KALBE SAPLANAN OK

بواسطة ebrununhikayeleri

16.9M 650K 1.4M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... المزيد

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK
Alıntı.

18. Düş ve Düşes.

351K 12.4K 24.3K
بواسطة ebrununhikayeleri

Medya: Gece Güçlü'nün giydiği elbise.

Bölüme başlamadan önce yıldıza basabilir misiniz ve yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim. Okumadığımı düşünmeyin, ilk bölüme de dahil atılan her yoruma bakıp beğeniyorum.

Sizi seviyorum.!

deryaoymkk0 💚

Buraya güzel bir kalp bırakır mısınız? :*)

Serter Güçlü.

Onu gördüm. Bahçede yeşilliklerin içinde Çam'a doğru küçük bir top atıyordu. Uzağa attığı topu yakalamaya çalışan Çam hızlıca koşarak topu alıp tekrar Serter'e veriyordu. Top yere düştüğünde, Serter üzerini silip ıslak mendille temizlediği parmaklarını kullanarak sayısız kez topu duvara fırlatıyordu.

Mutfak camından onları saatlerce izleyebilirdim.

Düğmeleri açılmış gömleği, boynuna attığı kazağı ve gülümseyen dudakları...Serter Güçlü oldukça karizmatik duruyordu. Alnına düşen dalgaları saçlarını parmaklarımla tutup düzeltmek istedim. Ellerim saçlarını bulduğunda sıcaklık beni her yerden kuşatırdı. Gözlerim gözlerini bulur, dudaklar tez bir canlılıkla yaşam denen kör noktada nefesini kaybederdi. O saçlarını düzeltirken belki de bilinmeyen her duyguyu hissederdim.

''Çam.'' Serter köpeğimi kucağına aldığında gülüyordu. ''Her pis cismi ağzına alma, mikrop kapacaksın.''

Çam dilini dışarıya çıkarmış Serter abisinin dizinde yatmak için kıvranıyordu.

''Çam.'' Dedim.

Çam bana bakma gereğinde bulunmadan Serter'in kucağında durmaya devam etti. Onların bu halini kıskanmaya başladığımı fark ettim. Çam genelde benim dışında kimseye yüz vermezdi. Barış'a bile son zamanlarda alışmıştı.

''Anne uyanmış mı?'' Serter'in sesi yumuşak çıkıyordu.

Dün akşamdan beri uyuyordum. Öğleni geçmesine rağmen uyanamamıştım. Ameliyat izlerinden ötürü tam olarak sağlam zinde bir vücuda sahip değildim. Olabildiğince uyumaya çalışıyordum. Serter'de bu süreçte yanımda olmak için her türlü çabayı gösteriyordu. Başarmadığı da söylenemezdi. O bunu başarıyordu. Ona minnettardım.

''Oğlumu çaldın.'' Eğildiğim sırada dizimi elimle gösterdim. ''Bana gelir misin nankör köpek.''

Çam dilini dışarıya çıkarıp Serter'in elinde bulunan topu dişiyle kavramaya çalıştı. ''Görüyor musun, umurunda değilsin.''

''Kaba mısın sen biraz Serter Güçlü?'' Ona doğru bir adım attığımda, mümkün olduğunca dikişlerime dikkat etmeye gayret gösterdim.

Bakışları karnımı bulduğunda kaşları çatıldı. Topu uzak bir yere fırlattıktan sonra Çam'ın oraya gitmesini sağladı. Ardından ellerini belime sardı. Belimi sardığında, dudaklarını yanağımda hissettim. Benim yanağımı öpüyordu. Yanaklarım onun öpüşüyle ezilmiyor, tam aksine hayatın içine serin suların kıyısına dalıyordu.

''Kaba mıyım? Aşk olsun.'' Dedi imalı bir ses tonuyla.

Ellerimle yakasını düzeltmek istedim. Açıkta kalmış kaslarına bakmamaya çalıştım ama tabii ki bu mümkün olamazdı. Onun kaslarını gördüğüm için gözlerim saatlerce kocaman açılabilir, onu dakikalarca izleyebilirdim.

''Oğlumla aramıza giriyorsun.''

İşaret parmağımla boynuna dokunduğumda, nefesi kesilmiş olacak ki gözlerini kapattı. Gözlerini kapattığında, biraz daha bana doğru yaklaştı. Vücudumuz tek beden gibi olmuştu. Birbirimize gittikçe yaklaşmıştık.

''Oğlun öyle mi? Beni ötekileştiriyorsun?'' Tek kaşını havaya kaldırdı.

''Hak ediyorsun.''

Derin bir nefes aldığında, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Titrek gözlerime baktı. Oralarda bir yerlerde hayatımın izini gizliyordum ama o görüyordu. Gözlerimde, elaların yaşamış olduğu tüm sanrıları görüyordu. Nelik acıların bitmek bilmeyen öfkesini kustuğum satırları gözlerime saklamıştım ve şimdi gözümdeki ruhla baş başaydı.

''Hak ediyorum?'' Sesinde soru işaretleri vardı.

''Eh.'' Mırıldandım.

''Ah Gece...'' Yutkundu. ''Sen...'' Sözünü bölen şey, Çam'ın bir anda aramıza girmek için kuyruğunu sallaya sallaya bacaklarımın arasına girmesiydi. ''Çam geldi. Galiba oğlun özel hayata karşı saygılı değil.''

''Basılmışız gibi konuşuyorsun.'' Kuru dudaklarımı ıslattığımda, önümde eğildiğini gördüm. ''Ne yapıyorsun?''

Dudaklarını karnımda hissettim. Dikişli yeri açmak için bluzumu yukarıya çekti. Oraya sıcak bir öpücük bıraktı. Ne amaçlıyordu? Kalbimdeki tozları yutmamı mı istiyordu? O tozlar bir bir boğazıma diziliyordu. Göremiyordu muydu mavilikleri? Ben bir denizdim, onun tarafından toz haline geliyordum. Görmeliydi, görmeliydi ki beni böyle heyecanlandırmamalıydı.

''Bundan sonra her gün, yaraların iyileşene kadar onları tek tek öpeceğim.'' Dedi.

''Serter.''

Nefesim kesiliyordu. Her bir kelimeyi bir düğüm olmuş ipe bağlıyordum. Onun yanındayken konuşmak imkansız hale geliyordu. Sözlerinin yaratmış olduğu duygusal anlamlar, beni cehennem ateşinden koruyordu. Büyükelçi sayesinde yazım kışa kalmamıştı. Artık yaz ayında, güneşi derin bir şekilde hissediyordum.

''Benim güzel karım.'' Omuzlarımdan tuttu ve çenemi parmaklarıyla kaldırdı ayaklandıktan sonra. ''Her daim mutluluğu hak ediyorsun.''

''İyi ki varsın.''

Onun göğsüne uzandım. Parmaklarıyla saçlarımı okşadı. ''Her zaman, yanında olacağım.''

Sanki yıllardır tanışıyor gibiydik. İkimizde birbirimizde bir şeyler buluyorduk. Yaralarımızı sarıyor, üzüntülerimizi paylaşıyorduk.

''Sana bir şey yapmak istiyorum.'' Geri çekildiğimde gülümsüyordu. ''Yemek yapabilirim, tatlıda ama böyle el emeği bir şey yapıp seni mutlu etmek istiyorum.''

''Neden?'' Çenemin altını parmaklarıyla sardı.

''Bilmem.'' Omuz silktim. ''Seni mutlu etmek istiyorum galiba.'' Saatlerce bu şekilde onun kolları arasında kalabilirdim. ''Akşam yemeğini hazırlayacağım, hem sen sürekli bana bir şeyler hazırlıyorsun. Ben de bir şeyler yapmak isterim.''

''Gece, olmaz.'' Dedi.

Çenemi yukarıya kaldırdığımda, çatık bir kaşla ona baktım. Neden istemiyordu ki? Yorulacağımı mı düşünüyordu? Ben ona bir şeyler hazırlarken asla yorulmuyordum. Bunu bilmesi gerekiyordu.

''Lütfen.''

''İnatçı mısın?'' Bunu sorması bile hataydı, inatçıydım elbette.

''Evet.'' Ellerini tuttum, ne yapıyordum bilmiyordum ama ellerini tutmak içimden gelmişti. ''Karın sana yemek yapacak. Çam, sen ben güzel bir yemek yeriz. Hatta istersen Semih'i de aldırırsın, ne bileyim böyle kalabalık bir sofra kurarız olmaz mı?''

''Kalabalığı sever misin?''

Yavaşça içeriye doğru girdiğimizde, mutfağa geçerek buzdolabını açtım. ''Evet. Ben zaten hep çok çocuklu bir ailede büyümek istemiştim.''

Tabureye oturdu, ellerini tezgahın üzerine bıraktı. ''Ben kalabalığı sevmem.''

Hiç şaşırmamıştım. Serter genelde de öyle birisine benziyordu. Onunla ilk evlilik kararı aldığımızda, yanan bir şöminenin önünde otururken yalnızlığa baktığını fark etmiştim. O akşam sanki yalnız kalmayı amaçlamıştı. Kimseyle konuşmak istemiyor gibi bir hali vardı. Dalgın dalgın şömineyi izliyordu. Serter Güçlü gerçekten de yalnızlığın insanıydı.

''Kalabalık sofralar sevmez misin?'' Buzluğu açtığımda, amacım güzel parçalanmış et çıkarmaktı.

''Gece, ben sesten bile nefret ederim. Çatal bıçak sesleri beni irite ediyor.''

''Ya bir şey diyemem.'' Eti çıkardıktan sonra erimesi için büyük bir tabağın içeriye bıraktım. ''Sonuçta herkes aynı olamaz.''

''Ne yemek yapacaksın?'' İştahlı iştahlı eti süzmek yerine vücudumu süzdü sapık adam. ''Et mi? Yanında patates püresi de isterim.''

''Kavurma yapacağım, küçükken çok severdim.'' Kaşlarını çattığını görünce açıklamak istedim. ''Hey, o kadar kötü değil. Güzel bir kavurma yapacağım. Yanına salata da yaparım. Hem benim pilavım da iyi.''

Pilavım asla iyi değildi. Dünyanın en şansız insanıydım. Pilav yapamıyordum. Pilav nasıl tane tane oluyordu ki? Defalarca her yöntemi denemiştim ama olmuyordu, olduramıyordum.

''Güzel.'' Kolunu kaldırıp saatine baktığında, açıkta kalmış kasları konusunda utanç duymaması beni şaşırttı. Ah erkekler. ''Ben de acıkmıştım zaten, seni bile yerim.'' Güldü, güldüğünü işittim. ''Gerçi tokken bile seni yiyebilirim, zaten yemiştim de? Öyle değil mi?''

Sapık.

''Serter, sus.''

''Duvarın önünde mi yemiştim?'' Tabureden kalktığında, amacının ne olduğunu anlayamamıştım. ''Kalabalık konusunu artık arka plana alıp, direkt duvarda çıkacak kalabalık sesleri mi konuşsak?''

Ne? Ne? Ne?

Bu adam gittikçe sapık bir adama dönüşüyordu. Serter Güçlü'nün çok acil Pusat'tan uzaklaşması gerekiyordu. Pusat, kocamı bozmuştu. Benim kocam asla böyle bir adam değildi. O bir İstanbul Beyefendisiydi.

''Sen...''

Sözümü kestiğinde, dirseklerimden tuttu. ''Ben, aklımı kaybetmek üzereyim.'' Gözlerimin önüne düşen bir tutam saçımı parmaklarıyla sardı. ''Sana baktıkça aklımı kaybediyorum.''

''Öyle mi?''

Serter Güçlü'nün yüzünde bir şeyler parladı. ''O tatlı yüzünü, tatlı gözlerini.'' Yanağımın üzerine tüy gibi bir yumuşaklık bıraktığında, beni canlı canlı yok etmeyi amaçlıyordu, galiba. Dokunuşları altında ezileceğimi bilmiyor muydu?

''Tatlı sesini.'' Dedi.

''Bana aşık mı oldun?'' Diye sordum.

Serter belimden tuttu, vücudumu buzdolabına yapıştırdığında beni kendisiyle buzdolabı arasında bir yerde bıraktı. Sırtım buzdolabına tamamen yapışmıştı. Gözlerim ise onun gözlerine odaklıydı. İkimizin de yüzünde o parlaklık mevcuttu. Parlaklığı her yerden alıyor, tüylerim diken edecek o muhteşem hisse odaklanıyordum.

''Olmuş muyumdur sence?''

''Bak...''

Kapının o kötü sesiyle birlikte Serter Güçlü benden uzaklaştı. Kapının olur olmadık zamanlarda çalması büyük bir haksızlıktı.

''Biz ne zaman yakınlaşsak...'' Diliyle dudaklarını yaladı ve yüzünde hafif bir öfke vardı. ''Birileri o anı bozmak için çabalıyor. Hani, anlayamıyorum zamanı mı tutturuyorlar? Alt tarafı öpecektim, karımı öpüp ona iltifat etmeme bile izin vermiyorlar.''

Serter'in birazdan çocuklar gibi çığlık atmasından korkuyordum. Yüz ifadesi aşırı eğlenceli duruyordu.

''Olsun ya, ne olacak.'' Omzuna hafif vurdum.

''Bak, sen de mi?'' Diye sordu.

Dudaklarım yukarıya kıvrıldığında, yanaklarına dudaklarımı hızlıca bastırdım hemen sonra. Neyi amaçlıyordum? Sanırım onu öpüyor olmak hoşuma gidiyordu. Ayrıca, öfkeli olması onu öpmeme sebebiyet vermişti.

''Çok tatlısın, Serter.''

Serter afallayan bir suratla elini yanağına götürdüğünde, şaşkın görünüyordu. ''Gece.''

Ellerimi arkaya aldım, sevimli sevimli sırıttım. ''Tamam kızma Büyükelçi, alt tarafı kapı çaldı. Beni öpemedin ama olsun.''

''Olmasın ya? Niye öyle oluyormuş.'' Boynunu kütlettiğinde öfkeli olduğunu anlamıştım. ''Neyse, ben şu gelen hadsize kızıp geleceğim. Sen burada aynı pozisyonda dur tamam mı?'' Yüz ifademi, hatta güldüğümü görünce  kaşları daha da çatıldı. ''Güzel karım, sen benimle eğleniyor musun?''

''Yani.''

''Seni bir kez daha şu buzdolabının önüne sıkıştıracağım.'' Yapardı, biliyordum.

''Hı hı.''

''Gece.'' İsmimi bir kez daha söylediğinde, toparlanmaya çalıştım. ''Sen niye böyle yapıyorsun ki? Yani şu an oyunbozanlık yapıyorsun?''

''Kızma.''

''Kızarım karıma, benim karım böyle yapamaz.'' Kafasını kaldırıp kapının ucuna baktı. ''Uyumadan önce seni öpeceğim, haberin olsun. Sakın vazgeçirmeye de çalışma. Şu yanağını öpmezsem olmaz.''

Yanak mı? Ben daha büyük bir şey bekliyordum.

''Yanaktan mı?'' Yüzüm, biraz, çok az, azıcık, çok çok çok azıcık düşmüştü.

''Dudağından mı öpmemi istersin? Sapık mısın Gece?'' Benim laflarımı bana aynen iade ediyordu.

''Sapığım.'' Bunu önceden de söylemiştim. ''Sen giyinirken seni izlemiştim, yani ben sapığım ama sen daha çok sapıksın. Beni sürekli sıkıştırıyorsun kapı önlerine, bu hoş olmuyor bence. Yani hoş da olabiliyor ama olmuyor da.''

Serter Güçlü gözlerini devirerek kapının olduğu tarafa yürüdü. ''Bu yaptığını ödeteceğim, görürsün.''

''Serter.''

''Küstüm sana.'' Kapının kolunu çevirdi. ''Pusat'ın sesini duyuyorum, o geldi galiba. Birlikte çıkalım, sonra nasılsa yatak odamızda güzel bir konuşma gerçekleştireceğiz.''

''Yatak odasında ne yapacağız ki?'' Korkmaya başlamalı mıydım?

''Toplantı.'' Dedi.

''Ne?''

''Gece göreceksin, bu gece bize ait güzel karım.'' Tehlikeli ses tonuna karışan o gülüş sesini duymamaya çalıştım.

Derin derin yutkunduğumda, korkmaya başladığımı fark ettim. ''Ben yeni ameliyat oldum, böyle olmaz, yani olamaz.''

''Niye olmuyormuş?''

''Ben giyinmeye gideceğim, sonra konuşuruz bu konuyu.'' Ona dokunmamaya çalışarak mutfaktan çıktığımda, omzumun arkasından kocama kısa bir bakış attım. ''Büyükelçi, sen git misafirimizle ilgilen. Beni sakın sapık şey şeylerine şey şey yapma tamam mı?''

''Şey şeylerine şey şey mi?'' Tekerleme gibi sormuştu.

''Anladın sen, sonuçta zeki bir adamsın ama aynı zamanda.'' Merdivenlerden yukarıya çıktığımda, fısıldadım. ''Aynı zamanda sapık.''

Odama geçtiğimde, amacım elbise giymekti. Bluzu beğenmemiştim. Üstelik evlendiğimizden beri Serter için güzel kıyafetler giyememiştim. Onunla evliydim, dolayısıyla bakımlı olmak zorundaydım. Serter'in sürekli olarak maske yapması, bazen spor yapmak için evin aşağısına inerek aletleri kullanıyor olması; beni bir adım geriye atıyordu. Ben de Serter gibi olmak istiyordum.

Dolabın kapağını açtığımda, dikişlerimin açılmamasına özen göstererek giyinme dolabımdan bir adet elbise çıkardım. Sırt dekoltesi açıktı. Evde olduğumuz için üşümeyeceğimi düşünüyordum. Ayrıca saçlarımda açıktı. Saçımın sırt dekoltesini kapatacağını düşünüyordum fakat kaçırdığım bir nokta vardı. Benim saçlarım uzun değildi. Omuzlarımın iki karış altındaydı saçım.

Aynanın karşısına geçtiğimde, kapım açıldı.

Serter Güçlü gülümseyen bir yüz ifadesiyle içeriye girdiğinde, elbiseme baktı. ''Nehir, Pusat, Cesur ve Naz geldi.''

''Çok iyi.'' Ruj bulmaya çalıştım. ''Sen pek sevinmedin galiba?''

Arkama geçtiğinde, saçlarıma dokunan ellerinin yaratmış olduğu o hissiyatın altında ezildim. ''Asla sevinmedim çünkü karımla baş başa kalamıyorum. Karımı öpemiyorum, karıma dokunamıyorum, karımı sevemiyorum.''

''Akşam istersen baş başa kalırız.''

Ben de onunla yalnız kalmak istiyordum.

Onunla yalnız kalmayı seviyordum. Onunla vakit geçirmek bana iyi geliyordu. Ruhumda bir yerlerde bir şeyler canlanıyordu. Kalbimdeki ayak izlerini hissediyor, göz bebeklerimin titremesi geçiyordu.

''Akşam çalışacağım, yani yapmam gereken bir iş yığını var.''

''O zaman kaçırdın beni.'' Güldüm. ''Şaka şaka, hem üzülme ben her zaman buradayım. Her an her dakika birbirimize zaman yaratabiliriz.''

Ruju dudaklarıma sürdüğümde, yanağıma değdirmemeye çalıştım. Ruj sürmek konusunda beceriksiz birisiydim. Bazen yanaklarıma ve çenemin altına değiyordu. Bunu nasıl becerebiliyordum, bazen kendime hayret ediyordum. Sanırım bu hayattaki tek yeteneğim yemek yapmaktı.

''Çok gıcık bir kadınsın.'' Ellerini boynuma sardığında, kokumu içine çekerek dudaklarını bir süre boynumda izler yaratacak bir şekilde bıraktı. ''Gıcık, sinir bozucu ama...'' Dudaklarının boynumdaki hissiyatı sayesinde gözlerimi birkaç saniyede olsa kapattım. ''Güzel.''

''Serter.''

''Efendim.'' Elleriyle omuzlarımı tuttuğunda; ''Söyle karıcığım.'' Dedi neşeli bir ses tonuyla.

''Neyse.''

''Söyle söyle.'' Boynuma dudaklarını bastırdı. ''Çiçekli elbise yakışmış bu arada.''

Ona yandan bir bakış attım. ''Sana güzel görünmek istedim.''

''Açık sözlüsün.''

Serter'den çekinmeme gerek yoktu. O her şeyden önce kahraman nitelendirdiğim kalıba girecek kadar iyi yürekli bir insandı.

''Yalan söylemeye gerek yok ki, yani senin tarafından beğenilmek hoşuma gidiyor.'' Yanağıma allık sürmeye çalıştım. Makyaj hatalarından birisini yapıyordum. Rujlu ellerim allığa bulaşacaktı, saçmalamaya başladığımı düşünüyordum.

''Ben de bu aralar sadece sana yakışıklı görünmek için kıyafetlerime dikkat etmeye başladım.'' Dedi.

''Gerçekten mi?'' Yüzümü ona çevirdiğimde, elimdeki allık kutusuna baktı. Allık kutusunu kaşıyla işaret ettiğinde gülümseyerek yukarıya kaldırdım. ''Yanaklarımı canlı gösteriyor, ruj değil bu.''

''Garip.''

''Onu boş ver, gerçekten benim için mi bu kadar güzel giyiniyorsun?'' İçimi dolduran güneşler vardı parlak ayı sayesinde. ''Ama olmaz, çok çirkin giyin. Sonra Bedriyeler, Burcular gelip sana yürüyor.''

''Yürüyor?'' Tek kaşını havaya kaldırdı.

''Evet.'' Omuz silktim. ''Onları bazen boğasım geliyor.''

''Berrak?''

Kaş çatarak allığı masanın üzerine bıraktım ve kollarımı Serter'in boynuna doladım. ''Onun adını anmazsan sevinirim, mikrop kapmaktan korkuyorum.'' O kadını asla sevmeyecektim. ''Ayrıca, karın gıcık kapar dışardaki kadınlara haberin olsun.''

''Pekala, dikkat ederim, o zaman aşağıya inelim artık.''

Aynadan son kez kendime baktığımda hazır olduğumu anladım. Siyah noktalarımı kapatarak büyük bir başarı sergilemiştim. Ayrıca çenemin altında bulunan küçük sivilceler de kapanmıştı. Bu iyi bir şeydi. Makyajı bu yüzden seviyordum. Kusurlarımı rahatça kapatabiliyordu. Özgüvenim yenileniyordu.

''Hazır mısın?'' Sol elimi parmaklarıyla sardığında, kapıyı açmıştı ve eşiğin önünde durmuştu.

''Hazırım.''

Aşağıya indiğimizde, salona doğru yürüdük. Tekrar kapıyı açan Serter Güçlü olmuştu. ''Bizimkiler içeride...'' Sözleri duraksadı çünkü iki koltuğun arasına çekilmiş olan büyük bir masa ile karşılaştım. ''Bu ne?''

Pusat ve Nehir yan yana okey oynuyordu. Karşılarında ise Naz ile Cesur vardı. Hepsi taş diziyordu. Bensiz taş mı diziyorlardı?

''Geçmiş olsuna geldik.'' Pusat sigarasından bir duman çektiğinde, taşları sağ eliyle diz. Çakal sol eliyle dizseydi şeytanı bol olacaktı.

''Böyle mi geldin? Bu kahvehane oyunu ne alaka? O taşları kim getirdi?'' Diye sorduğunda bakışları Cesur'da durdu. ''Sen de mi?''

''Bir el sadece.'' Dedi Cesur.

''Ay kankam geçmiş olsun.'' Naz, Pusat'ın elinden sigarayı alıp dudaklarına götürdü ve zarı attı. ''Seni çok özledim Gece, aklımdan çıkmadı.'' Dediğinde, aklından çıkmamış halim buysa, aklından çıkmış halimde ne olacağının ihtimalini düşünmeye başladı beynim.

''Saçmalamayın, bir de sigara içiyorsunuz. Evimde sigara içilmesini istemiyorum. Topla o sigarayı Pusat.'' Serter'in sesi biraz sert çıkmıştı.

''Ben de oynayabilir miyim?'' Heyecanlanmıştım.

Serter kocaman açılmış gözlerle bana baktığında; omuz silkerek, ''Lütfen.''

''Gece.''

''Serter, hadi gel sen de oyna.'' Hemen, Boş bir yer bulup oturdum. ''Bana bir ıstaka verin, okeye beşinciyim.'' Cesur'un elinden ıstakayı aldım. ''Siz söylemeden açıklama yapayım, okey beş kişilik oynanılır. Kurallar umurumda değil. sakın laf yapmayın.''

''Gece, kalkar mısın?'' Serter arkamda belirdi, besbelli oyunumu bozmak istiyordu.

''Mızıkçılık yapma, hem beni ziyarete gelmiş arkadaşlarım.'' Pusat'ın sigarasına baktım. ''Bir tane alabilir miyim? Normalde içmiyorum ama canım çekti de.''

Pusat bana sigara uzatacağı sırada, Serter sertçe bir sandalye çekip yanıma oturdu. Pusat'ın uzatmış olduğu sigarayı eline aldı. Onu hızlıca parçaladı. Parçalanmış sigaranın içi yerlere dökülmüşü.

''Neden böyle yapıyorsun ki?''

''Sen sigara içmiyorsun ki? Neden içiyorsun ya?''

''Lan doğru Serter sigara içen partnerden nefret eder.'' Araya girdi Pusat.

Taşları aldım. Fazla taş aldım çünkü sonra taş çalacaktım. Okeyde en sevdiğim şeylerden birisi hile yapmaktı. Hile yapmaya bayılıyordum. Bence okey hile yapılarak oynanılmayı hak ediyordu.

''Yaptığın asla hoş değil.'' Kulağına fısıldadım.

Belimi tuttuğunda, alnında derin bir çukur oluşmuştu. ''Biz...'' Kulağıma eğildi. Dudakları kulağımı buldu yavaşça, zihin okur gibi. ''Öpüşeceğiz, sigara kokusundan hoşlanmıyorum. Senden sigara kokusu almak istemiyorum.''

''Yine de kaba bir davranıştı.'' Öfkeliydim ama konuyu uzatmayacaktım.

''Lütfen içme.''

Pusat, ''Siz niye fısır fısır konuşuyorsunuz?'' Elimdeki zarı almak için uzandığında, zarı fırlattı. ''Hadi tartışmayı bırakın oynamaya geçelim.''

Serter mızıkçı çocuklar gibi kollarını birbirine sarıp sırtını koltuğa yasladı. ''Güya karımı ziyarete gelmiştiniz, aferin size.''

Elimi kaldırdığım, elimin istikameti Serter Güçlü'nün dizleri olmuştu. Dizinin üzerine elimi bıraktım. ''Sakin ol champ.''

''Gece.''

''Tamam tamam sustum.'' Zarı Pusattan aldım, sanırım zar ikimiz arasında gidip gelecekti. ''Kusura bakmayın benim bey biraz aksi bir ihtiyar, onu pek önemsemeyin. Bu aralar gelgitli.''

''Aşk olsun.'' Serter'den bir homurdanma işittim.

Kocalar böyle miydi hep?

Serter gerçekten de ağzının tadını bilmiyordu. Güzel çaylar içmek yerine papatya tüketiyordu. Yemekler ise bambaşka rezalet bir haldeydi. Oyun da oynamasını bilmiyordu. Basketbol dışında başka bir uğraşının olduğunu düşünmüyordum. Altmış yaşına gelmiş emekli amcalar misali şekerleme yapacak kadar yorgundu her şeye.

Yine de zevkler ve renkler tartışılmazdı. İçtiğim içeceğe, oynadığım oyuna ve yediğim yemeğe laf etmediği sürece ben de ona karışmazdım.

''Attın mı zarı?'' Cesur'un sorusuyla kafamı salladım.

''Evet, altıya dört geldi.''

Taşları onlara bırakmadan aldığımda, Serter'in o erkeksi sesini tekrar duydum. ''Ben acıktım, karnım aç benim.''

Naz, ''Gece, taşları bana da ver.''

''Siz alın.'' Gözlerimi kocaman açıp tüm kötü enerjimi onların taşlarına yönelttim. ''Sol benimdir, şeytanım bol olsun.''

''Pislik.'' Dedi Naz.

''Gerçekten pislik.'' Dedi Serter.

Ama bu Serter çok oluyordu...

Bir hışımla ona çevirdim yüzümü. ''Kocacığım sen neden böyle yapıyorsun? Hayallerini mahvettiğim için üzgünüm ama ben okey oynayacağım. Hem arkadaşlarım hasta ziyaretine geldiler...'' Dediğimde Serter lafımı böldü. ''Pek, hasta gibi durmuyorsun. Maşallah hemen oyunu görür görmez sattı.'' Dedi. ''Çocuk musun?'' Diye sordum. ''Çocuk değilim, sadece öfkelendim çünkü beni boşladın.'' Dedi.

Pusat, ''Kavga var, çok eğlenceli.

Cesur, Pusat'ın ensesine bir tane vurdu. ''Ayıp.''

''Seni boşlamadım, ben sadece eğlenmek istiyorum.'' Yüzümü buruşturdum. ''Sen bence git bir papatya çayı iç.''

''İçiyorum zaten, hep içerim.'' Dedi.

''Susar mısın?''

''Susmayacağım.'' Serter abartmaya başlamıştı. ''Sus.'' Dedim. ''Susmam.'' Dedi.

Naz, ''Bu iş boşanma mahkemesinde biter.''

''Allah korusun.'' Asla istemezdim. ''Ayrıca, biz Serter ile arada böyle medeni şekilde tartışabiliyoruz.'' Belimi sıktığını fark ettiğimde, ellerini bu sefer bacaklarımda hissettim. Eteğimi açarak ellerini bacağıma sokmuştu. ''Elini çeker misin?'' Herkesin bize baktığını fark etmeyerek onun kulağına fısıldadım.

''Küsüm sana.'' Serter gittikçe yedi yaşa iniyordu.

Nehir'in dalgın dalgın Cesur'a baktığını fark ettiğimde, Serter Güçlü'nün bacağımda bulunan sapık elleriyle, Cesur ile Nehir arasında geçen tuhaf bakışmalara odaklanıp odaklanmamak arasında kalmıştım. Beynim iki işi birden yönetemiyordu. Yeteneksizdim bu konuda.

''Bakın, yeter. Oyunumuza dönebilir miyiz? Serter, sen de git odana yahu. Biz oyun oynuyoruz, bizi sal kardeşim.'' Pusat yürek yemişti, konuşması bundan ötürü biraz cesaret istiyordu.

Serter tam tersi davranarak sinirlenmemeye çalıştı ve ellerini yavaş yavaş uyluğuma doğru getirdi. Ellerini biraz daha sağa doğru getirseydi, muhtemelen o malum yerimde hissedecektim.

Sapık...

''Sus Pusat, okey takımını sen gittikten sonra çöpe atacağım. Karımla arama giriyorsunuz resmen.'' Serter ellerini kadınlığımın üzerinde bıraktı, ardından dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Nefesini kulaklarımdan boynuma doğru hissediyordum. ''Seninle de küstüm, şimdi güzelce oyna, seni izleyeceğim.''

''Ellerin...''

Derin bir yutkunma gerçekleştiğinde, boğazındaki adem belirgin olmuştu gözümde. ''Asla çekmeyeceğim.''

''Sapık.'' Mırıldandım.

Nehir bir kez daha Cesur'e baktı ve aheste aheste taşlarını önüne aldı. ''Başlayalım oyuna.''

Serter ayaklandığında, son kez yüzüme bakarak; ''Ben çıkıyorum, Berrak'ın yanına gideceğim.''

''Ne?''

''Görüşürüz.'' Dedi.

Şaka yaptığını biliyordum. Yine de bu kızmama engel değildi. Hem insan kocasına kızmalıydı. ''Git.''

''Gidiyorum.''

Serter gerçekten de salondan çıkıyordu. Arkadaşlarımız ise oyunlarına döndüğü için onun gidişini fark edememişti. Berrak'ın yanına gitmeyeceğini bildiğim halde onu kızdırdığımı düşünmek bana büyük bir eziyet vermişti.

Serter ile ortak zevkimiz yoktu. Ortak bir oyun oynamıyorduk, birlikte vakit geçirecek kadar da oyun geçmişimiz yoktu. O genelde biraz daha olgun insanların oynadığı oyunlar oynamak istiyordu. Ben ise eğlenmek istiyordum. Benim için bir ortamda eğlence olmalıydı. Her zaman ciddi kalamazdım.

Boğazımın düğüm olmasına sebebiyet veren acı zincirlerini ancak ve ancak eğlenerek kaldırabiliyordum. Serter'in bunu anlaması gerekiyordu.

''Başlasana Gece.'' Naz önümde duran taşları işaret etti.

''Siz taşlarınızı dizin, ben hemen geliyorum.'' Narin ruhum, Serter Güçlü'yü kırdığında parçalanıyordu. ''Sakın taşlarıma bakmayın, bakanın gözleri kör olsun.''

''Yuh.'' Pusat güldü.

Kapıyı açtığımda, amacım Serter'in yanına gitmekti. Karnımdaki dikişe dikkat ederek merdivenlerden çıkacakken mutfaktan gelen ses ile Serter'in orada olduğunu anladım. Mutfağın kapısını açtığımda; ''Serter.'' Diye bağırdım.

Biraz yüksek bir sesle bağırmıştım.

Serter Güçlü kahve makinesine kapsül yerleştiriyordu. ''Efendim.'' Beni gördüğü için şaşırmıştı. ''Ne oldu?''

Kapıyı üzerimize kapattım. ''Bana kızdın mı?''

''Hayır.''

''Beni ciddiye alma.'' Kuru dudaklarımı dilimle yaladığımda, masanın sert kısmına kalçamı yasladım. ''Ben seninle şakalaşmayı seviyorum, senin bana laf sokuyor olman, benim sana kızmam...Bunların hepsi hoşuma gittiği için şakadan trip atıyorum. Az önce öyle oldu. Seni gerçekten de kızdırmak istemedim.''

''Kızmadım ki?'' Düğmeye bastığında, karşıma geçerek iç çekti. Gözlerinde farklı bir şey vardı. Ateşin buza karıştığı o soğuk hissiyat gözlerine bulaşmıştı adeta. ''Neden kızayım sana? Yalnızca kırıldım çünkü sen bir okeyi görüp tav oldun.''

''Gerçekten mi?''

''Şaka yapıyorum.'' Boğazını temizledi. ''Ama bu sana sinir olduğum anlamına gelmez.'' Yüzüme eğildiğinde, ne yapacağını merak ediyordum. ''Seni şurada öpmek istiyorum.'' Ne, öpmek mi? ''Dudaklarını dudaklarımın arasına almak, belini tutup bacaklarının belime dolanmasını istiyorum.''

Heyecanlandım.

''Seni çok istiyorum, iyileşmeni bekleyeceğim.'' Dedi.

Arzu gözlerine kadar ulaşmıştı. Arzu adındaki kavram gözlerine yayılmıştı. Görebiliyordum arzunun yaratmış olduğu o sessiz çığlıkları. Elimi kaldırsam ellerime tutunur, dudaklarını dudaklarıma bastırırdı. Ona biraz daha yaklaşsam, kalçamda ellerini hissederdim. İçimde bir yerlerde bir şeyler kırılırdı fakat arzuyu duymazlıktan gelmezdim, gelemezdim.

Bana doğru yaklaştı.

Aramızda büyük bir ısı oluştu. ''O kadar göz alıcı duruyorsun ki...''

Derin bir nefes aldım. ''Ben...''

Sözümü kestiğinde, çenemi kaldırarak o mavi gözlerini gözlerime dikti. ''Mükemmel bir şeysin, sayende öleceğim bir gün.''

Serter kendini kaybetmeye başlamıştı. Dudaklarında bir titreme geçti. O dudakları hissetmek için öne doğru eğildim. Belimi tuttu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Beni öpmek istiyordu. Ne tesadüf ki ben de onu öpmek istiyordum ama burada yapamazdık. Ne zaman şiddetli bir öpücüğe başlasak bu sert dokunuşlarla tamamlanıyordu.

''Şimdi içeriye gidelim.'' Dudaklarımı öpmek yerine alnımı öptüğünde kollarını geri çekmişti.

''Tamam, gidelim.''

Kahve makinesi durduğunda, Serter Güçlü fincana kahveyi doldurdu. kahveyi bana uzattığında, yüzüm gülümsüyordu. ''Senin için.''

''Onlar?''

''Aslı birazdan gelecek eve, hazırlar kahve.'' Dedi.

Serter gerçekten de düşünceli bir adamdı. Her şartta, her koşulda beni düşünüyordu. Ona minnettardım.

Kahveyi aldım, önce bir yudum içtim. Sıcak olması umurumda değildi. Sadece kahve içmek istiyordum. ''Oraya götürmeyeyim, hoş olmaz. Ben başkasının yanında içemem, sonuçta...''

''Gece.''

''Teşekkür ederim.'' Üçüncü yudumu da aldım, dördüncü ve beşinci. Nihayet kahveyi bitirdiğimde yüzüm gülümsüyordu.

''Rica ederim, güzel karım.''

Yavaşça mutfaktan çıktığımızda, her daim mızıkçılık yapan kocamın elini tuttum. Neden bilmiyordum ama parmaklarını parmaklarımla birleştirmek biraz hoşuma gidiyordu. Sanırım tüm gün parmaklarını sarabilirdim. Yaşadığımı fark ettiğim bu evrende, onunla küçücük bir şeyde bile mutlu olmak mucizeydi.

İçeriye girdiğimizde, oyuna başlamışlardı.

''Haksızlık.'' Sandalyeye oturduğumda, Naz'ın ıstakasını aldım. ''Cesur ile oyna, bizim ıstakamız bu. Hem hani bekleyecektiniz beni?''

''Abartma yenge.'' Dedi Pusat.

Serter Güçlü gülümseyen bir yüz ifadesiyle yanıma oturduğunda, taşlara bakarak bir şeyler mırıldandı. Gelir gelmez başlıyordu. Kocam gerçekten de tuhaf bir adamdı.

''Yengen haklı, niye yengeni beklemedin.'' Serter keyifli keyifli konuşunca göğsüm kabarmadı değildi. Tam aksine göğsüm kabarmıştı.

Pusat tek kaşını havaya kaldırdığında hayretle ikimize birden baktı. ''Mutfakta adama ne yaptın? Adam bir anda oyununa bir şey dememeye başladı?''

''Yengenle düzgün konuş.'' Dedi Serter.

''Peki.''

Istakaların içine taşları dizdim. Bundan sonrası artık kendi elimdeydi. Asla şansa inanmazdım. Başarmanın sırrı taş çalmakta geçerdi. Elbette ahlaki değerleri hiçe ayıp toplumsal yazısız kuralları arkama alarak önüme gelen taşları çalacaktım. Bu tayfaya karşı ancak ve ancak öyle kazanabilirdim.

''Okey kaç?'' Diye sordum.

Pusat oradan taşı alırken ciddi görünerek; ''Kırmızı dört.''

''Kırmızı mı?'' Kırmızım bir tane vardı. Ondan da okey olmazdı.

''Seri seri oğlum, biraz hızlanın. Madem grup oynayacağız biraz hızlı davranın aslanlarım.'' Naz'ın içindeki aşko kuşko kız gidip yerine kasap Ahmet gelmişti.

Serter ayaklarını öne uzattı ve mızmız çocuklar gibi telefonunu alıp onunla ilgilenmeye başladı. Ona bakmamaya çalışarak taşların dizilimini sağlayıp diğer taşlara ucundan bakmaya çalıştım. Uzun boylu olduğum için Pusat'ın ıstakasına bakmak kolay oluyordu. İki ayrı grubun ortasına oturmak demek her zaman taş çalabileceğim anlamına gelirdi.

''Taş at, Gece.'' Dedi Cesur.

''Bütün renkler birbiriyle uyumlu, ben atmasam olmaz mı?'' Dedi Naz.

''Gece'ye dedim, sağdan başlıyor oyun.'' Cesur açıklama yapmıştı.

''Hangisi sağ hangisi sol oluyor?'' Diye sordu Naz.

''Hasbinallah.'' Dedi Cesur.

Elimi enseme götürüp kaşıdığımda, çaktırmadan Serter Beyefendisinin telefonuna baktım. Mesaj kısmında birisine bir şeyler yazıyordu. Kime yazıyordu ki?

Dudaklarımı ıslattım. ''Sakin olun kavga etmeyin, şimdi atıyorum.'' Kırmızı biri attım, amacım kırmızı renge ihtiyaç duymadığımı gösterip onların bana kırmızı atmasını sağlamaktı. ''Al kırmızı bir.''

Naz gözlerini kıstı uzaktan bana bakarken. Hemen ellerimle ıstakamın önünü kapattım. ''Bakma buraya, bakarsan hakkımı helal etmem.''

''Sakın taş çalma.'' Dedi Naz.

Onu umursamamaya çalıştım. Cesur mavi ikiyi yan tarafa attığında, Cesur'un ıstakasında gördüğüm kırmızı dört ile heyecanlanmaya başladım. O taşı alacaktım veyahut ona benzer bir taş. Okey nasıl onda olabilirdi ki? Okey konusunda asla şanslı değildim. Her zaman bana denk gelmezdi. Bu büyük bir haksızlıktı.

''Amına koyayım, mavi üç ne lan? Bana on iki lazım.'' Dedi Naz.

Serter bir anda telefondan kafasını kaldırıp Naz'a baktı. Küfür etmesinden hoşlanmamış olacak ki yüzünü buruşturarak telefonuna tekrar gömüldü.

''Biraz kibar ol, sayende yanında libidom düşüyor.'' Pusat, Naz'dan aldığı mavi biri bana attı. ''Al mavi bir.''

''Keşke pembe 9 olsa.'' Nefesimi dışarıya verdim.

''Pembe mi? Aklın şaştı kanka.'' Dedi Naz.

Aklım şaşmamıştı ama aklım karışmıştı. Istakamdan hangi taşı seçeceğimi bilmiyordum. Bir tane bile perim yoktu. Bu gidişle bu oyunu kaybedecektim. Okeyde asla kaybedemezdim. Yazın Naz ile oynadığım okeylerde hep kaybetmiştim. Bugün yapamazdım, kazanacaktım. Garip bir hırs arzusu omuzlarıma bindi, kendimi durduramıyordum.

''Siyah 7.'' Taşı attım. ''Siyah taş hiç sevmem.''

Bir per yapmıştım. Bu da iyiydi.

Naz taşı aldığında, Cesur ile birbirlerine baktılar. ''Hadi at.'' Dedi Cesur, Naz'a doğru. ''Atacağım.'' Dedi Naz.

Gizlice bir büyük bir kırmızı taş çaldım. Yandan almıştım.

Pusat ikisinin birbirine doğru değen omuzlarına baktı. ''Biraz daha yaklaşın, abartmayın isterseniz?''

''Sana ne oluyor?'' Naz mavi beş atarak Pusat'ın yanına bıraktı. Pusat taşı aldığında, Nehir'e uzattı. ''Al bacım, sen diz.''

''Diziyorum.'' Nehir taşı aldığında, ıstakaya baktı. Ortadan taş almak yerine yandan almıştı. Besbelli siyahlar işine yarıyordu.

''Bir şey olmuyor, ne bu samimiyet? On dakika öncede komik bir şey anlatıyordun Cesur'a? Ne anlatıyordun? Bize de anlat gülelim.'' Dedi Pusat.

Pusat'ı ilk kez böyle gergin görmüştüm. Neden gergin olduğunu anlamıştım. Bana göre Naz'dan hoşlanıyordu. Muhtemelen onu tavlamak için kıskanç bir erkek profili çizecek, ardından onu terk edecekti. Pusat'a asla güvenmiyordum. Ona karşı hemen aklımda bir profil oluşturmam bundan ötürü basit geliyordu.

''Ne ara anlattı, ben ne kaçırdım?'' Saçlarımı geriye attığımda, saçlarımın bir kısmı Serter'in yanağına değmişti. Kafası eğik olduğu için saçlarımın yanağıyla temasa geçmesi rahat bir pozisyonda olmuştu. Serter iç çekerek elini yanağına götürdü. Saçlarımın dokunduğu yere hafif bir dokunarak ellerini geri çekti.

''Bir şey yok.'' Dedi Pusat.

''Taş atar mısınız artık?'' Sabırsızdım.

Pusat'tan aldığım kırmızı dördü görünce gözlerim kocaman açıldı. Pusat bana yanlışlıkla okey vermişti. Bu adam gerçekten gergin miydi? Rol yapmadığını düşünmeye başlıyordum sanırım çünkü hiç kimse asla normal şartlarda okey atmazdı.

Kırmızı dördü alınca, yan yana dizili iki taşıma gülerek baktım. Bir Per oluşturduğumda, rahatlamış bir şekilde sevinçle nefesimi dışarıya verdim. ''Bahar gelsin artık, hayat çok güzel.'' Dediğimde Pusat araya girdi. ''Ne halt yedin?'' Diye sorunca, omuz silkerek sessizliği tercih ettim.

''Saçmalıyorsun, haddini bil. Kimi neyle suçluyorsun?'' Cesur öfkelenmiş görünüyordu.

''Ya kavga etmeyin.'' Dedi Naz.

Serter oflayarak telefonundan karşı tarafa son kez mesaj yazıp telefonunu masanın üzerine ters bir biçimde koyarak bıraktı. Telefonunu masaya ters bırakmıştı. Bu hareket dikkatimden kaçmamıştı. Neden ters? Kimle mesajlaşıyordu ki? İki gün öncede göğsünde uzanırken biriyle hararetli konuşuyordu.

Yedi ejderha başlı Burçin mi yazmıştı?

Fırsattan istifade, Serter'in kulağına eğildim. ''Serter.'' Diye fısıldadım.

''Efendim, karıcığım.''

Onların sesi yükseliyordu ve benim derdim belliydi. Taşı işaret ettim. Orada bana göz kırpan siyah 13 vardı. Kırmızı 13, mavi 13 kendi ıstakamda duruyordu. Siyah bir 13 aldığımda, hemen Per yapabilecektim.

''Şu, Cesur'un kolunun yanında duran taşı verir misin?'' Ellerim omzunu buldu.

Ona dokunuyor olmak hislerimi açığa çıkarıyordu. Dudaklarına bakmamaya gayret ettim. Sanki göz göze geldiğimiz andan itibaren gözlerinde bulunan koyu alevler beni bulmaya başlayacaktı. Nefesim kesilircesine yüzüne eğildim. Yüzüne eğildiğimde, mavilikleri gittikçe koyu bir renge bürüdü.

Serter küçücük bir temasımda etkileniyordu.

Toparlanmaya çalışarak boğazını temizlediğinde, anlaşılmaz gözlerle taşa baktı ve bir yandan dizimin üzerine ellerini bıraktı. ''Ne?''

''Taş çalar mısın Serter?'' İkinci kez fısıldadım.

Pusat, ''Sussana sen?''

''Susuyorum.'' Naz'ın bağırmasını tekrar fırsat bildim.

''Serter, hadi.'' Dedim.

Serter derin bir biçimde yutkunduğunda, ellerini belime atarak sert bakışlarını bana yöneltmeyi bırakmadan kulağıma eğildi. ''Taş mı çalayım? Bunu mu istiyorsun? Bu çok saçma, olmaz, lütfen benden böyle şeyler isteme.''

''Perim eksik.'' Dedim.

''Olmaz.'' Boynunu kütlettiğinde, bu işi neden bu kadar ciddiye aldığını düşünmeye beynimi yormamaya karar verdim. ''Ayrıca, bu doğru değil. Lütfen isteme.''

''Niye doğru değilmiş?'' Diye sordum.

''Suç bu.'' İsteksiz görünüyordu.

Serter'in bazen Büyükelçi olduğunu unutuyordum. ''Yok artık, neresi suç? Bizi mahkemelere vermezler, alt tarafı taş çalacaksın.''

''Hırsızlık kötü, hiç sevmem.'' Belimden tuttuğunda, gelen ısıyı düşünmemek için üstün bir çaba sarf ettim. ''Ayrıca sen niye böyle dolandırıcılık yapıyorsun ki? Sürekli bir yalan peşindesin, yakışmıyor sana.''

''Banka soymadım.''

''Ben kanun adamıyım, olmaz.'' Telefonunu almak için uzandığında, o bildirim sesinden nefret ettiğimi fark ettim. Ona mesaj atan her kimse Serter Güçlü telefona gülümseyerek baktı. ''İznin olursa odamıza çıkacağım, hatta benimle birlikte gelebilirsin?''

Ona cevap vermek yerine Cesur'un kolunun altında duran taşa elimi uzattım. Onu alıp Per yapacaktım. Zavallı ben adamakıllı bir Per yapamamıştım. Artık Per yapmanın zamanı gelmişti.

''Ne yapıyorsun sen?'' Pusat taşları çaldığımı fark etmişti.

''Ne yapıyorum ki?'' Telaşlanmıştım.

''Bu kız taş çalıyor, onu hemen koy yerine. Sen niye çalıyorsun ya?'' Sesini fazla yükseltmiş olacak ki Serter tüm dikkatini Pusat'a verdi.

Tehlikeli gözlerle Pusat'a baktığında, kuru dudaklarını diliyle yaladı. Ardından dirseğini masaya dayayıp mavilikleriyle Pusat'a bakmaya devam etti. Burada ne oluyordu bilmiyordum ama tansiyon düşmüştü. Ortamın gerginlik seviyesi artmıştı.

''Pusat.'' Dedi dişlerinin arasından. ''Sesini yükseltme, sakın.''

Serter'in söylediği söz ile birlikte Pusat öfkeli bir şekilde sandalyeye vurup kalktı. Bugünkü gerginliğini herkese yansıtmıştı. ''Size hiçbir şey demiyorum.'' Kahverengi gözleriyle etrafa baktığında burnunu kırıştırdı. ''Her şeyi ciddiye alıyorsunuz, gidiyorum ben.''

''Trip atan erkek hiç sevmem.'' Naz taş dizmeye başladığında umursamaz ruhunu yansıtmak için elinden geleni yapıyordu.

''Ne tribi ya?'' Pusat tekrar tekrar bağırdı.

''Susar mısın? Oyunumuzu bozuyorsun. Bence saçmalamaya başladın.'' Naz taşları dizdikten sonra zarı attığında, önümde duran taşlara göz devirerek masanın bir ucundan bana eğildi. Taşlarımın hepsini aldığında, taşsız kalmanın vermiş olduğu yalnızlık hissiyatı sayesinde derin bir yapay buhrana girdim.

''Ben oynamıyorum.'' Pusat ceketini üzerine geçirdi. ''Gidiyorum.''

''Bir zahmet git.'' Dedi Naz.

Salonun kapısı açıldığında içeriye giren Aslı ile yüzümde güzel bir gülümseme oluştu. Toparlanmış görünüyordu. Toparlanmış görüntüsünün altında yatan derin sarsılmış ruhun ayak izlerinin farkındaydım. Mutlu olmasını, mutlu bir hayata atılmasını her şeyden çok istiyordum. Aslı gibi kadınlar her zaman kötü bir yıldızın altında, ayın parlaklığını aşk sanarak büyürlerdi. O da öyle düşünüyordu. Aşkın onu iyileştireceğini sanıyordu ve günün sonunda yanlış adamlara aşık olup onların ayının vermiş olduğu karanlık tarafından acı çekiyordu.

''Size kahve yaptım.'' Aslı tepsiyi kenara bıraktığında, Serter Güçlü Aslı'ya bırakmadan kahveleri tek tek arkadaşlarımıza verdi.

''Sen de otur yerine.'' Serter'in sesiyle birlikte Pusat tekrar eski yerine oturdu. ''Şu oyunu da bitiriyoruz, bu ne ya? Beyin geliştirici oyunlar yok mu?'' Son cümlesini bana bakarken söylemişti. ''Karımı da pis oyunlarınıza alet ediyorsunuz.''

''Serter.'' Dediğimde, bana bakmayarak Türk kahvesini altında bulunan tabağı çıkarıp kahve fincanını kolumun olduğu tarafa bıraktı.

''Efendim.'' Gözlerime değen saçlarımı düzeltmek için ellerini kullandı. Saçlarımı kulağımın arkasına bıraktığında bakışları yumuşamıştı.

''Aile var.'' Dedi Pusat.

Serter göğsünü gere gere ellerini belime atıp beni göğsüne yasladı. Sıcaklığını hemen hissettim. Duvarları delen, güneşi kıskandıran ve gökyüzündeki yıldızları yalnız bırakan güzel bir sıcaklığı vardı. O sıcaklığa teslim olabilmek istediğim en çok şeylerden birisiydi.

Serter konuyu değiştirmek için ellerimi ellerinin arasına aldı. Ellerimi dudaklarına götürdüğünde, oraya küçük bir öpücük bıraktı. ''Bu akşam yemeğe kalın Cesur.'' Dedi boğuk ve etkileyici bir ses tonuyla.

Cesur kahvesinden bir yudum aldığında, kafasını yana salladı. ''Bu akşam randevum var.''

Randevu mu?

Pusat, ''Kim?''

''Kızıl saçlı bir kadınla.'' Dedi Cesur.

Cesur'un geçmişte evli olduğunu öğrenmiştim. Karısını unutup unutmadığı konusunda herhangi bir fikrim yoktu fakat randevuya çıkacak kadar enerjik olmasını takdir etmiştim. Mutluluğu hak ediyordu. Aşk her zaman kanayan yaraları düzeltirdi. Onun da yaralarının düzelmesini isterdim.

''Kızıl olan?'' Pusat'ın sorusunu duyan Cesur cevap vermek yerine araya giren kişi Serter olmuştu.

''Leyla...Benim üniversite arkadaşım. Uzun zamandır Cesur'dan hoşlanıyordu. Cesur'da nihayet buluşmayı kabul etti.'' Dedi Serter.

Cesur kahvenin kulpuna dokundurduğu parmaklarıyla oynamaya çalıştığı sırada, onu dikkatli bir şekilde inceleyen birisi vardı. Bu masada birisi ona bakıyordu. Birisinin gözlerinde hayal kırıklığı mevcuttu. Perdelenen hayal kırıklığının yaratmış olduğu sesi duydum. Çığlık sesiydi ama kimse duyamıyordu.

Nehir, Cesur'a kırgın kırgın bakıyordu.

Onlar yeni tanışmıştı. Benim bildiğim doğru düzgün konuşmamışlardı. Peki, neden böyle bakıyordu? Bilmediğim farklı bir şey mi olmuştu?

Zihnime gelen o garip hatırayı tekrar hatırlayınca, kalbimin ortasına bir yumru oturmuştu. Ne hissedecektim? Bunu düşünmek dahi beynimi yoruyordu. Fırtınalar omzumu bir bir sardı. Bunu yeni fark ediyor olmanın vermiş olduğu hüznü içimde taşıyordum. Taşıdığım hüzün, bazen sel bazen fırtına bazen de kasırga oluyordu.

O kasırga herkesi çevrelemişti, herkesi sarmıştı.

'Cesur mu?' Diye sordu üniversite birinci sınıftaki Gece Yalçın.

Nehir gülümsüyordu. 'Evet ama aramızda biraz fazla yaş farkı var. Beni görmüyor, uzaktan izliyorum.'

Naz araya giriyor kahkaha atarak. 'Zengin mi?'

'Naz bunlar beni ilgilendiren durum değil. Sadece seminerde gördüm ve...Ve uzun zamandır kalbimde ayak izlerinin sesi var. Onu unutmak istemiyorum, onu görmek için sürekli çırpınıyorum. Beni hatırlar mı bilmiyorum.' Diyor Nehir.

Kalbindeki ayak izinden bahsetmişti. Kalbindeki ayak izi Cesur muydu? Şu an yeni yeni taşlar oturuyordu. O gün, Cesur'un Nehir'e kaçamak bakışlarını yakalamıştım. Bakışlarını pek umursamamıştım çünkü her insan bakardı birine fakat tuhaf olan; Nehir'in de durduk yere ona bakıyor olmasıydı.

Nehir normalde de çok konuşan birisi değildi. Hatta üniversite ikinci sınıftayken kayağa gittiğimiz gün ilk kez adamakıllı kahkahasını duymuştuk. Buna rağmen bugün oldukça sessizdi. O bu kadar sessiz kalmazdı bu teori de olabilirdi. Belki de geçmişte bahsettiği Cesur şu an karşımızda oturan Cesur olmayabilirdi. Her şeye rağmen kafam karışmıştı. Bunu araştıracaktım.

Nehir'in yanında olacaktım.

''Ne güzel.'' Zorlanarak konuştuğumda, Nehir'e yönelttim elalarımı.

Nehir ona baktığım için şaşkın görünüyordu. Böyle bir sohbetin ortasında ona neden baktığımı merak ediyor olmalıydı.

''Kız güzel mi?'' Naz direkt Serter'e sordu.

Güzel miydi? Serter'in bitmek bilmeyen üniversite arkadaşlarından sıkılmıştım. Önce Tuğba ardından kızıl.

''Bilmem.'' Parmaklarımı sıktığında, derin bir nefes aldı. ''Benim için güzellik kavramı karıma ait. Bir onu güzel bulurum.''

''Romantik big boy.'' Dedi Pusat.

''Hayır o İstanbul Beyefendisi.'' Dedim.

Serter'e odaklanmak istemiyordum. Onunla şu kızıl olayını konuşacak, ardından Cesur'un iki- üç yıl önce Türkiye'ye seminer vermek için gelip gelmediğini öğrenmeye çalışacaktım. Kocam bana anlatırdı. Muhtemelen önce sorgular sonra söylerdi.

''Gece ne diyorsa oyum.'' Dedi Büyükelçim.

Boğazımı temizledim. ''Benim mutfağa gitmem lazım.'' Serter'in ellerini bıraktığımda, parmaklarımı bırakmak yerine parmaklarımı sıkıca tuttu. ''Nehir sen de gelir misin? Bir şu dolapta pasta var, onu ikram edeyim sana. Hem sen çikolatalı pasta seviyorsun.''

Cesur, ''Bize yok mu?''

''Sana yok.'' Dedi Pusat.

''Olur geleyim.'' Dedi Nehir.

Parmaklarımı tamamen çektiğimde, kocamdan uzaklaşmanın yaratmış olduğu boşluğa düştüğüm halde Nehir ile birlikte yavaşça salondan çıktık. Sadece onun yanında olmak istiyordum. Onunla konuşmaya çalışmayacaktım. Onun üzerine gitmeyecektim ama ileride soracaktım çünkü Nehir'in bir zamanlar sürekli olarak bahsettiği Cesur'un; Serter'in yakın arkadaşı olması büyük bir olaydı.

Mutfağa geçtiğimizde, kocam son kez çatık bir kaşla bana bakmıştı. Muhtemelen bir şeyler karıştırdığımı fark etmişti.

Buzdolabını açtığımda, pastayı çıkardım. ''Ben pasta sevmem ki.'' Dedi Nehir.

''Olsun ye bunu.''

Biz gelir gelmez, mutfağa giren Cesur'u gördüğümde, gözlerimi devirdim.

''Bana da verin ya çok severim.'' Dolapların kapağını açtığında, içinden beyaz tabağı çıkarıp bana uzattı. ''Hazır mı? Ben ev pastası severim ama bunu da yerim.''

Cesur bizi yalnız bırakmamıştı.

Nehir kahverengi saçlarını arkaya aldığında, sırtını duvara yasladı ve yine ona bakmaktan kendini alamadı. Bir insanın iki günde birisine bu şekilde bakıyor olması ancak kitaplarda olurdu. Besbelli geçmişi vardı. Cesur'un bile bilmediği geçmişe sahipti. O yıllarda, Cesur'u çok fazla sormuyorduk. Hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildik. Fotoğrafı dahi yoktu. Sadece anlatıyordu, anlatırken yüzünü tasvir ediyordu. Hepsi Cesur'a uyuyordu.

''Afiyet olsun.'' Bir dilim çıkarıp Cesur'a uzattım.

Sandalyeye oturduğunda çatalla pastayı ezip ağzına attı. ''Pastaya zaafım var.''

Nehir gülümsedi.

''Neden gülüyorsun?'' Cesur ağzına attığı pastayı çiğnediğinde, ona bir bardak da su vermiştim.

''Hiç.''

''Söyle.'' Diye diretti.

Sırtımı tezgaha yasladığımda, mutfak kapısı bir kez daha açıldı. Sevgili kocam gelmişti. Serter'in bana yaklaşan ayak seslerini duyduğumda, yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Serter Güçlü kimseyi umursamadan belimi tutup dudaklarını boynuma bastırdı. ''Mis gibi kokuyorsun, baharları kıskandıracak bir kokun var.''

Cesur, ''Söyler misin?''

''Neyi söyleyecek?'' Serter, pastanın küçük bir kısmını bıçakla kesti ve ağzına attı.

''Bir şeye güldü.'' Cesur bir anda çocuksu bir hale geçiş yapmıştı. O sert yüz ifadesi silinip gitmiş görünüyordu. ''Neye güldüğünü söyler misin?'' Çatalla aldığı pastayı ağzına attı. Lokmaları büyük büyük atıyordu.

Ah erkekler.

''Aklıma komik bir şey geldi, seninle ilgili değil.'' Açıklama yaptı sessizce.

''Hm anladım, inandım say bakalım.'' Cesur doymamış olacak ki ikinci dilimi de kesti ve onu da tabağa bıraktı. ''Ben çok severim ya bu tatlıyı.''

''Çikolatalı mı sade mi çilekli mi?'' Sevinçle sordu Nehir.

Cesur pastasını tamamen bitirip suyundan bir yudum alarak gözlerini kısıp Nehir'e imalı imalı baktı. ''Pasta olsun yeter ama annelerin yaptığı pastayı daha çok seviyorum. Yani böyle evde yapılan pastalar daha güzel geliyor. Fırsat buldukça yaparım, Serter bilir.''

Nehir'in yüzünde bulunan o heyecanı bir tek ben mi fark etmiştim?

''Evet, Cesur sever.''

''Ben yaparım istersen sana.'' Dedi Nehir.

Cesur bardağı lavabonun içine bıraktığında, ceketinin önünü ilikledi. ''Yok teşekkür ederim zahmet etme.''

''Olsun.''

''Gerek yok, sağ ol Nalan. Ben zaten ev yapımı pastalar yapan bir pastaneden yemek alıyorum.'' Cesur'un söylediği isimle birlikte Nehir'de gördüğüm hayal kırıklığını fark etmiş olmak garip hissetmeme sebep oldu.

Ona Nalan demişti. Onun adı Nehir'di.

''Nehir.'' İsmini düzeltti. ''Adım Nehir.''

Cesur çatık bir kaşla elini alnına götürdü. ''Özür dilerim, benim isim hafızam çok kötü.'' Ceketinin önünü tamamen kapatıp çenesini yukarıya kaldırdı. ''Benim gitmem lazım, kusura bakmayın.''

''Tamam haberleşiriz Cesur.'' Dedi Serter.

''Tamamdır, görüşürüz yenge.''

Cesur mutfaktan çıktıktan sonra Nehir'e görüşürüz dememesi Nehir'e nasıl hissettirmişti bilmiyordum. Ufak bir kağıdın yırtılması kadar güçsüz müydü? Bunu düşünmek istemiyordum ama karanlıkları çağrıştırdığını biliyordum. O ufak kağıtta acıyı hissedebilmek, empati yapabilmek...Biraz kötüydü.

Nehir titrek gözlerle bana gülümsedi ve hiçbir şey demeden mutfaktan çıktı.

Onun arkasından öylece baktım.

&&

O uzanıyordu.

Yatağın üzerinde uzanmış bir vaziyette elindeki tablete odaklanmıştı. Tabletten görmüş olduğu yazıları kağıda geçiriyordu. Her bir santimini izleyecek şekilde ona odaklanmıştım. Eski bir sahafta dolaşmak gibiydi. Kitapların sayfasını tek tek açıp o eskinin yaratmış olduğu kokuyu duymaktı gözlerine ince ince bakıyor olmak.

Ona bakınca göğüs kafesimde radyodan bir şarkı çalıyordu. Dudaklarımı hoyrat bir teslimiyet alıyor, sırma saçlarım güz dolu mevsimlere teslim oluyordu.

Bir şeyler duyabiliyordu, görebiliyor ve anlayabiliyordum. Anlamak üzerine kurulu bu dünyada anladığımı idrak edebiliyor, bazen de göremediğim yüzleri seçemiyordum. Bir şeyler kaybediyordum.

Kaybettiğimi bulamıyordum, seçemiyordum. Öylece uçurum kenarında gördüğümü duyuyordum. Ona baktıkça belki de hiç gelmeyecek mevsimlere teslim oluyordum. Serter'e bakmak büyük bir mesele olmalıydı, olmasaydı eğer bunca şiir dilimde tükenmez, kağıtlar sararmaz, dudaklar titrek bir ışıkta yanmayı göze alamazdı.

''Daldın.'' Tableti komodinin üzerine bıraktığında, bana doğru gelerek karşımda durdu. ''Güzel karım, neyin var senin?''

''Hiç.''

''Hadi, söyle.'' Yanağımı ellerinin arasına aldığında kötü duygular vücudumu terk etti.

Nehir'e üzülüyordum. Bu konudan Serter'e bahsetmek istemiyordum çünkü Nehir ile konuşmam daha doğru olurdu. Eğer bahsedersem Nehir bana kızardı. Üstelik, henüz net bir durum yoktu ortada.

''Sadece dalgındım, biraz da yoruldum.'' Dediğimde, inanmamış gözlerle bana baktı. Onu anlayabiliyordum. Benden öğrenmek, kilit vurduğum dilimi çözmek istiyordu.

Bakışlarını gözlerime çevirdiğinde, bileklerimi tuttu ve vücudumu kendine doğru çekti. ''Gece, lütfen söyler misin?''

Nehir, Atakan konusunda acı çeken bir kızdı. Erkek arkadaşından şiddet görmüştü. Aylar önce ona neden birlikte olduğunu sorduğumda, cevap olarak baba eksikliğini erkek arkadaşı sayesinde doldurduğunu söylemişti. Şimdi ise yeni yeni taşlar zihnime oturuyordu. Yaşadığı baba eksikliği ancak Atakan gibi bir adamın yanında kapatabilmişti.

Ruhu yaralıydı.

Cesur'un aynı kişi olması düşüncesi daha beterdi. Bu onu yıkardı, belli ki yıkıyordu da. Yoksa kimse birisine böyle derin gözlerle bakmaz, ağırlaşan kirpik uçlarını kaldırıp ona dalgın dalgın içerlenmezdi.

''Bir şey soracağım ama bana asla nedenini sorma. Söz veriyorum sana ileride anlatacağım.'' Dedim düşük bir ses tonuyla.

''Sor bakalım.'' Derin bir nefes aldığında, sırtını dolaba yasladı.

''Cesur hiç üniversitelere seminer yapmaya geldi mi?'' Diye sordum.

Serter düşünmeye başladı. ''Bilmiyorum ki.'' Alnında iki adet çukur oluştuğunda, düşünmeye devam etti. Hatırlaması gerekiyordu. Hatırlayacağını düşünüyordum. Sonuçta Cesur isminde bir sürü insan vardı ama kimse Cesur'a böyle hülyalı bakmıyordu. Nehir normal şartlarda asla birisine derin gözlerle bakmazdı.

Cesur, o Cesur'du.

''Bir saniye, hangi tarihlerden bahsediyorsun?'' Diye sordum.

Şu an ekim ayının iki bin yirmi iki yılındaydık.

''2019-2020 arası.'' Dedim.

Elini çenesine götürüp kaşıdığında, göz göze geldik. ''Cesur genelde Türkiye'ye sık gelen birisi değil ama seminere geldi galiba...Genç başarılı bir girişimci olarak seminer verdi sanırım...'' Duraksadı. ''Bir saniye, sen onu mu gördün?''

''Hayır.''

''Gece.''

''Hayır dedim.'' Konuyu değiştirmek için dolapların kapağını açıp bir maske kutu çıkardım.

Serter'in maskesini yüzüme sürmek istiyordum. Yüzümde bulunan siyah noktaları ancak maske ile çıkarabilirdim.

''Kim gördü?''

Maskenin kapağını açtığımda, işaret parmağımı kile batırdım. Parmağımda olan kili burnunun ucuna bıraktım. ''Çok konuşuyorsun, hadi yüzümüze maske sürelim.'' Tuhaf tuhaf bakınca açıklama gereğinde bulundum. ''Lütfen Serter.''

''Pekala, konuyu kapattığımı düşünme, tekrar soracağım sana.'' Dedi.

''Hı hı.''

''Aferin karıcığım, aferin.''

Banyoya doğru yürüdüğümüzde, Serter Güçlü önden kapıyı açtı bana karşı. İçeriye girdiğimde, kapıyı arkamızdan kapattı. Maske kutusuna yüz fırçasını batırıp beni duvara yasladı. ''Bu maske aşkı nereden geldi böyle?''

''Yüzümde fazla siyah nokta var.'' Dedim.

Gözlerimi kapattığımda, yanağımda fırçanın dokunuşlarını hissettim. Yanaklarıma değen fırçaya odaklandığımda gözlerimi açmak istemedim. O kil maskenin soğukluğu tenimi ürpertti. Yavaş yavaş çeneme doğru fırçayı getirdi.

''Hayır, bence yok.'' Dediğinde gözlerimi açtım. Gözlerime bakarak kısa bir gülüş attı. ''Hem yüzün çok güzel, saf temiz bir yüzün var.''

''Bence sen öyle görüyorsun.''

Kutunun kapağını banyodaki dolabın en üst kısmına uzanma gereğinde bulunmadan bıraktı. Uzun boylu olduğu için ellerini uzatmadan bırakabiliyordu. Boyunun 1.94 olduğunu söylemişti. Öyle kalmıştı aklımda. Yanlışta hatırlıyor olabilirdim.

''Tenin fazla güzel.'' İç çektiğinde, dolabın kapağını kapattı. Kapağın kafama çarpmasına engel olmuştu. Boynuma değen kili parmaklarıyla sildi. ''Tenin o kadar güzel ki...Bazen bir tablo gibi kusursuz geliyor.''

''Latife ediyorsun.''

''Hayır gerçekleri söylüyorum.'' Dudaklarıma baktı, bakışlarını geri çekti. ''Şimdi, sen yüzünü yıka sonra doğruca yatağa gidelim ve kocan sana sarılarak uyusun.''

Yüzümün kurumasını bekledim. Kuruduktan sonra yüzümü yıkamak için musluğu açtım. Yüzümü yıkmaya başladım. Su biraz soğuk gelmişti ama umursamadım. Kil çok fazla kalınca yüzü tahriş ederdi. Aylar önce Naz'ın evindeyken denemiştim ve yüzüm kızarmıştı.

İşim bitince, yüzüme iyi gelecek bir krem seçtim. Boynuma doğru her yerimi kremledim. Böylece uyumadan önce yüzüm gençleşmişti. Kremlediğimde, artık uykumun geldiğini fark etmiştim. Biraz uyumak istiyordum. Uyursam eğer kendime gelebilirdim.

Banyonun kapısını arkamdan kapatıp yatağa geçtiğimde, Serter Güçlü'nün kolları halihazırda beni bekliyordu. Ona doğru uzandığımda, göğsüne yaslandım. Saçlarımın kokusunu hemen içine çekti.

''Çok uykum var, sen hani bugün çalışacaktın?'' Diye sordum.

''Yarın.''

''Pekala.''

Saçlarımı son kez öptüğünde, ne ara bu kadar büyük bir yakınlık kurmuştuk bilemiyordum. ''İyi geceler, tatlı rüyalar.'' Dedi.

Öpmediği için biraz kırılmıştım.

Sahi, hani öpecekti?

Göğsüne uzandım, ellerimi göğsüne bıraktım. ''İyi geceler.'' Göğsümde hoyrat bir deniz, suskun fısıltılı bahçelerin noksan örtüleri, gergin gökyüzünün keyif sesi...Öylece uykuya daldım, evrendeki her şeyi hisseden küçük kalbime rağmen.

En son dudaklarını omuzlarımda hissettim ve dudaklarımda tatlı bir gülüş oluştu.

&&

Ellerim değiyordu.

Öylesine değmiyordu. Toprağı bulan ellerim onları parmaklarının arasına alıyordu. Parmaklarıma bulaşan toprakları temizleme gayreti göstermiyordum. Onların içinde sonsuza kadar kalabilecek bir güç buluyordum kendimde. Omzum dik tutmaya çalıştım. Bu toprağın kararmış güneşin içinde ancak o şekilde ayakta kalabilirdim.

Toprağın üzerini hafif suladığımda, topraktan yayılan o güzel kokuyu duymaya çalıştım. Koku burnumun her yerine yayılmıştı.

Mahkemeden beklenen karar neticesinde mezarlığın açılması için üç gün sonra çalışmalara başlanacaktı. Mahkeme artık izin vermişti. Böylece ailemin bulunduğu mezar açılacaktı. Bunun sevincini anlatamam çünkü gerçek yüzleri ortaya çıkacaktı. Uzaktan da olsa dik duracaktım. Hiçbir şey umurumda değildi. Kendimi düşünecektim.

Ömer'in söylediği mezarlık olayı gerçek çıkmıştı. Mahkeme ne karar verirdi bilmiyordum ama ailemin mezarı buraya ait değildi. Şu an onların bu toprak altında olmadığını bilmeme rağmen yine de buraya gelmiştim. Herkes dönerdi evim dediği yere; benim evim burasıydı. Bu mezarlık yalnızca bir semboldü. Ne yazık ki Ömer haklıydı.

''Güzel yer.'' Dedi bir ses.

Kaşlarım çatıldığında, elimde duran papatyaları titrek titrek taşımaktansa toprağın üzerine bırakıp arkama döndüm. Omzumun üzerinden ona kısa bir bakış attığımda, vücudu dikkatimi çekmişti. Tekerlekli sandalyenin üzerinde oturan bedenini gördüğümde şaşkınlık yaşamıştım.

Siyah bir kaban bacaklarına kadar örtülüydü. Yüzü mısraları ezberleyen şairler gibi pek parlaktı. Dudakları ellerim gibi titrek, gözleri bir o kadar kasvetli. Çenesini birkaç karış kaldırıp arkamda bulunan mezara baktı. Gül ve İrfan yazan mezar taşını gözleriyle inceledi. Çenesindeki o seğirme ortaya çıktı.

Ömer.

Ömer buradaydı.

''Mezarlık güzelmiş, buranın havası bir o kadar açık, güzel...'' İç çekti gökyüzüne bakarken. ''Ölüleri görmeli insan, görmeli ki yaşamanın değerini bilmeli.''

Kusursuz beyaz dişleri ortaya çıktı. Geçen hafta sarı olan dişleri, bu sefer beyaz olmuştu. Saçlarını geriye doğru taramıştı. Başına buyruk halleri, o kötü sesine rağmen şarkı söylemesini geçmiştim. Ben, neden burada olduğunu sorguluyordum. Buraya neden gelmişti?

''Sen...''

Sözümü kesti. ''Yaşıyorum.''

''Ne istiyorsun Ömer?''

Bu konuşmayı kaçıncı kez yapmıştık bilmiyordum. Onu her seferinde görüyor, ne istediğini soruyor sonra konuşmamız tekrar başa sarıyordu. Ömer'den gerçekten bunalmıştım. Onu hayatımın her yerinde görmekten sıkılmıştım. Bir nefes kadar yakınımda olması bana yapılan en büyük haksızlıktı.

''Ya dünya ölümlü diye amcana mezar bakmaya geldim.'' Eliyle bir şeyler gösterdi; ölçüm yapar gibi. ''Şuradan kırk dört santim, oradan kırk beş santim alsak güzel bir mezarlık yaptırırız değil mi?''

Ömer ismindeki herkes yok edilsin.

Yüzümü buruşturduğumda şalımı boynuma sardım. Ayakkabım çamur içinde kalmıştı. Mezarlığı suladığım için çamur botuma bulaşmıştı.

''Nasıl kurtuldun?''

Derin bir nefes alarak tüm oksijenin burnuna çekti. ''Seni nasıl kurtardığımı mı soruyorsun?''

''Ömer.''

''Nankör...Annen gibi nankörsün. Çiçek verirsin, çiçekleri kopartırsın. Şiir söylersin bu nasıl şiir dersin. Dinlenilen en güzel şarkıya kulaklarını tıkarsın?'' Tekerlekli sandalyesine dokundu. ''Buradan bile Şükran'ın kızı olduğun anlaşılıyor.''

''Yeter.'' Daha fazla dayanamıyorum. ''Adam beni vurmaya çalıştı ve sen oradaymışsın. Hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Beni neden kurtardın? Amacın ne?''

Ömer konuşmamı duymuyormuş gibi cümlelerini kurmaya devam etti. ''Güzel sözleri hak etmiyorsunuz, siz kötü sözlerin sahibisiniz. Hepiniz öylesiniz. Neden güzel sözler söyleyip nefesimi boşa tüketeyim ki?''

''Hiç deli olduğunu düşündün mü?'' Gözlerimi kıstım ve ona doğru bir adım attım. ''Hastaneye kapatılacaksın, gerçekten hastaneye kapattıracağım seni.''

''Deli miyim bilmiyorum.''

''Ömer.''

İşaret parmağını çenesine götürdü. ''Deliyim belki de, Şükran'ın aşkından delirdim nihayetinde.''

''Beni neden koruduğunu tahmin edebiliyorum. Sonuçta ben sana lazımım. Beni pis işlerinde kullanmak için korudun ama sen anlayamadın. Ben senin pis işlerini devam ettirmem. Seninle sadece oynarım.'' Ona doğru bir adım daha attım. ''Seninle öyle bir oynarım ki Gürsel'den farkım kalmaz. Sen kendini çok zeki sanıyorsun.'' İşaret parmağımı omzuna dokundurdum. ''Seni mahvederim, yemin ederim mahvederim. Kaybedecek hiçbir şeyim yok.'' Çam dışında.

''Öyle mi?'' Güldü.

Gülüşünden nefret ettim.

''Hayatın ne getirdiğini bilemezsin. Tahmin edemeyeceğin şeyler yaparım. Şu an bile cesaret edip bu halde karşıma çıkıyorsun? Biraz fazla mı...'' Duraksadım ve yüzümü onun yüzüne eğdim. ''Biraz fazla mı yürek yedin sen acaba?''

''Öldürme beni Gece, lütfen.'' İroni yaparak histerik bir kahkaha attı.

Dudaklarım yukarıya kıvrıldı. ''Seni ölüm kurtarmaz ki Ömer? Ölüm senin için ancak kurtuluş olur.''

''Gece ben çok gencim yapma lütfen, bunu hak etmiyorum.'' Dedi.

Hâlâ dalga geçiyordu. Ben Serter gibi sakin bir insan değildim. O planını yavaş yavaş işlemeyi istiyordu. O daha az hareket edip daha çok sakin kalmayı amaçlıyordu. Ben ise tam tersi her şey bir an önce olsun istiyordum. Sabırsız birisiydim. Sabırsız davranmakta üstüme yoktu çünkü dayanamıyordum.

Karşımda bulunan bu insanın pişkinliğine dayanamıyordum.

''Komik değil mi?''

''Komik.'' Dedi kelimenin üstüne basarak.

''Ne yapacaksın peki?'' Elimi havaya savurdum. ''Burada durmuş hayatına devam edeceğini mi sanıyorsun? Beni yanına alarak neyin intikamını alacaksın? Ben senin oyuncağın değilim, bunu ne zaman anlayacak o yaşlı beynin?''

''Sen benim oyuncağımsın.'' Dedi.

Beni kızdırmaya çalışıyordu. Hayır başaramayacaktı.

''Ben senin sahibin olacağım Ömer.'' Güldüm. ''Seni de Gürsel'in olduğu yere göndereceğim. Beni sürekli hafife alıyorsun.''

''Alırım.''

''Geri zekalısın yani?''

''Eh yani.'' Dedi.

Ellerimi saçlarıma götürdüm. Saçlarımı arkaya attığımda, boynumdaki şalı çıkardım. Boynumdaki şalı çıkardıktan sonra elime aldım. Ona bakmamaya çalışarak ayakkabımdaki çamuru temizlemek üzere çantamdan çıkarmış olduğum ıslak mendili bulandım. Islak mendille botlarımın ucunu temizlediğimde, Ömer beni meraklı gözlerle izliyordu.

Botumu tamamen temizleyip kirli mendili Ömer'in omzuna fırlattım. ''Biliyor musun?'' Yavaşça onun soluna geçtim ve kulağına eğildim. ''Sen terk edilmeyi hak etmişsin, böyle bir ruh hastası olduktan sonra Şükran'ın seni sevmemesi normal.''

Ömer tekrardan güldü. Bu sefer sesli bir şekilde gülmüştü. Umursamaz davranmaya çalışıyordu. ''Bu yaşlı adama hiç acımıyorsun.''

''Sen acınacak bir haldesin evet ama sana acımamı hak etmiyorsun. Hâlâ beni alaya alıyorsun. Tek başına Gürsel'i asla yenemeyeceksin. Ona hiçbir şey yapamazsın. Sadece burada oturup olanları izlersin. Beceriksiz adamın tekisin.'' Dediğimde bir anda bileğimden tuttu.

Bileğimi tutan parmakları sertleşti. ''Komik kız.''

Dik durmaya çalıştım, önünde asla eğilemezdim. ''Şükran senin gibi bir adamı değil Gürsel'i tercih eder. Sen de oturmuş burada tekerlek sandalyesinde olanları izlersin ancak.'' Tek kaşımı havaya kaldırdım, aynen onun gibi alaya alıyordum. ''O kadar çirkinsin ki belli ki bu yüzden sevilmemişsin. Kalbin çirkin.''

''Senin canını yakarım, Gece.'' Tek tek kelimeleri vurguladı.

''Ömer korkuyorum yapma bunu lütfen, acı bana.'' Onu taklit ediyordum.

''Seni öldürürüm.'' Bileğimi sıkmaya devam etti. ''Seni mahvederim, seni bir çukurun içine gömer orada gebertirim.''

''Hm.''

''Bak...''

Bileğimi sıkan parmaklarını çekmesi için boştaki elimi kullanarak iki parmağımı onun köprücük kemiğindeki çukura sertçe bastırdım. Sertçe bastırmamla birlikte ağzından küçük bir çığlık koptu. O sayede bileğimi çekmiştim. Bileğimi çektikten hemen sonra dizimi kaldırdım ve onu ensesinden tutup dizimi çenesinin koyarak yukarıya kaldırıp çenesine vurdum.

''Gerçek yüzün ortaya çıkıyor, öyle değil mi Ömer? Baksana, sana küçücük bir yükselmem de Gürsel gibi ölümden bahsetmeye başladın.''

Baştan beri Ömer'e bu yüzden güvenmiyordum. Her şeyi şakaya vurmasının bir sebebi vardı. Amacı beni tümden tuzağa düşürmekti. Ona asla güvenmezdim. Onun canını yakardım, kendi canım yanardı ama yine de ona güvenmeyecektim.

Ömer kötü bir insandı.

''Sen...'' Dişlerinin arasından konuşmasına müsaade etmeden çenesini parmaklarımla tuttum.

''Ben, Şükran'ın kızı mıyım bilmiyorum ama bir şeyi çok iyi biliyorum.'' Yüzüne yaklaştım. ''Sen, Şükran'ın hiçbir şeyi olamamışsın.''

''Gece.''

''Bileğimin acısını da sana göstereceğim, yemin ederim ki göreceksin.'' Kızaran yeri tuttum. ''Bunun hesabını soracağım.''

Elini çenesine götürdü. Canı acıyordu besbelli. ''Canını acıtacağım, sana artık güler yüzümü göstermek yok.''

''Cehenneme kadar yolun var, bunak adam. Sanki bir halt yapabiliyormuşsun gibi gelip karşımda konuşuyorsun. Ancak bir kadına fiziksel güç kullanabilirsin ama yemin ederim sen kadınların zekasını hafife alıyorsun.'' Omzumun düşmesine izin vermedim. ''Senin canını ben yakacağım, bir evin bile olmayacak. Önce Gürsel, sonra Eylül, en son sen...Hepiniz gününüzü göreceksiniz.''

''Büyük laflar ediyorsun.''

''Sen iğrenç zavallı bir adamsın. İstediğin olmayınca fiziksel güç kullanacak kadar iğrençsin. Seni değil Şükran hiç kimse sevmez. Sırf Şükran içinde Gürsel'den bu kadar nefret etmen...'' Aklıma gelen düşünce ile sustum.

''Zeki.''

''Şükran değil mesele.'' Dedim tane tane.

''Daha büyük.''

''Yalancısın, adi düzenbaz bir yalancı.'' Yavaşça yanından geçmeye çalıştığımda dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. ''Benden her ne saklıyorsan ortaya çıkacak.''

''Sadece Şükran değildi mesele.'' Elini dizinin üzerine bıraktı. ''Sana her şeyi de anlatmam, salak mı var karşında?''

''İşte o şakacı yüzünün altında yatan katil portre...Biliyordum, senin böyle yalancı adi bir adam olduğunu biliyordum.''

''Seni de öldüreceğim Gece.'' Diye bağırdı.

Onu duymamak için arabama doğru ilerledim. Ondan nefret ediyordum. Bana bu yaptığı hareketin bedelini bir şekilde ödeyecekti. İçimde bitmek bilmeyen nefret tohumları vardı. Nefret tohumları her tarafıma yayılmıştı.

Düşünceleri beynimden silemiyordum.

Şoför koltuğuna oturup kontağı çalıştırdım. Ömer denilen o pis bunağın sözlerinden sonra nasıl ne şekilde araba süreceğimi kavrayamıyordum. Kontağı çalıştırmak ve arabayı sürmek dışında başka bir gayem yoktu. İçimi dolduran öfke tohumlarını arkaya aldım. Emniyet kemerimi takıp mezarlıktan çıktım.

Beni ölümle tehdit etmişti.

Direksiyona boştaki elimle vurdum. ''Allah kahretsin.''

O adamın baştan beri psikopat olduğunu biliyordum. Öncesinde iş birliği yapsaydım eğer büyük bir olaya sebebiyet verirdim. O olayın içinde tüm vücudum yanardı. Ömer kötü birisiydi. Beni yakmayı göze alıyordu. İyi neşeli tavırlarını yalnızca yolun başında gösteriyordu. Sandığım kadar deli değildi belki de.

Telefonum çaldığında, Barış'ın ismini gördüm.

Sessize almayı denedim çünkü araba sürerken konuşamazdım. Arkadaşımı sonra arayacaktım. Yarım saat sonra eve geldiğimde, kapıyı anahtarımla açmayı denedim. İçeriye girmeden önce çalışma odasına gidip Serter'in yanına gitmek aklıma geldi. Sabah uyandığımda evde değildi. Şu an evde olmasını diliyordum.

''Hoş geldiniz.'' Dedi Aslı.

''Hoş buldum.'' Ceketimi ona verdim. ''Serter geldi mi?''

''Geldi, şu an çalışma odasında.''

Tam da tahmin ettiğim gibi. Serter ile evlendiğimizden beri genelde evde beni tek bırakmamaya çalışıyordu. Tüm işlerini birkaç saatte hallediyor eve tekrar geri dönüyordu. Özellikle uzun bir zamandır İspanya'ya da gitmemişti. Uzak yerleri tercih etmemeye çalışıyordu.

''Teşekkür ederim, Aslı.'' Dedim.

Çalışma odasına doğru yürüdüğümde, koridorda duvara monteli aynanın önünde durdum. Üzerimi kontrol ettim. Ne yazık ki makyaj yapamamıştım. Normal şartlarda makyajsız asla dışarı çıkmazdım. Özellikle yanak kısmımda allık olması gerekiyordu. Fondöten bile sürebilirdim. Şu an kendime bakmak işkence gibi geliyordu.

Kendi yaşıtlarıma benzer bir cildim yoktu. Genelde siyah noktalarım vardı.

Burun tarafımda ise renk eşitsizliğim mevcuttu. Bazen bu sorunu fondöten ile kapatmaya çalışırdım. Maske yapmadığım içinde, cildim tamamen kötüye gidiyordu. Serter beni makyajsız gördüğü halde nasıl beğenmişti ki?

Onun tabiriyle: 'Bence bir güzelliğe.' sahip olduğum için mi?

Serter'in odasının kapısı açıktı.

İçeride bir kişi daha vardı. Serter Güçlü ellerini masaya dayandırmış öne eğilerek bir kağıda bakıyordu. Karşısında odada volta atan Cesur ise soğukkanlı duruyordu. Serter ona bakarak; ''Ben de bunu demeye çalışıyorum.''

''Biliyorum ama hata yapıyorsun.'' Dedi Cesur.

Neyden bahsediyorlardı ki? Hangi hatadan? Üstelik Serter'in yüzünde duran o öfkeli gözleri gördüğümde bir şeyler olduğunu anlamıştım. Bu öfke tam olarak neyden doğmuştu, anlayamıyordum. Yalnızca öfkesini görmüştüm.

Kapının önünde durduğumda ellerimi arkaya almıştım.

''Hata falan yapmıyorum. Yarın sonuçlanacak ve o iyi haber sayesinde gideceğim.'' Dedi.

Kapıya vurduğumda ikisinin birden bakışı bana döndü. Serter kısa bir bakış attı, ardından bana doğru geldi. Cesur ise ikimize bakarak boğazını temizledi. Gergin bir ortamı daha gerdiğimi düşünüyordum. Sanki bir şeyler yaşanmıştı ve onlar bir anda bu yaşanan gergin ortamın bozulması konusunda öfkelenmişti.

''Gece.'' Ellerini belimde hissettiğimde, gözleri yüzümde durdu. ''Neredeydin?''

''Mezarlıkta.'' Gülümsediğimde, yüzüne bakınca yumuşadığımı fark ediyordum. ''Ailemi ziyaret etmek istedim.''

''Yüzün çok güzel, bir şey mi sürdün?''

Hayır yüzüm güzel değildi. Makyajsızdım ve Serter makyajı bile umursamıyordu. Onun kadar ince olması haksızlıktı.

''Hayır.''

Tek kaşını havaya kaldırdığında işaret parmağı yanağımı buldu. Yanağımın üst kıvrımlarını işaret parmağıyla sakin sakin okşadı. O parmaklardan yayılan sıcaklığı duyumsadım. Sanki gökyüzünden akan bir şelale misali bedenimin her yerine sıcak sular akıyordu. Sıcak suları durduramıyordum. Hapsoluyordum içine, her birinin ısısına.

''Güzel görünüyorsun.'' Kulağıma doğru fısıldadı. ''Fazla güzelsin.''

Cesur ikinci kez boğazını temizledi.

Serter çatık bir kaşla arkadaşına döndüğünde belimi bırakmamaya çalışarak dudaklarını araladı. ''Niye araya giriyorsun?''

''Aile var.'' Dedi Cesur tok bir ses tonuyla.

''Kızı öpmedim, alt tarafı beline dokundum.'' Serter'den bir homurdanma duydum. ''Ayrıca öpebilirim de sonuçta karım.'' Çatık kaşlarını bu sefer bana yöneltti. ''Sen de bir şey söyler misin?''

Dudaklarımı öne büzdüm. ''Doğru ben onun karısıyım, beni öpebilir.''

Cesur burnunu kırıştırdı. ''Asla böyle bir ilişkim olmayacak, ne gerek var.''

Serter'in dudaklarından kopan kahkahayı duyduğumda içime baharların doğduğunu hissettim. Çok güzel gülüyordu, farklı bir gülüşü vardı. Kendine has gülüşüne tüm gün odaklanabilirdim. Üstelik sadece benim yanımda gülüyor olması beni bir nebze olsa da yaşamla baş başa bırakıyordu ve böylece yaşadığımı anlıyordum.

Sert çenesini kaşırken yüzünü buruşturdu kocam. ''Karımla, sosyal medya da ortak hesap da açarız değil mi?''

Tek kaşım havalandı. ''Ciddi misin?''

''Ciddi gibi görünüyor.'' Cesur, Serter'i işaret etti. ''Serter sosyal medyadan nefret eden birisi, ona ne yaptın Gece?''

Serter iç çekerek belimi bıraktı ve koltuğu kaşıyla gösterdi. Koltuğun üzerine oturduğumda, arkama bir tane yastık bıraktı. Yastık sırtımın her yerini kaplamıştı. Üstelik yastığı yumuşacıktı. Sırtımı kaplayan yastığa yaslandığımda, Serter çalışma masasına geçti. Oraya, koltuğa oturdu. Elleri masanın üzerindeydi.

''İşte evlilik budur Cesur, insanı değiştirir.'' Dedi kocam.

Cesur derin bir nefes aldı. ''Ben değişmezdim, ne gerek var.''

Serter'in şaka yaptığını biliyordum. Muhtemelen başkasıyla evlenseydi asla bu kadar eğlenceli ve yumuşak bir adam olmazdı. Onun her bir hareketinin bana özgü olması; bu hissetmek istediğim bir duyguydu. Başka bir kadına asla böyle davranmazdı, asla böyle konuşmazdı. Benim hassas ruhumu fark etmişti. Özenle yaklaşmak istiyordu çünkü ona zarar vermeyeceğimi biliyordu.

Serter'i asla üzmezdim, üzmemeye çalışacaktım.

''Görürüz yakında.'' Dedim imalı bir ses tonuyla.

Serter önünde duran papatya fincanını dudaklarına götürdü. Bir yudum aldığında mavi gözlerinin etkisi altına girdim. ''Konuyu değiştirelim, kahvaltı yaptın mı? Kahvaltı yapmadan gittin değil mi?''

Kafamı yana salladım. ''Hayır sabah bir şeyler yedim, merak etme ama sen pek yemiş gibi gözükmüyorsun.''

Omuz silkti. ''Ben kahvaltı etmeyi sevmem ki.''

''Serter.''

''Efendim karıcığım.''

Sanki gökyüzünde doğan güneşi hissediyordu. Sanki sesinde farklı duygular vardı. Sanki yıldızları bırakmış artık ayı görüyordu. O kadar güzel çıkıyordu ki sesi...Bunu anlatamazdım. Anlayamazdılar, beni.

''Bak ya.''

''Baktım sana, bir tek sana bakıyorum işte.'' Dudaklarını diliyle ıslattığında, ellerini ensesinin arkasına bırakarak sırtını koltuğa yasladı. Boynunu hafif geriye atmıştı. Ayrıca yüzünde eğlenceli bir ifade vardı. Gülümsüyordu.

''Susar mısın?''

Cesur kocaman gözlerini açmıştı. ''Ben aşağıya iniyorum.''

''Bizi yalnız bırak kocamla.'' Dedim.

Cesur, ''Peki Peki.''

Cesur sessizce çalışma odasından çıktıktan sonra gözlerim ona çevrildi. O koyu kirpikleri arasında ne düşündüğünü kestiremiyordum. İnce işleniyordu zihnime dökülen kelimeler. Onun gözlerinde gördüğüm incelik zihnimi çevreliyordu. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı. Sessiz sedasız bakıyorken insan bir şeyler düşünürdü.

Papatya çatını tutan parmakları sıklaştığında yorgun irisleriyle yüzümü bir kez daha inceledi. ''Cesur'da gittiğine göre biraz konuşabilir miyiz?''

''Konuşalım.'' Koltuğun üzerine bağdaş yaparak oturduğumda, kayıtsız görünmeye çalıştım. ''Sizi konuşurken duydum.''

''Biliyorum.'' Dedi.

''Nereye gideceksin?'' Diye sordum.

Onun gitmesini istiyor muydum? Öncelikle bunu sormalıydım. İyi haber demişti. Besbelli bir şey olacaktı, o gidecekti. Uzaktan da bana yardım edebilir veyahut hafta sonları Türkiye'ye gelerek iletişim sağlayabiliyordu ama hiçbir şey burada olması kadar önemli değildi.

''İspanya'ya.'' Fincanı uzaktan bir köşeye bırakıp ellerini birbirine kenetledi.

''Temelli mi?'' Hayır sesim titreyemezdi, şimdi değil.

''Şu an belirsiz. Mahkemeyle ilgili bir sonuç bekliyorum. İtiraz ettik avukatımla ve mahkemeyi ileriye çekmeleri gibi bir durum var. Eğer çekebilirlerse mahkeme erken görülecek, böylece beş gibi bir süreye tabi tutulmayacak hayatım.''

''Anlıyorum.''

Yüzüm düşmüştü.

Çatlamış bir ses tonuyla; ''Bütün işim orada, yerime kayyum atadılar. Suçsuz bulunursam mesleğime geri döneceğim, tekrar eski işimi yapacağım.''

''Güzel bir haber, adına sevindim.'' Kendi adıma da üzülmeye hakkım yoktu.

Bu bencilliği yapamazdım. Böyle bencil olamazdım. Serter'in bir hayatı vardı. Benimle boşanmak istemeyen bir insan, elbette boşanmamaya çalışarak beni de götürmeye çalışırdı ama burada bir hayatım varken imkansızdı.

Yolumuzun ayrıldığı kısma mı geliyorduk?

Onunla gidemezdim, kendimi biliyordum. Ben yirmi üç yıldır yaşayan bir ölüydüm. Her şeyi, Eylül'ü mahvetmek için heba etmiştim. Karanlık yollarda hayat bulmuş, kararmış sözleri mesken bellemiştim. Yıllar sonra biri karşıma çıkmış, bozuk düzenimde yaşamaya karar vermişti ama şu an...Şu an ona kal demek ya da onunla gitmek demek; işte bunu yapacak birisi değildim.

Ailemin başına gelenleri ne olursa olsun bedelini ödetecektim.

Gece Yalçın bunu yapardı.

''Bakalım, mahkeme ne diyecek. Cesur'a göre olumsuz çünkü o hata yaptığımı düşünüyor. Mahkemenin süresinin uzaması lehime işlenir ama o sırada Carla'yı alt etmem lazım. Carla'ya nefes alacak bir zaman veremem, bu da beş ayı kapsayamaz.''

Serter'in mutlu olması hoşuma gidiyordu, ona şuan sarılasım vardı. Onun kışının bitmesi gerekiyordu.

''Serter, kötü düşünme. Bence de mahkemenin süresinin değişmesi lazım. Beş ay oldukça uzun bir zaman dilimi, beş ayda o kadın rahat durmaz. Ayrıca, gördün evine kadar girdiler...''

Sözümü kesti keskin bir ses tonuyla. ''Evimiz.'' Boğazına bir yumru oturmuş gibi sertçe baktı. ''Evimiz Gece Güçlü, benim evim değil. Bizim evimiz.''

''Özür dilerim, bir anda dilim sürçtü.'' Elimi havaya savurduğumda kafamı dizime yasladım. Gözlerim ona bakıyordu yalnızca.

''Ben de beş ayı fazla buluyorum. Bir ay bile bomboş geçti, kaldı beş ay.'' Az önceki kelimemi duyduktan sonra biraz gerilmişti. ''Gerçi benim için bir ay boşa geçmedi. Güzel zamanlarımız oluyor, yani seninle huzurlu hissediyorum.''

''Ben de öyle.''

''İspanya'ya yarın kısa bir ziyaret için gideceğim. Hem, oradaki birkaç işimi halledeceğim hem de şu mahkemeyi öğreneceğim.''

''Kaç gibi gidersin?'' Diye sordum.

''Özel jetimle giderim.'' Kolunu kaldırıp saatine baktığında gözleri beni buldu tekrardan. ''Öğleden sonra belki güneş batmadan önce giderim.''

''O zaman güzel bir öğlen yemeği yer, seni öyle yolcu ederim.'' Mutlu görünmeye çalıştım. Mutlu görünmek oldukça zor geliyordu.

Kafasını sallarken bakışları az da olsa yumuşamıştı. ''Evet, güzel olur.''

Bir kelimeyi neden bu kadar taktığına anlam veremiyordum. Alt tarafı evin demiştim.

''Aynen.'' Yutkundum.

''Atakan olayını konuşalım, üzerinde durmak istemiyorum ama mahkemeye çıkacak, haberin olsun.''

''Adalet var mıydı ya?'' İronikti ses tonum.

''Araya siyasetten biri girerse adalet işlenir burada.'' Mavi gözleri saçlarımda durdu, sonra toparladı kendisini. ''Normalde darptan dolayı erkekleri hemen serbest bırakıyorlardı ama izin vermedim buna. Bizzat kendim ilgileneceğim. İyi bir ceza alması için çaba göstereceğim.''

''Atakan'ın ailesi nüfuslu.'' Yanağımın üzerini kaşıdım hafif.

''Biliyorum, araştırdım. Hatta babamla iş yapmışlar daha önce, maalesef böyle iğrenç bir çocuğun ailesiyle görüşmüş ailem.'' Masadan kalktı, pencerenin önüne geçti. ''Nüfuslu olması da umurumda değil. O çocuk o demir parmakları arasında çürüyecek. Bilmem kaç tane de uyuşturucu olayı varmış. Önceki yıllarda trafik magandalığı yaparak öldürdüğü insanları saymıyorum bile...''

Şaşırmamıştım.

Atakan normal bir insan değildi. Arkadaş grubumuzda da garip hareketlerde bulunuyordu. Defalarca, Barış benim için onunla kavga etmişti. Herkese tek tek sarkıyordu ama onun Nehir'e şiddet uygulayacağını hiç düşünmüyordum. Sorun da buydu. Serseri görünümün altında şeytan bir kişilik yatıyordu ve okuldaki bazı kadınlar bunu hoş buluyordu.

Her zaman söylerim: Bir kadının uzak duracağı erkek serseri erkekti. Bir erkek ciddi olmalıydı. Yerine göre gülmeliydi. Erkekler şaka yoluyla kadınları yerdiği zamanlar; kadınların onlara tepki göstermesi gerekiyordu. Bir kadının böyle bir adama aşık olmaması lazımdı. Biz kadınların yaptığı en büyük hata serseri erkekleri ev kuşu yaptıktan sonra onları iyileştireceğimizi düşünüyor olmamızdı. Oysa erkekler erkekti, asla düzelmezlerdi.

''Yazık.'' İğrenerek baktım zemine. ''Nehir çok acı çekmiştir, Nehir'in suskunluğunun sebebi belli oldu. Kızı manipüle ederek ona baskı uyguladı.

''Evet maalesef.'' Pencereyi açtığında içeriye rüzgar girdi. ''Yine de Nehir'in korkmasına gerek yok. Bu işin peşini bırakmayacağım tıpkı...'' Anlamlı anlamlı baktı bana.

''Tıpkı?''

Bana doğru geldi. Ellerini dizimin üzerine bıraktı. Yumuşak bakışlarını yüzüme yöneltti. ''Tıpkı senin peşini bırakmayacağım gibi.''

''İkisi aynı şey mi?'' Bir soru yönelttim ona karşı.

Elalarıma anlamlı bakmaya devam etti. ''Aynı şey, işte hırslı olduğum gibi sen konusunda da hırslıyım. Karımın peşini bir ömür boyu bırakmayacağım.'' Dizimin üzerine dudaklarını bastırdı. Sıcak dudakları dizimle temas etmişti.

''Serter.''

Çenemi tuttuğunda beni öpeceğini düşündüm ama öpmedi. Durgunlaştı. ''Hırslı bir adamım ben, Gece. Bir şeye kafamı taktıysam yapmalıyım. Eylül'ü mahvetmek istiyorum, onu mahvetmeye başladım. Mektubu aldıktan sonra tutuşarak beni aradı sabah, onun yanındaydım. O yüz ifadesini görmen lazım.''

Bir tutam saçımı kulağımın arkasına aldı. ''Babam asla siyasete bulaşmamı istemiyordu. Ona göre kanunlar benim için değil, kötü düşünen adamlar için yaratılmıştı. Onu dinlemedim ve henüz yirmi bile olmadan başka ülkelere gittim. Orada iyi adamlar tanıdım, çok çalıştım, erken bir yaşta Elçilik makamına atandım.''

O başarılıydı.

''Annem ise en çok Kılıç'ı sevdi. Kılıç onların yanındaydı, Kılıç onların çocuğuydu. Ben de biraz dışlanan oldum. Tabii bu ailemin beni sevmediği anlamına gelmez. Aksine çok sevdiler sadece ikinci plana atıldım.''

''Zor olmalı.'' Sert çenesini inceledim.

''Umurumda değil, ben böyle bir yaşama alışmaya başladım artık.'' Yanağımın üzerini okşarken nefesini dışarıya veriyordu ve bu onu çekici gösteriyordu. ''Eylül'ü mahvettikten sonra, Carla'yı da es geçemem. Onunla da uğraşıyorum. Pisliklerini bulmak için çabalıyorum. Zaten başkanlıktan düşmüş, halk onun yönetimini istemiyor.''

''Yerine başka bir başkan mı geldi?''

İç çekti. ''Evet ama gelen kişi Carla'nın alt kadrosundan. Yani, aylar sonra bu kadın tekrar eski koltuğa oturabilir.''

''Kötü olur o zaman.''

''Neyse.'' Yumuşamış gözlerle yüzümü incelerken duraksıyordu kalp atışları. Sanki nefes almayı unutuyordu. ''Şimdi de hedefimde sen varsın. Sana karşı büyük bir hırsım oluşmaya başladı. Her şeyini her hücreme karıştırmak istiyorum.''

''Hırslısın.''

''Özellikle sen konusunda, kimse beni durduramaz galiba.'' İlk kez gerçek anlamda açık konuşuyordu. Normalde üstü kapalı tekdüze kelimeler kullanırdı.

''Ne düşündüğümü önemsiyor musun peki?'' Bu garip bir soruydu, bir bakıma saçmaydı.

''Beni istediğini biliyorum, mesela kaygılandığının da farkındayım.'' Dizimin önüne çöktü. İkinci kez karşımda eğilmişti. ''Seni bırakmamdan korkuyorsun, oraya temelli gideceğimi düşündüğün için gerildin değil mi?''

''Gitmek zorundasın?'' Gözlerimi kıstım.

''Seni asla bırakmam. Bir kere evlendik, huysuz aksi yaşlı bir adam olana kadar benim yanımda olacaksın.''

''Ne?''

''Duydun.'' Ellerimi avuçlarının arasına aldı. ''Yoksa hemen pes mi ediyorsun? Ne yani kocanı böyle bu şekilde bırakacak mısın? Ben yaşlandığımda genç yakışıklı birini mi bulacaksın yoksa?''

''Serter.'' İsminin son harfini uzattım.

''Efendim, benim ela gözlü karım.'' Dediğinde güldüm. ''Benimle sonsuza kadar evli kalmalısın yoksa huysuz bir adam olurum. Sen Elçi karısı olacaksın, ben de savcı kocası.''

''Ya.''

''Ya mı? Yoksa yağ mı?''

Burnumu kırıştırdım. ''İlk esprin mi?''

Ellerimi dudaklarına götürdüğünde oraya küçük küçük öpücükler bıraktı. Öpücükleri sayesinde tüylerim diken diken olmuştu.

''Evet, ne varmış. Kocana çok kızıyorsun, bak dalga geçersen ben de sana kızarım.''

''Sen kızmazsın ki?''

Serter Güçlü'yü hissetmek böyle bir şeydi demek. Onu tümden anlamaktı, duygularını hissetmek duyularıyla var olmaktı. Basit bir kağıda güneşi görmeyen yüzleri çizmek, o kağıtta var olacak sözcükleri özenle hazırlamaktı. Serter Güçlü'yü hissetmek yüzünü güneşe döndürmekti ve yıldızları bir o kadar belirgin, ayı da bir o kadar gölgeden uzak etmekti.

''Kızmam.'' Dedi. ''Şimdi bana hislerini söyle? İçini dök.''

''Gideceksin ve...'' Parmaklarımı çektiğimde afalladı. ''Gideceksin Serter, orada bir hayatın var. Eğer mahkeme olumlu sonuçlanırsa beş aya kalmadan mesleğini devam ettirmek için oraya gitmek zorunda kalacaksın.''

''Gece.''

Dudaklarımı ısırdım, biraz öfke barındırıyordum bedenimde. ''Peki sonra ne olacak? Benim Türkiye'den çıkamayacağımı biliyorsun. Malum sebeplerden ötürü hep burada olacağım. Sonra ne olacak ki yani? Buraya haftada bir veyahut ayda bir kez ziyaretime gelip beni görecek sonra tekrar gidecek misin?''

''Gece, ben İspanya Büyükelçi'siyim.'' Dedi.

Başka yöne bakmaya çalıştım. Ona bakarsam yenilirdim. ''Biliyorum ve işinin her şeyden önemli olduğunu da biliyorum. Seni bu yüzden takdir ediyorum. Hatta iyi ki işine bağlısın çünkü oradaki insanların sana, senin de seni mutlu edecek bir işe ihtiyacın var. Aileni karşına alarak bu mesleğe gitmişsin, ayakların oraya koşmuş, yorulduğun halde dinlenmek istememişsin. Orası sana, sen oraya aitsin.''

''Şu an ihtimaller üzerine konuşuyoruz. Henüz itirazın kabul edilip edilmeyeceği belli değil. Kuvvetli bir ihtimal dahilinde sohbet etmiyoruz. Karınca kadar küçük bir şey bu, beni anla lütfen.''

Ellerimi yüzüme götürüp yüzümü ovaladığımda gülümsemek için büyük bir dirayet gösterdim. ''Serter, peki bana bir şey söyle? Yanlış anlama gerçekten bencillik etmiyorum, hatta en çok ben elçilik makamına tekrar dönmeni istiyorum ama...''

''Ama?''

Derin bir şekilde yutkunduğumda titrek ellerimi gösterme gayretinde bulunmadım. ''Oraya gittikten sonra ne olacak? Diyelim ki itirazın kabul edildi, mahkeme tekrar görüldü ve sen suçsuz bulundun. Peki, sonra?'' Konuşmasına müsaade etmedim. ''Burada mı kalacaksın? Kaldı ki kalamazsın. Büyükelçiler, görevini bulundukları ülkede yapmak zorunda, ne olacak o zaman?''

''İhtima...''

Konuşmasına izin vermedim. ''Varsayımı gerçek kılalım. Burada ben varım. Ben de Türkiye'den ayrılamam. Biliyorsun ömrümü, her şeyimi, kendimi bu bitmek bilmeyen oyuna ayırdım. Kimse içinde vazgeçmem, vazgeçersem benden geriye hiçbir şey kalmaz.''

''Ben de senin vazgeçmeni istemem.'' Eylül'e olan tutumum konusunda arkamda duruyordu.

''Peki, boşanmayacağımızı konuştuk. Ben de zaten boşanmak istemiyorum. Senin gibi bir adamla evli olmak, göğsümü kabartır ancak ama biz yani ben ne olacağım? Birbirimizi uzaktan mı ziyaret edeceğiz? Okulum da var.''

Oflayarak yanımdan uzaklaştığında, onunda benim gibi çaresiz olduğunu fark ettim. Sorular cevapsız kalmak için kurulmamalıydı, sorular cevapsız kalmak için dilden çıkmamalıydı, dudaklardan çıkan sorular cevapsız kalırsa eğer büyük bir felaket olurdu.

''Benimle İspanya'ya gelmeyeceğini biliyorum, gelsen de ben izin vermem. Her şeyden önce eğitimin önemli.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

''Evet.''

Sırtını duvara yasladı, yüzünü bana çevirdi. Dalgın bir ifadeyle elleri yüzük parmağını buldu. Sağ eliyle, sol parmağını tuttu. Alyansı oynatmaya başladı. Yüzünde gördüğüm dalgalı denizlerin yaratmış olduğu fırtınaları duymak beni kör etti. Göremedim, duyamadım ve onlarca acının içinde kaldım.

Serter'e bakarken büyük bir eziyet hissettim.

Eziyet arkasında kan bırakıyordu. Oysa onunla ilgili hiçbir eziyet kan bırakmamalıydı. Onu görmeli, onu hissetmeliydim. Ne çok acı birikmişti bu şiir satırlarında? Yoksa şairler sadece acılarını göstermek için mi şiir yazıyorlardı? Serter'in yüz ifadesine bakarak dört satırlık bir şiir yazacak kadar acı birikmişti içimde.

Şu an eğer elimde bir kalem olsaydı, geçen günlüğünü dolduracağım o satırları nice yazılarla doldurabilirdim.

''Sana bir sözüm var.''

Ayağa kalktığımda, karşısına geçtim. ''Bana bir sözün var. Bana yardım edeceğini söylemiştin. Tekrarlıyorum bu sözün arkasında durmak zorunda değilsin. Önceliğin kendin olmalı.'' Serter'in mesleği her şeyden daha önemliydi. Farkında değildi fakat ben onun üzülmesini istemiyordum.

''Gece.''

''Bugün bu konuyu açıyorum çünkü bir telefon aldın. Beş ay sonrasını düşünürken uzun bir zaman dilimi geliyor ama birkaç haftada tamamlanacak bir mahkemeyse bu az bir süremizin kaldığını gösterir.''

''Bak.''

''Ben senden önce de baş ediyordum. Tabii ki senin yardımların sayesinde onlar tarafından ilaçla uyutulmuyorum. Düzgün yemekler yemeye başladım. Hayatımda ilk kez anne yemekleri yedim.'' Gözlerim dolacaktı, zor tuttum kendimi. Hayır hayır Gece şimdi ağlayamazsın, kendine gel küçük kız şimdi ağlamanın sırası değil.

''Bir evde yemek yerken zehir olup olmadığının şüphesine düşmedim. İçtiğim çayda, yediğim yemekte tat buldum.'' Ona bakmamak için direnç göstermek omuzlarımı düşürüyordu. ''Biri saçlarıma dokundu.'' Adını şiir koydum, bunu bilmesen de olur.

''Biri yüzüme dokundu, ölmediğimi anladım. Eylül ve Gürsel'in yıllardır manipüle ettiği yaşamda ben hayatı fark ettim. Öyle eskisi gibi şarap şişelerini devirip sarhoş olamıyorum çünkü son bir ayda yaşadığım her anı unutmamak için içki içmemeye çalışıyorum.''

Ellerini kaldırdı, şefkatle dirseklerimden yakaladı. ''Beni dinler misin?''

''Bana sakın, ben senin için burada kalacağım deme. Sakın bunu söyleme! Bunu yaparsan beni çok üzersin.'' Yüzüne eğildiğimde, kuruydu ıslak kalbim. ''Benim tek istediğim şey senin mutlu olman. Senden, seni istemem. Burada kalmak sana işkence gibi gelir, biliyorum.''

''Bunu tahmin edemedim, yani mahkemenin uzayacağını düşünüyordum.''

Serter'i suçlayamazdım.

''Ümit kötü bir şey Büyükelçi. Uçurumun eşiğinde bulduğun kızı sobalı bir eve soktuktan sonra ertesi gün onu soğuk bir yerde bırakırsan o kız ölür. Uçurum bile daha sıcak gelir. O yüzden sana ve bana zaman tanımak istiyorum. İkimizde düşünelim. Acele ile karar vermeyelim.''

''Haklısın.'' Omuzları düştü.

Serter Güçlü ilk kez söyleyecek bir söz bulamıyordu. Demek ki kelimeler her zaman yeterli gelmiyordu. Ah şiirlere tutunan aptal kadın, bu kadar kör olmak senin değil kalbinin suçu.

''İstersen aşağıya geçelim, kahvaltı edebiliriz. Güzel bir yumurta kızartabilirim.''

Neyse ki aşık olmamıştım. Umarım kalbimi kandırmıyordum.

''Gece.'' Kolumdan tuttuğu gibi beni kendisine doğru çevirdi. Gözlerinin içine bakmaya korkuyordum. Bilirdim hayat gözlerinde dururdu ve en acı verici umut gözlerinde oluşurdu. ''Lütfen yüzüme bakar mısın?''

''Serter.''

''Bak...''

Lafını böldüğümde, zihnim parçalanarak ona odaklanıyordu. ''Orada yaşamak zorundasın, orada bir hayatın devam edecek, orada mesleğini icra edeceksin. Orada nefes alıp nefes vereceksin. Ben ise burada kalmak zorundayım. Hem Eylül, hem de okul yüzünden...Peki, bu evlilik nasıl devam edecek?''

Mahkemenin tarihi ileriye alınabilirdi. Bu acı verici bir durumdu.

''Bilmiyorum.'' Kararsız görünüyordu.

''Bir karar ver. Ona göre konuşalım. On dakika önce seni bırakmayacağım cümlelerini kullanmak yerine gerçek bir karar ver.'' Elimi göğsüne koyup canını acıtmadan onu ittim. ''Aşağıya ineceğim, sonra konuşuruz.''

Acı çeker gibi zemine baktı. ''Gece.''

''Bir şey demeni istemiyorum. Senin için iyi olan neyse o olsun. Tek istediğim şey senin mutlu olman.'' Canımın bir parçasına cam parçaları batmıştı, söylemiyordum ama o camları temizlemek zor geliyordu.

Sessizce odadan çıktım.

O anda ruhum beş parçaya bölünmüştü. Eylül ayı bitmişti ama benim eylül ayım hâlâ devam ediyordu ve bu sefer soğuk bir rüzgar estiriyordu.

| Bölüm nasıldı?|

| Sizce, Serter nasıl bir karar verecek?|

| İki seçeneğiniz var. Mesleğiniz mi aşkınız mı? Hangisin karar verirdiniz.|

| Bu arada, karakterlere bazen sert yorumlar geliyor. Her zaman diyorum, bu onların penceresi, onların hayatı, bakış açısı ve bazen bizim penceremizden bakamazlar çünkü herkesin doğrusu özneldir, dolayısıyla bizim doğrularımız, karakterlerin doğruları olamaz.|

|Nehir ve Cesur?|

|Nehir ile Cesur'un bir geçmişi olabilir mi?|

| En beğendiniz sahne?|

|Maske sahnesini sizden aldım, bana maske sahnesini öneren buraya yazabilir mi? Mesajlarda ekran görüntüsü almayı unuttum.|

| Okey sahnesi nasıldı?|

| Sizi sevdiğimi biliyorsunuz değil mi?|

| İnstagram: ebrununhikayeleri|

| Yarın kitapla ilgili canlı yayın açacağım, hatta instagram canlı yayınımda spoiler verebilirim son sahne hakkında.

| Sizi seviyorum, yeni bölümde görüşmek üzere.|

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

236K 2.9K 20
as the title says, NaruHina doujinshi (comic) I don't own Naruto or the pictures!
7.4M 206K 22
It's not everyday that you get asked by a multi-billionaire man to marry his son. One day when Abrielle Caldwell was having the worst day of her life...
142K 6.3K 55
ငယ်ငယ်ကတည်းကတစ်ယောက်နှင့်တစ်ယောက်မတည့်တဲ့ကောင်လေးနှစ်ယောက်ကအလှလေးတစ်ယောက်ကိုအပြိုင်အဆိုင်လိုက်ကြရာက မိဘတွေရဲ့အတင်းအကြပ်စီစဉ်ပေးမှုကြောင့်တစ်ယောက်အပေါ...
49.5K 2.3K 15
From the moment you gave him this dumb shy smile to the time you finally see each other as equals - there are so many reasons to fucking hate you but...