drug lord

By taekooklarity

922K 65.6K 76.9K

Lord Kim Taehyung; bütün kötülüklerden sakındığı kalbinin güzeli Jeon Jungkook'u, kollarında bir sır gibi sak... More

lord'un ve jungkook'un instagram hesapları
drug lord tanıtım
1 : Hoşuma gittin.
2 : Bana hep hakaret et.
3 : Gül demeti.
4 : Kalp çarpıntısı.
5 : Oyun başlasın.
'6 : Güller ve şampanya.
'7 : Sen kendini ne sanıyorsun?
8 : Beni evime götür.
'9 : Dimitri, haddini aşma.
10 : Tava Squad.
11 : Beni önemsemiyorsun.
'12 : Başımı döndürüyor kokun, sokul yanıma.
'13 : Adım Kim Taehyung.
'14 : Beni kendine aşık ettin.
'15 : (M)ahvolmuş.
16 : Seni Seviyorum.
17 : Ceketin bende kalmış.
18 : Seni becermek için gün sayıyorum.
19 : Soyun. İşimiz bitince sana yeniden giydireceğim giysilerini.
'20 : Seni kendi(m)e aşık ettim.
'21 : Beni kendine alıştırdın.
22 : Lord apk sürüm.
23 : İhanet.
24 : İş kazası ve ödenmesi gereken bedel.
'25: İnsanlar değişebilir.
'26 : Baskın.
27 : Her şey bitti.
28 : Evlilik teklifi mi?
'29 : Her anın aklımda, her kıvrımın.
30 : Bilinmeyen Fanteziler?
31' : Bel oyuntuna ateşli öpücükler döşeyeceği(m). Kül olma sakın.
32 : Ufacık minicik bir ceza.
33 : Gelin Jungkook.
'34 : Bedenin bedenimin üzerinde olduğunda... Çarpışıyoruz güzelim.
35 : Onları üzerinde görmek istiyorum.
36 : "Pislikleri bir pislik gibi öldür."
'37 : Kalbi(m)in güzeli. Senin her zerren mükemmel.
38 : "En sevdiğine zarar vereceğim Lord."
'40 : Benim oğlumu, neden incittiniz?
'41 : Geceydi her yer ama sen yıldızımdın.
42 : Yıllar sonra biz.
43 : Hoş geldin Jimin.
44 : Yağmurlu günde gördüğüm yaralı çocuk.
FİNAL

'39 : Onu koruyamadım.

5.9K 675 682
By taekooklarity

Çağan Şengül - Çok Yazık
Sorry Idk - True Blue

Anlaşılmaz olduysa eğer mutlaka diğer bölüm anlayacaksınız, iyi okumalar dilerim. Bol yorum istiyorum, malum geç geldik. Hoş geldin hediyesi olsun bana :) 🩷

Yaşadığım onca şeyden sonra hâlâ bir kalbe sahip olmam, açıkcası beni hâlâ şaşırtıyordu. Sağlam olmayan her yerim, yara izlerinden geçilmeyen bedenim, aslında bir kalbimin olmadığını gösteriyordu.

Çünkü bu acıları yaşayan ben, bir kez olsun ağlamadım.

Bana ağlamak zayıflık dendi, ağlamadım. Ağlattım. Hoş, ben ağlamadığım için akması gereken gözyaşları yabancılardan aktı...

Küçük bir umuda bel bağlayan zayıf insanların canını tek bir kurşunla aldım. Tek işi bana hayatını adamak olan insanları yaşamdan kopardım.

Yaşamı olmayan ben, hayatı küçük bir kutudan ibaret olan ben... En büyük özgürlük sandım adımı, sanımı. Aslında bedenime takılan kelepçeydi. Doğduğum anda acımasızca takılan soğuk kelepçeler.

Hâlâ hissediyordum en derinlerimde. Bazen beni yokluyorlardı Canımı yaksalar da onları söküp atamıyordum. Mıhlanmış soğuk zincirler duvarlarımı zorluyordu. Ama bir milim bile kıpırdamıyorlardı.

Sonra büyüdüm. O zincirler canımı yakmamaya başladı. Çünkü acımı dindirecek başka şeyler vardı. Ömrümün sonuna kadar benimle olacak kimliğim, neredeyse dünyaya yetecek olan servetim, düşmanı çatlatacak derecede yakınlarım ya da yakın sandıklarım. Hepsini ezici bir güç olarak gördüm.

Atladığım bir şey vardı.

Histen yoksundum. Nefret buna dahil değildi. Evet, bir his çeşidi olabilirdi. Histen kastım, birine sevgi göstermek. Ona bakarken kalbinin amansızca çarpması, gözlerinin birden dolması ve ağzından sevgi sözcükleri dökülmesi. Ya da bu kadar dramsız olan; basit bir el ele tutuşma, göz göze gelme. Onun için heyecanlanma, endişelenme. Sayacak bir sürü şey vardı. Ama ben tek bir tanesini bile becerememiştim.

Benim Jungkook'um, kalbimin güzeli hayatımda olana dek.

Evet şimdi bu birden akın eden düşüncelerim, o uyurken gelmişti. İpek saçlarını her okşayışımda burnuma vanilyayla karışık çilek kokusu geliyordu. Yeni duş almasından kaynaklıydı elbette. Bana söylene söylene duşunu almıştı. Yatakta beyaz damatlığıyla uyuyakalmıştı birde.

"Neden Caesar ve sevgilisi bize bu saatte geliyor?"

"Onlara düğün dansımızı gösterelim mi?"

"Damatlığımla karşılasam geri giderler mi? Çok meşgul olduğumuzu anlarlar mı?"

Her konuşmasındaki kızgın yüzü aklımdan gitmiyordu. Dudaklarını ısırmamak için çok zor durmuştum. Şimdi de yanımda dudaklarını büzmüş, bacaklarını da karnına doğru çekmişti. Öyle uyuyordu sürekli. Nedenini bilmiyordum ama onun öyle uyuduğunu gördükten sonra bende öyle uyumaya başladım.

Gerçekten huzur verici bir pozisyonmuş.

Bacaklarımın uyuştuğunu hissettiğimde ayaklandım. Bugün hava bir garipti. Kızıla boyanmış ay, galiba bizi izliyordu. Kendisine benzetmek istediği şeyler var gibiydi.

Büyük pencereye doğru ilerledim parmak uçlarımda. Jungkook'ta aynı benim gibi küçük çıt sesine uyanır olmuştu çünkü. Uykusunu alamadığında huysuzlanıyordu, bebek derken şaka yapmıyordum.

Etrafı gözlerimle süzdüm. Görünürde bir anormallik yoktu. Asıl anormal olan da buydu aslında. Vladimir iki gündür sessizdi.

Onun ileri gidebileceği noktayı biliyordum. Bundan ölesiye korkuyordum. Gelse, kafama silah dayasa ona ağız dolusu gülerek bakardım. Ama, benim zaafımda gözü vardı.

O gözleri oymak için büyük bir hazırlık içerisindeydim.

"Efendim girebilir miyim?" Sesi odaya kadar gelen adamıma içimden küfür ettim. Kapıdan birazcık gözüken kafasını gördüğümde konuştum. "Ne diye bağırıyorsun? Siktiğimin evladı. Gel." Adamım korkarak içeri girdiğinde suratında mahçup bir gülümseme yer edindi. "Kusuruma bakmayın. Bay Caesar geldi."

"Geldiyse düzgünce söylebilirsin. Neden bağırıyorsun?"

"Biraz gerginiz bu aralar efendim. Kusurumuza bakmayın." Dediğinde gözlerindeki üzüntüyü gördüğümden pek üstüne gitmemeyi tercih ettim. Onlar da haklıydı. Üzerimizden kara bulutlar eksilmiyordu. Her seferinde ölümle burun buruna gelince psikolojileri bozulmuştu.

"Jungkook uyanırsa eğer, diğer damatlığını verme." -Jungkook ikisini de çok sevmişti. O yüzden ikisini de aldım.-

"Umm, beyaz olanı mı?"

"Hah..." Sinirlenmeyeyim dedikçe sanki bana inat aptal rolüne yatıyordu. "Beyaz sevmiyorum. Beyazı kendime yakıştırmıyorum. Sence hangisi benim olabilir?" Dediğimde panik oluşu gözlerimin kısılmasına neden olmuştu.

"Bay Jungkook ile yalnız kaldığımız zamanlarda bana hep şey derdi."

"Ne derdi?" Dediğimde konuşmasına devam edip etmemek arasında kaldı. Duruşunu düzeltmiş, kaşlarını çatmıştı. "O, cehennemin karanlık efendisi olsa da benim beyaz cennetim, meleğim olarak kalacak, demişti."

Arkamı döndüm. Jungkook'un yastığıma sarılıp uykusuna devam edişini gördüğümde dudak kenarım kıvrıldı. "Jungkook size çok aşık efendim."

"Biliyorum." Dedim omzunu sıvazlayarak. "Hadi, yürü. Aşağıya iniyoruz."

"Efendim bir şey daha diyeceğim." Gözündeki tedirginlik beni de tedirgin etmişti. "Söyle."

"Seokjin hyungu bugün sizin odanızdan alelacele çıkarken gördüm."

Merdivenden inerken adamımın dediği şey beni nedense yine işkillendirmişti. Kimseye güvenim kalmamıştı evet, ama Seokjin'e? Güvenim tam mıydı? Öyle mi sanıyordum? Hiç düşünmemiştim. Benim odamda ne olabilirdi ki? İçeriden ne alıp çıkmış olabilirdi ki?

"Lord. Ne düşünüyorsun?"

Merdivenin son basamağına basmadan önce Caesar'ın buz mavisi gözlerinde takılı kaldım. Ardında nice şeyler barındıran bu gözler eriyerek gitti Lee Won'da. İkisinin bakışmasını görünce konuştum. "Ne oldu?" Dediğimde Caesar yanıma yürüdü.

"Bilinmeyen bir numara bana bir şey gönderdi." Dediğinde kaşlarım istemsizce havalandı. "Ver telefonunu." Caesar onca boy bosa rağmen önümde kibarca eğilmiş ve telefonunu bana vermişti. Mesajlar kısmında en başta gözüken mesaja girdim.

Tavşan emojisi vardı. Bir saat aralığı yazıyordu.

"Caesar. Etrafa yayılan adamlarından haberler nedir?" Dedim. "Efendim her bir sokağa onar adamımızı yerleştirdim. Hepsi de üst seviyededir. Bir hareketlilik olduğunda beni arayacaklar. Endişelenmeyin."

"Sikerler endişeyi Caesar!" Sesim çok yüksek çıkmıştı. Lee Won oturduğu yerde dikleşmiş, ses soluk kesilmişti. Hiddetle olduğum yere çakıldım. Cümlenin devamını getiremedim, aklım tamamen Jungkook'ta kalmıştı. Neyseki yukarıda uyuyordu, birazdan yanına gidip onu kollarımın arasına almam gerekiyordu. Caesar, kendisini sevgilisinin önünde azarladığım için kafasını öne eğip benim konuşmamı bekliyordu.

"Burada. O pezevenk burada Caesar."

Tekrardan Caesar'ın telefonunu açtım. Mesajlar kısmına yeniden girdim. Saat aralığına baktım. 23.23 - 00.00.

Kafamı kaldırıp saate baktığımda beş dakika vardı. Bu normal bir şey değildi. Böyle bir saat yazıldıysa işin içinde bit yeniği olmalıydı. Vladimir'in sağı solu belli olmazdı. Zaten olmadığı için birçok kişiyi kaybettim.

"Caesar. Sevgilinin yanına geç ve yere eğil." Caesar suratıma donuk bir ifadeyle bakakaldı. "Neden diye sormayacağım, Lordum siz Jungkook'un yanına gidin." Babasının yadigarı olan silahı belinden çıkarttı. Şarjörünü kontrol edip yeniden konuştu. "Ben hallederim." Kafamı salladım.

Dört dakika kalmıştı.

Adamlarımı zaten organize etmiştim. Beni dışarıdan izleyen Soobin'e içeri gelmesini söyledim. "Gel Soobin, gel." Koşarak yanıma ulaştığında nefes nefese kaldığını görünce biraz zaman tanıdım dinlenmesi için. "Buyrun. Lordum sizin emirlerinizi bekliyorum."

"Dışarıdaki adamlarımıza söyle. Dört dakika sonra eğer kalplerinden vurulup ölmek istemiyorlarsa düzgünce çatışsınlar."

"Zira," Dedim konuşmamın bitmediğini duyurmak için.

"Bizzat verdiğim eğitimden bir sik anlamadıklarını düşünmüş olacağım. Bu da onların kafalarının uçmasına, beyinlerinin patlamasına neden olacak."

Soobin cesarete gelmiş, burun delikleri açılmış, başı dikleşmişti. "Emredersiniz!"

Üç dakika.

"Lordum, Jungkook'u koruyun." Her an her şey olabilir." Diyen Caesar, sevgilisini kollarının arasına almıştı. Onun yanında küçücük kalan Lee Won bana ters ters bakıyordu. "Bana bakma avukat. Sevgilin geldi beni boldu. Yoksa şu an Rusya'da rahat bir yaşam sürerdiniz." Dediğimde Lee Won yapmacık bir gülümseme sunmuştu. Ona bayık gözlerimle, mimik barındırmayan suratımla bakmaya devam ederken bulunduğumuz yerde birden elektirikler kesildi.

İki dakika.

Yukarıdan tıkırtılar işittim.

"Jungkook! Olduğun yerde kal!" Dememe rağmen hâlâ devam ediyordu tıkırtılar. Düşeceğimi bildiğim halde umursamadım. Evet, çok karanlıktı. Bulunduğum bölgede elektirikler bile gitmiş olabilirdi. "Caesar. Işığı kapat. Yerimizi daha da belirginleştirmek mi istiyorsun?"

Bir dakika.

Caesar sesini çıkartmadan telefonundan açtığı feneri kapattı. Artık gözüm karanlığa alışmıştı. Etrafı az da olsa seçebiliyordum. "Jungkook." Dedim merdivenin başlığını tutarken. "Yanına geliyorum." Dememe rağmen sesi çıkmamıştı. Gözlerim dolmuş, kalbim olduğundan hızlı atıyordu. "Jungkook ses ver güzelim. Hâlâ oradasın değil mi?" Devasa merdiveni yarıladığımda önümde siyah bir silüet belirdi. Ayakta durmakta zorlanıyordu.

"Jungkook. Bebeğim, korkma gel."

"Taehyung... Seokjin..."

O an Jungkook'un üzerime düşmesiyle merdivenden yuvarlanmaya başladık. Jungkook'a zarar gelmemesi için sıkıca sarıldım. Merdivenden çok hızlı yuvarlanarak yere ulaştık. Kırılan iki üç yerim vardı. Canım yanıyordu, önemsemedim. Asıl canım benim kollarımın arasındaydı. "Jungkook. Uyan sevgilim. Ne oldu sana? Soğuksun sevgilim. İyi misin? Üşüdün mü?"

Sesi az çıkıyordu. Olduğum yerde güç bela doğruldum. Karanlığın içinde, hiçbir şey göremiyordum. Kızıl ay bile bize ışığını göstermiyordu. Kabaca bir yere doğru ilerledim kucağımdaki Jungkook ile. "Lord! İyi misin?" Caesar'ın endişeli sesini duyunca dişlerimi birbirine bastırdım. Sızlandığımı duymaması gerekiyordu. "İyiyim. Bekleyin olduğunuz yerde."

Kucağımda yatan Jungkook, bana hafifçe tutundu. "Taehyung bana, bir şey yaptılar. Sırtımda... Sırtımda bir şey var. İğne gibi..." Dediğini anladığımda hemen sırtını elimle yokladım. Dediği gibi, iğne vardı. Muhtemelen narkozdu ya da ona zarar verebilecek bir şey.

"Siktir, siktir, siktir. Ne yapacağım ben? Ne yapacağım."

"Ne oldu? Lord! Ne oldu!"

Yirmi saniye.

"Seokjin." Kafama dayatılan silah namlusu beni korkutmamıştı. Sadece korkutan tek şey kucağımda olan kalbinin güzeli, Jungkook'umun olmasıydı. "Sende mi Seokjin?"

"Biliyordun demek." Dedi gevşek ağzıyla Seokjin.

Tükenmişliğin ortasında kalakalmıştım. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Caesar'ın önünü görmesini, düzgün nişan alıp Seokjin'i vurmasını diliyordum içimden.

Bir saniye.

O an, büyük bir patlama gerçekleşti. Jungkook'u korumak istedim. Ona sarıldım. Ama Seokjin'in kafamda beklettiği silah namlusu omzumda patladı. Acıyla inledim, kırık yerlerimin acısı da tetiklendi. Jungkook'u bırakmak istemedim. Ellerimi ondan ayırdı, yüzüme tekme attı, sırtıma da, karnıma da. Benden onu zorla aldı Seokjin. Bayılmamam gerekti. Bilincim açık olmalıydı. Etrafa doluşan adamlarım beni görmedi. Ateş etme sesleri kulağıma boğuk boğuk geliyordu artık. Neden bu kadar güçsüzleşmiştim? Onun sayesinde güçlenip kuvvet bulduğum, sevgilim ellerimin arasından yitip gittiği için mi?

Yoksa artık zamanı mı gelmişti veda etmenin?

Caesar'ın yanıma koşarak gelmesi gördüğüm son şeydi. Bunu görmek istemiyordum.

Belki de ben...

Jungkook'un saf gülüşünü görmek istiyordum.

sovme butonu 🤜🏼🤛🏼

Continue Reading

You'll Also Like

1M 87.3K 33
İki arkadaş. Biri homofobik, diğeri ise aşık.
563 53 10
Busan da Avukat olarak çalışan Kim Jisoo Ve Onun Müvekkili olarak bildiği Çocukluk Aşkı Kim Taehyung. Bakalım Neler Olacak? Doğru Kararlar İyi Okum...
90.2K 3.7K 31
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
915K 60K 42
Jungkook bir şekilde ship kitabı okumaya başlar. Seme: Jungkook Uke: Taehyung 12.12.18 #1-jungkook 05.06.19 #1-namjin 09.06.19 #1-hayrankurgu 20...