TUTSAK

By eelsanna

74K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

16- Kalmak

1.7K 58 45
By eelsanna

Helloo! Biz geldiiik!

İyi okumalar çiçeklerim💜

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın! Sizi seviyorum🥳

🕊

"Alptekin Çakıroğlu, Yavuz Arslan'la olan savaşında başarılar diliyorum." arkamı dönmüş ormanın çıkışına doğru yürüyordum, durdum. Çakıroğlu'na döndüm.
"Bu sefer sıyırmadı"

Ormanın çıkışına, evin bahçesine gelmiştim. Korumalar arkamdan gelen bir Çakıroğlu arasa da rüyalarında görürlerdi. Kapıdan içeri gireceğim sırada üst üste silah sesleri duydum. Etrafa baktım. Korumalar etrafıma gelmeden içeri girdim. Bana yeltenmişlerdi ve kimseyle uğraşacak halim yoktu.

Saatler geçmiş Çakıroğlu hala dönmemişti, dönmemesi işime gelmişti. Onu görmek istediğimi hiç sanmıyorum. Bana yaptığı ihanet iması beni ondan çok uzaklara götürmüştü.

O gün yüzündeki gülümseme solmasın diye söylemekten sakındığım her şeyden pişmandım. Benim ona veya bir başkasına ihanet edebileceğime inanması bunun şüphesine düşmesi bile bizim aramızı açmak için çok yeterliydi. Ben ihanet etmem ben kimseyi kandırmam ama sen Çakıroğlu bunları nereden bilebilirsin ki?

Zaten bende seni bilmiyorum.

Neydi canımı yakan? Hala kendimi açıklama isteğim peki? Bana inanmayı, beni dinlemeyi bir seçenek olarak bile görmeyen bir adama ne anlatmaya çalışıyordum hala?

Anlatsam dinler miydin Çakıroğlu?

Dinlemezdin. Ben sana ne zaman bir şeyleri anlatacak olsam kelimeleri boğazıma diziyorsun. Ben boğazıma dizilen kelimeler beni boğmasın diye savaşıyorum.

Saatlerdir onu beklememin tek sebebi artık konuşulması gereken her şeyi konuşup bu işe bir çare bulmaktı. Zaman geçiyordu ve olaylar iyice arap saçına dönmeye başlamıştı. Bir işe kalkışmıştık ama birbirimizi dinlemiyorduk bile. Ben anlatmıyorsam Çakıroğlu da dinlemiyordu. Ben anlatsam da Çakıroğlu yoktu zaten.

Sabah olmak üzereyken bahçeden geçtiğini gördüm. Durdurmak adetim değildi niyetim de yoktu zaten. Elbet konuşacağımızın farkındadır. Bekleyeceğim sadece. Sessizce sıramı bekleyeceğim.

İçeri girdi. Merdivenlerden yukarı çıktı. Ben yerimden kıpırdamadım. Onu ormanda bırakıp eve geldiğimde nerede duruyorsam hala orada duruyordum. Can bir ara yukarı çıkıp dinlenmem gerektiğine dair bir konuşma yapmıştı onu dinlememiştim bile.

Bahçenin içindeki loş aydınlanmaya başlayan havaya eşlik eden ışıklara bakıyordum. Karşıma biri geçti, aydınlanan hava da loş ışıkta kayboldu yerini bir siyahlık aldı.

Gözlerimi yüzüne çıkardım, Çakıroğlu yine tüm karanlığıyla karışımdaydı.

"Oturabilir miyim?" diye sordu. Başımı hafifçe aşağı yukarı sallayıp onayladım onu. Ben ne kadar ağır hareketlerle onu onayladıysam o da o kadar ağır hareketlerle oturdu masaya.
"Ben artık konuşmamız gerektiğini düşünüyorum" dedi. Sinirden, öfkeden arınmış ses tonu gayet sakin ve uzlaşmacıydı.

"Konuşalım" dedim aynı sakinlikle.

"Baştan alalım her şeyi" dedi masanın üzerindeki ellerini birbirine geçirdi. Ellerine bakarken devam etti "Ben başlayacağım öncelikle özür dilerim."

"Önemli değil"

"Bana söylemen gerekenler vardı"

"Ormanın içindeki eve gelmiştin. O evi Yusuf, Eda ve benden başkası bilmiyor ama evin içinde ve eve giden yolda kameralar var. Yeni kurulduğu bariz ortada. Yavuz'un bu kadar çabuk o evi bulabilmesi bir mucize olur çünkü ne Eda ne de Yusuf o eve gitmez. Seninle tanıştıktan sonra o eve ilk gidişimdi. Yavuzla iş birliği içinde mi bilemem ama başka birinin işin içinde olduğu belli"

"Patlamanın olduğu gün, ne yaptığımızı merak ettiğini biliyorum. Kötü bir gündü Yıkılmaz. Bir kaç adam aldılar garajda sorgulanmayı bekliyorlar. Depodan aldığımız iki adam bir şeyler ötmüştü. Bileğinde dövme olan adam sokak sokak aranıyor. Yavuz kurduğumuz tuzağa düşmek üzere. Her şey kötüye gidiyor gibi görünse de bazı şeyleri çözmek üzereyiz."

"Neyi mesela? Yavuz neyin tuzağına düşmeye hazır?"

"Yavuz gerçekten benim sana aşık olduğuma ikna olmak üzere. Bunu körüklemem gerek Yıkılmaz. Hakkım ve haddim olmadan senden bir şey istemem gerek"

"İste"

"Benimle evlenir misin?"

"Af buyur?"

"Buyurayım, daha önce tek bir kadınla bile nikah masasına oturmayı düşünmedim, Yavuz bunu adı gibi biliyor eğer seninle evlenirsek bunun bir oyun olmadığına tamamen inanmış olacak"

"Olmaz"

"Bu süre zarfında seninde düşmanının elini kolunu bağlayabiliriz Yıkılmaz. Seni, Eda ve Yusuf'la tehdit ediyor her türlü korumayı sağlarız yaklaşamaz onlara, sana da benim karım olduğun için yaklaşamaz."

"Yavuz planı için yerinde olsa da benim gizemli düşmanım için mantıklı değil"

"Aşık olduk ya biz aşkın olduğu yerde mantık aranmaz"

"Yanlış geliyor bir şeyler bu kadar kolay değil bu"

"Değil zaten biz evleneceğiz Yavuz da hemen saniyeler sonra inanacak değil ama denemekten zarar gelmez Yıkılmaz, senin hayatınla daha ne kadar beni tehdit edebilir? Sana ulaşamadığım her an Yavuz tehditi var. Biz seninle yarışmadık mı? Kaybeden, kazananın her istediğini yapacak demedik mi? Ben kazanmadım mı Yıkılmaz? Kağıt üzerinde bir evlilik olduğunu söylememe gerek bile yok değil mi?"

"Kazanırken bu kadar büyük bir şey isteyeceğinden bahsetmedin Çakıroğlu"

"Nefes al diye Yıkılmaz, yaşa diye"

"Sen yaşamayı nefes almak mı zannediyorsun?"

"Bu gün akşama kadar vaktin var Yıkılmaz, düşün taşın ve karar ver" kalktı oturduğu sandalyeden yanımdan geçerken durdu "Ben senden kendim için tek bir şey bile istemiyorum, kurgulanan her şey yalnızca seni korumak adına kurgulandı" dedi ve çıktı mutfaktan.

Oturduğum yerden kalkacak gücü bile bulamamıştım kendimde konuştuklarımızı kafamda sürekli tartıp, mantıklı bir açıklamaya oturtmaya çalışıyordum. Yavuzu başımıza kim bela etmişti mesela? Ben mi? Çakıroğlu mu?

O gece o sokakta hiç karşılaşmamış olsaydık napıyor olurdum? Teklifi kabul edip yurt dışına giderdim. O gece şahit olduğum şey de Çakıroğlu'nun intikamıydı. Gözlerimle görmüştüm intikam ateşini. Bir mahalleyi sorgusuz sualsiz yakabilecek kadar yanıp tutuştuğunu. Yakmıştı da. Küllerini bile bulamamıştı Yavuz.

Peki Alptekin Çakıroğlu bu intikamı neden almıştı? Bu soruların cevapları bende yoktu.
Evlilik? Bu zamana kadar aklımın ucundan bile geçmeyen bir şey. Ben buna evet diyerek herkesi biraz daha garantiye alabilirdim. En azından Eda'yla Yusuf'un güvenliğine her şeyden çok önem verilecekti.

Gizli düşman için de ayrı bir savaş verilecekti bir yandan. Kendi düşmanı yetmezmiş gibi. Yavuz ölseydi ve bunların hiçbirini yaşamasaydık çok isterdim. Otoparkta yavuzu öldürmüş olmasını dilerdim. Her şey bir iş anlaşmasıydı ve bütün yollar Çakıroğlu'nun dediği gibi beni korumaya çıkıyordu. Yavuzdan korumak için, gizli düşmanı bir nebze de olsa uzak tutmak için. Hem mantıklı hem mantıksızdı. Karar veremiyordum.

Gün doğmuştu. Mutfağa giren çıkan olmamıştı. Yavaşça yerimden kalkıp mutfaktan çıktım. Misafir odasına girmiş ve kendimi banyoya atmıştım.

Duştan çıkmış, üzerimi değişmiş yatağın üzerinde öylece duruyorum. Artık Eda'yla Yusuf'a Çakıroğlu'nun varlığından bahsetmem gerekiyordu. Çakıroğlu'na da bu fikri sormak için yanına çıkmam gerekiyordu. Yavaş adımlarla yukarı çıktım.

Yatak odasının kapısının önüne geldiğimde beklemeden tıklattım. Ses gelmedi ama ben kapıyı açtım ve içeri girdim. Yatağa baktım ama yatakta değildi gözlerim balkona kaydı. Başını oturma grubunun başına yaslamış ayakları önündeki küçük sehpanın üzerindeydi. Yavaşça yanına gittim, gözleri kapalıydı. Odadan çıkmak için hareketlenecektim ki hava esiyordu ve üzerinde bir şey yoktu içeri girip battaniye alıp geri balkona çıktım. Hafif ve yavaş hareketlerle üzerine örttüm. Sessizce çıktım odadan.

Bence artık söylemem gerekiyordu. Telefonumu çıkarıp gruba mesaj attım. "Sizinle konuşmam gereken bir şey var, bir saate bende olun" yazıp çıktım. Sabahın körüydü ve benimde önce eve geçmem gerekiyordu bir kahvaltı sofrasının çözemeyeceği sorun yoktu. Gidip güzel bir kahvaltı hazırlayacağım.

Cevaplar gecikmemişti. Eda "Okey hayatım" Yusuf "Okey" yazmıştı. Kapıya indim. Gözlerim Can'ı arasa da bulamadım. Diğer korumalardan birinin yanına gittim. "Benim evime gitmem gerek bir araba ve bir koruma aracı bana eşlik edebilir mi?" Ne yapacağını şaşırır gibi olduğunda "Bekle bir dakika" deyip telefonuma uzandım ve Mustafa'yı aradım.

"Efendim" dedi "Uykundan uyandırdığım için üzgünüm ama Çakıroğlu uyuyordu ve birinin korumaya beni eve bırakmasını ve bir kaç korumanın benimle gelmesi emrini vermesi gerekiyor anladığım kadarıyla" dedim.

"He tamam ya o kolay ver yanında kim varsa" dedi. Telefonu yanımdaki korumaya uzattım. "Tamam abi hemen" dedi ve kapatıp bana uzattı. "Beş dakika bekleyin Nare Hanım" deyip yanımdan koşarak uzaklaştı.

Dediği gibi beş dakika sonra her şey hazırdı. Binmem için garajdan çıkan arabanın gerçekliğini algılayamadığım için gözlerimi kapatıp geri açtım. Ben girdiğim şoktan çıkamadan evin kapısı açıldı. Çakıroğlu uykulu gözlerle bana ve garajdan çoktan araca bakıyordu. Ben gözlerimle arabayı işaret edip konuştum.

"Şaka mı bu?"

"Gerçek gerçek dokunabilirsin hatta" dedi gülümserken.

"Çakıroğlu bu arabayla İstanbul sokaklarına çıkmak arabaya eziyet"

"O yüzden alındığından beri garajda duruyor"

"Yok yok gerçek olamaz"

"Bir dokun anlayacaksın gerçek olduğunu" yanıma geldi ve elimden tutup ileri doğru çekti beni.

"Çakıroğlu, dünyada sadece bir tane üretilen araba senin garajında olamaz" dedim hala inanamıyordum.

"Garaja girmedin ki daha neler neler vardı" dedi. Çok şey kaçırdığımı bariz önüme sererken.

"Bugatti La Voiture Noire" dedim kendime engel olamayıp "Dünya üzerinde sadece bir tane üretilen ve sahibinin özel isteği üzerine yapılan araba" durdum şoka girmiş gibiydim "Sahibi bütün detaylarda gizli tutuluyordu"

"Bu kadar hayrete düştüğün yetmez mi? İçinin fotoğrafları hiçbir yerde yok bakmak istemez misin?" dedi.

"İsterim" dedim gözlerimi arabadan alamazken. Yavaşça arabanın yanına yaklaştım simsiyah yüzeyi ve müthiş tasarımıyla dünya üzerinde tek olması çok üzücü ve bir yandan çok sevindirici..

Bugatti'nin yıllar önce üretilen "TYPE 57sc ATLANTIC" modelinden esinlenerek bu muhteşem arabayı yaptılar. Bugatti La Voiture Noire dünyada tek olmasının yanı sıra dünyanın en pahalı arabası da olmuştu ama Rolls Royce yeni bir araba tanıtıp Bugatti'nin rekorunu egale etti. Dış görünüşü ve dizaynıyla karşımda duran araba şaka gibiydi. Gözlerimi güzelliğinden alamıyordum.

"Hikayesini internetten dinlemiştim" kapıyı açtı benim için ve bilmediğim bir dünyanın kapısından girmişim gibi hissettim. Gözlerimden fışkıran kalpleri Çakıroğlu'da görmüş olacak ki pis pis sırıtıyor.

"Ben bırakırım seni"

"Bugatti'yle mi?" dedim gözlerimden hala fışkıran kalplere engel olamıyordum.

"Evet beş dakika bekle" dedi ve eve girdi. Bende Bugatti'yle geçireceğim vakit için çok heyecanlıydım.

Arabaya binmiş yola çıkmıştık. Bir uzay mekiğinin içi nasıldır bilmiyorum ama muhtemelen böyle görünüyordur.

"Test sürüşlerinde en yüksek hız saatte 488 km'ye kadar çıkmış. Hiç denedin mi sınırını?"

"Ben yaptım test sürüşünü"

"Yok artık ya"

"YouTubedaki video ben sürerken çekildi"

"Yine sahibi sansürlendi"

"İsteğim doğrultusunda"

"Çakıroğlu sana bir teklifim var"

"Bugatti karşılığında evliliği kabul etmek gibi mi?" dedi gülerken.

"Yuh bu kadar çabuk çözmüş olamazsın ya"

"Kendini dışardan görsen sende çözerdin"

"Mantıklı bir teklif olabilirdi yani" gözlerimi kaçırdım "Bir düşün"

"Olmaz"

"Hayır diyorum o zaman" dedim kollarımı göğsümde bağlarken bir de dudak büzsem tam küstüm diyecektim.

"Bu araba Benim için tasarlandı Yıkılmaz ama söz garajdan başka hangi arabayı beğenirsen sorgusuz sualsiz veririm"

"İki yaptım o zaman arabaları?"

"Üç yap üç"

"Ooo bonkörüz" derken en çok konuştuğumuz yolculuğun sonuna gelmiştik. Beni eve getirmişti. Ben inerken o da benimle indi. Korumalara önden evi kontrol etmelerini ve durmaları gereken yerlerin direktiflerini verdi. İşi bittiğinde yanıma geldi.

"Ev temiz" korumalara baktı "Sen nereye onlar oraya, yanından ayrılmayacaklar"

"Teşekkür ederim"

"Söyleyecek misin?"

"Sadece hayatımda var olduğundan bahsetmem gerek şu anlık. Henüz bir karar vermedim"

"Acele etme" kolundaki saatine baktı ve "Daha 12 saatin var"

"Benim yaşamam neden bu kadar önemli? Ya da neden ben yurt dışına çıkıp tüm bu olanlardan uzaklaşmıyorum? Gerçekten son seçeneğimiz mi evlenmek?"

"İlk karşılaştığımız gün bana korkmadığını söylemiştin"

"Senden korkmadığımı söylemiştim"

"Yurt dışındaki adamları seni elleriyle koymuş gibi bulur ve ben burada sağladığım güvenliğin başında olduğum için her an her şeyden haberim oluyor. Sen oradayken seni korumak her türlü daha zor olacak"

"Beni korumak zorunda kalmadığın bir hayatımız olmayacak mı?"

"Yavuz ölene kadar veya bazı gerçekleri kabullenene kadar mümkün değil"

"Beni korumak zorunda değilsin Çakıroğlu, başımın çaresine bakabilirim"

"Sen artık Yavuz'un öldürmek istediği ilk insansın-"

"Ve Yavuz beni o kadar kolay öldürmez" başını salladı ağır ağır beni onaylarcasına.

"Daha 12 saatim var, konuşuruz"

"Evde bekliyor olacağım"

"Görüşürüz" Çakıroğlu cevap vermeden Bugatti'ye binip gitti.. Çakıroğlu neyse de Bugatti de gitti..

Neyse kendime gelmem lazım. Evime baktım uzaktan, özlemiştim. Ama boş geliyordu. Çakıroğlu'nun evinden uzaklaştığımda da aynı hisse kapılıyordum. Özlüyordum ve buna engel olamıyordum. Bahçe kapısını açıp içeri girdim.

Çok güzel bir kahvaltı hazırlamıştım. Kaşar ve beyaz peynirleri ayrı ayrı tabaklara koyup sofradaki yerlerine yerleştirmiştim. Domates salatalık doğramış, biber ve patates kızartmıştım. Envai çeşit kahvaltılık da cabasıydı. Bir de menemen yapacaktım ama gelmelerine ne kadar kaldı bilmiyordum. Telefonumu elime aldım ki kapı çaldı. Koşarak kapıya gittim. Korumalardan biriydi.

"Nare Hanım Yusuf beyle Eda hanım geldiler" dedi.

"Hemen içeri alabilirsiniz, sormanıza gerek yok" kapı açıldı ve içeri girdiler. Suratlarında milyon tane soru işareti vardı gerçekten. İkisine de aynı anda sarıldım.

"Hoş geldiniz" dedim neşeli sesimle. Onlar korumalardan dolayı benim kadar neşeli değillerdi anladığım kadarıyla.

"Bu kapıdaki adamlarda neyin nesi?" diye sorup sessizliği bölen Yusuf'tu tabi ki.

"Anlatacağım hadi sofraya" ikiletmediler. En azından önce dinleyeceklerdi bu da güzel bir işaretti bence. Mutfağa girdik.

"Oo bu özenli sofra şey demek ben bir boklar yedim ama bu sofranın çözemeyeceği kadar büyük değil" Eda yine leb demeden leblebiyi anlamıştı.

"Sen çok zeki olduğun için tıp fakültesi yazdık kızım sana" dedim gülerken bu onu onayladığım anlamına gelen başka bir cümleydi.

"Bakalım çözebilecek miyiz?" Yusuf sert ve korumacı abi tavrını takınmıştı.

"Önce bir oturalım" dedim nabzı ölçmek ister gibi ikisi de itiraz etmeden oturdu. "Önce ben anlatayım her şeyi sonra kahvaltımızı edelim olur mu?" ikisi de birbirine bakıp onay verdi.

"Şimdi benim hayatımda ufak tefek değişiklikler oldu. Birincisi hayatıma biri girdi. Kim diye soracaksınız normal olarak. Alptekin Çakıroğlu-" lafımı kesen Yusuftu.

"Çakıroğlu holdinglerin sahibi Alptekin Çakıroğlu?" dedi.

"Evet hayatım, kendisiyle çok tesadüf eseri tanıştık ve birbirimize kendimizi çok yakın hissettik. Benim için zorlu bir süreç evet. Ama söylemek istedim artık bilmeniz gerek. Kapıdaki korumalarda bize tehdit mesajı atan her kimse onun yüzünden. Alptekin Çakıroğlu'nun adamları kapıdakiler. Evime girmişler, kamera falan yerleştirmişler Çakıroğlu geldiğinde fark ettik. Duvarıma kanla yazı yazmışlar. Bir kaç gün onda kaldım. Yalnız kalmamı istemiyordu. Aramızdakine aşk da demem sevgi de demem çok iyi anlaşan iki yakın insan diyebilirim şu an. Biraz karmakarışık anlattım ama olayın geneli böyle"

"Yusuf soracak sorularının listesini yapmıyorsa bende Nare değilim" dedim Eda'ya doğru eğilip

"İçtiği suyun markasına kadar soracak şimdi" derken bizim gülüşmelerimiz biraz yükselmişti ki hemen ciddiyete geri döndük. Yusuf'a baktım ve

"Aklında olan ne varsa sor" dedim.

"Nare bu adam mimar evet ama legal olduğu kadarda illegal. Sana zarar vermesinden endişe ediyorum"

"Endişe edilecek bir durum söz konusu değil Yusuf her şeyi bırakıp sadece benim hayatım için endişeleniyor"

"Ya değilse Nare? Ya bunların hepsi göstermelikse?"

"Değil"

"Sen ya sen! Nasıl hemen güvendin? Nasıl bu kadar eminsin Nare? Daha önce aynı yerden-"

"Sakın" dedi Eda bana gerek kalmadan "Bu sadece onu ilgilendirir. Haddin değil bunu söylemek"

"Yine yaşarsa aynısını" Eda'ya dönük olan yüzünü bana döndü "Yine böyle bir şey yaşarsan Nare, yaşayabilecek misin?" derin bir nefes aldı "Ben kardeşimi kaybetmekten çok korkuyorum"

"Yusuf" dedim sakin bir ses tonuyla "Ne ben eski Nare'yim ne de karşımdaki öyle biri" derin bir nefes aldım bende "Ben bunu konuşmak istemiyorum"

"Kız var mı fotoğrafı bir bakalım bari yakışıklı mı?" diye olaya girip konuyu dağıtan Eda'ya telefonumu çıkarmış sahilde çekildiğimiz fotoğraflardan gösteriyordum.

Çok beğendiğini çok yakıştığımızı falan söyleyip başımın etini yemiş de olabilir. Yusuf sessizdi. Yalandan bir iki gülümsese de belliydi. Anlıyordum onu ama geçmişti. Geçmiş olması gerekirdi. Çok güzel bir kahvaltının ardından onlar işe gitmek için ayaklandı. Bahçe kapısının önüne geldiğimizde Yusuf uzun sessizliğini bozup "Tanışmak isteriz" dedi.

"Tabi ki ne zaman isterseniz" dedim gülümseyerek. Ayarlayacağımız bir gün seçmek için konuşuruz diye sözleştik ve çıktılar bahçeden. Onlar çıktıktan bir 10 dakika sonra Çakıroğlu aradı.

"Efendim"

"Nasıl geçti"

"Çok iyi de değil çok kötü de"

"Beklediğimden güzel geçmiş"

"Tanışmak istiyorlar"

"Özellikle Yusuf ama değil mi?"

"Bizi mi dinliyorsun yoksa" dedim gülerken.

"Abi iç güdüsü gibi bir şey anlarım halinden"

"Kardeşin mi var"

"Yüz yüze cevaplarım"

"Nasıl istersen"

"Eyvallah" dedi. Ben bir süre sessiz kaldıktan sonra tekrar konuştu "Karar verip mi geleceksin yoksa gelip mi karar vereceksin?"

"Soracak milyon tane sorum var ve tek cevabı sende" derin bi nefes aldım ve saate baktım "Kalan beş saatimde sorularımı cevaplar mısın Çakıroğlu?"

"Zor sormazsan cevaplarım"

"Zor da sormak isterim"

"Almaya geliyorum, bahçeden ayrılma" dedi ve kapattı. Milyon tane sorum var demiştim ama hepsini cevaplarım dediği için bütün sorular beynimden kaçarcasına uzaklaşmıştı.

Salıncağıma oturdum.

Aradan geçen 10-15 dakika da salıncakta bomboş oturup sallandım. Hiçbir şey düşünmeden. Ne Çakıroğlu'na soracağım sorular ne de 5 saat sonra cevabını bekleyen soruya bi çözüm buldum. Rüzgarı hissedip sallandım sadece.

Bahçe kapısı açıldığında arkamı dönmeye tenezzül etmedim çünkü korumalar gelen Çakıroğlu olmasa haber verirlerdi, sallanmaya devam ettim. Karşıma geçip oturdu.

Son zamanlar bunu çok sık yapıyordu. Beklesem de beklemesem de bir yerlerden çıkıp karşıma oturuyordu. Hangi durumda hangi zamanda olduğumuzun bir önemi yoktu. Ben hep bekleyendim ama Çakıroğlu da gelendi.

İki eli kanda da olsa bekliyorum desem yine gelip karşıma otururdu.

"Hoş geldin" dedim inanılmaz sakin tonda söylemiştim.

"Hoş buldum"

"Ne ikram edeyim sana"

"Gidelim evde içeriz ne içiyorsak"

"O beş saati burada geçirelim" sonunda bu evden hiç çıkmamak gibi bir ihtimalde söz konusuydu. Hayır diye bir cevap vermem de an meselesiydi. Gerçekten hala evet demeye dilim varmıyordu. Hayıra daha yakındım. Ve eğer Çakıroğlu'yla bu evden çıkıp onun evine gidersem fikirlerimde değişime uğrar kendimi baskı altında hissederim diye gitmek istemiyordum. Anlamış olacak ki ceketini üzerinden çıkarıp oturduğu koltuğun kenarına koydu.

"Çay içelim o zaman" dedi. Gülümsedim salıncaktan kalkarken.

"İçelim" dedim. Üzerimdeki durgunluk alacağım ve vereceğim cevaplardan korkmaktan ötürüydü sanırım.

İkisine de hazır değildim. Ne kadar uzatabilirsem o kadar iyiydi. Çakıroğlu soracaklarımı sormaktan vazgeçtim desem sinirlenir miydi acaba?

Bu düşüncelerle mutfağa gelmiş suyu koymuş kaynamasını bekliyordum. Bir yandan da çaydanlığı temizliyordum. Gözlerim bahçeye kaydı birden. Beni izlediğini göz göze geldiğimizde anlamıştım. Suçlu değildim ama elimi kolumu koyacak yer bulamadım bir an. Benden bir cevap beklediği için ondan kaçıyordum. Keşke geliyorum dediğinde gelme deseydim. Düşüncelerimi toparlayamıyordum.

Çayı demleyip, bardakları hazırladım. Tepsiyi elime alıp bahçeye çıktım. Salıncakla bahçe grubu arasındaki sehpaya bıraktım tepsiyi. Konuşmam gereken bir hisse kapılmıştım.

"Dem alsın koyarız çayları" dedim. Bir açıklama istememişti hatta sormamıştı bile. Gergindim ve fazla belli ediyordum. Tekrar salıncağıma çıkıp, bacaklarımı da topladım. Hafif esmeye başlamıştı.

Çakıroğlu'nun üzerinde yine simsiyah bir takım vardı. Ona nazaran bende simsiyahtım. Siyah pantolon üzerine siyah bol bir sweat giymiştim. Ona rağmen esen rüzgarı hissetmemek mümkün değildi.

"Soruların vardı" dedi ben düşüncelerimde kaybolurken.

"Vardı ama artık yok" dedim dürüstçe.

"Neden" diye sordu.

"Merak ettiğim her şey kendinden bahsetmek istersen sorulacak şeylerdi ve sen hiçbir zaman bu soruları sorabileceğim bir konuşma içerisine girmedin benimle" önce anlamamış gibi baktı yüzüme sonra da

"İlayda'yla ilgili mi soruların?" Dedi. Alakası bile yoktu. Aklıma bile gelmemişti.

"Aklıma bile gelmemişti açıkcası" dedim düşünür gibi ve devam ettim "Merak ettiğim her şey sadece seninle ilgili."

"İstediğin her soruyu cevaplayabilirim" dedi.

"Gerek kalmadı" dedim. İlk aklına gelenin İlayda olması garip değil miydi?

Ben yaşını, ailesini merak ederken onun ilk İlaydayı merak ettiğimi sanması da garipti. Biz kalan dört saat boyunca susmalıydık bence. Yerimden kalktım, mutfağa girdim. Kaynayan çayın altını kısıp bahçeye geri döndüm.

"Ne bilmek istiyorsun?" Dedi ben salıncağa yerleşirken.

"Hiçbir şey" dedim ama değildi çok şeydi.

İçimdeki merak duygusunu susturmam gerekiyordu. Çok fazla şeydi. Ve dört saatte alamazdım cevaplarını.

Beni ilk gördüğünde, ilk konuşmamızda ne hissettiğini de merak ediyordum.

Yarış yaptığımızda, yemek yediğimizde, birlikte baskından döndüğümüzde, bana ilk sırtını döndüğünde, ben vurulduğumda, beni vurduğunda, patlama yaşandığında, yarasına dokunmak istediğimde ve dahası çok şeydi.

Çakıroğlu çok şeydi ve ben hemen bitsin istemiyordum. Deli gibi merak ediyordum ama acelem yoktu. Belki de vardı.

Cevap bekleyen soruya hayır deme isteğimden dolayı bir an önce öğrenmek de istiyor olabilirdim. Hayır dersem Çakıroğlu benimle bir daha görüşür müydü? Bu da bir tek onun cevap verebileceği bir soruydu.

Çay olmuştur Nare.

Doğru çay.

"Çaydanlığı alıp gelsene masanın üzerinde altlık da var" dedim. O da düşüncelerinde kaybolmuştu sanırım.

Sesim ilk çıktığında bir irkilir gibi oldu. Başını sallayıp çaydanlığı almaya gitti ve çok geçmeden elindeki çaydanlıkla geri geldi. Sadece rüzgarın sesi duyulurken çayları doldurmaya başladığında o sessizliği bozan ben oldum.

"Eğer sorunun cevabına hayır dersem birbirimizi bir daha görmeyecek miyiz?" Çayı döken hareketleri yavaşladı, durmadı ama. Yavaş yavaş çayları doldurdu. Benim bardağıma iki kaşık şeker atıp bana uzattı ve konuştu.

"Görüşmeyiz" gözleri gözlerime denk geldi.

"Çünkü ya sen ölmüş olursun ya da ben" dedi. Derin bir nefes aldım. "Çok mu zor bu kararı vermek seni-" çalan telefonuna uzandı ve açtı.

"Efendim" dedi ses tonu benimle konuşan Çakıroğlu'ndan başka biri gibiydi. "Konuşalım tabi ki" dedi. İçimi garip bir his sardı. Anlatamadığım bir his. "Konuşalım haber vereceğim" dedi ve kapattı. Yüzüne baktım sadece bir açıklama beklemiyordum aslında ama o açıklamayı seçti. "Yusuf'tu arayan" dedi.

"Benim Yusuf?" dedim anlamamış gibi.

"Evet, tanışmak istiyormuş" gülümsedim "Hiç şaşırmadım" dedi.

"Farkındayım" dedim onu onaylamak için. Yüzümdeki gülümseme devam ederken kapı çaldı. Çakıroğlu korumaların hepsini bahçe dışına göndermişti soracaklarım var diye.

Çalan kapıya ben hareketlensem de eliyle bekle işareti yapıp kapıya doğru hareketlenen o oldu. Bende peşinden kalktım. Kapıyı açtı Çakıroğlu. Korumalardan biri bir çiçek uzattı.

"Abi, Nare Hanıma gelmiş" dedi. Çakıroğlu çiçeği aldığı gibi kapıyı kapattı. Çiçeğin etrafına baktı ve aradığını buldu.

Not.

Zarfı açıp içindeki notu okudu. Biraz önceki sakin adam yerini ilk günkü Çakıroğlu'na bıraktı. Elimi uzattım notu istemek için. Çiçeği verdi elime.

"Not Çakıroğlu çiçek değil" dedim. Avucunun içinde sıktığı için buruş buruş olan notu verdi elime.

"Geç kalınmış bir hayatımız var çiçeğim, tenini, seni ve kokunu her şeyden çok özledim. Beni affetmen için her yolu deneyeceğim. Seni hala ilk günkü gibi seviyorum"
Alpaslan Yıldırım

Notta yazan isim midemi bulandırdı bir an için. Gülümsemem yüzümde solarken gözlerimi kapatmıştım. Derin bir nefes aldım. Notu ve Çakıroğlunun elindeki çiçeği alıp kapının önüne çıktım ve büyük çöp konteynırına attım. Fırlattım desem daha doğru olabilirdi.

Ben döndüğümde Çakıroğlu telefonla konuşuyordu. Büyük ihtimal Alpaslan Yıldırım hakkında bilgi istiyordu. Bana sorsaydı tek söyleyeceğim kendisinin şeytandan bir farkı olmadığıydı.

Gözlerimi onun üzerinden çekip içeri girdim. Elimi yüzümü yıkamak istiyordum. Banyoya girip kilitledim kapıyı. Başkası kilitleseydi delirirdim. Ben kilitlendiğim de güvende hissediyordum ama başka kilitlediğinde korku sarıyordu içimi.

Aynadaki aksime baktım. İyiydim. Suyu açtım elimi yüzümü yıkadım. Sakindim. O psikopat bana hiçbir şey yapamazdı. Alptekin Çakıroğlu içerideydi. Kapı çalındı, açabilecek gücü bulamadım kendimde. Çakıroğlu bir kez de seslendi. Duyuyordum ama cevap veremiyordum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kapı zorlandı. Gözlerimi ve kapıyı açtım.

"Efendim" dedim neşeli bir sesle.

"İyi misin" dedi endişeli gözlerle bana bakarken. Değildim.

"İyiyim tabi ki" gözlerimi kaçırdım ve devam ettim "Çaylarımız soğuyacak hadi" dedim. Ben ilerlerken kolumdan tuttu.

"Yıkılmaz" yüzüme baktı "Kim o adam bir Çiçek'le bu hale geldin!" Gözlerimi kaçırdım tekrar

"Ben gayet iyiyim Çakıroğlu-" sözümü jilet gibi kesen şey onun sözleriydi.

"İyi değilsin kendini kandıramadan beni mi kandırmaya çalışıyorsun?" Sessiz kaldım.

Tuttuğu kolumdan sıyrılıp bahçeye çıktım. Yusuf'u aramak istedim o an. Daha bu sabah bu evde bana bunu sormaya çalışıyordu. Yusuf'a Alpaslan'dan çiçek geldi desem Eda'yı arasam koşup gelse, sarılsalar keşke bana.

Korumalar bahçenin içine geri yerleştirilmişti. Arkamdan gelen Çakıroğlu sessizce kendi yerine oturdu. Ben telefonuma uzandım. Yusuf'u aramam gerekiyordu. Kilidi açıp Yusuf'u buldum ekrana basacağım sırada elim tutuldu.

Telefonu elimden aldı önce sonra tuttuğu elimi kendine doğru çekti, diğer eli belimi bulurken bana sarıldığını yeni yeni idrak ediyordum.

Gözlerim dolmuştu zaten kokusu burnumu sızlatıyordu her seferinde. Tutuşu sıkıydı. Haberi yoktu ama minnettardım şu an bana sımsıkı sarıldığı için. Karşılık vermek istesem de bedenimdeki bütün güç çekilmiş gibiydi.

🕊

Çakıroğlu salıncakta yanıma oturmuştu. Başımı omzuna koymuş gökyüzünü izliyordum. Bana sımsıkı sarılmasının ardından yanımdan ayrılmayı kendi içinde doğru bulmamış olacak ki benden ayrılıp yanıma oturmuştu.

Ağlamamıştım hala. Aslında ağlamam da gerekiyordu. Ağlamadım ama ağlayamadım da. Aramızdaki sessizliği o da bozmuyordu bende.

Gökyüzü, güneşin battığını belli edercesine pembeli morluydu. Güneş yerini ay'a bırakıyordu. Ay'a eşlik edecek yıldızlar bir bir beliriyordu. Çakıroğlu hiç bulutları bir şeylere benzetme oyunu oynamış mıdır acaba? Tam karşımızda kocaman bir çilek vardı mesela görüyor muydu? Başımı omzundan kaldırmadan işaret parmağımla çilek bulutunu gösterdim ve sessizliği bozmaya karar verdim.

"Çakıroğlu sence de çileğe benzemiyor mu?" gülümsediğini omzunun hareketinden anlamıştım.

"Yanındaki de kocaman bir kuşa benziyor" dedi ve hemen çilek bulutun yanındaki diğer büyük bulutu gösterdi.

"Aa evet benim kolyeme benziyo-" omzundan kalktım hızlıca ve ona döndüm "Kolyem nerde vereceğine söz vermiştin?" dedim birden aklıma gelenlerle.

"Vereceğim zamanı var" dedi.

"Ne zaman ya ne zaman? Boynumun boş kalmasını hiç sevmiyorum bak" dedim vicdan yapar belki diye. Gözleri boynuma kaydı bir kaç saniye durduktan sonra gözlerime çıktı.

"Boş da güzel aslında" dedi gülümsemesi büyürken. Cümlesi biter bitmez bir tane omzuna vurmuştum. Gülmeye devam ettiği için sinirlendim.

"Komik mi?" dedim.

"Komik" dediği için bir de omzunu cimciklemiştim ve hala gülüyordu.

"Oyun oynuyorduk şurda hemen boz aman" dedim.

"Sen bozdun, ben sadece bulutun kuşa benzediğini söyledim" dedi ciddileşirken. Gökyüzüne baktım, bulutlar birbirinden farklı şekillere girmiş ve bizden uzaklaşmışlardı.

"Hep senin yüzünden gitmişler işte" dedim.

"Doğru, bana gelen benden gitmesiyle meşhurdur" dedi. Gözlerine baktım. Gözleri gökyüzünden gözlerime kaydı.

"Sorunun cevabını duymak ister misin Çakıroğlu?" diye sordum. Kafasını iki yana sallarken

"Hayır" dedi sadece. Sustum.

Salıncakta o gökyüzüne bakarken, ben yan oturmuş ona bakıyordum. Duyduğum cevapla önüme dönmem gerekiyordu. Bende önüme dönmüş salıncağın yastığına başımı koymuştum.

Salıncağı Çakıroğlu bir ayağıyla sallıyordu zaten. Ben ayaklarımı toplamıştım. Dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafına sardım. Ne kadar zaman geçti bilinmez hava epey kararmıştı. Bir koruma geldi. Ben uyumak üzereydim dünden beri gram uyku uyumamıştım. Korumanın konuşmasıyla gelen uykum benden kaçarcasına uzaklaşmıştı.

"Abi, aradığımız adam biraz şey" dedi önce sonra gözleri bana kaydı uyuyup uyumadığımdan emin olmaya çalışıyordu ama devam etti "Psikopat, akıl hastanesinden yeni çıkmış" dedi. Çakıroğlu yerinden kıpırdandı. "Manyakmış abi bildiğin, kendi annesini babasını falan katletmiş. Raporda gizlilik kararı aldırılan bir dava dosyası var" lütfen sus. Lütfen. "Ama erişemedik, bizim hacker çocuklar bakıyor ama" dedi. İlk işim o dosyayı ortadan yok etmekti.

"Sakın Yıkılmaz" dedi aniden. Gözlerimi açtım. "O dosyaya dokunursan, fena bozuşuruz" derin bir nefes aldım.

"Çakıroğlu boşver, manyağın teki işte" nolur okuma dosyayı yalvarırım.

"Daha çok merak etmeme sebep oluyorsun" dedi işkillendiğini belli edercesine.

"Etme" dedim sadece niye dese, neden dese, neyi saklıyorsun dese? Ne diyecektim? Konuşamazdım. Konuşmakta istemiyordum zaten. Midem tekrar bulanmış ve bedenimi bir sızı kaplamıştı. Gözlerimi kapatsam gidecektim o günlere, kapatmadım. Kapatamadım.

Yerimden kalktım, Çakıroğlu'nun sehpanın üzerine bıraktığı telefonumu alıp Yusuf'u aradım.
"Efendim" dedi.

"Müsait misin" diye sordum.

"Konuşabilirim şu an" dedi.

"Yusuf" dedim nefesimi toparlayamadım titredi sesim.

"Noldu Nare" dedi.

"O" "O Yusuf dönmüş" dedim sadece adını söylemeye bile varmıyordu dilim.

"Kim" dedi bir kaç saniye sustu ve "Alpaslan mı?"

"Evet, çiçek göndermiş" dedim titreyen sesimle.

"Orospu çocuğu ya ben bunu öldürmeden rahat nefes alamayacağım! Al sana adalet!" sessiz kaldım, bir kaç küfür daha etti, söylendi sonra durdu "İyi misin geliyorum hemen" dedi.

"Gelme, iyiyim. Çakıroğlu burada zaten" dedim.

"Geliyorum Nare" dedi ve kapattı. Gelirken Eda'yı da getireceğine emindim aramadım o yüzden. Çakıroğlu'nun yanına döndüğüm de koltuğuna geri oturmuştu. Gözleri üzerimdeydi ne sakladığımı anlamaya çalışsa da başarılı olamadı.

"Yusuf'la Eda gelir birazdan, biraz erken bir tanışma olacak ama kusura bakma" dedim.

"Alpaslan Yıldırım" dedi sorar gibi "Kim ki sen bu hale geldin de kardeşlerinde işi gücü bırakıp koşarak geliyorlar?" dudaklarımı ıslattım ve

"Ben gayet iyiyim Çakıroğlu, sana vereceğim cevap için bir an önce tanışmanız gerektiğine karar verdim o yüzden geliyorlar" dedim. Yalanını sevsinler Nare.

"Eyvallah" dedi ve bu bana inanmadığını belli eden bir eyvallahtı. Ben konuşup daha fazla yalan söylemeyeyim diye kapatıyordu konuyu, şu anlık.

Kapı çalındı ve ben oturduğum yerden hareketlenip kalktım. Kapıyı açtığımda Yusuf ve Eda tam karşımdaydı. Aynı anda sımsıkı sarıldılar bana. Biri sağımda biri solumdaydı. Bende onlara sarıldım ve sarılırken

"Sakın Çakıroğlu'na bir şey belli etmeyin henüz öğrenemez, öğrenmemeli. Lütfen"
dedim. Dudaklarımın okunmayacağı bir açıdaydım. İkisi de kulağıma tamam dedi. Derin bir nefes almıştım. Yavaşça ayrıldık ve bahçeye doğru yürüdük. Yusuf önden geçip Çakıroğlu'na elini uzattı.

"Yusuf Sağlam" dedi. Çakıroğlu'da Yusuf'un uzattığı eli sıkıp

"Alptekin Çakıroğlu" dedi. Eda vardı sırada o da elini uzattı ve

"Eda Yıldız" dedi.

"Alptekin Çakıroğlu" Eda'nın uzattığı elini sıkarken konuşmuştu.

"Tanışma faslınız bittiyse ben diyorum ki benim kebapçıya gidelim?" Saatlerdir ilk defa neşeli çıkmıştı sesim. Onay vermesi için Çakıroğlu'ndaydı gözlerim.

Yusuf "Ben harbiden uzun zamandır Adnan amcanın kebabını yemedim" dedi.

Eda "Ben de çok özledim" dedi.

Yusuf, Çakıroğlu'na döndü ve "Böylesini daha önce yememişsindir" dedi. Yedi Yusufçuk hemde benimle..

"Doğru daha önce yememiştim ama geçen götürdü beni, beğendim" dedi sade, abartısız ve imadan uzak kuruyordu her cümlesini.

"Evet ya geçen işten çıkmış oraya gidiyordum aradı denk geldi gittik öyle" dedim. Ne deseydim Çakıroğlu şirketime geldi de beni kendi şirketine istemeye mi deseydim.

"Tamam o zaman herkes okeyse Adnan ustayı arayacağım" dedim, herkes başını salladı.

Adnan ustayı arayıp geleceğimizi ve bize en güzel masayı ayırmasını istemiştim.

"Yusuf şu salıncağın örtüsünü örter misin?" dedim sehpanın üzerinde duran tepsiyi alırken. O da tamam deyip içeriden örtüyü almaya gitmişti.

Eda'da "O zaman ben bu yastıkları içeri alıyorum" dedi arkamdan.

Bende ona "Al" diye bağırmıştım mutfaktan. Beni duyup duymadığını bilmediğim için tam girdiğim gibi geri çıkacaktım ki bir bedenle çarpıştım ve elimde duran tepsi, çok da büyük bir çarpışma yaşanmamasına rağmen korktuğum için yerle bir olmuştu.

Oysaki yüzüne baksam Çakıroğlu olduğunu görürdüm.

"Basma" dedim. Yere eğilmiştim. Camları topluyordum sinirli sinirli.

"Elini kesece-" Çakıroğlu lafını bitirmeden elimde bir kesik oluştu biraz da derindi. Bileğimden tutup yavaşça kaldırdı beni. Elime baktı. "Laf dinle be kızım bir kere laf dinle" derin bir nefes verdi.

"Dikişlik bu" diye araya giren Eda'ydı. Sese geldikleri de barizdi. "Yukarıdaki banyoda malzemeler var Yusuf alıp gelir misin?" dedi Eda elimi çoktan Çakıroğlu'nun elinden almış kesiğe bakıyordu.

Yusuf cevap vermeden fırlamıştı adeta. Abartmasanız mı? Altı üstü bir kesik. Onu da fondötenle kapatırım, görünmez bile. Diğerlerini kapatmadım mı? Kapattım. Bu da kapanırdı. Kapanır değil mi?

Gözlerimi kesikten çekip derin bir nefes aldım. Yusuf getirdiği ilk yardım çantasını salona götürdü. Bizde salona geçtik. Çakıroğlu bahçeye çıkmış, korumasıyla konuşuyordu. Eda beni oturttu.

"Uyuşturmam gerek" dedi. Gözlerime baktı. "Tamam uyuşturmayacağım" dediği anda Çakıroğlu da salona girmişti.

"Neden?" Diye sordu.

"Sevmiyor uyuşturulmayı" dedi eda üzeri kapalı konuyu da kapatıp. "Başlıyorum" antiseptik çözeltiyle yarayı temizledi ve iğneyi geçirdi etimden. Yüzümde mimik oynamadığında gözlerini benden çekmedi. Eda sanki bir kumaşı diker gibiydi çünkü benim ne sesim çıkıyordu ne de yüzümde herhangi bir acı belirtisi vardı. Gözlerini ilk çeken o oldu. Bende elimi izliyordum.

"Düzgün dik bak kafanı koparırım" dedim Eda'ya gülerek.

"Sen harbi sıkıntılısın kızım" dedi Yusuf.

"Estetik dikiş atıyorum bak valla kasap dikişi atarım görürsün" dedi, tehdite tehditle karşılık veren Eda Yıldız. Gülümsedim.

Gülümsemeyen tek kişi vardı. O da salonun boydan camının önünde sırtı bana, yüzü bahçeye dönük duran Alptekin Çakıroğlu'ydu.

Eda dikişi bitirmişti. Ben üzerimi değiştirmek için yukarı çıkmıştım. Kan olan swratshirtü değiştirmeye geldim de denilebilirdi. İçime siyah bir uzun kollu badi giyip onun üzerine siyah, yeşil ve beyaz renkli bol, dizimin biraz üzerinde bir hırka giymiştim. Ayakkabımda kan oldu. Onu da siyah-beyaz bir spor ayakkabıyla değiştirmiştim. Sonra çıktım odadan. Beni bekliyorlardı. Aşağıya indiğimde her şey toplanmıştı. "Hadi gidelim ben hazırım" diye bağırdım beni duysunlar diye.

"Bahçedeyiz" diye seslendi edoş. Bahçeye çıktığımda anahtarı da almıştım. Kapıyı kilitledim ve çıktık bahçeden. Araçlar kapının önündeydi. Çakıroğlu Audi'yle gelmişti. Anılar şimdi gözümde canlandılar.. başıyla arabayı işaret etti.

Yusuf, Çakıroğlu'na "Arkandayız o zaman" dedi. Çakıroğlu başıyla onayladı ve arabalara bindik. Ben elimi unutup emniyet kemerini çekmeye çalıştığım için küçük bir sızı hissetmiştim elimde. Beni izlemese de farkındaydı.

"Dikilirken acımayan dokununca da acımaz" dedi. Sessiz kaldım. Emniyet kemerini bu sefer bende takmamıştım. O zaten emniyet kemeri ne demek bilmiyordu. Yola çıkmıştık. Biraz mesafesi vardı.

"Ay ben şarkı mı açsam" dedim telefonumu elime alırken

"Biraz sessizlik Yıkılmaz" dedi. Aldığım telefonu geri bıraktım.

Kendi tarafımdaki cama dönmüş etrafa bakıyordum. Kararmış gökyüzünün altında asla biriyle bir araya gelmemesi gereken benim yanımda canı yanmasın istediğim bir adam vardı. Ne kadar komik değil mi?

Dün bana ihanet iması yapmıştı, bu gün evlilik teklifine cevap vermem gerekiyordu.

Bana sevmeyi öğretmediler ki, sevilmeyi, şefkati, merhameti, vicdanı, saygıyı, vazgeçmeyi, kalmayı, gitmeyi, ölmeyi öğretmediler bana. Bana öğrettikleri tek şey hayatta kalmaktı. Ben 24 yıl boyunca sadece hayatta kaldım. Daha on günlük bebekken bile ölememişim ki. O çöp konteynırının yanında 3 gün yaşamışım. 3 gün, on günlük bebek.

Mesela ben bilmiyordum ölmeyi ama yaşamayı kim öğretmişti? Hadi ben on günlük bebekken bir hata yapmış ölememişim. Öleyim diye de çöpe bırakılmışım aslında. Beni doğurana da mı öğretmediler?

Sevgiyi saygıyı hatta şefkati bile geçtim de merhameti de mi bilmiyormuş? Peki ya baba olacak o adam? O da mı bilmiyordu? Ben on günlük bebekken çöp konteynırının yanında yaşamaya çalışırken de miniciktim, on yaşımda bir depoda yaşamaya çalışırken de miniciktim, on altı yaşımda bir odada yaşamaya çalışırken de miniciktim, hadi ben bilmiyordum da siz de mi bilmiyordunuz?

Çocuklara dokunulmaz? Size de mi öğretmediler? Küçük kız nasıl dayansın! Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Yaşamaya çalışan minicik bir bedendim. Hadi ben ölmeyi bilmiyordum da size öldürmeyi öğretmediler mi? Beni neden hep ölsün diye bırakıp ölümün ucundan aldınız? Hadi ben gitmeyi bilmiyordum da sizde mi demediniz yeter çektiği biz gidelim? Demediniz.

Kimdi bunların sorumlusu? Anne-baba mı? Belki! Ben miyim? Hiç sanmıyorum da, bana öğretmediler çünkü. Yaşamak zorunda kaldığım üç anın üçündende canlı çıktığım için çok pişmandım. Ölmeyi beklediğim her an yaşama tutunduğum için.

Nare Yıkılmaz ben, ölmek için doğmuş, (doğrulmuş) yaşamak zorunda bırakılmıştım.

Omzuma dokunan el beni ürkütmüştü. Başımı çevirdim. Çakıroğlu geldiğimizi belli edercesine dışarıyı gösterdi. Gözlerim tekrar camdan dışarı baktı. Yavaşça indim arabadan. Gözlerim ağırlaşmış düşüncelerim beni içten içe yakmıştı. Uykusuzdum bir de. Canımda yanıyordu. Canım her yandığında koşarak uykuya sığınmak istiyordum. Onlar yemek yese bende uyusam olmaz mıydı?

Uyku, ölümün yarısı demekti. Ben ölmek istiyordum.

Adımlarım ağır ve yavaştı. Durdum aniden aklıma gelenle. Korumalar dışardaydı ama onlar içinde yemek hazırlamalarını söylemiştim. Benim arkamdan yürüyen Çakıroğlu da durdu.

"Korumalara da yemek yaptırmıştım" dedim.

"Sırayla gelip yerler" dedi. Başımı salladım onu onaylarcasına. Adımlarıma devam ettim. Berk restoranın kapısındaydı.

"Ablam hoş geldiniz" dedi.

"Hoş bulduk Ablam" dedim.

"Ben size eşlik edeyim" diyip yolu gösterdi. Geçen geldiğimizde oturduğumuz masaya oturduk. Fark dört kişiydik bu sefer. Çakıroğlu yanıma oturur zannetsem de tam karşıma geçmişti. O günkü gibi. Her zaman ki gibi ansızın yine tam karşıma oturmuştu.

Eda yanıma otururken onun karşısına da Yusuf oturmuştu.

Berk masaya baktı "Edoşum hoş geldin" dedi. Gülümsedim. Yaşı edoştan çok da küçük olsa aşıkmış işte naparsın.

"Berk abicim hadi işine bak" dedi Yusuf, küçük çocuğuda kıskanmazsın be.

"Hıı Yusufçuk da gelmiş" dedi Berk. Gülümsemem genişlemişti. Sonra Çakıroğlu'na baktı. "Geçenki misafirinde gelmiş, hoş geldin abi" dedi. Çakıroğlu başıyla selam verdi sadece.

"Berk sen bu gün en güzel sofranı kur buraya" dedim gülerken.

"Abla içecek?" Dedi sanırım içki soruyordu. Ben içmesem de yanımdakilere sorduğu belliydi.

"Aslanım sen bize-" Yusuf'un sözünü kesen bendim

"Su" dedim sadece. Rakı isteyeceğine adım kadar emindim. Çakıroğlu araya girdi

"Berk sen Yusuf abinle bana bir küçük getir" dedi göz kırparken. Laf dinlemeyeceklerdi. Belli olmuştu.

Gözlerimi denize çevirdim. Deniz'in üzerinde tüm beyazlığıyla bir gayret geceyi aydınlatmaya çalışan dolunaya baktım. Suya yansıyan görüntüsüne, parlaklığına, karanlığın tamamını olmasa da insanın önünü görecek şekilde aydınlatmasına baktım. Çok güzeldi.

An'a geri döndüm. Masaya mezeler, salatalar geliyordu. Yusuf bir davadan bahsediyordu. Edoş onu dinliyordu pür dikkat gözleri ondaydı.

Benim ise özellikle göz göze gelmekten kaçındığım biri vardı. Suçlu da değildim oysaki. Tüm bu karmaşanın arasında telefonum çaldı.

Numaraydı.

Açtım.

"Seni çok özledim Nare, ben Alpaslan Yıldırım" dedi.

Açmamalıydım.

Continue Reading

You'll Also Like

29K 5.4K 36
Huzurla yaşadığın evinde yalnız mısın gerçekten? Hiç tanımadığın ve sokakta gördüğünde yüzünü çevirdiğin biri ile paylaşmak ister misin? Peki ya on...
656 54 12
"Beni sen değiştirdin Eylül, geldin ve bütün düzenimi altüst ettin." ... "Yine ve yine söylüyorum güzelim beni sen değiştirdin, geldin ve benim kader...
24.3K 864 8
Hiç bişeyden habersiz kuzenleriyle Mardin'e giden Bi genç kız olacaklardan habersiz Nerden bilebilirdi ki başına bunların geleceğini...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

74K 2.6K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"