küçük işlerin adamı ve ebruli...

By Nneoll

23.1K 2.8K 9.5K

Küçük işlerin adamı, uydurma tamam mı? More

1| Yolları karıştırmayan Yibo.
2| Düş kapanı ile kandırılamayan çocuk.
3| Mevzubahis cılız bir çiçek,
4| Tek bir saç teli ve onun anlamları.
5| Yine olsa yine ve sadece senin için.
6| Küçük işlerin adamı ve günlük sayfaları.
7| Senin adın Ebruli.
8| Uykusuz uyku.
9| Sevilmeye yakın kediler.
10| Kendi düşmeyen ağlar.
11| Kıskançlık denizinin sıcak suları.
12| Göğsünde, sol kaburgalarının orada bir yerde.
13| Kavgacı çocuklarla baş etme rehberi.
14| Seni öptüm ve kıyamet bu yüzden koptu.
15| Ölen bir çocuk için hiç üzülmeyen dünya.
16| Her insan, bulutlara kafasını kaldırarak bakar.
17| Şanslı olanlar ve daha çok.
18| Tanrının yardımcı olduğu konular.
19| Kalbimiz neden böyledir?
20 | Ağlayan çocuğun rüyası ve bu rüyanın sahipleri.
21| Evden ayrılmak ve hatırlanması gereken öpücükler.
22 | Sadece aptalların baktığı haksız parmaklar.
23 | Zamanı telafi edebilmek.
24 | Ben anlamam, hiç kimseyi dinlemem; asla da vazgeçmem.
25 | Uçsuz bucaksız bir oda; kahvesini soğuk içenler.
26| Hak ettiği gibi...
27| İnsanlar ve heykeller.
28| Kazanılamayan savaşlar, bir gemi ve yenik düşmüş yalnızlar.
29| Sevgili baba,
30| "Benim sesim, kalbim ve buraya gelme cesaretim."
31| Yibo amcanın duydukları.
32|Patikalar, kımıl kımıl gölgeler.
33|Buradayım ve gittiğin yerde de olacağım.
35 |Ev olmak, eve dönmek.
36| Görünmez kapıyla tanışan adamın bir günü.

34 | Zamanın terk ettiği yer ve dönüp dolaştığımız düşünceler.

397 43 69
By Nneoll

Zaman, akrep ve yelkovanını toplayıp odayı terk ettiğinde Yibo'nun dikkat ettiği son saat geceye yakın ama gündüzün sıcaklığını hala yitirmediği bir yerde kalmıştı.Şimdiyse bir anı hatırlıyordu. Yaşanma tarihini bilmediği, buğulu bir bakışın ötesine geçemediği o anıda da tıpkı şimdi olduğu gibi bedeni sıcakla sarmalamıştı. Bedenini kavrayan, ona hem itaat ediyormuş gibi uysal hem de hükmediyormuş gibi yoğun bir sıcaklık vardı.

Bu bilinmez anı belleğini zorladığı sırada omuzlarından aşağıya inen öpücüklerin, nemli dudakların ve tenini okşayan solukların midesinde bir şeyi kımıl kımıl yerinden oynattığını hissediyordu. Zhan'ın kucağındayken kalçasını hareket ettiriyor ve göğsünü talan eden tüm eylemlerin sahibine bakarak iç çekip duruyordu. Biraz önce zihnine hapsolan o sıcak an kapalı gözlerinin ardında adeta eriyerek tatlı bir uyuşukluk bırakmıştı. Bu yüzden bir süre daha edilgen bir tavırla Zhan'ın kendisini öpücüklere boğmasına izin vermek konusunda bir sakınca görmüyordu.

Büyük olanın omzuna tutunurken ensesindeki kısa saçlara dokunuyor ve dudağından kaçamak öpücükler yakalamak için arada bir çekiştiriyordu. Hiçbir acelesi yoktu, dayanılmaz bir sınırı aşmadan önce dayanması zor bir yerde durup beklemek daha önce hiç bu kadar çekici gelmemişti. Göğsü dışarıdan hırpalandığı kadar içeriden de tüm güzel hisler adına zapt edilerek derinden sarsılıyordu.

"Zhan ge...zamanı durdurmam gerek."

Bazı zamanlar rüyasında Xiao Zhan'ı görürdü ve bu, aklının tamamına hakim olan birisi için neredeyse kaçınılmaz bir sonuçtu. O rüyaların hepsinde bitmemesi için sıkıca kapadığı göz kapakları şimdi açıktı lakin bu yaşadığının da bir rüya olduğunu zannetmek için her şey çok müsaitti. Haksız sayılmazdı çünkü ancak bir rüya her şeyi bu denli mükemmel hissettirebilirdi.

"Kokunu seviyorum."

Büyük olanın bir kelebek kanadını oynatmaya yetecek kadar küçük olan fısıltısı Yibo'nun içinde bir fırtınaya sebep oldu. Bu sözler alt üst olan ruhunda, benliğinin en kıymetli köşesinde yıldız tozlarıyla yer buldu kendisine; hiçbir zaman unutmayacaktı.

"Nasıl bu kadar güzel olabilir."

Xiao Zhan her noktasına mutlaka parmak izini bırakmak istediği teni okşarken parmağını bastırdığı pembe noktaya dudaklarını yaklaştırdı ve ufak bir ısırık armağan etti oraya. Yibo ise göğsünde hissettiği hassasiyet yüzünden canı yanmasa bile o ana kadarki en yüksek iniltisini serbest bırakmıştı. Henüz başında olmasın rağmen sabrını zorlayan ereksiyonu, duyarlı olduğu her noktaya uğrayan sıcaklık ve usul usul kulağını okşayan tüm güzel sözler başının dönmesine sebep oluyordu. Yarı açık göz kapaklarının ardına sakladığı hayranlık dolu bakışlarla Zhan'ı süzerken onun da başını döndürdüğünü bilmeden adını sayıklamıştı birkaç kez.

"Zhan- ge, Zhan- ge..."

Xiao Zhan, "Ebruli seni çok seviyorum." dedikten sonra kucağındaki bedeni geriye, yatağa doğru uzanması için teşvik etti ve kollarından güç alarak onun üzerine doğru eğildi. Dağılmak konusunda Yibo'dan geri kalır yanı yoktu ve duyulan tek şeyin ritmi bozuk soluklarının olduğu birkaç saniyeden sonra bedenini yasladığı bedene sürtünerek iç gıdıklayan, boğazındaki derinliklerden getirdiği sesiyle mırıldanmıştı.

"Hatta öyle çok seviyorum ki, sanki dünyanın tüm aşıkları bir araya gelip yüreklerindekilerini bana emanet etmiş gibi."

Yibo sızlandı. Dudakları karıncalanırken Zhan ise onu ilk seferiymiş gibi bir açlıkla öperek konuşmasına devam etti. "Öyle çok." Ellerine uzandı, sıcak nefesiyle okşadı boynunu. "Öyle ağır."

Çok değil birkaç dakika önce Zhan'a bunların aynısını yapmayı düşünmüştü. Altında kıvrandırmak istediği beden şimdi kendi üzerinde kendisini birkaç öpücükle bile perişan edebiliyorken hala aklının bir köşesinde öyle bir fikir vardı ama bedeni o kadar çok uyarılmıştı ki iradesi bilmem kaç parçaya bölünerek tertemiz bir boşluk yaratmıştı.

Sadece biraz daha diyerek kendisini oyarlarken gözlerini açtı ve pencereden gelen ışığı kesen Zhan'a baktı.Zhan da bu sırada parmaklarıyla onun nemli saçlarını geriye doğru tarıyor, bakışlarındaki ışıklarda sanki günü ve geceyi birlikte yaratıyordu. Bunu yaparken fazla sakindi, öyle sakindi ki Yibo ona baktıkça içini gıdıklayan bir hisse kapılmaktan alıkoyamamıştı kendisini. Bu hissi anlatmak, aklında sanki mevsime yanlış yerden ilişen bir çiçek gibi koparılmaya bekleyen sözlerle tüm bu yaşadıklarını konuşmak istiyordu. Lakin söz söylemek konusunda her daim ketum olan dili yardımcı olmuyor ve söyleyemediği her şey içindeki denize birer birer akıyordu.

"Ben bir gün susmaktan öleceğim galiba. Konuşamamak bitirecek beni."

O sırada elini Yibo'nun bacağında gezdiren Zhan duraksadı ve saşkınlıkla sordu."Sustuğunu mu sanıyorsun?"

Havada kalan elini küçüğün çenesine uzandı sonra ve öpecek kadar yaklaşsa da bunu yapmadan bekledi. Yibo'nun gözlerine, kirpiklerinin gölgesine dokundu bakışları; dudağının hoyrat izlerinde, terleyen şakağında bir şiiri okur gibi gezindi. Bakışlarına gece gündüz kavgasından galip ayrılan gece yıldızların ruhu bırakmıştı.Dudağının kenarı kıvrılmış ve bunu yaparken de Yibo'nun yalnızca yarısının kaldığına emin olduğu aklını tümden kendisine bağlamıştı. "Gözlerin konuşuyor Ebruli. Dudakların..her nefesinde bir şeyler söylüyor sanki, ben duyuyorum...dağılan saçlarının bile sesi var. "

Zhan ıslak bir öpücükle sözlerine ara verdiğinde Yibo yeniden sızlandı ve bir şeyler, mutlaka bir şeyler yapma isteğiyle elini büyük olanın ensesine uzattı. Nefesleri tükenene kadar süren öpüşmeleri nihayet ciğerlerindeki sızıyla sona erdiğinde Zhan yarım kalan konuşmasını tamamlamıştı. "Eğer hiçbir duyamazsan sadece kalbimi dinle."

Yibo elini onun sıcak tenine, kalbinin tam üstüne uzattığında en az kendi kalbi kadar hızlı ve başına buyruk vuruşları hissetti. Yutkunurken kısa bir süre tanıdı kendisine, bir şey söylemesine gerek olmadığını hatırladı ve sonra da birden, sanki bunu bekliyormuş gibi Zhan'ı elini hala çekmediği göğsünden iterek küçük yatakta yerlerini değiştirdi. Bunu yaparken de duyduğu tüm güzel konuşmalara karşılık, tamamen içinden gelerek tek bir şey söylemişti.

"Kalbin benim ve her şeyini istiyorum. Bu yüzden yat aşağı ihtiyar."

Güzel şeyler demek için kendisini zorlamanın bedenini sarmalayan sıcak hislerden uzağa çektiğini yeni anlamıştı. Bunu yapmak zorunda degildi, Zhan bunu beklemiyordu. Bu yüzden tüm edilgen tavrına o an son vermiş ve yapmak istedigi her şeyi zihnindeki boşluğa yeniden çizmisti. En başında Zhan'dan aldığı izni izni artık kullanabilirdi. Bunun için ilk olarak altına aldığı bedene ne yapmak istediklerini düşünürken ereksiyonunu ona bastırarak yeniden ağır ağır sürtünmüştü.

"Zhan ge " Kıyafetinin üstünden okşadığı sertlik Zhan'ın kafasını yastığa bastırıp alt dudağına ısırmasına neden olmuştu. Bu hali bile Yibo'yu devam etmeye ikna etmek için yeterliydi. Bu yüzden oldukça talepkar bir tavırla devam etmişti. "Ben daha başka şeyler duymak istiyorum."

Bir çırpıda üzerlerindeki son parça kıyafetlerden de kurtulduklarında Yibo Zhan'a bakarken elini henüz orgazmın zirvesine ulaşmamış penisine uzattı ve sert sayılabilecek bir tavırla birkaç kez sıvazladı. Devamında aynısını Zhan'a yaptığında ise Zhan boğazından yükselen hırıltıya mani olamamıştı.

Yibo'nun istekli hali ateşe atılan bir odunsa, ona her şeyi yapması için müsaade etmek cehenneme koşmak gibiydi. Ne var ki itiraz etmeyi düşünmüyordu ve Yibo'nun boynuna bıraktığı ısırık izini bile ulaşılması zor bir zevkin kıymetli bir getirisi olarak görüyordu. Evet bu sefer onu yönlendirmeyecekti. Hatta Yibo eli arasında büyüyen penise yüzünü yaklaştırıp yapmak üzere olduğu şeyi yapmadan önce sıcak nefesini üflediğinde bile Zhan onu durmamıştı.

"Ah..tanrım.."

Yibo'nun dudaklarını hissettiğinde yapabildiği tek şey inlemek ve hazza ulaşan tüm hücreleriyle birlikte titremek olmuştu.Gözlerindeki yıldızlar birer birer zihnine kaymış ve orada, tutkuyla, sonu gelmesin istediği arzuyla mühürlenmişti.

Aralık kalan dudaklarını ısırırken saçlarıyla oynadığı Yibo işine ara vermeden bakışlarını kaldırıp kendisine baktı ve onunla buluşan gözlerini dayanamayarak kapadı. Bir yandan da bin yıl susuz kalmış gibi kuruyan dudaklarını ıslatmıştı. Ancak az önce hissettiği dil darbesi her şeyi sil baştan yaşatmış ve ağzındaki kuruluk sesine karışmıştı. Bu yüzden başını geriye atarak inlediğinde sesi daha dağınıktı.

Yibo ise tatmin olarak geri çekildiğinde önce yarım bir gülüşle tıpkı kendisi gibi darma duman olan adamı seyretti. Sonra ıslak dudağını baş parmağıyla kuruladı. "Bu açıdan harika görünüyorsun.Yakışıklı gege."

Xiao Zhan üzerine doğru esen bir rüzgar varmış gibi üşüyerek titredi.Elinin tersiyle gözlerini kapatmış, kendisine gelmeye çalışmak gibi beyhude bir işe girişmişti. Beyhudeydi çünkü geçen saniyelerde Yibo tarafından bedeninin çeşitli yerlerine izler bırakılırken gücü sadece sabırsızlık içinde mırıldanmaya yetmişti.

"Şu yakındaki çantada kondom var. Acele et."

Yibo onun dediği gibi hızlıca ayrılıp geri döndüğünde Zhan elini tuttu ve parmaklarını birbirine kenetledi. Hoyrat olan her şeye karşılık tüy kadar hafif bir dokunuşla yanağını okşadığı Yibo hiçbir şey anlamazken o sakince konuşmuştu.

"Titriyorsun."

Yibo Zhan'ın tuttuğu eline baktı ve heyecan içinde olduğunu, göğsünün orta yerinde tedirginliğin baş gösterdiğini o an fark etti.

"Yibo, sen ne yaparsan yap benim için en iyisi olacak."

Büyük olanın sıcak elini yanağında hissetmeye devam ederken başını o tarafa doğru yasladı ve bekledi. Kendisi bile ne hissettiğini anlayamazken onun anlamasına, anlayıp böyle sakin sözlerle dikenlerini çıkarmaya hazır bekleyen huzursuz ve huysuz tarafını okşayıp sakinleştirmesine bayılıyordu. Sevilmek güzel bir cümleyle kitaba başlamaksa, anlaşılmak onu tamamlamaktı.Evet, baştan sona tamamlanmış hissediyordu.

"O zaman..." Dediğinde dudaklarına ilişen sabırsız öpücükle ile yarım kaldı konuşması. Zhan kayganlaştırıcı jeli hızlıca onun eline boşaltırken Yibo da hakimiyet duygusunu daha çok hissetme ihtiyacıyla üzerine eğilmiş ve tenlerinin birbirlerine dokundukları yerler bir kez daha alev almıştı.

Ne yapması gerektiğini bilse de titremeye devam eden elini Zhan'ın kalçasına uzattığında büyük olanın eliyle kapadığı ağzı yüzünden boğuk ve ancak sabırsızlığın taze izlerini taşıyan sesini duymuştu.

"Sen benim canıma okumak için mi bu kadar yavaş hareket ediyorsun?"

Yibo bir an duraksadı ve Zhan'ın sabırsız mimiklerine bakarak kısılan bakışlarını ondan kaçırmadan işleri tıpkı onun istediği gibi hızlandırdı. Parmakları yavaş geçirdiği anın telafisi için bu sefer hızlıca Zhan'ın içine doğru hareket ettiğinde duyumsadığı o sıcaklık bir an aklını bulandırmıştı. Şimdi böyleyse bu sıcaklığı kendisiyle doldurduğu vakit ne hissedeceğini fazlasıyla merak ediyordu. Zhan ise hiç alışık olmadığı doluluk hissiyle afallasa bile elini olduğu yerden, Yibo'nun saçlarından çekmemek konusunda ısrarcıydı.

O kadar dayanılmaz geliyordu ki, geçen her saniyede bu hissin artarak kendisini hırpalayacağını bilse ve zevkin ne vakit acıya galip geleceğinden emin olmasa da bunu düşünemiyordu. O an Yibo'nun isminden başka bir şeyi kalmamış gibi hem dilinden hem de aklından onu düşürmüyordu. Kısık sesiyle sızlanışları Yibo'nun nefeslerine karışıyordu ve birbirine eşlik eden bu sesler bile tahrik olmaya yeter gibi geliyordu.

"Artık bana kendini ver."

Yibo sessizliğini bozmadan başıyla onaylayıp elini çektiğinde Zhan dayanamadı ve güçlü bir dürtüyle onu az evvel onun yaptığı gibi geriye iterek üzerine çıktı. Gerçekten sabırsızdı ve Yibo'nun ona uyum sağlayacağını bildiğinden, hem işini de kolaylaştırmak isteyerek onun yapmak üzere olduğunu şeyi kendisi yapmıştı.

Onun bu hamlesiyle nihayet bedenleri yoğun, öncekilerden daha şiddetli inlemeler eşliğinde birleştiğinde Zhan acıyla irkilerek gerildi ve destek alma ihtiyacıyla Yibo'nun ellerini kendi beline götürdü. Yibo ise ellerinin yönetilmesine karşı çıkmazken Zhan'ın kırışan alnına, ısırdığı dudagına ve kapadığı gözlerine bakarken hem zaptetmesi neredeyse imkansız arzusunun hem de onun canını yakmama isteğinin güçlü baskısı arasında kalmıştı. Az evvel bunu istediğinden çok emin ama şimdi kararsızdı.

Nefes nefese geçen birkaç saniye sonunda Yibo tam ona seslenecekken Zhan boynunu aşağıya düşürüp ilk kez yavaşça hareket etti.

"Zhan- Ah..." kesilen sesi önce sızlanmaya sonra titreyerek çıkan bir nefese dönüştü. Büyük olan da bu sırada bedenini hareket ettirerek sınırını ve duvarlarını zorlayan bu hisse alışmayı deniyordu. Acının gölgesinde kalıyor olsa bile içini gıdıklayan zevk yüzünden ara ara zayıf iniltiler çıkarıyordu. Henüz yeterince iyi olmadığını biliyordu, ancak tam önünde bir elini tutup dudaklarına götüren gencin o dağılmış, ama hala istekli halini aklının en sağlam yerine koymak istediğinden ağırdan alıyordu.

Çok değil birkaç gelgitten sonra tutkunun boyunduruğuna girmeyi kabul eden acı yavaşça huzurundan çekildiğinde Yibo da Zhan'ın ritmine katılmış ve her hareketinin biraz daha güçlü olduğundan emin olmuştu. Zhan içinde bir yere doğru tekrarlanan darbeler yüzünden artık nefes alamaz bir hale düştüğünde yutkunarak Yibo'nun adını zikretmişti.

"Yibo."

Yibo'nun bunu duyduğunda neredeyse hırlar gibi Zhan'ın belinden tutup onu bir kez daha altına alması kaçınılmaz olmuş ve böylelikle en başından beri yanmakla tarif edilen her şeyi gerçek anlamda tutuşmuştu.

Bütünüyle hakimiyet kurmuş olmanın güçlü hissiyle Zhan'ın içine yaptığı gel gitleri hızlandırırken gözlerini kapadı ve kendisini o anın çoşkunluğuna bıraktı. Zihni uyuşuyordu, bunu anlatmaya kalksa bir lügata ihtiyacı olabilirdi çünkü bildiği her şeyi unutmuş gibi hissediyordu. En az hareketleri kadar şiddetli bir öpücükle büyük olanın bir araya getiremediği sesini ve soluğunu kestiğinde elleri de onun bacaklarına uzandı ve mümkünmüş gibi ona daha çok yaklaştı.

Terle kaplanan bedeni yorgunlukla ve tekrarlı hareketleriyle tatlı bir acı çekiyor, tüm kan hücreleri aynı noktaya hücum ederken penisini sarmalayan sıcak duvarlar zihnindeki tüm filmleri birer birer koparıyordu.

"Ebruli..."

Zhan nefes nefese olmasına rağmen tek seferde seslendiğinde Yibo belki de bunu bekliyormuş gibi en güçlü vuruşunu yaptı ve ikisi de aynı anda inledi.

Mükemmel bir histi, bakışlarını ayırmadığı gözlerdeki parlayan o şeyde kendisini görmek, böylesine güçlü hisleri onunla, bir tek onunla paylaşmak paha biçilemezdi. Biraz sonra sonuna yaklaştığını hissettiği orgazmı hareketlerine de yansırken kollarına biraz daha güç vererek biraz daha doğrulmuş ve Zhan'a bakmıştı.

Bedeninde az evvel bıraktığı izleri taşıyor, geriye düşen saçları sürekli dağılıyordu. Boşalmak üzere olduğundan yüzündeki mimiklerin sürekli dalgalanışını seyretmek kadar, tüm bunların sebebi olmak da güzel geliyordu. Onu seyretmeye devam ederken eliyle alnına düşen saçlarını geriye topladı ve bacaklarına son kez güç verdi. Saniyeler sonra Zhanla birlikte çıktığı zirveden yine onunla, ateşler içinde ama yine birlikte indi.

Birlikte boşaldıkları için sesleri bir olup kulaklarında çınlamış, özgün bir akorun notaları gibi isimlerinin hecelerinde canlanmıştı. Kapanan gözlerine sarı sıcak izle damgalanan bir andı bu ve geriye aynı sıcaklıkla yıkanan odanın loş ışığında bedenlerinde gezinen tatlı ürpertiler bırakmıştı.

Birkaç dakika sonra verdikleri soluklar ağırlaşarak düzenli ritmine kavuştuğunda odayı terk eden zaman da içeri girmiş olmalıydı. Çünkü Yibo yorgunluk içinde dayanamayıp inlemiş ve kendisini saniyeler önce öpmeyi bıraktığı Zhan'ın üstüne bırakmıştı. "Bu..düşündüğümden daha yorucuymuş." dediğinde sesi de en az kendisi kadar yorgundu.

Büyük olan sarıp sarmaladığı bedeni daha sıkı kucakladı. Bir eli sırtında geziniyor bir eli ensesindeki saçları oksuyordu. Yibo kafasını onun göğsüne yasladığı için görememişti ama kulağına gelen yorgun gülüşten o kadar emindi ki gözlerini kapatır kapatmaz zihninde canlandırabilmişti.Her mimiği, yüzünün her ayrıntısı aklındaydı.

"Bu düşündüğümden daha güzelmiş."

Zhan mırıldanır gibi konuştuğunda Yibo kafasını kaldırıp ona baktı. Yarı karanlıkta bile gözlerine uğrayan sevinç kolayca fark ediliyordu. İstediğini yapmış olmanın verdiği gurur da dudaklarındaki küçük gülümsemeye yerleştiğinde başını yeniden eğdi ve büyük olanın boynuna doğru saçlarını sürttü.

"Zhan-ge."

"Hm."

"Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?"

Yibo Zhan'ın aksine sıklıkla sevgisini dile getiren bir insan değildi. Bu çok nadiren olurdu ve belki de o an ilk kez peşine geçmisin hoyrat ve öfkeli yiboların birisi takılmadan söylemişti bunu. Ses tonuna bir incelik yansıtarak konuşmuştu.

"Biliyorum." Zhan bedenini yana kaydıran Yibo'nun arkasında buruş buruş olan örtüyü çekti ve baş parmağını onun kapanmak üzere olan gözlerine doğru kirpiklerini okşadı. "Seni sevdiğim kadar eminim bundan ve daha iyi bildiğim başka bir şey daha yok."

Yibo dibine sokulduğu adamın sesine karşılık onaylar bir ses çıkardı. Gözleri kapalı bedeni hassastı. Üstelik daha ağaçtan düşmenin yorgunluğunu bile atamamıştı üzerinden. Ağrımayan ayağı ufaktan sızlamaya başlasa da bunu Zhan'a söylemeyi düşünmüyordu.

"İyi geceler Ebruli."

Yibo bunu duysa da cevap veremedi. Hiçbir şey düşünceye izin yoktu, hiçbir eyleme yetecek enerjisi kalmamıştı. Çoktan güçlü bir uykunun esiri olmak üzereydi ve sabah olup yatakta yalnız uyandığında her şeyi düşünecek kadar vakti olacaktı.

_______________

Yorgunluk, üzerinde yere düşmemek için zor bela tutunan örtüden daha ağır ve en az onun kadar huzursuz ediciydi. Üstelik açıkta kalan ayaklarını kendisine çektiğinde beline yerleşen ağrıdan daha fena bir şey vardı ki o da odaya giren tek bir sineğin uykusunu kaçıran cılız vızıltısıydı. Sineklerden nefret ediyordu, kaç gün geçerse geçsin alışamamıştı. Bu yüzden neredeyse her gün küfrederek gözlerini açıyordu.

"Sinek gibi kanadını-"

Çaldığını yeni fark ettiği telefonunun titreşimini duymasıyla yarım kalan lafını tamamlamadı ve yerdeki cihaza uzanmak için eğildi. Belini sahiplenen sancı yüzünden acı çekiyor ve güçlü bir el tarafından hareketleri engellenmiş gibi zorlanıyordu.

"Alo?"Demişti telefonu açtığında, yüzünü sertçe ovalayarak hala uykuda olan bilincini yerine getirmeye çalışıyordu bir yandan da.

"Yibo, uyandın sonunda. Nasıl hissediyorsun, ayağın daha iyi mi?"

Yibo bir an karşıdan gelen Zhan'ın sesini algılayamadı ve telefonu kulağından uzaklaştırıp ekrana baktı. Neden yalnız uyandığını sorgulamanın yanında, Zhan'ın kendisini arama sebebini de öğrenmek istemişti fakat büyük olan epey canlı bir sesle onun hiçbir şey sormasına müsaade etmeyerek devam etmişti konuşmaya.

"Biliyorum kızacaksın seni uyandırmadan gitmeme ama çok derin uyuyordun, inan bana haber veremedim. Ama merak etme akşam olmadan gelecek ve seni guzel bir yere götüreceğim."

Yüzünü ovalamayı bırakıp bedeni gibi tam ayılamayan uykulu sesiyle cevap verdi.

"Bir dur, bir dur. Ne diyorsun anlamıyorum. Niye terk edip gidiyorsun beni ihtiyar? Neredesin sen?"

Zhan'ın sesine karışan uğultular kısa bir an artsa da sonra azaldı. "Bay Yang'ın işleri için ona yardım ediyorum. Benim içinde biraz ani oldu, kızmıyorsun bana değil mi?"

Sesinde kabahat işlemiş küçük bir çocuktan ödünç alınan bir tını olsa ve buna kayıtsız kalmakta zorlansa da Yibo ofladı. Bir yandan da yataktan çıkmış ve ayağında değil ama belinde hissettiği ağrıya oflayarak memnuniyetsiz bir dille konuşmuştu.

"Kızıyorum. Bari haber verseydin, öyle bir bırakıp gitmişsin ki komodinin üstüne para koysan sırıtmaz ihtiyar."

"Yibo." Derken sonunu uzatmıştı Zhan. Küçüğün bu lafları gece olanların izlerini taşıyan ve en ufak bir düşüncede bile hassasiyet gösteren bedenine karşı yapılmış ufak bir kışkırtma sayılırdı. Sesli bir şekilde yutkunması, sessiz kalıp birkaç saniye beklemesi bu yüzdendi. "Yapma böyle. Söz işim biter bitmez geleceğim."

Yibo is o sırada banyoya giderken vücudundaki ağrılar yüzünden sızlanıp söyleniyordu. Zhan'ın söylediklerine yeterince odaklanamadığı ve kendisine yakışır bir huysuzluk tutturamadığı için o da beklemek istemişti. En sonunda da çareyi lafı değiştirmekle bulsa da, lafı getirdiği yer yine beklenmedik ve pek hayırlı olmamıştı.

"Ya dün gece seviştik mi güreştik mi, ne bu yorgunluk anlamadım yaşlı adam."

Zhan kızar gibi ismini yeniden söylediğinde Yibo da çoktan banyoya girmiş ve aynadaki görüntüsüne bakakalmıştı. Yer yer kızarıklık ve morluk içindeki vücudu onu hayrete düşürmüştü.

"Beni ne hale getirmişsin!?"

Anlamayan adama yeniden bağırırken aynadan kendisini gösterdi. "Şu halimi gören ben seni değil sen beni si-"

"Tanrı aşkına yibo, ne olursun birazcık sessiz ol. Dışarıdayım."

Yibo aynaya sırtını döndükten sonra ağzını kapadı. Kabul etmeliydi ki fazla bağırmıştı. O susmaya devam ederken Zhan yeniden, daha sakin ve ılımlı bir sesle konuşmasına devam etmişti.

"Yanına geldiğimde tüm ağrıyan yerlerinden öpeceğim. Tamam mı? Şimdi hadi hazırlanıp aşağıya in ve bir şeyler ye. Lütfen."

Yibo önceki ses tonundan epey farklı bir sakinlikte tamam dedi ve aynı anda başını salladı. "Çabuk gel." Ayağını fayansta anlamsızca sürterken yine anlamsız bir gerginlik yaşadı ve "Özlerim ben seni." Diye fisıldadıktan hemen sonra telefonu Zhan'ın yüzüne kapadı.Kapattığı ekrana bakarken de kendi kendine hayıflanmıştı. "İyice dengemi şaşırttı bana, insan bir gidiyorum derdi. Hain adam."

Saniyeler sonra ekrana bakmaya devam ederken yeni gelen mesajı bunu istememiş olsa da göz ucuyla okumak zorunda kaldı ve hızlıca telefonu kapatıp musluğun yanına bıraktı. Aynada kendisine bakan, yüzünden belirgin bir duygu seçilmeyen haline de sessizce küfretti. Birden bire aklının kapalı sandığı yine zorlanmış, bir ucu yine kopuk bir uçurtma gibi savrulmaya başlamıştı. Kendisine 'ben bunu düşünüyorum' diyebileceği belirgin bir fikir seçemezken bedenini pes etmiş bir halde yerde otururken bulmuştu.

Bir süre kaldığı yerden saçlarını mümkünmüş bir daha çok dağıtarak geri kalktı. Bedenindeki hassasiyet aynadaki haline baktıkça artıyor, geceden kalan hatıralar ıslanmaktan kaçtığı yağmur damlaları gibi üzerine yağıyordu. Bundan şikayetçi değildi, daha geçmişe gitmektense bir gün öncekilerin sağanağında ıslanmaya aldırmazdı.

Okuduğu mesaj yüzünden huzursuz hisseden kalbini kendi haline bırakma kararı almasının üzerinden beş, duş alırsa iyi hissedeceğini zannetmesinin üzerinden üç saniye geçmişti. Kalbi kendi başının çaresine bakabilir miydi? ve kendisi, kaburgalarından öteye taşıyamadığı huzursuzluğa bakmazsa gerçekten ona karşı durmak kör olabilecek kadar umursamaz mıydı?

Cevabı biliyor olsa da yanıtsız bıraktı ve kendisini duşun soğuk ayarda tuttuğu suyuna bıraktı. Var olan zamanda kalmalıydı; eksik sandığı hiçbir şey geçmişte değildi, orada değildi ve onu daha fazla orada aramayacaktı.

Tekrara giren ve her repliği ezberlenen bir film gibi hissettiren düşüncelerinden şarkı söylereyek kaçmak isterken kapıdan kendisini gözetleyen tüm yibolari kovaladı. Mükemmel kurduğu kaçış planlarının mükemmel engellere takıldığını biliyordu. Tenindeki pürüzlere benziyordu aklının planları. Evet, pürüz kalıyordu çünkü az evvel annesinden gelen mesajı unutamıyordu. Ve evet, gittiğinden bu yana bir kez bile konuşmadığı annesi yazmış, görüşmek istediğini söyleyerek oğlunun aklındaki uçurtmalarını serbest bırakmıştı.

____________

"O top öyle mi atılır kertenkele?"

"Ya!" Çığlık atan çocuk terlediği için kızaran yanaklarını şişirdi. Sonradan oyunlarına dahil olan Yibo ona oyunun başından beri kertenkele diye sesleniyordu ve öfkesinin Yibo'yu eğlendirdiğini bilmeden bağırıp duruyordu.

"Sensin kertenkele!"

Yibo tişörtündeki baskıda bukalemun olduğu için kertenkele dedigi kıza dil çıkarıp topu diğer çocukların gücüne uygun olacak şekilde karşıya yolladı ve takımını kurtarmak için ortada kalan son çocuğu da ayağından vurarak saf dışı bıraktı.

Yakan top oynadığı çocuklardan topluca hayıflanma seslerini duyduğunda yanında duran ve sayesinde oyuna dahil olan Ming jie'ye bakarak göz kırpmıştı.

"Ağlamayın veletler. Geçin kenara, sıra bizde. Akşama kadar top attıracağım size."

Oyun alanının ortasına geçerken durup sessizce peşinden gelen Ming jie'yi bekledi. Onunla hiç konuşmamıştı fakat ne hissettiğini elbette çok iyi biliyordu. Vicdanı, kopuk uçurtma gibi savrulan aklı ve ne yapacağını deliler gibi merak eden, hatta üzerine bahislere giren hayali yiboları hep bir elden ona bir karar yazmıştı. Ming jie ile daha fazla atışmayacak ve zaten suçluluk hissettiğini bildiği çocuğun üzerine gitmeyecekti. Bu kendi adına şaşırtıcı bir karar olsa da sabahtandır kaçındığı düşüncelerini kurcalamak istememişti.

Zaten sabahtan beri Bayan Hua ile öğretmen Yu'nun varlığında kaçabileceği bir yer aramış, en sonunda çocukların oyun oynadığı yeri bulmuştu. Bunu yaparken de köşede oturan Ming Jie'yi tutup peşinden sürüklemek fazla zahmet gerektirmemişti. Diğer çocuklar kendisini ilgiyle karşılarken Ming jie'ye aynı tepkiyi göstermemiş olsa da çocuklara bakıcılık yapan abileri Yun Chen hepsini Yibo'nun beceremediği bir ustalıkla onları barıştırmıştı.

Şimdi ise oynadıkları oyunda Yibo nedense hiç eğreti durmuyordu. Hatta epey eğlendigini, çocukların hepsine kendince bir lakap takarken içten içe keyiflenerek kıkırdayıp durduğunu söyleyebilirdi.

"Hadi hadi, sizi mi bekleyeceğiz."

Yanindaki Ming jie ve gözlükleri yüzünden minion dedigi hafif tombul çocuğu iyice yanına çekelerken itiraz eden diğer çocukları kenara çekip sessizce bir şey konuşan Yun Chen'e yeniden seslendi.

Oyun onun çağrısıyla başlamak üzereyken elini havaya kaldırıp bağırdı. "Minion'a dikkat edin. Yüzüne top gelirse yakarım çıranızı. Gözlük masrafını çıkartmak için hepinizi bahcede çalıştırırım bak ona göre."

Sözlerini gerçek sanan çocuklar itiraz ederlerken minion dediği çocuk da onun elinden tutup sevinmiş ve o sırada başlayan oyunun ilk kurbanı oluvermişti.

"Saymam banane!"

Yibo üzülerek kenara geçmeye hazırlanan küçüğü tişörtünün yakasından tutup yanına çekti. "Haber vermeden başladınız, saymıyorum."

İtirazlar yine yükseldiğinde gayet ciddi bir tavırla bağırmaya hazırlanıyordu ki Ming jie onun yerine konuşmuştu.

"Çizgiyi geçip attın topu gördüm, sayılmaz o!"

Yibo minion'u birakıp Ming jie'nin kısa saçlarını karıştırdı. "Aferin kerata." Diyerek onun konuştuktan sonra tereddüte düşen halini yüreklendirmek istemişti. Daha dün sayesinde ölümüne öfkeye boğulduğu çocuk o değilmiş gibi davranmasını kendisi bile garipsiyordu ama bu Ming jie için daha karmaşık geliyordu. Hatta öyle ki hazır cevap olduğu herkes tarafından bilinen ve onaylanan çocuk Yibo ona sıcakkanlı davranınca susup kalıyor ve utanarak başka yere bakmaya başlıyordu.

"Hadi artık başlıyoruz."

Yun Chen ilk atışı yaptığında Yibo rüzgarını kolunda hissettiği toptan kıvrak bir hareketle uzağa kaçtı. Aynı top hemen sonra yeniden kendisini hedef aldığında ise bu sefer yerden zıplayarak kurtardı kendisini.

"Hep bana oynuyorsunuz. Hainler!"

Koştururken bağırdığında Ming jie ve minion da onunla birlikte koşturmakla meşgul olduğundan bir şey dememişti.Sadece kendisi konuşuyordu. "Durun siz durun. "

Bunu dedikten sonra sırf kendisiyle aynı takımda olmamak için karşı tarafa geçen öfkeli kızın güçsüz kollarıyla attığı topu öne çıkarak kolaylıkla tuttu ve ona dil çıkardı. Topu tuttuğu için bacağına sarılan minion'un yamuk duran gözlüğünü düzeltip kazandığı canı kutlamak için Ming jie'ye doğru elini öne uzatmıştı.

"Çak bi beşlik." Ming bir ise bir ona bir de uzattığı eline bakmış ve çekinerek aynı şekilde kendisi de elini havaya kaldırmıştı.

Yibo oyuna dönmek üzereyken terlediği için yakasını havalandığı tişörtünden içeriye nefesini üfledi ve başını kaldırdığında oyunun başından beri sırtını duvara verip kollarını birbirine bağlayarak kendisini seyreden Zhan'ı fark etti. O an, onu gördüğü an hem oyun hem de her şey küçük bir toz bulutu gibi kaybolmuş gibiydi.

"İhtiyar!"

Oyunu bırakıp duvardan ayrılarak kendisine gelen adama doğru gitmek istediğinde kara bahtı ve kör talihi el ele vererek Yun chen'in attığı topu kafasına isabet ettirmişti. Yun chen diğer çocuklardan daha büyük olduğu için attığı topun gücü de büyüktü ve Yibo bu yüzden yere çömelip uyuşan kafasını elleri arasına almak da haksız sayılmazdı.

"Kafam koptu, kafam...benim güzel kafam."

Hemen başına biriken çocuklar ve yürümeyi bırakıp koşarak gelen Zhan ona seslendiğinde hissettiği küçük sızıyı abartarak ağlamaklı bir halde konuştu.

"Kırdılar kafamı Zhan efendi, al bak bırakıp gidersen beni böyle olur?"

Xiao Zhan onun acı çekmedigini fark ettiğinde rahatlayarak gülümsedi ve kafasını okşamak üzereyken çocuklar ondan önce davrandı. Küçük bedenlerin hepsi aynı Yibo'ya sarılmış, ağrıdığını söyleyen başını yine küçük elleriyle okşamaya başlamışlardı. Hatta Ming Jie bile sadece elini onun omzuna koysa da bu ritüele dahil olmuştu. Bu yaptıkları çocukların kim düşüp yaralansa ve kim ağlasa aynen uyguladıkları öğrenilmiş bir davranıştı. Hiçbiri yarım kalan oyunlarını düşünmemişti bunu yaparken. Hatta az evvel kertenkele dediği için ona bağırıp duran kız bile Yibo'nun yanağından çekiştirip tatlı tatlı sormuştu.

"Geçti mi?"

"Zhan ge?"

"Efendim Yibo?"

Yibo üzerinden çekilmeyen ve dört bir yandan sarmalandığı küçük bedenlere karşılık sakince mırıldandı. "Kurtar beni."

Çaresizce ağzından çıkıp giden yardım çağrısı Zhan'a ve Yun Chen'e kahkaha artırırken gözlüklü çocuk cevap alamadıkları için Yibo'yu yakasından tutup hevesle sordu.

"Yibo-ge! Geçti mi, gecti mi?"

Yibo sarsılan ve sarmalanan bedenini kurtarmak için aniden, "geçti!" Bağırdı ve ayağa kalkmak istedi. Ancak bunu yapmak üzereyken biraz önce sakince yanağını sıkan kızın birden tavır değiştirmesi, parmağını alnına koyup itmesiyle geriye düşmüş ve olduğu yere oturmak zorunda kalmıştı.

"Geçtiyse bebek gibi ağlama o zaman düdük."

Yibo şaşkınlıktan aralanan gözlerini kırpmadan alnını tuttu ve koşarak oyuna dönen çocuklara katılan kıza bakakaldı.

"Düdük mü dedi bu bana?"

Kendisine uzatılan ele tutunup ayağa kalkarken hayretler içinde sorsa da dikkatini kıza tam olarak vermemesinden nedeni büyük olanın gülümseyerek kendisine bakmasıydı. Ona bakarken hem oyunu hem de çocukları boş vermesi kaçınılmazdı çünkü büyük olanın yüzünün her milimini tıpkı onun kendisine yaptığı gibi seyrederken aklı gibi dertleri de ufalanıp ortalıktan toz olup gitmişti.

Güçlü bir uyuşturucu bile bedeninde onun bakışlarındaki tesiri yaratamazmış gibiydi. Gece yaşadığı her anı biter birer hatırlarken Zhan'a ait düşünceleri de sevgiyle kabaran yüreği gibi canlanmis ve düşüncelerine normal zamanda hiç olmayacak bir haller gelmişti.

"Zhan-ge?"

Seslenişi üzerine yavaşlayıp başını geriye çeviren Zhan dudağına çarpan nefesle irkildi ve kısa, yalnızca bir anına mal olan öpücükle sarsıldı. Korkak bir temastı, Yibo az ötede oyunlarını oynayan çocuklardan birisi onları görmesin aceleyle öpüvermişti büyük olanı. Ancak Zhan'ın böyle bir korkusu yoktu ve belinden tutup çektiği genci duvara yaslayarak öpmek onun için karşı koyulamaz bir eylem olmuştu. Dün geceden beri silip atamadığı düşünceleri, sonu yokmuş gibi yükselen arzusu kendisine daha sert olmayı ve Yibo'ya daha çok yaklaşmayı emrediyordu. Eli Yibo'nun tişörtünden içeri kaydığında umduğu sıcaklığı bulmuş ve parmaklarının yeni adresi bu seferde küçüğün gerilen teninde daha yukarısı, dün öpmekten perişan ettiği göğsü olmuştu. Yibo sırtını yaslandığı duvardan ayrılıp bedenini kendisine yaslarken aklına mukayyet olmak öylesine zor ki devam ederse ne yapacağını tam kestiremiyordu.

Bunun için hoyrat ve gerçek anlamda nefes kesici öpüşmenin sonuna istemeyerek geldiklerinde Zhan elini olduğu yerden aşağıya indirip dudaklarını uzaklaştırmıştı ondan. Yibo ise şaşkınlık yüzünden hafifce aralanan gözlerini birkaç kırpıştırıp mırıldanmıştı. "Oha."

Ağzında kaçan fısıltı Zhan'ı güldürdü ve gülüşü yüzünde kalırken baş parmağıyla Yibo'nun çenesini okşamaya başladı. "Biraz fazla oldu sanırım. Afedersin."

"Az ötede çocuklar olmasa ulu orta yerde şey yapa-"

Zhan baş parmağını çenesinden dudaklarına kaydırdı ve konuşmasına müsaade etmedi. Sakindi, bu sakinlikle birlikte içinde oradan oraya savrulan bir şeyler vardı ve bu zıtlığı da yalnızca Yibo'nun yaratabileceğini bilmek hoşuna gidiyordu.

"Hadi hazırlanalım. Seni bir yere..hayır iki yere götüreceğim."

"Ya öyle mi, nereye?" Yibo merakla sorsa Zhan ona istediği cevabı vermedi ve gülümserken elinden tutup yeniden yürümeleri için onu kendisine çekti. "Gidince görürsün, hadi."

Yukarı çıktıklarında Zhan doğrudan kıyafetlerin olduğu dolaba, Yibo da terleyen yüzünü yıkamak için banyoya yönelmişti. Oradan çıktığında ise büyük olanı elinden tuttuğu gömlekle garip bir heves içinde beklerken bulmuştu.

"Bunu giyer misin?"

Yibo onun uzattığı ama çok sık giymediği yeşil gömleğe bakarken sorgulamak maksadıyla tek kaşını havaya kaldırdı. Kafasının karıştığını gören Zhan ona doğru adımladı ve nereden geldiği bilinmeyen hevesiyle Yibo'nun eline gömleği bıraktı. "Ebruli bu sana çok yakışıyor. Hadi bunu giy, kırma beni."

Yibo onun ne olduğunu söylemeyeceğini anladığından ısrar etmedi.Eninde sonunda öğreneceğini biliyordu ve bu yüzden omuz silkip gömleği giymeye başlamıştı.Saçlarını düzeltmek için geri banyoya gittiğinde ise dayanamayıp oradan seslenmiş büyük olana.

"Ya bari bir ipucu verseydin."

Zhan pes etti ve durgun yüzündeki mimiklerinde bir değişiklik yapmadan düşünceli bir halde cevap verdi ona.

"Bir ziyaret Yibo, geç kalınmış bir ziyaret."

—----------------

Yibo arabadan indiğinde pantolonuna sıkıştırdığı gömleğin oradan kurtulan eteklerini yeniden içine sokmaya çalıştı ve ensesinden sırtına doğru düşen ter damlasının rahatsız edici hissiyle omuzlarını yukarı kaldırdı.Mezarlığın büyük kapısı önünde dururken nihayet Zhan'ın yol boyu devam eden garip tavrına ve kendisine özenle kıyafet seçmesine anlam verebilmişti.

Zhan ise o sırada biraz önden yürümeye başlamış,mezarlığın merdivenlerini inerken yol boyu hiç ara vermeden gülümseyen yüzünün hüzünle yeniden şekillenmesine müsaade etmişti. Yürürken ağlamak geliyordu içinden, meğer kapanmamış ama üzerini güzel bir örtüyle örtmüşüm diyordu yaralarına bakarak.

Yanyana duran mezarlara yaklaştığında aldığı derin soluğu işe yarar olmasa bile ciğerlerine davet etti.Taşlarda okuduğu isimler bir anıydı artık. Aklında anne ve babaya dair çok net zamanlar yoktu. Yüreğinde şimdilerde çok acıtmayan ılık bir izdi sadece. Silinen her şey yerini güzel ilişkilerle ve tüm kalbini alan bir aşka bıraksa da biliyordu. Hiçbir şey ailesini toprağa vermiş olmanın üzerini bütünüyle kapatamayacaktı. Ayda yılda bir yoluna düştüğü bu yer onu aynı hislerle kucakladıkça yetim olmanın hüznünü ruhuna iliştirdiği o yerde saklamaya devam edecekti.Farkındaydı, hiçbir şey yaşamamış olmak gibi bir şey yoktu hayatta, sadece bir şeylere rağmen ya da bir şeyler sayesinde devam etmek vardı.

"Ben geldim."

Elindeki çiçekleri toprağa bırakırken çatallanan sesini yutkunarak iyileştirmek istedi. Peşinden gelen Yibo da elinde tuttuğu diğer çiçekle ayakta beklese bile herhangi bir şey söylemeye dair gayreti yoktu. Sözlerin hükmü binlerce ölünün yattığı bir yerde geçmiyordu ve Zhan da sadece bu ziyareti geciktirdiği için sessiz bir özür mırıldanarak yeniden sessizliğe bürünmüştü.

Yibo ağlamayan fakat omuzları çökmüş, ılık yaz rüzgarının yüzündeki renkleri soldurduğu adamı seyretti bir süre. Xiao Zhan eskisi gibi melankolik, önceki kadar üzgün değildi belki ama yine de bir parça geçmişe dönmüş ve tüm kaybettiklerine selam vermişti. Bir süre beklemesi gerekiyordu; yaşanmış olanlar kadar yaşanmamış anıların da yas tutulmayı hak ediyordu çünkü.

"Anne ben mutluyum." Zhan toprağın üzerinde çıkan iki yabani otu sökerken söylemişti bunu. Mezarlar bakımlıydı çünkü belirli aralıklarla Bay Yang ve Bayan Hua tarafından ziyaret edildiğini biliyordu. Her şey için minnettardı. "Her şey için minnettarım ibaba."

Yibo elindeki çiçeği diğer mezara koyduğu sırada Zhan da konuşmasına devam ediyordu. "Hiç kızgın değilim, hatta sizin çocuğunuz olduğum için şanslıyım. Ama biraz üzgünüm, üzülmek mutlu olmanın ne demek olduğunu anlatıyor bana."

Xiao Zhan durdu. Gerçekten ağlamıyor olmasına şaşıp kalsa da boğazında bir ağırlık fırsat kolluyordu. Yeniden yutkunmuştu bu yüzden, gülümsemişti. "Sizin de mutlu olduğunuza inanıyorum. "

Aradan biraz zaman daha geçtiğinde Yibo Zhan'ın omzuna elini koydu ve Zhan onun elini tutarak anne babasına seslendi. "Bu kişiyi çok seviyorum anne. En çok onu seviyorum ve onu ne kadar sevdiğimi anlatsam sanırım yarın sabaha kadar sürer bu."

Yibo mezar taşlarına doğru selam verdi ve kendisini tanıttı. Ne hissettiğini tam bilmiyordu ama olduğu yer, az evvel duyduğu sevgi cümlesine rağmen onu yaralıyordu.Orada birkaç dakika kadar Zhan'ı beklerken kendi ailesini düşünmüştü.Tüm anıları ve peşine kuyruk olmaya bayılan bütün Yiboları zihninde sıraya girmiş onu bekliyordu.Gerçekten son böyle bir şey olacaksa geçmişte neden hırsını ve öfkesini silip atamamıştı ve neden böyle olmak zorundaydı?

Orada beklerken cevap veremeyeceği şeyleri sormanın faydasız olduğuna kanaat getirip zihnini arka plana attı. Elini Zhan'ın saçlarına uzatarak hep onun kendisine yaptığı gibi şefkatle saçlarını okşamaya başlamıştı. "Ben sabaha kadar dinlerim seni.Ne zaman istersen ve ne söylersen dinlerim."

Xiao Zhan kızaran gözlerine bileğini bastırdı ve gülümsedi ona. "Başını şişireceğim."

Yibo da gülümserken, "Olur." Demişti ve birlikte ayağa kalktıklarında parmaklarını büyüğün eline kenetlemişti . "Nasıl olsa alışkınım."

Zhan kenara bıraktığı üçüncü çiçek buketini eline alıp bakarken Yibo onun bir sonraki durağının neresi olduğunu tahmin ediyordu fakat sormamıştı. Bunu yapmak yerine sessizce peşinden onu takip etmiş ve önünde yürüyen adam öğretmenlik hayatına noktayı koyan öğrencisinin mezarının başına geldiğinde rüzgarın değişen yönüne karşılık iç çekmişti.

Xiao Zhan az öncekinden daha farklı duygular içindeydi şimdi. Ağlamak hala yoktu fakat huzurunu da yolda bir yerde kaybetmişti.

"Güzel kızım benim." Mezarın üstünde kuruyup kalan çiçek buketini çekip kendisininkini koyarken demişti bunu. "Burada yalnız kalmışsın."

Yibo yutkunmakta zorluk çekerken Zhan'ın da benzer bir halde olduğunu, olduğundan daha zayıf durduğunu görebiliyordu. Kendisini suçlamaları ne zaman son bulacaktı emin değildi ama bunu dindirmek, biraz olsun ona ortak olabilmek isterdi. Nasıl yapacağını ise hala düşünüyordu.

"Burada olmak yerine arkadaşlarınla oyun oynamalıydın oysa ki." Dedikten sonra elleriyle yüzünü kapatan adam en sonunda kafasını kaldırmadan son sözünü mırıldandı. "Seni kurtaramadığım için özür dilerim."

Xiao Zhan özürden başka söylenecek bir şey bulamadığı için değil ama konuşursa ağlamaya başlayacağı için sustu. Biraz daha bekledi, sonra ayağa kalkarak başına bekleyen Yibo'nun elini tuttu yeniden.

"Gidelim."

Yibo başıyla onaylayıp onun adımlarına ayak uydurdu. Yürürken birkaç kez arkasına dönüp yeni çiçeğiyle birlikte uzaklaşan mezara bakmıştı. Her anlamda üzücü buluyordu bunu. Ölmek kimseye, özellikle de çocuklara hiç yakışmıyordu.

"Nasılsın?" Diye sormuştu arabaya bindiklerinde. Aslında Zhan'ın üzgün olmasından değil ama bu duygulara kalbinde çok fazla yer ayırıp kendisini hırpalamasından korkuyordu. Onun gülümseyerek iyi olduğunu söylemesine de bu yüzden şüpheyle bakmıştı.

"Üzgün olmadığımı söylersem bu yalan olur. "Diye konuşan Zhan yoldan ayırdığı gözlerini iki saniyeliğine de olsa Yibo'ya çevirip onunla bakıştı. Yalnızca bakmak, Yibo'nun gözlerinden kendi gözlerine doğru anlamlı bir yol kurmak için yetse bile hislerinin lisanı olmaya hazır sözlerine de izin vermişti. "Ama sen varsın ve ben istesem de uzun süre üzgün kalamam yanındayken."

Yibo dudağının kenarına ilişen gülümsemeyle yola döndü yüzünü. Garip bir gün yaşıyordu. Durup düşünürse yolu bir sapağa dolanacak ve oradan çıkmak çok zor olacaktı. Bu yüzden düşüncelerinden dosdoğru koşarak kaçtığını söylemek yanlış olmazdı.

Sessizliği bölen telefon aramasından sonra Yibo önce kendi cebini yoklasa da Zhan cebinden çıkardığı kendi telefonunu ona uzattı; bakışları yolda olduğundan kimin aradığına bakmamıştı.

"Sen açsana, kulaklığımı almadım yanıma."

Yibo telefonu alıp ekrandaki ismi okudu. "Zhuocheng arıyor."

Zhan ona açması için onay verdiğinde istemeden yüzünde bir memnuniyetsizlik belirdi. Zhuocheng'i ilk gördüğü yer hala aklındaydı ve o günden kalan bir huzursuzluk aralarında ilişkiye hep bir gölge kondurmuştu. Bu hisler karşılıklıydı.

"Alo, Xiao Zhan'ın telefonu buyrun."

Zhuocheng afallayarak konuşacağı cümleyi yarıda kesti ve Yibo'ya kim olduğunu sordu. Sesinden tanıyamamış olması etrafındaki gürültü yüzündendi ama Yibo bunu bilmediğinden gözlerini devirmişti duyduğu soruya.

"Senin ihtiyarla aynı yaşta olduğunu unutmuşum. Hafızan bu yüzden geriledi demek. Olsun bunun için sana sonra zorbalık yaparım, şimdi ne diyeceksen de hadi."

Xiao Zhan sessizce gülerken Zhuocheng Yibo göremese bile az önce onun yaptığı gibi gözlerini devirmiş ve ona telefonu hoparlöre almasını istemişti.

"Xiao Zhan beni duyuyor musun?"

Xiao Zhan gözlerini hala yolda tutarken onu onayladı. "Duyuyorum, ne oldu?"

"Biz eve geldik. Siz de gelin. Hem söyle o Yibo'ya bana zorbalık yaparsa kedisini kaçırırım."

Yibo kaşlarını çatarak telefonu kendisine çekti ve gür bir sesle çemkirdi. "Ne kedisinden bahsediyorsun sen be! Bunun konuyla ne alakası var?"

Zhuocheng o sırada kendileriyle birlikte gelen Bay Wang'a baktı ve kucağında tuttuğu, Yibo'nun yüzsüz diye sevdiği kedinin tüylerini okşadı. Onun orada ne olduğunu tedirginlikle sorması hoşuna gitmişti. "Ne dediğimi duydun. Baban burada karşımda oturuyor, kedin de kucağımda. Sana hiç benzemiyor çok tatlı. "

Yibo bir şey demeden kapadı telefonu. Xiao Zhan'a baktığında kısa bir an göz göze geldiler ama ondan da çekti gözlerini. Babasının alakasız yerlerde ve zamanlarda hayatına dahil olmsına galiba alışması zor olacaktı. Üstelik onun gelmesinin, annesinin sabah ki mesajıyla alakalı olup olmadığı çıkarımını yapamıyor, bunun için sıkıntılı hissediyordu.

"Seni sahile götürecektim." Demişti Zhan. Yolculuk yaparken konuşmak ve düşüncelerine yakalanıp kalan Yibo'nun elinden tutmak pek iyi olmayacağı için bunu sahile oturduklarında yapmayı planlamıştı. "Ama sanırım bunu ertelememiz gerekecek."

Yibo cevap vermedi. Gözlerini kapattı ve giydiği için hiç pişman olmadığı gömleğin yakasını genişletmek için epey uğraşarak iki düğmesini açtı. Büyük bir zorlantı içinde olduğunu belli eden tavrı ona bakan Zhan için de zor geliyordu. Gergin olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yoktu ve yanındaki adam hep olduğu gibi o anda da Yibo'yu herkesin anlayabileceğinden daha fazla anlamıştı.

"Annenle alakalı bir mesele mi var?"

"Durdur arabayı."

Zhan beklemediği cevaptan sonra afallayarak cevap veremese de Yibo hızlıca az önce dediğini bir kez daha tekrarladı. "Durdur şu arabayı."

Öfkeli çıkan sesi için pişmanlık duysa bile üzerinde durmadı ve Zhan'ın ismini seslenip mecburen kenara çektiği arabadan dışarı attı kendisini. Uzun bir aradan sonra beklenmedik tepkileriyle şaşırttığı adam da ona ne olduğunu sorarak arabanın dışına adımladığında aceleyle yanına gitti ve gözlerinin içine baktı. Zhan onun öfkeli olmadığını o an anlayabilmişti.

Evet anlamıştı ama bir söylemekten daha çok onun bir şey söylemesini beklemişti bir süre. Yibo ise ona yaklaşarak sürücü koltuğuna kısa bir bakış attıktan sonra az evvel yangından mal kaçırır gibi aceleyle yapıp söylediği her şeyin aksine sakince sormuştu.

"Arabayı ben kullanayım mı?"

Zhan istemeden gerilen omuzlarını rahatlattı ve ciğerlerinde baskı yapan nefesini rahatlayarak bıraktı.Hala Yibo adına endişeliydi ve onunla konuşma ihtiyacı hissediyordu. Yine de buna rağmen gülümsemişti. "Bir şey oldu sandım, korkuttun beni. "

Yibo cevap vermek yerine yanağına küçük bir buse verdiği adama sürücü koltuğunun yanını gösterdi ve kendisi de sürücü koltuğuna geçti. Bunu yapar yapmaz yüzünde keyifli, hatta yaramaz sayılacak bir ifade belirse de o sırada emniyet kemerini takan Zhan bunu fark edememişti. Ziyanı yoktu çünkü Yibo hızını arttırıp eve gitmeyen yollardan birine döndüğü vakit ona ne yaptığını soran adama göz kırparak haylaz bir gülüş eşliğinde ne yaptığını söyleyecekti.

"Bu akşam eve falan gitmiyoruz. Kaçırıyorum seni."

●○●○●○●○●○●○●

Merhabalar!

Nasılsınız?

Yazım hataları olduğuna yemin edeceğim uzun bir bölümle geri döndüm. Gözlüğümü bilmem kaçıncı kez kaybettigim için yazım hatalarıma çok aldırmıyoruz ve gönlümüzden geçerse bir selam veriyoruz. Anlaştık ? :)

Son olarak söylemeden geçmek istemediğim bir şey var.

Yakın zamanda hikayemi bir başkasının profilinde, başka isimlerle gördüğüm bir an yaşadım.
Hikayem çalındığı için fazlasıyla öfkeliyim. O kişi hikayeye yapılan tüm yorumlara hikaye kendisininmiş gibi bir özgüvenle yanıt verirken ve bundan zerre rahatsızlık duymazken fark edildiğinde bana özür bile dilemeden hesabını kapattı gitti. Gerçi onu fark etmemem için bana engel atarak hikayemi yayımlayan birisi için fazla nezaket içeren bir davranış sanırım bu. Neyse. Hala arayış içindeyim, bir daha olmaması için uğraşıyorum. Eğer sizlerde denk gelirseniz lütfen hemen benimle iletişime geçin. Teşekkür ederim.

Görüşmek üzere🤍

Continue Reading

You'll Also Like

49.6K 2.4K 22
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
728K 60.5K 12
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook
111K 13.3K 35
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
111K 13.7K 59
Seungmin ve Chan eski sevgililerdir. Chan'ın yeni sevgilisi Seungmin'e "saçma" mesajlar atınca Seungmin Chan'a yazar.