Kelebekler ' Jeno

Od agusTrd

1.3K 162 4.8K

"Eğer güzel bir kelebek yakalamak istiyorsan," dedi Jeno daha yeni merhem sürdüğü alnımın üzerine yara bandın... Více

'Karakter Tanıtımı
1'İlk Karşılaşma
2'Özgürlük
3'Olgun Velet
4'Eşsiz Bahçe
5'Yuva
6'Kelebek Yakalama Operasyonu
7' Jeno'nun Yanındaysan
9'Basit Şeyler
10'Bulutlar Üstümüzde, Rüzgâr Arkamızda
11'Motorlu Seksi
12'Gerçekler
13' Kâbus
14' Kuru Çiçek
15' Aldat(n)mak
16' Bir Veda Daha
17'Başarısız Operasyon
18' Yeniden
19'Yarı Yolda Bırakılmak
20'Bir Tek Sen Ve Ben
21' Büyülü An
22'Papatya
23'bir film sahnesi

8' Mingyu'nun Yanındaysan

67 8 233
Od agusTrd

Bölüm şarkısı:
Right here - Chase Atlantic


°°°

Eğer Mingyu'nun yanındaysan uyman gereken kurallar yoktu.

Mingyu sana öyle konforlu bir alan yaratırdı ki, özgür ve keyif alınan bir hayat ne demek bunu öğrenirdin.
En azından ben onun yanındayken böyle hissediyordum.

"Yani çorba yaptın ve geri evine mi gittin?" Diye sordu Jeno elindeki bardakları kuruttuğu havluyu omzuna atarken. Kafamı aşağı yukarı sallayıp az önce kuruttuğu uzun kokteyl bardağını rafa dizişini izledim. Bakışları bana geri döndüğünde elimdeki ıslak bardaklardan birini daha ona uzattım ve tekrardan havluyu alıp onu kurutmaya başladı.

Jeno dün okul çıkışına geldikten sonra konuşmamız son bulunca motoruna binip gitmişti ve ben eve gitme yolu boyunca Jaemin'in meraklı sorularına mazur kalmıştım.
Hayret verici bir şekilde birdenbire zengin ceo adam ve somurtuk minik kız hikayesini bir kenara atıp, seksi motorcu genç ve somurtuk minik kız hikayesine merak salmıştı.

Ve hemen ertesi gün, sabahın köründe Jeno beni arayıp uyandırınca, kahvaltı bile etmeden çıkıp kafeye gelmiştim. Birkaç gündür kapalı olduğu için Jeno eşyaları düzene sokuyordu ve ben de ona yardımcı oluyordum. Onun söylediğine göre aynı zamanda ilk aşkolog seansımı da alıyordum.

"Cidden velet. Orada kalmayı hiç düşünmedin değil mi?" diye sorunca kaşlarımı hızlıca çatıp,
"Kalmak mı? Neden adamın evinde kalayım?" diye sordum sinirle.

"Adam nişanlın olduğu için ve bakıma ihtiyacı olduğu için olabilir mi zekâ çeşmesi?" diye karşılık verdi o da aynı sinirle.

Derin bir nefes verip oturduğum yerde bağdaş yaptığım bacaklarımı çözdüm ve uyuşukluğunu gidermek için uzattım.

"Birdenbire bu kadar samimiyet fazla olurdu." dedim umursamaz bir tavırla kot pantolonumun üzerinden dizimi kaşırken.

"Neden fazla olsun ki? Sonuçta ona aşık olmaya çalışıyoruz. Aman, çalışıyorsun." Jeno'nun söylediğine kıkırdayınca elindeki havluyu kavrayıp yalandan omzuma vurdu.

"Bardak ver. Çok konuşma."

Yanımdaki tepsiden bir bardak daha uzattım.

"Bu defalık hastalık sayesinde buluştuk. Bir daha nasıl buluşacağız? Mingyu neredeyse her gün akşamlara kadar çalışıyor." diye sorduğumda Jeno gözlerini raflarda gezdirip bir süre düşündü.

"İş yerine gidemez misin?" diye sorduğunda abartıyla ellerimi havada salladım.

"Yok, hiç o ortama girmeyeyim." sonra birdenbire aklıma gelen şeyle elimdeki yeni bardağı ona uzatırken duraksayınca Jeno da elini uzatmış bekler bir vaziyette duraksadı.

"Ne oldu?"

"Geçen gün Mingyu telefonda bir iş ortağının düğününe gideceğini söylemişti. Bana eşlik etmek ister misin demişti ama bu cümlenin aynısını kurmuştum ona."

Jeno büyük bir umutsuzlukla derin bir nefes verip elindeki havluyu tezgahın üzerine bıraktı.

"Sen cidden iyi misin? Zaten amacımız nişanlına yakın durman. Nasıl kabul etmezsin?"

Omuzlarımı silkerken, "Dedim ya, öyle ortamları sevmiyorum." dedim. Jeno dudaklarını birbirine bastırıp elimdeki bardağa uzandı ve sertçe elimden çekti.

"Ara şimdi hemen. Düğün geçmediyse gitmek istediğini söyle."

Yüzümü buruşturup tekrar omuzlarımı silktim. "Hayır ya, çok gerilirim ben."Jeno ile aramızda sinirli bakışma geçtikten sonra,

"Sen bu adama aşık olmak istediğine emin misin? Hayır her fırsatta ona yanaşmak yerine kaçıyorsun da." diye çıkıştı. Sıkıntılı bir nefes verip önümdeki tepsiyle oynamaya başladım.

"Gerçekten elimden geleni yapıyorum. Sadece kalabalık ortamları sevmiyorum. Üstelik Mingyu'nun yanında olduğum için çoğu insanın gözü benim üzerimde olacak. Zaten öyle bir ortamda nasıl bir yakınlaşma geçebilir ki aramızda?"

Jeno söylediklerimi büyük bir ciddiyetle dinledikten sonra elindekileri bırakıp üzerine çıktığı tezgaha oturdu ve bacaklarını aşağı sarkıttı.

"Bir erkek için bu tür şeyler önemlidir velet." dedi işaret parmağını havaya dikeltip. "Sen kendi isteğinle orada Mingyu'nun yanında duracaksın. Basit bir şey gibi görünebilir ama aslında çok anlamlı."

Yüzümü anlamsızca buruşturdum. "Nasıl yani?"

Jeno bana daha fazla katlanamıyor gibi gözlerini devirdikten sonra,

"Oraya Saram olarak gitmeyeceksin. Mingyu'nun nişanlısı Saram olarak gideceksin. Herkes sizi görecek,aranızdaki şeyi görecek. Bir erkek için bu histen daha güzel bir şey var mıdır?"

"çok saçma." dedim fikrimin arkasında durarak. "Zaten bilmesi gerekenler aramızdaki ilişkiyi biliyor. Hem Mingyu'nun böyle düşüneceğini sanmıyorum."

"Bence de saçma." dedi Jeno tek omzunu havaya kaldırarak. "Ben sevdiğim kadını insan içine çıkartmak istemezdim. Aksine, sadece ben bileyim benimle olduğunu. İkimiz bilelim yeter." Jeno'nun ağzından çıkan her kelimeyi, onları söylerken yüz ifadesinin aldığı şekle kadar inceledim. O konuşurken ona öylesine dalmıştım ki sonrasında birkaç şey daha söylemişti ama dinlememiştim.

Bunu fark ettiğimde kafamı kendime gelmek adına hafifçe iki yana salladım

"Ama hiçbir zaman bir başkasının ne düşündüğünü bilemezsin. Biz şansımızı deneyelim. O düğüne gideceksin velet."

Sonunda pes edip bıkkın bir nefes verdikten sonra, "Peki. Sen ne diyorsan o olsun aşkoloğum." dedim. Jeno beni kafasıyla onayladıktan sonra gülümseyip ayağı kalktı ve işine devam etti.

"Haydi ara. Hoparlöre de al ben de dinleyeceğim."

Jeno'nun bu olayda neden bu kadar ısrarcı olduğunu merak ettim ama daha fazla uzatmamak adına telefonumu pantolonumun arka cebinden çıkarıp Mingyu'yu aradım. Birkaç çalıştan sonra telefon açılınca bacaklarımı kendime çekip bağdaş kurdum.

Telefon hoparlördeyken ve Jeno ikimizi duyuyorken konuşmak garip hissettirmişti ama bunu Jeno'ya belli etmemeye çalışacaktım.

"Efendim Saram?" Mingyu'nun resmi karşılamasını duyunca kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Gözlerimi hâlâ bardaklarla uğraşan Jeno'ya çevirip,

"Mingyu, müsait değil misin?" diye sordum. Her zaman kullandığı sevgi sözcüklerini kullanmadığına göre resmi bir ortamdaydı.

"Toplantıdaydım güzelim." derin bir nefes verdiğimde Jeno ile göz göze gelmiştik. Etkilenmiş bir şekilde dudağını büzüp kafasını aşağı yukarı salladı.

"Tamam ben sonra ararım seni." dediğimde Mingyu,
"Önemli değil, çıktım şimdi odadan. ne oldu?" diye bir çırpıda sorunca duraksadım. Bu sırada Jeno ellerini havada ileriye doğru sallayıp beni onaylayınca stresle,

"Hani sen, bir davetten bahsetmiştin." diye cümleme başladım. Ama kelimelerimi tekrar toparlayamadığımda devam etmem için,
"Hıhım," diye mırıldandı Mingyu.

"Düşündüm de, seninle gelebilirim aslında. Hem bana da değişiklik olur."

Cümlem bittiğinde stresle baş parmağımın etlerini ısırmaya başladım. Neden bu kadar stres yaptığımsa muammaydı. Halbuki şuan hissettiğimin aksine evine gittiğim günden itibaren artık Mingyu'nun yanındayken daha rahat hissettiğimi düşünmeye başlamıştım.

Karşı taraftan önce bir kıkırtı sesi geldi. Mingyu'nun gülüşü gözümde canlanmıştı bile.

"Sen nasıl istersen. Düğün yarın olacak. Ben iş çıkışı gelir seni alırım, oradan gideriz."

Onay almak için başımı Jeno'ya çevirdiğimde baş parmağını havaya kaldırıp kafasını aşağı yukarı salladı.

"Tamam, sen bana kaçta olduğunu ve ne zaman çıktığını mesajla yazarsın. Tutmayayım seni daha fazla. Görüşürüz. "

"Tamamdır, görüşürüz sevgilim."

Telefonu kapattığımda tekrar Jeno'ya baktım.

"Vay be." dedi hâlâ yüzündeki o etkilenmiş ifadeyi silmeden. "Sen aradığın için toplantıyı mı terk etti o az önce?"

Gözlerim tekrar telefona kayınca bu gerçekle yanaklarımdan sıcak bir dalganın geçtiğini hissettim. Mingyu'nun bana prenses gibi hissettirmesi beni mutlu ediyordu ama bir başkasının bunu fark etmesi utandırmıştı.

"Bu adam daha senin için ne yapsın? Hm?"

Oturduğum yerden kalkarken göz devirip, "Etrafımdaki herkes Mingyu hayranı kesildi başıma." diye mırıldandığımda Jeno, "Tesadüfe bak, tam da senin olman gerekirken." dedi bir elinin tersini yalandan bir şaşkınlıkla diğerinin avuç içine vururken. Bu sırada ağırlığını tek bacağının üstüne vermiş, tek kaşını da havaya kaldırmıştı.

Gözlerimi bu defa daha fazla devirip sandalyenin üzerindeki ceketime uzandım.

"Hayran olmadığımı kim söyledi? Sadece aşık değilim."

Kot ceketimi kollarımdan geçirip altında kalan uzun saçlarımı elimle dışarı savurduktan sonra yakamı düzelttim ve telefonumu geri arka cebime koydum.

"Ben gidiyorum. İlk seansım burada bitti galiba?" diye sorduğumda Jeno havluyu tuttuğu elini havada salladı.

"Git git. Şimdiden elbise seç kendine. Yarın yıldız gibi parlaman lazım. " Jeno'nun yapmacık bir ses tonuyla söylediği şeye yüzümü korkunç bir şey duymuş gibi buruşturunca küçük bir kahkaha attı. Gülüşü bulaşıcı bir hastalıkmış gibi bana da bulaşınca kocaman bir gülümsemeyle el sallayıp kafeden çıktım.

Yarın beni nelerin beklediğini merak ediyordum.

°°°

Gerçekten dün Mingyu'yu ararken ne düşündüğümü bilmiyordum.
Bunu nasıl hatırlayamazdım?

Benim elbisem yoktu ki.

Ellerimi bel boşluklarıma yerleştirmiş bir şekilde gardıropuma bakarken omuzlarımı düşürerek sıkıntılı bir nefes verdim.

Hayatım boyunca bu tür davetlere veya düğünlere süslenip gitmemiştim. Ve doğal olarak bugüne uygun kıyafetim yoktu. Birkaç sade ve şık elbisem vardı, ama bazısı küçülmüş, bazısıysa bir düğüne göre fazla şık ve ucuzdu.

Üzerimdeki açık kahve mini elbiseyi incelerken bunu ne zaman aldığımı düşündüm. O bile aklıma gelmiyordu.
Jeno'yu dinleyip dünden elbise seçmeliydim.

Umudum tamamen kesilmişti. Annemin gardırobunu araştırmayı bile düşünmüştüm ama hem bedenlerimiz uyuşmuyordu, hem de onunla aile yemeğinden beri konuşmamıştım.

Çalışma masamın üzerindeki saate baktığımda gözlerim sonuna kadar açıldı. Mingyu'nun gelmesine çok az kalmıştı.
Mingyu işten çıkıp beni alacaktı ve onun hazırlanması için evine gidevektik. Düğün salonu onun evine yakın olduğu için oraya gidip birdaha beni almak için geri dönmesin diye.

Avuçlarımı yüzüme bastırıp sessiz çığlıklar atarken yanımdaki telefonum titreyince çaresizliklegelen bildirime baktım. Mingyu olduğunu düşünmüştüm ama Jenoydu.

"Durum bilgilendirmesi yap velet, ne durumdasın?"

Sıkıntılı bir nefes verip telefonu elime alırken Jeno'nun numarasını hâlâ kaydetmediğimi fark ettim. Önce numaraya tıkladım. Bir süre ne yazacağımı düşündükten sonra aklıma gelen şeyi sırıtarak yazdım ve numarayı kaydettim.

"Durum çok kötü doktor. Çok çaresizim."

"Sorun ne?"

"Giyecek bir şeyim yok"

"Hadi ama, ben de bir şey oldu sandım. Bunları takacak bir kıza benzemiyordun."

"Hayır. Ciddi anlamda yok. Gerçekten. Benim elbisem yok."

"Ne? Ciddi misin? E ne olacak peki? Ben de giyindiysen fotoğraf at puanlayayım diyecektim."

"Şu durumda şaka yapar mıyım sence? Gayet ciddiyim."

Yanaklarımı şişirip sıkıntılı bir nefes verirken gözlerimi çaresizce her yerinde saçılmış elbiseler olan odada gezdirdim. Tam o sırada gözüm dolabın üzerindeki pembe kadife kutuya takılınca çatılan kaşlarım yavaşça gevşedi. Sonrasında elimdeki telefonu yanıma bırakırken gülümseyerek ayağı kalktım.

Tabii ya, bir tane elbisem vardı.

Heyecanla çalışma masamın sandalyesini dolabın önüne ittim ve üzerine çıkıp pembe kutuya uzanmaya çalıştım. Uzun uğraşlar sonucu dev kutuyu kavrayıp yatağımın üzerine indirdiğimde parmaklarımı umutla birbirine geçirip gözlerimi yumdum.

"Lütfen, lütfen güzel bir şey ol." diye fısıldadım kendi kendime.

Bu elbise, Mingyu'nun bana hediyesiydi. İş için Fransa'ya gittiğinde vitrinde görüp bana yakışacağını düşündüğü için aldığını söylemişti ama o zamanlar ona karşı tavırlı olduğum için kutuyu açmamıştım bile. Annem bunu oraya kaldırmış olmalıydı.

Alt dudağımı stresle ısırırken pembe kutunun üzerindeki beyaz kurdalyeyi söktüm ve kapağını yavaşça kaldırdım.

Tek gözümü kırpıp kutunun içindeki bez parçasına korkuyla bakarken gördüğüm şey nefesimi tutmamı sağladı.

Bir süre öylece beyaz kumaşı izledikten sonra kapağı yatağa fırlatıp elbiseyi kutudan çıkarttım ve incelemek için önüme tuttum.

Bu çok güzeldi.

Sade ve güzel.

Mingyu'nun benim tarzımı bu kadar iyi bilmesi her ne kadar beni şaşırtsa da aslında kutuyu gördüğümde bir o kadar da bu elbiseyi giyeceğimden emindim.

Beyaz, yumuşak tül elbiseyi göğsüme bastırıp aynaya döndüm ve kendimi süzdüm.

Tamam, bu elbise olurdu işte. Ne çok abartı, ne de çok sade.


Saati bir kez daha kontrol ettiğimde daha az zamanım kaldığını gördüğümde aceleyle etrafa saçtığım kıyafetleri topladım önce. Sonrasında beyaz mini elbiseyi üzerime geçirip uzun uğraşlar sonucu fermuarını çektim.

Aynaya tekrar baktığımda elbisenin bel kısmının beni biraz sıktığını fark etmiştim ama sıkıntı değildi. Üzerimde çok güzel duruyordu.

Kollarımı hafifçe iki yana açıp kalçamı sağa sola salladığımda minik eteğin havalandığını görmem kendi kendime gülümsememe neden olunca aynadaki yansımamla göz göze geldim.
Derin bir nefes verirken gülüşüm yavaşça küçüldü ama tamamen silinmedi.

Böyle küçük şeylerle mutlu olmak, çok güzel bir şeydi. Düşündüğümde, annemle iletişimimi kendi çapımda olsa da kesmem bana iyi gelmişti. Onun bilgisi dahilinde olsa da evden uzak ve kendi istediğim şeyleri yapmak bana gerçekten iyi geliyordu. Ne olursa olsun son karne tatilimi güzel geçirecektim.

Elbisenin kol kısımlarını düzeltip göğüs kısmının da tam üzerime oturmasını sağladıktan sonra çekmecemden düzleştirici ve maşa çıkartıp aynanın önüne geçtim. İlk defa süslenmeyi böylesine istiyordum. Mingyu, davet veya bir başkası için değil.

Kendim için.

Kendim içim yeni ve küçük şeyler yapmayı öğreniyordum.

Önce düz ve ince saçlarımı maşayla dalgalandırıp hacim kazandırdıktan sonra onları emanet bir şekilde toplayıp oldukça sade ama bakımlı gösteren bir makyaj yaptım. Ten rengimle uyuşan koyu pembe ruju da dudaklarıma sürüp parmağımla dağıttıktan sonra, saçlarımı açıp makyaj masamdan kalktım.

Tekrar boy aynasının karşısına geçtiğimde dalgalı saçlarımı iki yana salıp elimle hacim vermeye çalıştım.
En sonunda kendimi süzdüğümde, sonuçtan oldukça memnundum.

Gözlerim hâlâ yatağın üzerindeki telefonuma takıldığında gerçekten Jeno'ya fotoğraf atıp atmamam gerektiğini düşündüm ama daha sonra bunun saçma olacağı kanısına varıp vaz geçtim.

Son olarak gardırobumdan krem, dolgu topuk ve bilekten kemerli bir ayakkabı çıkartıp giydiğimde aşağıdan annemin sesini duydum.

"Saram! Hazır değil misin kızım? Mingyu geldi." hızlı bir nefes verip kendimi son kez aynada süzdükten sonra krem rengi çantama hâlâ ekranını yaptırmadığım telefonumu ve dudağıma sürdüğüm ruju atıp aşağı indim.

Dolgu topukların merdivende bıraktığı tok ses yankılanırken gözlerimi salonda gezdirdim. Mingyu'nun bana arkası dönüktü. Tekli koltukta oturmuş annemle sohbet ediyordu. Annem beni gördüğünde kaşları hayretle havaya kalktı. Sonrasında memnuniyetle gülümsedi.

"Güzel kızım benim, çok güzel olmuşsun." ona asla samimi olmayan bir gülüş atarken Mingyu'nun bana dönüşünü izledim. Gözleri önce yüzüme, sonra üzerimdeki elbiseye uğradı. Dudaklarının arasından kesik ama hızlı bir nefes kaçarken kirpiklerini kırpıştırarak beni izlemeye devam ediyordu.

Ona doğru yürürken çantamın kulpunu sıkıca kavrayıp küçük bir tebessüm sundum.

"Gidelim mi?"

Mingyu gözlerini üzerimden zorlukla çekip gözlerime baktığında kafasını belli belirsiz salladı.

"Gidelim,gidelim."

Sertçe yutkunup arkasını dönerken gülüşünü zar zor tuttuğunu görebiliyordum. Anneme bakıp kısaca vedalaştıktan sonra evden çıkınca ben de annemin nasıl durmam gerektiği ve ne yapmam gerektiğini içeren emirlerini dinlemeden peşinden çıktım. Birkaç adım arkasından yürürken birdenbire durup arkasını döndü.

Tekrar bakışlarını elbiseye indirdiğinde,
"Bu elbise..." deyip duraksayınca,

"Senin aldığın elbise." Diye tamamladım lafını. "Bugün açtım kutusunu ilk defa." itirafım Mingyu'yu şaşırtmıştı ama belli etmemeye çalışarak yavaşça çenesini kaşıdı.

"Bu hayal ettiğimden bile güzel. Çok. Çok güzel olmuşsun."

Yavaşça bana doğru yaklaşıp altın sarısı yüzüklerle süslediğim parmaklarımı kavradı. Elimi dudaklarına yaklaştırdıktan sonra dudaklarını kırılgan bir cama bastırır gibi tersine bastırdı.

Geri çekildiğinde kısılmış gözleriyle göz göze gelince kalbimin teklediğini hissettim.

"Teşekkür ederim." dedim kısılan sesimle. "İltifat için de, elbise için de. Yine kurtarıcım oldun bugün."

Mingyu karşılık olarak klasik gülüşünü sunduğunda tuttuğu parmaklarıma kendi parmaklarını geçirdi ve birkaç metre ötemizdeki arabaya doğru yürümeye başladık.

Mingyu'nun hızlı araba kullanışından mı yoksa benim içimdeki gereksiz heyecandan zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımdan mı bilmem ama onun evine kısa sürede varmıştık.

İçeri girdiğimizde mutfağa gidip çantamı ada tezgaha bıraktım ve hemen bana doğru koşan Hank'i kucakladım.

Mingyu da arabanın anahtarını ve telefonunu çantamın yanına bıraktıktan sonra,

"Bir duş alıp üzerimi değişeceğim. Rahatına bak güzelim." dediğinde onu kafamla onayladım.

Tekrar Hank'e dönüp bir süre tüylerini okşamaya devam ettim. Sonrasında aklıma gelen şeyle diz çöktüğüm yerden doğrulup Mingyu'nun az önce çıktığı merdivenlere dönüp,

"Karnın aç mı? Gitmeden önce bir şeyler hazırlayabilirim!"  Diye bağırdığımda yukardan,

"Hayır değilim, sakın uğraşma, otur sadece!" diye seslenince omuzlarımı silkip Hank'i kucağıma aldım ve kalçamı tezgaha yaslayıp kelimenin tam anlamıyla onu mıncırmaya başladım. Sonrasında onunla fotoğraf çekmek istediğimde telefonuma bakındım. Telefonumun çatlak ekranını gördüğümde yüzüm hüzünle düştü. Kameram da kullanılmaz haldeydi. Sonrasında hemen elimin altındaki Mingyu'nun telefonunu görümce gözlerim merdivenlere takıldı.

Bence onunkinden çekmemi sorun etmezdi.

Telefonu alıp kamerayı açtım ve Hank'in öptüğümde bulaşan rujumla pembe olan yanağını yanağıma yapıştırıp birkaç tatlı poz yakaladım. Sonrasında Hank yanağımı yalamaya başlayınca huylanarak kahkaha atarken birkaç poz çektim. Farklı pozlardan sonra daha fazla yer kaplamaması için telefonu ve Hank'i yerine bıraktım.

Bu sırada yukarıdan su sesi geliyordu. Derin bir nefes verip ellerimi arkamda birleştirdim ve Mingyu'nun evini incelemeye başladım. Mobilyaların çoğu gri ve siyah ağırlıklıydı. Mingyu'nun güzel ve modern bir tarzı vardı.

Sonrasında gözlerim televizyon vitrinindeki pembe çiçeklere takıldı. Onlara doğru yaklaştığımda toprağının nemli olduğunu görünce gülümsememe engel olamamıştım. Daha önce Mingyu'dan başka evinde çiçek büyüten bir erkek görmemiştim.

Tüm salonda sıkıntıdan bir tur attıktan sonra su sesi kesilince yukarı çıkıp çıkmamakta kararsız kaldım. Mingyu'nun müsait olmama ihtimalini düşünerek bir süre daha oyalandıktan sonra yavaş adımlarla ilk defa evin üst katına çıktım.

Geniş koridorda Mingyu'nun odasını ararken gözlerim diğerlerine göre farklı renkte olan bir kapıya takıldı. Onun odası burası olmalıydı. Hafif aralık olan kapıdan içeriyi süzerken yanlış bir şey yaptığımı düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum ama ayaklarım geri de gitmiyordu.

Kapıyı birkaç kez tıklattıktan sonra Mingyu'ya seslenip,
"Müsait misin?" Diye sorduğumda içerden "Gel sevgilim." dediğini duyunca kapıyı yavaşça aralayıp içeri girdim.

Gözlerimi kocaman odada gezindiğinde kaşlarım hayretle havaya kalktı. Mobilyalar yine gri ve siyah ağırlıklıydı. Açık mavi kağıt süslü duvarlardaysa birkaç resim tablosu vardı. Yine gördüğüm diğer erkeklere göre odası oldukça düzenliydi.

"Buradayım." sesin geldiği yöne baktığımda odanın sol en arka köşesindeki bir diğer kapıdan geldiğini gördüm. Burası banyo olmalıydı.

Kapının önüne gittiğimde açık olduğundan lavabonun önündeki Mingyu'yu birkaç adım öteden süzdüm.
Üst vüducu çıplaktı ve altında sadece emanet lacivert bir eşofman vardı. Vücudu ve saçları hâlâ ıslaktı. Saçlarının ön kısmındaki birkaç tutam alnına düşmüştü ve bu görüntü çok güzel görünüyordu. Gözlerimi utançla kaçırıp banyoyu incelemeye başladım ama bakışlarım elimde olmadan tekrar Mingyu'ya dönüyordu.
Oldukça yapılı ve güzel bir vücudu vardı.

"Bana yardımcı olmak ister misin?" dediğinde ne dediğini anlamak için tekrar ona baktım. O sırada elindeki jileti görünce kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.

"Bugün tıraşımı sen yapmaya ne dersin?"

"Ben mi?"

Mingyu kafasını aşağı yukarı salladı.

"Eğer istiyorsan tabii ki."

Dudaklarımı birbirine bastırıp bir elindeki jilete, bir de çenesindeki yeni yeni çıkmaya başlamış minik sakallara baktım.

"Becerebilir miyim ki?" Diye sorduğumda dudaklarını büzdü.

"Ellerinin nasıl fırça tuttuğunu gördüm. Resim çizmek bundan bin kat daha zordur inan."

"Aynı şey değil." dedim hızla. "Ya bir yerini kesersem?" bunun düşüncesi korkuyla omuzlarımı sallamama neden oldu.

"Hiç sanmıyorum. Kessen bile önemli değil."
Mingyu kafasını eğip cevap vermemi bekledi ama ben hâlâ endişeyle onu kesme ihtimalini düşündüğüm için benden bir çevap alamayınca aynaya döndü.

"Pekâlâ, ısrar yok."

"Yapacağım." dedim birdenbire gelen cesaretle. Birkaç adım atıp ona yaklaştım ve derin bir nefes verdim.

"Denemek istiyorum." Nedense birden bu fikir hoşuma gitmişti. Heyecanla gülümseyip Mingyu'nun yanında durduğumda o da gülümseyip bana döndü.

"Nasıl yapacağım?" Diye sorunca Mingyu, hiç beklemediğim bir şey yapıp elindeki Jileti lavabonun yanına bıraktı ve bana yaklaşıp ellerimi koltuk altlarıma yerleştirdikten sonra ben ne olduğunu anlamadan beni tezgaha benzer olan mermer lavabonun üzerine oturttu.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken düşmemek için ellerimi onun hâlâ ıslak olan omuzlarına yerleştirdim.

Mingyu tepkime kıkırdayıp sağ üst köşedeki dolaba uzandı ve içinden bir şey çıkardı. Bu sırada bana oldukça yakın olması vücudumdan bir ürperti geçmesini sağlamıştı.

Geri çekildiğinde elindeki tıraş köpüğünün kapağını açtı ve,
"Önce ben bunu süreceğim. Sonra sen-"diye cümlesine başlayacağı sırada köpüğü elinden çekip lafını yarıda kestim.

"Ben yapacağım. Bugün bütün tıraşın benden." deyince Mingyu küçük bir kahkaha atıp, "hadi bakalım." dedi.

"Bence buradan sağ çıkmak için dua et." derken ben de otuziki diş sırıtıyordum. Garip bir şekilde bunu yapmak için heyecanlıydım.

"Gel bakalım." deyip köpüğü havaya kaldırdığımda Mingyu dudaklarını birbirine bastırıp avuçlarını beni arasına hapsedecek şekilde iki yanımdaki mermer tezgaha yasladı ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.

Pürüzsüz cildini bir süre inceledikten sonra tıraş köpüğünü çalkalayıp boşta olan elime hafifçe sıktım. Beyaz ve pofidik köpük elime aktığında yüzüme bulaşan gülümsemeye engel olamıyordum.

Elimdeki köpüğü havaya kaldırdığımda rahatça sürebilmem için Mingyu çenesini bana doğru kaldırdı. Köpüğü yavaşça sağ yanağına sürüp sakal olan her yere yaydıktan sonra aynı işlemi diğer yanağına ve çenesine de uyguladım.

Köpükle işim bittiğinde elimi jilete uzattığımda Mingyu hemen kavrayıp üzerindeki korumayı açtı ve bana verdi.

"kılların ters yönüne doğru sürmelisin. Çok bastırma ama çok hafif de sürme." Diye bilgilendirdiğinde kafamı aşağı yukarı sallayıp elbisemin bol kollarını yukarı doğru çektim.

Jileti Mingyu'nun dediği gibi ne çok yavaş ne de çok sert hareketlerle yukarıdan aşağı doğru hareket ettirirken Mingyu bir yandan arkamdaki aynadan ellerimi izliyor, kafasını bana göre yönlendiriyordu.

"Canını acıtırsam söyle." dediğimde o gülmüştü ama ben gayet ciddiydim. Kendimi öyle bir kaptırmıştım ki.

"Çok iyi gidiyorsun."

En sonunda tüm sakalları jilete vurunca parmaklarımla Mingyu'nun çenesini kavradım ve sağa sola çevirip eserimi inceledim.

"Hiç kesik yok. Bence gayet başarılı."

Mingyu küçük bir kahkaha attı.

"Bence de." sonrasında gözlerim gözlerine çıktığında yüzlerimizin ne kadar yakın olduğunu fark ettim. Parmaklarımı çenesinden çekince o da geri çekilip musluğu açtı ve köpük kalan yerlere su vurup havluyla kuruttu.

Dolaptan bir şey daha çıkardığında, "bu ne?" Diye sordum merakla. "tıraş losyonu mu?" Beni kafasıyla onaylayınca onu da elinden alıp kapağını zevkle açtım. Kendimi birkaç dakikalığına çocukluğuma dönmüş, kuaförcülük oynuyor gibi hissetmiştim.

"Hadi gel, bunu da sürelim." dedim heyecanla Mingyu'ya. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden tekrar eski pozisyonunu alınca losyonu burnuma götürüp önce kokladım. Bu Mingyu'nun kokusuydu işte. Bu her ne kadar kabullenmesem de alışık olduğum tek erkek kokusuydu.

Losyonu da köpük gibi önce parmaklarıma döktüm. Sonra iki elimi birbirine sürüp elime bulaşmasını sağladım. Sonrasında ise ellerimi yavaşça Mingyu'nun yanaklarına yerleştirip az önce jiletlediğim yerlere yaymaya başladım. Tanıdık koku tüm banyoyu sararken Mingyu gözlerini yumup işlemimin bitmesini bekledi.

Bu sırada ben de işime dalmıştım tekrar.

"Seninle böyle basit şeyler yaşamak..." Mingyu gözlerini açmadan mırıldanınca ellerimin hareketi durdu ve onu dinlemeye başladım.

"Benim en büyük hayallerim arasında."

Yavaşça gözlerini açtı, nefes alılverişlerinin yavaşladığını hissettim. Benimkiyse tam tersine kesilmeye başlamıştı.

"Beraber yaşayalım Saram. Aynı yatakta uyanalım. Sana en sevdiğin kahvaltıyı hazırlayayım." yüzümü izledi. Her detayını. Gözlerimi ve dudaklarımı öyle derin inceledi ki yanaklarımdan geçen sıcak kan akışını hissedebildim. Dudaklarım utançla sızlamaya başladı.

"Böyle," mermere yasladığı elini yavaşça belime yerleştirdi ve baş parmağıyla okşamaya başladı.

"Minik ama güzel şeyler yaşayalım."

Bir elim yanağında, diğer elimse söylediklerinin şokuyla boynuna inmiş, gevşek bir şekilde duruyordu. Hiçbir şey söyleyemedim. Mingyu'nun bunca zamandan sonra bunları istemesi normaldi. Gerçekten sevdiğinde sevdiğin insanın her zaman yanında olmasını istemekte gayet normaldi.
Ama bunları onun ağzından ilk defa duymak tüm vücudumu ürpertmişti.

"Mingyu..." Diye adını sayıklayabildim sadece. O ise hiçbir şey demeden yanağını üzerindeki avucuma daha çok itip tekrar gözlerini yumdu.

"Biliyorum, sen hazır değilsin hâlâ. Erken, onu da biliyorum." gözlerini geri açıp derin bir nefes verdi.

"Ama ben geç kalmış gibi hissediyorum. Ben sana çok geç kaldım Saram."

Kirpiklerimi ne söyleyeceğimi bilmeden kırpıştırıp serçe yutkundum.

"Ben..." Diye mırıldandım. "Ben sevginin altında ezilirsem diye çok korkuyorum." Diye itiraf ettim.

"Ben sana karşılık veremezsem, seni üzersem diye. Bu yüzden... Biraz zaman ver. Çabalıyorum. Gerçekten."

Mingyu kafasını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum. Biliyorum ve çok mutluyum. Ama ben de korkuyorum. Sonuç ne olur diye çok korkuyorum. Seni öylesine sarıp sarmalamak istiyorum ki benden hiç gitme."

Çok derin bir nefes verip boynundaki elimi ensesindeki ıslak saçlara daldırdım ve yavaşça çekiştirdim.

"Üzgünüm." sesim öylesine kısık ve pürüzlü çıkmıştı ki söylediğimi anladığından emin değildim. Ama bir karşılık vermedi veya bir şey demedi. Yavaşça yüzünü bana yaklaştırdı, alnını alnıma yasladı ve burunlarımızın birbirine değmesini sağladı.

Yine o hareketi yapacağını sanmıştım ama, birbirimizin nefeslerini üzerinde hissettiğimiz dudaklarımızı, arasında milim kalacak şekilde yaklaştırdığında bacaklarımı stresle kastım.

Gözlerimi yumup diğer elimi de ensesine çıkardığımda o da boşta olan kolunu yavaş ve sıkıca belime doladı ve kalçamın mermerden kayarak bedenimi onunkine doğru çekilmesini sağladı.

Yumuşak ve dolgun dudakları ölüm yavaşlığıyla dudağımın hemen altındaki çene boşluğuma baskı uyguladığında yumduğum gözlerimi gevşettim. Mingyu'nun narin ama aynı zamanda derin öpücüğünü hissetmek beni gafil avlamıştı. Bu zamana kadar onu öpmeyi hiç düşünmemiştim. Onun beni öpeceğini de düşünmemiştim ama az önce gerçekten bunu yapacağını zannetmiştim.

Dudaklarını geri çekip tekrar öptü. Ve tekrar. Ve tekrar. Sonrasında burunlarımızı birbirine sürüp kısık nefeslerimizi tekrar dudaklarımıza bırakmamıza izin verdi.

"Bekleyeceğim. Sen bana gelene kadar. Beni tamamen kabul edene kadar. O günü iple çekiyorum güzelim." bedenimi iyice kendine çekip göğüslerimizin de birbirine değmesini sağladı.

"Ve o gün, bu dudaklar için hiç acımam olmayacak. O gün bu öpücüklerin haddi hesabı olmayacak, ertelenmiş ve gömülmüş arzuların affı olmayacak Saram."

°°°



Girl, I've been taking it slow
You know I've been taking it slow
I'm right here, here
Oh, baby take a look around

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby
28.4K 2.1K 27
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
17.2K 4K 27
+82 10 1311 5960: Hamileyim. JJK: Kimsin?
120K 13.3K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...