KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.6M 643K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK

13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.

446K 15.6K 48.2K
By ebrununhikayeleri

Medya: GECE GÜÇLÜ

Lütfen bölüme başlamadan önce yıldıza basabilir misiniz? Oy ve yorumlarınız benim için çok önemli. 😻

Instagram: Ebrununhikayeleri

''Kan ve kanayanlar.''

Bölüm başlamadan önce kalp koyabilir misiniz? :*)

Ben sanırım insanlardan nefret etmek üzereydim.

Düşündüm, yalnızca düşündüm. Kıyısında hayat bulmaya çalıştığım bu evrendeki insanların kirli hesaplarını bu kirli hesaplarının doğurduğu kara sonuçları ve nedensiz denizinde olasılık bekleyen yaşam uçlarını. Ben, yalnızca düşündüm.

Düşünüyordum.

Kafam karmakarışıktı.

Eylül ile bir zamanlar nasıl abla kardeş ilişkisinde bulunduğumuzu düşünmeye çalışıyordum. O benim ablamdı, o benim cam damarımdı, belki de ruhumu kanatan insanlara karşı kanatmayacak bir savaşın ortasına beni atar diye düşündüğüm zamanlarda şimdilerde; büyük bir hayal kırıklığıyla kuşanmıştım.

Göz göre göre ailemin mezarı bahçedeydi.

Allah kahretsin ki evet.

Gözlerini çevirip bana baktılar, o an Ömer'i unutarak onlara doğru bir adım attım. ''Ne yapıyorsunuz?'' İki kelime, dört yangın kadar yaktı.

Eylül titreyen eliyle küreği yere fırlatıp terleyen alnını sildi. Bir panik dalgası vücudunu esir almıştı.

Gözlerinin içine baktım, gözlerimin içine bakamadı. Öylece sürüp gitti, arada yaşanmış anılar. Bilirdim ki anılar zihnimizi bulandırırdı fakat benim midem bulanıyordu. Onların yaşattığı her türlü acı midemi bulandırıyordu. Onlardan nefret ediyordum. Eylül ile Gürsel yüzünden insanlıktan nefret ediyordum.

Şimdi, ben bunlarla aynı gökyüzüne; aynı ayın altında mı sabahlanıyordum?

Korkunç, korkutucu, sıfır merhamet.

''Gece?'' Gürsel kaşlarını çatarak beyaz torbayı arkasına aldı. ''Neden öyle sinsi gibi arka bahçeden giriyorsun eve?''

Omzumu dik tuttum. ''Ne yapıyorsunuz?'' Sorumu yinelemiştim.

Eylül öne atladı. ''Bahçeyi yeniliyoruz, sen seversin diye gül bile dikiyorum. Hem, güller bu mevsimde daha iyi olgunlaşır, bilirsin sonbaharı sever güller.''

Ben gül hiç sevmezdim.

Ben çiçeklere de bayılan birisi değildim.

Yalan oku kalbime saplanmıştı. Yalanı ölesiyle kendilerine mesken bellemişlerdi. Yalan onlar için, bu hayatta söylenen kolay bir araç haline gelmişti. Öyle ki her durumda, her yalanı hemen söyleyebiliyordu. Aklıma gelmeyecek her şey, dudaklarından dökülüyordu. Onların merhamet duygusu kalplerinde yoktu çünkü ben artık Eylül'ün bir kalp taşıdığını düşünmüyordum.

Tek kaşım havaya kalktı. ''Çam ağacının altında gül mü?''

Ellerim yumruk oldu, yüzüm ise gülümseyen bir bahar; arkamda kış vardı, önümde yaz, belki ılık baharların değil, soğuk kışların kurbanı olmuştum ama onlara karşı kışımı bile estirmiyordum. Böyle böyle güçlü bir insana dönüşmüştüm. Ne acı?

Eylül sarı saçlarını düzeltip yarısı açılmış toprağın üstüne bez torbayı bırakıp bana doğru geldi. ''Güzel olmaz mı? Bir değişiklik olur?''

O bir adım atınca, ben bir adım uzaklaştım. ''Saçma.''

''Bu kız da her şeyde konuşabileceğini sanıyor.'' Gürsel yüzünü buruşturdu.

Dudaklarımda büyük bir gülümseme oluştu. ''Normal değil mi amca? Giydiğin ayakkabıya kadar her şey benim paramla alınıyor, ben senin sahibinim, bunu unutma lütfen.''

''Anlamadım?'' Hiddetlendi.

Eylül araya girerek; ''Gece, hadi gel sana kahve yapayım.''

Ellerimi, Eylül'ün omzuna bıraktım. ''Ablacığım, sen neden araya giriyorsun ki? Benim paramla bu evde nefes almıyor mu amcamız? Bence artık musluğu kesmenin zamanı geldi.'' Derin derin nefes aldım. ''Ne dersin Gürselciğim?''

''Saygısız, dik asi, başka bir şey değilsin.''

Sakin kalmaya çalıştım. ''Beni tekrar, polise şikayet etmekle tehdit etsene? Edemiyorsun da? Sanırım sen bayağı bayağı korkak bir adama dönüşmüşsün?''

Artık susamıyordum.

Eskiden olsa rol yapmak kolay geliyordu. Artık konuşmak, cümlelerimi onlara püskürtmek ve bedenimi dik tutmak istiyordum. Yanlış mı yapıyordum? Oysa bir planım vardı. Belli bir süreye kadar kamera kayıtlarını kanıtlayınca, onlara bildiklerimi göstermeye başlayacaktım. Plana uymamaya başlamıştım.

Sanırım, öfkem mantığımı bastırmıştı.

''Sen ne biçim konuşuyorsun? O bizim amcamız.'' Dedi Eylül.

Nefret ediyordum.

''Benimle düzgün konuşacak o zaman? Herkes haddini, yerini bilecek.'' Eve girmemek için adımlarımı dış basamağa yönelttim. ''Ben, gidiyorum.''

Burada daha fazla durmayacaktım.

Yüzümde büyük bir hayal kırıklığı, zihnimi bulandıran görüntüleri alarak uzaklaşmaya çalıştığımda, arkamdan gelen Eylül'ü umursamamaya çalıştım. Onlar benim hayatımın katilleriydi, henüz maddesel bir ölümüm gerçekleşmemişti fakat ruhlarımı öldürmeleri bile yetiyordu.

Demek ki insan yaratılan en korkunç varlıktı. Bunun başka açıklaması olamazdı.

''Gece.'' Diye bağırdı.

'Benim adım neden Gece, abla?' Diye sordu küçük kız.

Sarı saçlı, büyük ablası kızın başını okşarken saçlarını öpmeyi ihmal etmemişti. Her akşam kız kardeşinin saçlarını örüyordu.

'Sen doğduğun gece, ay o kadar parlakmış ki annemiz; ayı temsil etmesi için adını Gece koymuş.' Dedi ablası.

Küçük kız gülümsedi. 'Bana sarılır mısın? Senin parlaklığına ihtiyacım var.' Dedi.

Gözlerimin önüne gelen anıların ardı arkası kesilmiyordu. Anılar böyle mi parçalıyordu? Ne kadar da kolaydı parçalamak? Bu şekilde insanlara bir şeyler oluyordu. Acılar, gün ışığına çıkınca aynen böyle kıvranıyordu.

''Gece.'' Bir kez daha bağırdı.

Yolun kenarına koştuğumda, saçlarıma gelen yağmur damlaları değildi içimi ıslatan; yalanlarla kuşanmış bedenlerin pişkinliğiydi dışımı yakandı olgular. Onlar hep vardı, onlar her zaman acıtacaktı. Kanayan bir gül yarasını ellerine dikecekleri vakit bile suçu güle atacaklardı. Onlar kötüydü, onlar merhametsizdi.

Onlar bir gülü dahi canlı görmeye dayanamıyorlardı.

Ne demişti Nietzsche? Yenilenmeden önce kül olmalısın.

Kül olacaktım, yanacaktım, alev alacaktım. Sonra bir gün, yenilenecektim; işte o vakit ay tekrar geceyi bulacaktı.

''Ne var?'' Diye bağırdım.

''Ablacığım, neden böyle yapıyorsun?'' Kollarımdan tuttu. ''Yapma, ne olur. Sırf onunla kavga ediyorsun diye bana yüz çevirme, biz nasıl bu hale geldik?''

Yılandı.

Yüzümü buruşturdum. ''Ne istiyorsun?''

''Gece.''

''O bana bir sürü şey diyor ama sen kalkıp beni korumuyorsun. Amcamız diyorsun, konunun üstünü kapatıp beni saygısız göstermeye çalışıyorsun.'' Nefesim daraldı. ''Ailemizin emanetiyim, sen ise beni bu hale sürüklüyorsun.'' İşaret parmağımla arka bahçeyi gösterdim. ''Bana neler yaptı o amcamız dediğin kişi? Gidip yaşlı bir adamla yemeğe çıkmam konusunda zorlamadı mı?''

''Sizin aranızda geçen her şey için üzgünüm.'' Bana sarılmak üzere kollarını geniş geniş açtı. ''Sen bu hayatta tek değer verdiğim kişisin.''

Yalanlar.

Yalanlar her zaman zehirli olmazdı, bazıları sinsi olurdu. Onun dudaklarından dökülen yalanlar, sinsi bir rüzgarla donatılmıştı. Rüzgar her estiğinde yalanların toz bulutu evreni kaplıyordu. Eylül Yalçın. O büyük tutkularının savaşını yönetirken bir yandan da iyiliği kendisine kalkan edinmişti.

İyi görünmeye çalışırken aslında kötü olduğunu gizliyordu.

Böyle böyle gizleyebiliyordu; içindeki hırsı, öfkeyi ,kan kusmayı...

''Sus artık çünkü eskisi gibi güven vermiyorsun.'' Nefretimi gizleyemiyordum.

Onu tamamen bırakıp karşıya geçtiğimde, üşüyen bedenim yüzünden hasta olacağımı hissediyordum. Arabam da kalmıştı park halinde. Eylül tamamen gözden kaybolduktan sonra arabama doğru yürüdüm.

Arabama sırtımı yasladığımda, yağmurun şiddetli hızlı kalbimi korkutmuştu.

İçten içe yanan alevli bir muma dönüşmüştüm. Mum yanıyordu, mum yanarken arkasında birtakım isler bırakıyordu. O siyahımsı isler, insanların kalbinin kömür karasıydı. Kötü kalpli insanları hatırlatıyordu. Mum tekrar tekrar yanınca, eriyen damlalar diğer tarafa bulaşıyordu. Oraya dokunan yumuşak mumun içine batıyordu; tıpkı kötülüğe bulaşan kişiler gibi.

Ardından bir yağmur damlasıyla mum sönüyordu fakat mum öyle çok insanları pisliğine bulaştırmıştı ki çamura batan kişiler, sönen mumun altında ateşi hissetmese de artık bir kere batmıştı, çıkamazlardı.

Arkama döndüğüm sırada, onu gördüm.

Barış'ı...

Yağmurluğunu üzerinden çıkarttıktan sonra arabamı işaret etti. Şoför koltuğuna geçtiğimde, koltukları ıslattığım halde oturmayı seçerek ayaklarımı uzattım.

Kapıyı açtı büyük bir gürültüyle ve oturdu. ''Gördün mü?''

''Senin nereden haberin oldu?'' Diye sordum.

Derin bir nefes alıp yağmurluğunu üzerinden çıkardı, çıkarırken hafif yağmur damlaları yüzüme sıçramıştı. ''Yazdan kalma bisikletim arka bahçedeydi, hatırlıyorsundur.'' Evet hatırlıyordum, o bisikleti almak için defalarca bana söylemişti ama ben her seferinde unutmuştum.

Sözlerine tekrar devam ettiğinde, yağmurluğunu çıkarıp katlamıştı. Poşetimsi yağmurluk küçüle küçüle minik bir kareye dönüşmüştü.

''Kapıyı çaldım, duymadılar. Ben de arka bahçeden girip kendim almak istedim. Şans eseri, onları bir şey kazarken gördüm.'' Dedi.

Çatık bir kaşla kontağı çalıştırdığımda, kırmızı ellerim direksiyonu tutmakta zorlanmıştı. ''Sanırım Ömer haklıymış.'' Diye fısıldadım.

Eylül yıllardır ailemin mezarını yalan söyleyerek beni yine kandırmıştı. Her zaman sırtımda bir bıçak vardı, bunu bilerek büyümüştüm. Yine de bu bambaşka bir şeydi. Odamın cama bakan kısmında manzara beklerken ailemin mezarına bakıyor oluşumdu beni kahreden. Nefret barındırdım tüm hücrelerimde, nefretle yıkanıyordum.

''Anlamadım?''

''Ailemin mezarı, Çam ağacının altında.'' Duraksadım. ''Babam ve anneme bir mezar bile layık görmemişler.''

Bu yapılanları unutmayacaktım. Şimdi güçlü olmak zorundaydım. Hemen kırılıp dökülemezdim. Ben bir saksı veya cam değildim, beni asla parçalayamayacaklardı. Şimdi, onları parçalayacaktım, şimdi onları kıracak, dökecek herhangi bir yere fırlatacaktım.

Güçlüydüm ben.

Güçlüydü ruhum.

''Ne yapacaksın peki?''

Bilmiyordum.

''Bir şeyler yapmalıyım, mezarını taşıyorlar. Buna izin veremem.'' Kafamı, Barış'a çevirdiğimde gözlerim ışık gibi parladı. ''Aklıma bir şey geldi, bunu daha önce yapmıştım. Şimdi bence tam sırası.''

''Ne yapacaksın?''

''Evi ateşe vereceğim.'' Dedim.

Arabayı biraz ileride duran diğer evlerin arka tarafına park ettikten sonra, arabadan indim. Yağmuru umursayamazdım, aklıma harika bir plan gelmişti. Onu yapmak zorunda olduğumu biliyordum.

''Çakmağın var mı?'' Diye sordum.

Barış anlaşılmaz gözlerle bana bakıyordu. ''Saçmalama Gece, eğer evi ateşe verirsen polis araya girer. Her yerde kamera var, yakalanırsan kötü olur.''

Umurumda dahi yoktu.

O mezarı taşımalarına izin vermeyecektim, asla.

''Barış.'' Dudaklarımı sertçe ıslattım. ''Şu an onu düşünecek durumda değilim, bana bir çakmak ver, vermiyorsan beni yalnız bırakıp git lütfen! Benim ailemi kurtarmam lazım, anlamıyor musun? Göz göre göre mezarlarının yerini değiştiriyorlar, delil yok edecekler görmüyor musun ya?''

İki eliyle birden yanağımı tutup gözlerimin içine bakan Barış, çaresiz bakışlarımı yakalamıştı. ''Seni anlıyorum. Sen de beni anlamalısın, bu çok tehlikeli. O evden çıktığını gördüler, tüm suç sana kalabilir. Senin bunu yapmana izin vermem, kusura bakma.''

Omzumu omzuna atarak yanından geçip bagaja ilerledim. ''O zaman defol git! Madem yardım etmeyeceksin, defol!''

''Gece.''

''Git Barış.''

''Ya sen neyi anlamıyorsun?'' Bir anda bağırarak yüzüme eğildi. ''Şu aklını başına topla, sırf acıların yüzünden ne yapacağını bilmiyorsun! Şimdi kalkıp bana defol git diyemezsin, en mantıklı düşünen benim bunu en iyi sen biliyorsun.''

''Barış.'' Güçlü durmaya çalıştım. ''Git! Beni rahat bırak, bir de seninle uğraşamam. Git, yemin ederim kötü konuşacağım.''

''Kalp kırıyorsun.'' Dedi acı dolu bir sesle.

''Sen de kırıyorsun.'' Bagajın içinden benzin bidonu aramaya çalıştım. Serter'in aklına her şey geliyordu ama bir benzin bidonu koymak aklına gelmiyordu. ''Şimdi, beni rahat bırak. Daha öncede yanlarında kriz geçirmiştim. Kalkıp evi yaksam normal karşılarlar emin ol, gözlerinde bir deliyim nasılsa.''

''Delirdin mi sen?'' Tekrar bağırdı ve bagajın önüne geçip ellerimi çekti. ''Delirdin mi? Hayatını tehlikeye atıyorsun? Yeter artık dur!''

Komşular duyacaktı, onun yüzünden bir de komşulara rezil olacaktım.

Telefonum çalıyordu.

Arka cebimden telefonumu çıkardığımda, kocam yazısıyla kaşlarım çatıldı. Serter arıyordu, muhtemelen beni evden çıkarken görmüştü, aklı ben de kalmıştı. Buraya tek başıma geldiğim için kızacağını biliyordum.

Her ne olursa olsun, iki elimde kanda dahi olsa bile; Serter'in telefonunu açardım.

Telefonu kulağıma götürdüm. ''Efendim.'' Dedim.

''Neredesin?'' Arabadaydı sanki, arkadan araba kornolarının yaratmış olduğu büyük gürültülü sesler geliyordu.

''Eski evdeyim.'' Nefesimi dışarıya verdim.

Telefonu üzerime kapattı.

Serter telefonu üzerime mi kapatmıştı? Büyük kabalık.

Sırtımı tekrar arabaya yasladığımda, yağmur nihayet durmuştu. Burada nefes alamıyordum, bir an önce çıkmak istiyordum. Burada durduğum süreç boyunca nefes almak bana işkence gibi gelmişti.

Yıllarım gözümün önünde bambaşka yerlere taşınıyordu.

''Sakinleştin mi?'' Diye sordu Barış.

Ellerimi yüzüme götürdüm.

Sakinleşmek ne mümkündü? Bu saatten sonra sakinleşebilir miydim? O gördüğüm görüntüden sonra kendime gelmem ancak yılları bulabilirdi. Bir karartı gibi girmişti hayatıma görüntülerin acılı soğuk yüzü.

Onları atlatamıyordum.

''Hayır.'' Susamıştım. ''Suyun var mı?''

''Markete gidelim mi?''

''Olmaz, Serter birazdan gelecekmiş. Beni aramasın boş yerde.'' Alnında oluşan çukuru görür görmez dudaklarım aralandı. ''Bugünü asla unutmayacağım Barış. Bana teselli vermek yerine, gidip Eylül'ün ekmeğine yağ sürdün. Sen ve onun yüzünden ailemin mezarı taşınıyor. Bugünü asla unutmayacağım.''

''Şu an alınganlık yapıyorsun, ben seni düşünüyorum.'' Ellerini belime atıp beni kendine doğru çekti ve sarıldı. ''Gece, sen benim dostumsun.'' Saçlarımı öptüğünde hafif irkilmiştim. ''Güvenmiyor musun bana sen?''

Ellerimi göğsüne koyarak bir adım uzaklaştım.

Ben evli bir kadındım, kim olursa olsun bu kadar yakın duramazdım.

''Serter gelecek, sen gidebilirsin.'' Gözlerimi başka yöne çevirdim.

''Buradayım, seni yalnız bırakmayacağım.''

''Barış git.''

''Bana böyle davranmaya hakkın yok, senin arkadaşınım.'' Sesi gür çıkmıştı.

Birkaç dakika içinde duyduğum araba sesiyle bahçenin ön tarafına geçtiğimde Serter Güçlü'yü arabadan inerken gördüm. Şemsiyesini çıkarıp açtığında, giymiş olduğu siyah kabanın üst tarafını tutarak evime doğru ilerliyordu. Beni, evin içinde sanıyordu. Onu hemen durdurmalıydım.

''Serter.'' Bağırdığımda, ses tellerim hafif acımıştı.

Adımları duraksayınca arkasına dönerek şemsiyesini kapattı, bana doğru yürümeye başladı. Barış'ı gören gözlerinde yanan alevlerin acısını hissettim. Barış'ı gördüğü için rahatsız olmuş aynı zamanda huzursuz olmuştu. Eskiden duygularını pek tanımlayamazdım ama artık tanımlayabiliyordum, daha öncede tanımlayabilmiştim.

Kabanını üzerinden çıkarıp omuzlarıma bırakan Serter, arkamda duran Barış'a kısa bir bakış atıp elini kaldırdı, ardından çenemi tutarak yüzüme eğildi. ''Ne işin var burada?''

''Anlatacağım.'' Ona sarılmak istedim. ''Senin işin yok muydu?''

Sarılmak, doğru kişiyle daha mı güzel oluyordu?

''Evden çıktığını gördüm, seni merak ettim.'' Şemsiyeyi tutan ellerinden bile endişeyi net algılayabiliyordum. ''Islandın, hadi gel arabaya geçelim.'' Boğuk çıkan sesinin içinde hafif öfke de yatıyordu.

Barış öne atladı. ''Ben, seni eve bırakırım.''

Bedenimi, Serter'in göğsüne yaslayıp yüzümü Barış'a çevirdim. Meraklı gözlerle beni süzüyordu, hangi cevabı vereceğimi tartıyordu içinde besbelli.

''Serter geldi, teşekkür ederim.'' Dedim.

Serter'in omuzlarının rahatladığını hissetmiştim.

Serter'in nefesini boynumda hissediyordum. Gerginlikten ötürü nefesi boynuma çarpıyordu, sık sık nefes almasının altında bu olduğunu düşünüyordum. Barış ise, rahat görünüyordu. O tamamen garip davranmaya programlamıştı kendini. Barış'ı bugünlerde asla anlayamıyordum, bugün tamamen öfkeliydim ona karşı.

''Tamam.'' Bir adım atarak karşımda durdu. ''Görüşürüz.'' Yanağıma eğildiğinde, dudaklarını yanağıma bastırdı Barış.

Serter'in gözünün önünde öpmüştü.

Serter kasıldı. Gerçek anlamda kasılmıştı.

''Arabaya geçelim.'' Sesi sert çıkmıştı.

''Benim arabam burada kaldı.'' Serter'in kasılmış ellerini ellerimin arasına aldığımda, buz gibi gözleriyle karşılaştım. Bana daha önce hiç bakmadığı bir şekilde bakıyordu. O yoğun duygular arasında yanıp kül olabilirdim.

''Şoföre aldırtırım.'' Ellerini çekip kapımı açtı.

Kabanını üzerimden çıkarıp arabaya bindiğimde, Serter'i gören ruhumun sakinleştiğini fark etmiştim. Beni iyileştiriyordu. O sihirli dokunuşları sayesinde, yaşamı yeniden hissediyordum. Sayesinde, yıldızları değil güneşin de varlığının farkına varabiliyordum. Bunu iyi başarıyordu, güneşi görmeme yardımcı oluyordu.

Direksiyonu tutan elleri sertti.

''Bilmediğin çok şey oldu.'' Yüzüne bakmaya korkuyordum. ''Sana anlatmak için sabırsızlanıyorum.''

Cevap vermedi.

Başladık yine.

Dudaklarımı ıslattım, kurumuştu dudaklarım. ''Serter.'' Dedim. ''Yardımına ihtiyacım var, buradan ayrılamam, bak.''

''Neden?''

''Bak, şu an şu öfkeni başka bir zamana sakla. Bir şeylere kızmışsın ama inan bunu umursayacak durumda değilim.'' Kırıcı konuştuğumu fark ederek sustum. O herhangi birisi değildim, onunla bu şekilde konuşamazdım. ''Sana, senin mantığına, senin gücüne ihtiyacım var.''

''Barış neden oradaydı?'' Diye sordu.

''Konumuz Barış mı?''

''Bana, evli insanların yapması gereken her şeyi yapabileceğimizi söyledin. Bunun içine sadık kavramını da soktun. Hatta sırf bu yüzden, Berrak'a olan nefretini yüzüme kustun, onun evine bile gitmememi istemedin.'' Direksiyonu sola kırdı. ''Sen ise, bunu kendine uygulamıyorsun, acı olan da görüntüyü gözümün içine soktun.''

''Yanağımı öptüğü için mi?'' Kızmıştı, toparlayamazdım kelimeleri; çok zordu.

Anayola geçtiğinde, sırtını koltuğa yaslayıp arabanın hızını düşürdü. Kaza yapmaktan korkuyordu, genelde de iyi bir sürücü olduğunu düşünüyordum. Arabayı dikkatli sürüyordu, bu iyi bir şeydi.

''Berrak gelip yanağımı öpse, gelip bana kızmaz mısın?'' Empati yapmam için konuşuyordu.

Ofladım. ''Ben, onu öpmedim. O gelip beni öptü, ben öpmesine de müsaade etmedim, ona cevap bile vermedim.''

''Gece.'' Benim gibi kelimeleri toparlamaya çalıştı. ''Eğer, kendimden, yaşantımdan biraz ödün vereceksem sen de vermelisin. Birileri ya da birisi seni yakın arkadaşın da olsa öyle bir vaziyette görünce, yanlış anlayabilir.''

''Biliyorum.''

''Parmağında bana ait bir yüzük var, benimle evlisin.'' Sustu. ''Sahte bir evlilik olması da önemli değil.''

''Biliyorum.'' İkinci kez tekrarladım.

''Adam gelip, sana yakın davranamaz. Sana dokunamaz, buna izin vermemelisin.'' Sert konuşuyordu, sesi yükselmemişti ama sözleri sertti.

Boğazımı temizledim, boğazım acıyordu. ''Haklısın.''

''Konuyu uzatmak istemiyorum, canını da sıkıp enerjini düşürme amacım da yok.'' Düğmeye basıp camı açtı. ''Benim tek istediğim şey, kavga etmemek. Seninle kavga edince hoşuma gitmiyor, tam aksine moralim bozuluyor.''

Kızmakta haklıydı.

Saçlarımı arkaya atıp ellerimi kucağımın üzerine bıraktığımda, yüzüm biraz düşmüştü. ''Ben, Barış'a söylemiştim. Sen gelmeden beş dakika önce söyledim, o yine de böyle davrandı. İnsanların hareketlerini kısıtlayamam ki?''

''Sana baskı kurmak istemiyorum.'' Sık sık nefes almaktan ötürü göğsü şişip iniyordu. ''Bana, sen söylemiştin. Madem sen söylüyorsun, o halde kızmak da hakkım oluyor.''

Serter gerçekten kırmamak için her türlü özeni gösteriyordu. Bu kadar iyi olması haksızlıktı. Şu an bile, baskı yaptığını düşünerek kendisini açıklıyordu. Onun gibi naif ruhlu adam çok az tanımıştım, belki de hiç tanımamıştım. Düşüncelerini söylerken çekiniyordu, sesini yükseltmiyor, sözleriyle insanlara duygularını geçiriyordu.

Onun sözleri yumuşaktı, duyguları gibi.

''Bir daha olmayacak, söz veriyorum.'' Yan profiline baktığımda, çatık kaşlarının düzeldiğini görünce rahatladım.

''Şimdi bana neden buraya geldiğini anlat.'' Kırmızı ışıkta durunca araba, titreyen ellerim gözünden kaçmamıştı. ''Ne oldu?''

''Eylül ve Gürsel, bahçede bir şeyler kazıyordu. Ailemin mezarı orada.'' Tek nefeste söylemiştim.

Sarı ışığa geçince, eli direksiyonu buldu. ''Ciddi misin sen? Yani, bu kadarını yapmış olabilirler mi?''

''Evet.''

''Gerçi, Eylül zeki biridir.'' Hafif öksürdü. ''Yıllar önce, suikast düzenlediği bir adamı uzun bir süre adamı kendi evinin bodrum katına saklamıştı. Polisler, bodrum katında olmayacağını düşünerek daha uzak yerleri araştırmıştı.''

''Bana da bunu yapıyor değil mi? Sırf, ileride polisler araya girerse mezarını bulmasınlar diye mi?''

Delirmek üzereydim.

Bir insanın bu kadar kötü olması normal değildi, üstelik o kötü olduğu halde gizlemeyi başarıyordu. Kötülüğünü göstermemek için bir maske takmıştı yüzüne ve o maske sayesinde, insanlar yumuşak yüzüne kanıyordu. Nihayetinde şeytan da bir melekti bir zamanlar, o da melek görünümünü iyi bir şekilde kullanıyordu.

Arabayı sahil kenarında sürerken, Serter'in villası ortaya çıktı. Villasının olduğu sokağa arabayı çevirdi.

''Sen bunu nereden öğrendin?''

Konu yine Barış'a geliyordu.

''Barış söyledi.''

Barış'ın adını duyar duymaz yüzünü buruşturup frene bastı. Bahçesinin önünde durmuştuk. Emniyet kemerini çıkarıp arabadan indikten sonra ayakta kahve içen şoförün yanına gitti. Kahvesinin kokusunu, kapıyı açtığım andan itibaren almıştım. Canım kahve çekmişti. Böyle bir aksiyonlu günün üzerine harika kahve giderdi.

''Arabanı almaya gidecekler, anahtarını verir misin?'' Elini uzattığında, çantamdan anahtarımı çıkarıp avucuna bıraktım.

''Serter.'' Korumalar bize bakınca, fısıldayarak Serter'in kulağına eğildim. ''Mezarı taşıyacaklar, öylece elim kolum bağlı duramam.''

Elleri belimi, gözleri gözlerimi buldu. Belimden tutup beni kendine çekince göğsüm gövdesine yapıştı. ''Bana güven.'' Fısıltısı biraz yuva özlemini hatırlatıyordu. ''Şimdi birilerini oraya yolluyorum, hızlıca gidecekler.'' Belimi sıkarken dudaklarını yanağıma bastırmıştı. Barış'ın öptüğü yeri temizliyor gibiydi. ''Söz veriyorum, izin vermeyeceğim.''

''Ne olur, ailemi götürmesinler oradan.'' Delil yok etmelerini istemiyordum.

Bir genç kızın yaşayabileceği en büyük çaresizliği yaşıyordum. Anne ve babam gözümün önünde rahatsız ediliyordu.

''Söz veriyorum.'' Diye tekrarladı.

''Ne yapacaksın peki?''

''O evden tek bir çöp bile çıkmayacak, sen rahat ol.'' Belimi tutmaya devam ettiğinde, korumalardan birine bir işarette bulundu.

Adam emiri almış olacak ki kapıya yürüdü, evin dış kapısını anahtarla açtı. Serter elimi eline hapsederek beni eve sürüklemeye başladı. Ben eve girmek istemiyorum, ben evime gitmek istiyordum. Huzursuzdum, huzursuzdum çünkü ailem gidiyordu. Ruhumun yorulduğunu ve kayıp düştüğünü hissediyordum.

Eve girersem, duvarlar üstüme üstüme gelecekti.

''Aslı.'' Serter'in sesiyle Aslı merdivenlerden indi, elinde bir bez vardı, muhtemelen dolapların tozunu alıyordu. ''Gece'ye eşlik eder misin? Onun yatağını odamda hazırla, güzel bir melisa çayı da var olur mu? Ben geleceğim.''

''Nereye?'' Telaşla sordum.

''Güzel karım.'' Aslı burada olduğu için, sıfat kullanmıştı. ''Sana neyin sözünü vermiştim? Onu halletmeye gideceğim tamam mı?'' Tekrar maviliklerini Aslı'ya doğrulttu. ''Biraz geç gelebilirim, o vakte kadar Gece'nin uyuduğundan emin ol lütfen.''

''Peki Efendim.'' Dedi.

''Gitme.'' Gitmesini istemiyordum, yalnız kalacaktım.

Kollarına tutunan elimin üzerine bakarak; ''Güzel haberlerle geleceğim.''

Omzum düştü. ''Tamam.''

Son kez baktıktan sonra evden çıktığında, yürüyerek merdivenlerden yukarıya trabzana tutunarak ruhumun kaybolmuşluğunu arkaya aldım. O an ne Ömer'in söylediği yalanlar ne de Barış ile olan küçük kavgam umurumdaydı. Sadece ailemi düşünüyordum, sadece ailem aklımın her köşesinde vardı.

Yatağın içine girdiğimde, iki dakika geçmeden gelen melisa çayı ile toparlanmaya çalıştım. Aslı melisa çayının bulunduğu tepsiyi komodinin üzerine bıraktı, ardından odadan çıktı.

Burada sakin duramıyordum. Sanki tenime iğneler batıyordu. Burada durduğum süre boyunca, nefretime yenilmekten korkuyordum. Yenilgilerin içinde boğuşamazdım, nefes almaya ihtiyacım vardı. Melisa çayını bile içemiyordum, kokusundan rahatsız olduğum bir çayı görmek midemi altüst ediyordu.

Gözlerimi kapatmak gerekiyordu.

Yatağın içinde yan dönüp, Serter'in yastığının altına ellerimi bıraktıktan sonra gözlerimi kapattım. İçimden sayı saymaya başladım. Sırf uyumak için her türlü yolu denedim ama olmuyordu.

Daha fazla dayanamadım.

Yataktan çıkıp kapıyı açtım. Aşağıdan sesler de gelmiyordu. Herhangi bir yeri ölüm sessizliği sarardı ya öyle bir sessizlik hakimdi etrafta. Bu sessizlik beni korkutuyordu. Omzum düşük, ruhum bitik, adımlarımı aşağıya yönelttim. Aslı mutfakta yemek hazırlıyordu. Kulağındaki kulaklığı çıkarıp ellerini yıkadı ve domatesleri kesmeye çalıştı.

''Serter gelmedi mi?'' Diye sordum.

Arkasına dönerek bıçağı mermerin üzerine bıraktı. ''Hayır, aç mısınız bu arada?''

''Aç değilim.'' Ellerim yumruk oldu, belli ki tırnaklarım avuç içlerime birtakım işaretler bırakmak istiyordu. ''Çayı de içemedim, kokusu midemi bulandırdı. Rica etsem bana tuzlu bir ayran yapabilir misiniz? Sanırım başım dönüyor.''

''İlaç vermemi ister misiniz?''

''Hayır.'' İlaçlar bana geçmişimi hatırlatıyordu.

Son yaşanan olaylardan sonra ilaçlara karşı büyük bir kalkan oluşturmuştum. İsmini duyduğum andan itibaren tüylerim diken diken oluyordu. Bana geçmişi hatırlatan hiçbir şeyi istemiyordum.

''Hemen yapıyorum.'' Buzdolabının kapağını açıp hazır şişelerde bulunan ayranı çıkardı. ''Hastaneye gidebiliriz? Ben sizi götürürüm.''

''Teşekkür ederim, gerek yok.''

Ayranımı yaptıktan sonra yemek masasının üzerine bıraktı. Başım döndüğü halde ayran bardağını tüm parmaklarımla sardım ve yemek sandalyemi çekerek oturdum. Bitik bir yaşamın son kalan yaprağında bir çatırdama duyuyordu kalbimin tuhaf sesleri. Öylesine bitiktim, sonbahara teslim olmak üzereydim.

Ayranı dudaklarıma götürdüm.

Ayran da tuzluydu, güzeldi tadı.

''Acıktınız mı? Çok güzel bir domates çorbası ile fırında tavuk yapıyorum.'' Dedi.

Aç mıydım? Sanırım değildim.

Dudaklarıma bulaşan ayranı temizledikten sonra duş almam gerektiğine karar verdim. Regl olmuştum, kendimi asla temiz hissetmiyordum. Ayrıca, stresten ötürü karnımın ağrısı devam ediyordu. İlk günde biteceğini düşündüğüm regl ağrısı ikinci günde devam etme kararı almıştı.

''Ben, duş alacağım.'' Kapı sesiyle heyecanlandım fakat beklediğim kişi değil, korumalardan birisi içeriye girmişti. ''Serter gelirse haber verir misiniz?''

''Haber veririm.''

Yarısı bitmiş bardağı masanın üzerinde bırakarak adımlarımı merdivenlerden yukarıya yönelttim. Şimdi ılık bir duş almalı, birazda suyun altında ağlamalıydım. Güçlü olduğumu göstermek için yaptığım her çaba tenime batıyordu. Yapamıyordum, güçlü olamıyordum.

Kendi odamın banyosunu seçip duşa girdim. On dakika boyunca, sadece suyun altında kaldım. Onuncu dakikanın sonunda saçıma şampuan sürdüm. Köpüklü şampuan saçımın her yerine yayılmıştı.

Duştan çıktığımda, bornozla doğruca; Serter'in odasına geçtim. Onun dolabından çıkarmış olduğum bilmem kaçıncı eşofmanı altıma geçirdim. Üstüme ise, dün giymiş olduğu siyah boğazlı kazağı giydim. Kıyafetlerim eksilmişti. Hepsi henüz yıkanmamıştı.

Telefonum çalınca, odama tekrar gidip yatağın üzerine bırakmış olduğum telefonu elime aldım.

Bunak Ömer arıyordu.

''Ne var?'' Diye açtım.

''Good night.''

Gözlerimi devirdim. ''Ömer gerçekten hiç işin gücün yok mu? Bir gidip sahil kenarına temiz hava alsana? Beynindeki oksijen sayısı gittikçe azalmış.'' Yatağın üzerine oturduğumda, ruhumdaki ağrıların hiç azalmadığını fark etmiştim.

''Yine çok hırçınsın, neden böyle konuşuyorsun? Annen gibi beni kırıyorsun?''

Telefonu kapattım.

Tekrar aradı.

Reddettim.

Onunla uğraşamazdım, onunla gerçekten uğraşamazdım. Anlamıyordu beni, sırf kendi hırsları için yalanlardan kukla yapıyordu. Sürekli bir yalan söylüyordu. Annemin, Şükran olduğunu ima etmişti, oysa birkaç hafta önce Şükran'ın on yaşında bir oğlu olduğunu söyleyen de yine aynı kişiydi.

Ömer oyun oynamak istiyordu. Ne yazık ki ben de kurbanıydım.

WhatsApp üzerinden gelen sesli mesaj ile bildirim kısmına tıkladım. Mesajın üstüne bastığımda, bir ses attığını fark ettim. Sesi oynattığımda, kulaklarım işittiği şey ile hafif şaşkınlık yaşıyordu.

''Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor. Balıkçı amca geliyor, ona gerçekleri anlatıyor, o ise inanmıyor. Kırmızı balık salak, biraz akılsız mı? Kıvrıla kıvrıla akıllanmıyor, Balıkçı Ömer onu uyarıyor, Kırmızı balık alık alık alık yüzüyor, Balıkçı...'' Sesi kapattım.

Bu adam normal değildi.

Ciddi anlamda normal değildi.

Kaç yaşındaydı? Nelerle uğraşıyordu böyle? Aklına nasıl geliyordu? Resmen dalga geçiyordu. Ben artık, Ömer'in deli olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bence hastaydı, beni de kurbanı ilanı ederek kafa bulmaya çalışıyordu.

Ses kısmına tıkladım ve söyleyeceğim cümleyi düşündüm. ''Ömer defol git.'' Sesi gönder yaptım. Hemen mavi tik olmuştu.

Ses kaydediyor...

''Öyle deli gibi esme başım dönüyor, öyle arada bir bakma içim gidiyor Şükran...Gözyaşımı derme gülümün yerine, ölüm ol da düş peşime, ecel ol da al başımı, eriyor içim, yanıyor yine de dayanamam sana ben Şükran...'' Şarkı söylüyordu.

Ömer ciddi ciddi şarkı mı söylüyordu?

Üç noktaya tıkladım, tereddüt etmeden engelle kısmına bastım. Onu engellediğimde, mesajlarını da silmeyi ihmal etmemiştim. Bu adamla uğraşamazdım ben, kafayı yediğini fark etmiştim. Onu en yakın zamanda akıl hastanesine kapatmak gerekiyordu. İşte sırf bu yüzden söylediği cümlelere inanmıyordum.

Şükran'ın annem olduğunu söylüyordu, yarın teyzem olduğunu da söyleyecekti. Böyle delirmiş, tutarsız cümlelere sahip bir adamı dinlersem eğer tökezleyebilirdim yürüdüğüm yolda. Ömer tamamen oyun oynamak için bir mekanizma gerçekleştirmişti. Beni de bu oyunun içine almakta direnmiyordu, beni almak için her türlü çabayı gösteriyordu.

Ekranda Ömer arıyor yazısıyla karşılaşınca, telefonunu açtım.

''Telefonumu neden açmıyorsun?'' Telefonu açar açmaz, sinirlerim üst seviyeye ulaştı.

''Ömer.''

''Efendim, gülümün kızı.''

''Derdin ne?''

Kahkaha attı. ''Derdim sensin kolay gelsin.'' Ergenler gibi konuşuyordu.

Telefonu tekrar kapattım. Kapattıktan hemen sonra numarasını bulup spam listesine ekledim. Böylece hem engel yemişti, hem de numarası spama düşmüştü. Bunu hak ediyordu. Saçma sapan konuştuğunda sinirlerimi bozmakta üstüne yoktu.

Penceredeki mermerin üzerine elimi bıraktım.

Eskiden denizi bizi sakinleştirdiğini düşünürdüm fakat büyüdükçe deniz değildi; yumuşak kalbimizdi bizi sakinleştiren şey, yavaş yavaş anlamıştım. Bu farkındalık bana büyük bir tecrübe kazanmıştı. Gidenlerin yanında gelenlerin de olduğu gibi; gitmiş birçok parçalanmış ruhları görmemi sağlayan farkındalığın içinde top gibi o tarafa dönüyordum.

Akşam olmuştu.

Yıldızlar parlaktı.

Yıldızlardan nefret ediyordum.

Bu akşam ay pencereme bakmıyordu, o da sırtını çevirmiş olmalıydı. Ayı hep anneme benzetirdim, korkuyordum. Ya annem de beni artık sevmiyorsa? Küçükken beni hep izlediklerini bilirdim ama şimdi rüyalarıma da gelmiyordu.

Kapım çalınınca arkama döndüm.

''Yemeği hazırladım, isterseniz akşam yemeğinizi yedikten sonra size güzel bir kahve hazırlayayım.''

Hayır, aç değildim.

''Şu an yemek yemek istemiyorum.'' Duvardaki siyah renkteki saate baktığımda, üç saati devirdiğimi anladım. ''Serter hiç aramadı mı?''

''Hayır.''

''Anlıyorum.'' Arkama döndüm, tekrar pencereye çevirdim gözlerimi. ''Ben uyumak istemiyorum, yemekte yemek istemiyorum.'' Karman çorman düşünceler müzik gibi yayılıyordu kulağıma, sonlara doğru bir balta misali düşünceler beynimin içini kesiyordu.

Aslı çıkınca yatağımın altına saklamış olduğum günlüğümü bulup eski anılarımı okumaya başladım. Sanırım yapabileceğim en büyük zihin meşgulü olarak günlük okumayı gerçekleştirebilirdim.

14.12.2015;

Seni özledim Anne.

Bir pazartesi sabahında, 07.35 geçe sana yazıyorum. Uyuyamadım çünkü rüyamda sizin öldüğünü gördüm. Ölümünüzü tekrar tekrar yaşadım. Sen her zamanki koltuğun üzerinde nakış yapıyordun, babam seninle tartışıyordu. Senin kanser olduğunu öğrenmiştik, kanserden ötürü ölecektin.

Hepimiz ağlıyorduk.

Bal gözlerin sararmıştı.

Çok canım yanıyordu. Uyandığımda bunun bir rüya olmadığını çünkü senin öldüğünü fark ederek daha da kahroldum.

Bunu yazdığım zamanlar 16 yaşındaydım. Değişen tek şey sayılardı, hâlâ aynı duygulara sahiptim.

Yatağa uzandım.

Belki uyurdum.

Gözlerimi kapattım. Rüyalar gördüm, rüyalar tüm zihnimi sarmıştı. En son bir el belimden tuttu, bir koku hissettim. Bu onun kokusuydu. Bir rüyanın içinde olduğumu düşünerek yüzümü ona çevirdim ve tüm gövdesini sardım. Ellerim kısaydı yetmiyordu vücuduna ama duygularım öylesine uzundu ki tüm ruhunu sarmıştı.

''Serter.'' Diye fısıldadım.

Kokusu çok güzeldi.

Saçlarımı öptü. ''Buradayım.''

Hep burada olacak mıydı? Bunu en son ailem dediğinde, onları ertesi gün kaybetmiştim. Bunu duymaya ihtiyacım vardı. Onun hep burada olmasına ihtiyacım varken tekrar bir terk edilişle büyük yıkım yaşayamazdım. Yıkımlar nesneldi, yıkımlar öznel değildi. Her tarafı sarıyordu. Herkesin muhakkak ki bir kalesi yıkılıyordu.

''Bunca zamandır neredeydin?'' Neredeydin ben yokken var mıydım senin için?

Saçlarımı öperken dikkatli davranıyordu. ''Geç mi kaldım yoksa?''

''Hayır.'' Henüz değil.

Ellerini belime tamamen sardıktan sonra beni göğsüne çekti, o an gözlerim açıldı. Bunun bir rüya olmadığını fark ettim. İlk kez rüya olmadığı için sevinmiştim çünkü hiçbir rüya bu kadar güzel olmamıştı daha önce. Kabus değildi, kabuslar yoktu, yalnızca onun sesi, onun yüzü vardı.

Varoluş sancısı yoktu.

Daha ne istenirdi?

''Yemek yememişsin.'' Gözlerimin içine baktı. ''Kızacağım sana, bak yoksa sinirli bir koca olurum.''

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. ''Sen bana hiç kızmazsın ki.''

''Kızarım.''

''Kızamazsın.'' Kıyamazsın.

İşaret parmağını yanaklarıma getirip yanağımın üst tarafını okşadı. ''Bir daha yemek yemediğini duyarsam eğer sana çok kızarım.'' Duygularım gün yüzüne çıkarıyordu sözleri. ''Şimdi, göğsümde uyu. Sabah bunları detaylı konuşacağız.''

''Eylül...''

''Anlatacağım, bana güven sadece.'' Yüzümü inceledi. ''Göz altların hep mor olmuş, hemen kızarıyor mu gözlerinin altı?''

''Cildim hassas, sanırım.'' Kuru dudaklarımı ıslattım.

Kokumu içine çekiyordu. ''Şimdi uyu, yarın her şeyi detaylı konuşacağız.''

''Serter.''

''İyi geceler.''

O akşam sabaha kadar benimle uyumuştu. Bir an olsun bile bırakmamıştı.

&&

Gün ışığı yüzüme çarpıyordu. Onu hissedebiliyordum. Gün ışığının yakıcı telaşını duyabiliyordu tüm bedenim. Duyumsamanın eşiğinde kalan bedenim hareket edemiyordu. Kalkmaya çalıştım, kalkarken dün yaptığım banyodan ötürü nemli kalan saçlarıma dokundum. Gözlerimi açtığım anda itibaren güneşi derin derin hissediyordum.

Yavaşça yerimden doğruldum.

Kafamı kaldırıp odanın içinde oturan Serter ile karşılaştım. Üzerini değiştirmişti, rahat salaş bir kıyafet seçmişti. Saçlarını arkaya atmıştı, bu sabah farklı görünüyordu. Elinde bir adet-bitki çayı olduğunu düşündüğüm- içeceğini yudumluyordu. Tüm dikkatini önünde bulunan tablete vermişti.

''Günaydın.'' Dedim.

Gözlerini çevirip yüzüme usulca baktı. ''İyi öğlenler karıcığım.''

''Karıcığım mı?'' Tek kaşımı havaya kaldırdığımda, cevap olarak gülümsedi, o sade gülüşün altında farklı şeyler yatıyordu.

''Karım öğlen güneşini gördükten sonra uyandı.'' Tableti bir köşeye bıraktı ve iki elini nevresime bastırarak yüzüme eğildi. ''Karım, hem kaplumbağa hem de uykusuna düşkün bir kedi mi yoksa?''

Elleri nevresimin üzerinde miydi? Sanki tüm parmak uzuvlarını bedenimin üzerinde hissediyordum. Çarşafa biraz daha dokunsa, farklı duygular tüm vücudumda dolanacaktı. Gördüğüm bu manzara duygularımda bir şeyler uyandırdı. Bakmak isterken, erimekten korkuyordum.

''Sen nesin peki?'' Diye sordum.

Dudaklarıma baktı, dudaklarıma tekrar baktı, dudaklarıma bir daha baktı.

''Ona da sen karar vereceksin.'' Boğazında bir yutkunma gerçekleşti. ''Sana güzel bir kahvaltı sandviç hazırlattım. İçinde roka, peynir, füme hindi ve biraz parmesan var.'' Konuyu değiştirme hızı, ışık hızını geçerdi.

''Dün ne oldu?''

''Kahvaltını et konuşuruz.'' Tabletin üst tarafına dokunarak ekranı kapattığında benden uzaklaşmıştı.

''Şimdi anlat.'' Direttim.

Kazağının kollarını yukarıya doğru kıvırdı, perdelerin tamamını çekti. ''Oraya birkaç adam diktim. Eylül'ün görüş açısına girmeyecek şekilde korumalar var.'' Yüzüme baktığında, endişeli suratımı görmüştü. ''Evde herhangi bir hareket durumu olduğu andan itibaren müdahalede bulunacağım.'' Kaşlarımı çattım. ''Sinirlenme.''

''Farkında mısın bilmiyorum ama o kadın şeytan.''

''Gece.''

Kapımız çalındı.

Aslı içeriye girdiğinde, elinde sandviç olduğunu düşündüğüm tepsi vardı. Beyaz tabağı tepsinin üzerinden alıp komodinin önüne bıraktı. ''Afiyet olsun.''

''Aslı.'' Serter çekmeceye eğildiğinde, bir kağıt çıkardı. ''Bu akşam basketbol maçım var. Maç yapılacak yerin adresi burada yazıyor, tüm arkadaşlarıma adresi mesaj yoluyla atar mısın?''

Serter'in maçı mı vardı?

''Peki Efendim.''

Aslı çıktıktan sonra, Serter tekrar eski yerine oturdu. Dağınık, kırışmış pantolonuna baktım. Bakmamak elde değildi, dar pantolonu sayesinde tüm bacak kaslarını görebiliyordum. Sanırım böyle bakmaya devam edersem, duygularım darmadağın olacaktı. Biraz toparlanmalıydım.

''Maça mı gidiyorsun?'' Bensiz.

''Evet.'' Kısa net bir cevap.

''Neden?''

Çatık bir kaşla bana baktığında, tabletini tekrar dizinin üzerine bırakmıştı. ''Anlamadım?''

Tepsinin içinde bulunan yiyeceği alıp koca bir ısırık kopardım. Onu çiğnerken Serter'e yüzümü buruşturmuştum.

''Hiç.''

''Gece?''

''Sandviçin içinde de bir brokoli eksik, yarın beni yerde otlarken bulursan şaşırma.'' Gözlerinin kocaman açıldığını fark edince, cümlemi değiştirmeye karar verdim. ''Yanlış anlama, düşünmen bile yeterli. Sayende yeşil bir renk alacağım o kadar.''

''Konuyu değiştirme.'' Merak ediyordu.

''Maçta kim kim var?''

Benim burcum yengeçti, sahiplenirdim. Kıskanç birisiydim, bu elimde olan bir şey değildi. Ben herkesi kıskanırdım. En yakın arkadaşlarımı bile.

''Berrak.'' Dedi.

Bit mi? Ondan mı bahsediyordu?

''Ne işi var bitin orada?'' Duraksadığımda, yiyeceğimin yarısını çoktan yemiştim. ''Sen bence sadık bir adam değilsin, en kısa zamanda boşanıyoruz.''

''Bunu bana sen mi söylüyorsun?'' Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, gelecek olan bombanın ağırlığını uzaktan hissetmiştim. ''Çocuk, seni öptü. Bence konuşma bu konuda.''

Hayır konuşacaktım. ''O kızla görüşmeyecektin?''

''Şaka yaptım zaten.''

''Maça kim gelecek?'' Arkadaşlarını bilmediğim halde soruyordum.

Serter acaba benden bıkar mıydı? Sonuçta kimse ona günde yüz kez trip atmıyordu. Benden bıkmasından korkuyordum. Şaka yoluyla kızsam da birinin beni terk etmesine dayanamazdım herhalde. Düşünsenize değer verdiğiniz kişi, hep bir arada olduğunuz, birlikte eğlendiğiniz insan bir anda gidiyor? Düşüncesi acımasızdı, düşünemiyordum. Düşünürsem eğer, acı çekerdim.

''Arkadaşlarım, arkadaşlarımın eşleri. Genelde, Türkiye'de olduğum dönemler her kasım ve aralıkta maç yaparız.''

''Eylül ayındayız?'' Şüpheyle gözlerimi kıstım.

''Öne çekmek istedim, bir ilk yaparak.'' Dedi.

''Niye ki?'' Sandviçi çiğnerken hafif midem kasılmıştı.

''Çünkü...Senin için.'' Elini ensesine götürdü, kulakları yine kızarmıştı. ''Biraz kalabalığa karışmanı istiyorum, bu akşam kafa dağıtmalısın. En azından birlikte bir şeyler yaparsak, gözlerindeki şu acıyı bir nebze de olsa hafifletiriz.''

Serter...

Bu dünyada başıma gelecek en güzel şeydi.

Kelimeler yeterli gelmezdi, şiirler yanında eksik kalırdı, sözlerin tesiri bulunmaz, duyguların dili yetmezdi. O farklıydı, o bambaşkaydı. Onu farkı kılan şey de gözleri veyahut fiziksel özellikleri değildi. Serter Güçlü'yü farklı kılan; temiz kalbiydi.

''Ayrıca, şu Eylül meselesini kısa bir süre rafa kaldırıyorsun. Unutma...Bir şeyler olabilmesi için önce karşıdaki kişinin hareketlerini gözlemlemek lazım. Bahçeyi kazdıktan sonra ne yapacağını görelim, her an ve her dakika gözlemleyeceğim. Ona göre davranacağız.'' Ayağa kalktığında, önümde bulunan tepsiyi alıp ellerini uzattı. ''Çıkmam lazım, sen hazırlanırsın sonra çıkarız olur mu?''

''Nereye gidiyorsun.'' Ellerini tuttuğumda, beni belimden yakaladı ve belime hiç de mesafeli olmayan bir yaklaşımla sardığını görmemeye çalışarak dudaklarına baktım. ''Hemen gidecek misin? Gitmesen olmaz mı?''

''Bir saat içinde gelirim.'' Dedi boğuk ses tonuyla.

''Ama...''

''Karıcığım geleceğim dedim.'' Göz kırptı.

Dalga geçiyordu.

''Bir kahve içeriz diye düşünmüştüm.'' Dudaklarımı boynuna yaklaştırdığımda, Serter'in inlediğini fark ettim.

Ne oluyordu bir anda?

''İçeriz.'' Boğazını temizleyip uzaklaşmaya çalıştı.

Galiba ne dediğini bilmiyordu çünkü Serter asla kahve sevmezdi.

''Sana güzel bir şey söyleyeceğim.'' Kollarımı büyük bir cesaretle boynuna doladığımda, parmak ucumda yükselmiştim. ''Biliyor musun son birkaç gündür artık unutmuyorum. Hep unuturdum, aklına gelecek her şeyi unutuyordum ama sanırım ilaçların etkisi tamamen bitti.''

''Anlıyorum.'' Alnı terlemişti, ter damlalarını görmüştüm.

''Serter, neyin var?'' Kendimi ona bastırdım.

''Bir şey yok.'' Kafasını bana tarafa çevirdiğinde, elinin birisi kalçama indi. Kalçamı tek eliyle sıktı. ''Bir şey yok ya da var bilemiyorum.'' Kalçamı sıkarak beni kendisine bastırdığında, gözlerindeki arzuyu gördüm. ''Akşam maçım var, ayrıca kafam sürekli İspanya'da ve sen yine beni gafil avlıyorsun.''

Aynı cümleyi ben de kullanmıştım. Bana göre, o beni gafil avlıyordu.

''Ne yapıyorum ki?'' Safça sorduğumda kirpiklerimi iki üç kez kırpıştırdım. ''Küçük bir kızım.''

Aklıma o şarkı gelmişti.

Kalçamı okşamaya başladı. ''Sen benim tüm ezbere bildiğim her şeyi unutturuyorsun, bunu yapma çünkü beklentilerim değişir. Bende de bir şeyler oluşur ve eğer oluşursa rahat durmam.'' Kulağımdaki nefesiyle tüylerim arşa çıktı. ''Seni isterim, seni yatağımda da isterim. Senin her yerini okşarım.''

Serter'i de bozmuştum.

Derin derin yutkundum. ''Ya...'' Ağzım sadece büyük bir şekilde açıldı.

''Gece Hanım.'' Kalçamı bıraktı. ''Bir daha böyle boynuma atlarsan sonumuz, geniş yatağımda son bulur.''

''Ama...''

Sözümü kesti. ''Şimdi, senin sayende böyle dolaşacağım.'' Eliyle önünü gösterdi. Pantolonun belirgin kısmı sayesinde gülmemek için zor tuttum kendimi. ''Beni bozuyorsun, farkında mısın?''

Biz neden aynı şeyleri farklı zamanlarda düşünüyorduk? Ruh ikizi olabilir miydik?

Saçlarımı arkaya attığımda, ondan bir adım uzaklaşıp kapıya yürüdüm. ''Sana bir şey soracağım.'' Kapıya sırtımı yaslayıp önünü kestim. ''Senin için cinsellik mi önemli yoksa aşk mı?''

İlk kez çok bir soru sormuştum. Normalde kaçak cevaplara ve kaçak sorulara sahip olan bendim. Bu sefer farklıydı, bu sefer daha farklı işlemişti bazı şeyler.

''Bağımlı olmaktan korkuyorum.'' Düşünceli gözüküyordu. ''Birine bağlı olursam, felaketim olacak belki de.'' İç çekti. ''Sanırım aşık olmaktan korkuyorum.''

Berrak yüzünden...

Onunla yaşadığı kötü tecrübelerden dolayı birine bağlanamıyordu. Hak vermiyor da değildim. Aldatılmıştı, üstelik en yakın arkadaşıyla yatmıştı Berrak. O da ister istemez güvenemiyordu. Güven duygusunu tamamen yitirmişti.

''Cinsellik daha önemli o zaman?'' Sorumun cevabını bekledim.

''Hayır.'' Onaylamadı. ''Cinsellik çok başka bir şey, Gece.'' Yine düşünceli olmaya devam etti, düşüncelerde boğuşuyordu. ''Erkekler için cinsellik yemek gibi bir şey, tamamen hayatlarının her alanlarında var.''

''Senin yok mu?'' Olmaması için dua ettim.

''Hayır yok.'' Burnunu kırıştırdı. ''Ben, ilklere çok inanıyorum. İlk kavramı benim için çok önemli. İlk öptüğüm kadınla son öptüğüm kadının aynı olmasını isterim. Bu biraz da kendime koyduğum kurallar yüzünden. Başkalarının tenime değmesini istemiyorum.''

İlk öptüğü kadın kimdi?

''Bedriye mi?''

Yine mi Berrak der gibi baktı. ''O değil. Onunla yan yana oturmadığımızı hatırlıyorum. Gençtik ve arkadaşça bir beraberlik vardı. Yani aşk yoktu, duygular yoktu, herhangi bir tutku da yoktu. Elini dahi tutmadım.'' Dedi.

''İlk öptüğün kadın kim?'' Merak ediyordum.

''Trendeki kız.''

O kızla öpüşmüştü. Bu beni biraz sarsmıştı çünkü ben tüm ilklerimi Serter ile yaşamaya başlamıştım. Serter'in hayatında farklı bir konumda bulunduğunu düşünmeye başlamıştım. Her şeye rağmen omzumu dik tuttum. Biraz sarsılmıştım, biraz da üzülmüştüm. İlk kez birisinin yerinde olmayı diledim.

''Neden öyle hüzünlendin?'' Fark etmişti.

Omuz silktim. ''Hiç.''

''Madem bir şey yok, artık çıkabilir miyim? Malum, cinsel hayatıma kadar her şeyi büyük merakla sordun.'' Bir adım atarak kapının kolunu tuttu ve dudakları kulağımı buldu. ''Sana bir şey itiraf edebilir miyim son kez?''

''Dinliyorum.''

''Seninle yaşadığım az önceki yakınlığı, hiçbir şeye değiştirmem.'' Gülümsedi. ''Bunu da aklına kazı, aklına başka şeyler de getirme.''

Kolundan tuttum. ''Gitme.''

''Birkaç arama yapmam lazım.'' Kediye dönen bakışlarımı görünce yumuşadı tüm suratı. ''Tamam tamam, seninle ilgileneceğim.'' Sol elimi tuttu ve kapıyı açtı. ''Karımın sürekli ilgi bekliyor olması, bana büyük haksızlık.''

''Biz evliyiz.''

''Tam aksini söylemedim.'' Merdivenlerden aşağıya indiğimizde, gülümsüyordu. ''Bu geceden sonra artık odamda kal. Sürekli odanda kalırsan, asla inandırıcı olmaz.''

''Tamam kocacığım.''

Durdu. ''Bu kadın sonum olacak.''

Aşağıya indiğimizde, Serter Güçlü bana önce salonun kapısını açtı. Onun arkasından salona geçtiğimde tekli koltuğa oturmak yerine çift koltuk-pencerenin kenarında-yanına oturduk. Ellerini belime attı, beni yine kendine doğru çekti. Sanırım heyecanlanmamı istiyordu. Bunu başarıyordu da. Alnıma kadar kızarmıştım.

''Kocacığın biraz aç, onu doyurmalısın.'' Neyden bahsediyordu?

''Yemek mi yapayım?''

''Hayır benim yemeğim biraz farklı.'' Dedi imalı bir ses tonuyla.

Yanaklarım alev aldı.

Boğazımı temizledim. ''Serter.''

''Efendim karıcığım.''

Kafamı göğsüne yasladığımda, saçlarım yüzüne değmişti. Rahatsız olmak yerine, beni sımsıkı sardı. Bu duygu hoşuma gidiyordu. Eskiden yalpalayarak yürürdüm, düz yollar bile engebeli yollar gibi gelirdi. Ayakkabımın içine hep çakıl taşları girer, rüzgar saçlarımı üşütürdü. Göğüs kafesim biraz ağrırdı.

Beyaz ayakkabılarım çamura batardı.

Yağmur yağardı ama beni ıslatan şey gözyaşım olurdu.

Ellerimi havaya kaldırıp gökyüzüne bakardım, gökyüzü de sırt çevirir bir daha güneş açtırmazdı. Öyle öyle geceye yani parlak aya alışmıştım çünkü beni bir tek gecelerin ayı kabullenmişti.

Şimdi birisinin varlığını hissediyordum ve o kişi düştüğüm yerden kaldırıyordu.

''Sen kahvaltı ettin mi?'' Diye sordum.

Elleri saçlarımı buldu ve oraya masaj yapmaya başladı. ''Güzel bir tost yedim. Avokado üzerine limon sıktım.''

Dudaklarımı ıslattım. ''Sana, o soslu tavuğumdan yapmamı ister misin?''

''Çok iyi olur.''

Gözlerimi yumdum.

Yavaşça doğrularak dizine kafamı yasladım. ''Serter.'' Kokusunu içime çektiğimde, bunun yanlış değil de doğru olduğunu hissettim ilk kez. ''Biz boşandıktan sonra İspanya'ya mı gideceksin? Yani, orada bir hayatın var sonuçta. O hayatına devam mı edeceksin?'' Gitmesini istemiyordum.

Beni ayakta tutan şey bastığım toprak değil, senin varlığın diyemedim.

''Neden boşanmadan söz ediyorsun ki? Belki.'' Sustu. Araya girdim. ''Belki?'' Cevap vermesini beklediğimde, elleri saçlarımda durdu, duraksadı, biraz karmakarışık oldu.

''Belki, Türkiye'de kalmam için sebepler oluşur?'' Güldüğünü işittim. ''Güzel sebepler, sıcak yuva, çocuk sesleri, merdivenden inerken kahkaha atarak inen bir kadın ve biraz bahçeli ev...Bunlar hayalde mi kalır Gece Hanım?''

Hayal kalmamalıydı.

''Şey...'' Kızardım tekrardan. ''Hava çok güzel değil mi?''

Kahkaha attı. ''Evet hava çok güzel, yağmur yağıyor. Başka nasıl güzel olabilir?''

''Kar da yağabilirdi, öyle düşün.'' Kalkmaya çalışarak onunla göz göze geldim. ''Kocacığım...Kocişim şimdi şöyle demek istiyorum. Diyorum ki acaba sizinle bir gün güzel demli çay içebilir miyiz?'' Konudan konuya atlıyordu.

Kabul etmeyeceğini biliyordum çünkü Serter asla kafein tüketmezdi. Çay ve kahve kırmızı çizgisiydi.

''İçelim mi şimdi?'' Koltuktan destek alarak ayaklandı. ''Hatta, ben bize çay söyleteyim, Aslı yapsın.''

''Bir dakika bir dakika sen çay mı içeceksin?'' Ağzım kocaman açıldı.

''Bugün seni kırmayacağım, ne istiyorsan yapalım. ''İşaret parmağını burnuma dokundurdu. Yüzünde büyük bir sırıtış mevcuttu. ''Fakat, bir kereliğine mahsus tamam mı?''

''Tamam.'' Heyecanlanmıştım. ''Biliyor musun sen benim en sevdiğim kocamsın.''

''Başka kocan mı var?''

''Hayır yok.'' Dedim.

Mutfağa yürüdüğümüzde, onunla ilk çay içeceğimiz için heyecanlıydım. Bu saçma gelebilirdi, alt tarafı basit bir çay olarak görülebilirdi ama işte basit değildi. Öyle gözüküyordu fakat değildi. Çokça duygu vardı bu çayın içinde.

Hislerimi anlatamazdım.

Kelimeler yanında yetersiz kalıyordu. Bulutlu bir havada güneşin açması gibiydi hislerim. Hiç beklemediğim bir şey olmuştu. Bunu hemen günlüğüme yazacaktım. Onunla tüm anılarımı yazabilir miydim?

Tezgahın başına geçtiğimde ona baktım. ''Bize, çayı ben yapacağım.'' Suyu kaynattığımda, arkamdan gülümseyerek tabureye oturduğunu gördüm. ''Eğer sana acı gelirse, kaldı ki acı gelecektir; uzun zamandır içmediğini düşünerek konuşuyorum. Her neyse içine birkaç damla limon koyarız, acılığını alır.''

''O zaman da ekşi olur.''

''Taş kağıt makas yapalım mı?'' Diye sordum.

''O nasıl olacak?'' Dediğinde çatık bir kaşla elini gösterdim.

''Ben yenilirsem...'' Ellerimi ona uzattım. ''Sade içeceksin, eğer sen yenilirsen limon koyacağız tamam mı?''

''Pekala.''

Kuşkuyla gözlerimi kıstığımda, kazağının kollarını yukarıya kıvırdığını fark ettim. ''Daha önce taş kağıt makas yaptın değil mi?'' Şaşkınca bakınca, yapmadığını anladım. ''Problem yok, sana öğreteceğim. Bak şimdi, kağıt taşı sarar ya da dur...Sen sadece ellerini kaldır, diğer elini benim gibi yap.''

Göstermek için önce bir deneme yaptım.

Bana bakınca anlamış gibi gözüküyordu. Öyle düşünüyordum, en azından.

''Taş kağıt makas dedikten sonra aynı anda duruyoruz.'' İçimden dua ettim, ben kazanmalıydım. Hırs sarmıştı bedenimi. ''Beni izle, sen yalnızca dur başka bir şey yapma. Ben kimin yenildiğini söyleyeceğim.''

''Ne hale düştüm ben.'' Güldü.

''Taş kağıt makas.'' Dedim ve kapı açıldı.

Bu kapı her zaman tam vaktinde açılıyordu.

İçeriye giren Aslı ile Serter hemen ellerini çekti, toparlanmaya çalıştı. Muhtemelen, Aslı'dan utanmıştı. Aslı'dan neden utanıyordu bilmiyordum. Öyle gözükmemek istememişti anlaşılan; oysa insan arada çocukça davranabilirdi. Her zaman boynuna batmakta olan bir iğneden ötürü dik bir biçimde durmak zorunda olmamalıydık. İnsan bazen kurallarını azaltabilirdi.

''Ben çayı yapardım.'' Dedi Aslı.

Serter kulaklarına kadar kızarmıştı. ''Aslı, sen bizi yalnız bırak. Biz hallediyoruz.''

Utanmıştı.

İçten içe güldüm.

Aslı çıkar çıkmaz ellerini tekrar öyle yaptı. Büyükelçi beni bazen uğraştırıyordu. İşaret parmağımla elini gösterdim. ''Bir, iki, üç.'' Diye sıraladım.

Onun eli kağıt, benim elim makas olmuştu. Bu demek oluyordu ki limonlu bir çay içecekti. İyi olmuştu Serter'e. Limonlu bir çay içerek yüzü hafif ekşiyecekti. Hem çayı limonlu severdim, tadı güzel oluyordu.

''Limonlu.'' Dedim.

Dudaklarını ısırdığında; ''Bir daha yapalım.'' Demişti.

''Haksızlık yapma, lütfen.'' Arkama dönerek kaynayan çaydanlığın içine iki çay kaşığı dem koymuştum. ''Limonlu içeceksin. Ayrıca, sonra belki sana limonsuz bir çay verebilirim.'' Dünyanın en kolay şeyi çay yapmaktı.

Çayımız hazırlanınca, kendime ince belli bir çay bardağına çay doldurup; Serter'e ise siyah bir kupada çay verdim. Önüne bıraktığımda, aramızdaki çay bardağının boyutunu görünce biraz şaşırmıştı. Yine de düşüncelerini umursamıyordum. Sonuçta benim için çay içecekti, her halükarda o çayı içmek zorundaydı.

''İnce belli bardak?'' Gülümseyerek kupasını eline aldı.

Limon da sıkmıştım.

''Belim ince ayol.'' Dedim.

''Ayol.''

Naz...

Naz benim düşmanım olmalıydı.

Omuz silkerek tezgaha ellerimi dayadım ve çayımdan bir yudum aldım. ''Naz.'' Açıklama gereğinde bulundum. ''Hatırlıyor musun? Hastanede yanımdaydı. O genelde böyle hitap kullanır, ben de sanırım ondan kaptım.'' Gayet anlaşılır konuştuğumu düşünüyordum.

Çayın kokusunu burnuna çektiğinde, midesinin bulandığını mimikleriyle hissettiriyordu. ''Kokusu kötü, bunu nasıl içiyorsunuz?''

''Uzun zamandır içmediğin için sana kötü gelmiş olabilir.'' Çay bardağımın tabağın üzerine bıraktım. ''Limon koydum, tadı daha güzel olmuştur, emin olabilirsin.''

Hiç emin gibi değildi. ''Öyledir.''

''Serter.''

Çayı dudaklarına götürdü, küçük bir kısmı içtiğinde gözlerimin içine baktı. ''Sen çok tehlikelisin.'' Neden diye sormama gerek kalmadan konuşmasına devam etti. ''Normalde hiçbir kuvvet bunu bana içirmez ama sen bunu başardın.'' Yüzüme eğildiğinde, nefesini hissediyordum. ''Senden korkmalı mıyım?''

O da ben de çok şey değiştirmişti, fakında değildi.

Eskisi gibi gerçekler ruhumu üşütmüyordu. Gecenin bir yarısı fırtınaya kapıldığımda aradığım ilk kişi Serter oluyordu. Dün akşam, Barış'tan değil; Serter'den yardım istemiştim. Ruhuma yorgan örtmesi için onu seçmiştim. Ben de değişiyordum, değişim bazen iyi yönde olmazdı ama ilk kez ters esen bir rüzgardan korkmamıştım çünkü bazen soğuk rüzgarlar sıcak rüzgarlardan daha çok ısıtırdı.

''Korkma.'' Fısıltım bizi yakardı.

Ya da onun gözleri yakardı; güneşten daha mı çok yakardı yoksa?

Mavi gözleri koyulaştı. ''Bak bitirdim.'' Çayı gerçekten de bitirmişti. ''Şimdi, iznin olursa çıkmam lazım. Bir saat içinde gelirim. Sonra birlikte maç yapacağımız yere gideriz.''

''Görüşürüz.''

Elini göbeğine dokundurdu. ''Kaslarım eriyecek kafein yüzünden.''

''Abartma.''

Kahkaha atarak mutfaktan çıktığında, bardakları yıkayarak tezgaha bıraktım ve ben de mutfaktan çıktım. Serter'in gidişini duyduğum dış kapının sesinden sonra adımlarımı odasına yönelttim. Bir eşofman takımı daha çalacaktım. Bu çaldığım kaçıncı eşofmandı acaba?

Odasına geçtiğimde, dolabın kapağını sola çevirdim. Siyah bir eşofman takımı çıkardım. Serter'in bir katı sadece eşofmanlara ayrılmıştı. Üzerimi giyindikten sonra dişlerimi fırçaladım. En güzel kokularımı sürdüm, makyajımı da yaptım. Dudaklarıma gloss sürmüştüm. Saçlarım yukarıdan toplanmıştı.

Aynadan kendime baktım.

Koridorun aynasından kendime bakmak için odadan çıktığımda, merdivenlerden yukarıya yürüyen bir kişiyle karşılaştım.

Berrak...

''Gece Hanım, engel olamadım.'' Dedi Aslı.

''Sorun yok.'' Elimi havaya kaldırdım. ''Sen bizi, yalnız bırakabilirsin.'' Öfke duygusu bedenime yerleşmişti.

Bu kadın nasıl bu kadar kolay eve gelebiliyordu? Neden ders almamıştı? Serter onu istemediğini dile getirmişti. Üstelik iyi bir insan olsaydı, Serter'i aldatmazdı. Onu aldatmıştı en yakın arkadaşıyla. Şimdi ise elini kolunu sallayarak eve gelebiliyordu. Böyle rahat insanlardan nefret ediyordum.

Üzerinde mavi bir kaban vardı. Uzunca boyuyla tüm bacaklarını kapatmıştı.

Siyah saçları dalgalı dalgalı omzunda salınıyordu, kırmızı bir ruj sürmüştü. Kavruk tenini gizleyen fondöten ve göz pınarlarına sürmüş olduğu beyaz far ile güzel bir makyaj yapmıştı, bu konuda hemfikirdim. Beni kızdıran şey, güzel bir kadın olduğu halde kalbindeki kirliliğin yüzündeki güzelliğiyle tezatlık kurmasıydı.

''Ne istiyorsun?'' Kollarımı birbirine sardım.

''Burada kısa süreliğine varsın, biliyorsun değil mi? O seni hiçbir zaman istemeyecek, sen sadece onun oyuncağısın, başka bir şeyi değil.''

''Berrak.'' Bir adım atarak önünde durdum. ''Bak, iki medeni insanız. Benden yaşça da büyüksün, beni anlayabileceğini düşünüyorum.'' Gözlerim gözlerine odaklandı. ''Buraya kafana göre gelemezsin, burası senin ahırın değil?''

''Seninle evliliği tamamen gerçek bir aşk üzerine değil.'' Tehlike çanları çaldı siyahlıklarında. ''Seni istemiyor, seninle evlenmeseydi benimle evlenecekti. Onun tek amacı prestijini düzeltebileceği sahte bir evlilikti. Bunun için benimle evlenecekti.''

Neler söylüyordu?

''Anlamadım.''

''Buraya sana anlatmak üzere geldim. Serter ile gerçek bir evliliğinin olmadığını biliyorum çünkü bir hafta öncesine kadar arkadaşları olarak ona evlenmesi konusunda tavsiye verdik. Üzerine yapıştırılan bu iftirayı ancak evlenirse temizleyecekti; böylece toplum üzerinde evli, olgun bir eşe sahip adam olarak gözükecekti.''

Yalan söylüyordu, akılsız bir kadın değildim. Olayları çarpıtarak anlatıyordu; amacı beni tongaya düşürmekti.

''Bizim evliliğimiz gerçek. Bizim evliliğimiz gerçek.'' İki kez tekrarladım. ''Sen de dış kapının dış mandalı oluyorsun. Uzaktan bizi izlemeye devam et.''

Onun oyununa düşmeyecektim. Her şeyi deniyordu. Eline gelebilecek her türlü silahı kullanacaktı. Onu öyle tanımıştım. Ben, bunu kadını gördüğüm andan itibaren kötü birisi olduğunu anlamıştım. İyi bir insan olsaydı, çocuğuna alkol içirmezdi. Çocuğuna alkol içeren bir insanın sözlerinin değeri ben de yoktu.

''Serter seni inandırmış.''

Elimle kapıyı gösterdim. ''Güle güle Berrak, seni Bakırköy'e aktaralım; orada rahat edeceğini düşünüyorum.''

''Aklın yok.''

''Bak eğer gitmezsen, sana bir şeyler yapmak zorunda kalacağım. Yerinde olsam giderim, rahat rahat çocuğunla ilgilen. Bu yalanlarını başkasına anlat, ben sana inanmam.''

Koşarak merdivenlerden indiğinde, sinirlerim bozulmuştu. Bana söylediği şeylerin mantıklı bir açıklaması dahi yoktu. Saçma bulmuştum. Söylediği sözlere hemen kanmadım. Eğer böyle bir durum olsaydı, Serter bana anlatırdı. Oğluna alkol içeren bir kadının söylemlerini de ciddiye alamazdım.

Beklemeye başladım.

Serter'in gelmesini bekledim.

O kapıyı açtığında, hemen aşağıya indim. Erken gelmişti, bir saat değil de kırk beş dakika gibi bir zaman süresinde gelmişti. Kabanını çıkarışını izledim. Aslı'ya kabanını uzatıyordu. Saçları biraz ıslanmıştı.

''Gece.'' Aslı'nın uzatmış olduğu havluyla yüzünü kuruladı. ''Beni kapılarda mı karşılıyorsun artık?''

''Neredeydin?''

''İspanya kontaklı birkaç telefon görüşmesi yaptım.'' Havluyu Aslı'ya uzatıp salona yürüdü. Arkasından onu takip ettim. ''Hazırsan çıkalım olur mu?'' Düşünceli ruh halimi gördüğünde, salonun kapısını kapatıp koltuğun destek kısmına kalçasını yasladı. ''Bir şey olmuş, ne oldu?''

Ona nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hazır hissedinceye kadar bir şey söyleyip söylememek arasında kaldım. Gözlerinin içine baktım, endişeli suratına baktığımda; söyleyeceğim konudan hemen bahsetmemi ister gibi bir hali olmadığını inkar edemezdim.

''Gece?''

Ayakta dikilerek saçlarımı geriye atıp düzelttikten sonra kendimi hazır hissetmiştim. ''Berrak buraya geldi.''

Berrak'ın adını duyar duymaz kasılmıştı. En az ben kadar Serter'de o kadından soğumuştu. Bir insan birisinin adını duyunca böyle öfkeyle bakamazdı. Besbelli Serter'de de bazı olgular kırılmıştı. Arada Semih olmasaydı, o kadınla muhatap olacağını düşünmüyordum. Emin olmuştum.

''Niye geldi?''

''Bana, sizin geçmişte evleneceğinizden bahsetti.'' Parmaklarımı birbirine kenetledim. ''Onunla evlenecekmişsin, insanlara olan prestijini evlilik sayesinde düzeltecekmişsin.'' Kırıldığımı belli etmedim.

Alnının ortasında derin bir çukur oluştuğunda, yüzüme eğilerek; ''Buna inandın mı?''

''Hayır.'' Dedim.

''Ben hiçbir zaman evlilik düşünmedim.'' Ses tonu biraz sert çıkmıştı. ''Hayatım boyunca da sırf prestij için kimseyle evlilik yapmadım, yapmam da. Benim için bir kadına bağlı olmak veyahut parmağımda yüzük olması her zaman dehşet verici bir olay olmuştu.'' Sinirlendiğini hissedebiliyordum. ''Bu yüzden evlilik yapmam.''

''Ben sana inandım zaten.'' Ona inanıyordum.

Çatık kaşları bir an olsun bile düzelmedi. ''Beni öfkelendiren şey; Berrak'ın artık çıldırma noktasına geldiğini düşünmemdir. O durumu halledeceğim, kalıcı bir çözüm bulmam lazım.''

''Sana inanıyorum.''

İki eliyle birden yüzümü kavradığında ayağa kalkmıştı. Karşımda durdu, gözleri gözlerimi buldu. Ona bakarken hissettiğim duyguların büyüklüğünü fark etmeye başlamıştım. Sınırları ele alarak uzak durmayı amaçlarken çizdiğim sınırların içerisinde boğulmuştum. Deli saçlarım rüzgarda dolaşırdı. anlardım şiirlerin bu denli etkili olacağını, yaza yazılırdı dizeler kış dururken; görürdüm hislerimi.

Kışa yazmak lazımdı bazen şiirleri.

''Bu konuyu son kez açıp son kez kapatmak istiyorum.'' Ciddi bir konuşma geliyordu. ''Ben geçmişte hiçbir zaman evlilik düşünmedim, kaldı ki hasta olduğunu düşündüğüm bir kadınla zaten evlenmem. Doğacak çocuklarımın annesinin karakteri her şeyden daha önemli. Ruh hastası birisi anne olamaz.''

''Belediyeyi hastaneye kapatalım.''

''Belediye?''

''Çöp Belediyesi.'' Yüzümü buruşturdum.

Kafamı çekerek göğsüne yasladığında sırtım ellerini buldu. Onun kahkahasını işittim. Kahkahası bir müzik melodisi olarak yayılıyordu. ''Sen çok kıskanç bir kadın oldun.'' Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. ''Gece Hanım, siz biraz gıcık mı kaptınız acaba?''

''Seni kıskanmıyorum.'' Diye direttim.

''Öyle mi?''

''Kıskanmıyorum.''

''Pekala pekala.''

''Ayrıca, ben neden kıskanayım? Çok saçma kıskançlık, niye var bu kıskançlık.'' Gittikçe saçmalıyordum. Besbelli göğsüne yaslı olan kafam yüzünden beynim durma noktasına gelmişti.

Büyükelçi büyücü müydü acaba?

Dip not; o bir büyücüydü.

Büyülenen kimdi bu hikayede?

''Bana henüz en sevdiğin şarkıyı söylemedin.'' Bir anda aklıma gelmişti. Derin bir kaş çatıldığını gördüğümde yüzüm yüzüne odaklanmıştı. ''Neden söylemiyorsun? Yoksa ben senin için önemsiz biri miyim?''

''Önemlisin.'' Dedi.

''Söyler misin o zaman?''

Telefonun sesiyle benden uzaklaştığında, telefona beddualar etmemek için zor tuttum kendimi. Ne zaman kritik bir durumda olsak yerli yersiz telefonu çalıyordu. Bu durum biraz sinirimi bozuyordu.

''Çok özür dilerim, geliyorum hemen.'' Telefonunu kulağına götürdüğünde, salondan çıkmıştı.

Geriye yaşlı bir rüzgar bırakmıştı.

Onu beklemeye başladım. Muhtemelen maç için aramışlardı, öyle olduğunu düşünüyordum. Onu beklerken evin duvarlarını inceledim. Burayı krem bir renge boyasam Serter kızar mıydı? Ev fazla kasvetli geliyordu bana. Bu kadar kasvetli olması iyi değildi. Üstelik, Serter'in de bu evde boğulduğunu düşünüyordum.

Kapıyı açıp kapı girişinde durduğunda, eliyle kolu tuttu. ''Hadi çıkalım, bizi bekliyor. Karşıda, arkadaşımın bir spor kulübü var ama biz dışarıda oynayacağız. Yağmur eğer yağarsa içeri geçeceğiz tamam mı?''

''Sen üstünü değiştirecek misin?'' Diye sordum.

''Soyunma odasında giyerim bir şeyler.'' Elini uzattığında, elim elini buldu.

Birlikte arabaya geçtiğimizde, Serter elimi bıraktı ve arka tarafa oturdu. Yanına oturduğumda, Şoförü de arabayı çalıştırmıştı. Yolculuk boyunca hiç konuşmadık, ikimizden de ses çıkmamıştı. Karşı tarafa geçeceğimiz için yol biraz uzun sürmüştü. Kafamı cama yaslayıp yolun bitmesini bekledim. Yok sanki bitmemek için her türlü çabayı gösteriyordu.

Araba durduğunda, elini uzatıp birlikte arabadan indik.

''Maçtan sonra baş başa yemek yeriz.'' Göz kırptı. ''Karıcığım ile güzel bir brokoli çorbası, yanında karnabahar salatası yeriz.''

''Tokum ben.'' Yemekleri duyar duymaz açlığım kesildi.

''Olmaz öyle, limonlu çay içtim ben.'' Gülüyordu, gayet hoşuna gidiyor olmalıydı. ''Bu konuyu maç bittikten sonra tartışırız. Şimdi içeriye girelim ve seni arkadaşlarımla tanıştırayım olur mu?'' Dedi.

Serter'in arkadaşları ile tanışacağım için heyecanlıydım. Onun arkadaşlarının kendisi gibi kaliteli olacağını düşünüyordum. Bana göre, sadece Berrak kalitesizdi; bazen yumurtaların içinde çürük yumurtada olabiliyordu. Sorun etmemeye çalıştım.

Elini belime bıraktığında, büyük demir bir kapının açılışıyla içeriye girdik. Bomboş koridordan ilerlediğimizde, Serter belimi tutarak beni yönlendirdi. Sola tarafa döndüğümüzde, tekrar bir kapıdan içeriye girdik. Bu sefer ki kapı arka bahçeye açılıyordu.

Kalabalık bir grup ile karşılaşan gözlerim ufak bir şaşkınlık yaşadı. Serter'in tüm arkadaşları çok uzundu. Bu haksızlıktı çünkü yanlarında küçücük kalacaktım.

''Gel bakayım.'' Belimdeki ellerini çekip arkadaşlarıyla tek tek tokalaştı. Hepsi heyecanlı görünüyordu. ''Oğlum çok geç kaldın.'' Dedi sarışın bir erkek.

Serter gülümsedi. ''Yol uzun sürdü.'' Yüzünü bana çevirdiğinde, bir adım öne atılarak yanında durdum. ''Sizi, karım ile tanıştırayım.''

Beş erkek vardı. Beş erkekten dördü yabancıydı. Hepsi ayağa kalkmıştı, biri hariç. Pusat'ta buradaydı. Elinde bir adet bira şişesi vardı, onu içiyordu. Telefonundan görüntülü konuştuğu esmer iki kızla sohbet ederken, birasını yudumlamaktan da geri kaçmıyordu. Sanırım Serter ile zıt olduklarını bir kez daha anlamış bulunmaktaydım.

''Onat.'' Dedi esmer çocuğu gösterirken. ''Onat'ın yanındaki Edward, Edward'ın yanındaki Akın ve Emir.''

Hepsiyle tek tek tokalaştım. ''Memnun oldum.''

Akın daha güler yüzlü birisine benziyordu. ''Siz ne ara evlendiniz bilmiyorum ama ben şu kocanın en tatlı arkadaşı oluyorum.'' Boynunda renkli bir atkı vardı. Atkısına baktığımı görünce kahkaha attı. ''Yanlış anlama, kocana hiçbir zaman yürümedim.'' Diye bir açıklamada bulundu.

Yanlış anlamamıştım.

Pusat ellerini havaya kaldırdı, beni yeni görmüş gibi. ''Yenge hoş geldin.'' Tekrar telefona gömdü kafasını, muhtemelen esmer kadınlar daha çok ilgisini çekiyordu.

''Hoş buldum.'' Garip bir biçimde heyecana kapılmıştım. ''Sizinle tanıştığım için mutlu oldum. Serter'in çevresini tanımak beni heyecanlandırdı.''

Onat, ''Nikaha çağrılmadık ama düğüne çağrılırız diye düşünüyoruz.''

Serter araya girdi. ''Neden olmasın.'' Mavilikleri sisli bir sonbahar sabahında beni bular gibi elalarımı buldu. ''Biz Gece ile düğün yapmayı istiyoruz. Yaza doğru güzel bir düğün yaparız değil mi?''

Pusat atladı. ''Nikahta ben vardım.''

''Zevzek.'' Dedi Emir.

Serter, ''Eşlerinizin de geleceğini sanıyordum.''

''Biz sana haber vermiştik aslında ama o kadar yoğunsun ki...'' Pusat hem esmer kızla konuşuyordu ama bizimle sohbet etmeye çalışıyordu. ''Benim eşlerim gelemedi, Serter. Eşlerimle görüntülü konuşmayı seçiyorum her şeyin yerine.''

Anlaşılan Pusat her yerde Pusat'tı.

''Ben oynamayacağım zaten.'' Oynamasını bilmiyordum. O yüzden oynamayı düşünmüyordum.

''Gece.'' Dedi Serter.

''Gerçekten bilmiyorum.''

''Ben sana öğretirim.'' Öğreteceğini biliyordum ama yüzüme top gelmesinden korktuğum için hiç bulaşmak istemiyordum.

Hem hepsi çok uzundu. Yanlarında çocuk gibi kalırdım. Türkiye standartlarında kadınlardan bir tık uzun olmama rağmen neredeyse iki metre olan adamlarla oyun oynamak istemiyordum. Tek örgülerin arkasında duran banklarda oturmayı tercih etmeye karar vermiştim.

''Biz giyinip geleceğiz, sen burada otur tamam mı?'' Bankı gösterdiğinde yavaş adımlarla Pusat'ın yanına geçtim.

Serter ve arkadaşları tekrar içeriye girdiklerinde tek kaldığımı düşünerek kollarımı birbirine sardım. Bulutlu hava yüzünden yağmur yağacağını hissetmiştim. Ayaklarımı öne uzattım ve spor ayakkabımla toprağı çıkarmaya çalıştım.

Büyük bir yerdi bahçesi.

Pusat telefonunu kapatıp kucağına bıraktığında otuz iki diş sırıtıyordu. ''Kız sen güzelmişsin, he.''

Bana mı diyordu? Üstüme alınmadım.

''Pardon?''

''Senin göz rengin ne bakayım?'' Gözlerimin içine büyük büyük bakarak; ''Yeşil mi ela mı? Güzelmiş gözlerin. Seni nasıl kaçırdım ben?'' Şakalaşıyordu fakat Pusat'ın niyeti bozduğunu düşünüyordum. Hafif korkmuştum.

''İçtin mi sen?''

''İçmedim.'' Birası yanında duruyordu, yine de cevabı olumsuzdu. ''Senin hiç arkadaşın var mı ya? Böyle sarışın uzun boylu bir kız tercihimdir.''

Aklıma Naz gelmişti.

Naz, Pusat'ı çiğ çiğ yerdi. Naz'ı tanıyordum. Tek istediği şey zengin bir erkekti. Pusat'ın da parası olduğunu düşünüyordum ama Naz ile bir ilişkiye başlarlarsa Naz sonunda üzülebilirdi. Başta belki kapılmazdı, sonradan Pusat'ın onu üzeceğini hissediyordum; yine de bu çiğ çiğ yemeyeceği anlamına gelmezdi.

''Arkadaşım var...'' Yüzümü buruşturdum. ''Sana, kız yok.''

''Gıcık.''

Serter'in adım seslerini duyunca arkama döndüğümde, altına geçirmiş olduğu kısa şort ile ufak bir şaşkınlık geçirdim. Onu böyle rahat bir kombinde görmeyi beklemiyordum. Resmiyeti bir kenara bırakarak rahat bir kombin seçmişti. Bir kez daha hayran olmuştum. Sürpriz yumurta gibiydi, her seferinde beni şaşırtıyordu.

Elinde bir adet basketbol topu vardı.

Arkadaşları sahaya geçtiğinde, Serter arkamda durdu; kulağıma eğildi. ''İçeriden sana çay yaptırdım, yanında da beyaz havlu var. Kocan terlerse alnımı kurutacağını düşünüyorum.''

''Seni videoya çekebilir miyim?'' Diye sordum.

''Yakışıklı çıkartmaya çalış beni.'' Pusat'a doğru kafasını çevirdiğinde. ''Hadi kalk, seni beklemeyeceğiz iki saat.''

Pusat güldü. ''Bana bağırma.''

Pusat sahaya girdiğinde, Serter'de arkasından gitmişti. Bana bırakmış olduğu termosu ve havluyu yanıma alarak onu izlemeye başladım. Üçer kişiden oluşan bir grup kurmuşlardı. Emir, Edward ile Serter aynı gruptaydı. Diğerleri ise karşıdaki gruptaydı. Onları izleyeceğim için şimdiden heyecanlanmıştım.

Kalbimin sesi yağmuru bastıracak kadar yüksekti.

Bacak bacak üstüne attığımda, tel örgülerin arasında bana bakan Serter Güçlü Beyefendisi ile göz göze geldim.

Dudaklarını ıslattı, ardından arkadaşlarının yanına geçti. Onu izlemeye başladım. Her bir görüntüsünü zihnime kazımak istiyordum fakat bazen görüntüler unutulurdu. Hep hatırlamak için not düşmek gerekiyordu. Bir kağıt parçasını daha Serter için ayıracaktım. Kağıda nasıl bir hatıra düşeceğimi şimdiden bulmuştum.

Pusat, Akın ve Onat karşıya geçti.

Top Serter'in elindeydi. İlk vuruş başladığında, iki adımı geçmeyecek şekilde potaya atmaya çalıştılar. Onları izlerken termosumun kapağını açıp çayımdan bir yudum aldım. Kokulu bir çaydı, kış meyvelerinin kurularıyla hazırlanmıştı. Ağzıma küçük bir portakal kabuğu geldi. Kış çayı olduğunu direkt anlamıştım.

''Bu maçı biz kazanacağız.'' Diye bağırdı Pusat.

Serter öfkeyle topu uzak bir köşeden potaya fırlattığında, arkadaşlarıyla tokalaştı. ''Bu karıma gelsin.'' Dedi.

Bana bir sayı bahşetmişti.

Gerçekten evli olmadığımız halde, beni düşünmesi yüzümü gülümsetmişti.

Termostan bir yudum daha içtiğimde, göğsümde bir sıkışma belirdi. Bana aylar önce böyle bir görüntü sunsalardı asla inanmazdım. Çevrem kalabalık olduğu halde hep yalnız öleceğimi düşünürdüm. Şimdi ise evliydim, parmağımda bir yüzük vardı. O yüzükle beraber bir şeyler düşlüyor, bir şeyler yaşıyordum.

Eskisi gibi korkmuyordum güneşten.

Bilirdim ki güneşi soğutan bir adam vardı hayatımda.

O buz mavisi bakışları beni her irdelediğinde, kanayan kanlı yapraklarım denize karışıyordu. Bir mavi bu kadar çok güçlü olamazdı, öyle düşünürdüm. Şimdi o maviyi anlamıştım. Netlik kavuşmuştu bazı sayfalarda ve bazı bazı sayfaların artık altı çizili değildi. Cümleler dargınlığı bırakmıştı, rakip kelimeler sırt sırta vermişti.

Benim sayfalarımda bile küslük yoktu artık.

Cennet bu muydu? Cehennemin ortasında geçen çocukluğum tek bir gülümsemeyi cennet mi sayar olmuştu?

Ona baktım.

Bana bakarak ikinci kez topu potaya çevirdi. Sayılar çoğalıyordu. Serter'in grubu yenmek üzereydi. İlk yarı galibiyetle taçlanacaktı sanırım.

İlk yarı biter bitmez, tel örgülerin arkasından ona yaklaştım. Elleri tel örgüsünü sardı, galiba bu biraz beni üzdü çünkü rol yapıyor olması düşüncesi canımı acıtmıştı. Elimde olsaydı, onun zihnini okumak isterdim. Ne düşündüğü benim için önemliydi ne düşlediği de aynı zamanda.

''Terledim.'' Parmaklarıma parmaklarını bastırdığında, mutlu gözüküyordu. ''Kocan, kaç sayı kazandırdı, gördün mü?''

''Gördüm.''

''Her zaman potada ilk anda topu tuttururum.'' İmalı ses tonuyla ne dediğini anlamamıştım.

Ona havluyu uzatmaya çalıştığımda, tel örgülerin arasında kalan boşluktan alıp yüzünü sildi. Telefonumu çıkardım ve yüzünü silerken ki görüntüsünü çektim. Bana gülüyordu, hoşuna mı gitmişti acaba? Kamerayla çok fazla haşır neşir olmadığını düşündüğüm Serter; bana poz bile vermişti.

''Şans dile.'' Arkasına baktı, arkadaşları ayak üst sohbet ediyordu. ''Yaklaş.'' Emir veren ses tonunu dinleyerek yaklaştığımda, alnıma dudaklarını bastırdı tel örgüsünün arkasında. ''Şans öpücüğümü de aldım.''

Tekrar oynamaya devam ettiler. Ben de çayımı içmekle meşgul oldum. Sonsuza kadar bu çayı içmeyi düşünüyordum. Normal çayın içine koydukları kış meyveleri sayesinde aromalı haline aşık olmuştum. İçtikçe içesim geliyordu.

İkinci yarı bittiğinde, Pusat'ın takımı kazanmıştı. Böylece berabere kalmışlardı. Arkadaş olduklarından dolayı eğlencesine oynuyorlardı, dolayısıyla kazanan veyahut kaybeden pek onlar için önem teşkil etmiyordu.

Havluyu tekrar elime alıp sahanın içesine girdiğimde, Serter'e havluyu uzatmıştım. Havluyu aldı, sırtına kadar ter içinde kaldığı halde nazikçe sırtının terini temizledi. Teri kötü kokmuyordu, kötü bir koku almamıştım.

''Biz soyunma odasına gidiyoruz, gelirsin Serter.'' Dedi Onat.

''Tamam.'' Serter havluyla işini bitirip tel örgülerin arasına astı. Arkadaşları tamamen burayı terk etmişti.

''Gel şimdi seninle teke tek bir oyun oynayalım.'' Basketbol topunu eline aldığında arkasına dönerek birkaç metrelik mesafeden topu sırtı potaya dönük bir şekilde fırlattığında; yaptığı hareket sonucu tüm özgüvenim düşmüştü.

''Olmaz.''

''Korkma, yemem seni.'' Dedi.

Bence oynayabilirdim, daha önce hiç basketbol oynamamıştım. Futbolu iyi bildiğim halde basketbolu nasıl oynayacağım konusunda en ufak bir fikrim dahi yoktu. Sadece onun karşısına geçtim ve topu yerde sektirmesini izledim. Ellerime topa dokunduracağım sırada yan dönerek topu arkasına aldı, ardından potaya uzaktan fırlattı.

''Üç adım atma.'' Dedi.

''Aksi şey.'' Yüzümü kırıştırdım. ''Serter, topu bana ver.''

''Almaya çalışacaksın.'' Potadan dönen topu eline aldığında, kollarının arasına girerek topu havadan yakalamaya çalıştım. ''Bak hile yapıyorsun.''

''Topu ver.'' Oynamasını bilmiyordum ki.

''Olmaz.''

''Verir misin?''

''Vermem.'' Koltuk altına girdiğimde, vermem diyerek üçüncü kez potaya fırlattı fakat bu sefer potanın içine girmemişti. Fırsattan istifade potanın yanına koşarak topu aldım.

Zıplayarak topu atmaya çalıştığımda, tırnaklarımın birisi kırılmıştı. ''Tırnağım kırıldı.'' Ağlamak istiyordum. ''Gitti ojelerim, ben onlar için saatlerce uğraşmıştım.''

''Kızım sen...'' Yüz ifademi görünce duraksayan Büyükelçi'nin yüzüne topu fırlatmamak için zor tutuyordum kendimi. ''Bak şimdi, sen böyle oynayamazsan kurallara uymayız. Güzelce oynamaya çalış, öğren.''

''Kurallardan nefret ediyorum.'' Topu tekrar attığımda, Serter Belimden yakalayarak düşen topu sektirip potaya fırlattı.

Topa ayaklarımı vurduğumda top ayaklarımı acıtmıştı. Bir an olsun, futbol oynadığımı sanmıştım. Sanırım daha fazla rezil olmadan sahayı terk etmeliydim. Koşullar ne olursa olsun, pes etmemeye çalışarak basketbol topunu elime aldım ve onu dudaklarıma götürdüm. Küçük bir öpücük bıraktığımda, Serter garip garip baktı.

''Topu niye öpüyorsun?'' Diye sordu.

Omuz silktim. ''Şans öpücüğü.''

''Ona mı verdin şans öpücüğünü? Bana verseydin ya.'' Çocuk gibi görünüyordu.

''Sen hak etmiyorsun.'' Topu havaya kaldırdığımda, çok saçma bir hareketle potaya direkt fırlattım. ''Neden girmiyor ya? Çok saçma bir oyun.''

Düşen basketbol topunu sektirip tek elle yine potanın içine soktu. ''Sen bugün bu topu öptüğün için sana kızgınım şu an.'' Kızarmış suratım dikkatini çekmişti, heyecandan ötürü kızarmıştım, üstelik üzerimde büyük bir gerginlikte mevcuttu. ''Oynamasını bilmiyorsun, öğren artık.''

''Bana bağırma.''

''Bağırırım.'' Dedi.

Basketbol topunu yerden aldım ve birkaç metre uzaklaştım. Tahmini, yedi sekiz metre uzaktaydım. Güzel bir hareket yapacaktım. Bu hareket sayesinde, Serter'in gözünde harika maç oynayan birisine dönüşecektim.

''Gör, öğren ablandan.'' Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. ''Yakından atmak kolay, bakalım uzaktan yapabilecek misin?''

''Gece.''

''İzle.'' Topu havaya kaldırdığımda gözlerimi kapatarak fırlattım ve top hiç gitmemesi gereken bir yere gitmişti.

Serter'in bel altına değen top yüzünden Serter yaşadığı acıyla çığlık attığında; olduğum yerde kalarak durumun vahim görüntüsünü izlemeye çalıştım. Ben, Serter'in kasıklarına basketbol topunu fırlatmıştım.

Yanlış potaya tutturmuştum topu.

''Ne yaptın sen?'' Acıyla, elini önüne bıraktığında dizinin birisini yukarıya kaldırdı. ''Sen ciddi misin? Kaç metre öteden...'' Dişlerini sıktı. ''Kaç metre öteden nasıl tutturabildin?''

Ben ne yaptım ki?

Bence her insan böyle hatalar yapabilir?

''Özür dilerim, tekrar fırlatayım mı? Söz bu sefer sana gelmeyecek.'' Dedim.

Elini havaya kaldırdı. ''Hayır, rica ediyorum toplardan uzak dur.'' Bana yandan bir bakış atıp tel örgülerin önüne geldi ve oraya çömeldi. ''Güzel karım, senin derdin ne? Nasıl yapabildin? Canım çok acıyor.''

Yanına eğildiğimde, oraya dokunup dokunmamak arasında kalmıştım. ''Özür dilerim gerçekten görmedim, biraz acıttım.'' Elimi kasıklarını bulduğunda, ne yaptığımı ben bile bilmiyordum. ''Çok özür dilerim.'' Telaşlanmıştım.

Kasıklarında bulunan elimi fark eden Serter'in yüz ifadesi yumuşadı. Çakal.

''Tam orası acıyor, dokun lütfen.'' Dedi yalvaran bir ses tonuyla.

Parmaklarımı bastırdım, daha da acıttım canını. ''Burası mı?''

Canını acıttığım için dişlerini sıkmaya devam eden Büyükelçi; galiba beni boşama kararı almış olabilirdi çünkü bugün iki faul harekete imza atmıştım. Serter beni mahvedecekti, yapsa da hakkı olduğunu düşünüyordum.

''Okşa orayı.'' Boynu ter içinde kalmıştı. ''Güzel geliyor.''

''Şey...''

''Okşamaya devam eder misin? Canımı acıttın, tedavi olması lazım.'' Fırsatçı.

Serter gerçekten de fırsatçıydı.

Ellerimle uzun süre okşamaya çalıştım. Serter bir doku elimin altındayken terlememek veyahut heyecanlanmamak elde değildi. Yakın bir pozisyonda yüzüne eğilmiştim, saçlarım dizine değiyordu, kendi dizlerim ise sert zemin yüzünden acımak üzereydi. Tek düşündüğüm şey, acısını gidermekti.

Asla başka bir amacım yoktu. Yoksa var mıydı? Bunlar ayıp şeylerdi.

''Çok güzel...'' İç çekti. ''Çok iyi.'' Anı yaşıyordu.

Pislik Serter.

Dudaklarımı ısırdığımda, saçlarıma dokunan elleriyle ufak bir şaşkınlık yaşadım. Saçlarımı toplamaya çalıştı ve gözleri dudaklarıma çevrildi.

''Çok güzelsin.'' Dedi yeri göğü inletecek bir fısıtı sesiyle.

Bana güzelsin demişti. Bunun anlamını bilmiyordu. Herkese söylenebilecek iki kelimelik bir iltifat değildi, altında bambaşka duygular yatıyordu. Güzelsin dediği için güzel olduğumu düşünmeye başlamıştım artık. Güzelsin demek büyük bir olaydı,

Serter ilk oku saplamıştı kalbime.

''Yuh yuh ne oluyor, dostlar ne oluyor.'' Tel örgünün kapısını açıp şaşkınlıkla bakan Pusat'ın ağzı kocaman açılmıştı, göz bebeklerinin yöneldiği yer ise; Serter'in kasıklarının üstündeki elimdi. ''Lan kıza 31 mi çektiriyorsun?''

Elimi hızlıca çektim.

Serter kızardı. ''Pusat defol git.''

''Sizin yatak odanız yok mu?'' Pusat sırıtıyordu.

Serter'in gözleri beni bulduğunda, ayaklanmıştım. ''Ben giyinip geleceğim, sen arabaya geç olur mu?''

''Tamam.'' Dedim.

Pusat kollarını birbirine sardı. ''Niye utanıyorsunuz? Seks normal bir şey, bence yapmaya devam edin. Ben zaten yanlışlıkla geldim.''

''Kızı utandırıyorsun, öfkelendirme beni.'' Serter'in çatık kaşlı halinden ben bile korkmuştum. Sinirlendiği zaman, gözlerinde öfke dağları sıralanıyordu bir bir; o dağlar korkutucu derecede büyüyordu.

''Yenge.'' Göz kırptı.

''Gece, arabaya.'' Dedi.

''Yenge.'' Güldü Pusat.

''Arabaya geçer misin?'' Serter ayağa kalktığında, tellerden destek almıştı.

Serter'in sözünü dinleyerek arabaya geçmeye karar vermiştim. Muhtemelen büyük bir kavgaya sebebiyet vermişti bu görüntü ve Serter hiç olmadığı kadar öfkeliydi.

&&

20.09.2022

Bence denizin rengi o kadar güzel değildi. Denizin rengi, mavi gözleri görene kadar en güzel rengin kendisine ait olduğunu düşünürdü.

Bugün mavi bir renk gördüm, ona teslim oldum. O an anladım; deniz güzel değildi Serter'in gözlerinin güzelliği kadar.

Günlüğüme bir şeyler yazdıktan sonra cümlelerin yeterli gelmediğini düşünmeye başladım. Sanki başka cümleler de istiyordu bu boş sayfa. Beyaz kağıda başka ne yazabilirdim ki? Maviye mi boyamam gerekiyordu? Tüm duygularımı ve duyularımı anlatmak için mavi rengini mi seçmeliydim?

İkilemdeydim.

Defterin kapağını kapatıp aşağıya indiğimde karanlık bir akşamı parlatan ayı gizlemek için çekilen perdenin olduğu tarafa geçip tüm perdeleri sola çektim. Perdeler kapanmamalıydı, ayın ışığının her yere dolması gerekiyordu.

Arkama döndüğümde, Serter'i koltukta uzanırken gördüm. Kulaklığı yüzünden geldiğimi duymamıştı. Tablete bakarak bir şeyler yazıyordu. Onu rahatsız edeceğimi düşünerek salondan çıkacağım sırada kafasını kaldırıp yorgun, derin bir denizden farksız gözlerini bana doğrulttu.

''Gece.'' Tableti yan kenara aldığında, gözlerimiz eski bir kayıkta denk düştü. ''Neden perdeyi açtın?''

Yanına oturduğumda, dizlerini kendine doğru çekmişti. ''Bilmem.'' Parmaklarımı kucağıma birleştirdim. ''Biraz canım sıkılıyor.''

''Eylül'den dolayı değil mi?''

Eve gediğimizden beri tek bir haber dahi yoktu. Eylül ile Gürsel evden çıkmamışlardı, korumalar ise sürekli gözetiyordu. Maçtan sonra kafam yine onlara odaklanmıştı. Elimde değildi, gerçekten de elimde değildi. Gerçeklerin artık ortaya çıkmasını istiyordum, bu benim en büyük hakkım değil miydi?

''Evet.'' Yüzüm düşmüştü.

Tableti eline aldıktan sonra diğer koltuğa bıraktı, ardından kollarını açtı. ''Gel.'' Yavaşça yanına uzandığımda, tüm kollarıyla bedenimi sardı. ''Sürekli böyle üzülürsen çok üzülürüm. Bak bana.'' İşaret parmağıyla çenemi tutup yukarıya kaldırdı. ''Şu gözlerindeki hüznü hemen alıyoruz tamam mı? Böyle olmayacaksın.''

''Neden iyisin?'' Diye sordum.

Dejavu.

''İyi değilim, sana öyleyim sadece.''

Derin bir nefes aldım. ''Ailemin katilleri ortaya çıksın, kamera görüntülerini görmek istiyorum.'' Saçlarımı kokladığını fark ettim. ''Serter.'' Dilim damağım kurumuştu. ''Çok çaresizim, hiçbir şey beni mutlu etmiyor.''

''Her şey ortaya çıkacak, biraz sabretmelisin. Şu an sıkıştığını hissediyor olabilirsin ama eğer acele edersek kamera kayıtlarını bulamayız.''

''Kemiklere bakarak cinayeti yapan ortaya çıkmaz mı?'' Diye sordum.

Elleri saçlarımı buldu, parmakları tek tek değdi tenime. Bu biraz haksızlıktı çünkü parmaklarına alışmaktan korkuyordum. Bir insan böyle güzel saç okşayamazdı, kendimi kaybediyordum adete, kayboldukça nefesim daralıyordu.

''Çok zor, senelerdir toprak altında bulunan bir kemikten cinayet sebebi dahi zor anlaşılır. Bu yüzden sabredeceğiz.''

Telefonum çalınca, hırkamın cebinden telefonumu çıkardım. Sessizce iç çekerek kollarının arasından çıktığımda; Sezen ismini gördüm ekranda. Kafeyle ilgili aradığını düşünüyordum. Bugün okul dönüşü kafeye gitmeyi planlıyordum fakat ikisini birden ihmal etmiştim.

''Efendim.'' Diye açtım telefonu.

''Bugün gelecek misin?'' Diye sordu.

Kafamı yana salladım. ''Hayır maalesef.'' Yavaşça Serter'e baktığımda, beni incelediğini fark ettim. ''Şu an gelemem ama yarın uğrarım olur mu? Tüm işi sana yıktım kusura bakma.''

''Tamamdır, iyi geceler.''

Telefonu kapattığımda tekrar eski yere telefonu bıraktığımda, beni incelemeye devam etmişti. Serter'in bu kadar detaylı bakması haksızlıktı. Ona aşık olmamdan korkmuyor muydu? Bir erkek bir kadına böyle bakarsa eğer, kadın adama tutulurdu. Bu her kitapta yazıyordu.

Saçlarımı kulağımın arkasına attım. ''Acıktım.''

''Pizza yiyelim mi?''

Eve geldiğimizde, bize pizza sipariş etmişti. Normal şartlarda pizza yemezdi ama bana eşlik etmek için yiyecekti.

Koltuktan kalktığımda, Çam'ı kapı girişinde mamasını yerken buldum. Canım oğlum yine mamasına gömülmüştü. Kollarımı açtım ve bir anda boynuma atladı, galiba hep bugünü bekliyordu.

''Veledim.'' Diye mırıldandım.

Serter mutfağa geçtiğinde, onu arkasından takip ettim.

''Velet mi?'' Diye sordu.

Çam'ın yanağını öptüğümde, diliyle yine tüm yanaklarımı yalamaya başlamıştı. Benim yaramaz oğlum asla uslu durmuyordu. Onu artık uyaracaktım.

''Çam benim tek oğlum.'' Köpeğimi kucağıma aldığımda, tabureye oturmuştum.

Serter pizza kutularını açtı. ''İstersen başka çocukların da olabilir.'' Göz kırptı.

Neyden bahsediyordu?

''Anlamadım?'' Diye sordum.

Sırıttı. ''Seni hamile bırakabilirim.''

Bence bilerek yapıyordu. Utandığımı anlamıştı ve üstüme geliyordu şakayla karışık konuşuyor olsa da. Onun bu kadar açık sözlü olması hoşuma gidiyordu. Bunu neden yaptığını da anlamıştım. En son kasıklarına topu fırlattığım için aklınca intikam alıyordu.

Serter, ah Serter.

Dudaklarımı ısırdığımda, köpeğim kucağımdan inip tezgahın altına girmişti. ''Çok ayıp şeyler konuşuyorsun.''

Serter dolaptan mayonez, ketçap ve güzel bir acı sos çıkarıp önüme bıraktı. Mayonez aşırı güzel duruyordu, ketçabı ise artık pek sık tükettiğim söylenemezdi, tamamen bırakmış gibiydim. Mayonezi elinden alıp pizzanın üzerine döktüm. Her şey harika görünüyordu, açlıktan ölecektim adeta.

''Hak ediyorsun.''

''Ne yaptım ki?'' Pizzanın dilimini elime aldım, kibar kibar ısırdım. Serter'in beni bir hayvan olarak tabir etmesine hiç ama hiç gerek yoktu.

''Kafan dağılsın diye saçmalıyorum, yanlış anlama.'' Peçeteyle pizzanın kenarını tutup büyük bir ısırık kopardı. ''Spora gerçekten kaldığım yerden devam etmeliyim, sürekli yiyorum. Üstelik pizza pek sağlıklı değil.''

Gözlerimi devirdim. ''Brokolili pizza da yok ki.''

''Dalga geçme.'' Dedi.

Bütün pizzayı bitirmiştim, Serter iki dilim dışında başka bir pizza yememişti. Büyük boy söylememe rağmen hâlâ açtım. Pizza kutusunu bana uzattığında, gülümseyerek elinden aldım ve diğerlerini de yemeye başladım.

''Yarasın tosunuma.'' Dedi bir gür ses tonuyla.

Bana tosun mu demişti?

Çenemi kaldırdığımda, ağzımdaki son pizza parçasını da çiğneyip kutuyu öne ittim. ''Ben şişko muyum?'' Daha önce göbeğimin de olduğunu söylemişti.

Mavi gözlü erkek kişilerine gıcık oluyordum artık.

''Yanlış anladın.''

''Pis Serter.'' Dedim.

''Gece...'' Güldü, sesli bir şekilde güldü. ''Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor, hem kızınca aşırı tatlı oluyorsun.''

Peçeteyle parmaklarımı sildiğimde, bana doldurmuş olduğu bardağı elinden aldım, suyu dudaklarıma götürdüm, bir yudum su aldım. ''Benim kilom mu var? Göbeğimin olduğunu mesaj yoluyla söyleyen de sensin.''

İlaçların etkisi bitmişti, artık her şeyi hatırlıyordum.

Unutmuyordum kolay kolay. Normal şartlarda mesajdaki yazıyı dahi hatırlamazdım ama ben hatırlamıştım.

''Şaka yapıyorum, bence fiziğin gayet iyi.'' Başka tarafa bakmaya çalıştı, gözleri vücudumu süzerse eğer hemen kızaracaktı, anlamıştım. ''Sen niye okula gitmiyorsun, onu anlat bana?''

Malûm soru gelmişti, ben de bu sorunun ne zaman geleceğini merak ediyordum. Serter bu soruyu sormazsa olmazdı, onun dört kelimesinden üçü dersle ilgiliydi. Kurallara bağlı bir yaşam tarzı olduğu için karşısındaki insandan da sıkı bir kuralla örtülü yaşam bekliyordu.

''Maça gittik ya.'' Bahanem hazırdı.

Tek kaşını havaya kaldırdığında, biraz ürkmüştüm. ''Yarın tam vaktinde okuluna gideceksin? Bak araya hafta sonu giriyor, hafta sonu da ödevlerini halledeceksin; yoksa bozuşuruz Gece Hanım.''

''Tamam babacığım.''

''Aferin kızıma.'' Dedi gülerek.

Ona baktım.

İnce ince işlendi ruhum. Masallara inanmazdım, masalların sonundaki mutlu son da beni tatmin etmezdi ama ince işlenen ruhum masallara bir kez olsun inanmak istemişti. Görülüyordu ki insanlar yaşayarak mutluluğu buluyordu; isteyerek değil. Hiç mutluluk istememiştim çünkü mutluluğu isteyecek kadar yüzüm yoktu.

Bugün mutlu olmak istediğimi anlamıştım.

''Ben odama geçiyorum.'' Çatık kaşlarını görünce, durumu düzelttim. ''Odamıza...''

''Odamıza git bakalım.''

''Sen ne zaman geleceksin?'' Artık uyumalıydı.

''Birazdan gelirim.''

Onu mutfakta bırakıp Serter'in odamız dediği odasına geçtiğimde; yatağın üzerine bedenimi hızlıca attım. Yorgundum, muhtemelen oynadığımız maçtan sonra bitap düşmüştüm. Sırtımı yatağa tamamen yasladığımda, Naz'dan gelen fotoğrafa tıkladım.

Peçeli halini çektiği fotoğrafını bana atmıştı.

Deli kız.

Bir mesaj sesiyle daha gözlerimi devirdim. Bu sefer kim mesaj atmıştı acaba? Panele baktığımda, rehberde kayıtlı olmayan birisi mesaj atmıştı, hatta sesli mesaj vardı.

Sesin üstüne basmadan önce numaranın profiline baktım; Teoman'ın resmi vardı. Biri beni mi işletiyordu acaba?

''Eğer seni kırdıysam darıl bana ama bir gün beni ararsan, bak ruhuma. Birden gecem tutarsa güneşi çevir bana, sevgilim bağışla Şükran...'' Ömer Dede şarkı söylüyordu.

İkinci sesi de açtım. ''İşim bu sinir stres, dönek dünya etrafımda dönmedi hiç, dümen bilen dümeni çevirdi biz de inandık. Hasiktir böyle mi oluyor işler? Kurtuldum şimdi gel gözüme bak.''

Bu neydi yahu?

Ses kaydediyor kısmına tıkladım. ''Bana bak bunak Ömer, beni artık rahatsız etme. Şimdi de şarkılarınla mı rahatsız ediyorsun. Ay yeter.'' Diye cırladım.

Engelledim.

Adamın gerçekten kafasında bir sorun vardı. Bir gün gelip bir erkek çocuktan bahsetmiş, ertesi gün ise Şükran'ın kızı olduğumu söylemişti. Bambaşka bir günde Şükran'ın yaşadığını demişti. Sanırım saçmalamak için her türlü yolu deniyordu.

Kapım açıldığında, yataktaki duruşumu düzelterek toparlandım. Tam bir şey söyleyeceğim sırada telefonum çaldı. Arayanın Ömer olduğunu düşünerek ekrana baktım. Ekranda bambaşka bir isim vardı.

''Üstümü banyoda değiştireceğim.'' Serter banyoya geçmeden önce açıklama gereğinde bulunmuştu.

''Tamam.'' Diye bağırdım.

Telefondan arayan numaraya tekrar baktığımda; neden aradığı konusunda ufak bir telaşa düşmemiş değildim. Çam'ı her zaman bahçesine bıraktığım kadın aramıştı.

''Alo, Nergis Teyze.'' Dedim.

''Gece, nasılsın kızım?''

Bana nasıl olduğumu soruyordu, gecenin bir yarısı.

''İyiyim, sen nasılsın?'' Yataktan kalkıp odanın içine kadar giren ve durmadan havlayan köpeğimin yanına gittim. Çam'ın çenesinin altından tutup öptüğümde, Nergis Teyzeden kısa bir süre ses gelmemişti. ''Nergis Teyze?''

''Kızım, sana bir şey söyleyeceğiz ama endişe etme.'' Derin bir nefes aldı. ''Sen neredesin şu an?''

''Evde değilim.'' Nerede olduğumu söyleyemezdim.

''Kızım senin buraya gelmen gerekiyor, telefonda söyleyebileceğimiz bir şey değil.'' Korkuyordu bir şeyden.

Alnımın ortasında derin bir ince çukurun oluştuğunu hissetmiştim. ''Nergis Teyze, şu an ne olduğunu söylemen gerekiyor çünkü uzaktayım.'' Dediğimde, Serter'in banyodan çıkışını izledim.

Parfüm sıkıyordu ayna karşısında, gece gece ne parfümü?

''Az önce polis sizin evinizin önündeydi, ablanı ve...Ablanı ve amcanı tutukladılar.'' Ağlamaya başladı. ''Dediklerine göre bir şikayet almışlar, bahçede ailenin cesedi gömülüymüş, onlar öldürmüş.'' Dedi.

Şaşkınlıktan ayakta kalamadım.

Telefonum elimden düştü ve paramparça oldu sert zemine çarparak.

Serter bana baktığında, ellerim titremeye başladı. ''Serter.''

''Ne oldu?''

''Gürsel ve Eylül tutuklanmış, sanırım karakoldalar.'' Dehşetle bakışlarım alev aldı. ''Ailemin mezarı bulunmuş şikayet üzerine, kim şikayet etti.''

O an nefes alamadım sadece, nefes almak bile bir lütuf haline gelmişti.

| Bölüm nasıldı?|

|Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Sizce, kim şikayet etti?|

| Gece'nin Serter' topu atması...|

| Maç sahnesi?|

| En etkilendiğiniz sahne?|

| Serter'e karşı ne düşünüyorsunuz?|

| Beni instagram takip edebilirsiniz, yeni bölüm duyurularını genelde orada paylaşıyorum. İnstagram: ebrununhikayeleri |

| Sizi seviyorum.|

| Ebru Işık.|

Continue Reading

You'll Also Like

16.6M 643K 63
Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi ki girdin hayatıma." Diyor. Ellerim eller...
4M 85.9K 62
•[COMPLETED]• Book-1 of Costello series. Valentina is a free spirited bubbly girl who can sometimes be very annoyingly kind and sometimes just.. anno...
42.2K 1.9K 35
ᴅɪᴠᴇʀɢᴇɴᴛ; ᴛᴇɴᴅɪɴɢ ᴛᴏ ʙᴇ ᴅɪꜰꜰᴇʀᴇɴᴛ ᴏʀ ᴅᴇᴠᴇʟᴏᴘ ɪɴ ᴅɪꜰꜰᴇʀᴇɴᴛ ᴅɪʀᴇᴄᴛɪᴏɴꜱ.
1.2K 69 8
She waited, she waited until the end.