ELIYS (+18)

By nursenturanli

157K 9.3K 4.3K

Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye ne... More

UYUYAN GÜZEL
ÇİLEKLİ PASTA
KABUS
UYANIŞ
ŞİZOFREN
KIZIL VAZO
GİRDAP
KAPI
SİS
SANDIK
EFİRUS
KÜKÜRT
AYNADA Kİ YANSIMA
DERİN KORKU
KAYIP TABLO
BİLİNÇ
HİÇLİK
NEFRETİN İLK TOHUMU
BEDEL
BROŞ
Sızı
KARANLIK YÜZ
DÜĞÜN 1.
DÜĞÜN. 2
IZDIRAP
AMADEOS MOZART
1.KISIM SIR SARMALI
2. KISIM BASKI
3.KISIM UÇURUM
ŞAH VE MAT
HASAT VAKTİ
Dönüş 1
Ölüme Çeyrek Kala
Yalanlar Ve Gerçekler
ANAHTAR
Geçmişin Tozları
SON ELIYS
Elyıs Başlangıç
İlk Ateş
Güç Oyunları
Ayrılık
Savaş
Madalyon
İNANÇ
KADER AĞI
KİM SİN SEN?
Zehirli Elmalar
YILAN OTU
ZEHRİ AŞK
Mecuz
LANET
DÜĞÜN

İLK ADIM

2.6K 158 48
By nursenturanli

Korku kişinin en büyük düşmanıdır. Ya yeneceksin, ya da boyun eğeceksin. Kazanırsan hayatta kalırsın. Ama kaybedersen, yaşadığın sürece seni hergün biraz daha içine çeker. Sonra bir bakmışsın dipsiz bir kuyunun karanlık hiçliğinde kaybolup gitmişsin.

Evet, Kenan ölmüştü.
Evlerinin hemen önündeki, büyük çam ağacında boynundan asılı bir halde bulunmuştu.
Göğsüne yapıştırdığı bir intihar mektubuyla kendi canına kıymıştı. En azından kriminal ekibinin söylediği buydu.

Adli tıp raporuna göre, cinayete dair en ufak bir bulguya rastlanmamıştı. Ne bir deri örneği, ne de herhangi bir zorlama. Üstelik evleri kamera sistemiyle 7/24 gözetleniyordu. Cinayet masası ekiplerinin şüphelendiği iki konu vardı. Birincisi, o gece tüm kameralar neden devre dışı bırakılmıştı? İkincisi ise, neden sol el parmaklarının kırık olduğuydu. Elbette intihar mektupuda araştırılmış, her ayrıntısına kadar incelenmişti. Mektup kendi el yazısıyla yazılmıştı. Üstelik mektuptaki harfler ve yazıların bütünlüğünü inceleyen ekip, harflerin yazım şeklinden yola çıkarak gayet sakin, bilinci açık ve kendinden emin bir ruh haliyle yazıldığını ifade etmişlerdi.

Korku, zorlama ya da endişe olması durumunda, yazılarda kayma ya da elinin titremesi halinde yazım hatası olabileceğini açıklamışlardı.

Muktupta ise şunlar yazılıydı:

"Günahlarımın ağırlığını taşıyamıyorum. İyi biri olmak için çok uğraştım, ama olmadı. Bir çok insanın canını yaktım. Ölüm benim için en iyisi. Elveda"

Evet tam olarak yazılan bu sözlermiş. Adli tıp hiçbir şüpheye yer kalmadan tamamen intihar vakası olduğu konusunda hem fikirdi. Raporlarınıda zaten bu yönde karar vererek imzalamıştılar. Ve dosyayı tamamen bir daha açılmama üzere kapattılar.

Ama bu intihar asla akla yatkın bir durum gibi gelmiyordu bana. Neden intihar etsin ki? Kenan'ı iyi tanırdım, asla canına kıyacak biri değildi. Hele de bıraktığı not, onun kalemi olamazdı. Hayır hayır doğru gitmeyen birşeyler var. Bundan adım kadar eminim. Biri onu öldürmüştü hem de tüm aile bireyleri evdeyken. Nasıl olurda hiç birinin ruhu bile duymaz. Koca adamı bahçeye asacaklar ve en ufak bir ses olmayacak. Bu mümkün mü?

İtiraf etmeliyim ki ilk ölüm haberini duyduğum anda, bunu Tuğrul'un yaptığına yemin edebilirdim. Ama sonradan düşündüğümde, Tuğrul'un o gece sabaha kadar benimle konuştuğuydu.
Raporlar ne derse desin, kimse beni intihar ettiği gerçeğine inandıramaz. Kim bilir belkide başka düşmanları vardı. Evet her ne kadar zamanlama biraz manidar olsa da bu korkunç tesadüf beni düşündürüyordu.

Aylin Kenan'ın ani ölümüyle per perişandı. Zaten kötü ruh hali iyiden iyiye bozulmuştu. Sürekli olarak ağlıyor, kendisini tamamen odasına kapatıyordu. Kenan için üzüldüğümü söyleyemem ama Aylin adına çok üzülüyordum.

Mete sık sık eve geliyor, bizi teselli etmeye çalışıyordu. Tuğrul ise benimle sürekli telefonda konuşup, herşeyin yolunda olup olmadığını öğrenmek istiyordu.
Kenan, Tuğrul'un umurunda bile değildi. Onun için düğünü ertelemenin bir anlamı yoktu. Aslında derdi düğün falan değildi. Onu tek ilgilendiren şey benim bir an önce karısı olmamdı. Neden bu kadar aceleci davrandığını anlamıyordum.

Beni arayarak akşam saat tam 21 de beni alacağını ve birlikte yemeğe çıkmamız, düğünle alakalı bazı detayları görüşmek istediğinden söz etti. Bunun iyi olacağını düşündüm. Belki de Aylin'nin içinde bulunduğu durumdan ötürü düğünü biraz erteletebilirdim.

Akşam olmuş tam da saat 21 de kapıda hazır bekliyordu. Hemen üstüme birşeyler giyerek çıktım. Beni kapıda gördüğü an nasılda mutlu olmuştu. Hemen arabasının kapısını açarak binmeme yardımcı olduktan sonra direksiyonun başına geçti. Gerçekten çok mutluydu. Onu ilk defa böyle mutlu ve neşeli görüyordum.

Her zaman ağır giysiler giyen adam bu akşam fazlasıyla sade giyinmişti. Siyah bir tişört, deri ceket ve altınada siyah bir kumaş pantolon giymişti. Bence böyle giyinmek ona çok daha yakışıyordu.

Ona hayranlıkla bakıyordum. Her haliyle farklı ve büyüleyici biriydi.
Ve gaza basarak hiçbir şey demeden yola çıktık. Ona nereye gideceğimizi sorma gereği bile duymadım. Her zaman otokontrol onda olmalıydı. Az çok tanıyordum onu artık. Bir saat sonra şehir merkezinden bir hayli uzak olan bir sahile vardığımızda, kontağı kapatarak dışarı çıktı. Kapımı açtıktan sonra yüzüme tebbesümle bakarak:

"Geldik prenses"

"Burada ne işimiz var Tuğrul?"

Gülmeye başladı. Cebinden bir mendil çıkarıp, gözlerimi hafifçe bağlayarak beni bir kaç metre yürütüktten sonra mendili çözdü.
O an hayatımda gördüğüm en güzel manzara ile karşı karşıyaydım. Muhteşem bir dolunay vardı gökyüzünde. Ve sanki denizin üstünde duruyormuş gibiydi.

Kocaman haliyle adeta ışıl ışıl parlıyordu. Biraz yaklaşsam dokunabilirmişim hissini veriyordu. Saçtığı ışıklar, çarşaf kadar narin denizin üstünde yanıyordu. Muhteşem bir ambianstı. Arkamdan belime sarıldı ve birlikte izlemeye başladık.
Boynumu öperken başladı sessizce konuşmaya:

"Biliyor musun? Bu muhteşem görsellik her yüz yılda bir gerçekleşen doğa olayıdır. Ayın dünyaya en yakın olduğu an. Bunu sana gösterebilmek için en iyi yeri tespit ettim. Tam da
bu noktadan görülebilecekti en net hali. Seni buraya bu sebepten getirmek istedim. Ne kadar harikulade değil mi?"

Gerçekten nutkum tutulmuştu. Saatlerce izleyebilirdim. Dünya da değilde başka bir alemdeymişiz hissi yaratıyordu bende. Elimi tutarak:

" İyi izle prenses, bir kaç dakika sonra yükselecek. "

Gözlerimi bir an olsun ayırmadan baktım baktım ve baktım. Tuğrul'un dediği gibi birkaç dakika sonra uzaklaşmaya başladı. İkimiz bu anı sessizce ve hareketsizce izledik. Arkamı dönerek ona sımsıkı sarıldığımda ise, sahilde gördüklerimle bir daha şaşkına dönmüştüm.

Ay'ın o hali beni o kadar çok etkilemiş ve gözlerimi doldurmuştu ki, sahilde bizim için hazırlatılan masayı görememiştim. Kumların üstünü onlarca küçük mum ve kırmızı güller süslüyordu. Masanın üstünde iki kişilik hazırlatılmış yemekler, birde küçük bir kulübe. Elimden tutarak beni masaya doğru götürüp sandalyemi çekti inanılmaz kibar bir tavırla. Bazen o kadar zarifti ki evet, bir saraylı kültürüyle ve disipliniyle yetiştirilmiş olduğunu açıkca gösteriyordu. Kendi elleriyle bana servis yapıyor ve bundan duyduğu inanılmaz memnuniyetini bana doyasıya hissettiriyordu. Keyifle yemeğimizi yerken Aylin düşüverdi aklıma.
Hemen yüzüm düştü ve elimdeki çatalı tabağa bırakıp gökyüzüne baktım.
Elimi tutarak:

"Sorun ne Esin? Asla yüzünde ki hüznü istemiyorum"

"Aylin, onun için çok üzgünüm. Kenan'ın ölümü onu yerle bir etti."

Vurdum duymaz tavrıyla:

"Üzgünüm, ama bu konuda yapabileceğimiz birşey yok. Ablan pasif agresif bir tip ve bu onu ulaşmak istediği şeylere karşı hırçınlaştırıyor. Kibir kötü birşeydir. O sadece kendi için yaşayan biri. Tek kişilik hayatı varsa, dünyası da tek kişiliktir.
Onun için üzülme, herkes kendinden sorumlu. Bu da kötü karakterinin ona sunduğu acı karşılığı"

Aylin'nin karakterini biliyor gibiydi. Onu sadece bir kere görmüştü oysa. Nasıl olurda bu kadar iyi analiz yapabilmişti onun hakkında.?

"Öyle ama yine de ablam. Kenan'ın intihar ettiğini hala aklım almıyor. Neden? Bunu yapması için ne gibi bir çıkmazı olabilirdi?"

"Bak Esin, Kenan denen pislik, ölümü fazlasıyla hak etmişti. Onu bu konuda takdir ettim. En azından kendine ölümü hak bulmuş ve kendini yok etmiş. Aferin ne denilebilir."

Çok rahat konuşuyordu. Konuyu kapatarak ayağı kalktı ve beni yavaşça kaldırdı. Belime sarılıp bir şarkı mırıldanmaya başladı. Neşeyle bir sağa bir sola sallıyordu beni. Onun tatlı melodisiyle dans ettik serin kumların üstünde.
Yanımda olduğu her an çok mutlu oluyordum. Sanki kaybettiğim bir parçaymış gibi, tuhaf bir his uyandırıyordu bende.

Hava serinlediğinden titremeye başladım. Sarmalarken beni baktı yüzüme:

"Üşüdün mü?"

"Evet biraz"

Beni kucakladığı gibi doğruca kulübeye götürdü. İçeride bir sandalye ve bir yatağın dışında hiçbir şey yoktu. Yatağa uzatarak beni başladı ayaklarımı avuçlamaya. Buz gibi olan ayaklarımı nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu gözlerimin içine bakarak. Ona olan arzum hep diriydi. Bana serçe parmağıyle dokunması dahi yeterliydi. Ufak ufak soymaya başladı tüm giysilerimi. Ve izlemeye başladı hayranlıkla çıplak bedenimi. Bir süre sonra aynı ihtirasla sevmeye devam etti bedenimi. Dudaklarını bir an olsun tenimden ayırmıyorudu. Saatlerce sıkılmadan sevmiştik birbirimizi bedenlerimizde. Kalbimizde ki delice aşk, sirayet etmişti tüm vücudumuza.

Bir kaç saatin ardından, yanda duran sandalyenin üstüne bıraktığı puroyu yakarak keyifle içmeye başladı. Ben ise başımı çıplak göğsünün üstüne bırakıp kalp atışlarını daha fazla duymak istiyordum. Çünkü o kalp bana aitti ve ben bunu biliyordum.
Saçlarımı narince okşuyordu purosunu içerken.

Küçücük bir şüphede olsa, Kenan'ın ölümünden Tuğrul'un ilgisi olabileceğini düşünmek dahi istemiyordum. Kalp atışlarını çok net duyabiliyordum. Neden onu test etmiyorum diye düşündüm. Aniden pat diye sordum o soruyu:

"Tuğrul, Kenan'ın ölümüyle bir İlgin var mı?"

Kalbinin ritmi bana gerçeği söyleyecekti bu soruyla. Yine kahkaha atmaya başladı.

"Esin, bazen beni çok güldürüyorsun. Vampir konusu hala beni güldürüyor. Bu da ikinci vaka. Prenses fazla esprilisin. Onu nasıl öldürmüş olabilirim? Tüm gece seninle konuşmuştuk hatırla istersen. İtiraf etmeliyim ki öldürmek istedim ama her canımızı sıkanı öldüremeyiz değil mi prenses? "

Doğru söylediğine ikna olmuştum. Evet o gece sabaha kadar telefonda benimle konuşmuştu. Kaldı ki kalp atışları bunu doğrular nitelikteydi. İyi ama kim neden öldürmüş olabilir onu?

Tuğrul çoktan uykuya dalmıştı. Uzun uzun izledim okşarken yüzünü. Onu hem canım da bu denli yoğun hissederken, nasıl oluyorda çok uzak hissedebiliyordum. Hastalığımla ilgili gerçeği bilmeli, aksi halde beni affetmeyebilir. Kendi karanlığıma onu da diri diri gömemem.
İçim daralıyordu düşündükçe, ya beni terk ederse? Ne yapardım onsuz?

Tüylerim ürpermişti. Yataktan kalkarak doğruca dışarı çıktım. Denizin kıyıya vuran sesi çağırıyordu beni yanına. Kumların üstünde yalın ayak yürüdüm ıssız gecede. Demin ışıldayan ayı, şimdi bulutlar saklıyordu gözlerden. Yine de orada olduğunu hissettiriyordu. Kollarımı birleştirerek izledim karanlık denizi.  Rüzgar esintisini yüzüme yüzüme üflerken, derdini söylercesine konuşuyordu benimle. Ben, ay ve deniz sırdaş olmuş, konuşuyorduk kendi dilimizde birbirimizle.
Ama sanırım en geveze olan bendim. Sükut ile dinlediler beni. Sesimi duymaları gerekmiyordu, yüreğimin içinden geçen her cümleyi duyuyor, iki dost edasıyla usulca ve sözümü kesmeden  huşuyla anladılar beni.

Sıra onlara gelmiş, dinlemekte olan ben olmuştum. Sakince oturdum ıslak kumların üstüne. Denizin etekleri ayaklarımı ıslatırken, gözlerimi yumarak dinledim onları.
Geçmişden bahsettiler biraz. Kimler kimler gelmiş geçmiş. Ne acılar, hüzünler ve ne mutluluklara şahit olmuşlar.

Tam da o esnada sırtıma asılan şalın sıcaklığıyla kendime geldim. Tuğrul arkama oturup sardı beni. Saçlarımı koklarken izledik denizi, yıldızları ve ayı...
Daha sıkı sarılarak belime:

Müzik: Faces  stamatis spanoudakis

"Üşümüşsün, neden uyumadın prenses?"

"Uykum kaçtı. Biliyor musun? kimse beni sana yakıştıramıyor. Beni sevebileceğine kimseler inanmıyor"

Arkamdan elleriyle saçlarımı okşarken:

"Sevdiğim tek kadınsın. Nerden bilsinler benim için ne anlam ifade ettiğini be prenses. Sen benim tek varlığımsın. Sen bana bu dünya yüzeyindeki en yakınımsım. Ülkemsin, vatanımsın, özlemini çektiğim, yüzlerini bile hatırlamakta zorlandığım annem, babamsın. Eşim, dostum, akrabamsın sen bensin. Onlar ne bilir yüzeysellikten başka. Dünya işte, bir dolar bir boşalır. Sen ve ben dönemecdeki kavşaktayız. Onlar geçerken biz sadece izleriz. Seni nerden bilsinler. Şayet bilseydiler senin beni sevmenin benim için nasıl bir lütuf olduğunu anlardılar. Sen özelsin bunu asla unutma. Ben dahil kimse senin asaletinin karşısında duramaz. Teşekkür ederim. Beni seçtiğin için, beni sevdiğin için... "

Bu sözleri ondan duymak, tıpkı bir rüyaya benziyordu. O an dilediğim tek şey, bu rüyadan hiç uyanmamaktı. Her şeye rağmen hakkımda ki gerçeği bilmeliydi. Sessiz bir tonla seslendim ona:

" Sana söylemem gereken bazı gerçekler var. Umarım beni anlar ve benden vazgeçmezsin. Olur da beni terk etmek istersen, inan bunu anlarım"

Endişeli bir tavırla çekti hemen kollarını belimden ve yüzümü kendine doğru hızla çevirerek:

"Anlat aşkım. Seni bu kadar üzen ve terkedeceğimi düşündüren sebep ne olabilir?"

İlk nereden başlayacağımı bilemeden sadece yüzüne baktım.

"Tuğrul ben çok sağlıklı biri değilim. Bunu sana daha önce anlatmalıydım. Ama bu rüyanın biraz daha sürmesi ve seni biraz daha hayatımda istediğim için ertelemek zorunda kaldım. Artık son adımdayız bilmen gerekiyor"

Endişeli gözlerle bakarken:

"Neyin var!?"

"şizofrenim ben. Zamanını bilemiyorum, belki de çocukluğumdan beri. Beynimin içinde iki farklı dünya var. Hangisi gerçek bilemiyorum. Birgün tamamen delirmem an meselesi. İçimde bir yabancıyla yaşamak zorunda kaldığım bir hastalık. Bazen ona çok güveniyorum, çünkü o benden çok daha akıllı. Herşeye hakim, üstelik benim gibi korkak da değil. Onun gerçek olmadığını bilsem dahi yine de onu yok sayamıyorum. Elbette sadece o yok hayallerimin içinde, onun gibi pek çok kişi var. Onlarla konuşuyorum hatta bazen. İnanamıyacağın kadar çok korkuyorum onlardan. İlaçlarda faydasız, ne eksiltiyor ne de çoğaltıyor. Deli saçması gelecek sana belki, ama daha önceden yaşamış gibiyim. Ve bu yaşanmışlıklar hep kısa sürmüş gibi. İçimde acıyan birşeyler var. Bende tıpkı Lamor'un Eni'si gibi kaybediyorum zihnimi ağır ağır. Ruhum ızdırap çekiyor sanki sebepsiz.
Sanırım büyük bir günahım var. Kirli hissediyorum kendimi. Nasıl anlatsam, bedenimde bir çok kişinin kanı var gibi. "

Ben anlatırken yanağıma düşen damla, meğer benim göz yaşım değilmiş. İkimizinde aynı anda gözyaşları birbirine karışmıştı. Ben anlattıkça o beni daha! daha sıkı sarmaya başladı. Kollarında öylesine sıkmıştıki beni, bana bir yuva yapmak istemişti orada. O kolların arasındayken hiçbir şey beni korkutamazdı. Islanmış yanağını dayadı yanağıma. Bir sağa bir sola yavaş yavaş sallarken, dolmuş boğazından yutkunarak çıkarıyordu cümleleri.

"Aşkım benim. Ne önemi var.
Seni bırakacağımı nasıl düşünürsün? Senin için yapamayacağım hiçbir şey olamaz. Yeter ki sen mutlu ol. Fakat şuna inanıyorum sen hasta değilsin. Sana çok iyi bakacağım yemin ederim. İnan bana sende buna inanacaksın, çünkü seni buna inandıracağım. Kaldı ki hasta olsan ne fark eder ki? Seni yine hatta daha da çok seveceğim. Sana söz veriyorum aşkım, ne olursan ol, neye dönüşürsen dönüş, yine de seni hep seveceğim. Yeter ki sen beni sevmekten vazgeçme. Bana bir söz vermeni istiyorum şimdi"

Başımı dayayarak göğsüne:

"Niçin söz vermemi istiyorsun?"

"Birgün gelirde hakkımda seni şaşırtan şeyler duyarsan, lütfen beni dinlemeden nefret edip benden vazgeçme. Söz mü? "

"Senden nefret etmek mi? Asla bunu yapamam. Sana söz veriyorum. Şayet olursa öyle bir durum ki sanmıyorum, mutlaka sana soracağım ve seninle konuşacağım"

Mutlu olmuştu sözümden dolayı. Neşeyle gülümseyerek:

"iki gün sonra gidiyoruz. Hemen evlenmeliyiz"

"Tuğrul, biraz ertelesek olmaz mı? Aylin acı içinde kıvranırken, mutlu olmak beni utandırıyor"

Birden yüzü soğuk bir ifade aldı ve ayağı kalkarak iki elini ceplerine sokarak denizi izledi. Ardından net bir ifadeyle:

"Hayır! Hemen evlenmeliyiz. Üzgünüm ama ne Aylin ne de Kenan'ın yasını tutacak değilim. Sende olmamalısın. Bu hayat ikimizin, kimsenin dahil olmasını istemiyorum"

Ben de oturduğum yerden kalkarak:

"Sadece birkaç hafta. Bu panik ve acelen neden? anlamıyorum"

Yüzüme baktı. O gözlerde anlatmak istediği şeyler vardı. Derin nefes alarak başımı göğsüne çarptı hızla.

"Beklemek istemiyorum. Hemen hemen evlenmeliyiz. Bir an önce karım olmalısın"

Sessizce küçük bir "Peki" ile yetindim.

***
Aradan iki gün geçmiş ve İngiltere'ye gitme vaktim gelmişti. Odamdan sadece bir kaç küçük anısı olan eşya almıştım. Zaten götürecek çok birşeyim de yoktu. Ailem Aylin'nin içinde bulunduğu durumdan ötürü düğüne iki gün kala gelecektiler.
Ne garip, olur ya birgün evlenirsem annem ve Pervin'nin düğünümde beni hiç yalnız bırakmayacaklarını düşünürdüm hep. Şimdi ikisi de yok. Pervin'i birkaç kez aramıştım. Geleceğinden emin olmak istiyordum. Çok net bir şekilde "geleceğini beni asla yalnız bırakmayacağını" söyleyip duruyordu. Umarım doğrudur. Belki orada yanımda kalması için onu daha kolay ikna edebilirdim.

Tuğrul aşağıda beni bekliyordu. Küçük valizimi alarak çıktım odamdan. İçimde bir burukluk vardı nedensiz. Aylin'in kapısında durdum bir süre. Onunla vedalaşmak istiyordum. Kapıyı tıklayarak içeri girdim. Yatakta yatıyorken buldum onu, uyanık ve bana bakıyordu. Derken arkasını dönerek başını battaniyesinin içine gömdü. Ona ne söyleyeceğimi bilmeden yanına yaklaştım.

"Aylin, ben gidiyorum. Biliyorum benden hep nefret ettin. Oysa ki ben seni hep sevdim. Hatırlıyorum da biz seninle küçükken çocuklarla oyun oynuyorduk. İçlerinden biri bana vurmuştu. Nasıl da deliye dönmüştün, nasılda kükremiştin o çocuğa. Beni yerden kaldırıp üstümü silkeleyip incecik kollarını boynuma sarmıştın. İşte o günden sonra seni hep çok sevdim. Hani derler ya Kardeşin düşmanlığı, yabancıların dostluğundan iyidir. Neyse, ben gideyim artık. Ama şunu sakın unutma, başına ne gelirse gelsin, bana gel demen yeterli. Hoşçakal"

Eğilerek öptüm onu battaniyesinin üstünden. Çantamı alarak sessizce kapattım kapısını. Merdivenin aşağı ucunda annem, Mert, Mete ve Tuğrul beni bekliyordu. Ağır ağır indim binlerce kez inip çıktığım ahşap merdivenlerimizden son kez.
Tuğrul heyecanla elini uzatarak inmeme yardımcı oldu. Sımsıkı sarıldım ağlayarak annem ve Mert'e O sırada kapı küt küt çalmaya başladı.
Gelen Nermin teyze idi. Bir anda ortamdaki duygusal havayı yok etmişti söylemleriyle.

"Esin, demek gidiyorsun ha kızım. Düğününe bende geleceğim. Sayende İngiltere'yi de görmek nasipmiş"

Tüm kibarlığını takınarak Tuğrul'a baktı utangaç haliyle:

"Tuğrul bey, valla sizinle bir selfy yapmadan bırakmam sizi"

Tuğrul şaşkındı. Her zaman ki nezaketiyle:

"Elbette efendim"

Nermin teyze telefonuyla başladı selfiler çekmeye. Hepimizle ayrı ayrı üstelik. Güldürüyordu bu kadın beni. Tatlıda hani, patavatsızlığı insanı rahatsız etmiyor. Nihayet bitmişti selfileri. Tuğrul ve Mete hayretle göz ucuyla birbirlerine bakıp gülümsüyordular. Tuğrul elimi tutarak dışarı çıktık. Kapının önü bir hayli kalabalıktı. Esnaflar, komşular ve de bazı gazeteciler resimlerimizi çekip duruyordu. Beni araca bindirip kapısını kapattıktan sonra, bastı gaza ve yavaşça uzaklaşmaya başladık doğup büyüdüğüm evimden. Hüzünle izledim, biz gittikçe küçülen mahallemi, ta ki gözden kaybolana kadar.

***

Tuğrul, ben ve Mete özel uçakla 3 saatlik bir uçuşun ardından yeniden İngiltere'deydik. Bizi beklemekte olan araca bindik. Mete ise hemen arkadaki araçla peşimizden geliyordu. Tuğrul yol boyunca hiç elimi bırakmadı. Beni ne çok sevdiğini anlatıp durdu. İnanılmaz derecede mutluydu. O sürekli konuşurken ben sadece onu izliyordum. Onu ne çok sevdiğimi ve onsuz yaşamanın benim için imkansızlığını düşünüp durdum. Sevdiğim adamla yeni bir hayata adım atıyordum. Herşeyin bu kadar mükemmel olması mümkün müydü? Ya gerçekten Aslan beyin dediği gibi ağır bir bedeli varsa? Denemeden bunu nasıl bilebilirdim? Razıydım onunla herşeye razıydım. Yeter ki bana hep aşkla baksın...

Büyük, görkemli şato yeniden görünmüştü ufuktan. Artık burası benim yuvam, evim.
İlk geldiğim zaman ki gibi yine tüm çalışanlar saygıyla bizi karşılamak için büyük avluda duruyordular. Tuğrul arabayı durdurarak hemen kapımı açtı ve çıkmama yardımcı oldu. Bayan Meri ve Nancy de oradaydı. Aynı nefretle dolu bakışlarla duruyordular tam da karşımda. O kadar çok çalışan vardı ki, hepsi ama hepsi oradaydı. Tuğrul belime sardı kolunu ve birlikte içeri girdik. Merdivenlerden elimi tutup hızla yukarıya doğru çıkarırken:

"Yeni odamızı görmek ister misin?"

"Evet elbette çok isterim"

İlk odamız ikinci kattaydı. Bu defa üçüncü katdı. Sağdan giriş yaptık uzun koridorda. İki oda yan yanaydı. Başka oda da yoktu zaten bu bölümde. Kapıya geldiğimizde yüzüme bakarak:

"Kendi zevkime göre döşedim, ama sevmezsen istediğin gibi döşeyebilirsin prenses"

Ve kapıyı açtı.

İçeri girdiğim an şaşkınlıktan gözlerim kocaman olmuştu. Devasa büyüklükte bir odaydı burası. Bir an için ürktüm, açıkcası bu kadar lüks bir hayat korkutmuştu beni. Oda dediysem de koskoca bir ev büyüklüğündeydi. O kadar zengin ve zevkli döşenmiştiki hayran kalmamak neredeyse imkansızdı. Ne yani, hergün buradamı uyuyup uyanacağım?

Odanın içinde beni gezindirmeye başladı.  Kaybolabileceğim kadar büyük soyunma odaları, kütüphaneler, çalışma odası, işlenmiş mermerlerden yapılan kocaman küvet, havuz, sauna odası ve hatta spor odası. Uyuşmuş gibiydim her şeye hayranlıkla bakıyor ve yutkunuyordu. Tamamen tepkisiz bir halde hayretle izliyordum. Sessizliğimden şüphelenerek:

"Beğenmedin mi? İstersen yenileyebiliriz. Nasıl istersen öyle döşeriz"

Beğenmemek mi? Ben şaşkınlığımı atlatamıyorken o benim beğenmediğimimi düşünüyordu? Aklını kaçırmış olmalı. Burası hayallerimin bile çok üstündeydi. Ne bilim gecekondumuzdaki odamı düşünce burası nasıl anlatsam bir masalın içindeymişim gibi geliyor.

"Hayır, beğenmemek mümkün mü? Bana biraz fazla geldi sanki. Ben tüm bunlara değer miyim?"

Saçlarımı koklarken, ellerimi avuçlarına aldı. Dudaklarını sıkarak:

"Sen herşeye değersin, bunlar az bile"

Gözlerimi odanın her yerinde gezindiriyordum. Bir ara yatağın tam karşısında duran duvara takıldı gözüm. Duvarın büyükçe bir kısmı boştu ve bir aparat takılıydı. Tam duvarın yanına giderek başımı kaldırdım ve Tuğrul'a dönerek:

"Burası neden boş? Bu aparat niçin?"

Yanıma sokulup:

"Orası boş. Çünkü henüz oraya takılacak tablo yapılmadı."

"Tablo mu?"

"Evet prenses, senin tablon için boş bırakıldı o duvar"

Çok heyecanlanmıştım. Benim bir tablom çizilecekti öyle mi?

"Sana muhteşem bir tablo resmedilecek. Kendini hazır hissetiğinde başlarız. Düğüne kadar senin resmini bu duvarda görmek istiyorum prenses."

Çok sevinmiştim. Sonra birden aklıma eski sevgilisi gelmişti. Birden yüzüm düştü.

"Neden yüzün asıldı Esin?"

"Gerek yok tabloya"

"Neden?"

"Neden mi? Sen hayatındaki her kadını resmetmeyi seviyorsun."

Alaycı alaycı bir halde gülmeye başladı.

"Ne demek istediğini biliyorum. Hayatıma kimseyi almadım, senin dışında. Her uyandığımda ilk buraya bakarak seni görmek istiyorum. Bu odanın en güzel detayı bu olur benim için. Kırma lütfen beni"

Başımı peki anlamında eğdim. Yanaklarımdan tutarak anlıma bir öpücük bıraktıktan sonra:

"Şimdi bir duş al ve dinlen. Sonra görüşürüz. Benim yapmam gereken işler var."

Başımı hayır anlamında sallayarak:

"Hayır önce Efirusu görmeliyim. Onu çok özledim"

"Biliyorum prenses, eminim o da seni çok özlemiştir"

Başını yana doğu bir tık atarak gülümsedi:

"Git hadi, bekletme dostunu"

Hızla koşarak indim merdivenlerden birer ikişer atlayarak. Kapatıldığı odasından seslendim ona:

"Efirus! Ben geldim."

Sesimi duyduğu an delice kişnemeye başladı. Hemen sürgüsünü çekerek kapısını açtım. Beni görür görmez kişneyerek başını yüzüme gömdü. Benimle resmen kendi dilinde konuşuyordu. Ne demek istediğini o kadar iyi anlıyordum ki. Hemen eğerinden tutarak sırtına bindim ve hızla dışarı çıktık. Uçsuz bucaksız düz arazide dört nala koştuk birlikte. Rüzgarla yarışırken, bize hile yapıyorsunuz deyişi gibiydi rüzgarın kaprisi. Ama ben ve Efirus koşmuyorduk adeta uçuyorduk. Rehberim oydu o karar veriyordu gideceğimiz yerlere, ben sadece yolcuydum. Şato dan bir hayli uzaklaşmıştık. Şırıl şırıl akan şelaleye getirmişti beni. Burayı ilk kez görüyordum. Tam o noktada hiç kıpırdamadan durakladı. Ne kadar devam etmesini istemiş olsam da o inatla duruyordu. Yavaşça eğildi, bunu daha önce hiç yapmamıştı. İnerek etrafa bakındım bir süre. Sadece bir şelale ve suyun içine döküldüğü bir birikintinin dışında hiçbir şey yoktu.
Peki neden burada sabitlemişti kendini? Bana birşeyler söylemeye çalışıyor gibiydi. Biraz yürüyerek etrafı dolandım ama hayır, farklı, olağan dışı en ufak bir detay yoktu. Çok yorulmuştum artık. Tekrardan yanına giderek, okşadım yüzünü. Onu ikna eder gibi konuştum biraz.

"Lütfen Efirus gidelim artık. Çok yorgunum"

Ve yeniden dikildi tüm heybetiyle. Yine aynı süratle geri döndük. Onu yerine bırakırken biraz daha sevdim. O esnada Mete'nin sesini duydum arkamdan.

"Efirus seni çok özlemiş, inan sen yokken hiç sesini duyamadık onun"

"Bende onu çok özledim Mete"

"Burada olduğunu tahmin ettim. Esin ilk Efirusu ziyaret eder diye düşündüm"

Durgundu Mete. Yüzünde saklamaya çalıştığı üzüntünün yansıması vardı.
İki eli cebinde yere bakarak:

"Demek evleniyorsunuz? Senin adına çok mutluyum Esin. Sana bir itirafta bulunmak istiyorum, çünkü bir daha fırsatım olmayabilir"

"Elbette Mete, seni rahatsız eden ne?"

Baktı gözlerime bir kaç saniye hiç kırpmadan gözkapaklarını. Ardından:

"Biliyormusun Esin? kendimi bildim bileli hep Tuğrul'la birlikteydim. Hayatım boyunca onu hiç kıskanmadım şu ana dek. Senin gibi birine sahip olması, dünyaya sahip olmak kadar yüce bir şey"

Mete'nin cümleleri beni endişelendiriyordu. Her zaman bana karşı farklı bir duygusu olduğunu sezerdim ama hiç bu kadar açık bir şekilde dile getirmemişti.
Onu daha fazla dinleyemezdim.

"Lütfen Mete neler söylüyorsun?"

"Hayır Esin, kesme rica ederim. Dedim ya ilk ve son kez konuşucağım bu konuda. Açıkcası ilk başlarda anlam veremezdim. Tuğrul bu kızda ne buluyor acaba. Belki de onunla eğleniyor, dalga geçiyordur diye düşünürdüm. Seni tanıdıkca Tuğrul'u çok iyi anladım. Tanıdığım hiç kimseye benzemiyorsun. Ruhun o kadar derin ve yüce ki. Her gün yeni bir yönüne şahit oldum ve beni her an daha fazla etkiledin. Önceleri senin şanslı olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise, asıl şanslı olanın Tuğrul olduğunu farkettim. Biliyorum sırf sana bu cümleleri sarfettiğim için bile, Tuğrul'un düşmanı olmam için yeterli bir sebep.
Umarım çok ama çok mutlu olursun"

Mete den bu sözleri duymak beni üzmüştü açıkcası. Sustum ne denilebilirdiki. Başımı eğerek sadece yanından uzaklaşmaktan başka. Hızla yeni odama koştum. Kapıyı kapatarak Mete'nin sarfettiği sözleri düşündüm. Onu gerçekten seviyorum ama tıpkı bir kardeş edasıyla. Mert gibi mesela, umuyorum ki bana olan hislerini daha da çoğaltmaz yüreğinde. Tekrardan dolandım koskoca odayı. Küçükken okuduğum resimli masal kitaplarındaki gibiydi burada gördüğüm herşey. Tuğrul bana hep prenses diyor. Olabilir mi? Evet burada tıpkı bir prenses gibi hissediyorum kendimi.
Hemen soyunarak banyoya ilerledim. Aman Allahım o kadar güzeldi ki küvet içine girmeye bile kıyamıyordum.

Neden kıyamıyacakmışım, burası bana ait. Soyunarak sıcacık küvete girdim. Muhteşem bir duyguydu yaşadığım. Uzun süre kaldım ve kurulanarak kocaman yatağa uzanıp kendiliğinden yüzüme oturan gülümsememle gözlerimi yumdum.
Saatlerce deliksiz uyumuştum. Hatırladığım tek şey, gecenin bir yarısı Tuğrul'un beni sarmalamasıydı uyurken.

Sabah gözlerimi açtığımda, hemen yatağın yanında duran masanın üstünde, harika leziz bir kahvaltı duruyordu. Tuğrul çoktan gitmişti. Neşeyle kalkarak elimi yüzümü yıkadım. Odamın sarı renkteki parlak mermer zeminli, balkonuna gittim. İki elimi belime kadar yükseltilmiş duvara yasladım. Etrafı izmeleye başladım bir süre. Mavi göğe, renkli çeşit çeşit çiçeklerle bezeli bahçeye, çalışanlar bakındım. Birden kuş cıvıltısıyla arkamı döndüğümde, balkonun hemen kenarında altın sarısı büyükçe bir kafeste üç kuşun öttüğünü gördüm. Aman Allahım! Ne kadar da güzeller. Üçününde rengi birbirinden farklıydı. Öyle canlı renkleri vardı ki görülmeye değerdiler. Kırmızı, yeşil, sarı ve turuncu renkleri vardı. Bayılmıştım bu kuşlara beni mest etmiştiler. Ötüşleri tıpkı bir şarkının notalarını andırıyordu. Onları biraz sevdikten sonra benim için hazırtılan masaya oturdum. Kendime sıcak bir çay koydum. Herşeyden birer lokma aldım bu da beni ziyadesiyle doyurmuştu. Rüyada gibiydim, mükemmelliğin tam da orta yerindeyim. Gördüğüm her şey kusursuz, zarif ve göz doldurucuydu. Daha öncede buradaydım, yabancı gibi oluşumdan bir çok şeyi görmüş ama dikkat edebilecek ruh halinde değildim. Şimdi ise buranın hanımı olacaktım.

Giyinme odasına giderek benim için sıralanmış yüzlerce kıyafetlerden birini seçerek üstüme giyindim. En basit olan tişört ve de bir pantolonu seçtim. Saçlarımı bir toka yardımıyla toplayarak aşağı indim. Ben tam kapıdan çıkacakken Tuğrul aradı beni. Dışarıda olduğunu işi biter bitmez geleceğini haber vermişti.

Dışarıda korkunç bir gürültü vardı. İnsanlar harıl harıl düğün için gerekli hazırlıkları yapıyor, oradan oraya koşuşturuyordu. Yapılan çalışmaları gördükçe düşündüğümden çok daha büyük bir düğün olacağını anlamıştım. Binlerce sandalye vardı kocaman bahçede. Her yer ama aklınıza gelebilecek her yer itinayla süsleniyordu. Tabi sadece burasıyla sınırlı değildi. Magazin medyası uzun uzun düğünden bahsedip duruyordular. Off bu içimi sıkıyordu. Bu kadar büyük bir kalabalığa hiç hazır değildim. Sürekli olarak ya düşersem ya bir aptallık yaparsam diye düşünüp duruyordum.

Ben tüm bu hazırlıkları izlerken evhamlı bir halde, bir bayanın bana doğru yaklaştığını farkettim. Takım elbise giymiş olan bayan gülerek yanıma gelip:

"Merhaba Esin hanım nasılsınız?"

Kibarca elini uzattı. Bende elini sıkarak:

"Teşekkür ederim İyim. Siz kimsiniz?"

"Efendim adım: Ferda Bronson. Sizin düğün koçunuzum"

"Düğün koçu mu? O ne demek oluyor? Düğün koçu diye birşey olduğunu dahi bilmiyordum"

Tatlı bir şekilde küçük bir gülücük patlatarak:

"Özür dilerim efendim. Size izah edeyim. Ben ve ekibim Size rehberlik yapacağız her konuda. Düğün sabahından itibaren gelinliğiniz, saçınız, makyajınız, ilk hangi kapıdan çıkacağanızdan tutunda nereye oturacağanıza kadar. Dahası ilk kimlerle tokalaşacağınıza kadar, her türlü aktivitenizle bizzat biz ilgileneceğiz "

Bahçeye oturarak uzun uzun konuştuk. Ekibiyle birlikte bana kendi düğünümde nasıl davranmam gerektiğini tek tek anlatıyordular. Daha da korkmuştum. Bir ara bayanın sözünü keserek:

" Ferda hanım, kaç kişi davetli bu düğüne? "

Şaşkın bir gülüşle:

" Bilmiyor musunuz?"

"Hayır."

"Bildiğim kadarıyla altı bin, yine de tam olarak emin değilim."

Altı bin mi? Şaka mı bu? Ne gereği var bu kadar kalabalığa. Sadece davetli sayısı değildi beni şok eden. Konukların kimler olduğu kısmı beni gerçekten tedirgin etmeye yetmişti. Kraliyet ailesinden tutunda dünyaca ünlü aktör, aktiristler, işadamları, bürokratlar, spor, sanat tanınmış bir çok kişi davetliymiş. Bunu yapamam cidden buna kalbim dayanmaz. Ferda hanım anlattıkça kan şekerim hızla düşüyordu. Nefes alamıyordum artık neredeyse. Kendisinden izin isteyerek hemen uzaklaştım oradan. Odamın balkonuna çıkarak derin derin soluklandım. Ben onca kişinin karşısına nasıl çıkarım diye düşünürken, Tuğrul'un sesini duydum. Tamda arkamdan belime sarılarak:

"Nasılmış benim güzel karım?"

Beni öpücüklere boğarken arkamdan sessizce sadece "İyim" demiştim.
Hemen bedenimi kendisine çevirerek:

"Üzgün mü benim güzel prensesim yoksa?"

"Hayır değilim. Aksine çok mutluyum"

Neşeyle sarıldı bana. O beni kollarında severken garip bir tavırla:

"Tuğrul"

"Söyle prenses"

"Düğünümüze o kadar çok kişi gelmek zorunda mı?"

Koluyla beni az uzaklaştırarak:

"Bu seni huzursuz mu etti?"

Gülerek beni sardı yıne ve devam etti.

"İstemiyorsan kimseyi çağırmayız. Nasıl istersen? Hatta sadece ikimiz olabiliriz? Sen ne istersen öyle olur"

"Yani bilemedim. Ya bir aptallık yaparsam? Bu kadar büyük seçkin bir kalabalığın içinde nasıl davranacağımı bilmiyorum? "

"İstediğin gibi davranabilirsin. Ne kadar saçmalık yaparsan yap bu sadece hoşuma gidecektir. Hadi boşver onu şimdi. Hemen güzel, sade bir kıyafet seç ve aşağı konuk odasına gel. Tablon çizilecek"

İşte bu beni gerçekten çok heyecanlandırmıştı. Tuğrul çıktıktan sonra hoş bir kıyafet seçerek giyindim. Hemen aşağıda bulunan konuk odasına geçtim. İçeride, çizilecek tablo için herşey hazırlanmıştı. Bir kaç dakika sonra Tuğrul içeri girdi.

"Çok güzelsin prenses. Hadi şu sandalyeye otur.

Oturup beklemeye başladım. Tuğrul gömleğinin kollarını kıvırmaya başlarken:

" Tuğrul ressam ne zaman gelecek? "

Tam karşıma geçerek eline aldığı paletle gülümsedi.

" Burada, ben çizeceğim tablonu"

Çok şaşkındım. Onun resim çizebildiğini bilmiyordum. Bana sürekli olarak nasıl durmam gerektiği komutunu vererek başladı çizmeye. O günden sonra hergün birkaç saat tablomu bitirmek için konuk odasında çalıştık. Bazen kıpırdamadan durmak beni o denli yoruyordu ki yine de onun heyacanını kırmamak için ses etmiyordum. Israrla bana resmi hiç göstermiyordu. Tamamen bitene kadar bakmam yasakmış. Merakımdan ölüyordum. İşimiz bitince hemen üstüne siyah bir örtü asıyordu. Bu arada düğün hazırlıklarıda son hızla devam ediyordu. Gelinlik provası, saç, makyaj çok yoruyordu beni. Küçücük bir fırsat bulunca Efirusla gezintilere çıkıyorduk. Tabi yine tablo çizimi başlıyordu. Bir sabah kahvaltıdan hemen sonra çizim yapmamız gerektiğini söyledi. Ben bu kadar bıkmışken Tuğrul bir an olsun ne yoruluyor ne de sıkılıyordu. Aksine büyük bir keyifle çizim yapıyordu. Resmimi çizdiği sırada arada takılıyordu bana. Esprileriyle tüm konsantremi bozuyor kahkahalara boğuyordu beni.

Ve nihayet tablo bitmişti. Bana gülerek fırçayı yere attı.

"Bravo prenses bitti..."

Hiç beklemiyordum biteceğini. O kadar heyacanlıydım ki kalbim küt küt atıyordu.

"Artık bakabilir miyim?"

"Elbette, hadi gel bak bakalım, beğenecek misin?"

Yavaşca kalktım sandalyeden ve ağır ağır ilerledim. Siyah örtüyü hafifce çekmeye başladı. Aman Allahım bu kadarını beklemiyordum doğrusu. İnanılmaz bir profesyonellikle çizmişti. Detaylar olağanüstüydü, renkler, dokunuşlar. Benden daha gerçek gibiydi.

" Tuğrul, ne söylesem az kalır. Muhteşem.."

"Beğendiğine çok sevindim prenses. Artık sadece imza atmak kaldı. Cebinden kalemini çıkararak resmin tam altına imzasını attı"

Aman Allahım! Bu olamaz. Beynimden vurulmuşa döndüm o an. Bu nasıl olabilir? Ben bu imzayı daha öncede görmüştüm. Şatonun kuzey cephesinde gördüğüm tüm kadın tablolarının altında ki imzanın tıpkısıydı...

Tüm o resimleri Tuğrul çizmiş olamaz. Peki o halde bu nasıl mümkün olabilir...

Continue Reading

You'll Also Like

390K 12.2K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...
VEBAH By eylül

Teen Fiction

18.6K 1.1K 13
Efsun, gittiği oteldeki davette önemli bir iş adamını öldürür. Otel odasında bir eşyasını unutur. Barlas'da onu bulur. Efsun'a iş birliği teklif eder...
17.3K 1.5K 17
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
53.7K 1.5K 5
Hayatın memnun etmediği iki insan... İkisi de birbirine yabancı... Bir o kadar da aynı... Aşk olmadan yanar mı ten? Hayatlarını değiştirecek bu tut...