zarardı. 

''Neden bu kadar erken geldim biliyor musun?'' Diye sordu dikkatli bir yüz ifadesiyle.

Gerçekten neden erken geldiğini merak ediyordum. Dün bu saatlerde yoktu ve bugün bu saatlerde vardı. 

''Neden? Mahkemeyle ilgil...''

Sözümü kesti büyük bir ses tonuyla. ''Mahkemeden herhangi bir cevap alamadım. Cesur'a göre birkaç gün içinde belli olur. Maalesef orada krallıklar da olduğu için meclisle yönetiliyor olsa da bazen bazı aksaklıklar oluyor.''

''Anlıyorum.''

Gözlerime gelen bir tutam saçı parmaklarıyla aldığında mavilikleri parlak olmuştu. ''Ah Gece ah.''

''Ne oldu.''

İç çekti. ''Bilmiyorum, soğuksun.''

''Değilim.''

''Gece, yapma.''

Üzerinden kalkmaya çalıştığımda izin vermedi. ''Bana tek bir şey söyle. Bunu söylersen eğer seni hayatıma tamamen alırım.''

''Zaten hayatında değil miyim?'' Diye sordum.

Bakışlarında farklı bir şey vardı. Bu farklılığı hissediyordum, duyabiliyordum. Sanırım bakışlarında asılı kalmıştı kalbim. Onu oradan çıkaramıyordum. Onu oradan çıkarmak oldukça zor geliyordu.

''Hayır öyle değil, elbette hayatımdasın ama bir şeyler eksik. Aslında, düne kadar böyle düşünmüyordum.'' Konuşurken zorlanıyordu.

''Serter, açık olur musun?''

''Senin ben konusunda adım atacak kadar büyük bir göğsün yok. Kalbin, göğsün, ne bileyim enerjin...Ben konusunda uzaksın.'' Dediğinde konuşmak için dudaklarımı araladığımda işaret parmağını dudaklarımın üzerine bıraktı. ''Lütfen sözümü kesme çünkü sana karşı ileride kavga edeceğimiz zaman içimdekileri boşaltıp büyük kavgalar doğurmak istemiyorum.''

''Sana olan ruhumun küçük olduğunu mu düşünüyorsun?''

''Evet.'' İşaret parmağını çektikten sonra açıklamasına devam etti. ''Bu evlilik başta seni onlardan korumak için ağzımdan kaçırdığım sonra da eyleme dönüştürdüğüm bir evlilik olmuştu. Bunu sen de biliyorsun.''

''Ne eksik ne fazla, başta böyle başladı.'' Dedim.

''Zamanla bunu gerçek bir evliliğe dönüştürmek istedik. Onun için adımlar attık. Sen de ben de birbirimizden boşanmak istemedim ama iki gün önce mahkemenin tarihiyle ilgili haberi aldıktan sonra haklı olarak bana sorular sordun.''

''Evet.'' Tekrarladım aynı kelimeyi.

Gözlerimin içine baktı. Bakışları kasvetli bir gökyüzünü andırıyordu. Sanki yağmur yağmadan önce bulutların arkasına gizlenmiş yıldırımdı. 

''Seni bırakıp bırakmayacağımı öğrenmek istedin değil mi?''

''Serter, sorun bırakmak değil. Elbette oraya gidersen asla sana kızmam. Hatta sonuna kadar desteklerim.''

''Güzelim, dinle.'' Dedi.

Bir anda söylediği cümle sayesinde kalbimde farklı bir şey oldu. Kalbimin içinde akan o lavlar artık yok olmaya başlamıştı. Sesimi duyuramıyor, gözlerimle etrafı göremiyor bir tek zihnimde düşünüp durduğum o güzelim kelimesine asılıyordum. Demek ki bir kelime ancak bu kadar güzel olabilirdi. 

''Ne oldu, bir kızardın sen?'' Diye sordu.

''Serter.''

''Çok şey kaçırıyorsun, neyse konumuza dönüyoruz.'' Parmaklarımı parmaklarının arasına aldı yavaşça. ''Dinle şimdi beni. Sana soracağım soruyu tüm içtenliğinle cevap verirsen beni mutlu edeceksin. Samimi olursan ve istediğim cevabı alırsam seni dünyanın en mutlu kadını yapacağım.''

''Sor bakalım.''

''Bunun cevabını dün vermiştin ama bugün son kez sormak istiyorum çünkü ileriye döndüğümde bu evlilik için çabalamayan taraf olmak istemiyorum ve biliyorum ki ikimizde bu evliliği istiyoruz, sadece engeller var.''

''Artık, sorar mısın?''

''Diyelim ki mahkemenin tarihi ertelenmedi. Buna rağmen uzaktan ilişki yürütebilir misin? Fikrin hâlâ aynı mı? Benimle uzaktan da olsa bir ilişkiyi hâlâ istemiyor musun?'' Beklentiyle sürdü.

Beklentisi büyüktü.

Sorusuna binlerce cevap, binlerce neden verilebilirdi ama benim tek cevabım vardı, bunun da gayet yeterli olduğunu düşünüyordum. Artık pes etmiştim. Bencilliğimi bir kenara bıraktım. Vereceğim cevap büyük bir bencillik olarak nitelendirilecekti fakat kendimi düşünmek istedim. 

Ona yük oluyordum. Bu hissettiğim en kötü duygulardan birisiydi.

''Lütfen düşünme, lütfen. Gerçekten içten olabilirsin. Bu, bu kadar zor olmamalı.'' İsyan eder gibi konuştu.

''Hiç yorulmayacaksın değil mi?''

''Ne konuda?''

''Sana yük olacağımı bile bile...'' Tekrar işaret parmağını dudaklarımın üzerine bıraktı ve bu sefer kaşlarını biraz çatmıştı. ''Sen bana yük olmuyorsun, yapma şunu artık.'' Dedi, sesi biraz sert çıkmıştı.

''Serter.'' Derin bir nefes aldım. ''Seninle uzaktan bir ilişkiye tamamım.'' Bundan pişmanlık duymak istemiyordum. Bencil davranacaktım. ''Seninle olmaya varım, yani sonuna kadar değil sonsuza kadar.'' Dediğimde gözlerindeki berraklık ortaya çıktı. 

''Bunu bekliyordum.'' Belimi tuttuğu gibi beni kaldırdı ve yatağın üzerine bıraktı. 

''Ne oldu?''

''Mesafe ilişkisini yürütmeyeceğiz, yanında olacağım. Yanında olacağım.''

''Nasıl yani?'' Kafam karışmıştı. 

Bornozumu gösterdiğinde hafif gülümsüyordu. ''Üzerini giyin, saçını kurut sonra çalışma odama gel.''

''Ne oluyor?''

''Bir şey olduğu yok. Bir karar verdim. Sen benim için bazı şeylere katlanmak istedin. Ben de senin için hayatımın en önemli kararını aldım.'' Gergin omuzlarımı görünce duraksadı. ''Gece lütfen, uzatmayalım. Biraz güler yüzlü haline döner misin? Eskiden saçma sapan şeylere gülsen de gülüyordun yani.''

''Eskiden mi? İki gün önce eski mi oluyor?'' Gözlerimi devirdim.

''Evet.''

''Peki.'' Dedim.

Onunla gülmeyi seviyordum. Bir bakıma da haklıydı. Somurtmaya gerek yoktu. Yavaşça kalkacak üzerimi değişecek ardından gülümseyecektim. Bunu yapmalıydım. Vicdan azabı çeksem de yapmalıydım.

Ben, Serter'e kıyamıyordum ki...

Gülümsedim. ''Oldu mu?''

''Olmadı.''

''Nedenmiş.'' Dedim.

Yüzüme eğilerek burun ucumu parmaklarıyla yakaladı ve burnumun ucunu hafif sıktı. ''Dişlerini de görmek istiyorum.''

''Sapık?''

''Eh, biraz var galiba.'' Omuz silkti.

Cebindeki telefon titreyince, Serter Güçlü ekranı yüzüne tuttu. ''Cesur geldi, çalışma odasında olacağız. Sen de gelebilirsin.''

''Tamam ama sen dinlenmeyecek misin? Yorgunsundur belki.'' Dedim.

Kafasını yana salladı. ''Biraz yorgunum fakat sonra uyurum.'' Duraksadığında kapıya doğru yürümüştü ve eliyle kapının kulpunu tutmuştu. ''Hazırlan sen, görüşürüz.''

''Pekala.''

O çıktıktan sonra hızlıca hazırlandım. Vakit kaybetmeye gerek yoktu. Serter'in imasını anlamıştım. Ne demeye çalıştığı belirsizdi, yine de bir şeyler döndüğü belliydi. Yanımda kalacağını söylemişti. Uzaktan ilişkiyi yürütüp yürütmeyeceğimi sorduğunda, amacı tamamen benden emin olmaktı. Cevabını alıp büyük bir karar vererek ikimize yol çizmişti.

Serter'in hata yapmasına izin veremezdim. Onun için Elçi olmak bambaşka bir şeydi. Gerekirse okulumu bırakır onun yanına taşınırdım ama onun mesleğini bırakmasına vermezdim. Bugün, bu saat, bu dakika ilk kez bir şeyden emin olmuştum.

Serter'e verdiğim değer, öylesine büyüktü ki kendi hayatımı bile gölgeleyecek duruma gelmişti. Bunu şimdi fark etmek oldukça şaşırtmıştı beni.

Odadan çıktığımda, çalışma odasına gitmek yerine mutfağa inmiştim. Serter uzun bir yolculuktan geliyordu. Ona hemen sandviç hazırlayacaktım. Mutfağa girdiğimde, Aslı'yı temizlik yaparken gördüm. Üzerinde eskimiş bir hırka vardı. Elini çamaşır suyuna soktuğu için eski kıyafetlerini giymişti muhtemelen.

''Aslı.''

''Gece Hanım, ben de bulaşıkları yıkıyordum.'' Dedi.

Buzdolabını açarken salam çıkarmaya karar verdim. ''Kolay gelsin, çok yorma kendini.'' Paketi çıkardığımda, sandviç ekmek bulmak için ekmeklerin bulunduğu küçük fırını açtım. Genelde Aslı buraya ekmek bırakıyordu. 

''Yok yorulmuyorum.''

Kurumuş dudaklarımı dilimle yaladığımda, Cesur'a da bir tane hazırlamaya karar verdim. Belki de canı çekerdi, bu yüzden ikinci ekmeği de alıp tezgahın üzerine bıraktım Hijyen koşullarını dikkate almayarak hazırlayacağım bu sandviçlere gülümseyerek bakıyordum. Muhtemelen Serter burada olsaydı, şu halime gülüyor olacaktı.

Üçüncü ekmeği de fırından çıkartıp hepsinin içini salam ve peynirle doldurdum. Evde hazır güzel bir sos vardı. Onunla da üzerini kapattım. Biraz da baharat eklediğimde, üç ayrı tabağın üzerine sandviçleri bıraktım.

Birini, Aslı'nın arkasında bulunan tezgaha koyduğumda; ''Sana da hazırladım.''

Şaşkın görünüyordu. ''Neden zahmet ettiniz?''

''Olsun, ne zahmeti.''

Gülümseyerek tabakları elime aldığımda, doğruca adımlarımı çalışma odasına yönelttim. Kapının önünde durduğumda kapıyı nasıl açabileceğimi düşünmeye çalıştım. Ayaklarımı kullanarak kapıyı ittiğimde, biri bana kapıyı açarak içeriye girmemi sağladı.

''Gece?'' Cesur'un kapıyı açması iyi olmuştu.

''Açsınız değil mi?''

Serter Güçlü her zamanki koltuğun oturuyordu. Gergin bir yüz ifadesi mimiklerine kadar yerleşmişti. Oldukça gergin duruyor olması beni şaşırtmıştı çünkü on dakika öncesine kadar gayet eğlenen bir yüz ifadesi vardı. İş konuşup durum sentezi yaptıkları için gerildiğini düşünüyordum.

Serter'in işi de zordu. Zor bir hayatı mevcutken bir de benimle uğraşıyor olması beni biraz daha üzdü.  

''Neden zahmet ettin?'' Diye sordu Cesur.

Tabakları masanın üzerine bırakmak için eğildiğimde, Serter Güçlü işi bana bırakmamaya çalışarak tabakları elimden aldı. ''Salam seviyorsunuz değil mi?'' Sesim heyecanlı geliyordu. ''Yorma kendini.'' Dedi Serter boğuk bir ses tonuyla.

''Abartma alt tarafı ekmek arası salam.'' Gözlerimi devirdim.

Çaprazında duran-perdenin hemen yanındaki-sandalyeyi yan tarafına geçtiğinde oturmam için oraya işaret verdi. Yanına oturduğumda, eteğimi düzeltip ellerimi dizimin üzerine bıraktım. Sanırım bu etekten nefret etmek üzereydim. Asla kendimi rahat hissetmiyordum. Her an bacaklarım açılacak durumdaydı.

''Sağ ol, acıkmıştım.'' Cesur karşıda bulunan sandalyeye bacaklarını öne yayacak şekilde oturdu. ''Eline sağlık.''

''Afiyet olsun.''

Serter Güçlü sandviçini ikiye böldüğünde peçeteli kısmı elime uzatarak bana vermeye çalıştı. ''Sen de bir şeyler yememiş olmasın.''

''Serter, onu sana hazırladım.''

''Lütfen.'' Dedi.

Sandviçi aldığımda, küçük bir ısırık koparıp çiğnemeye çalıştım. Onu yavaş yavaş çiğnedim. Küçükken Eylül bana bu sandviçlerden hazırlardı. O sıralarda, bunun içinde ilaçlar olduğunu bilmezdim. Ekmek sıvı olmadığı için toz olarak hazırlamış olduğu ilaçlar erimiyordu. Dolayısıyla dilimde hissediyordum ve onları şeker sanıyordum. Beni yıllarca, ilaçların birer şeker olduğunu kandırarak büyütmüştü.

Hiçbir şey bilmediğimden ötürü; ona inanıyordum çünkü küçükken manipüle edilerek büyüyen çocukların inandıkları ilk kişi aileleri olurdu. Benimde öyleydi. Onu ailem sanıyordum ve ona inanmaktan başka bir çarem olmadığını düşünüyordum. Küçüktüm, doğruyu yanlışı nasıl bilebilirdim ki? Böyle bir lüksüm yoktu. Kapıya pencere diyerek büyütseydi beni muhtemelen onu da öyle sanarak büyürdüm.

''Sen de gitmiştin değil mi?''

Cesur, ''Nereye?''

Peçeteyi yediğimi fark ederek bir kısmını kopardım. ''İspanya'ya.''

''Evet.''

''O kızıl kızla olan randevu ne oldu? Oraya gittiysen kızı da görememişsindir.'' Dediğimde amacım tamamen bilgi almaktı.

Cesur rahat bir tavırla gülümsedi. ''Ya aslında görüştük ama galiba tarzım değil.''

''Senin tarzın nasıl ki?''

Serter araya girdi sertçe. ''Sen niye merak ediyorsun?'' Sesi biraz sertti.

''Hiç.'' Omuz silktim. ''Ayrıca merak etmem normal değil mi? Sonuçta belki Cesur o kızla evlenecekti ve ben düğününde tam altın takacaktım.'' Bakışlarımı Cesur'a çevirdiğimde Cesur kahkaha attı. 

''Tam altın mı? Zenginsin.'' Dedi Cesur.

''Tabii ne sandın.'' Sırtımı koltuğa yasladığımda, Serter'in bana bakan gözlerini umursamadan tekrar konuyu açmaya çalıştım. ''Bence denemediğin iyi oldu. Kafanın uyuşması da önemli.''

''Benim kafam seninle uyuşuyor, mesela.'' Serter bir kez daha araya girmişti.

Benim sandviçimi yememiş olan Serter'e trip atmak yerine ona sert bakışlar attım. ''Benimde seninle uyuşuyor fakat niye konuşmamıza izin vermiyorsun. Adamdan bilgi alıyorum, bir saniye durur musun?''

''Benimle ilgilenmiyorsun ki?'' Serter tekrar yedi yaşına inmişti.

''Hm.''

''Mırıldanma bir şeyler.'' Elini belime attığında, beni kendisine doğru yaklaştırdı. ''Ayrıca şu kızıl kadın konusunu kapatalım. İnsanların özeli bizi ilgilendirmez.''

Serter gerçekten de şeytandı. Kendini öne sürerek konuyu kapatmaya çalışıyordu. Amacını anlamıştım. Cesur ile birlikte bir şeyler gizliyordu. Beni de saf bulduğu için buna inanacağımı düşünüyordu. 

Belimde duran ellerine bakarak yüzümü buruşturdum. ''Sen var ya.''

''Ben ne?''

Kulağına yaklaştığımda, nefesimi dışarıya verdim. ''Görüşeceğiz seninle, görürsün!''

''Kızma.''

''Sus.'' Dedim.

Cesur kavgamıza hayretle bakarak dudaklarını araladı. ''Ne oluyor bir anda?''

''Bazen oluyor böyle, neyse şu kızıl kadın konusunu kapatalım.'' Bana bakınca, korkmuş olacak ki elini alnına götürdü. ''Lütfen.'' Dedi Serter.

''Peki, o zaman İspanya olayını anlatın. Durum ne olacak? Mahkemenin tarihi değişir mi?'' Diye sordum.

Serter Güçlü, o büyük ellerini bacağımın üzerine bırakarak yüzünü Cesur'a çevirdi. Genelde bana bakan bakışlarında kor ateş alev alırdı ama başkasına bakarken daha da sertleştirirdi yüzünü. Aniden değişen mimikleri vardı. 

''Bence değişecek.'' Cesur'un da yüz ifadesi ciddileşmişti. ''Ben öyle düşünüyorum, açıkçası değişmesi önemli. Eğer ileriye alınırsa Serter bu mahkemeden beraat edebilecek. Carla'nın iki kişiyi birden yaralaması; ondan önce gelişen olaylar...Hepsi lehimize oldu.''

''Umarım, değişir.'' Dedim.

Serter'in telefonu çalınca, elini cebine atıp yavaşça telefonunu çıkardı. Telefonunun ekranına baktığında ayağa kalkarak koltuğu arkaya itti. ''Geleceğim ben.''

''Kim arıyor?'' 

Cesur'un sorusuna; ''Meryem.'' Dedi.

Meryem kimdi ki?

''Tamam, git konuş bakalım.'' Dedi Cesur.

Serter'in odadan çıkmasıyla birlikte, arkasından kaşlarımı çatarak baktım. Meryem kimdi ki? Neden onu bir kadın arıyordu? Bir şeyi daha fark etmiştim. Her ne kadar arkadaş çevresiyle tanışmış olsam da asıl arkadaş çevresiyle tanışmadığımı farkındalığıyla baş başa kalmıştım. 

''Meryem kim?'' Rahatsız bir tavırla sordum.

Cesur peçeteyle ağzını sildikten sonra gülümsedi. Gülümserken tüm dişleri kusursuz bir şekilde açığa çıkmıştı. ''İspanya'dan bir Türk arkadaş.'' Tek kaşımın havaya kalktığını gördü. ''Esmer, uzun boylu. Kırmızı ruj sürüyor, deli gibi alışveriş tutkunu. Fazla kadınsı.''

Ne?

Tepki vermeyecektim. Artık sakin kalacaktım. Yine de bu beni rahatsız etmişti. Serter'in bitmek bilmeyen arkadaş grubundan sıkılmıştım. Burcu denilen kadından sonra Melek'in çıkması beni sinir etmişti.

Derin derin nefesler alıp koltuktan destek alarak ayaklandım. Bacaklarım ağrıyordu, muhtemelen duştan sonra vücudumda oluşan eklem ağrısından dolayıydı. Genelde biraz soğuk bir duş alınca bacaklarım ağrırdı.

''Yaşı kaç?''

''42.'' Dedi.

Serter acaba milföy müydü?

Dudaklarımı dişledim çünkü saçma sapan bir strese girmiştim. Aslında böyle yapmam doğru değildi. Erkeklerin kadın arkadaşı olabilirdi. Hatta bana göre bir erkeğin kadın arkadaşı olması gerekiyordu fakat kıskançlık duygusu hafife alınacak bir duygu değildi. Dolayısıyla onu kıskanmam içimden gelen bir şeydi. Elimde olmayan kıskançlık konusunda davranışımı düzeltemezdim.

''Anlıyorum.'' Anlamayı bırakmam gerekirken bırakamıyordum. 

''Rahatsız olmuş gibi duruyorsun? Ne oldu?''

Elimi saçlarıma götürüp düzelttikten sonra nefes almak için pencerenin önüne geldim. ''Berrak dün buraya geldi.''

Konuyu değiştirmeye çalıştım. Daha doğrusu denedim.

''Yani normal, genelde gelen birisi.'' Dedi Cesur.

Ellerimi mermere dayandırıp gözlerimi bulutlu gökyüzüne çevirdim. Yağmur yağmak üzereydi. Genelde de bu saatler yağmurun en çok sevdiği saatler olurdu. Kasvetli havaları bütünleştiren şey yağmur damlalarıydı. Oysa ben kasveti sevmezdim. İçimi karanlığa sürüklerdi. Kasvetli havadan olabildiğince uzaklaşmaya çalışırdım ama kışı istemiyorum diye kış gelmemezlik yapmazdı ki?

''Semih ile oyun oynuyordum. Normal çocukla oyun oynuyorum, başka bir şey yapmıyordum.'' Sesim yükselmeye başladığında sırtımı duvara dayayıp yüzümü Cesur'a çevirdim. ''Gelip bir şeyler söyledi, aşağıladı.'' Cesur'un gözleri alevli bir topa döndü. ''Serter'e henüz bahsedemedim, bir türlü fırsat olmadı ama şu Semih için üzülmeye başladım.''

''Şaşırmadım, aylar önce Serter'i uyardım. Velayet maalesef kolay alınamaz. Semih'in halihazırda yaşayan bir teyzesi var.'' Dedi.

''Doğru, ilk yakın akrabaya bakılıyor. Çocuk kolay kolay kan bağı olmayan birisine verilmiyor değil mi?'' Omuzlarım düştü.

Cesur kafasını salladı. ''Evet maalesef böyle. Serter ne yapsa da velayeti alamaz. Bu iş biraz karışık, düzeltilecek gibi durmuyor.''

''O çocuğun halini gördüm. Elimizden bir şey gelmeli. Haddim olmadığı için bu konuya giremedim ama ilk kez açık bir biçimde düşüncemi dile getiriyorum. Çocuğuna zararlı bir şeyler içiren bir kadın hakkında nasıl iyi düşünebilirim, Cesur?''

''Berrak uzun bir zamandır depresyonda, ne yaptığını bilemiyor.'' Dedi.

''Bu bahane olamaz ki?'' Elimi yüzüme götürüp ovaladığımda, dalgın dalgın kapıya baktım. ''Keşke elimizden gelen bir şey olsa.''

''Elimizden bir şey geleceğini düşünmüyorum. Serter bir şekilde çocukla ilgileniyor, bakımını üstleniyor. Ona özel dadı tuttu. Semih'in kendine ait şoförü bile var. Yalnızca zaman lazım. Muhakkak bir ortak yol bulunur. Dadısı zaten Semih'i yalnız bırakmamaya çalışıyor. Berrak'ta çoğu gün eve gelmiyor. Dün Semih'in yokluğunu fark etmesinin sebebi galiba haftalar sonra eve dönmesinden olmuştur. Başka bir sebep yoktur.''

''Neyse, ben Serter'in yanına geçiyorum.'' Dedim.

Sessizce odadan çıktığımda, telefonumun ekranından Sezen'e mesaj atmıştım. Kafeye uzun zamandır gitmiyordum. Sabah bana mesaj attığı için geç bir saatte dönmüştüm. Ona mesaj attıktan sonra odamıza geçtim.

Serter Güçlü telefon konuşmasını bitirmişti.

Telefonun ekranından bir şeylere bakıyordu. Kapı aralıktı. Bu yüzden kapıya hafif vurdum. Kafasını kaldırıp bana baktığında gözleri parladı. Genelde de beni gördüğünde gözleri parladı. ''Bitti mi konuşman?''

''Evet, gelsene.'' Telefonunu kapatıp yatağın üzerine bıraktı. ''İspanya'dan arkadaşım aradı, son durum hakkında bilgilendirme yaptı. O ve kocası ünlü bir avukat. Hukuk gibi konularda ilk onlara soruyorum.''

Kocası...Rahat bir nefes verdim.

''Mesleğimi alınca, artık benden bilgi alırsın.'' Dedim.

''Geleceğe dair konuşman...'' Dudakları yukarıya kıvrıldığında parlaklık artık tüm irislerine yayılım göstermişti. Besbelli gelecekten konuştuğum için mutlu olmuştu. ''Beni mutlu ediyor, ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsin.''

Yavaşça iç çektim. ''Sana bir şey söylemek istiyorum. Aslında, şimdi dinlenip uyumanı istiyorum çünkü buna ihtiyacın var fakat bunu söyleyeceğim.''

Serter Güçlü...

Bilirsiniz kırık incileri toplayan kabuklar değildi. Onları mahveden yağmur sularıydı. Denizlerin içinden çıkan incileri parçalardı insanlar, sonra yağmurları suçlarlardı. Benim de incilerim parçalanmıştı ve sebep olarak yağmur sorumlu tutulmuştu. Güçlü soyadına sahip olan Serter; yıllar sonra incilerimi aldı. Bir bir ipe dizdi.

Her biri, bir sıra halinde dizildi. Boynuma takıldı, ruhuma örüldü, kalbime dokundu ve biraz çamurlu sulardan arınmamı sağladı.

Serter Güçlü sayesinde kırık incilerim artık paramparça değildi. Bunca yardımına, bunca dokunaklı sözlerine rağmen ben de büyük bir fedakarlık yapmaya karar vermiştim. Nankörlük etmeyecektim. Onu istiyordum madem, neden bahane buluyordum ki?

Özeleştiri yapmıştım. Serter Güçlü'yü istiyordum.

''Söyle bakalım?'' 

''Seninle İspanya'ya gelmek istiyorum.'' Konuşmasına müsaade etmeden tam cümle halinde devam ettim. ''Uzaktan yürütülecek bir ilişkinin bizim için yeterli olmayacak kadar eksik olduğunu düşünüyorum. Biz daha iyisine layığız ve ben her şeyden önce seninle olan arkadaşlığımın bozulmasını istemiyorum.''

''Gece.''

Elimi havaya kaldırdım. ''Okulumu donduracağım. Bir süre İspanya'da kalırım, sonra okulu bitirmek için sık sık buraya gelirim. Eylül meselesini ise uzaktan halletmeye çalışırım. Suç duyurusunda bulunmaya karar verdim. Kanıtları da toplayacağım ama bir yandan da onun hakkında suç duyurusunda bulunacağım.''

''Olmaz.''

''Ne?''

Bana doğru gelmeye başladığında, elleri dirseklerimi buldu. Yumuşak parmakları dirseklerimi sardığında gözlerimiz denk düşmeyen şehirlerde buluştu. Bazen birbirine zıt şehirler denk düşerdi. Bu tıpkı deniz gören ev ile deniz görmeyen ev gibiydi. Biri soğuk, biri sıcak. İkisi aynı güneşe bakıyor ama birinin günbatımı daha parlak...

''Böyle bir şeyin olmasına asla izin vermem.'' Dedi.

''Serter, neden?''

''Ailenin katillerinin yakalanmasını her şeyden çok istiyorsun. Bunun için yıllarını verdin ve şimdi vaz mı geçiyorsun? Gerçekten böyle bu kadar çabuk mı vazgeçebilir bir insan? Aklım almıyor. Bir de buna evet dememe mi bekledin?''

''Bana kızma, senden ayrılmak istemiyorum.'' Ellerimi yanağına götürdüğümde, yanağını parmaklarımla okşadım. ''Uzaktan bir ilişki olsa bile buraya sık sık gelip hayatını mahvedeceksin gibi geliyor. Yanında olurum, hem ne bileyim farklı bir ülke bana da iyi gelir.''

''Gece, saçmalama lütfen. Buna ne ara karar verdin? Çok ani verilen bir karar. Oturup düzgün düşünsen sağlıklı gelmediğini anlarsın.''

''Mesleğinden vazgeçmek için karar veren sensin!'' Ondan uzaklaştım. ''Bilmediğimi mi sanıyorsun? Anladım biliyor musun? O soruyu sorduğunda anladım.''

''Bak...''

''Konuşma lütfen. Benden emin olmak istedin önce, baktın istediğin cevabı verdim hemen işini bırakma kararı aldın.'' Dedim yüksek bir ses tonuyla. ''Ben senin için vazgeçince saçma oluyorum ama sen vazgeçince doğru mu oluyor? Ayrıca...'' İşaret parmağımı yüzüne doğrulttum. ''Asla işini bırakmana izin vermem. Sakın Serter. Ben İspanya'ya geliyorum, kocamın yanında oluyorum.''

''Ya sabır.''

''Lütfen beni anla.'' Beni anlamalıydı, insan anlama üzerine yaratılmıştı. ''Ben bu konuda inatçıyım.''

''Okulunu bırakmaktan bahsediyorsun? Hem ailenin katili konusunda kararlısın hem de gelip her şeyden vazgeçiyorum diyorsun. Asla izin vermem.'' Keskin bir bıçaktan farksızdı sözleri.

''Her şeyden vazgeçmedim, sadece uzaktan halledeceğim.''

''Yapma şunu, asla izin vermiyorum.''

Çenemi yukarıya kaldırdım. ''Ben de işini bırakmana izin vermiyorum.''

''Gece.''

''Serter, lütfen.''

Sakinleşmek için yatağa geçtiğimde, dizimi karnıma doğru çektim. Serter beni yalnız bırakmamaya çalışarak yanıma geçti. Elini sırtımın üzerine bıraktı ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. O güçlü nefesini kulağımda hissediyordum. Sanırım birkaç yılımı nefesinin üzerine inşa edebilirdim.

''Neden anlamıyorsun?'' Fısıldadı. ''Benim sen dışında başka bir isteğim yok ki? Her şeyi seninle paylaşmak istiyorum.''

''Biliyorum ama bu çok fazla. Lütfen bunu yapma. Birlikte halledebiliriz.''

''Bunu sonra konuşalım, şimdi içeriye geçelim. Mahkemeyle ilgili net bir bilgi yok. Sen de şu planlayacağın olayı rafa kaldırıyorsun.''

Daha fazla dayanamadım. Kollarımı boynuna doladığımda, ona sarılmak dünyanın en güzel olayı gelmişti. Tüm kollarım boynunu sarmıştı. Bir sıcaklık her yerimize yayıldı. Göğsümün ortasında taş ortadan kalktı.

Ona sarılmamı beklemiyor olacak ki ilk birkaç saniye duraksadı; ardından beni kendine doğru çekerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. Yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Ona sarılmak iyi geliyordu ve bunu yaşamak beni mutlu etmişti.

''Sen beni anlamıyorsun ki? Ya gerçekten anlamıyorum. Bunu nasıl yapabiliyorsun. Yıllarını verdiğin işinden nasıl bir anda ayrılma kararı alıyorsun.'' Öfkeden titriyordum. ''Kendini hiç mi düşünmedin? Hiç mi ya? İnsan düşünür.''

''Ben senin için yapıyorum, sen nasıl benim için her şeyden vazgeçiyorsan; ben de aynısını senin için yapıyorum.'' Dedi boğuk bir ses tonuyla.

Ondan uzaklaşarak kalktığımda karşısında dikildim. ''Ben söyleyeceğimi söyledim. Asla böyle bir şey yapmayacaksın.''

''Gece.''

''Serter, sakın. Beni çok üzersin. Ben İspanya'ya geliyorum, bu kadar basit.''

Onunla olan kısa konuşmayı kestiğimde ona neden bu kadar sert çıkıştığımı bilemiyordum. Sadece benim gibi birisi için bunu mesleğinden vazgeçiyor olması beni öfkelendirmişti. Her şeyden vazgeçemezdi. O siyaset yapmadan duramazdı. Şimdi bir anda siyaseti mi bırakacaktı? Bu çok saçmaydı. 

Odadan çıktığımda arkamdan geldi.

Kafamı yana çevirdiğimde, sol elini parmaklarımla sardım. Ona kızmış olsam da arabadan inince bile elimi tutan bir adamın parmaklarını bırakamazdım. 

''Bunu sakin bir zamanda tekrar konuşacağız.'' Diye fısıldadı.

''Ben cevabımı verdim.'' Tırabzana tutunduğumda, Serter elimi bırakıp önden yürüdü. ''Gerçekten pes.'' Arkasından bağırmıştım.

''Sana pes.'' Dedi pişkin pişkin.

Konuşmamız da kısa sürmüştü. Sırf daha fazla mesleğini bırakmak konusunda net olmasın diye konuşmayı erken kesmiştim ama Serter Güçlü bir şekilde net olduğunu göstermeye çalışmıştı. Beni anlamalıydı, buna izin vereceğimi düşünüyor muydu ki böyle davranıyordu? Onun hayalleri benim hayallerimden daha önemliydi.

Asla olmazdı.

Asla izin vermeyecektim.

''Selam.''  Naz'ın sesini duyduğumda, aralık duran salon kapısının eşiğinde bana gülümsediğini gördüm. ''Naz telefonunu unutmuştu, onu almaya geldik.''

Tek kaşım havaya kalktı. ''Öyle mi?''

Naz bana doğru gelerek gülümsediğinde Serter nazik bir baş selamında bulunarak salona geçti. Serter'in gitmesiyle Naz'ın kolunu tuttuğumda, dudaklarımı kulağına getirip; ''Yine ne karıştırıyorsunuz?''

''Bir dinle.''

''Söyle söyle.'' Kapının önüne kısa bir bakış attım. ''Telefon unutmadınız yalan söyleme, dün asla telefona rastlamadım.''

Naz otuz iki diş sırıttı ve sırıtırken parlak kusursuz dişleri ortaya çıktı. ''Kanka bir dinle, beni anla sana bir şey anlatacağım ve şok olup beni anlayacaksın.'' Ağzındaki sakızı çiğnerken kapıya benim gibi bakarak; ''Kimse duymamalı.''

''Kötü bir şey mi oldu?'' Endişelenmiştim. 

Naz genelde böyle heyecanlı heyecanlı anlatır sonra şaka yaptım deyip geçiştirirdi. Bunun da böyle olduğunu düşündüm. Sonuçta genelde öyle yapardı.

''Hadi söyler misin artık?'' 

''Bir saniye.''  Dediğinde benden uzaklaştığını fark ettim. Yavaşça salonun kapısını kapatmak için o tarafa doğru yürüdü. Salonun kapısını kapatmadan önce Serter dikkatimi çekti.

Komodinin üzerinde bulunan tabletini dizinin üzerine bırakmıştı ve morali bozuk görünüyordu. Yüz hatlarından anladığım kadarıyla canı sıkkındı. Esmiş senelerin birikintisi sanki bir gecede yüzünde oluşmuş gibiydi. Yüzüne bakmak beni üzüyordu. Onun yüzünde oluşan acıları görmek; kalbimi kahrediyordu.

Islaklık her yerime ulaşıyordu.

Eskiden caddelerin darlığından şikayet edenlerdendim. Şimdi geniş bir caddeye ihtiyaç duyduğumu fark etmeye başlamıştım çünkü geniş bir caddenin kıyısı denize açılırdı ve orada gökyüzü apaçık ortaya çıkardı. 

Serter'in gözlerinde de denizi görememenin hüznü vardı. Elimde olsaydı eğer silerdim o hüzünleri ama elimde değildi. 

''Şimdi beni dinliyor musun?'' Parmakları bileğimi sardığında, beni duvar köşesine doğru çekti. Kapıyı kapattığı için artık rahat rahat anlatabilecek bir duruma gelmişti. 

''Dinliyorum.''

Hayır dinleyemiyordum. Aniden moralim bozulmuştu. Bir çift mavi gözde aklım kalmıştı. Aklımı alamıyordum. Akıl almak öyle kolay mıydı? Hangi insan almak isterdi aklını? Ben de alamıyordum işte. Ondan aklımı alamıyordum; aklım ona teslim olmuştu. 

''Direkt konuya gireceğim.'' Dedi.

''Gir bakalım.'' Toparlanmaya çalışarak arkadaşıma baktım. ''Kimle alakalı? Tam olarak ne oldu?''

Yüzük parmağıma dokunduğumda sırtımı duvara yaslamıştım. Yüzük parmağımla saatlerce oynayabilirdim. Sanırım o yüzüğe öylesine alışmamıştım. Öylesine bir bağ kurulmamıştı. Dile gelmeyen alışagelmemiş sözcüklerle bir bağ kurmuştum ve bu bağ yüzükle sağlanıyordu. Ne acı.

''Cesur ve Nehir ile alakalı.'' Dedi kirpiklerini kırpıştırırken.

''Biliyorum.''

''Neyi?'' Omzuma hafif dokunduğunda heyecan denilen kavram yüzüne yerleşmişti. ''Nereden biliyorsun, anlat çabuk?''

''Naz.'' Derin bir nefes aldığımda, parmağımı yüzüğümden çektim. ''Cesur olayı ise konuya hakimim, daha doğrusu şüphelendiğim bir konu var.'' Dediğimde saçlarımı arkaya attım. Dış kapı açılıp duruyordu ve biz de hole çok yakın bir kısımda duruyordu. Mutfak kapısının yanında bulunan duvarın önündeydik.

''Cesur var ya...Nehir'in yıllar önce platonik olduğu kişi.'' Dedi.

Kafamı salladığımda, gözlerimin odağına giren Nehir olunca hemen toparlandım. ''Nehir geliyor.''

''Biliyor bildiğimi ama senin bildiğini bilmiyor galiba.'' Dedi.

Salonun kapısı açılmıştı. Aynı anda Serter Güçlü kafasını kaldırıp bize baktı. Gözleri önce Naz'da sonra ben de durdu. Ben de duraksayan gözleri bana bakarken tekrar tekrar eskimiş denizlere teslim oldu. Bürünmüş birkaç hayat parçası gözlerinde durdu. Sabitleşmeyen rüzgârlar her tarafını sardı. Göz bebeklerine kadar ulaşmış olan tatlı esintiye kendimi verdim.

''Ne oluyor burada, gelsenize içeriye kızlar.'' Nehir her zamanki gibi o pozitif gülümsemesini bize sunmuştu.

Serter'den gözlerimi çekemiyordum. O da çekmiyordu.

''Tamam.'' Dedim kuru bir ses tonuyla. Cesur olayını kızlarla baş başa bir zamanda konuşacaktım.

Kapıyı tamamen açtıklarında içeriye ilk giren ben olmuştum. Kafamı yana çevirdiğimde Cesur ile göz göze geldim. Cesur, Serter'in çaprazında bulunan koltukta oturuyordu. Naz ve Nehir ayrı bir koltuğa geçti. Ben de her zamanki yerime; yani kocamın yanına oturdum. Oturur oturmaz bana olan bakışlarını hissettim.

Bana bakarken bazen kalbime oklar saplanıyordu.

''Kapının önünde ne konuşuyordunuz öyle?'' Diye sordu Cesur.

Nehir'in gözleri Cesur'u bulduğunda, yanakları kızardı. Yapabileceği en büyük kötülüğü kendisine yapıyordu. Bir kadın eğer bir erkekten ilgi görmüyorsa kesinlikle adım atılmaması taraftarıydım çünkü bazen doğru sanılarak atılan adımlar bir ömür boyu gençlik acısı olarak kalabiliyordu.

Ne olursa olsun önce ilgi görülmeliydi. Aşk zehir gibiydi. Önce sol omuza, sonra kalbe ulaşıp insanı zehirlerdi. Yanlış bir aşkın gölgesinde nefes almak yerine doğru bir hayatta aşksız kalmayı tercih ederdim.

Nehir'in de bu yüzden hata yapmasından korkuyordum.

''Hiç.'' Naz omuz silkti.

''Emin misiniz?'' Cesur bacak bacak üzerine atıp bakışlarını Nehir'e doğrulttu. ''En son ne soruyordun? Kızlara bakmak için gittin, sorun yarım kaldı.''

Birlikte karşılıklı konuşmaya mı başlamışlardı? İlginç.

Naz, ''Ne sorusu kız.''

Sırtımı koltuğa tamamen yasladığımda, boynumun ağrıdığını fark ettim. Elimi boynuma götürdüm. Boynumu ovalamaya çalıştım. Serter'in mavilikleri tabletinde olmasına rağmen aramızda bulunan yastığı alıp diğer sağ tarafa koydu. Ellerini uzattığında, belime elini koyacağını sandım.

Sonra o eller duraksadı, belimi tutmadı, yüzüme dokunmadı; ruhumda alev almadı. Elleri havada kalmıştı ve benden uzaklaşmıştı. Ani bir karar verip o kararı değiştirmişti.

Ona inatçı olduğumu, aynı zamanda kararlı olduğumu göstermek istedim. Tabletini dizinin üzerinden çektim. Ellerini avuçlarımın arasına aldım. Kocam ile birlikte İspanya'ya gideceksem eğer aramızda mesafe olamazdı. 

''Müzeler hakkında konuşuyorduk. Cesur İzmir'deki müzeleri yetersiz bulmuş. Ben de Alsancak'a gitmesi gerektiğini söyledim.'' Dedi Nehir.

Serter parmaklarımın üzerini okşamaya başladığında tepki olarak gülümsedim. Nihayet buzların bir parçası kopup yerini aleve bırakmıştı.

''Müzeleri sever misin Cesur?'' Naz, sanırım Cesur ile ilgili bilgi edinmeye çalışacaktı, öyle bir yol izlemeye çalıştığını fark ettim.

''Severim. Biz Serter ile senede iki ay müze geziyoruz. Dünyanın birçok yerinde tarihi ilgilendiren para birimlerinden tut, eski ayakkabılara kadar her şeyi gezmişizdir.'' Dedi Cesur.

Araya girdim. ''En çok hangi türdeki müzeleri seviyorsunuz?''

Serter parmağımı sıktığında bacaklarını öne uzatmıştı. ''Ben genelde Roma dönemiyle ilgilendiğim için onların bırakmış olduğu tarihi eserlerin bulunduğu müzeleri gezmeyi severim, Cesur'un ise dikkatini çeken insan yapısıyla ilgili oluyor.'' Duraksadı. ''Hatta bir keresinde, bir ay yalnızca Mısır tarihinden kalma bedenleri inceledi.''

''Mumya süreci konusunda fazla bir merakım var, Serter doğruyu söylüyor. Bilmiyorum ama insan uzuvları dikkatimi çekiyor.'' Dedi Cesur.

Nehir, ''Ben öyle bir müzeye gitsem ürperirim.''

Cesur kafasını yana salladı. ''Korkacak bir şey yok. Arasında kocaman bir cam bulunuyor. Dokunamıyorsun, kokuları da yok zaten. Sadece üzerinde kim olduğuyla ilgili bilgi yazıyor. Genelde de o dönemin asil kanına sahip olanların kimliği Mısır halkına göre daha apaçık gösteriliyor.''

''Piramitler bir dönem benim dikkatimi çekmişti. Hâlâ nasıl yapıldığıyla ilgili bilgi çıkmaması beni korkutuyor açıkçası.'' Dedim.

''Aslında teoriler var ama elbette kanıtlanmadı henüz.'' Serter kravatını çözmek için parmaklarını kravatına götürdüğünde kravatını boynundan çıkardı. Güçlü parmakları kravatı hemen sarmıştı. ''Yine de beyin patlatmaya gerek yok, önemli olan bugün.''

Naz'ın uykusu gelmiş olacak ki esnedi.

''Senin ilgilendiğin aktiviteler var mı, Gece?'' Cesur'un sorusuyla ne cevap vereceğimi düşünmeye başladım.

Şiir yazıyorum diyemezdim, sonuçta şiirler her zaman herkese paylaşılamazdı. Yazmak benim işim de diyemezdim, ne üzerine yazıyorsun diye sorduğunda; ruhumdaki sancıları sarı kağıda geçiriyorum da diyemezdim. Garip bir ikilemde kalmıştım. 

''Yani, pek yok. Sizin gibi müzeleri gezmem. Hobi diye nitelendirebileceğim bir şeyler yok.'' Dudaklarımı öne büzdüm.

''Yazmakla uğraşmıyor muydun sen?'' Serter'in sesindeki bulunan o gizemli tınıya dikkat etmemeye çalışarak yüzümü kocama çevirdim. ''Şey o biraz farklı.'' Dedim ince ses tonumla. Dikkatli yüzüme baktığında kaşları çatıldı İstanbul Beyefendisinin. ''Ne gibi farklılık? Sonuçta o da bir hobi değil mi?''

''Yani bir bakıma öyle.'' Kıvranıp durdum.

Serter gururla yüzümün her bir santimini inceledi. Ardından Cesur'a yöneltti bakışını. ''Gece'nin de birçok cevheri var, sadece yeterli vakit bulamıyor.''

''Benim de cevherlerim var, çok iyi dedikodu yaparım.'' Göz kırptı Naz.

Naz'ın ciddi kalma süresi her zaman iki saniyeydi.

Hafif gerinerek bedenimi arkaya attığımda sıkıldığımı fark etmiştim. Uykum da ufaktan ufaktan gelmeye başlamıştı. Dünden beri yaşanan gerilim kalbimin her yerine yayılmışken sakin kalmak oldukça zor görünüyordu. Yorgun bedenimi bu gece rahat bir şekilde dinlendirecektim. Başka bir çarem yoktu. Hem yeni ameliyat olmuştum. Karnıma da dikkat etmeliydim, sağlığım önemliydi.

''Anadolu tarafında güzel müzeler var, beni gezdirebilir misin?'' Nehir'in beklentisi fazla büyüktü.

Bunu direkt Cesur'a sormuştu. Cesur'un ne cevap vereceğini merak ettiğim için Cesur'a usulca baktım. Elalarım, Cesur'un yüzünde dolandığında Cesur kasılmış bir vaziyette elinde tuttuğu bardağı sehpaya bıraktı. Kibarlıktan dolayı Nehir'e cevaplar vermişti. Bunu gözlerinden okuyordum. Hal ve hareketleri belli ettiriyordu kendisini.

''Benim bu aralar işlerim biraz yoğun. İstersen Pusat'a söylerim, o sana seve seve eşlik eder.''

Kural 2: Cesur gibi erkeklerden uzak duracaksınız.

Nehir'in dudakları titredi, göz bebeklerinde sisler oluşmaya başladı. Yaşadığı hayal kırıklığını bir tek ben duymuş olamazdım. Sanki orada bir yerlerde birkaç cam parçası daha da ufalamış ve parçalanmıştı. Gözlerinde cam kırıkları vardı. Titrek dizlerin, dile gelmeyen şiirlerini söylemeyen şairler gibi titreklik her tarafına yayılmıştı.

''Pusat niye gidiyor ki?'' Dedi Naz oradan. Sesi yüksek çıkmıştı.

''Benim işlerim yoğun, dediğim gibi.'' Suyundan bir yudum aldığında, Nehir'in hayal kırıklığını nasıl fark etmediğini sorgulamaya çalıştım. Bu adam kör müydü? ''Gerek yok.'' Nehir kırgınlığını apaçık belli ediyordu.

Cesur'a bir yandan kızıyordum çünkü bu kızın ilgisi belliydi ama bir yandan da kızmam saçma oluyordu çünkü bu adamın karısı ölmüştü ve bu adam ilk kez gördüğü bir kızı sevmek zorunda değildi. Nehir üniversitenin ilk yılında, bize Cesur'dan bahsettiğinde bir kez olsun karşılaşmadıklarını anlatmıştı. Dolayısıyla Cesur onu tanımıyordu. İki ucu iğneliydi. İkisinin de sonunda yanan bir kalp oluyordu. Bu kalp ise bir kadına aitti.

''Neden? Pusat götürür seni işte.'' Dedi Cesur.

Ah aptal erkekler.

Serter olsaydı eminim hemen fark ederdi. Onu diğer erkeklerden farklı kılan şey de buydu. Görmeyi duymayı bilenlerdendi. Hemen hissediyordu. Kadınların ne düşündüğüne önem veriyordu. 

''Peki o zaman, Pusat ile gideyim ben.''

Daha fazla dayanamadım, araya girmek durumunda kaldım. ''Pusat ile gidersiniz, hem çok eğlenceli birisi. Müzeleri gezerken her şeye kahkaha atarsınız. Gerçi sanatsal olmaz ama amaç eğlenmek, nefes almak değil mi?''

Serter ne yapmaya çalıştığıma bakıyordu.

''Öyle değil mi Serter?'' Diye sordum.

Serter Güçlü karanlıkta kalmış olan mavilikleriyle dalgın dalgın bana baktı. ''Öyle.''

''Güzel fikir, şahsen ben de eğleneceğinizi düşünüyorum.'' Cesur'un keyfi yerindeydi.

Diyecek hiçbir şey bulamadım. Karşı tarafı da yerli yersiz suçlamak istemedim. Sakince ayaklandığımda mutfağa gitmek istediğimi fark ettim. Şu an bana sıcak bir kahve iyi gelirdi. Normalde Aslı'yı çağırıp istemem gerekiyordu fakat onu yormak gelmiyordu içimden. 

Serter, ''Nereye?''

''Kahve içeceğim, siz de ister misiniz?'' Herkese sordum, Serter hariç.

Cevap gelmeyince hızlı adımlarla salondan çıktım. Nehir'in bu halde olması canımı sıkıyordu. Her şey üst üste geliyordu. Birisi gidip birine aşık oluyordu ve o adam gelip onu yaralıyordu. Biri yıllar sonra platoniği olduğu adamı görüyordu. Adam onu başka bir adamla dışarı çıkartmaya çalışıyordu.

Birisi de yanmak üzere olduğu alevlerin içinde mavilikleri arıyordu; mavilikler erkenden pes ediyor gibi görünüyordu.

Mutfağın kapısını açtığımda, başımın ağrıması; susuzluğum artması ve daha nice binlerce rahatsızlık bedenimi buldu.

Stresten elimi karnıma götürdüm. Karnımı ovaladığımda Aslı ile göz göze geldim. ''Biraz rahatsızlandım da.''

''Size bitki çayı yapmamı ister misiniz?''

Yüzümü buruşturdum. ''Hiç, gerek yok.''

Mutfağın kapısı açıldığında, o tanıdık kokuyu her tarafta hissetmiştim. Kokuyu içime çekmeme gerek kalmadan kollarıyla omuzlarımı sardı Serter Güçlü. Arkadan bana sarıldığında, ona dönerek yüzümü yüzüne çevirdim. Gözlerinde telaş vardı, gözlerinde eskiyen baharlar vardı, gözlerinde hissedilmemiş yangınlar vardı.

''Gece? Neyin var? Neden öyle eğildin?'' 

Aslı bizi yalnız bırakmak için mutfaktan çıktığında, derin bir nefes alıp bir yere tutunmaya çalıştım. Belki de onun sıcak avuçlarına tutunmalıydım. ''Bir anda ağrı girdi, merak etme iyiyim.'' Gülümsedim.

İki eliyle birden yanağımı tutup kaldırdı. ''Ameliyat yerin mi ağrıyor? Hastaneye gidelim.''

''Yok yok, iyiyim ben.'' Konuyu değiştirmek istedim. Üzerime titremesini istemiyordum. Bu belirsizlik beni kahrediyorken şu an konu ben olamazdım. ''Kahve yapacaktım da...''

Sözümü kesti. ''Ben yaparım.''

''Zahmet etme.''

''Olur mu öyle şey?'' Ellerini yanağımdan çekti. ''Stres yaptın değil mi? Midene mi vurdu? Karnın aslında ağrımıyor.''

''Evet.'' Yalan söylemeye gerek yoktu.

Kahve makinesinin düğmesini açtığında içine kapsülü yerleştirdi. ''Ben böyle olmasını istemiyorum. Senin bu şekilde olman canımı sıkıyor.''

''İspanya'ya gidince düzelir. Sahi ne zaman pasaportumu yenileyeyim?'' Elimi karnımın üzerine bırakıp hafif tezgahın üzerine eğildim. Sertçe nefesini dışarıya verdiğini duydum. Sırt kasları kasılmıştı. 

''Başladık.'' Gözlerini devirdi yüzüme bakarken.

Tek kaşımı havaya kaldırdım. ''Çok ciddiyim bu konuda. Olur da mahkemenin tarihi öne çekilirse; birlikte oraya gidiyoruz. Ben yeni bir hayata başlıyorum seninle ve sen mesleğini idame ettiriyorsun artık.''

''Okulun?'' Kahve fincanını çıkardığında, sesindeki kızgın ton gayet anlaşılıyordu.

''Bir yıl dondururum. Sonra devam ederim. Onu ileride düşünürüz.''

Kahvemi doldurduğunda, parmaklarıyla sardığı kahvemi uzattı. Kahveyi elinden aldım. ''Teşekkür ederim.''

''Şu mahkeme olayı netliğe kavuşunca, bunu tekrar tartışırız. Şimdi konuyu kapatalım.'' Yanımda oturduğunda, ellerini belime attı ve beni kucağına çekmek için tüm ellerini kullandı. ''Şimdi göğsümde uyu, başka bir şey istemiyorum.''

''Çok inatçısın.'' 

Kulağıma doğru fısıldadı ve fısıltısı tenimi yaktı. ''Senin kadar değil.''

Tam bir şey söyleyeceğim sırada dışarıdan bir çığlık sesi geldi. Serter'den uzaklaştığımda, o beni arkasına alarak; ''Burada dur.'' Dedi.

''Ben de geliyorum.''

Kapıyı üzerime kapatmak istediğinde, elimi kapısının arasına sokarak onu engelledim. ''Serter, ben de geliyorum.''

''Gerçekten inatçısın.''

Benden önce ilerlediğinde, dış kapıdan geldiğini düşündüğümüz sese yürüdük. Mutfağın kapısını arkamızdan kapatmıştı. Dış kapı açık görünüyordu. Dışarıdan içeriye bir ışık süzüyordu. O ışığı takip ettiğimizde, elim ağzımı buldu çünkü yaşadığım şaşkınlıktan ötürü ne yapacağımı bilemedim.

''Amcan...'' Dedi Naz salondan çıkarken.

Arkasından hemen Cesur ve Nehir çıktı. Cesur korumacı bir tavırla, belki de refleksif davranarak Nehir'i arkasına aldı. Tıpkı Serter'in beni arkasına aldığı gibi.

Gürsel kanlar içinde ayaktaydı. ''Gece.'' Dedi.

İsmim dudaklarından döküldüğünde, Serter Güçlü ellerini yumruk yaparak benim bedenimi tamamen kapatmıştı. ''Ne oluyor burada?''

Ayaklarından ayak kanlar yüzünden toprak onun rengini almıştı. Her yer kan içinde kalmıştı. Daha da acısı arkadaşlarım da bu duruma şahit olmuştu. 

''Eylül...O...'' Konuşamıyordu. Yere düştüğünde sırtındaki bıçağı gördüğümde yaşadığım nefes kesintisiyle gücümü toplayamadım. ''Eylül.'' Yüzü yeri boyladığında, Bekir hemen onu tutmak için harekete geçti.

''Gece, içeriye.'' Dedi Serter.

Serter'i dinlemedim.

Boynuna dokunan Bekir kafasını kaldırıp patronuna baktı. ''Ölmüş.''

Gürsel gözümün önünde, sırtındaki bıçak yüzünden can vermişti. Yıllardır ailemin katilleri olduğunu bildiğim iki insandan birisi ölmüştü. Yaşadığım iki duygu vardı. Birincisi içim asla soğumamıştı; ikincisi onu sürünerek parmaklar ardında yaşamasını her şeyden çok isterdim.

| Bölüm nasıldı?|

| Son sahne?|

| Gürsel'i kim öldürdü?|

|Serter'in, Gece için mesleğinden vazgeçmesi...|

| Gece, Serter için her şeyden vazgeçti, sizce doğru mu yaptı?|

| Berrak...|

|En sevdiğiniz sahne?|

| Cesur'un, Nehir'i Pusat ile bir araya getirmeye çalışması...|

|Beni instagramdan takip edebilirsiniz; ebrununhikayeleri |

 | Sizi seviyorum. Bu arada hafta bayram var. Cuma günü bölüm gelir mi bilmiyorum. Takipte kalın, instagram hesabımda duyuracağım.Cuma değil de başka bir gün atabilirim. Haber vereceğim|

| Ebru Işık.|

Continue Reading

You'll Also Like

740K 23.7K 68
HIGHEST RANKINGS: #1 in teenagegirl #3 in anxiety Maddie Rossi is only 13, and has known nothing but pain and heartbreak her entire life. Only a shel...
1M 22.8K 45
Camila and Lauren are neighbors who used to be friends before high school began. Lauren has always had a thing for Camila, but never got the courage...
113K 2.4K 27
Warning: 18+ smut, violence, mentions of blood, mature language, underage drinking, mature content I do not own any of the characters! All rights go...
2.6K 96 5
In which the soul daughter of the Volturi kings decide to move in with her uncle Carlisle. Extended summary inside.