KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.6M 642K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK

14. Azalan Mesafeler

434K 15.5K 46.2K
By ebrununhikayeleri

Medya: Serter'in yüzüğü, biraz sade ama Serter sadeliği sever. :)

Lütfen bölüme başlamadan önce yıldıza basabilir misiniz? Destekleriniz en büyük motivasyon kaynağım. 🫁

Bölüm oldukça uzun, lütfen nefes alarak ara vererek okuyun.

| Yaşlı Amca- İstanbul Beyefendisi |

''Eğer hissedersen yaşam hâlâ mavi gözlerde devam etmektedir.''

Lütfen bölüme başlamadan önce kalp bırakır mısınız? ♥️

🫁

İnsanlar acımasızdı.

23 yıllık yaşamım boyunca, tecrübe ettiğim tek anlama dayalı olay buydu.

Bir şeyleri adlandıramıyordum, anlamak için de duygularımın yetersiz geldiğini düşünüyordum. Sözlerim sanki tesir etmiyordu, kelimeler beni yeterli bulmuyor gibiydi. Yirmi üç yıl boyunca kelimelerin sihrine inanmışken artık kelimelere olan soğukluğum beni korkutuyordu.

Onlardan nefret ediyordum.

Serter ile arabanın içindeydik. Her zaman karanlığa giden yola rağmen bile benimle aynı yoldan ilerliyordu, beni tek bırakmıyordu, kelime oyunu yaparak da sözlerle iltifat yeteneğini kullanmıyordu; o yalnızca eylemleriyle yanımda olduğunu gösteriyordu. Bu akşam, yine benim karanlığımı aydınlatmak için yanımda bulunmuştu.

Serter Güçlü...

O bir sihirbaz olabilir miydi?

Ona büyülenmiştim.

Ona tutulmak üzereydim.

Artık daha net anlamıştım. Hayatım boyunca en çok korktuğum şey aşka sırtımı dayamaktı çünkü bilirdim ki aşık olan kişi günün sonunda bir bıçak ile karşı karşıya kalırdı. İnsan aşık olursa eğer acılı bir yaşama kavuşabilirdi. Tarihte, insanları öldüren şey aşk değil de neydi?

Kafamı cama yasladığımda, telefonumun şarjının bitmek üzere olduğunu fark etmiştim. Nergis teyzeden karakolun adresini almıştık, son telefonuma dokunduğum zaman öyle olmuştu. Duyduğumuz haber sonrası acele ile evden çıktığımız için üstüme herhangi bir kaban bile alamamıştım.

Oysa ki eylül ayı üşütürdü.

Üşüyecektim.

''Kaç dakika kaldı?'' Parmaklarımı kucağımda birleştirdiğimde, gözlerim yolun o enkaz görünümlü karanlığına çevrildi. ''Gerçi dakikalar öylece çabuk geçmez değil mi? İnsan bir şeyi bekliyorsa; zaman çok yavaş geçer derdi anneannem, haklı galiba.'' Omzum düşük, yitirilmiş enkazlarım fazlaca vardı.

Hava soğuktu.

Direksiyonu sıkıca tutan Serter Güçlü'nün yandan duran çene kemiğine baktım. İç yanağını ısırıyordu. O da benim gibi strese girmiş olmalıydı. Biri, birini bu kadar düşünüyorsa bu değer vermek değil de neydi? Serter'in her seferinde İstanbul'da kalmam için bir neden olursa kalacağım demesini artık kendime bağlıyordum.

Benim için strese girmesi dahi her bir eylemin altında yatan ben kavramına takılı kalan bir radyo parçasının SD çaları gibiydim. Çizik, öylesine nostalji, kalbi kırık veyahut çalınmayı bekleyen o SD'de can alıcı noktaları bulamıyordum. Bilemiyordum, bilemiyordum işte. Onu görüyordum ama korkuyordum.

''On dakikaya varırız.'' Tok sesinin altında yatan endişeyi duyumsayabiliyordum.

''Anladım.''

Kırmızı ışıkta durunca araba, Serter Güçlü emniyet kemerini açtı. Emniyet kemeri, vücudunu sıkıyor olmalıydı. ''Nasıl hissediyorsun?'' Gözlerini gözlerime çevirdi, belki de o duygular arası geçişte üç kahve içilir; dört şarkı yazılabilirdi. O kadar anlamlı bakıyordu ki...''Gerçi benim ki soru mu?''

''Korkuyorum.'' Diye fısıldadım.

''Ne konuda?''

Arabayı karakolun önüne çektiğinde, emniyet kemerimi çıkarışımı izledi. Ona bakarken etkili birkaç dağınık depreme yakalanmıştım. Serter hissediyordu duygularımı, gördüğü için gözlerinde endişe vardı. Sırf bu yüzden üzülüyordu çünkü etkisi geçmeyecek bir hastalığa kapılmıştım.

''Suçu bana atacaklar diye korkuyorum. Henüz, kanıtlamadım; Gürsel beni ele verebilir. Yapmadığım bir şeyi yaptım diye beni suçlayabilir.'' Çatık kaşlarını fark ettiğimde, sinirlendiğini derinden hissettim. ''Serter.'' Dudaklarımı ıslattım. ''Ne olacağını bilmiyorum, kötü de düşünmek istemiyorum ama ben hapishaneye girmek istemiyorum.''

''Gece.'' Boğuktu ses tonu. ''Beni dinle öncelikle.'' Arabanın anahtarını çıkarıp eline aldığında, karakolun önünde bulunan büyük çınar ağacının yaprağının uçları arabaya değiyordu, Serter'in sesini gölgeleyen yaprakları duymamaya çalıştım.

''Dinliyorum.''

''Kimse seni hapishaneye atmaz, buna izin vermem. Yapılacak her şeyi yaparım, gerekirse tüm bağlantılarımı kullanırım ama başına böyle bir şey gelmeyecek, bunun sözünü veriyorum.''

''Serter, nasıl yapacaksın ki?'' Dudaklarım aralandığında, yorgun düştüğümü hissediyordum. ''Ben çocuktum, beni suçlayacaklar, hiçbir şeyi kanıtlayamayacağız.''

Ömer...

O bana yardım edebilirdi fakat kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmişti, tamamen kendi çıkarlarını düşünmüştü. Ömer eğer dürüst bir adam olsaydı, onunla iş birliği yapabilirdim fakat merhametli olmadığını düşündüğüm için ona tamamen güvenemezdim. Duygu yoktu, onun yalnızca tek amaçladığı şey intikam hırsıydı.

''Bak, hukuk okuyorsun. Bir şeyleri bilebilirsin.'' Derin bir nefes aldı. ''Bu gibi uzun zaman önce işlenen cinayetler hemen tek bir yargıya bakılarak tutuklanma kararı çıkarılamaz, kaldı ki yaşın küçük. Reşit olmadığın göz önüne alınarak olayın iç yüzü araştırılır. 7 yaşındaki birinin silah tutması; her hakimi şaşırtacak bir olay.''

Sözlerine devam etti. ''Olur da seni suçlarlarsa, bu Eylül'ün yapacağı en büyük yanlış hamle olur. Cinayet işlemenin yanında, cinayeti gizleyenlerinde suçu vardır, Kemikler karakol tarafından bulunmuşsa, Eylül ile Gürsel şüpheli konumuna düşer çünkü kanunlar söyleme değil eyleme bakar ve mezarı kazanlar varken; başkasının sözüyle seni tutuklamazlar.''

Bunları biliyordum.

Sadece endişe duyuyordum.

Güçlü durmaya çalıştım. Serter yanımdaydı, mantığımın devre dışı olduğu zamanlarda mantığım konusunda bana yardım edecek tek kişiydi. Onun hırsları, kötü düşünceleri, kötü bir yaşantısı yoktu. Neredeyse her şeyi bana göre ayarlamıştı. Bana yardımcı olacaktı.

''Şimdi arabadan iniyoruz...Seni sorgulamaya çalışırlarsa eğer, her şeyi inkar ediyorsun. Aileni öldürdüklerini düşünmelerine sebep verecek tek bir açıklamada bulunma.'' Yan tarafında bulunan yarısı dolu şişeyi uzattı.

Şişeyi elinden almadan önce titreyen parmaklarımı havaya kaldırmaya çalıştım. Kızarmış, titrek parmaklarım şişeyi sardığında, suyu yavaş yavaş dudaklarıma götürdüm. Önce küçük bir yudum aldım, ardından ikinci büyük yudumu alıp şişeyi ona geri uzattım. Üçüncü yudumu içecek gücüm ne yazık ki yoktu.

''Buradayım.'' Diye fısıldadı.

Bir kelime, bu denli güzel bir his bırakmamalıydı. Bu kelime, tüm kelimelere yapılan bir haksızlıktı adeta eğer öyle olmasaydı, Serter'in dudaklarından çıkmazdı, beni derinden sarsmazdı, ayı bile gölgede bırakmazdı.

''Buradasın.'' Dedim.

Şişeyi elimden alıp tekrar eski yerine bıraktığında, çınar ağacının yaratmış olduğu o tuhaf ses kesilmişti. ''Şimdi içeriye geçeceğiz ve sen Gece Güçlü olarak omzunu asla düşürmeyeceksin, omzunun düşmesine de izin vermeyeceksin tamam mı?''

''Çok heyecanlıyım.'' Heyecandan ötürü ellerimin titremesi durmuyordu.

''Güçlü dur.'' Dedi, bu sensin der gibi.

Güçlü duracaktım, durmak zorundaydım.

''İnelim mi?'' Diye sordu.

Kafamı salladım onu onaylarcasına. Nefes almaya ihtiyacım vardı ve ben nefesimi kesenlerin karşısında güçlü duracaktım. Bir adım attım ileriye doğru, sırtımda bıraktığım hançerin derin izlerini acısına rağmen. O adımlarım onlar yüzünden bozulmayacaktı. En güçlü silahım onlar gibi gözyaşı değil, güçlü omuzlarım kendinden emin duruşum ve dürüstlüğüm olacaktı.

Serter Güçlü sıcak ellerini bana uzattı. Parmaklarım parmaklarını sardığında yüzük parmağımı okşayarak bana çevirdi maviliklerin en dip koyusunda yüzerken. Ona baktım, rengimi çıkaramadığım kötülük evreninde dolaşırken.

Karakolun içerisine doğru yürüdüğümüz sırada, Serter Güçlü arabanın kapısını kumandayla kapattı. Yüz ifadesinden ne düşündüğünü anlamak biraz zor geliyordu. Düşünceleri anlaşılmıyordu, anlamak isterdim. Onu bazen anlamak isterdim, en etkili iletişim aracı anlamakla başlardı.

Elimi tutmaya devam ederken üzerimde hiçbir şey olmaması dikkatini çekti. Siyah ceketini çıkardı, beyaz gömleğinin altında üşüyeceğini bilmesine rağmen ceketini omzuma örttü. Parfüm kokusu hemen burnuma dolmuştu.

İçeriye el ele girdiğimizde dik tuttuğum omuzlarım, keskin gözlerim ve kıvrak ruhumla birlikte teslimiyet olmadan adım attım, adım attık. Serter Güçlü yanımdaydı, o yanımdaydı ve hiçbir şey bu kadar kolay olmamıştı.

''Tanıdığım bir komiser burada çalışıyor.'' Belime değdi elleri. ''Hemen geliyorum, son durumu öğreneceğim tamam mı?'' Duvarın dibinde bulunan koltuğu gösterdiğinde polis memurlara gelen sürekli olan çağrılara kulak vermemeye çalıştım. ''Sen burada otur lütfen.''

''Ben de gelsem olmaz mı?''

''Peki o zaman.'' Beni yönlendirmek için üst merdivenlerden yürümeye başladık. ''Yıldırım komiserin ismi, lise arkadaşım.'' Diye açıklamada bulundu.

''Güzel bir tesadüf, en azından bize yardımcı olacak.'' Dediğimde duvar köşesinde durduk ve Serter Güçlü yüzüme eğilerek; ''Gece, ben bu evliliği sadece amcandan korumak için yapmadım, benim konumum seni de korumaya müsait. İnsanlar gelip öylesine Elçinin karısını tutuklayamazlar, buna izin vermem.''

''Hukukun karşısında, rütbenin bir anlamı var mı ki?'' Diye bir soru yönelttim.

Boğazını temizlediğinde, mavi gözleri şimşek rengine büründü. ''Sırf dayısı belediyede çalışıyor diye doktor asistanı olan bu ülkeye karşı hukuksal düşünmen göz yaşartıcı, böyle düşünme. Türkiye'de cümleler değil, rütbeler konuşur, bunu unutma.''

''Torpil...''

''Bak, öyle düşünmeyeceksin işte. Sen suçsuzsun ve ben de sonuna kadar seni koruyacağım.'' Belimi tekrar tuttuğunda, omzundan destek alarak ona yaslandım.

O buradaydı, diğer şeylerin önemi yoktu.

Yalnızca beni ikilemde bırakan şey yaşadığım travmalardan ötürü suçsuzken suçlu konumuna düşmekti. Kolay değildi; 16 yıl boyunca katil olarak büyümek. Öyle sanıyordum. Eğer yirmi yaşımda o kayıtlara ulaşmasaydım, hep öyle sanmaya devam edecektim. O kayıtlar sayesinde, kör gözlerime sarılı bandajlar açılmıştı.

Şimdi insanların gözlerinin açılmasının zamanıydı.

Serter'in telefonu çaldığında, üst kata ulaşmıştık. Pantolonun cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı, kaşları çatık burnu dikti. ''Yalnız çıktığımız için, Cesur aramış. Evden yalnız çıkmamam gerekiyordu, korumalar Cesur'a söylüyor.''

''Cesur asistanın gibi bir şey mi?''

''Aslında değil ama devlet adamları herhangi bir suikasta karşı tek çıkmaması lazım, Cesur ise bu konuda başıma buyruk olduğum için korumalarda ve üstlerle kontak kurup beni korumaya çalışıyor.'' Dedi boğuk ses tonuyla.

Eski ahşap bir kapının üzerinde kocaman harflerle: ''Başkomiser Yıldırım Ertuğrul.'' Yazıyordu.

Serter kapıyı bir kez vurduğu sırada, gel sesiyle içeriye girmiştik. Arkasından ilerlediğimde, orta yaşta bir adam karşıladı bizi. Serter ile aynı yaşta olduklarını düşünmeme rağmen Serter'den daha büyük gözüküyordu. Serter zaten yaşından küçük görünüyordu, bunu ilk anda bile fark etmişti gözlerim.

''Serter, seni beklemiyordum.'' Adam ayağa kalktığında, elini uzattı ve Serter sarılarak karşılık vermişti.

''Bir sorun yaşandı da gelmek zorunda kaldım.'' Gülümseyen Serter, lise arkadaşını gördüğü için mutlu olmuştu. ''Nasılsın, nasıl gidiyor?''

Adamın üzerinde beyaz bir gömlek vardı, gömleğin yakası hafif terlemişti. Yorgun düşmüş olmalıydı, tüm gün suçlularla uğraşmak büyük bir güç kaybına neden oluyordu, öyle olduğunu düşünüyordum. Polislerin gerçekten işi zordu, vatanı, halkı korumak öyle kolay değildi.

''İyi gidiyor gibi, öyle iş güç.'' Dedi adam.

Yıldırım'ın yeşil gözleri bana çevrildi. ''Siz?''

Serter araya girdi, muhtemelen eşi olarak tanıtacaktı beni. ''Gece benim karım...'' Yıldırım'ın gözleri kocaman açılmıştı, sonuna kadar. ''Birbirimize ilk görüşte aşık olduğumuz için ilk anda evlendik.''

Serter'in tiyatrosu sayesinde hafif şaşkınlık geçirmemek elde değildi.

Deri siyah koltuğa oturduğumda, Serter Güçlü karşımda bulunan koltuğa oturdu. Ayaklarını öne doğru uzattığında, sırtını koltuğa tamamen yaslamıştı. Ben ise, üzerimde bulunan ceket yüzünden koku banyosuna girmiştim, sırf bu yüzden saatlerce mayışayarak uyuyakalabilirdim. Serter'in kokusu çok güzeldi.

''Çok sevindim, düğüne neden çağırmadın?'' Diye sordu Yıldırım.

''Bunu sonra konuşsak olur mu? Şu an önemli bir sorun için geldim.'' Serter ellerini masanın üzerine yasladığında, yan dönmüştü. ''Gürsel Yalçın ile Eylül Yalçın hakkında konuşacaktım, sanırım ifadeleri alınmak için sizin karakola getirilmiş.''

Yıldırım'ın yüz ifadesi ciddiye bindi. ''O kadar çok kişi getiriliyor ki...Ben bir çalışma arkadaşlarıma sorayım.''

Beklemeye başladım. Yıldırım Ertuğrul odadan çıktıktan sonra Serter ile baş başa kalmıştık. Serter'in gözlerine baktım, bir elini dudaklarına götürdüğünü gördüm. Gergin ifadesinden anlaşıldığı üzere güçlü durmaya çalışıyordu.

İpi tavana asılmış bir evde depreme yakalanmamaya çalışıyorduk fakat depreme sebebiyet veren doğa değil, insanlar oluyordu.

İkimiz de güçlü durmak için her türlü çabayı gösteriyorduk. Maviliklerinde öfke, maviliklerinde nefret, maviliklerinde hüzün vardı. Olduğu konum neticesinde birçok olayla karşılaşmış olmasına rağmen bazen düşüncelerini gözleri sayesinde ele veriyordu ve o gözlerde; bambaşka olgular mevcuttu.

Yıldırım kapıyı açtığında, Serter kafasını eski arkadaşına çevirdi. Adam yavaşça koltuğa oturdu, eliyle masadan destek aldı. ''Öğrendiğim kadarıyla cinayetten dolayı sorguları alınmış, birazdan da serbest bırakılacaklar.''

Yüzümdeki kan çekildi, ne demek serbest?

Serter hafif yutkundu. ''Nasıl bir ifade verdiklerini detaylandırır mısın?''

''Normalde bu konu hakkında bilgi vermem ama sen yabancı değilsin.'' Dedi.

Öne atladığımda, titreyen parmaklarımı kocamdan saklamak için arkama aldım. ''Yıldırım Bey, onlar zaten ailemden. Ben, Gece Yalçın.'' Dudaklarımı ıslattım. ''Her şekilde ifadeyi bildirmek zorundasınız çünkü akrabalık bağları var.''

Adamın dudakları aralandı. ''Öyle desenize.''

''Dinliyorum.'' Dedim.

Yıldırım Ertuğrul elindeki kağıdı masanın üzerine bırakmadan önce siyah çerçeveli bir gözlük taktı, ardından iplerini kulağının arkasına aldı. ''İrfan Yalçın ve Gül Yalçın...2006 yılında gerçekleşen cinayet sonrası katil bulunamamış, maktuller ise mezarlığa defnedilmiş. Bunları zaten biliyorsunuzdur.''

Konuşmasına devam etti. ''Yalçın ailesinin büyük kızı Eylül Yalçın'ın, cinayet günü verdiği ifadesine göre; cinayeti görmediğini işlendiği sırada odasında uyuduğudur, aynı şekilde kardeş Gece Yalçın'da oyun odasında uyuyakalmıştır.''

''Şu an neden yargılandıklarını daha detaylı bir biçimde söyler misin? Cinayetin yaşandığı günü anlatmanı istemiyorum, etkileniyor karım.'' Beni düşünüyordu Serter.

''Komşularınız şikayette bulunmuş, üç günden beri bahçenin sürekli kazıldığı, beyaz torbaların etrafta dolaştığını görmüşler.'' Dedi.

Ellerim yumruk olduğunda, dişimi sıkabildiğim kadar sıktım.

Serter ayağa kalktı, koltuğumun arkasına geçerek elini sırtıma bıraktı. ''Sakin ol, güzel karım.'' Fısıltısı, çokça duyguların merkezinde olmalıydı ki bu kadar etkilemesi normal olmalıydı, başka türlü normal olamazdı.

''Neden kazılıyor diye sorulduğunda, gül ekildiği söylenmiş.'' Aynı açıklamayı bana da yapmışlardı.

Hiç şaşırmıyordum. Köşeye sıkışmaya başladıkça insan daha çok yalana bağlanırdı ve yalandan bir kuyu yapar, oraya atlardı. Onlar da bunu yapıyordu. Yalandan bir kuyu yapıp kendilerini içine atmışlardı.

''Başka?'' Diye sordu Serter.

''Polis arkadaşlar aldıkları şikayet sonucu olay yerine gittiklerinde, bahçede gül görmüşler, yine de her ihtimale karşı savcılık aracılığı ile bahçe kazılıp, aynı zamanda İrfan Yalçın ile Gül Yalçın'ın mezarı açtırılacaktır.''

''Onlara ait olduğunu nereden anladınız?'' Diye sordum.

Yeşil gözler, ela gözlerimi buldu. ''Komşular böyle bir şikayette bulunmuş, neden direkt ailenizin mezarının oraya taşındığı konusunda şikayette bulunduğunu inanın bilmiyorum. Ben sadece bize gelen şikayeti değerlendirdik.''

Birisi bir şeylerin farkındaydı.

Birileri kan kokusunu alıyordu. Kimdi bu? Ömer, komşuların vasıtasıyla şikayet edebilir miydi? Bizden başka kimse bilmiyordu ki? Olay zincirine çözülü ilk düğüm kopmuştu, bilirsiniz bir düğüm koptuktan sonra diğer düğümde kopmaya başlardı ve bu ortaya büyük bir kan açığa çıkartırdı.

''Ablam nasıl bir ifade bulundu?''

''İnkar ettiler.'' Ellerini önünde birleştirdi. ''Şu an bir şey söylemek için çok erken, savcılıktan gelen izin sonucu iki yerin toprağı da kazılacak. O sürece kadar Yalçın ailesinin oturduğu eve mühür vurulacak.''

Rahatlamıştım.

''Tamamdır, teşekkür ederiz Yıldırım.'' Serter ellerini uzattı, arkadaşının elini sıktığında koltuktan kalkıp cekete sıkıca sarılmıştım. ''Son durumdan bizi haberdar edersin.''

''Görüşürüz, bir ara sohbet edelim. Özledim.'' Dedi.

Onları yalnız bırakarak odadan çıktığımda kapının önünde durdum. Kollarımı birbirine sardığım, bir ayağımı öne uzattım. Ayakta dikilmeye başladım. Düşünceler beynimi sarıyorken hareket etmek imkansız geliyordu.

Zaman daralıyordu.

Zamana tutunmak istiyordum.

Zamanı hiçe sayarak yana döndüğümde, kapı açıldı. Serter Güçlü odadan gülümseyerek çıktı, muhtemelen her eski arkadaş gibi sohbete dalmışlardı. Arkadaşlık böyle bir şey olmalıydı. Barış ve Naz ile her buluştuğumuzda sohbet öyle koyu olurdu ki o gün sabah etmek bilmezdik. Onların da öyleydi, sanırım.

''Eylül aramış birkaç kez beni.'' Dedim.

Cevapsız çağrıları görmüştüm çünkü.

''Gel, onların yanına gideceğiz.''

''Serter.''

Serter bana cevap vermeyerek tekrar elimi elinin arasına aldı. Nedendir bilmiyordum ama aşağıya inmek istemiyordum. Bunu, Serter'e nasıl açıklayacağım konusunda bir fikrim dahi yoktu. Aşağı inip onlarla muhatap olmak istemiyordum.

''Ben dışarıda sizi beklesem olmaz mı?'' Kulağına eğildim. ''Lütfen.''

''Tamam, nasıl istersen.'' Omzumda bulunan cekete dokunan parmakları, kumaşı kavrayışıyla birlikte ceketi omzumun üzerinde düzeltti. Bu sayede ceket tüm vücudumu kaplamıştı, artık üşüyen bir bedenim kalmamıştı.

''Teşekkür ederim.'' Dedim kuru bir ses tonuyla.

Aşağıya indiğimizde, Serter'i arkamda bırakarak dışarıya çıktım. Rüzgardan ötürü, dağılan saçlarımı arkaya atarak Serter'in arabasını bulmaya çalıştım. Arabasını bulduğum sırada, Gürsel'i sigara içerken gördüm. Sigarasını dudaklarına götürüp tamamını bitirdikten sonra yere fırlattı ve ucunu ayakkabısıyla ezdi.

Hem insanları hem çevreyi kirletiyordu. Pislik.

Beni fark ettiğinde yüzünü, karakola doğru çevirmişti. Çınar ağacının altında ona bakıyordum, o da bana bakıyordu.

''Gece?'' İsmimi pis ağzına alıyordu.

Dünyada eğer adalet olsaydı, depremlerde masum insanlar değil; Gürsel gibi kötü insanlar ölürdü.

Dünya da adaleti terk etmiş olmalıydı.

''Karakola düşmüşsün.'' Bir adım attım. ''Herkes fark etmişti.''

''Hiçbir şey bildiğin gibi değil, bize iftira attılar.'' İkinci sigarayı paketten çıkarıp yaktığında, bıyıkları ağzına giriyordu. Bu adam görsel kirlilikti, başka bir şey değildi.

''Ne gibi?'' Omzumu dik tuttum, onların yanında hep böyle oluyordum.

Elini ağzına götürdüğünde, bıyığını kaşımıştı. ''Komşulardan birisi, bahçeyi kazdığımızı görüp şikayet etmiş.'' Çatık kaşlarımı ve alaycı yüz ifademi görünce duraksadı. ''Ben, erkek kardeşimin kemiklerini bahçeye gömmedim, kim neden şikayet etti bilmiyorum ama ben kardeşimin mezarına saygılıyımdır.''

Komşunun şikayet ettiğini düşünmüyordum. Birileri veyahut birisi, cinayetten haberdardı ve ilk zehirli oku atmak için eline geçtiği fırsatı değerlendirmiş olmalıydı. Gürsel gibi düşük zekalı insanların beyni basmadığı için komşuların böyle bir durumda şikayet etmesini ne anlama geldiğini bilmiyorlardı.

Oysa anormaldi çünkü komşusu neden direkt aklına ailemin mezarını getirirdi ki? O ne manaydı? Buradaki eksikliği fark edemeyecek insanların beni 16 yıldır kandırıyor olması içler acısı bir durumdu.

''İfade verdiniz mi?'' Bilmezlikten geldim.

''Evet, sen nasıl öğrendin?''

''Nur teyze haber verdi.'' Balık hafızalı olduğunu anlayınca açıklamak istedim. ''Çam'ı sürekli olarak bahçesine bıraktığım kadın.''

''Şu iti bıraktığın yer mi?'' Kahkaha attı.

Ellerim yumruk oldu. ''Hayır seni bıraktığım yer değil, seni genelde çam ağacının dalına bağlıyordum.'' Ona doğru bir adım attım. ''Benim köpeğim hakkında doğru konuş, yoksa yemin ederim susmam anlıyor musun?''

''Saygısız çocuk.'' Dedi.

Eskiden beni iyi manipüle ettiklerini düşünüyordum. Normalde asla böyle konuşan birisi değildim, Gürsel bizim eve geldiğinde kahvesini çayını her şeyini önceden hazırlardım.

Omzumda sigara söndürdüğü zamanlar bile, ona itaat ederdim.

Çocuktum, artık büyümüştüm.

''Amcana it diyorsun, sen ne biçim terbiyesiz birisine dönüştün?'' Gülmeye devam etti. ''Hem aileni öldür hem gel burada it de, oh ne âlâ memleket.''

Sözlerine karşı öfkelenemezdim, o beni nereden vuracağını biliyordu. Bıçak yarasından hallice olan keskin sözlerinin nereye gideceğini de biliyordum. Şimdi eğer, güç savaşına döndürüp bir şeyler söylersem; kötüden kötüye hırçınlaştığımı net anlayacaklardı.

Durmam gerekiyordu.

Duramadım. ''Madem sürekli beni geçmişle ilgili tehdit ediyorsun, niye gidip şikayet etmiyorsun?'' Karakolu işaret ettim. ''Etsene?''

''Gece, kaşınma.'' İmalı imalı ismimi vurguladı.

Ellerim tekrar yumruk oldu. ''Sen gerçekten normal değilsin, sen gerçekten kötü bir insansın. Öyle olmasaydı, gidip yaşlı bir adama satmaya çalışmazdın...'' Sürekli olarak o yemek gecesinden vuruyordum ama asıl mesele daha büyüktü, sadece açıklayamıyordum.

Üstünü örttüğüm gerçekleri başka bir gerçeği öne çıkararak onlara nefretimi kusuyordum. Eğer gerçekleri bildiğimi öğrenirlerse, asla kayıtlara erişemezdim. Tümden şansımı kaybederdim. Şansımı kaybetmek istemiyordum.

''Kes sesini.'' Dişlerinin arasından konuştu.

''Sen keseceksin sesini, yoksa seni de gözüm kırpmadan öldürürüm.'' Yapmayacaktım elbette, korkutmaktı amacım.

''Sus yemin ederim ayağımın altına alır seni vururum.'' Bilerek sesini kısıyordu, polisler kapının girişinde yoktu, rahattı.

Üzerine doğru yürüdüğümde, sigarasını parmağının ucundan çektim ve bileğine tuttum. Sigarayı bileğine bastırdım. Bunu yapmıştım, evet ben tam olarak bunu yapmıştım. Bastırdım çünkü bir kız çocuğu anne ve babasının katili olarak büyümüştü, bastırdım çünkü acılarım anılarımı gölgeledi, bastırdım çünkü o da sigarasını söndürmüştü, bastırdım çünkü öfkeme yenildim.

Daha fazla dayanamamıştım.

Daha fazla dayanamadım. Sakin kalacağımın sözünü verirken yine eylemlerimle söylemlerim çelişmişti.

''Lan sen ne yapıyorsun.'' Bileğimden yakalayıp elini havaya kaldırdı ve suratıma indirecekken bir el bileğini tuttu.

Serter'in eli, Gürsel'in bileğini bulduğunda, onu yakasından tuttu, ardından yere fırlattı. ''Sen...''

Eylül bağırdı, ''Serter dur.''

Hayır Serter durmayacaktı. Serter durmazdı, onu biliyordum. Birinin bana sesini yükseltmesine tahammül edemeyen Serter Güçlü; beni bu halde bulmuşken asla durmazdı. İşte şimdi gemi ilk kara parçasına çarpmıştı. Bu sefer buz da yoktu, suç kara parçasına atılmıştı. Bahane hazırdı, tüm öfkesini kusacaktı.

''Eylül, karışma.'' Serter'in sesi öfke barındırıyordu. ''Şimdi sana ne yapacağım biliyor musun? Seni burada dövmeyeceğim ama seni şurada dövdüreceğim.'' İşaret parmağıyla karakolu gösterdi. ''Sen benim karıma el kaldırmaya kalktın, bu saatten sonra sana rahat yok.''

Serter akıllı bir hamle yapmıştı. Eğer şiddet uygulasaydı o da suçlu bulunurdu. Onu parmakların ardına gönderecekti, kısa süre de olsa bir kere olsun orayı tatmasını izletecekti bana.

Eylül kolumdan tuttuğunda, gözleri alev almıştı. ''Ne yaptın da amcam böyle sinirlendi?''

Serter, Gürsel'in yakasını bıraktı ve kolumdan bulunan eli sıkarak Eylül'ü itti. ''Haddini bil Eylül, haddini bil yemin ederim hayatını kaydırırım.'' Yüzüne eğildi. ''Tüm kayıtlarını yayarım ülkeye haddini bil.''

Zevkle izliyordum.

Dudaklarımda sinsi bir gülüş belirdi. ''Canımı yaktın abla.'' Gülüşümü gizlemiştim.

''Sana inanamıyorum.'' Dedi Eylül.

Gürsel kalkmaya çalıştığında, onun kalkmasına müsaade etmeden çamura bulaşmış ellerinin olduğu tarafa yürüdüm. Sivri topuğumla ellerine bastım. Ağzından büyük bir çığlık koptuğunda, içten içe daha da zevk almıştım.

Bağırma seslerinden dolayı karakoldan çıkan polislerin dikkatini çekince, Serter elini belime bırakıp beni yanına çekti.

''Bu adam, karıma şiddet uygulamaya çalıştı. Onu nezarete atmanızı istiyorum. O kim oluyor da Büyükelçi'nin karısına elini kaldırabiliyor?'' Serter'in sesi tehlikeliydi.

Eylül yine ve yine araya girdi. ''Biz kendi aramızda konuşarak halledebiliriz, değil mi amca?''

''Şikayetçiyim.'' Dedim.

Gürsel, ''Elimde sigara söndürdü.''

''Bana saldırmaya kalktı, kendimi korumak zorunda kaldım.'' Burnumu çektim. ''Elini havaya kaldırdı, tokat atacağını düşündüm. Eğer, kocam gelmeseydi muhtemelen vuracaktı bana, zaten vuracağım demişti.''

''Sizi içeriye alalım, bu gece misafirimsiniz.'' Dedi polis memurları.

İşte bu kadardı, hafif rahatlamıştım.

Gürsel'in eline kelepçe taktıklarında tek düşündüğüm şey; ailemin katilleri oldukları içinde kelepçe takılmasıydı. Her şeyi bir zamanı, her şeyin bir sırası vardı. O güzel günler de gelecekti. Hislerimi güzel günlere saklamak istiyordum. Başka bir çarem yoktu, böyle mutlu oluyordum.

''Ben de seninle geliyorum amca.'' Dedi Eylül.

Yüzümü buruşturdum.

Serter dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında, nefesi boynuma çarpıyordu. Boynumda bulunan nefesiyle hafif irkilmiştim. ''Sen arabaya geç, ben geleceğim.'' Anahtarını bana uzattı.

''Çabuk gel olur mu?'' Sıcak, güçlü parmaklarının arasına çekip aldığım anahtarı avuçladım.

Arabaya doğru yürüdüğümde, Serter'de polislerle birlikte karakola geçti. Harika bir gündü, Gürsel'in nezarette geçireceği bir veya iki gün için aşırı heyecan duyuyordum. O bunu hak ediyordu, o tamamen bu kötülüğün içinde barındırdığı kalbinin ekmeğini yiyecekti.

Gürsel yalçın.

Hayatımda nefretime sahip ilk sıradaki insandı. İkincisi de malumunuz.

Arabanın kapısını otomatik düğmeyle açtığımda, şoför koltuğuna geçerek ayaklarımı uzattım. Serter'in arabasını sürmek istiyordum. Bunu hak etmiştim, bence sevgili kocam araba sürmeme izin verecekti.

Tırnaklarımı direksiyonun üzerine tuttuğumda, kırılan tırnağım dikkatimi çekmişti. Serter yüzünden tırnağım kırılmıştı, en kısa sürede protez yaptıracaktım. Benim için tırnak çok önemliydi, her zaman temizliğine ve bakımına dikkat ederdim. Makyajdan çok tırnak her şeyi daha kusursuz gösterirdi, bu yüzden önem arz ediyordu.

Cama vurulan bir el ile kafamı kaldırıp cama vuran elin sahibine çevirdim elalarımı. Serter Güçlü, direksiyonun bulunduğu cama vurmuştu. Sanırım, beni şoför koltuğunda beklemiyordu.

''Diğer tarafa geç.'' Dedim.

Sözünü dinleyerek yan tarafımdaki kapıyı hızlıca açtı, ardından bedenini içeriye attı. Onunla birlikte gelen rüzgar yüzümün her tanesine değmişti.

''Arabayı sen mi süreceksin?'' Gergindi.

''Evet.'' Anahtarı deliğe soktuğumda, kontağı çalıştırmıştım. ''Öfkeli görünüyorsun, az önceki yaşananlardan ötürü değil mi?'' Başka hiçbir sebep olamazdı ki.

Serter baş parmağını dudaklarına götürdü, sol taraftan dudağının sağ tarafına kadar parmaklarını dudaklarına sürttü. Çenesi gergin, gözleri yırtıcı bir kuşu andırıyordu. Parmağını dudaklarından çektikten sonra yumruk olduğu elini dizinin üzerine bıraktı.

''Sana vurmaya çalıştı.'' Öfkesi bu yüzdendi.

Oysa ben onu tamamen rafa kaldırıp, mutlu sona odaklanmıştım.

Direksiyona elimi bırakıp sağa çıkararak park yerinden çıkmaya çalıştığım. ''O kadar iğrenç bir insan ki...Köpeğime it dedi, bu da yetmezmiş gibi beni tahrik etmeye çalıştı.''

''Öfkeme nasıl sahip çıktım, bilmiyorum. Onu orada dövmemek için zor tuttum kendimi.'' Gerçekten de aklına gelen planı uygulamasaydı, muhtemelen Gürsel gördüğü dayaktan sonra komaya girecekti.

''Serter.''

''Efendim.''

Boştaki elimi, yumruk yaptığı elinin üzerine bıraktığımda parmaklarını sardım; yaralarını sarar gibi. ''İyi ki karşıma çıktın, iyi ki böyle merhametli bir adamsın; en azından dünya çekilir oluyor bazı konularda.''

Gözlerini kapattı, iç çekerek bana çevirdi maviliklerini. ''Gece, bir daha bunun yaşanmasına izin vermeyeceğim. O adamla aynı ortamda bulunmanı dahi istemiyorum.''

''Göz altına aldılar değil mi?'' Arabayı anayola sürdüğümde, sorumu sorarken diken üstünde hissetmiştim kendimi.

Serter Güçlü sakince kafasını salladı, mavi gözleri buz parçaları batmışçasına gergin görünüyordu. ''Evet.''

''Ne kadar süre kalır peki?''

''Bilmiyorum ama bir süre tutarlar, şikayetçi olduğum için...Yani normal şartlarda başka bir adam şikayet etseydi, Gürsel'i serbest bırakırlardı fakat mevkimden dolayı şikayet daha kolay oldu.'' Derin bir iç çekti. ''Ne acı değil mi? Kadınların gözü morarıyor, kimisi ölümle tehdit ediliyor ve adamlar serbest kalıyor.''

''Bu dünyada, olaya değil; kişiye bakılarak hareket ediliyor.'' Dedim.

Başıma şiddetli bir ağrı binmişti. Yaşadığım stresten ötürü başımın ağrıdığını fark etmiştim. Arabayı sürerken dengemi bulamadım ve aniden frene bastım. Serter'in meraklı bakışları beni bulunca toparlanmaya çalıştım.

''Ben sürebilirim, kenara çek.'' Dedi.

Arabayı güvenli bir yerde durdurduğumda, Serter şoför koltuğuna geçerek arabayı sürmeye başladı. Stresten dolayı baş ağrısı oluştuğu için direksiyon hakimiyetini kaybedebilirdim.

''İyi misin?'' Arabayı sürdüğü sırada, gözlerini bana çevirmişti.

''İyiyim.''

İyi olmak zorundaydım, sadece küçük bir ağrı yaşıyordum. Geçecekti, geçecekti her seferinde kendimi kör kuyularda bulacak olsam da geçeceğini düşünüyordum. Ona çevirdim, geçeceğini düşündüğüm tüm sanrıları bitiren şey mavilikleriyken geçmemesi imkansızdı.

''Sana kahve alacağım.'' Dudaklarını ıslattı. ''Şurada bir yerlerde açık kafe oluyor, güzel kahveleri var.''

''Gerek yok.''

''Gerek var.'' Diye diretti.

Serter inatçı bir adamdı, istediği olana kadar zorlardı. Onun bu haline alışmaya başlamıştım. Bir şeye alışmak bazen yorardı ama Serter'in yaratacağı yorgunluklar bile tatlı rüya gibi geliyordu. O kadar güzeldi ki...

''Peki.'' Dedim.

Bana kahve almak için arabadan indiğinde, onu beklemeye başladım. Serter Güçlü'nün getireceği kahve beni huzura götürecekti çünkü onun küçük bir hediyesi bile günlerce huzurlu olmama sebep oluyordu. Serter bu işi biliyordu.

Beş dakika geçmeden geldiğinde şoför koltuğuna oturup küçük bir kutu ve kahveyi uzattı. Kağıt bardakta bulunan kahveyi elinden aldığımda, kucağımın üzerine bırakmış olduğu kutuyu açtım. İçinden çıkan ayıcıklı çikolata ile ufak bir şaşkınlık yaşadım. Serter, kahvenin yanında yemem için çikolata almıştı.

''Petito ayıcık.'' Paketi hızlıca açtım. ''Çok teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim. Beni mutlu ettin.'' Gözlerim doldu, mutluluktan ağlıyordum. Hayır yalnızca sinirim bozulmuştu ve küçük bir çikolata gözyaşlarımı dökmeme sebebiyet vermişti. ''Beni hiç kimse böyle mutlu etmemişti.''

''Ağlıyor musun sen?'' Parmağını çenemin altına bıraktığında, yaşlı gözlerimle karşılaştı.

Burnumu çektim. ''Sinirlerim bozuldu.''

''Neden? Karakoldaki olay mı? Bak...'' Henüz arabayı çalıştırmamıştı. Parmakları gözyaşlarımı siliyordu, gözleri ise yavaş yavaş yumuşamıştı. ''Ben hep sana böyle şeyler alırım ama sen ağlarsan üzülürüm ki...Lütfen, ağlama, lütfen.'' Kafamı elleriyle tutup beni kendine doğru çekti ve kafam göğsünü buldu.

Kafam yurdunu bulmuştu. Orada mutluydu.

''Duygularım gelgitli, normalde bu şekilde ağlamazdım.'' İnsan mutlu olunca, böyle oluyordu.

Duygular...Ah duygular.

Fırtınanın karşısında savunmasız kalan duygular bazen fırtınaya aşık olurdu. Serter bir rüzgara çarpardı ama yine de duygularından ödün vermezdi. Fırtınaya aşık olan duygular, artık eskisi gibi olamazdı çünkü bazen en soğuk rüzgar, en sıcak yuva olurdu.

Yuvam burası mıydı yoksa? Rüzgarın soğukluğunda kalan sıcak bir güneş gibi mi?

''Saçmalama ağla, sadece bunun için ağlama.'' Saçlarımı kokladığını fark ettim. ''Eve gidelim, kocan seninle ilgilensin olur mu?''

Serter...

Serter yapma.

İnsan kötü bir şiirle karşılaştığında, neden kötü diye sormazdı ama iyi bir şiirin mahcubiyeti çok farklıydı. Dinlediğim iyi bir şiire kalbimi yaslarsam eğer, orada kendimi mahcup hissederdim. Yapma bunu yapma, bunu bana yapma. Bir gün uçurumun eşiğinde ayaklarım sallanırsa ve sen olmazsan, yıkılırım.

Kötü şiir ol, iyi şiirler intihar ettirir.

''Bugün kötü bir gündü. Önce ailemin mezarının yerini değiştiğini öğrendim, sonra onların hapishaneye atılacağını sanıp sevindim, sonra onlar serbest bırakıldı...''

''İfadelerini verirken şüpheye düşen birkaç polis olmuş. Yıldırım'ın dediğine göre, takip için ekip kurulacak, yani paçayı kurtarmadılar.'' Dudakları saçlarıma değdi, dudakları saçlarımda asılı kaldı ve iyi şiirlerin mahcubiyeti üstüme bindi.

''Sana borçluyum.'' Sana bir hayat borçluyum.

''Saçmalama.''

''Benimle evlendin, beni korumak için eski arkadaşını karşına alıyorsun, benim için tüm düzenini değiştirdin.'' Göğsüne sokulurken kahveyi düşürmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum. ''Sen çay bile içmezdin ki, çay da içtin.''

''Gece.''

''Bunlar çok fazla.'' Derin derin yutkundum. ''Aptallık edip, daha fazla burada kalma demeyeceğim çünkü sana alıştım, bencillik belki ama senin göğsüne ihtiyacım var.'' Doğru cümleleri kurmaya çalıştım. ''Lütfen bir gün pes edersem bile sen pes etme, her zaman yanımda ol.''

Çelişkiydi cümlelerim, serseri şiirlerin gölgesinde içilen tek yudumluk kadehler, soğuk bir kahvenin gölgesinde kalmıştı artık.

''Ben, koşulsuz şartsız her zaman yanında olacağım.'' Sözleri güven barındırıyordu, her bir harfinde.

Mahcup hissediyordum kendimi.

''Hatta...'' Geri çekilerek, parmaklarımın arasına sıkıştırdığım karton bardağı aldı. ''Sen istersen eğer, kahve içmeye bile başlayabilirim, bunlar küçük şeyler ama seninle içeceğim her içeceğin kıymeti çok farklı olacak.'' Bardağı dudaklarına götürdüğünde, bir yudum alarak dudaklarını diliyle yaladı. Kahve damlasının birisi hafif yüzüne sıçramıştı. ''Gece.'' İsmim dudaklarından döküldü. ''Birlikte başaracağız.''

Gülümsedim. ''Kahve içtin.'' Gözyaşlarımı sildim.

İkinci yudumu da aldığında yüzünü buruşturdu. ''Sayende.''

Kahveyi elinden alıp, bu işkenceye son verdim. ''Lütfen bunu yapma, kendini zorunlu hissetme. Ayrıca, mükemmel bir adamsın.''

''Güzel karım.'' Kontağı çalıştırdı. ''Eve gidelim, şu gözyaşlarının hesabını sorayım senden tamam mı? Hem bir daha mutluluktan olsa bile ağlamayacaksın.''

''Tamam ve teşekkür ederim tekrardan.'' Hayatımda yiyebileceğim en güzel petitoyu yiyordum.

Kahvemi bitirdim, çikolatalarımı bitirdim. Yolculuk bitene kadar tüm karnımı şişirmiştim. Serter sayesinde iyice kilolu bir kadın olacaktım. Aslında kilolu olmak kötü değildi, hatta bana göre kilolu olunca şişen yanaklar sayesinde insan daha tatlı görünüyordu ama göbekten nefret ediyordum çünkü pantolon giyerken zorlanıyordum.

Kahve bardağını buruşturdum, avucumun arasında sakladım.

''Reglin ne zaman bitecek?'' Diye sordu.

Arabadan indiğimde, Serter'in kolundan destek almaya çalıştım. Şişmiş göbeğim yüzünden hareket edemiyordum. ''Üç güne biter.''

Benim en fazla dört gün sürüyordu.

''Çok iyi.'' Elini belime attığında kokusunu içime çektim doyasıya. ''Birlikte spora gideriz, evimin en alt katında spor aletlerim var ama biz spor salonuna gideriz.'' Belimi sıktı. ''Reglden dolayı belki hareket edemezsin diye dedim.''

Güldüm. ''Düşünceli kocam.''

''Gel bakalım.''

Kapıyı çalmak yerine dış kapıyı anahtarıyla açmayı denedi. Kollarım sarılı bir şekilde onu bekledim. Kapıyı açtığında, önden o arkasından ise ben girdim. Ceketini omzumdan aldı, askıya astı ardından mutfağa geçti.

Karton bardağı çöpe atmak için mutfaktaki çöp kutusunu aramaya çalıştığımda, Serter çoktan tabureye oturmuştu.

''Uyuyacak mısın hemen?'' Karşısına oturduğumda, loş ışık gözlerine çarpıyordu. ''Benim canım çok sıkılıyor, oyun oynayalım mı?''

''Ne oynayacağız, saklambaç mı?'' Dalga geçiyordu.

Yüzümü buruşturdum. ''Dalga geçme.''

Bence ona küsmeliydim.

''Tamam tamam, hadi ne istiyorsan oynayalım.'' Dedi.

Tek kaşımı havaya kaldırdım. ''Niye sürekli küçük olduğumu vurgulamaya çalışıyorsun, Serter?''

''Öyle mi yapıyormuşum?'' Umursamaz görünüyordu.

Nefesimi dışarıya verdim. ''Yaş farkını unutmuyorsun, hep hatırlatıyorsun.''

''Yok artık.'' Dedi.

''Unutma, bu küçük kadınla evlendin.'' Kendimi gösterdim elimle.

Telefonumu elime alıp tezgahın üzerine bıraktım. Herhangi bir oyun aramaya çalıştım. Serter ile ne oynanılırdı, bilemiyordum. Oyun bulmaya çalıştığım sırada, Serter'in bakışları hâlâ benim üzerimdeydi, bir an olsun bile bakışlarını geri çekmemişti.

''Unutmam da ben yaşından vurmadım ki?'' Şaşkındı. ''Sanırım, sen kocanla kavga etmek istiyorsun.'' Mavi gözlerinin hedefinde telefonum vardı. ''Bir oyun buldun mu? Bulduysan hadi oynayalım.''

Sabırsızdı.

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı çünkü harika bir oyun bulmuştum. Bulduğum oyunda, karşı karşıya sorular soruluyordu, cevap vermek istemezse kişiye eksi yazılıyordu, eğer cevap verirse artı yazılacaktı. Oyunun sonunda, artısı fazla olan kazanacaktı.

''Buldum.'' Ellerimle alkış yaptım. ''Çok güzel bir oyun, bayılacaksın.''

''Dinliyorum.''

Kuru dudaklarımı ısırdım. ''Bak şimdi, 16 tane soru var. İkimizin payına sekizer soru düşüyor. Eğer soruları cevaplamazsan hanene eksi yazılıyor, eğer cevap verirsen de artı yazılıyor. Oyunun sonunda en çok eksisi olan kaybediyor.''

''Kaybedince ne olacak peki?'' Gömleğine değen parmakları, düğmeyi buldu. İlk iki düğmesini açan parmaklarına bakmamaya çalışarak telefondaki oyunun açıklama kısmına odaklandım.

''Kaybeden, kazananın istediği bir şeyi yapsın. O da bize kalmış.'' Telefonu ortaya aldım. Start kısmı yeşil görünüyordu. Oraya basmadan önce, Serter'e baktım. ''Hazırsın değil mi? Bu arada kağıt kalem lazım.''

''Ben getiririm, sen burada bekle.'' Dedi.

Yavaşça tabureden kalktığında, haline gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Beni mutlu etmek istiyordu, sırf bu sebepten ötürü oyun oynamayı kabul etmişti. Normal şartlarda Büyükelçiyi asla oyuna ikna edemezdim.

Kapıyı açtığında, üzerini değiştirdiğini fark etmiştim. Düz siyah bir kazak giymişti, elinde ise hırka vardı. Hırkayla ne yapacağını merak ederken, arkama geçen bedeniyle hırkayı omzuma bırakacağını anladım. Gri hırkayı omzuma yavaş yavaş bıraktı, o sırada parmak uçları enseme değmişti ve tüm tüylerim diken diken olmuştu.

Karşıya tekrar oturduğunda, kağıdı, kalemi mermerin üzerine bıraktı. ''Başlayalım.''

''Mavi renk sensin, pembe de benim.'' Dedim.

''Pekala.''

Start düğmesine basmadan önce yine ona baktım. ''Eğer kazanırsam, aklımda harika bir plan var. Bu sefer limon çayıyla da kurtulamayacaksın.''

''Hiç sorun yok, aldık başımıza bir bela...'' Çatık kaşlarımı görünce, düzeltme gereğinde bulunan Serter Güçlü oldukça komik görünüyordu. ''Tatlı bir bela.''

Ha şöyle.

Start düğmesine bastığımda, ilk soru ekrana çıktı.

Mavi ekranın üzerindeki soruyu Serter'e uzattım. Serter telefonumu eline aldı ve dudaklarından dökülen soru kulağıma ulaştı. ''Evleneceğim adam?'' Alnında ince bir çizgi belirdi. ''Bu ne biçim soru ya?''

Güldüm. ''Serter.'' Otuz iki diş sırıtmıştım çünkü soru çok basitti.

Serter'in elinden telefonu aldım ve ortaya bıraktım. İkinci soru ekrana çıktığında, yüzümdeki gülümseme genişledi. ''Aşk mı? Kariyer mi?''

''Çok saçma.'' Parmaklarını birbirine kenetledi. ''Bu soruya cevap vermek istemiyorum.''

Kaçıyordu...

Kağıdın üzerine, Serter'in adını not düşüp sinirli sinirli eksi yazdım.

İkinci soruyu sormaya başladı. ''Aşk mı kariyer mi? Aynı soruyu sana da sormuş.''

Buna bir cevap verebilir miydim? Daha önce hiç aşık olmamıştım. Aslında aşık olmak için bir çaba da göstermemiştim. Hayatıma bir erkek girmemişti, birileri tarafından sevilmemiştim de, birileri cesaretli olup elimi de tutmamıştı, Serter hariç.

Cevabı kısa bir süre düşündüm.

''Galiba aşk.'' Diye cevap verip, telefondaki üçüncü soruya tıkladım. Mavi ekran bol ışık yayarak açıldı. ''Hayatın boyunca affetmeyeceğin kişi kim?''

Kritik bir soru.

Kritik bir cevap beklerdi her zaman.

Serter'in gözlerine kısa bir hüzün çöktü, sıralı dağlara tek tek kar yağması gibi gözlerine kar damlaları yağdı. Uzunca bir müddet sessizliğini korudu. Sessizlik her zaman tehlikeli olmazdı ama Serter'in gözünde bulunan hüzünden dolayı tehlikeyi beş metreden almıştım.

''Çınar.'' Dedi.

''Çınar?''

''Kardeşim.'' Diye cevap verdi. ''Başka bir erkek kardeşim daha var. Onu hayatım boyunca affetmeyeceğim.''

Onu daha fazla üzmemek için telefonu Serter'e uzattım. Garip bir şekilde ortam aniden toz bulutuna dönmüştü. Bu soru onu derinden sarsmıştı. Keşke soruyu atlatma şansım olabilirdi, işte o zaman soruyu atlardım. Onun üzülmesine dayanamazdım.

Toparlanmaya çalışarak soruyu okumaya başladı.

''Şu an en çok değer verdiğin kişi?''

''Cevap vermek istemiyorum.'' Dedim.

Kendime bir eksi yazdım.

Cevap verebilirdim, eğer Serter dersem bu samimi gelmezdi. İçimden Serter dedim, içimdeydi cevabı.

''Ailen dışında, en değer verdiğin kişi?'' Soruyu okur okumaz, beynimden aşağıya kaynar sular indi. Bana neden böyle bir soru gelmemişti ki?

Tereddüt etmeden; ''Gece Güçlü.'' Dedi.

O cesaretliydi, cesaretinden asla ödün vermezdi. Ben ise zavallı bir korkak, cesur olsaydım daha mutlu olacaktım biliyordum fakat daha önce dipleri gördüğüm için bulduğum ilk ağaca sığınamazdım. Serter'in adı ruhumda gizliydi, ilk adımı atacaktım elbette; yalnızca zamanını bekliyordum.

Değer vermek başka bir olaydı, onu hemen söyleyemezdim.

O söyledi çünkü ailesi dışında diye soruldu.

''Aşk senin için nedir?'' Diye sordu.

Bu soru da beni hazırlıksız yakalamıştı. ''Kör bir bıçakla karşı karşıya kalmak, günün sonunda bıçağı sırtımda bulmak.''

''Böyle mi düşünüyorsun gerçekten? İkimiz de bağlanmaktan korkuyoruz o halde.'' İç çektiğinde, yüzüne baktım öylece, eski bir şiiri okur gibi. ''Ne çok ortak yönümüz var, her geçen gün birbirimize benzediğimizi fark ediyorum.''

Ruhum yumuşadı. ''Bazen, ben de birbirimize benzediğimizi düşünüyorum.''

''Benziyoruz.''

Kendime artı koyup soruya tıkladım. ''Şu an çok istediğin şey ne?''

''Seni mutlu etmek.'' Yine netti.

Serter'in netliği...Her geçen gün hayran kalıyordum.

''Şu anda mutlu musun?'' Diye sordu.

''Mutluyum, sayende.'' Dedim.

''En yakın arkadaşın?'' Pusat olursa kırk yerimden bıçaklanırdım herhalde.

''Cesur.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Sıradaki soru için heyecanlıydım. Telefonu kavrayışını izledim. Ekrana baktı, pembe ekran ortaya çıktı. Gözleriyle soruyu taradı.

''En çok kime güvenirsin?'' Telefonu mermerin üzerine bıraktım.

''Sana, yani eşime.'' Dediğimde, cevabım onu gülümsetmişti.

Ekrana tıkladım, sorusu karşıma çıktı. ''En son neyi kıskandın?''

Gayet güzel bir soruydu. Yüzümde büyük bir gülümseme ile baktığımda, düşünmeye başladığını fark ettim. Serter Güçlü düşünüyordu, bu kadar düşünecek ne vardı ki? Yoksa, pilavı kaşıkla değil de kepçeyle yiyen Burcu'yu mu kıskanmıştı?

''Serter?'' Sabırsızdım.

''Pas demek istiyorum.''

''Cidden mi?''

Dudaklarından bir kahkaha koptu. ''Berrak'ı kıskandım.''

Berrak mı? Burcu? Buse? Buğlem? Bokl...Terbiyemi bozmayacaktım.

Burnumu kırıştırdığımda, ona bir artı yazdım ama artının üzerine ünlem koydum. Serter ile ayrı hesaplaşacaktım, hatta onu bir gece vakti boğup ardından ana bültenlerde kocasını öldürdü diye haberlerimin yapılmasını sağlayabilirdim.

''Telefonunu verir misin?'' Bir işim vardı, onu halledecektim. ''Hemen, arama motorunda boşanma davasına bakan avukat bulacağım, seni boşayacağım. Sen de sersefil ortada kalıyorsun. Bitti, buraya kadar.''

Ağzından ikinci kahkaha koptu, bu durumdan eğleniyordu Beyefendi. ''Neden boşanıyoruz ki? Aşk olsun, Gece.''

''Sus.''

''Olmaz.''

''Sussana.'' Sinirlenmiştim.

Yüzüme öylece baktı, imalı imalı bakışlarını umursamamaya çalıştım. Öylece bakmaya devam ederken, bileğimden yakaladı beni ve yüzüme eğildi. ''Beni dinle.''

''Senin midesiz olduğunu zaten biliyordum ama bu kadarına da pes. Bir daha birlikte uyumayacağız, yastığını yorganını alıp salona gidiyorsun. Seni, kendimden mahrum bırakıyorum.'' Gayet etkili bir yöntemdi, o bunu hak etmişti.

Bileğimin üst tarafına değen parmaklarının yaratmış olduğu heyecan içimi ılık bir rüzgarla taçlandırsa da boykotuma devam ettim.

''Beni terk mi ediyorsun?'' Hâlâ dalga geçiyordu.

''Evet.''

''Yazık, oysa daha güzel günlerimiz vardı önümüzde.'' Göz kırptı.

Ben, Serter'i öldürürdüm.

''Sen, onu nasıl kıskandın ya? Kimden kıskandın? Gözün başkasında mı? Boşanalım.'' Dedim cırlayarak.

Nefesini dışarıya verdiğinde, bileğimi bırakmayarak daha da eğildi yüzüme. ''Şaka yaptım, gerçekten nasıl onu kıskandığımı düşünürsün? Benim kıskanç ve güzel olan karım.''

''İltifat etme.''

''Sorunu tekrarla, cevabını vereceğim.'' Dedi.

''En son neyi kıskandın?''

Bileğimde bulunan parmaklarını çekti, gözlerimin içine baktı derin derin. ''En son seni kıskandım. Barış'ın seni öpmesi beni rahatsız etmişti, orada sakin durmaya çalıştım ama içten içe kendimi yiyip bitirdim.'' Duraksadığında, kelimeleri toparlıyordu. ''Gece boyu, yanağına dokunan dudakları düşündüm.''

Allah'ım sanırım heyecandan ölüyordum.

''Şey.''

''Yine başladık şeylere.'' Telefonu elimden aldı. ''Ben soruya geçiyorum.'' Ekrana usul usul baktı, yorgundu gözleri. ''Şu an ne düşünüyorsun?''

''Çok yakışıklı olduğunu düşünüyorum.'' Dedim.

Elini ensesine götürdüğünde, utandığını anladım. Bu adam gerçekten sonum olacaktı, harika bir insandı, harika.

Ekrana tıkladım. ''Şu an ne düşünüyorsun?'' Aynı soru, Serter'e de gelmişti.

Hafif mırıldanarak ayağa kalktı, buzdolabın kapağını açtı. ''Güzel karıma, güzel bir meyve salatası hazırlamayı düşünüyorum.''

''Ya güzel miyim gerçekten?''

Tabağın içine çilek, kivi ve biraz da dilimlenmiş streç filmle kaplı elmaları koydu. Normalde meyveler tek tek yıkanıp dolaba konuluyordu fakat Serter Güçlü titiz bir adam olduğundan ötürü sebzeleri suya tuttu ve onları yıkamaya başladı.

Mavi ekrana tıkladım, bana soracağı soruyu ona doğru tuttum. ''Şu an en çok sarılmak istediğin kişi?'' Diye sordu.

Sanırım gittikçe açılıyordum. ''Sen.'' Dedim.

Gözlerinin içi parladı.

''En sevmediğin özelliğin?'' Ekran tamamen mavi olmuştu.

Düşündü, düşündü, biraz daha düşündü. ''Fazla takıntılı bir adamım, bu bazen hayatımı zorlaştırıyor. Her şeyde düzen arıyorum.''

Aynı şeyleri neredeyse aynı dakikada düşünmüştük.

Sorularımız bitmişti. İkimiz berabere kalmıştık. Parmaklarımı nereye koyacağımı bilemeden ayağa kalktığımda, meyveyi yemediğimi fark ettim. Karnım ağrıyacaktı, yemeyi de düşünmüyordum.

''Bitti.'' Boğazımı temizledim. ''Uyumaya gitsek olur mu? Berabere kaldık zaten, ikimizde kazandık sayılır.''

''Peki, nasıl istersen.'' Meyve tabağını tezgahın üstünde bulunan kasenin yanına iterek ayaklandı. ''Şimdi ikimizde kazandığımıza göre, karşılıklı istekte bulunuruz değil mi?'' Telefonumda yanan ışığı görünce, kaşları çatıldı.

Ekranda Barış'ın adı yazıyordu.

''Barış arıyor.'' Telefonu elime aldığımda, reddet tuşuna bastım çünkü gece gece Barış ile konuşacak enerjiye sahip değildim. Onunla yarın okulda konuşacağımı düşünüyordum. ''Bazen böyle arar, halimi hatırımı sormak için.''

Çatık kaşları bir an olsun bile bozulmadı. ''Anlıyorum.''

''Uyumaya gidelim mi?'' Serter'in odasında uyuyacağım için heyecanlıydım.

''Gidelim bakalım.''

Onunla birlikte yukarı merdivenini kullanarak üst kata çıktığımızda, hafif çiseleyen yağmur damlaların vurmuş olduğu cam sesini duymamaya çalışarak; Serter'in kollarını tüm ellerimle sardım.

''Çok uykum var.'' Kapıyı açtığında, esnedim. ''Aynı yatakta uyuyacağız değil mi?''

Yatağın üzerinde bulunan nevresimi çekti.

''Ayrı mı uyuyacaktık?'' Diye sordu imalı bir ses tonuyla.

''Biz evliyiz.'' Dedim.

''Evliyiz evet, o yüzden aynı yerde uyuyacağız.'' Göz kırptı.

Nihayet çatık kaşları düzeltmişti.

Yatağın üzerine bedenimi attığımda, dişimi fırçalamam gerektiğini düşünerek tekrar yataktan kalktım. Odama geçtim, dişimi fırçaladım, saçlarıma güzel kokular sürdüm. Ayıcıklı bir pijama da giydim. Evet evet hazırdım.

Kapının kolunu sola çevirdiğimde, Serter'i de hazırlanmış gördüm.

''Kocacığım, ben hazırım.'' Dedim heyecanlı heyecanlı.

Serter alttan güldü. ''Neye hazırsın?''

Tişörtümün ucunu çekiştirdim. ''Birlikte uyumaya, yanlış anlama lütfen aklına malum iş gelmesin.''

''Biz evliyiz.'' Beni taklit ediyordu.

''Sahte evlilik.'' Dedim.

Bilerek yapıyordum. Onu sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. Ayrıca benim için bugünden sonra sahte kavramı rafa kaldırılmıştı. Onunla öpüşmüştük, dolayısıyla sahte diye nitelendirmek saçmaydı. Sadece ilişkiler konusunda kendimce korkularım vardı, onları da aşmaya çalışıyordum; hepsi bu.

''Karıcığım, sen yatağa geç.'' Çekmeceden çıkarmış olduğu yüz kremini ellerine sildiğinde, bakımlı bir erkekle ilk kez karşılaştığım için tüm dikkatim kocama geçmişti.

''Birlikte geçelim.'' Ayakta dikildim.

''Yanağımda bazen kuruluk oluyor, kremle halletmeye çalışıyorum.'' Kremin ucunu parmağıyla sıyırdı. ''Maskeden oldu sanırım.''

''Maske sürüyor musun?'' Diye sordum.

''Tabii ki de.'' İkinci çekmeceyi açtığında, küçük bir kutu çıkarıp bana göstermişti. ''Hatta, kil maskesi favorim.''

Kendimden utanıyordum. En son ne zaman maske yapmıştım ki? Serter'den öğrenecek çok şeyim vardı, en yakın zamanda ben de maskeye başlayacaktım. Cildimde oluşan ve sürekli tekrar eden siyah noktaları temizlemek zorundaydım, bunun başka yolu yoktu maalesef.

''Seninle öpüştüğümüzde, sakalların tenime hiç batmamıştı.'' Dedim.

Bunu ben mi söylemiştim? Sapık Gece.

Güldü. ''Düzenli alıyorum, sonra maske yapıp üzerine serumlar kullanıyorum. Böylece yanağım yumuşak oluyor.''

''Serter.''

''Efendim.'' Boynuna da yaydırdığı kremle yine şaşkınlık yaşadım.

''Bana da öğretir misin? Bakım işlerine başlamak istiyorum.'' Tek nefeste söylemiştim. Serter'in bana bakım dersi vereceğini düşünüyordum, en azından öyle ümit etmek istiyordum. ''Çok çirkinim.''

Kremle işi bittikten sonra kazağını çıkarmaya başladı. Parmakları kazağının kollarını buldu, tek tek açıp kolundan çıkarmaya çalıştı.

''Çirkin değilsin.'' Kazağını düz katlayarak sandalyeye astı. ''Bence güzel bir kadınsın, bakım yapmasan da güzelsin.'' Dolabın kapağını sola çevirdi, içinden bir adet gri tişört çıkardı. İkimizde gri giymiştik. ''Ben genelde herkesi beğenmem, senin ise en çok gözlerini beğeniyorum ve burnunu, biraz da...'' Tişörtü düz bir hareketle kafasına geçirip bedenine giydirdi, baklavalarını görmemeye çalışmadım, tam aksine hayran hayran baktım. ''Çenen, ellerin...Ellerin çok güzel, dudakların da öyle keza.''

Kaslarına bakarken hipnoz olmuştum.

Elini havaya kaldırdı, uzaktan salladı. ''İyi misin, neden öyle daldın?''

''Uyuyabilir miyiz?'' Ona bakma gereğinde bulunmadan bedenimi yatağa attım. ''Çok uykum var, iyi geceler.''

''Çok hızlısın, utangaç karım benim.'' Dedi.

Yatakta bedenini hissedeceğimi düşünürken o karar değiştirip ters istikamette koltuğa battaniye serip, koltuğun üzerine uzandı. Koltuğu seçmişti, yatağımız dururken koltuğa gitmişti. Ona kızamazdım, kendi kararıydı.

''İyi geceler.'' Dedi.

Kaşlarımı çattım yatağın içinde. ''İyi değil geceler.'' Fısıldayarak konuşmuştum.

Beni duymamıştı.

Mavi gözlü erkek kişisi hemen uykuya dalmıştı. Yalnız yalnız gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım. Rüyamda ise, Serter'i görmeyi amaçladım.

🫁

Okuldaydım.

Dünyanın en zor şeyi devam etmekte olan okuldu bana göre çünkü tam olarak kendimi okula alıştıramamıştım. Son yaşanan olaylardan sonra okula karşı bir negatif tutum sergiliyordum. Bir türlü olmak istediğim yerde hissetmiyordum kendimi. Oysa, zorlu bir süreçten geçerek bu okulu kazanmıştım.

Binbir türlü emeğim vardı.

Defterden bir şeyler karalamaya çalıştım. En son üç derse girmiş, ardından tüm notlarımı tek deftere geçirmeyi amaçlamıştım. Kitaplarım eski evimde olduğundan ötürü getirmeye korkuyordum. Ayrıyeten kendime kitaplar da sipariş etmiştim. Kanunlar vardı, kanunlar kalın olduğu için; derste sürekli olarak onlardan işliyorduk bana lazımdı bu yüzden.

Rehberden Serter'in numarasını bulduğumda, çevrim içi olup olmadığına baktım. Tam da bu saatte aktifti.

Ayağa kalktım, kütüphanenin içinde bulunan otomattan kendime sütlü bir kahve hazırlatıp elime aldığım karton bardağı masanın üzerine bırakarak; sırtımı kalorifere yaslayıp mesaj kısmına tıkladım. Bugün cumaydı, ona ancak cuma mesajı atabilirdim. Hem ne yazabilirdim ki? Nasılsın dersem saçma olacağını düşünüyordum. Cuma mesajı atarak konuşmayı başlatabilirdim.

15.34: Hayırlı cumalar.

Anında mavi tik olmuştu, sohbetimde miydi Büyükelçi Beyefendisi?

15.35: Hayırlı cumalar?


15.35: Toplu mesajdı, herkese attım da.


Bence gayet güzel bir yalandı, hem ona cumayı hatırlatmış hem de ona mesaj atmıştım. Bir insanın kocasına yazarken böyle ikilemde olması çok kötü bir şeydi. Elimde olsaydı daha cesur olurdum fakat kalın sınırlara çarpan göğsüm her zaman duvara tosluyorken sınırları arkama alarak ilerlemek bana bir tık saçma geliyordu.

15.36: Anlıyorum..

Yine iki nokta koymuş, üçüncü noktaya ne olmuştu ki?

15.37: Ben de anlıyorum....

Dört nokta koymuştum.

15.37: Hm.

Ama yeter...

Görüldü atacakken fikrimi değiştirip tekrar parmaklarımı klavyeye yönelttim. Alt tarafı bir mesajdı, bu kadar kasamazdım kendimi.

15.38: Kahvaltı ettin mi?

Aç olup olmadığımı soruyordu. Sabah erkenden evden çıkmıştı, bana herhangi bir mesaj dahi bırakmamıştı. Şimdi ise kahvaltımı soruyordu. Serter'in bu kadar iyi olması bana zarardı, kalbime zarardı.

İnsanlar kötü olduğunda bir neden aramıyorduk, ya da şaşırmıyorduk ama bir insanın iyi olması insanlık için büyük bir olaydı çünkü kötünün olduğu bir evrende iyi olmak; nesli tükenmekte olan bir çiçek gibi sade, ender bulunan bir yapıya sahip olurdu.

Serter iyiydi ve bu mahcubiyeti doğuruyordu tarafımca.

15.39: Bir şeyler yemeye çalıştım. Üç derse üst üste girince, ders arası veremedim. Ben de dersin içindeyken ağzıma yemek attım. Şimdi de kahve içiyorum.

15.40: Petitolarını arabamda unutmuşsun..

Yine iki nokta.

Gülümsedim.

15.41: Akşam alırım onları. :( Sen neredesin? Semih'in yanında mısın? Ya da arkadaşlarının? Ya da herhangi birisinin? Ya da...

Yazıyor...

Yazıyor...

15.42: Semih ile sık sık görüşmeyeceğimi söylemiştim, sözümü de tutmaya devam ediyorum. Ayrıca, onunla görüşeceksem de senin haberin muhakkak olur. :) Dışarıdayım, Cesur'un yanında.

15.43: Ne yapıyorsunuz ki?

Sorum gayet mantıklıydı.

15.43: Bir şeyler içtik, sohbet ettik, konuşuyoruz öyle. Öyle yani. :)

15.44: Eve kaç gibi gelirsin?

15.45: Haber veririm.

Eve geç gelmedi önemli değildi, ben de geç gidecek gibiydim, sanırım. Okuldan bugün erken çıkamazdım. Kitap sipariş edecektim, birçok işim vardı.

15.46: Tamam sana iyi sohbetler...Görüşürüz, Serter.

15. 47: Dur nereye gidiyorsun öyle? Seninle konuşuyorum, bundan daha güzel sohbet mi var?


15.47: Benimle konuşmayı seviyor musun?

15.48: Evet.. :)

Benimle konuşmayı seviyordu, bundan daha güzel bir cümle duymamıştım.

15.49: Bana aşık mı olmaya başladın Büyükelçi? Bak şimdiden söyleyeyim, öyle hemen vermem.


15.49: Neyi vermezsin?

Tövbe tövbe neler geliyordu aklıma.


15.50: Yanlış anladın, vermem derken kalbimi kast etmiştim.


15.51: Sapık.

Sanırım, Serter'de en çok sevdiğim özellik buydu. Bazen her şeyi ciddiye almazdı ve orada bir yerlerde şakayla karşılık veriyordu. Onun bu şekilde şakalaşması hoşuma gidiyordu. Benimle eğleniyordu, benimle gülüyordu, ayrıca dışarıdan sert görünse de bana karşı oldukça neşeliydi.

15.52: Konuyu kapatalım, biz ne zaman düğün yapacağız? Ben artık gelinlik bakmak istiyorum, çeyiz düzmek...

İlk zamanlar düğüne karşı çıkmıştım fakat düşüncem tam tersi yönde değişmişti. Düğünü istiyordum, gelinlik giymek hakkımda. Serter'in de damatlık giymek hakkıydı.

15.52: :)

15.53: Serter, gülücük atma. Biz ne zaman düğün yapacağız? Yaza doğru yapalım mı? İlkbahar da olur.


15.53: Ben de isterim, yani seni gelinlikle görmeyi isterim.

Gülümsedim.

Parmaklarım tekrar klavyeyi bulduğunda, ne yazacağıma karar verememiştim. O kadar çok konuşacak konu vardı ki hepsini birkaç dakikaya sığdırmak imkansız geliyordu.

15.54: Beni ne diye ekledin?

Gayet güzel bir soruydu.

15.54: Gece Yalçın ( Yeni karım. )

Ciddiye almadım.

15.55: Serter- kocasına öfkeli kızgın emojiden çıkan yangın buharların yarattığı öfke emojisi.

Böyle bir emoji yoktu, sadece yazıyordum.

15.55: Hanım diye ekledim :) Fotoğraf* Sen ne diye ekledin?

Beni gerçekten de hanım diye eklemişti. Ben galiba elendim, ciddi ciddi elendim. Serter'e bir kez daha hayran kalmıştım. Hemen rehberdeki adına tıklayıp kalem işaretine dokunduktan sonra kocam kelimesini düzelttim.

İstanbul Beyefendisi...Artık adı buydu.

15.57: Fotoğraf*

Mesajı attım.

15.58: ♡

Bana kalp atmıştı.

15.59: ♡

Görüldü atıp çıktı.

''O görüldüyü.'' Diye mırıldandığımda, karşıma geçen kişiyle birlikte toparlanıp telefonumu masanın üzerine geri bıraktım, kahvem de soğumuştu. ''Barış?''

Dağınık bir saç, eskitme kahverengi yünlü ceket, siyah keten kumaştan oluşan pantolon, gülümseyen bir dudak. Barış'ı bugün farklı görmüştüm. Normalde salaş giyinen biriydi ama bu kadar kahverengine bürünmezdi.

''Selam.'' Yanağıma eğildi, belimden tutarak yanağımı öpmeye çalıştığında ona izin vermedim.

Geri çekildim. ''Selam.''

Ne olursa olsun, temaslarıma dikkat etmek zorundaydım. Dersimi almıştım. Serter ile evliydik. Barış, Serter'den önce vardı, tabii ki de yeri ben de hep farklıydı fakat temasın yakınlık derecesi de önemliydi. Eskiden, yanağımı öptüğünde irkilmezdim. Şimdi irkiliyordum, Serter'in yüzü gözlerimin önüne geliyordu.

Yapamazdım, izin veremezdim.

''Derste miydin?'' Masada, çantamın yanında bulunan sandalyeyi çekip oturduğunda karşısına geçip oturdum.

Bozulan saçlarımı düzeltmek için çantamdan çıkarmış olduğum deniz kokulu spreyi saçıma sıktım. ''Evet, sabahtan beri dersteydim. Boş bir zaman bulunca kütüphaneye gelmeye karar verdim.''

Dağınık saçlarımdan nefret ediyordum. Uzun telli saçlara sahip değildim, tam aksine saçlarım seyrekti. Bazen gereksiz yere dağılırdı, sebebini bilmiyordum. Serter gibi bakımlar yapsaydım muhtemelen saçlarım bir bebeğin doğar doğmaz parlak saçlarına benzerdi.

''Küs müyüz?''

''Hayır.'' Saçlarımı ıslatırken dikkatli davranıyordum. ''Neden küs olabiliriz ki? Sen biraz saçmaladın, sadece.''

''Seni durdurduğum için mi?''

Kaşlarım halihazırda çatıldığında, çantamdan bu sefer küçük bir ayna çıkardım. ''Hayır, evli olduğum adamın yanında beni öpmeye kalkıştığın için. Ne olursa olsun, Serter'in yanında bu kadar rahat davranamazsın, onu kızdırdın.''

''Onu kızdırdım mı?'' Dirseğini masaya dayandırdı. ''Onu kızdırdım öyle mi? Pardon ama hani aranızdaki sahteydi?''

''Barış.'' Bıkkın bir ifadeyle nefesimi dışarıya verdim. ''Onunla aramızdaki şeyin sahte olması önemli değil ki? Ben evli bir kadınım, sadık olmam lazım.''

Barış'a kolay kolay bir şey anlatamıyordum. Ona anlatmak, suya yazı yazmak gibiydi. Kendi düşüncelerini her zaman bastırmaya çalışırdı. Balık burcu olduğundan sanırım, bazı olayları gereğinden fazla büyütüyordu. Duygusal davranmaması gereken yerde duygusal davranıp beni manipüle ederdi, iyi de başarıyordu.

İyi bir dosttuk, hatalar yaparak dostluk sınırını aşmak üzereydi.

''Onunla neden evlendiğini de anlamış değilim. Seni koruması için ona değil bana gelebilirdin. Ben evlenirdim seninle.'' Dedi.

''Ortalık malı mıyım ben?'' Öfkelenmiştim. ''Gerçekten yeter.'' Sesim biraz yükselince kütüphanede olduğumuzu hatırlayarak sükûnete büründüm.

''Gece, sırf bunun için aramızın bozulmasını istemiyorum. Kaç gündür sadece kavga ediyoruz, bu konuyu kapatalım.''

Barış'ın anlaması gereken bazı hususlar vardı. Yirmisini geçmiş bir insana da ne yapması gerektiğini söylemek istemiyordum, onu çocuk gibi azarlamak da bana düşmezdi. Sıkılmıştım, gerçekten de sıkılmıştım. Bir yandan Ömer, diğer yandan şeytan tayfası ve kendime olan karışık duygularım...Bunların arasında yanıyorken bir de Barış'ın yaktığı ateşe elimi değdirmek istemiyordum.

Ben mum değildim, bir alevin ortasında yanamazdım.

Ben insandım. İnsanlar gibi normal yaşamak hakkımdı.

Çantamı masamın üzerinden aldım, aynaya bile bakamamıştım. ''Bu konu hakkında son konuşmam, dediğim gibi Serter rahatsız oluyor, ben de rahatsız oluyorum. Saçma sapan davranmayacaksan gel ama saçma davranacaksan gelme.''

Resti çekmiştim.

Barış'ın omuzları düştü, hüzün yüzünün her tarafına yayıldı.

Cevap vermesini beklemeden adımlarımı merdivenlere yönelttim. Hızlıca basamakları indim. Kütüphane okulun hemen yanında olduğu için çok şanslıydım çünkü arabamı okulun önüne park etmiştim.

Dışarıya çıkar çıkmaz bir rüzgar değdi yüzüme, tüm ruhumu üşüttü o an.

Çantamın içinden anahtarımı bulmaya çalıştığım sırada, gözlerim arabama sırtını yaslamış bunak bir adama takıldı.

Ömer...

Lanet olsun, arabamı nasıl biliyordu?

''Ömer?'' Bağırdım.

Elinde bir adet simit vardı, simidi dişliyordu. Arabamın üzerine bırakmış olduğu ayran kutusunu dişiyle açıp dudaklarına götürdü. Bıyıklarına bulaşan ayranı diliyle yaladı. Şükran'ın neden bu ruh hastası dedeyi terk ettiği belliydi. Adam bir kere pis birisiydi, kim tahammül edebilirdi ki?

''Vay vay, Gece buradaymış, Gündüz ne zaman gelecek?'' Esprili kahkaha attı.

Recep İvedik ile selamlaşmıştı anlaşılan.

Çantamı koluma taktığımda, karşısına geçtim. ''Niye geldin? Ne istiyorsun?'' Bu soruyu sormaktan bıkmıştım. Bu adam bu soruyu sormamdan bıkmamıştı.

''Ya arsa bakmaya geldim, Karslıyım biliyorsun, oradan arsa alacağım, bir sana sorayım dedim.'' Güldü.

''Ömer amca senin her hangi bir işin yok mu?'' Diye sordum.

Ayranı tekrar dudaklarına götürdü, ardından birer birer yudumlar aldı. ''Arsa alacağım dedim, biliyorsun ne derler komşuyu sik evi al.'' Kahkaha attı. ''Küfür için kusura bakma, arada küfür etmeyi severim.''

''Allah'ım.''

''Şükran ile bir keresinde trene binmiştik.'' İç çekti. ''Simit yedik, saatlerce sohbet ettik, konuştuk güldük. Onunla ilk kez trene bindik.'' Hüzünlenmişti. ''Yanımda mutluydu, ilk kez mutluydu, normalde beni görür görmez yüzünü buruştururdu. Sonra başka bir gün, kendini o trene attı.''

Adama acımaya başlamıştım. Yaşadıkları kolay değildi ama bazen öylesine tuhaflaşıyordu ki doğruyu söyleyip söylemediğini anlayamıyordum.

Sözlerine devam etti. ''Beni yüz kez aldatan, beni yüz kez bıçaklayan kadının arkasından bin kez ağladım. Öyle bir mal aşığım işte.'' Rakı içer gibi ayran içti.

''Hiç kendine bakmadın mı? Sen de eksiklikler vardır ve o da...''

Sözümü kesti, keskin bir ses tonuyla. ''Ne yani, insan eksikse aldatılmaya mahkum mudur öyle mi? O zaman tüm insanlar aldatılır çünkü tam olan insan yoktur, insan yarımdır, eksiktir, her zaman böyle de devam edecektir.''

''Şükran ne severdi?'' Diye sordum.

''Ayı severdi.'' Gökyüzüne baktı.

''Bana benziyor.'' Diye fısıldadım.

Gülümsedi. ''Annendir normal.''

Her zaman bunu ima edecekti. Şükran'ın annem olduğunu söyleyecekti. Ona inanmıyordum. Kanıtlarla gelmediği sürece asla inanmayı da düşünmüyordum çünkü yalan söylüyordu, yalanları diline bir zehirli ok misali yaydırmıştı. O böyle devam edecekti. Alayla karışık yalanları söyleyecek, sonra karşındakini yaralamaya devam edecekti.

''Hani, on yaşında bir oğlu vardı?''

Dudaklarını ıslattı. ''Yalan söyledim, orada senden bahsediyordum.''

''Babam kim?'' Sorgulamaya çalıştım.

''Tesla.'' Hâlâ dalga geçiyordu.

''Bana bildiklerini anlatmak zorundasın, eğer anlatmazsan sana inanmam ki? Bana anlat, kanıt sun. Sürekli karşıma farklı farklı olaylarla çıkıyorsun, sana inanmıyorum.'' Dedim.

''İnanç büyük bir meseledir, herkese inanılmaz.'' Elini yukarıya kaldırdı. ''O hariç.''

Ofladım. ''Şimdi de mistik bir havaya mı bürünüyorsun?''

''İnanamazsın, bir çiçeğe, bir aya, bir kaldırıma, bir trene, bir insana inanamazsın. İnanırsan yaralar seni, dalga geçer seninle.'' Acıyla tebessüm etti, sözleri yakıp yıkıyordu farkında olarak. ''İnanma kimseye ama bana inanabilirsin.

''Ömer amca sen tedavi olmayı düşündün mü? Bence bir git kendini kontrol ettir. Her gün farklı bir karakterle geliyorsun.'' Kaşlarımı çattım.

Ömer ayranından bir yudum daha alıp dalgın gözlerini bana dikti. ''Bu hayatta neyi öğrendim biliyor musun? Neyi öğrenemediğimi öğrendim.'' Kahkaha attı.

Arabamın üzerine damlayan ayranları görünce yüzümü buruşturdum. ''Ne istiyorsun?''

Bunu artık sık sık tekrarlar olmuştum. Her seferinde ona ne istediğini soruyordum. Ne istiyordu? İstekleri neydi? Benim peşimi ne zaman bırakmayı düşünüyordu? Onunla iş birliği yapmayacağımı söylemiştim. Serter ile; Ömer konusunda yapacağımız plan otelin açılışında suya tamamen düşmüştü. Bir daha da konusunu açmamışken şimdi gelip Ömer konusunda planlara girmek istemiyordum.

''İki kere iki kaç eder?'' Bıyıklarını temizledi.

''Sen ciddi misin?''

Gülmeye devam etti. ''İki kere iki dört etti ama insanlık hâlâ bir edemedi.''

Telefonumdan gelen titreşimin yaratmış olduğu sesi kısmak için telefonumu yan tuştan kıstığımda, Ömer simidinin tamamını yemiş ve poşete koymuştu.

''Şükran senin annen.'' Konudan konuya atlıyordu.

Hayır benim annem Gül'dü. Annem başkası değildi, bunu kabullenmesi gerekiyordu. Bana kanıt sunmadığı sürece asla ona inanmayacaktım. Yalanlar söyleyen zehirli diline iltimas etmeyecektim. Yılanlar da başta iyi yalanlar söylerdi, ardından o yalanların içine yılan zehrinden bir damla damlatırlardı, günün sonunda masum taraf zehirlenirdi.

''Sen, dört günlükken seni İrfan ve Gül çiftine verdiler. Ablan da üveydi. Üstüne seni de evlat edindiler çünkü belediye seçimlerini kazanmak için iyi aile imajı çizmeleri gerekiyordu ailen.'' Dedi.

Ellerim yumruk oldu. ''Babam kim? Gürsel mi?''

Kahkaha attı. Sürekli kahkaha atıyordu, artık kahkaha sesine yetişemiyordum. ''Bilmiyorum, ben olmadığım kesin ama kim olduğunu bilmiyorum.'' Derin bir nefes aldı. ''Bir tek Gürsel'in olmadığını biliyorum, bunu kanıtlarım da.''

''Kanıtla.'' Açıkça meydan okudum. ''Kanıtlayamazsın çünkü yalan söylüyorsun. Her gün bir olayla gelip yönümü şaşırmam için gereken her türlü özeni gösteren bir adama inanmam. Bana yalan söyleme, Ömer.''

''Ömer.'' Diliyle dudaklarını yaladı. ''Şükran'da çok güzel Ömer derdi.''

Galiba yavaş yavaş anlamıştım. Bu konuda şaka yapamazdım. Ömer'in kafasında bir sorun olduğu aşikârdı. Hatta konuşurken ruh halinin aniden değişmesi bu sebepten ötürüydü.

''Neden bunu yapıyorsun?''

Elini yanağına götürdü, yanağını kaşıdı. ''Eğer seviyorsan beni özgür bırak derdi, onu özgür bırakamadım çünkü onu bir trende kaybetmeyi göze alamadım. O gece kavga ettik, bana bağırdı. Onunla evlendiğim için pişman olduğumu söyledim.''

''Sus artık.''

''Ona evimden git dedim, ona git dedim çünkü gitme demek, git demekten zor geliyordu. O gittikten sonra hemen aradım, telefonlarımı açmadı.'' Gözleri doldu, dolu gözlerini gizlemek için herhangi bir gayret göstermiyordu. ''Sabaha doğru polise gittim, aramaya başladılar. Onu bulamadım, sonra bir haber geldi.''

Sözünü keseceğim sırada, konuşmama müsaade etmedi. ''Gecenin bir yarısı, soğuk bir şehre giden trenden kendini aşağıya atmış. Üzerinde kırmızı bir elbise, saçları dağınık...Ela gözleri kan çanağına dönmüş.''

İçim bayılmıştı.

''O öldürdü kendini. Beni aldatmıştı, beni Gürsel'e tercih etmişti ve o ölmüştü. Ben ise hiçbir şey yapamadım. Şükran'ın saç telleri aldım, kanlı kırmızı elbisesini sakladım ama hiçbir şey yapamadım.'' Dedi.

Belki de bu yüzden delirmişti.

Ömer'in akıl sağlığı yerinde değildi. Bunu, bugün daha iyi anlamıştım. Yavaş yavaş zihnimde baz taşlar yerine oturuyordu. Sürekli olarak, Şükran'a olan öfkesi; ölümü anlatması...Ömer iyi değildi, Ömer delirmişti çok sevdiği karısını kaybettikten sonra.

''Şimdi, kızı karşımda.'' Dedi bana bakarken.

''Sana inanmıyorum.''

''Şimdi kızı gözlerimin içine bakıyor.''

Ofladım. ''Ömer.''

''Sana kanıt sunacağım, o gün gelene kadar benden haber bekle.'' Gülümsediğinde, ruh halinin bir kez daha değiştiğini fark etmiştim. ''Ne derler bilirsin?''

''Ne derler?''

Nefesini dışarıya verdi, göğsünde bir yerlerde şişen hava atmosferini dışarıya verdiğinde kafasını kaldırıp gökyüzüne sayısızca baktı.

''Tren istasyonunda, bütün duraklar acıya çıkar.'' Dedi ahenkli bir ses tonuyla.

Arabamın önünden çekilip kendi arabasına ilerlediğinde, simit ve ayran kutusunu çöpe atıp öylece uzaklaştı. O gittiğinde, olduğum yere sabitlenmiştim. Arkasından uzun uzun baktım, farklı bir enerji bıraktığı bu alanda kendimi tuhaf hissediyordum.

Tren istasyonunda bütün duraklar acıya mı çıkıyordu?

Bu cümle tanıdık gelmişti.

Arabama geçtiğimde, defterlerimi, çantamı ve her şeyimi arka koltuğa attım. Deri siyah koltuğa sırtımı yasladığımda, ayaklarım fren ile gazı buldu. Gözlerim ise direkt yola çevriliydi. Telefonum tekrar çalınca, aramayı açıp arabayı çalıştırdım.

''Gece.'' Dedi Eylül.

Gözlerimi devirdim. ''Ne?''

''Seninle ilk ve son kez konuşacağım.'' Arkasından sesler geliyordu, kuş sesiydi.

Son kez mi?

Anayola girdiğimde, onu dinlemeye başladım. Muhtemelen birkaç afili cümle, birkaç yalan kokan sözler, birkaç anıdan bahsedip bahsini artık açmayacağı tarihin tozlu sayfalarına itecekti. Beni de öylece vicdani bir azapla şenlendirecekti Eylül Yalçın.

''Dinliyorum.'' İç çektim. ''Son kez ne söyleyeceksen söyle? Çok sıkıldım.''

Sıkılmıştım.

''Neredesin?'' Diye sordu.

Cehennemde.

''Naz'ın yanına gidiyorum, ne oldu?'' Ona öfkeliydim, sesini dahi duymak istemeyeceğim bir insan haline gelmişti.

''Buluşmamız gerekiyor.'' Dedi.

Onunla buluşmayacaktım, bana her an bir şeyler yapacağını düşündüğüm bir insana elbette güvenemezdim. Eylül Yalçın görüp görebileceğim en şeytansı insandı. Bana bir şey yapardı, hissediyordum.

''Telefona söyle, son kez ne söyleyeceksen.'' Dedim.

''Serter ile gerçek bir evlilik yapmadığını biliyorum, sen beni aptal yerine koysan da bunun farkındayım.'' Dedi.

Levhadaki ışıklar, kırmızıya geçince arabayı durdurdum. ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ayrıca onunla evliliğimiz neden sorun oluyor?''

''Serter o akşam yemeğe gelmeden bir hafta önce, hayatında birisi olup olmadığını sorduğumda keskin bir dille reddetmişti.'' Dedi.

''Sonuç?''

''Yalan söylüyorsun, yalan söylediğini biliyorum.'' Dediğinde, herkesi kendine benzetiyorsun dememek için zor tuttum kendimi. ''Serter ile yaşadığın evlilik gerçek değil, bize bir anda düşman olman da şüpheli. Derdin ne Gece? Ailenden neden böylesine bir nefret duyarak uzaklaştın ki?''

Aile?

Hani şu kardeşini katil olarak büyüten aile mi?

Dudaklarım o şeklini aldığında, hafif şaşkınlık belirdi gözlerimde. ''Beni baskı içinde büyüttünüz, adamakıllı dışarıya çıkamadım, evin önünde çocuklarla oyun bile oynayamadım. Omzum hafif açık kalınca, amcam bana...'' Sertleşti sesim. ''Bana vurmaya kalktı ve sen beni kapılar ardında izleyip hiçbir şey yapmadın.''

''Bak...''

''Bana vurmaya kalktı, sen neredeydin Eylül?'' Ona ismiyle seslendim, rol yapmanın lüzumu yoktu. ''Her gün, polise gitmekle beni tehdit ettiğinde neredeydin? Şimdi, ilk görüşte aşık olduğum bir adamla evlenince mi ortaya çıkıyorsun? Bunu sahte diye nitelendiriyorsun ama bir gün olsun, kız kardeşinin neden bir haftada evlilik kararı aldığını; sizin yaptığınız şiddetlerden olduğunu düşünmüyorsun.''

Elim direksiyondayken titredi. ''Gördüğüm ilk dala tutundum, senin sahte dediğin şeyler benim gerçeğim. Mutluyum, huzurluyum. Onunla iyi ki trende karşılaştık ve sayende karşıma çıktı yıllar sonra.''

''Özür dilerim.'' Dedi üzgün bir ses tonuyla.

İnanma inanma inanma, yalanlardan kendine sandal bir kadına inanma. Hey, sen 7 yaşındaki Gece değilsin, kimseye inanmayacağının farkındasın.

''Boşluktaydım, Serter'i gördüm tutundum.'' Zorlanıyordum konuşurken. ''Bizim evliliğimiz bir anda alınan bir karardı. Serter, İspanya'ya gideceği için benimle evlenerek beni oraya götürmeyi planladı, ben de ona uydum.''

''Lütfen böyle yapma, keşke böyle olmasaydı, keşke geçmişe gidip düzeltebilsem.''

''Ailemin mezarı bahçedeydi değil mi?'' Dik tuttum omzumu. ''Bana yalan söylediniz. Ailemin mezarını oraya mı gömdünüz? Birisi gidip sizi şikayet etmiş, belli ki şüphelenecek davranışlarda bulundunuz.''

''Hayır, ailemizin mezarı asla bizim bahçede olmadı.'' Hâlâ ailemiz diyordu yüzsüz.

''Ondan mı şikayet ettiler sizi?''

''Senin amcan şu an hapishanede ve sen bunu düşünüyorsun öyle mi? Gerçekten mi Gece?''

Naz'a gitmekten vazgeçmiştim. Tüm keyfimin içine etmişti. Her zamanki gibi. Alışmıştım artık, ne zaman bir şeyler yapsam arar ya da karşıma çıkar moralimi bozacak davranışlarda bulunurdu. Şimdi de aynısını yapıyordu.

''Umurumda değil.'' Omuz silktim.

''Gece.''

''Ben de özür falan dilersin sandım, sen yine o adamı koruyorsun; kaldı ki o adam bana vurmaya kalktı. Tebrik ederim.''

Telefonu üzerine kapattım. Üzülmedim, metanetimi korudum. Eylül Yalçın'ın yalanlarından, Ömer'in deliliğinden, arkadaşlarımın bazen üstüme gelmesinden sıkılmıştım. İnsanlar birine değer veriyorsa eğer sorgulamazdı. Beni şu hayatta sorgulamayan tek insan Serter Güçlü'ydü.

Bir kez olsun bile sesini yükseltmemişti.

Üşüdüğümde omzuma ceket bırakıyor, kahvemi kendi elleriyle alıyordu. Laf ağzında ayıcık sevdiğimi söyledikten birkaç gün sonra elinde kocaman ayıcıkla karşıma geçiyordu. Arabamı beğenmediği için bana araba alan Serter'in ismi huzurken diğer huzursuz insanlarla uğraşamazdım.

Eve geldiğimde defterleri arabamda bıraktım.

Kocam neredeydi?

Kapıyı çaldığımda açan olmamıştı. Anahtarı deneyerek içeriye girdiğimde, direkt adımlarımı mutfağa yönelttim.

Serter'e fırında karnabahar, brokoli soteli bir buğday makarnası ve mercimek çorbası yapacaktım.

Buzdolabın kapağını açtığımda, beni yine tüm sebzeler karşıladı. Serter Güçlü'nün her dakika sebzeyle besleniyor olması mutfağına yansıyordu. Kocama güzel bir yemek yapacaktım. Bayılacağını düşünüyordum. Gerçi ben bayılmayacaktım ama olsun.

''Gece Hanım?'' Aslı mutfağın kapısının önündeydi.

Karnabaharları suya tuttuğumda, şimdiden yorulduğumu hissediyordum. Bir de bayıl istiyorsan Feriha?

''Neden açmadın kapıyı?''

''Yukarıdaydım Efendim.'' Tabakları işaret etti. ''Yardım edebileceğim bir şey var mı?''

Sanki bu anı daha önce yaşamıştık.

''Hayır, teşekkür ederim.''

Yemekleri hazırladım. Karnabaharları yıkadıktan sonra baharatlayıp fırına attım. Buğday makarnasını brokolili sosun içine koydum. Mercimek çorbasına ise biber, patates ve biraz mercimek koydum. Biber kendi tarifimdi, uzun zamandır kullanıyordum.

Biberleri biraz büyük mü doğramıştım?

''Bugün yeni kıyafetleriniz geldi.'' Aslı dolaptan salata kasesini çıkarıp üzerine limon sıktı.

''Ne kıyafeti?'' Kesme tahtasının üzerine birkaç domates dilimi kestim.

Serter her şeye bayılacaktı.

''Serter Bey, sizin için kıyafetler sipariş etti. Ayrıca eski odanız tamamen giyinme odasına dönüştürülmek üzere dolaplar çıkarılıp yerine yeni beyaz dolaplar taktırıldı. Birkaç tadilat işlemi sonunda iki gün içinde giyinme odanız hazır olacak.''

Serter...Düşünceliydi.

Yüzümde gülücükler açıldı. ''Neden zahmet etti ki?''

Sanırım eşofmanlarını çalmamı istemiyordu.

Buzdolabından çıkarmış olduğum süzme yoğurdun içine biraz karabiber ve nane döktüm. İçini karıştırdığımda, patates soyacağıyla hazırladığım havuçları içine koydum. Bu bir çeşit mezeydi, Serter severdi.

''Sizi düşünüyor.'' Dedi Aslı.

Beni düşünüyordu, beni hissediyordu, varlığımı ciddiyete alıyordu. Bu ne büyük lütuftu benim ağlayan, sızlayan köprünün üzerinde atlayan ruhum için?

''Evet.'' Dedim.

''Onu ilk kez böyle görüyorum.'' Aslı sırtını dolabın kapağına yasladığında, gözleri beni bulmuştu. ''Yıllardır tanıyorum, İspanya'da Serter Bey'in asistanlığını bile yapmıştım bir dönem ve onu ilk kez bir kadınla görüyorum.''

Berrak?

Belli ki Berrak ile gerçekten de doğru dürüst yan yana gelmemişlerdi. Serter'in dürüst olduğunu bir kez daha anlamıştım. Mutluydum çünkü yalanlardan nefret ederdim. Bana yalan söylemiyordu. Bu iyi bir şeydi.

''Serter genelde nelerden hoşlanır? Yani kendisiyle ilgili pek bir şey anlatmıyor.'' Tuzu alıp mezenin içine döktüm. Biraz fazla dökmüştüm.

''Kitap okumayı çok seviyor.'' Kitap okumayı sevdiğini biliyordum. Kitaplığında kocaman bir Anna Karenina kitabını görmüştüm. ''Sanata düşkündür, özellikle gotik sanata bayılır, düzenli gezdiği müzeler vardır. Hatta bir keresinde, sırf görmek istediği birkaç eser için, Romanya'ya gitmişti.''

Serter yapardı.

''Başka, peki?''

''Basketbolu sever.'' Dedi.

Bunu biliyordum. Gayet güzel oynamıştık, tabii ki eğer yanlış potaya topu tutturmasaydım...

Güldüm. ''Sever.'' İmalıydı ses tonum. ''Hiç evlenmeyi düşündü mü peki? Yani, onu uzun süredir tanıyorsun.''

Aslı kafasını yana salladı. ''Hayır düşünmedi, Serter Bey'de biraz bağlanma korkusu var. Sanırım ona göre insanlar günün sonunda mutsuz olur. Sizi tanıdıktan sonra bu düşüncesinin tamamen değiştiğini düşünüyorum.''

Değişmemişti ki...

Tüm yemekleri hazırladığımda, dış kapının açılma sesiyle Aslı'nın mutfaktan uzaklaşmasını izledim. Üzerim yemek kokuyordu. Serter'e yakalanmadan merdivenlerden yukarıya koşarak çıktım. Serter'in karşısına yemek kokusuyla çıkmayı düşünmüyordum. Giyinme odası yerine, Serter'in odasına geçtim. Hemen üzerime bir tişört geçirmek istedim.

Pantolonumun üzerine ancak tişört giyebilirdim.

Dolabın kapağını açıp Serter'in tişörtlerini aramaya çalıştım. Bulduğum ilk simsiyah tişörtü giydim. Evet evet başka çarem yoktu, mecburiyetten ötürü Serter'in kıyafetlerini çalmaya devam edecektim.

Dolabın üzerinde bulunan pembe parfümümü boynuma sıktım. Neden boynuma sıkıyordum? Sapık mıydım?

Aynaya baktım. Olmuştum, siyah yakışmıştı. Serter'in giydiği her renk tenimde tamamlanıyordu.

Aşağıya tekrar indiğimde, onu Pusat ile salonda otururken gördüm. Romantik baş başa yemek yiyeceğimiz bir saatte Pusat'ın gelmesi kötü olmuştu. Serter ile yalnız kalmak istiyordum. Onun sohbeti güzeldi, onunla konuşmak bana iyi geliyordu.

Serter ciddiyet barındıran bir yüz ifadesiyle sert gözlerini elindeki bilgisayara doğrulttu. Yorgun görünüyordu, enerjisinin düşük olduğunu anlamıştım. Elini kaldırdı, saatine baktı; ardından tekrar bilgisayarına odaklandı.

''Leş gibi içki kokuyorsun.'' Diye mırıldandı Serter.

Pusat eliyle sakalını sıvazladı. ''Sen neden bugün aksisin? Bir bulaşma bana.''

''Pusat.'' Serter'in sesi sertleşti. ''Beni sinirlendirme.''

Onların konuşmasını bölmemek için görünmeden uzaklaşmaya çalıştım. Bahçeye çıkmak istedim. Serter'in kötü bir anına denk gelmek istemiyordum, hem iyi görünmüyordu; kafasını da şişirebilirdim.

Bahçeye açılan kapıdan giriş yaptığımda, burada tam olarak ne yapacaktım bilmiyordum. Bir sandalye çektim, bacaklarımı uzatıp yayıla yayıla oturdum. Telefonuma odaklandığımda, Barış'ın attığı mesajları gördüm.

Naz, Barış ve ben...

18.32 Barış: Birlikte kayaktayız, özledim. :)

Ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Çabasını takdir ediyordum fakat bu aralar öylesine yorgun değildim, bu fotoğraf bile bedeni mutlu edememişti.

Avukat Esra Hanımdan da bir mesaj vardı. Onu sonra okumayı düşünüyordum. Bankadaki paralarımı aktarmak için bana yazmıştı, bunu biliyordum.

''Gece.''

Arkama döndüğümde, Serter'in bahçeye çıkan kapının girişinde ayakta dikildiğini gördüm. Elimde bulunan telefonu beyaz masanın üzerine bırakıp ayağa kalktım. Kravatı genişlemiş, gömleği kırışmış bir şekilde kolumdan tuttuğunda, yüzüne usulca baktım.

Bu yüzde farklı şeyler vardı.

Alevler teslim oluyordu. Endişeli suratını hissediyorken bir de alevli gözleriyle baş başa kalmanın hüznü içindeydim.

''Neden tek başına buradasın? Geldiğimi duymadın mı?'' Diye sordu gözlerimin içine derin gözleriyle bakarken.

Kuru dudaklarımı ıslattım ve kolumda bulunan yumuşak ellerinin tenime vermiş olduğu elektriklenmeye odaklandım.

''Gördüm ama Pusat ile konuşuyordun. Sizi rahatsız etmek istemedim.'' Sesim kuru çıkmıştı.

Kolumda bulunan elini geri çekip, aşağıya tam olarak bel çukuruma yerleştirdi. ''Saçmalama lütfen, beni rahatsız etmezsin sen.'' Belimi sıkarak kapıyı tamamen açıp benimle birlikte salona doğru yürüdük.

''Sinirli görünüyordun.'' Serter'den çekiniyordum, sanırım.

Nefesini dışarıya verdiğinde, yemek kokularını duymaya başlamıştım. ''Sinirli değildim, gergindim biraz. İşimle alakalı, bize yansıtmam merak etme.'' Mutfağa girdiğinde, yemek masasını görünce çatık kaşları yumuşadı. ''Çok güzel gözüküyor, Aslı mı yaptı?''

İki elimi arkaya alıp birleştirdim ve bir ayağımı öne uzattım. ''Ben yaptım.'' Gülümsedim, ona güzel bir gülümseme sunmuştum.

Tek kaşı havaya kalktı. ''Ciddi misin?''

''Evet.''

''Mercimek çorbasını hiç sevmem ama sen yaptın diye içerim.'' Göz kırptı. ''Benim güzel karım, yemek yapmış tabii ki yerim.''

''Makarna da var.'' Karşısında çocuk gibi görünüyordum. İki elimi arkaya almış, sırıtıyordum.

''Ders nasıldı?'' Benim hemen çaprazımda bulunan sandalyeyi çekip, sandalyeyi işaret etti konuyu değiştirirken. ''Çalıştın değil mi?''

Serter'in bazı durumlarda babalar gibi konuşuyor olması...

Sandalyeme oturduğumda, servisi Serter yapmaya başladı. Önce mercimek çorbasını doldurdu, sonra güzel bir makarna tabağı hazırladı. Serter'in sürekli olarak düşünceli davranıyor olması hoşuma gidiyordu.

''Evet.'' Dediğimde, ellerini yıkayışını izledim.

Karşıma değil, yanıma oturdu. ''Bugün, okul takvimini takip ettim. Üçüncü sınıfta hangi kitapları alacağını araştırdım. Bir saat önce, şoföre aldırttım. Akşama doğru kitapların sana teslim olur. Gerçi aralarında belki eksiklikler olabilir, dediğim gibi çok vakıf değilim.''

''Sen...''

Kaşığı çorbaya çaldırdığında, düşünceliydi. ''O evdeki hiçbir eşyanı alamıyorsun, farkındayım. Özür bile dilemem gerekiyordu, kendim ilgilenmeliydim, unuttum yalnızca.''

Serter gerçek miydi?

Bu kadar iyi olması, evrene zarardı.

''Öyle düşünme, gayet her şeyime yetişmeye çalışıyorsun. Benim yanımdasın, bana bir şeyler alıyorsun, bunlar çok güzel.'' Suyu dudaklarıma götürdüğümde, yorgun ellerim titremeye başladı, heyecandan mı titriyordu ellerim artık? ''Ben de sana bir şey almak istiyorum, sen sürekli alıyorsun ve kendimi mahcup hissediyorum.''

Öyle bir baktı ki aklım durdu. Garip garip baktı, kaşlarını çattı. ''Biz evliyiz, bırak da seni düşüneyim.''

''Biliyorum ama mahcup oluyorum. Teşekkür ederim, zaten kabul edeceğim kitapları fakat mahcubum.''

''Kocanım?'' Sorguluyordu.

''Evet kocamsın.''

''Kocan sana bir şey alamayacak mı?'' Ekmeğin kenarlarını kesip içini ağzına attı. ''Ben, sana bir şeyleri almayı seviyorum. Hoşuma gidiyor, yüzünün güldüğünü gördüğümde.''

Saçlarımı düzelttim, tişörtümün ucuna ekmek dökülmemesi için bedenimi tamamen masaya yasladım.

Bir şey de dikkatimi çekmişti. Serter Güçlü ekmek yiyordu, normalde yemezdi. Onu bozmuştum galiba, eskiden böyle değildi.

''Ne yaptın başka?'' Diye sordu.

''Okulda bir çocuk gördüm.'' Zarf atıyordum. ''Kafeteryada tüm gün onu kestim?''

İnanmamıştı.

''Kaç yaşındaydı?''

Bunu daha önce de yaşamıştık, Serter'in bitmek bilmeyen yaş takıntısı yüzünden bu durumdaydık. Ona yirmi dokuzun yaşlı bir yaş olmadığını daha kaç defa söyleyecektim. Elime bir pankart assam veyahut ateşi bulsam yine de bana inanmazdı.

Güldüm. ''Yaşını bilmiyorum ama gençti, yanıma yakışıyor bence.''

Boğazını temizledi. ''Gözleri ne renkti?''

''Siyah.'' Dilimi ısırdım.

Gergin bir şekilde gülümsedi. ''Siyah, mavi kadar güzel değildir. Benim gözlerim, gözlerine yakışıyor.'' Şaka yoluyla söylemiş olsa da kendine olan güveni beni sevindirmişti.

Serter ilişkide acaba çok mu kıskanç olurdu? Kıskanç olacağını düşünmüyordum. Fazlasıyla özgüveni yüksek bir adam olduğundan ötürü kadınları kısıtlamazdı. Tam aksine, kadınına güvenirdi. Daha önce, dekolteli elbiseler giymemi söyleyen de oydu. Oysa ben asla ve asla Serter'in kaslarını sergilemesine müsaade etmezdim.

''Çocuğun numarasını aldım.'' İşi kızdıracaktım.

Kaşığı sıkan parmaklarına çevrilen gözlerim binbir duyguyla karşılaştı. Kaşığı sıkıyorken gergin durmamaya özen göstermişti ama çaba sarf etmesine rağmen gergindi. Kaşığı dudaklarına götürdü, çorbasından bir yudum aldı ve bana bakmamaya çalışarak ekmeğe uzandı.

Tüm hıncını ekmekten alıyormuşçasına ekmeği sert sert çiğnedi.

''Numarasını neden aldın? Tanışmak mı istiyorsun.'' Kaşığı yine aynı sertlikte kaseye bıraktı.

''Evet, seninle boşandıktan sonra onunla sevgili olurum belki.'' Rol yapmak oldukça zordu, gülmemek için zor tutuyordum kendimi.

''Sadık kavramına ne oldu?'' Keskindi mavilikleri yan dönerken. ''Yuttun mu?''

''Boşandıktan sonra demiştim.'' Serter beni ciddiye alıyordu, rol yapmadığımı düşünüyordu.

Bir elini masaya bırakıp yüzüme eğildiğinde, tümden beni mahvedecek kokusu burnumun deliklerine doldu.

''Boşanacağımızı kim söyledi?'' Boşanmayı istemiyordu, Serter boşanmaktan vaz mı geçmişti? Beklerdim.

''Boşanmayacak mıyız?'' Derin derin yutkundum.

Adem elması belirdi. ''Boşanmayacağız, istemiyorum boşanmak falan.'' Çorbası soğumuştu, kaseyi öne itti. ''Ben yaşlandım artık, çocuk yapıp çocuklarımın bana bakması lazım. Çocuk içinde bir anneye ihtiyacım var.''

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. ''Ben kafeteryadaki çocuk konusunu şaka yapmıştım, sen ciddi misin peki?''

Peçeteyi alıp kenarlarını kıvırdı. Peçeteyi dudaklarına götürdü, ağzının kenarını sildi ve kafasını yavaşça salladı. ''Ciddiyim.''

''Pusat nerede?'' Konuyu değiştiren yine ben olmuştum.

Ruh halimin değişkenliği, Ömer amcamın değişkenliğiyle yarışırdı.

''Evine gitti.'' Dedi.

''Biz niye boşanmıyoruz?''

''Bilmem.'' Dedi.

''Of.'' Dedim.

''Kocaya of denmez.'' Güldü.

Boğazımı temizledim. ''En sevdiğin şarkı?'' Konu halihazırda çorbaya dönmüşken tüm merak ettiklerimi elli dokuz saniyeye sığdırabilirdim.

''Ajdar, Muz.'' Diye cevap verdi.

Gözlerimi devirdim. ''Dalga geçme.'' Güzel bir soru bulmaya çalıştım, bu fırsatı değerlendirmeliydim. ''Boşanmak istemiyor musun? Sebebi vardır muhakkak, bana sebep söyle, lütfen.''

''Yaşlıyım.'' Dedi.

''Yani?''

''Dediğim gibi çocuklarımın bana bakması lazım.'' Saçmalıyordu.

''Niye boşanmıyoruz?'' Bu konu asırlarca uzayacak gibiydi. ''Benden boşanmak neden istemiyorsun? İspanya'ya gideceksin, sonra ben burada dul mu kalacağım?''

Peçeteyle, ellerini temizledi bu sefer. Adamın her dakika elini, yüzünü temizliyor olması takdire sebep olacak bir hareketti.

''Benimle gelirsin oraya, boşanmak denilen kavram da ortadan kalkar tamamen.'' İşaret parmağını kaldırdı, işaret parmağı yanağımı buldu. Yanağımda bulunan parmağı çene kemiğimi teğet geçerek elmacık kemiğimde durdu. ''Gece.''

''Efendim.''

''Benimle İspanya'ya gel. Bu iş bittikten sonra, orada yanımda kal.'' Dedi.

''Biliyor musun ben de Ajdar çikita muzu çok seviyorum. Hatta orada, grup yapalım yapalım diyor ya...'' Dilimi ikinci kez ısırdım. Konuyu yüz kez değiştirmek için gösterdiğim çabayı saçmalamamak için gösterseydim muhtemelen böyle hareketlerde bulunmayacaktım. ''Neyse.''

''Grup?'' Güldü.

''Şarkı da diyor ya grup yapalım, onu kast etmiştim.''

''Ben paylaşımcı değilim.'' Dedi.

Konuşma nereye gidiyordu? Birazdan siyaset yapacağız diye çok korkuyordum. ''Serter, özür dilerim. Konuyu kapatalım olur mu? Çorba bana iyi gelmedi sanırım.''

''Çorbanın içinde, kocaman biber var. İyi gelmemesi normal.'' Yemeğimin kötü olduğunu vurguluyordu.

Öyle mi?

''Beğenmedin mi?''

''Gayet güzel.'' Nihayet konu kapanmıştı fakat asıl kavga şimdi başlıyordu. Kimse benim yemeğime kötü diyemezdi, bu kocam da olsa.

''İspanya'ya gelmiyorum. Benim çorbamda ne var ki? Yazıklar olsun.'' Ayağa kalktım, elimi belime koydum. ''Ben odama gidiyorum, sakın yanıma gelme.'' Ruh halim müthiş derecede değişiyordu.

Kırmızı balık gölde şarkısını söyleyip kulaklarımı kanatan canım amcam Ömer bu halimi görseydi, muhtemelen ona laf attığım için özür dilettirirdi bana.

''Tamam gelmem.'' Umursamaz bir tavır takınarak su bardağını işaret etti. ''Bana suyu verir misin, karıcığım?''

''Eski karın.'' Sandalyeyi ittim. ''Gıcık.'' Omzuna da omuzumu atıp geçtiğim sırada; ''Çocuk.'' Diyerek fısıldadığını duydum.

Kahkaha da atması cabasıydı.

Odama geçtiğimde tek düşündüğüm şey kavga bahanesiyle, İspanya konusunu kapatmış olmamdı. Onunla İspanya'ya gider miydim? Bunu düşünmek için erkendi. Biraz zaman lazımdı. Benim burada halletmem gereken bir cinayet meselesi vardı fakat bu gitmeyeceğim anlamına da gelmiyordu.

Serter üstü kapalı bir şekilde, evliliği gerçek bir evliliğe geçmesi gerektiğinin imasını yapmıştı. Gerçek bir evlilik istiyordu. Hâlâ aramızda net geçen bir durum yoktu. Öpüşüyorduk, bana iyi davranıyor, tıpkı kocaların davrandığı gibi bana davranıyordu ama bu evlilikte eksik olan taraflar vardı.

Engeller...Geçmişim, travmalarım.

Kapıya vurulan el ile, yatağın üzerine girip uzandım. Uyumuş numarası yapacaktım. Galiba, Serter Güçlü'ye naz yapmak hoşuma gidiyordu. Beni hiç kimse bu kadar alttan almamıştı. Regl olduğumdan ötürü de duygularım gelgitliydi ve bu fazlasıyla ona yansıyordu.

''Uyumadığını biliyorum.'' Nevresime dokunan parmakları, kolumun açıkta kalan kısmına dokundu. ''Alındın mı?''

''Hayır.''

''Gel bakayım.'' Oturur bir vaziyette yanıma geçti, ardından belimden yakalayıp beni kucağına doğru çekti. Tek hareketle yapabilmişti. ''Yemeğin güzeldi, alınmana gerek yoktu. Beni düşünüp yemek yapman şık bir hareket.''

''Uyuyacağım.''

''Bu saatte mi?'' Belimi okşamaya başladı. ''Uyumayacağının farkındaydım, beni kandırmaya çalışma.'' Yüzüme usulca bakarken, parmakları çenemin altındaydı. ''Geçen sefer de böyle tripler attın, kötü hissetmeme sebep oldun, yemem artık.''

''Aşk olsun, Serter.''

Çenemin alt tarafına dokunan parmakların yaratmış olduğu hisse odaklandım. ''Böyle hep trip atarsan biz sürekli tartışacağız, trip atma bana.''

''Rahat bırak beni.'' Şakayla karışık söylemiştim.

''Bırakmayacağım...Ayrıca yemeğe bayıldım, gayet güzel bir yemekti. Ben, sadece karımla uğraşmayı seviyorum. Onunla eğlenmek hoşuma gidiyor.'' Serter'in cebindeki telefon sesi ortamın en derin yerinde yine yankı oluşturmuştu.

Parmaklarını çenemin altından çekip telefona baktı mavilikleriyle. Ekranda kocaman bir Berrak yazısı vardı.

Berrak arıyordu.

''Yine neden arıyor?'' Bu kadından sıkılmıştım.

Yatağın üzerinden kalkıp telefonunu sessize aldı ve telefonu tekrar eski yerine bıraktı. Gözlerimiz buluştuğunda, Serter Güçlü arayan kişiyi umursamamıştı bile. Berrak'ın aynı saatlerde aramasının tek bir sebebi vardı: Bizim huzurumuzu bozmak.

Saçlarımı düzelttiğimde, tişörtümün ucunu aşağıya çekiştirdim. ''Konuşacak mısın onunla?''

''Hayır.'' Netti.

''Seni hep arayacak, her zaman konuşmaya çalışacak.'' Bıkmıştım.

Gerçek anlamda, Berrak'tan bıkmıştım. İnsanları rahatsız etmeyi seviyordu. O yüzden ilk gördüğüm andan itibaren Berrak'tan hoşlanmamıştım çünkü itici birçok tarafı vardı. Ne yapmaya çalıştığını çözemiyordum. Tek bir hedefi mevcuttu; insanları rahatsız etmek, onların aile huzurunu bozmak.

''Umurumda değil.'' Aynanın karşısına geçti, saçlarını düzeltmeye başladı. Serter'in her konuda bakımlı olması güzel bir şeydi.

''Serter.''

''Gece, lütfen bir de bunun için tartışmayalım. Berrak konusunda için rahat olsun artık, sen rahatsız olduğunu dile getirdin ben de ondan uzaklaştım. Evliyim, evliliğimin devamı ve huzuru her şeyden daha önemli.''

Evliliğimin huzuru...Bu cümle, beni mutlu ediyordu.

Bir şey söylemedim, odadan çıkışını izledim yalnızca.

🫁

Eğer satırlara konu olsaydı yaşam, çokça roman devrilirdi raflarda. Satırlara konu olan yaşamda küçük bir heyecanlanma kırıntısı yazılsaydı, yine aynı şekilde boş raflar kalmazdı kitaplıkta.

Düşünüyordum.

Odamda düşünüyordum. Bir şeyler çiziyordum, yazıyordum, güzel kelimeler buluyor, onları seçiyordum. Yine, Serter için birkaç hayat noktasında artmaya devam eden kelimeleri yazıyordum defterime. Defterimin yaprakları, Serter ile tanıştığımdan beri azalmıştı. Neredeyse her akşam ona bir şey yazıyordum.

Oysa eskiden bu defterde yazılar; kan barındırırdı.

Defteri tamamen kapattığımda, Naz'ı izlemeye başladım. Bir saat önce beni görüntülü aramıştı, görüntülü de konuşurken tırnaklarını boyuyordu, ben ise işimi hallediyordum. Yani deftere bir şeyler yazıyordum.

''Nehir ile Atakan sence ne zaman ayrılır.'' Naz'ın dedikodu saatleriydi.

''Bilmem, ayrılırlar herhalde.'' Dedim cevap verirken.

Naz kırmızı renkte bir oje sürüyordu. ''Şiddet uyguladığını düşünüyorum, henüz kanıtlayamadım kesin şiddet uyguluyor.''

''Nehir ile konuşsak olmaz mı?'' Diye sordum.

Derin bir nefes aldı. ''Hayır, ben birkaç bir şey ima ettiğim için hemen bana çemkirdi. O kız anlatmaz, unutma erkek baskınlığı altında kalan kadın, kolay kolay kendini açamaz.''

Odamdan çıkıp ayakkabımın bağcığını bağlamaya çalıştığımda; ''Lanet erkekler.'' Diye fısıldadım telefona doğru.

''Hepsi gebersin, nefret ediyorum.'' Belli ki Naz, arap şeyhinden ayrılmıştı.

Serter'in çalışma odasının kapısının aralık olduğunu fark etmiştim. Bir ışık süzülüyordu. Kağıt sesleri geliyordu. Saatlerdir onu görmüyordum. Muhtemelen tüm enerjisini işine vermişti. Yavaşça odasının önüne geldiğimde, küçük kısımdan ona baktım. Kağıtlara bir şeyler yazıyor ve o kağıtları katlıyordu.

Onu rahatsız etmemek için ters istikamete yönelttiğim adımlarımla birlikte dışarıya çıkmaya karar verdim.

Yağmur yağıyordu.

Köpeğim Çam ise içeriden dışarıyı izliyordu.

''Uyu Çam.'' Diye bağırdım.

Çam oralı olmadan izlemeye devam etti.

''Bu erkeklerin bir tek penisi var, beyinler yok. Akılları fikirleri baskı kurmak.'' Naz öfkeliydi.

''Haklısın.'' Ön kapıdan çıktığımda, korumaların hemen halihazırda dikilmesi beni bir miktar tedirgin etmişti. Bunca korumaların içinde yaşamak, hâlâ alışamayacağım türden bir olaydı. ''Çok haklısın, Naz.''

''Gebersin erkekler.'' Dedi.

''Evet, öyle olsun.''

Serter'in villasına yakın bir sahil kenarı vardı. Sahil kenarının yanında bulunan kayalıklardan aşağıya inince denizi görebiliyorduk. Arabayla o taraflardan geçtiğimizde, yapmak istediğim en çok şeyi yaparak gece denize girmek istiyordum.

Denize girebilirdim.

Naz'ın üstüne telefonu kapattım. Neyse ki alışkındı.

''Gece Hanım.'' Dedi Aslı.

Korumalardan biriyle birlikte çay yudumluyordu.

Yağmurdan ıslanmama rağmen, ürkmedim. ''Dışarı çıkacağım da arabaya ihtiyacım yok, Serter beni sorarsa haber verirsiniz tamam mı ona?''

''Buna izin veremem, yani bu saatte olmaz.'' Dedi Aslı.

Aslı'nın her olayda karşıma çıkması, sinirlendirmişti beni. Yemek yapıyor, evi temizliyor, Serter'in özel korumalığını yapıyor, aynı zamanda benimle ilgileniyordu. Evde kaç tane Aslı vardı? En önemlisi, bu kadın nasıl yetişiyordu?

''Ben kendi hür irademle çıkıyorum, kimseden izin almam.'' Sıkılmıştım.

''Gece Hanım.'' Aslı telefonunu eline alıp parmaklarıyla klavyeye bir şeyler yazdı ve ufak minik gözlerini bana doğrulttu. ''Serter Bey'e haber verdim, o sizinle ilgilenecek. Üzgünüm, ben ondan emir alıyorum.''

''Pardon?''

Serter'i beklemeye başladım. Beş dakika geçmeden dış kapının sesiyle arkama döndüğümde, şemsiye tutan korumalar eşliğinde yanıma geldi. Islak omuzlarıma elimi götürüp omuzlarımı ovduğum sırada, Serter karşıma geçmişti bile.

''Nereye?'' Diye sordu.

''Denize gireceğim.'' Dedim.

'''Ne?'' Şaşkındı.

''Denize girmek istiyorum da...'' Süt dökmüş kediye dönmüştüm çünkü Büyükelçi'yi gördüğüm andan itibaren bana bir şeyler oluyordu.

Serter elini belime atıp beni kendine doğru çektiğinde, dudaklarını kulağıma yaklaştırmıştı. ''Güzel karım, sen delirdin mi?''

''Hayır.'' Dedim.

''Tamam git bakalım ama ben de geliyorum.'' Ceketini çıkardı, omuzlarımın üzerine bıraktı. Şemsiyeyi korumadan aldığında, elleri ellerimi bulmuştu bile. ''Birlikte gideceğiz, ne istiyorsan yapalım.''

''Kızacağını düşünmüştüm.'' Dudaklarımı öne büzdüm.

Yaya yürünen yolun olduğu kısma adımlarımızı attığımızda, tek düşündüğüm şey; Serter ile ilgili olan tek bir kötü düşüncemin zihnimde barındırılmamasıydı. Serter o kadar iyi bir adamdı ki beni koşulsuz şartsız her zaman mutlu edebiliyordu.

''Niye kızayım? Deli bir ruhun olduğunun farkındayım, ayak uydurmak görevi de bana düşüyor.'' Dedi iç çekerken.

Yine o mahcubiyet duygusu omuzlarıma bindi. Mahcup hissediyordum. Denizleri dalgalandıran koyu gözlerle birleşen ve biraz yağmurun ıslattığı insanların bulunduğu dünyada kendimi mahcup hissediyordum. Her zaman yirmi üç yaşımdan nefret ederdim, şimdi yirmi üçüncü yaşımda, Serter'i hissediyordum.

Serter.

Serter Güçlü'nün beni mahcubiyete sürüklediği tavırları bile güzeldi.

''Gerçekten kızarsın sandım.'' Dedim.

''Kızmadım.'' Beni bir anda kucağına aldı, evet evet Serter Güçlü beni bir anda kucağına aldı.

Önce elleri bacaklarımı buldu, tuttuğu elimi bırakarak bacaklarımı havaya kaldırdı ve beni göğsüne yasladı. Onun kucağına bulunduğum için şaşkınlık yaşarken ıslak saçlarımı bile umursayamayacak duruma gelmiştim.

Yağmur güzeldi, yağmur güzeldi fakat onunla birlikte yağmurda ıslanmak bambaşka bir güzellikte yatan inci tanesi gibi saf, temizdi.

''Ne yapıyorsun?'' Diye sorduğumda ceket omzumdan düştü.

''Denize giriyoruz.'' Kahkaha attı. ''Madem delirdik, beraber delirelim.''

Beni tamamen bıraktığında, gömleğini çıkarışını izledim. Islak gömleği yerle bütünleşti. Ben de yalnızca spor ayakkabılarımı çıkarmıştım. Karanlıktı etraf, karanlığın altında soyunuyorduk.

''Hiç çıplak yüzdün mü?'' Diye sordu.

''Hayır.'' Dedim.

''Çıplak yüzelim mi?'' Serter'in aniden gelişen...Neyse susuyorum.

Her yer karanlık olduğu için insanları göremiyorduk, tabii varlarsa eğer ama bu yerin şöyle bir özelliği vardı. Kayalıkların etrafında çokça yosun olduğu için insanlar burayı yüzme alanı olarak kullanmıyordu. Üstelik, kışa doğru gidiyorduk; hava soğuktu. Bu saatte kimse dışarıda bile yoktu.

''Bana bakma.'' Dedim.

''Neden?'' Diye sordu.

''Bakma işte utanıyorum.'' Yanaklarımın kızardığına emindim.

''Alt tarafı çıplak yüzeceğiz.'' Göz kırptı.

Tişörtümün ucunu çekiştirdim. İlk kez cesaret adındaki duyguyla taçlandırıldım. Arkama dönerek pantolonumun düğmesini açtım. Pantolonu üzerimden çıkardığımda, Serter'in de kıyafetlerini çıkardığını hissediyordum.

''Yılan var mıdır burada?'' Diye sordum.

İkinci kez kahkaha attı. ''Yılan mı?''

''Eylül'ü kast ediyorum.'' Ayaklarımı suya daldırdığımda, iç çamaşırımı ve sutyenimi çıkarmamıştım. ''Sakın laf yapma, ilk esprim evet.''

''Çok tatlısın.'' Arkamdan geldiğini hissediyordum. ''Çok tatlısın.'' Elleri arkamdan beni yakaladı, belimi sardığında, onun da tamamen çıplak kalmadığını anlamıştım. ''Su buz gibi, hava soğuk, halletmem gereken bir işim var ama burada seninle olmak...''

Burada benimle olmak? Benimle olduğu için mutluydu.

Yüzümü yüzüne çevirdiğimde, aramızdaki mesafe azaldı. ''Suya tamamen girelim.'' Dedim.

''Deli.'' Dudaklarını burnumun ucuna bastırdı. ''Sen delisin.''

''Serter.'' Yağmur damlaları yine ve yine burnuma geldi. ''Eylül beni aradı, Gürsel hapishanede diye bir ton şey söyledi. Evliliğimizin sahte olduğunu vurguladı ama her şeye rağmen, kapımda beni bekleyen tüm kötülüklere rağmen burada seninle çok mutluyum.''

''Herkes hak ettiğini yaşayacak.'' Dedi.

''Evet.'' Omzum düştü.

Belimi sıkarken mavilikleri tüm yüzümü inceledi. ''Günün sonunda çok mutlu olacaksın, bana güven. Her zaman, her koşulda yanında olacağım.''

''Sonuna kadar mı?'' Diye sordum.

''Sonuna kadar.'' Yüzü yumuşadı. ''Hatta.''

Sözünü kestim. ''Hatta?''

''Bugün söylediklerimde ciddiydim, eğer istersen hiç boşanmayız. Aynı şekilde bu evliliği devam ettiririz.'' Dedi.

Sanırım ölüyordum. Ölüyordum çünkü sözlerinin yaratmış olduğu o duygular zihnimin her yerinde dolaşıyordu. Ne diyordu Emre Nalbantoğlu: Gökyüzünün karasında, yıldızların arasında süzülüyorum. Yoldaş oldum duyanlara, şiir oldum duvarlara yazılıyorum.

Şiir olmuştum.

''Ben de boşanmak istemiyorum.'' İlk kez net olmuştum.

Hayat kısaydı. İşte şimdi tüm duyguların dışa vurulması gereken zamandaydık. Duygular dışa vurulacaktı. Kelimeler serbest kalacak, şiirler için özel parçalar hazırlanacaktı. Aşk bir şeyleri esirgemeyecek, gökyüzü öylesine insanların elini tutmayacaktı. Çiçekler yavaş yavaş koklanmayacak, güller kırık dallarda yetiştirilmeyecekti.

Şiir olacaktı herkes, şiir olacaktı duygular ve evlilikler.

''Boşanmayalım.'' Dedi.

Boşanmayalım demişti, bu dört dizelik bir şiire bedeldi. Serter'in bana özel şiir yazmasına da gerek yoktu, tek bir kelimeyle tüm duygularımı uyandırabiliyordu.

''Boşanmayalım.'' Dedim.

Ağaran saçlar geride kalmıştı, noksanlık bitiyordu. Ruha acı çektiren tozlu sayfalar bazı kitapların yanına kaldırılmıştı. İyileşiyordum, sanırım iyileşiyordum.

''Tüm sorunlar ortadan kalktığında, Eylül ve Gürsel'in suçunu kanıtladıktan sonra evliliğimizi bir daha gözen geçirelim çünkü şu an yanlış yapmak istemiyorum. Önce kötülüklerden kurtulmak istiyorum, sonra bazı koklanmamış rüzgârla teslim olacağım.'' Dedim.

Denizi unutmuştuk. İki insan denizin ortasında, o soğuk suyu duymayacak kadar neye odaklıydı böyle?

''Bana en sevdiğin şarkıyı söyle.'' Dedim.

''Hayır.''

''Neden?'' Diye sordum.

''Bilmem.'' Kaçak cevaplar veriyordu.

Umursamamaya çalıştım. Geri çekilip denizin ortasına daldım. Balıklama atladığımda, su kulağıma çarpmıştı. ''Çok soğuk.'' Burun ucum hepten kırmızı olmuştu. ''Su çok soğuk. Az önce hissedememiştim bile.'' Hissetmemem normal değil miydi? Serter Güçlü'ye odaklandığım için elbette.

''Delisin sen.'' O da suya atladı. ''Hasta olacağız karım.''

Beni bağışlayın ailem. Biliyorum ki mutlu olmak benim de hakkım fakat bu son birkaç haftadır mutluluktan ötürü tüm acılarımı arkama almıştım. Beni bağışlayın ailem; kendimi hatırlatan bir adama odaklandığım için. Beni bağışlayın eğer eksik yanımı gizleyemiyorsam.

Beni bağışla Anne.

Artık şiirlere değil, eşime tutunuyorum. Beni bağışla Baba; onları yakalayamıyorum. Onların yaptıklarını ortaya çıkaramıyorum. Gündüze teslim olmamak için direndiğim bu savaşta size huzur veremediğim için bağışlayın.

''Yılan var hissediyorum.'' Korkuyordum denizin altında.

Geceden kalma bir ay gökyüzünde bize bakıyordu.

''Saçmalama.'' Güldü.

''Kıyılarda yüzelim.'' Suya girdim, saçlarım ıslandı. ''Yağmur, ıslak bir deniz, ay zaten kaçmış gitmiş gökyüzüne, aydınlık değil ama yürekler karanlıktan yoksun.'' Gözlerine baktım, yüzüyordu. ''Bozuk düzenlerin nelik sancılarına rağmen burada neşe saçıyoruz, Serter Güçlü Beyefendi.''

''Beyefendi?''

''İstanbul Beyefendisi.'' Dedim.

Bana yüzerek doğru geldi. Kıymetsiz şiirlerin en acı dolu gülümsemesinde kalan sanrılara rağmen bile nefes almaya çalışmaktı ona tutunmak. Ona tutunmak beni biraz sarsardı fakat bilirdim ki insan yaşıyorken özgürdü. Özgürdüm, onunla özgürdüm.

''Beni, İstanbul Beyefendisi olarak mı görüyorsun?'' Kolumdan tuttu. ''Sen de o zaman İstanbul Hanımefendisi oluyorsun değil mi?''

''Ben, hanımın oluyorum.''

İç çekti, beni göğsüne doğru çekti. ''Çok tatlısın.''

Güldüm güldük.

O akşam saatlerce yüzdük, güldük, eğlendik ve günün sonunda göğsünde uyuyakaldım beyaz çarşafların serili olduğu bir yatakta.

🫁

Serter'in ağzından

Islaktı saçları, ıslanıyordu rüzgarda. Ellerimi havaya kaldırdım, sert ellerim yumuşak ıslak saçlarını buldu. Tel tel omzuna dağılan saçlarını parmaklarımın arasına aldım; birkaç netlik kazandırmak adına.

Yatağımızda uzanıyordu.

Denizden sonra yorgun argın yatağın içine girmişti. Ona sıcak bir çikolata yaptırmıştım ama sıcak çikolatayı getirdiğim sırada yorgun gözleri çoktan uykuya teslim olmuştu.

Yüzüne eğildim. Parmaklarım yumruk oldu. Bir güneşi kıskandıran o güzel davranışlarını hissederek yüzüne bastırıldı dudaklarım. Tam deniz kıyısını andıran elmacık kemiğinin üstünü öptüm. Orayı öperken nefesi sıklaşmıştı.

Tıpkı trende karşılaştığımız gün gibi gözlerini kapatmış koltuğun üzerine uyumuştu. Onu hatırlıyordum, o beni unutmuş olsa da onu hatırlıyordum.

Odadan çıktığımda, Aslı'yı merdiven başında gördüm. Ceketimi bana uzattı. Ceketi elinden alıp giydiğimde, durgun yağmurun tekrar hızlandığını fark etmiştim. Biraz hava almak istiyordum çünkü bugünün önemi büyüktü.

00.34

Bugün doğum günümdü.

22 Eylül.

''Gece Hanım uyuyor mu?'' Diye sordu Aslı.

Atkımı boynuma doladığımda, dağınık saçlarımı ellerimle düzelttim. ''Evet, eğer uyanırsa ona kalın giymesi gerektiğini söyler misiniz? Soğuk denize girdik, hasta olabilme ihtimali var.''

''Peki Efendim.''

Dış kapıya yönelttim adımlarımı. ''Yemek pek yemedi, güzel bir tost hazırlarsınız. Sebze çok sevmediği için avokado kullanmayın olur mu?'' Gülümsedim. ''Karım ile hiç benzemiyoruz değil mi Aslı?''

Onunla gece ile gündüz gibiydik. Birbirimizden farklıydık.

''Çok yakışıyorsunuz.'' Dedi.

Cevap vermedim.

Bedenimi dışarıya attığımda, yalnızlığı bir kez daha hissetmiştim. Bugün doğum günümdü, annem yoktu, babam yoktu, kardeşim yoktu. Bugün doğum günümdü ve yapayalnızdım, bugün hiçbir şey olmadığı kadar eksik görünüyordu.

Yağmur vardı, biraz çamur, biraz sessizlik ama bugün ailem yoktu. Yalnızdım, alışmam gerekiyordu fakat buna alışmak biraz zaman alacak gibi görünüyordu.

Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Sol parmağımda bir yüzük, yağmurun ıslatmış olduğu omuzlarım ve çokça garip geçmişe duyulan özlem...Sanırım başladığım yere geri dönmüştüm. Ailemi özlüyordum.

Gözlerim bir bedende durduğunda, karşılaşmayı beklediğim yüz bu değildi kesinlikle.

Eylül Yalçın. Karşımda duruyordu.

''İyi ki doğdun.'' Her yıl olduğu gibi, doğum günümü ilk o hatırlıyordu. ''İyi ki doğdun, nice mutlu yaşlara.''

''Neden geldin?''

Eylül net bir kadındı, söz saklambaçlarına başvurmazdı. İşine gelmeyen konular hariç kolay kolay araya telli örgüler sokmazdı. Tekdüze bir ses tonuyla çoğu şeyi söylerdi. Bu gece yalnızca doğum günümü kutlamak için gelmemişti.

''Söze direkt gireceğim.'' Sert bir hareketle çantasını açtı, yağmur tüm yüzüne yayılıyordu. ''Sana gerçekleri söyleyeceğim, tüm gerçekleri anlatacağım.''

''Eylül.''

Sözümü kesti. ''Bugün buraya boş gelmedim.'' Kağıdı çıkardı.

Gözlerimi kıstım, kağıdı elinden aldım. Kağıdın üzerinde, kocaman bir isim yazıyordu. Doktoru tanıyordum. Üniversite arkadaşımdı, aynı zamanda geçen yıla kadar görüştüğüm birisiydi. Sürekli olarak golf oynardık. İşinde başarılı bir adamdı.

''Psikiyatrist Tuğba Göçer...Kız kardeşimin hastane raporlarını bizzat kendi eliyle hazırlayan kadın. Üç ay önce kız kardeşimi götürdüğümde, hastalığı hakkında bilgi aldığım kadın, aynı zamanda senin bu hayatta sözlerine güvendiğin tek kadın.'' Duraksadı.

Raporları inceledim. ''Sonuç?''

''Gece bütünüyle yalan söylüyor. İstersen yarın gidip Tuğba ile konuşabilirsin. Hatta, Gece'yi de götür, başka doktorlara da götür ama sen de biliyorsun ki Tuğba dürüst bir kadın. Hatta bir zamanlar ondan seans bile alıyordun.''

Tuğba'ya her zaman güvenirdim fakat bu...

''Sonuç?'' Diye tekrarladım.

''Gece'nin büyük psikolojik rahatsızlıkları var. Hayaller görüyor, yalanlar söylüyor. O hasta, Serter. Yemin ederim ki hasta. İntihara da meyilli. Defalarca intihar etmeye kalktı, Tuğba inceledi onu.''

Bir şeyler daha söyledi, devamını dinleyemedim.

Elimi alnıma götürdüm, ıslanmış kağıda defalarca baktım. Hislerim dağınıktı, düşünceler daha da dağınık olmaya başlamıştı.

| Bölüm nasıldı?|

| Size güzel bir sürpriz hazırlamak istedim, kısa bir sahneyi Serter'in ağzından yazdım.|

| Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce, Eylül doğru mu söylüyor? Gece'nin rahatsızlığı mı var?|

| Bu bölümde en sevdiğiniz sahne?|

| Serter ile Gece'nin mesajlaşması...|

| Serter inanır mı Eylül'e?|

|Gece'nin yavaş yavaş Serter'e açılması.|

| Bu arada twitter hesabı açtım. Yarın ses odası açıp spoiler da dahil sorularınızı cevaplayacağım. Yarın gelmek isterseniz; twitter hesabım: Ukkonjoi |

| Twitter arama motorunda çıkmıyoruz, akşama doğru İnstagramda bağlantıyı paylaşacağım. Beni İnstagramda takip edip bağlantıyı görebiliyorsunuz, ya da özelden yazın size bağlantı atayım.|

| İnstagram: ebrununhikayeleri|

Bu arada bir şey söylemek istiyorum. Biliyorsunuz ki bölümleri haftada bir atıyorum ama bir bölüm 14-16 bin arası değişiyor, hatta bugün okuduğunuz bölüm neredeyse 16 bin. Dolayısıyla uzun bölümler oluyor. Buna rağmen geç gelen diyen var, hak veriyorum. Sonuçta hikayeyi beğendiniz, her gün okumak istiyorsunuz ama bir insanın fizyolojik olarak günde on bin kelime yazması imkansız arkadaşlar :)

Üstelik buna dersler, hayat, koşuşturmaca giriyor. Başka kitaplarım da var, hepsine yetişemem. Ben size, bir haftada iki bölümü bir bölüme sığdırıp atıyorum. :) Yani bölümler oldukça uzun, bu bölümü başka kitaplarda ayda bir kez okuyabilirsiniz arkadaşlar.

İnsanlar 16 bin kelime yazdığında, bir ay bekletir ama ben bekletmiyorum. Lütfen, böyle yorumları atarken, empati yaparsanız anlarsınız çünkü bir wattpad yazarının görmesi gereken şey destektir, motivasyonumu kaybetmek istemiyorum. Hepinizi öpüyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 72.8K 141
Soon to be Published under GSM Darlene isn't a typical high school student. She always gets in trouble in her previous School in her grandmother's pr...
1.2K 69 8
She waited, she waited until the end.
8K 476 6
(A/N: truthfully i still can't decide who'll be the top of the two, so i'll leave this based on the present chapters now. 😂😂😂) Summary: From the p...
284K 7K 101
In which Delphi Reynolds, daughter of Ryan Reynolds, decides to start acting again. ACHEIVEMENTS: #1- Walker (1000+ stories) #1- Scobell (53 stories)...