KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.5M 641K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK

12. Gözleri Gözlerine Çevrili.

439K 15.3K 62.3K
By ebrununhikayeleri

Medya: Serter Güçlü.

Dip not: O artık evli, lütfen yürümeyin öcnfmcmfmf

Beni zorlayan uzun bir bölüm oldu, bir buçuk haftamı aldı. Siz de destek olmak için yıldıza basıp yorum atarsanız beni çok mutlu edersiniz. :*)

''Gündüzler aya verilseydi eğer, yeryüzü bir daha karanlığa gömülmezdi.''

| Another love X Memories Perceft X Lovely- Mix |

Bölüme başlamadan önce kalp koyar mısınız?

🫁

Hayatımı her zaman bir cehennem olan nitelendirmiştim.

Hayatım bana göre cehennemden farksızdı. Sayısız sentez yapmış, sayısız şiir yazmış, sayısız şarkıya hapsolmama rağmen hayatım hakkında hep bir şeylerin olumsuzluğuyla savaşırdım. Bana göre hayat cehennemdi ve ben cehennemin ortasında cenneti hayal ederdim.

Bir serap gibi diye düşünün.

Şimdi, uzaktan bir yerlerde titreyen ellerimle cehennemin içinde kalan bedenimi dışarıya atmak ve ruhumu oradan oraya savuran rüzgara meydan okumak istiyordum. Bunu becerebilir miydim? Bunu becerecek kadar güçlü müydüm? Oysa ben güçlü olmayı, ölü bir halde yaşayarak öğrenmiştim.

Yaşayan ölü olduğum zamanlar aynen böyle, hayata meydan okumuş, ardından cehennemden kurtulmak üzere her yolu denemiştim.

Serter Güçlü.

İnsanlar sözler söyler, suya yazar; insanlar cümleler kurar, gökyüzüne asar, insanlar seslenir ve seslerini şarkılarda öylesine kullanırdı. Biri baharı çağırır, kış diye nitelendirir, diğeri çocukluğuna kızar, çocukluğundan kaçmak yerine çocukluğunda bulunan insanlar gibi  gibi davranır.

Birileri de güçlüydü.

Birileri de merhametliydi.

Önce insanları çizdim, onları bir bıçak yarasıyla deştim. Sonra onları hayatımdan teker teker çıkardım.

Serter Güçlü hayatıma girdiğinden beri yaralarımı sarmam gerektiğini göstererek bıçakların altına girmemem için üstün bir çaba ile mücadele ediyordu.

Herkes aşağıya inmek için mücadele etmek isterken ben yukarıya çıkmak için mücadele ediyordum. Serter'in korumalarının, kolumu tutmasına müsaade etmeden merdivenlerden yukarıya doğru çıktım.

''Gece Hanım.''

''Bırak.'' Yangın kokusu geliyordu. ''Serter yukarıda, görmüyor musun? Serter yukarıya çıkacağını söylemişti.''

Hep sağımda duran, ismini bilmediğim adam; önüme geçerek; ''Kendinizi tehlikeye atıyorsunuz, izin verin ben yukarıya çıkacağım.''

''Serter orada.'' Ona bir şey olma korkusuyla cebelleşiyordum.

Sakin kalmam gerektiğinin farkındaydım. Bu gücü kendimde bulmalıydım fakat korkuyla karşılaşan her insan gibi sakin kalamazdım, sakinlik beni çevreleyecek kadar güçlü bir olgu değildi, tam aksine büyük bir çığlığa sebebiyet verirdi.

''Bekleyin burada.'' Dedi.

Serter'in korumaları da kendisi gibi otoriterdi.

Çaresizce, merdivenlerden aşağıya indiğimde, onu beklemeye başladım. Serter'e bir şey olmaması için, büyük bir umuda sarılmak istedim, sarılabilirsem çözülürdü dar sokaklarım, ruhum, kaybolan yıllarım. Bilemiyordum, bilememek değildi ki mesele; ona bir şey olma korkusuyla ilk kez aslında, adını koymadığım duygunun ne denli büyük olduğunu fark etmiştim.

Solumda duran korumanın telefonu çalınca, benden bir adım uzaklaşarak telefonunu kulağına götürdü. Kaşları çatık bir halde telefondakini dinlediğinde; bana çevirdi yüzü. O sırada telefonunu da kapatmıştı.

''Serter Bey, şu an yukarıda değil. Sanırım, arka tarafa geçmiş.'' Dedi.

Rahat bir nefes verdim.

Onun yanına gitmek için çıkışa doğru adımlarımı yönelttim. Nihayet, Serter'e bir şey olmadığını öğrenmiştim. Bu içimi ferahlatmıştı çünkü ona bir şey olursa derin bir azap duyacağımı biliyordum. Hem, ona bağlı olan insanlar vardı. Serter'e bir şey olması demek o insanların sahipsiz kalması demekti.

''Bu taraftan.'' Korumanın gösterdiği yöne kafamı çevirdiğimde, Serter'in bir adamla yüz yüze konuştuğunu gördüm.

Serter, Ömer ile konuşuyordu.

Ömer'in elinde bir tesbih vardı ve durmadan sallıyordu, Serter ise ceketini omzuna atmış ona doğru eğilmişti. Birisinin yüzünde gülümseme, diğerinin yüzünde öfke; birisinin gözlerinde alev, diğerinin ise yumuşak sıralı dağlar mevcuttu.

Serter tehlikeli olan taraftı.

Ömer umursamazdı.

Serter elini cebinden çıkardığında, yavaş bir hareketle ceketini de omzunun üzerinden alıp yere attı, ardından bir adım öne doğru eğilerek; yumruk yaptığı sol elini Ömer'in gözüne savurdu. Ömer yumruğu hisseder hissetmez afallamadı, tam tersine elini gözüne götürdü.

Gülümseyerek; ''Ayıp.'' O da yumruğunu çıkardı, Serter'e savurmak isterken Serter onun karnına vurup yere fırlattı.

Olayları şaşkınlıkla izliyordum.

Ömer yaşça büyük olduğundan ötürü gelen yumruklara karşı kendini savunamıyordu, güçsüz durması bu sebepten ötürüydü.

Serter arkasını döndüğünde, yüzü yüzüme çevrildi. Ömer'i yakasından bırakarak, elindeki kan izini; cebinden çıkarmış olduğu küçük paketteki ıslak mendille sildi. Her zaman cebinde bir adet ıslak mendil olurdu. Bu onda gözlemlediğim, sıradan bir hareketti. Sanırım temizliğe fazla düşkündü, yadırgamak istemedim.

Ömer yere düştüğünde, ağzından kan akıyordu. ''Yaptığın asla hoş değil, evlat.''

''Serter.'' Diye fısıldadım.

''Arabaya geçer misin?'' Bana bakmadı.

Korumalardan birisi, Cesur ile demirlik kapıları es geçerek bizim yanımıza kadar geldiği sırada, arkadaki insanların bağıra bağıra otelden çıkması dikkatimden kaçmamıştı. Kısa süre içinde, arka bahçe toplu bir insan kalabalığına dönüşmüştü.

''Ne yaptın Serter?'' Cesur, Ömer'e ellerini uzatıp tutmayı amaçlarken Serter durmadı, duraksamadı bir an bile, direkt Cesur'u omzundan tuttu. ''Bir şey yapmadım, hiçbir şey yapmadım. Yapmam gerekeni yaptım, yalnızca.''

Ömer ağzının kenarını sildi. ''Vay Büyükelçi vay.''

Serter burnundan soluyarak işaret parmağını, Ömer'e doğrulttu. ''Kes sesini! Daha önce kimseye yapmadığım şeyleri sana yapmak zorunda kalacağım!''

Onlar izlemek dışında, başka bir harekette bulunmadım.

Cesur terli alnını temizlediğinde, korumalardan birisinin yanına geçti. ''Hemen kamera kayıtlarını siliyorsun. Kerem'e haber ver, selamımı ilet yalnızca. Şu kameraları silin, çabuk!''

Koruma elini önüne bırakıp; ''Cesur Bey.''

''İkiletme, ikiletme! Ne diyorsam onu yapıyorsun.'' Cesur'da öfkeliydi.

Ömer, Serter'in ceketini yerden alıp ayağa kalktığında, ceketi tekrar yere bırakıp ayağıyla üzerini çiğnedi. ''Kamera kayıtlarını neden siliyorsunuz ki? Herkes çoktan her şeyi gördü.'' Ellerini birleştirip alkış yaptı. ''Türkiye'nin, İspanya'da Cumhurbaşkanını temsil ettiği Serter Güçlü'nün aslında şiddete meyilli birisi olduğu ve yaşça büyük bir amcayı dövdüğünü gördü.''

Bu kötüydü.

Bu daha da kötüydü. En kötüsüydü belki de.

Serter'in itibarı zedelenecekti. Mesleğiyle ilgili büyük bir sıkıntı yaşayan Serter'in, sırf bu sorun yüzünden sıkıntı yaşayacak olması düşüncesi, tüm zihnimi bulandırdı.

''Ömer sus artık, sus.'' Serter'in yanına geçtiğimde, Ömer'e bakıyordu gözlerim. ''Ne istiyorsun? Gerçekten ne istiyorsun?''

''Bilerek yangın alarmını çalıştırıp, oraya birkaç adam koyduktan sonra yangın çıktığını söyleyerek insanları aşağıya indirmiş.'' Cesur'un sesi bomba gibi düştü ortaya.

Etraftaki kalabalık asla azalmıyordu, burada duyulan o yüksek şiddetli sesler sonucu herkes bize bakmayı amaçlamıştı. İşin ilginç yanı ise, yangını unutmuşlardı. İnsanların canının aslında ne kadar kıymetsiz olduğunu anlamıştım. Eğer bir yerde kalabalık varlarsa, canlarını değil duyacakları dedikodu malzemelerini düşünüyorlardı.

Herkes garipti, garipliğin ötesinde işsizlerdi.

''Aşk olsun, ben hiç öyle bir adam mıyım? Bu kadar boş muyum?'' Alaycı ses elbette, ak saçlı dedeme aitti.

Serter'in sırtına ellerimi bıraktım. ''Arabaya geçelim, hadi.'' Kulağına doğru konuştuğumda, Serter kafasını yana sallayarak olumsuz bir cevap vermişti.

''Serter.'' İsmini tekrar tekrar yineledim.

Serter elini belime atarak beni kendine doğru çekti. ''Şu an değil, hadi sen arabaya, ben şu kamera işini halledeyim.'' Benimle konuştuğunda, sesi yumuşuyordu.

Cesur araya girdi. ''Neyi halledeceksin? Öfkene yenilip bunu yaptığına inanamıyorum, gerçekten inanamıyorum.'' Etraftaki kalabalığa döndürdü yüzünü. ''Siz ne yapıyorsunuz burada? İşiniz gücünüz yok mu? Gidin bakın işinize?''

Herkes gergindi.

Derin bir nefes alarak; ''Arabaya geçelim.'' Duraksadım. ''Birlikte.'' Diye ekledim.

''Git, geliyorum ben tamam mı?''

''Bekliyorum seni.'' Sesim kısık çıkmıştı.

Ona bakmadan, onun arabasını bulmak için girişteki valenin bulunduğu kısma yürüdüğümde, az önce yaşanan görüntüyü hafızamdan silmek istemiştim.

Burası yanıyordu.

Yangınlar her yeri alev almıştı, ne hissedeceğimi bilmiyordum, yalnızca içim kararıyordu. Serter Güçlü'nün afalladığını görmüştüm. Ömer'e vurmuştu ama bile isteye bir yangının ortasına atılmıştı. Onun adına üzülüyordum, onun adına gerçek anlamda üzülüyordum; bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.

''Serter Güçlü'nün arabası.'' Dedim valeye.

Kırmızı şapkalı adam, telefonunu kulağına götürdü. ''Büyükelçi'nin arabasını getirin.'' Dedi telefondakine.

Arabayı beklemeye başladığımda, kırmızı elbisemle üşüdüğümü fark ettim.

Cesur'u gördüm. Öfkeyle ceketini eline alıp benim yanıma geldi. ''Senin şu kocan kadar kafasına koyduğunu yapan bir adam tanımadım hayatımda.'' Arka cebinden çıkarmış olduğu siyah sigara paketinden bir adet sigara çıkarıp çakmağın ateşiyle yaktı. Ateş yüzüne yansımıştı, gölgelikler oluşturmuştu.

''Ömer ile neden kavga etti?'' Diye sordum.

Ben, Ömer'i burada göreceğimi bile düşünmüyordum.

''Ömer'in geldiğini öğrendik, yukarıdaki asansörü kullanıp arka bahçeye gittik.'' Sigarasından bir duman çektiğinde, vale arabayı otelin önünde bulunan saksıların olduğu tarafa yanaştırdı.

''Sonra?'' Üşüyordum, kollarımı birbirine sarmak zorunda kalmıştım.

''Ben de hemen gidip güvenliği çağırdım çünkü bu salak yaşlı bunak abuk sabuk konuştu...''

''Ne konuştu?'' Diye sordum.

''Serter sana söyler.''

Serter'in benden bir şey saklamayacağını biliyordum zaten fakat yine de sormak istiyordum. Şöyle bir günde, Serter'i sorularımla bunaltmak değil yanında olmak istiyordum. Mesleği konusunda ikinci tehlikeyi yaşayacaktı muhtemelen. Benim bildiğim, siyasetle uğraşan her adam için halka iyi lanse edilmek önemliydi, bazıları sırf bu bunun için yüksek binalar diker ve onları matah bir şeymiş gibi güç gövdesinde bulunarak yansıtırlardı medyaya.

Serter için ise iyi anılmak bambaşka boyuttu.

''Ne söyledi?''

Sigarasını yere atıp ayağıyla sigaraya bastı ve ateş öylesine bir yorgunlukla söndü. ''Bak, Serter gelip söylesin olur mu? Bu beni alâkadar etmez.''

''Serter kolay kolay gidip birisine vurmaz, kolay kolay da kimseyle kavga etmez. Eğer gidip onunla kavga etmişse, altında başka bir şey yatıyor. Ayrıca, biz buraya gelmeden önce ne biçim tavır sergileyeceğimizi konuştuk. İşin içinde kavga yoktu.'' Derin bir nefes aldığımda, üşümem biraz olsun geçmişti çünkü arabanın sıcak motoru sayesinde bacaklarım hava alıyordu.

''Gece.''

''Cesur.'' Dudaklarımı ıslattım büyük bir gerginlikle. ''Ömer buraya gelmeyecekti, hatta Serter de fark etti gelmeyeceğini. Sonra bir an yangın olduğunu duydum, o panikle yukarıya koştum. Serter'in aslında arka bahçede olduğunu duyunca oraya gittim ve Serter Ömer'i dövüyordu. Ne oldu da böyle oldu?''

Vale arabadan indiğinde, anahtarı bize uzattı. Anahtarı adamın elinden alıp gülümsedim. ''Teşekkür ederim.''

Vale uzaklaşır uzaklaşmaz, Cesur'a karşı bir adım attım. ''Ömer ne söyledi?''

''Benim konum değil, asla böyle bir konuya giremem.'' Üşüyen ellerini dudaklarına götürüp ellerine üfledi. ''Yanlış anlama, konu seninle ilgili.''

Benimle ilgili miydi?

''Ne?'' Ağzım açık kalmıştı.

Serter'in dağınık bir saçla geldiğini görür görmez kendimi toparladım. Serter'i beklemeye başladım fakat aklımda, hâlâ o söylenen cümlede kalmıştı. Ömer benimle ilgili ne söylemiş olabilirdi? Ne demişti ki olay buralara kadar gelebilmişti?

Bir yangın vardı.

Ellerini ısıtmak isteyen yanmayı göze alıyordu.

Yangından, yangının çıkarmış olduğu is kokusundan korktum.

''Nihayet geldin.'' Kollarımı açıp boynuna doladığımda, kokusunu ister istemez içime çekmiştim. Yaralı ruhuna rağmen, o güçlü duruşundan ve tavizinden vermemesi benim için o kadar önemliydi ki...

''Arabaya niye geçmedin? Dışarısı buz gibi?'' Geri çekildiğinde, soğuktan ötürü kırmızı olan ellerimi avuçlarının arasına aldı. ''Ellerin üşümüş.''

Düşünceliydi, her daim düşünüyordu.

''Seni merak ettim, daha fazla dayanamadım.'' Yüzüne dokunduğumda, kaşındaki patlamayı gördüm. Ben gittikten sonra da mı kavga etmişlerdi? ''İyi görünmüyorsun, hadi gel.''

''Cesur.'' Serter bana cevap vermeden önce, Cesur'a eğildi. ''Şu kamera kayıtlarını halletmeye çalış.''

''Tamamdır.''

Arabanın kapısını bana açtığında, arka tarafa oturdum. Cesur, şoför koltuğuna geçmişti, Serter ise yanıma oturarak can sıkıntısıyla elini alnına götürmüş ve ovalamıştı. Canı sıkındı çünkü yaşanmaması gereken bir şey yaşanmıştı. Bu işin dönüşü yoktu, Serter'in yaptığı en büyük hatalardan birisi olmuştu.

Onun adına üzülüyordum.

Ona aynı zamanda da kıyamıyordum.

Elimde olsa, her şeyi düzeltmek isterdim. Onu, bu kötü yola düşürmemeyi amaçlardım, eğer elimde olsaydı fakat bazen gökyüzüne uçurmak istediğimiz uçurtmalar elimizde olmadan uçardı biz ise parmaklarımızı sorumlu tutardık oysa; gökyüzüne uçurtmayı uçuran etken bir rüzgardı.

Asi, öfkeli, yüzü güneşe dönük olmayan rüzgar.

Kontağı çalıştırdı Cesur. ''O yavşak herifin derdi ne?''

''Anlamıyorum ben de.'' Camı aralamak için, Cesur'a dikiz aynasında camı işaret etti Serter.

Cesur camı aralamak için düğmeye bastı. ''İlk kez böylesine bir şovcu adamla karşılaştım. Sırf şov olsun diye, gecenin içine etti, yetmezmiş gibi pişkin pişkin seni alttan tehdit ediyor. Kime güveniyor bu? Kimlere?

Benim yüzümden, Ömer ile çarpışmak durumunda kalıyordu.

Bu beni üzdü.

''Ankara'ya gitmem gerekiyor, eğer hava durumu kötü değilse, geceye doğru jete bineceğim.'' Sesi boğuk çıkmıştı.

Cesur iç çekti. ''Sis var.''

Serter bir şeyler mırıldandı ama ne mırıldandığını duyamamıştım. Yalnızca ona baktım, dalgındı gözlerim, kendimi dalgın bir kuyuda hissediyordum. Benim için Ömer ile kavga ettiği yetmiyormuş gibi mesleği ikinci kez tehlikeyle karşı karşıya kalmıştı.

Nefret ediyordum.

Bunlara sebep olan Eylül'dü. Eğer öyle bir ablam olmasaydı, Serter bu durumda olmayacaktı fakat bir bakıma Serter ile de bu denli yakınlaşmayacaktım. Hayatıma girmeyecek, belki de onu hiç ama hiç tanımayacaktım. Bazen olumsuz bir karanlığın getirdiği yolda aydınlık olurdu, Serter yolumda aydınlık taraftaydı. Karanlığa rağmen.

''Görüntüleri gördüklerinde kötü olacak değil mi?'' Diye sordum.

Dirseğini cama dayadı. ''Evet.''

Dizinin üzerinde duran sağ eline ellerimi bastırdığımda, sıcaklığın yayılmasını sağlayarak ellerimle sardım elini. Bir müzik duydum, hayali müzik kulağımda biriken şarkı yığınına dönüştü. Onun parmaklarını okşadım, sıcaklığını hissettim.

Elini tuttuğumu gören, Serter Güçlü bana baktı. ''Şu yüzündeki hüznü siler misin, lütfen?'' İşaret parmağını yanağıma getirdiğinde, orayı sımsıcak okşadı. ''Böyle hüzünlenirsen kızarım bak?'' Bir babanın çocuğuna yaramazlık yapma kızarım demesi gibi o şefkatle bana söyledi. Kızacağını söylüyordu, Serter bana asla kızmadı ki.

''Ne yapacağız?'' Diye sordum.

Serter çalan telefonunu yüzüne tutup ekranı kapattı. ''Kardeşim arıyor, gün içinde ona ulaşamamıştım diye, aramama döndü sanırım.''

''Açsana.'' Ellerini sıktığımda, kokusunu içime çekmem istediğime karar verdim.

Bir koku ne kadar tehlikeli olabilirdi ki? Onun kokusu tehlikeliydi, sınırlarımı bilmeliydim, sınırlarıma göre davranmalıydım. Kafama göre davranıp kokusunu içime çekersem eğer, olumsuz rüzgarlardan dolayı sert bir kayaya çarpabilirdim.

Sınırlar, evet evet sınırlar vardı.

Bu önemliydi.

''Sonra açarım.''

Dilini dudaklarına değdirdiğinde, kuruyan dudaklarımı dikkatimi çekti. Onunla öpüştüğümüzde, dudakları bu kadar kuru değildi.

Cesur dikiz aynasından bize baktı. ''Umarım, gazetelere kadar konu olmaz. Bugün açılışta, ünlüler de vardı. Onlar yüzünden basın buradaydı. Beni en çok endişelendiren şey, gazeteye haberlerin düşmesi.''

''Gazeteden haberlerini sildiremez miyiz?'' Diye sordum.

Gergindi. ''Hayır, imkânsız çünkü basın tarafından sevilen birisi olduğumu düşünmüyorum. Yaşanan son olaydan sonra...'' Kelimeleri toparlamak için düşünmeye başladı. ''Yandaş gazeteler benim hakkımda kötü konuşmak için her türlü olayımı araştırmak kadar için çabaladılar. Sonuçta, bu ülke doğruları konuşanı değil, yalanları konuşanları sever.''

''Ne yaşandı?''

''Anlatacağım.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Kaşlarım çatıldı. ''Bir insan neden ülkenin elçisinden nefret eder ki?''

''Çünkü A partisini değil, B partisinin Milletvekilleriyle göründüm. Bunu hükümet istemez, beğenmez, seni de düşürmek için elinden gelen her şeyi yapar.'' Araba durduğunda, Serter Güçlü emniyet kemerimi takmadığımı fark ederek gözlerini devirdi.

Evet evet göz devirmişti, şöyle bir anda bile emniyet kemerimi kusur olarak nitelendiriyordu, her şeyi bu denli kafasına takıyor oluşu büyük bir olaydı çünkü erken yaşlanacaktı.

''Sen neden, B partisiyle göründün?'' Arabadan inerken, elimi tutmasına izin verdim.

Yandan kısa bir bakış attı. ''Çünkü ben bir Büyükelçi'yim, parti adamı değilim ve sırf hükümet o partiden diye o partiyi savunmam.''

Bir şey söylemedim, sadece sustum.

Cesur arkamızdan bağırdı. ''Eve kaçıyorum, son gelişmeleri yarın tartışırız.''

Serter ile birlikte kapının önüne geldiğimizde, kapıyı çalmak yerine çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. Gerginliğinden asla ödün vermeyerek kapıyı açtığında, ona çevirdim elalarımı. Koyu elalarım, dinlendi onun maviliklerinde fakat o bir haberdi.

Salona geçti elimi bırakarak, hızlıca koltuğa oturdu. ''İnsanlar çok kötü, onu bir kez daha fark ettim.''

Karşısına oturduğumda, yorgun olduğumu hissediyordum. ''İnsanlar her zaman kötüdür, insanlık hep böyleydi.''

Dalgındı. ''Eskiden.'' Eliyle yüzünü ovaladığında, ritmik yaşantın son darbesinde kalmışçasına yüzünü sildi. ''Eskiden baba olmak istiyordum. O zamanlar, yirmilerimin başındaydım ve henüz babalık için gereken bir yaşantım yoktu. İşim yoktu, evim yoktu, param yoktu.''

Devam etti konuşmaya. ''Ailem zengin olmasına rağmen, onlardan para almamak için tek başıma hiç bilmediğim bir ülkeye gittim. Üniversitemi bitirdim, dil öğrendim, her şeyi tek başıma yaptım ve sonra böyle bir kötü dünyaya çocuk getirmeyeceğimi fark ettim.''

Bu farkındalık, beni üzdü.

''Çünkü insanlar kötü, kötü işte. Hayallerim böylece yıkıldı.'' Dedi.

Ayağa kalktım, hızlıca mutfağa geçtim. Buzdolabını açıp sürahi çıkardım ve suyu bardağa boşalttım.

Onun yanına oturduğumda, suyu Serter'e uzatmıştım. Olumsuz bir harekette bulunmayarak suyu parmaklarımın arasından çekip dudaklarına götürdü. Suyun hepsini bitirdiğinde, sehpanın üzerine bırakmıştı.

Yorgundu, yüzünde biraz eski şarkılar esiyordu.

Yüzüne dokundum ve dudaklarımı yanağına bastırdım. ''Sen harika bir baba olacaksın, belki tek başına dünyayı değiştirmeyeceksin ama dünyanı tek başına değiştireceksin.'' Yanağındaki dudaklarımı çektiğimde, gözleri parlak parlaktı.

''Herkes çok kötü, tek başıma baş edebilir miyim?'' Nefesini dışarıya verdiğinde, dirseklerini dizine dayamış, ellerini de yüzüne tutmuştu. ''Tek bir hareketimde, bana iftira atmaya çalışan insanlardan bahsediyorum.''

Nasıl bir iftira attıklarını bilmiyordum.

''Neden böyle oldu? Yani, o gün kamera kayıtlarını izlemiştim ama neden işinden oldun?''

''Çok can sıkıntısı.'' Ofladı. ''Şu an bile anlattığımda kanım donuyor.''

Belli ki şimdi konuyu açıp tekrar o anları yaşamak istemiyordu. Üstüne gitmek istemedim çünkü insan bazen anlattıkları yüzünden o acıları tekrar yaşardı.

''Peki, hazır hissedince anlatırsın olur mu?'' Dudaklarımdan dökülen cümlelerin farkında mıydım, bilemiyordum. Artık biraz daha durgun, biraz daha bitkindim. Anlayışlı bir insana dönüşmüştüm.

Demek ki hayat bu denli insanları değiştirebiliyordu ve insanı değiştiren şeyin adı zaman konuluyordu.

''Olur.'' Kuru dudaklarını diliyle yaladığında, dizimin üzerinde duran ellerime baktı. ''Ojelerin hangi rengin tonu?''

Konuyu değiştirmek istemişti.

''Turkuaz.'' Dedim.

Tek kaşı havaya kalktı. ''Çok mu seviyorsun sürmeyi? Gerçi, kadınlar böyle şeyleri seviyor değil mi?'' Dizimin üzerinde duran ellerimi tutarken yumuşak davranıyordu. ''Yakışmış, tenin beyaz ya güzel durmuş.'' Ojemin üzerini çizdiğinde, gözlerim titredi.

İlk kez birisi bana böyle yaklaşıyordu, ben nasıl bir iyilik yapmıştım geçmişte?

Biri bana karşı iyi geliyordu, iyi davranıyordu, gülümsüyordu, gözleriyle parlaklığımı almak yerine parlaklığımı bana getiriyor ve kanatlarımın var olduğunu hissettiriyordu. Ben, iyi bir insan mıydım ki o benim karşıma çıkmıştı?

''Aslında oje sürmeyi seviyorum ama bazen tırnaklarım çabuk kırılıyor. Bu yüzden, oje süremiyorum.'' Dünyadaki tek derdim buymuş gibi, açıklamak tuhaftı.

Güldü, gülerken görünüşü hoşuma gitmişti. ''Hassas mıdır tırnakların? Ruhun gibi...''

Biraz öyleydi, biraz da evsizdi.

''Evet.''

Gülümsemeye devam ettiğinde, ellerimi bırakıp ayağa kalkmıştı. ''Bir daha kırılmaz tırnakların, arkasında güçlü bir insan var, kıramazlar.''

Buradaki konu tırnak değildi, kesinlikle değildi. Burada bambaşka bir konu dönüyordu.

''Serter.''

Gömleğinin önünü düzelttiğinde, dağınık saçlarını eliyle arkaya itti. ''Uykum çok fazla var, gidip uyumam gerekiyor. Normalde bu saatlerde asla uyumam.'' Kırmızı yanaklarıma baktığında, kaşları çatıldı. ''Sen, niye kızardın?''

''Kızardım mı?''

Kaşları yay gibi genişledi. ''Eh, öyle görünüyor.''

''Sana öyle gelmiştir.'' Ben neden kızarayım ki?

Hiç inanmış gibi durmuyordu. ''Ojeni beğendiğim için hemen kızardın mı sen? Bak, böyle utangaç olursan falan bu evliliği sonsuza kadar sürdürmek zorunda kalırım, boşanmam senden.''

''Beni, ne zaman boşayacaksın ki?'' Diye sordum.

Serter'in ağzından kocaman bir kahkaha koptu. ''Çok tatlısın, sus artık.''

''Ama...''

Yüzüme eğilerek işaret parmağını dudaklarımın üstüne bıraktı, o an sadece ev değil benim ruhum da alev almıştı. Parmaklarını dudaklarımın üzerinde, kalbini ise uzaklarda bir yerlerde bana yaklaşmış şekilde görüyordum. Gökyüzünden salınan bulutlar uzak duruyorken bile onun böyle samimi olması, oldukça hoşuma gidiyordu.

Kalbim durmuştu.

Kalbim duruyordu, çalışmıyordu asla.

''İmam nikahı kıyalım, boşanma işini düşünürüz.'' Sesi boğuk aynı zamanda nefes kesici çıkmıştı.

Nefesim kesiliyordu. ''İmam nikahı mı?''

''Sadece resmi nikahımız olamaz, imam nikahımız da olmak zorunda.'' Arkasına dönerek mutfağa yürüdüğünde, onu takip ettim. Biraz parkelere fazla sert basmış olduğum için adımları duraksadı ve yüzünü bana çevirdi. ''İmam nikahı sana saçma mı geliyor yoksa?''

''Hayır.'' Ne diyeceğimi düşündüm. ''Garip gelmedi, ben her şeyi böyle tam planlı düşünmene şaşırıyorum.''

''Düğün de yapacağız.'' Buzdolabını açtığında güldü. ''Damatlık giymek hakkım.''

''Zaten giydin.''

''Gerçek bir düğünden bahsediyorum, Gece Güçlü.'' Hayır hayır böyle söyleyemezdi, böyle söyleyerek beni gafil avlıyordu.

Tozlu topraklar yutuyordum.

Böyle konuştuğunda, çok şey değişiyordu ve dıştan bir değişim yaşarsam ancak felaketim olurdu.

''Düğünü yapacağız, madem istiyorsun.'' Yanlış bir cümle kurmuştum, hemen toparlamak için harekete geçtim. ''Ben de istiyorum, yani seninle düğün yapmak, yani düğün şeysinde bulunmak, of.'' Sustum.

Buzdolabından çıkarmış olduğu çilek kasesini streç filmden arındırıp suya tuttu, tek tek çilekleri yıkadı. ''Heyecanlandın mı sen?''

''Serter.''

''Hem kızarıyorsun, hem heyecanlanıyorsun. Evliliğimizi tamamen gerçeğe dönüştürebiliriz, gerçek bir evlilik yaşayabiliriz.'' Dedi.

Bilerek böyle konuşuyordu.

Kaşlarımı çattım, öfkeli öfkeli baktığımda, oralı olmadı bile. ''Ya sen daha yarım saat önce, birini dövdün.''

''48 dakika.''

''Serter.'' Dedim bir kez daha.

''Efendim.'' Kaseyi önüme bıraktığında, tabureyi işaret etti. ''Şimdi, uslu bir kadın olup kocanın karşısına oturuyorsun ve kocan seni kendi eliyle besliyor.''

Eğleniyordu.

Deli olacaktım.

Tabureye oturduğumda, siyah taburenin altımdan kaymaması için zemine sertçe bastırdım. Ellerimi tezgaha bıraktığımda ise, bana uzatmış olduğu çilekle gözlerim kocaman açıldı. Hayır, bu adam şaka yapmıyordu. Gerçek anlamda beni beslemek mi istiyordu? Neler yapıyordu böyle?

Çileği elinden alırken dilim, parmaklarına değmişti.

''Lezzetli.'' Diye mırıldandım.

Gözleri koyulaştı. ''Öyledir, lezzetliyimdir...Lezzetlidir çilek.'' Toparladı kelimeyi.

Kaseden aldığım çileği ağzıma atmaya başladım. Bir keresinde, yanağımı dolduracak kadar bir sürü çileği yutmuştum. Aklıma çocukluğum gelince, tekrar o anı yaşayıp yaşamamak arasında kaldım.

Çilekleri tek tek ağzıma fırlattım, ardından ağzımın içinde onları ısırmaya çalıştım. ''Boğuluyorum.''

Serter karşı tabureye oturduğunda, gömleğinin ilk düğmesini açması dikkatimden kaçmamıştı. ''Boğulma, sen bana lazımsın.''

''Sana ne oldu böyle?'' Diye sordum.

Çileğin birisini dişiyle ezip yavaş yavaş çiğnedi. ''Asıl sana ne oluyor böyle? Şaka yapıyorum ve sen bana kızıyorsun, aşk olsun karıcığım.''

Ne?

''Allah'ım.'' Elimi yelpaze yapar gibi yüzüme tutup yüzümü havalandırdım. ''Yapma şunu, böyle konuşma, kimse de yok, rol yapman doğru olmaz.''

Eğer bir aşk yaşıyor olsaydık, Serter'e şu an doya doya sarılırdım, biliyordum. Aramızda bir aşk yoktu, aramızdaki şey gerçek bile değildi.

''Tamam tamam, sadece şaka yapıyordum.'' İç çekerek çilekleri bitirdi, adam makina gibi çilekleri bitirmişti, kajuda da böyle bir şey yaşanmıştı. ''Dün gece aklıma saçma bir şey geldi, seninle paylaşıp paylaşmamak arasında kaldım.''

''Dinliyorum.'' Boğazım kurumuştu.

''Seninle aramızda kaç yaş var?'' Sorusu garipti.

''6 yaş.''

Dalgın gözlerle tezgaha baktı. ''Benim için çok küçüksün ve şimdi evliyiz, her şey hayal gibi geliyor.''

''Saçmalama küçük değilim.'' Sesim biraz yüksek çıkmıştı.

''Ben 20 yaşındayken, sen 14 yaşındaymışsın. Düşüncesi bile korkunç.''

''Yaş sadece bir rakamdır benim için.'' Omuz silktim.

''Anlamadım?''

O hiç izlememişti ki...

''Boş ver, önemli bir şey değil.''

Serter üzerini silkeleyip sürahiden, bardağına biraz su doldurup dudaklarına götürdüğünde, onu incelemek için tüm göz kapaklarımı kullandım. Suyu içişini, hareket edişini ve o ellerine bakarken garip duygulara kapıldım. Bu duygular için bir şey söyleyemezdim.

''Cesur bana bir şey söyledi.'' Konudan konuya atlıyordum, belki de onunla sohbet etmek, konuşmak iyi geliyordu. ''Ömer sana, bir şeyler söylemiş, sen sonra öfkeden ona vurmuşsun. Ne söyledi ki sana?''

Bardak elinde durdu, gözleri bir yere sabitlendi.

Omzu hafif kasıldı.

''O konuyu seninle konuşmadan önce, araştırmayı düşündüm çünkü canını sıkacak bir konu.'' Bunu söylediği halde kasılmıştı, bir şeyler dönüyor olmalıydı.

''Söyler misin?'' Beklentiyle sorduğumda, bardağını tezgahın üzerine bıraktı.

''Güya, annen ve baban diye bildiğin insanlar senin öz ailen değilmiş, sen de Eylül gibi onların öz çocuğu değilmişsin.'' Dedi.

Kelimeler biraz acıtıyordu, bu konuda hemfikirdik fakat bu duyduğum cümleler canımı değil, tüm ruhumu yakmıştı. Asla inanmıyordum, o adam her koşulda, her olayda yalan söyleyen birisiydi. Buna asla anlam veremiyordum. Ömer ne istiyordu? Neden sürekli yalan söylüyordu? Amacı neydi?

Yüzüm gergindi, kalbimde cabası.

''Yalan söylüyor.'' Sesim keskindi, bir bıçaktan daha keskin olduğu kesindi.

''Nasıl yani?''

Oflayarak ellerimi tezgaha dayadım. ''Bana, ailemin mezarının evimin bahçesinde olduğunu da söylemişti, sonra bir daha üstüme gelmedi o konuda. O sürekli böyle bir şeyler sallıyor, neyi amaçlıyor bilmiyorum. Bu kadar her şeyi de bilemez, ben kendi ailemi biliyorum. Bebeklik ultrason fotoğraflarıma kadar her şeyim albüm fotoğrafında mevcut.''

''Emin misin?''

''Sen araştır, sanmıyorum ama içimiz rahat etsin madem.'' Tabureyi arkaya itip ayaklandığımda, gözlerimiz denk düştü, gözleriyle bana bakıyordu. ''Öyle bakma, gerçekten sıkıldım ben şu Hasan kılıklı Ömer'den. Hep böyle, canı sıkılmış, yakında huzur evine kapanacak hâlâ teyzeler gibi dedikodu yapıyor.''

İyice kabalaşmıştım.

''Ben araştıracağım, her ihtimale karşı.'' Kolunu kaldırıp saatine baktığında, yüzü sertleşti. ''Saat geç oldu, odama geçeceğim.''

''Sen geç, ben biraz daha burada takılırım.''

''İyi geceler.'' Serter sağ taraftan geçerek yanıma ulaştığında, önümde duran çilek kasesini alıp lavabonun içine bıraktı ardından yavaş yavaş mutfaktan çıktı.

O çıkar çıkmaz telefonumu bulmaya çalıştım. Muhtemelen çantamı holün orasında unutmuştum. Hemen çantamı bulmak için hole yürüdüğümde, çantamı yerden alıp bedenimi koltuğa attım. Sadece küçük bir arama gerçekleştirecektim, sadece.

Telefondan, Ömer denilen tabak suratlı adamın numarasını bulduğumda, üzerine tıklayıp aramayı bekledim.

Çalıyordu...

''Oo Gece? Beni arayacağını biliyordum ama hemen bugün arayacağını düşünmüyordum.'' Güldü.

''Aşağılık Bunak, aşağılık ihtiyar, aşağılık ak saçlı adam.'' Sinirden telefonu sıkıca tuttum. ''Sen ne iğrenç, ne kötü bir adamsın? Gidip, Serter'e bambaşka şeyler anlatmışsın. Madem bir şeyler yapıyorsun, niye araya yalan katıyorsun?''

Kahkaha attı. ''Güzel duaların için teşekkür ederim.''

''Ne istiyorsun? Gerçekten söyle?''

''İsteklerim çoğaldı.'' Durdu ve nefesini dışarıya verdi. ''Şu nişanlın gözlerimi morarttığı için darp raporu almak zorunda kaldım. Birazdan da basına, ülkenin Büyükelçi'sinin aslında şiddete meyilli olduğunun haberini vereceğim.'' Kahkaha atmaya devam etti. ''Büyükelçi'n tamamen gözden düşecek.''

Hayır bunu yapamazdı, bu kadar aşağılık olamazdı bir insan.

''Eğer, Serter hakkında tek bir kötü haber duyarsam; Gürsel'e her şeyi anlatıp aslında onun arkasından kuyusunu kazdığını, bir şeyler yaptığını söylerim.''

''Ne diyorsun?''

''Duydun beni?'' Sinirlerim bozulmuştu.

Kahkaha attı. ''Kendini de yakarsın, malum senin her şeyden haberdar olduğunu bilmiyorlar.''

''İşte senin anlamadığın şey bu; ben yakalanmaktan korkmuyorum. Tam aksine belki bir ya da bir hafta sonra karşılarına çıkıp her şeyi bildiğimi söyleyeceğim ama senin bir oyun içinde olduğunu öğrenirlerse önlem alacaklar ve senin planların mahvolacak.''

''Beni teh...''

Telefonu üzerine kapattım hemen.

Telefonum çalınca, onun aradığını ekranda gördüm. İnce parmaklarımla ekrandaki numarasını reddettim.

Tutuşmuştu, iyi olmuştu ona.

Kafamı çaldırdığımda, sesime uyanan köpeğimi gördüm. Kollarımı açtım ve boynuma atladı. ''İyi ki varsın Çam, iyi ki varsın.''

Köpeğime sarılarak uyumayı planlıyordum bu gece.

🫁

Bizler kayıptık.

Uzun zamandır bunun üzerine düşünüyordum. Kaybolduğumuz o sanrılı geceleri aklıma getirmeye çalışıyordum. Hâlâ tam olarak kendimi bulamıyordum. Bulmak içinde gerekli çabayı gösteremiyordum.

Ben kimdim?

Neresi benim baharımı kışa çeviriyordu?

Bir cevap, dört cümle; iki neden arasında kaybolduğum ve kendimi arayamadığım bu kayıp tekne görünümlü karanlık hayatta kalmak beni üzüyordu. Kendimi bulamıyordum, bulamadıkça da akıl sağlığımı yitirmek üzereydim.

Dev aynaya baktım.

Dün gece rüyamda İmge'yi görmüştüm, aynanın karşısında bana bakıyordu. O renkli saçlarını siyah yapmıştı, farklı bir renge bürünmüştü yüzü. Önce gözleri gülümsemiş sonra, gözlerindeki yorgunluk ortaya çıkarak ağlamaya başlamıştı.

''Günaydın.'' Barış telefonu açar açmaz, günaydın demişti. ''Gece Hanım, neredesiniz?''

Bana bir tek, Serter'in Gece Hanım demesini tercih ederdim. Tuhaf bir biçimde, onun ağzına yakışıyordu.

''Barış senden bir şey isteyebilir miyim?'' Saçlarımı arkadan düzleştirdiğimde, karnıma bir ağrı saplandı. ''Banka hesabıma giremiyorum, daha doğrusu Gürsel el koyduğundan beri para çekemiyorum.''

''Şerefsiz paranı alıyor değil mi?''

Derin bir nefes aldım. ''Evet.'' Buna alışmıştım.

Muhtemelen tüm maddi kaynağımı ele geçirmiş, ona ulaşmamam içinde gerekli her türlü çabayı göstermişti. Ondan her şeyi bekliyordum fakat kaçırdığı bir nokta vardı. Benim elim armut toplamayacaktı. Ona gösterecektim gününü.

''Kimsesiz çocuklar için, para akışı sağladığım vakıftan mesaj aldım. Banka otomatik para aktarıyordu ama hesabımda para kalmamış.'' Dudaklarımı ısırdım. ''Normalde o paramdan haberi yoktu, paramı çektiğine göre yine unuttuğum zamanlardan birinde benden vekalet almış olabilir.''

''Orospu çocuğu durmuyor.'' Küfür etmişti, Gürsel hak ediyordu.

Maalesef durmuyordu. Bir canım kalmıştı geriye, canımı mı istiyordu?

''Dersim var bugün, güya kahvaltı edecektik fakat geç kaldım. Geri kalanını okulda konuşuruz, dersten sonra da güzel bir yemek yeriz.'' Dudaklarıma kırmızı ruju sürerken dikkatli davrandım. ''Giden parayı geri getiremem. Aklımda bir plan var, daha doğrusu planlar var. İşi mahkemeye taşımadan kendi yöntemlerimle halledeceğim.''

''Ne yapacaksın?'' Diye bir soru yöneltti.

Dudaklarımı dilimle ıslattığımda, gözlerim karardı. ''Gürsel, Kıbrıs'ta kumarhane işletiyor. Eylül ile onlar konuşurken kamera kaydında izlemiştim. Kumarhaneyi kanıtlayabilirsem, orayı polise şikayet edeceğim.''

''Şeytan.'' Diye fısıldadı.

''Kendi elleriyle yarattıkları şeytan.'' Düzelttim.

Telefonu kapattığımda, aynadaki görüntüme bir kez daha baktım. Saçlarım dağınık, yüzüm yorgundu. Makyaj ile kusurlarımı kapatmaya çalışmıştım, yine de bir işe yaramış görünmüyordu. Tuhaf bir şekilde, siyah noktalarımdan şikayetçiydim. Çok fazla maske kullanmama rağmen geçmeyen siyah noktalarımdan nefret ediyordum.

Karnıma tekrar ağrı saplanınca, regl olduğumu anladım.

Bir bu eksikti.

''Serter.'' Kapıyı açarak dış tarafa seslendiğimde Serter'i değil, Aslı'yı merdivende görmüştüm. ''Serter yok mu? Yani, kocam.''

Allah'ım ne saçmalıyordum.

Aslı çıktığım odaya baktı, yüzüne şaşkın bir ifade yerleşti. Evli olduğumuz halde, farklı odalarda yattığımız için garipsemişti.

''Cesur Bey geldi, onunla birlikte sabah çıktılar.'' Tepsinin üzerinde duran kahvaltılığı gösterdi. ''Sizin için kahvaltı hazırlamamı istedi, ayrıca canında fıstık ezmesi de var. Bizzat sevdiğinizi söyleyince hazırladım.''

Düşünceli Serter.

Düşünceliydi.

''Benim çıkmam gerekiyor da...'' Elimle kapıyı gösterdim. ''Uyurgezer olduğum için kendi odamda kalamıyorum.'' Açıklama yaptım. ''Şimdi okula gideceğim, siz acaba Serter eve gelirse beni arar mısınız? Onu çok özlüyorum, yani kocamın sesini duymayınca kendimi kötü hissediyorum.''

Ne oluyordu bana? Son cümleyi neden böyle açıklamıştım?

''Peki Efendim.''

Elimi karnıma bırakarak aşağıya indiğimde, sabah taktığım ped sayesinde rahat bir nefes verdim. Tam günümde regl olmuştum fakat ağrım bu sefer daha fazla görünüyordu. Genelde ilk adet olduğum gün çok ağrım olurdu, ikinci gün düzelirdi. Muhtemelen eylül ayındaki soğukluktan ötürüydü çünkü eylül ayı bu kadar soğuk olmazdı. Şömine yaktıracak kadar.

Arabamı sağlam ve güzel park edilmiş bir şekilde ön kapıda gördüğümde gülümsedim.

Canım kocacığım.

''Serter Bey, size takdim etmemi istedi.'' Anahtarı uzattı.

''Teşekkür ederim.''

Arabaya bindiğimde, yarım saat içinde okuluma gelmiştim. Bu kadar hızlı geldiğim için kendime şaşırıyordum. Sanırım arabayı çok iyi kullanmamdan dolayıydı. Uzun zaman önce, Eylül'den gizli arabasını alıp sürerdim. Zamanla şoförlüğü öğrendiğim için artık sürüş konusunda sıkıntı çekmemeye başlamıştım.

Okula geldiğimde, yine aynı sürede derse girmiştim.

Sıraya geçtiğimde, dersin başlamasını bekledim.

Ders tamamen bittiğinde, notlarımı telefona geçirip ayağa kalktım. Bir hukukçunun elinde muhakkak büyük büyük kitaplar olurdu. Bugün hiçbirini getirmemiştim. Pdf sayesinde taşımıyordum. Üstelik kitaplarım, Eylül'ün evinde kalmıştı.

Barış'ı koridorda görünce, çantamı elime alıp hızlıca ona doğru yürüdüm.

Siyah deri bir ceket, parlak pantolon ile bugün oldukça karizmatik görünüyordu. Barış'a artık bir kız bulmamın zamanı gelmişti. Onun adına çöpçatanlık yapacaktım. Böyle, sürekli yalnız gezemezdi.

''Günaydın.'' Sondaki harfi uzattım.

Bana sarıldığında yanağımı öperek kaşlarını çattı. ''Parfümünü mü değiştirdin?''

''Evet.''

Serter'in bana almış olduğu makyaj malzemelerin içinde, parfüm de vardı. Birçok eşyam yenilenmişti çünkü evime gidip eşyalarımı alamıyordum.

''Güzel kokuyorsun.'' Barış'ın iç çekişini biraz garipsemiştim.

Kör maymunu oynuyordum. Uzun zamandır bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünmeye başlamıştım. Her şeyin farkındaydım, belki de yeryüzünde; diğer insanlara nazaran en büyük günahım buydu. Duygularını görüp, görmezlikten geliyordum. Bunun birden fazla sebebi vardı, en büyük sebeplerden birisi; Barış dostumdu ve onu kaybetmek istemiyordum.

''Nereye yemeğe gideceğiz?'' Kalabalığa bakmamaya çalışarak arabama ilerledik. ''Umarım, motorunu getirmedin çünkü benim arabamla gidiyoruz.''

''Taksi ile geldim.''

Şoför koltuğuna değil, yan tarafa oturmuştum. Barış ile araba yolculuğunda genelde arabayı o kullanmak isterdi. Artık alışmıştım, garipsememeye çalışıyordum.

Şoför koltuğuna oturduğunda yüzü gülümsüyordu. ''Atakan ve Nehir'e haber verdim.'' Kontağı çalıştırdı. ''Naz'a da söyledim.''

''Nerede yemek yiyeceğiz?'' Sorumu yinelemiştim.

Elinin birisini direksiyona bıraktığında, diğer elini de dudaklarına götürdü. ''Okulun hemen orasında çok güzel kızarmış tavuk yapan bir yer var. Sosuna bayılacağını düşünüyorum, hem salataları da güzel oluyor.''

''Acıktım.'' İştahım açılmıştı.

Anayola geçtiğimizde, okulu arkamızda bırakmıştık.

Bugün enerjiktim. Dün, Ömer denilen adamı tehdit ettiğim için kendimi rahatlamış hissediyordum.

Hiçbir şekilde Ömer'e güvenemezdim.

Ömer çıkarları için herkesi gözden çıkaracak bir adamdı. Eğer ona elimi verip, Gürsel konusunda birlik olursak; çıkarları söz konusu olduğunda atacağı ilk tekme bana karşı olacaktı. Üstelik benim büyük bir güven sorunum vardı. Başta Serter'e bile güvenmemiştim, sonradan açılmıştım.

Ömer güven vermiyordu.

Yemek yiyeceğimiz yere geldiğimizde, küçük bir ev yemekleri yapan yerle karşılaştım. Buraya uğramadığım için, buradaki mekanları genelde bilmiyordum. Bu küçük yere baktığımda ise içim yumuşacık olmuştu.

Arabadan indiğimde, yanıma geçerek birlikte mekana girdik. Kalabalık değil de sakin olan bu yerle daha da gülümsedim.

''Yemekleri ben söyleyeceğim, bana güven hepsine bayılacaksın.'' Sandalyemi çektiğinde, arka masada oturan arkadaşlarımızla birlikte hemen ayağa kalktım. ''Onlar çoktan gelmiş.''

Atakan ve Nehir cam kenarında oturuyordu, karşılarında ise beyaz örtülerle donatılmış birisi oturuyordu. Kız pek tanıdık gelmemişti, gözlerine güneş gözlüğü taktığından dolayı kim olduğun anlayamadım.

''Selam.'' Oturduğumda, çaprazıma geçmişti Barış. ''Bu kim?''

Kız gözlüğünü çıkardığında masmavi parlak gözlerle karşılaştım.

Naz.

''Merhabalar efendim, nasılsınız inşallah.'' Heyecanlı heyecanlı konuşurken, acaba gerçekten arkadaşım mı diye düşündüm bir an.

Bu kişi benim arkadaşım mıydı?

Kaşlarımı çattım, sanırım alnımın ortasında derin bir çukur oluşmuştu. ''Naz? Bu ne hal? Sana ne oldu? Neden böyle çölün ortasında kalan Oscar gibi giyindin?''

Atakan gevşek gevşek sırıttı. ''Oscar kim?''

''Sen bir sus.'' Yükseldim bir an.

Naz gülümsemeye çalıştı. ''Efendim, biliyorsunuz ki ben artık bu geçici dünyanın hapsinden çıkmış bulunmaktayım. Bugün de sevgili eşim Abdulhasabınie Erhami Ahmedi Binhasani Hüsnü Şark'ın isteği sonucunda böyle giyindim efendim.'' Sesi de değişmişti.

Gözlerim kocaman açıldı. ''Ne Abdül'ü kim o ya?''

Naz elleriyle yelpazesini yüzüne tuttu. ''Kocam.''

Barış güldü. ''Yeni birisini ağına takmış.''

Naz omuz silkerek bize çevirdi yüzünü. ''Neden benimle böyle konuşuyorsunuz? Kısa dünyanın içinde kalan yaşamın uç noktasında dağılmadığımız her güne özel yaşanan karışımlar aslında bitkilerin kökünden çıkarken zaten insanlar da embriyodan çoğalan birer sperm hücresinin alt katında bulunan evrenden kalma ufacık çekirdek sonucu oluşan magmanın en üst noktasında doruklaşan magnum dondurmasını yerken...''

Sözünü kestim. ''Sus.''

''Peki.'' Naz kendi önüne döndü.

Barış bacak bacak üstüne attı. ''Bakırköy'e yatmayı düşündün mü?''

Naz beyaz örtüyü iyice omuzlarına yaydırmaya çalıştığında, bu kızın delirdiğine emin olmuştum. ''Benim kocam Arap şeyhi olduğundan mütevellit böyle konuşarak beni kırdığınızı dile getirmek...''

Elimi havaya kaldırdım. ''Tamam tamam bir şey demiyoruz, sus.'' Duraksadığımda, kızgınlığım yüzümde okunuyordu. ''Git üstünü değiştir, niye erkekler için değişiyorsun? Resmen, sırf Şeyh diye böyle giyinemezsin, çok sinirliyim sana.''

Atakan sevgilisinin beline elini koydu. ''Nehir'im böyle yapmaz asla, biraz sevgilimden feyz al.''

Nehir rahatsız olmuştu.

Kasılmıştı.

Onların ilişkisine en kısa sürede odaklanacaktım. Naz, bana onun şiddet gördüğünü söylemişti. Belli ki ortada dönen bir şeyler vardı, ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim olmadığı halde, bir şeyler sezmediğim için kendime kızıyordum.

''Ben, yemekleri söyleyeceğim.'' Barış'ın sesiyle kafamı salladım.

Karnımdaki ağrıyı umursamamaya çalışarak, Naz'ın kulağına eğildim. ''Yakışmamış, lütfen şöyle yapma. İnsanlar bir şey istiyor diye, dış görünüşünü değiştiremezsin. Kimseye kendini beğendirmek zorunda değilsin. Muhtemelen o Arap Şeyhinin en az dört karısı vardır, amacın ne ki? Onların içine dahil olmak mı?''

Naz umursamadı, umursamamak konusunda direniyordu. ''Ben, artık böyle giyineceğim. Kocamın istediği bir hayata bürüneceğim.''

Ofladım. ''Ne kocası?''

Yemekler gelmeye başladığında, telefonumu elime alarak Serter ile sohbetimi buldum. Ona mesaj atmak istiyordum. Beni merak eder miydi bilmiyorum ama ben şimdiden onu merak etmiştim.

12.34.
Arkadaşlarımla yemeğe geldim belki merak etmişsindir.

Mesajı hemen görmüştü.

12.35: Ne yiyorsun bakalım?

12.35:
Haşlama brokoli yanında haşlanmış pilav sonrası için melisa çayı :*)

12.36: Yalancı- Kaş çatan emoji

12.36:
Kızarmış tavuk yiyeceğim, bence tadı gayet güzel.

12.36: Demek ki göbeğin bu yüzden var :)

Benim göbeğim mi vardı? Ciddi miydi?

Masaya servis edilen tabaklara baktığımda, çatalımı peçeteyle temizleyip tavuğun tadına baktım. Yemeğin fotoğrafını çekip, Serter'e attım. Canının çekeceğini düşünmüyordum, sadece atmak istemiştim. Hem onunla böyle zıtlaşmak hoşuma gidiyordu.

Arkadaşlarım sohbete dalmıştı, fırsattan istifade mesajlaşmaya devam ettim.

12.38:
Gayet leziz, Büyükelçi Beyefendi- Fotoğraf*

12.38: Hanımefendi...

12.39:
Bana şişko dediğin için sana küsme kararı aldım- Üzülen emoji, hatta tripli emoji.

12.39: Trip atan emoji mi? Ayrıca, eve geldiğinde seninle kavga edeceğim. Karım sürekli trip atıyor, bu hiç ama hiç hoşuma gitmiyor. :/

Karısıydım...

İçim eridi.

12.40:
Sen neredesin? Uyandığım evde yoktun, Cesur ile erkenden çıkmışsınız.- Sinirlenmiş, eşi konusunda sabırsız olan evli kadın emojisi.

12.41: Galeriye geldim, araba bakıyordum.

12.41:
Araban yok mu senin? Neden ikinci arabayı alıyorsun ki?

12.42: Sana alıyorum...

12.43:
Ciddi misin? Neden alıyorsun? Benim arabam var ki. Boşuna alıyorsun, yani boşuna derken yanlış anlama düşünüyorsun ama gerek yok.

12.44: Nerede yemek yiyorsun? Adresini ver. Arabanla geleceğim.

Adresi yazdıktan sonra, şaşkınlığım tüm vücuduma yayılım göstermişti. Serter Güçlü bana araba almıştı. Düşünceli tavrı konusunda şaşkınlık içerisindeydim. Bana araba alıyordu, Serter Güçlü bana sebepsizce araba alıyordu. Kendi arabam normal standartta olduğu için mi alıyordu? Böyle ani bir hediye karşısında tuhaf hissetmiştim.

Benimsiyordu beni.

Düşünceli davranıyordu.

Ah Serter.

''Kimle yazışıyorsun?'' Barış'ın sesiyle, güzel bir rüyadan uyanarak ona çevirdim gözlerimi.

Tavuğa baktığımda, çatalla tavuğun kenarını koparmam gerektiğimin farkındalığıyla küçük bir parça koparıp ağzıma attım. ''Eşimle.''

Atakan ağzındaki yemek yüzünden bir anda öksürmeye başladı. ''Eşim mi?''

Naz peçesini ağzının kenarından çıkarak gülümsedi. ''Artık, Gece bir erkeğin zevcesidir efendim.'' Sesi de değişmişti, daha oturaklı bir kadının sesine dönüşmüştü tonlaması.

Atakan şaşkın görünüyordu. ''Sen evlendin mi? Şaka yapıyorsun değil mi?''

Baştan herkese bir şeyler anlatmak beni sıkıyordu. Kısa süre içinde, hayatımdaki birçok şeyden haberdar olacaklardı fakat şu an üstüme gelmeleri hoşuma gitmiyordu. Her insana, her şeyi her anda anlatamazdım. Benim de bazı sırlarım olmalıydı, onları kendime saklamalıydım. İnsanların sürekli bir şeyden haberdar hoşuma gitmiyordu.

''Evet.'' Salatayı kaşıklarken soğan olup olmadığını kontrol ettim.

Serter'in soğan sevmeyeceğini düşünüyordum, dolayısıyla yakınındayken soğan kokmak istemezdim. Soğan bulamadığım için sevinirken bir yandan da iki şaşkın arkadaşımın bakışları altında eziliyordum.

''İlk görüşte aşık oldular, size ne ayrıca? İnsanlar evlenebilir.'' Dedi Naz.

Neyse ki Atakan ve Nehir ile özel hayatım konusunda konuşacak kadar yakın bir geçmişe dayalı arkadaşlığımız yoktu. Sadece grup olarak toplandığımızda bir araya geliyorduk.

''Bir ilişkim vardı fakat son zamanlarda ciddi bir boyuta geçmeye başladı.'' Peçeteyle ağzımı sildiğimde, Atakan'ın moralinin bozulduğunu fark ettim. ''Eşim yurt dışına sürekli gidip geldiği için yalnız kalmamam gerektiğini düşünerek mezuniyet sonrası yapacağımız nikahı öne çekti. Biz de evlenmeye karar verdik.''

Atakan kaşlarını çattı.

Naz'ın gözleri, çatık kaşlı Atakan'ı buldu.

Saf Nehir ise oralı olmayarak yemeğini yemeye devam etti.

''Bari nikaha çağırsaydın, gelirdik.'' Yüzünü buruşturdu. ''Saçma.''

''Emrin olur, bir dahakine çağırırım.'' Tabağı öne ittiğimde, sinirlenmiştim. ''Bu benim nikahım, bırak da kimi çağırıp kimi çağırmayacağıma ben karar vereyim. Ayrıca sana ne oluyor? Kendi dostlarım böylesine saçma bir tepkide bulunmadı.''

Barış araya girmek durumunda kaldı ortalığı sakinleştirmek adına. ''Neden kasıldın? Hayırdır, Atakan?

''Kasılmadım.'' Kulaklarına kadar kızarmıştı.

Ofladım. ''Konuyu kapatabilir miyiz? Kimseye hesap vermek zorunda değilim. Evlendim, yarın da boşanırım, öteki gün de evlenirim. Bu benim hayatım.'' Sadece güzel bir yemek yemek istemiştim.

''Gece, sen dalga mı geçiyorsun?'' Atakan'ın bağırmasıyla, Barış bir anda ayağa kalktı.

''O sesini kıs.'' Dedi.

Ne oluyordu böyle? Yalnızca, beş dakika önce oturuyorduk, sakin sakin sohbet ediyorlardı. Ne olmuştu bir anda? Hangi, kelime kelimenin yıkılmasına sebebiyet vermişti? Anlam veremiyordum. Atakan'ın tepkisi ise oldukça yersiz geliyordu. Ona ne oluyordu? Sağlıklı düşünemiyordum artık.

İnsanları anlamayı bırakmalıydım kendi ruh sağlığım adına. Bir süre.

''Sana ne oluyor Barış?'' Atakan sevgilisinin elinden tuttu. ''Nehir kalk gidelim, arkadaşlarımızın halini gördün, hemen gruplaşmaya başladılar.''

Naz, ''Arkadaşlar lütfen ahdhar olur musunuz? La tankasir yapmayın lütfen. Sizin bu davranıştan oluşan karanlık leyl bizi derinden sarsmaktadır.''

''Sen ne diyorsun? Hangi dil bu?'' Barış öfkeyle sordu.

Naz'dan atak geldi. ''Bana sesini yükseltme, sen de Atakan gibi bağırmaktasın.'' Ağzının kenarını temizledi. ''Ben, zevcemin yanına gitmekte olurken siz kavga etmeye devam edin lütfen. Bu yaptığınız asla...''

Atakan, ''Biz gidiyoruz, hepinize afiyet olsun.''

İkisi beraber mekanı terk ettiği sırada, Barış sakinleşerek koltuğuna oturmaya devam etti. Kavganın çıkış sebebi bana yersiz geliyordu. Atakan'ın garip hareketine anlam veremiyordum, fazla garipti.

Sırtımı koltuğa yasladım. ''Klasik Atakan...Geçen yıl da böyle saçma sapan her şey için kavga çıkarmaya çalıştı.''

Barış gergindi. ''Saçma diyor, ona ne oluyor? Sanki dostun.''

''İşte.'' Omuz silktim.

Hiçbir şey yaşanmamış gibi yemeğime devam etmek istiyordum. Bana göre, Atakan'ın tepki vermesi elbette saçmaydı fakat uzun zamandır insanları garip hareketlerine anlam yüklemeyi bırakmıştım. İnsanlar her an, her durumda bazı hareketlerde bulunurlardı. İnsanlara asla güven olmazdı, bu kadar basitti.

''Yemeğimize devam edelim.'' Barış'ın sesine yalnızca kafamı sallayabildim.

Ben yemeğime devam ediyordum ki. İnsanların saçma bulduğu şeyler benim hayatımdı, sırf bu yüzden saçma diye nitelendirdikleri olayı görmezden gelebiliyordum; her durumda.

Ben de böyle birisiydim.

Eylül'e teşekkür etmem gerekiyordu.

Telefonum çaldığı sırada, masanın üzerindeki peçeteyi alıp parmaklarımı temizledim ardından arayan kişinin ismine baktım.

Kocam arıyordu.

''Benim gitmem gerekiyor, Serter geldi.'' Arkadaşlarımın şaşkın bakışlarını yakalar yakalamaz, açıklama gereğinde bulundum. ''Beni alacağını söyledi, daha doğrusu bir şey gösterecekmiş.'' Barış tek kaşını havaya kaldırdı. ''Çıkmam lazım, lütfen kızmayın. Sizinle zaten vakit geçirdim, baksanıza yemek yedim.''

''Şu durumu konuşacaktık?'' Sabahki konuyu kast ediyordu.

''Konuşuruz.'' Barış'a sarılıp, Naz'a da uzaktan bir öpücük gönderdim. ''Hesabı bana atın, yediğim kısmı ödeyeyim akşam''

''Ben öderim, saçmalama.'' Barış'ın sesi sertti.

Genelde de hesap konusunda kavga ediyorduk. Her seferinde, hesabı ödemek için diretiyordu, ben ise tam tersi davranarak ödeme konusunda onu zorluyordum ama birbirimizle günün sonunda kavgalı halde mekandan ayrılıyorduk.

''Naz.'' Kaş göz işaretinde bulundum.

Naz elini peçesine götürdü. ''Tamamdır, o iş bende ayol.''

''Görüşürüz.''

Mekandan çıkarken dudaklarımda büyük bir gülümseme mevcuttu. Sanki ılık bir kış soğuğunda yanan tütsü ve beraberinde sönmek üzere olan mumun yansıttığı sıcaklık sayesinde soğukluğu hissetmiyordum. Duygularımı, bir türlü bir araya getiremiyordum. Karanlığın içinde kalan adımlarımın sesiydi; göremediğim mum sayısı.

Üşümüyordum.

Üşüyen şey, kalbimdeki belirsizlikti.

Dışarıya çıkar çıkmaz, bir yağmur damlası burnuma çarptı. Yağmur yağıyordu, bir an olsun havaların ısınacağını düşünürken yağmur kendisini belli etmişti. Kış geliyordu, kış gelmeden önce kalbim bir türlü yeterli ısıyı bulamamıştı.

Islak zemine basmamaya çalışarak yan tarafıma döndüğümde, gözlerim Serter'in güçlü mavi gözlerinde durdu.

''Dikkat et, düşeceksin.'' Arabaya sırtını yaslamıştı.

Boğazlı siyah bir kazak, siyah parlak pantolon ve gülümsemeyen bir suratla karşılaşmıştım. Simsiyah saçları rüzgara meydan okuyordu. Bir yandan esen rüzgar, bir yandan da yağmur saçlarıyla büyük bir kavgaya tabi tutulmuştu. Savaşı kimin kazanacağı meşhurdu. Yağmuru sevdiğim halde, sırf saçlarını ıslatıyor diye yağmura küsmek üzereydim.

Ben, neler düşünüyordum böyle? Onu hayatımın eksenine almak üzereydim. Bu, bir akıl oyunuydu.

Beynim ve kalbim savaşıyordu.

Delirecektim.

''Yağmur yüzünden, ayakkabılarım kir içinde kaldı.'' Çantama sıkıca sarıldığımda, basamakları tek tek indim. ''Hava soğumuş.''

Gülümsedi. ''Çok değil.''

''Üşüyorum.'' Dedim.

Elini uzattığında, tutmam için göz hapsime giren parmaklarına bakmamaya çalışarak ellerini tuttum.

''Sen, biraz hassas mısın acaba?'' Dedi yumuşak fakat bir o kadar etkileyici ses tonuyla.

''Büyükelçi.'' Diye uyardım.

Sesiyle ilgili büyük bir problemim vardı. Bir insanın sesi bu kadar güzel olmamalıydı, sesinde yatan o tonlama ve yaratmış olduğu vurgulama oldukça hoştu. Belki de duyabileceğim en güzel sesi duyuyordum. Daha önce, böyle bir sesle karşılaşmamıştım.

Büyükelçi...

O her şeyde kusursuzdu.

''Umarım, yemeğini bölmemişimdir.'' Yanına geçtiğimde, dudaklarından dökülen cümlenin altındaki yumuşaklık hoşuma gitmişti. ''Arkadaşların kızmıştır, kaldı ki ben de olsam, kızardım.''

''Ben, zaten yemeğimi bitirmiştim. Hem biz, her gün birbirimizi görüyoruz.'' Adem elmasına baktığımda, boğazımda bir yumru belirdi.

Serter'in adem elması güzeldi.

Serter'in sesi de güzeldi.

Serter'in parmakları...Tamam tamam susuyorum.

''O zaman, problem yok.'' Eliyle arkasında duran arabayı gösterdi. ''Bakmak ister misin?''

Bana araba almıştı.

Mesajda söylemişti ama Serter'i görünce arabayı tamamen unutmuştum. Lüks bir arabaya benziyordu. Simsiyah rengiyle karşılaşınca içimden gülmemek için zor tuttum kendimi. Büyükelçi'nin siyah renk takıntısı arabaya geçmişti.

''Bana neden araba aldın ki?'' Diye sordum.

Elini cebine attı, cebinden çıkardığı anahtarı bana uzattı. Anahtar sade bir anahtar değildi. Dışına ayıcık takılmıştı. Ayıcık figürünü gören gözlerim, garipsedi. Ayıcıkları sevdiğimi nereden biliyordu? Bunu bilmesi imkansızdı çünkü daha önce sevdiğim şeyler hakkında konuştuğumuzu hatırlamıyordum.

Serter.

Serter beni gafil avlıyordu.

''Eski arabanı tamire götürmüştü ya şoförüm.'' Elini belime attı, belime sarılan elleriyle hafif irkildim. ''Arabanda birtakım sıkıntılar tespit etmiş, yani düzeldiği halde ileride ciddi derecede büyük sorunlar gösterebilirmiş.'' Belimde duran elleri sıklaştığında, Büyükelçi'nin kokusu burnuma yayıldı. ''Ben de onu kullanmanı istemedim, zaten galeriye gidecektim, oradayken aklıma geldi ve bir arabaya ihtiyaç duyacağını düşündüm.''

''Bu araba, çikolata değil.'' Sesim kısık çıkmıştı.

Gözlerimin içine bakarken, yanaklarına bir damla yağmur düştü. Umarım hayatı boyunca, yanakları sadece yağmur yüzünden ağlardı çünkü Serter Güçlü'nün yanaklarını bir tek yağmur damlaları ıslatmalıydı, gözyaşı değil.

''Aynı şey.'' Umursamazdı.

''Değil.''

''Gece.'' Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. ''Sen benim karımsın artık. Bırak da hediye almam normal olsun.''

''Gurur falan yapmayacağım, hediyeyi reddetmem de.'' Boğazımı temizledim. ''Yine de bana böyle büyük hediyeler almanı istemiyorum.''

''Neden?'' Kaşları çatıldı, rahatsız olmuştu sözlerimden.

Ben de kendimden rahatsız oluyordum bazen. Eğer güzel bir yaşamım olsaydı, ailemle büyüseydim bugün neye nasıl tepkilerde bulunacağımı öğrenebilir, ona göre davranabilirdim.

''Çünkü...''

Sözümü kesti. ''Gece, rica ediyorum hediyeye bu kadar takılma. Galeriye gittim, dediğim gibi bir araba almak istedim, hepsi bu.'' Derin bir nefes aldı. ''Sen sür olur mu?''

Onu kızdırmıştım.

Yine de sakinliğini korumayı başarmıştı.

Şoför koltuğuna geçtiğimde, önce kontağı çalıştırdım, ardından elimi direksiyona bıraktım. Yeni bir eşyanın kokusu koltukla sinmişti. Camı kapatıp sırtımı tamamen yasladığımda, heyecanlanmamaya çalışmıştım. İçimde birikmiş heyecan korkusu vardı.

''Teşekkür ederim.'' Sözlerim, bir saat kulesine takılmış ve dudaklarımdan hemen öylece dökülemiyordu. ''Birkaç gündür beni tanıyor olmana rağmen, her zaman beni mutlu etmek ve bir yuvada olduğumu hissettirmek için gereken özeni gösterdin.'' Duraksadım. ''Serter.''

''Efendim.''

''Biliyor musun? Ablamın içirdiği ilaçlar yüzünden hep bir şeyleri unutuyorum...Fakat eğer geçmişte zamanda seni tanısaydım, o ilaçların bile seninle olan anılarımı unutmama etki etmeyeceğini biliyorum.''

Gözlerine bir hüzün çöktü.

Mayıs ile kasım arasında kalmış titrek ışıklar ele aldı gözlerini.

''Nasıl bu kadar emin oluyorsun?''

''Çünkü, seni hiçbir ilaç unutturmaz.'' Dedim.

Arabayı çalıştırdığımda, arabaya derin bir sessizlik çöktü. Uzun bir süre konuşmadı, belki de konuşmak istemiyordu. Sustu, susarken bazı kelimeler ağırlık yüzünden parçalanıyordu. Sessizliğe bürünmüştük, sessizlik beni korkutuyordu. Tıpkı karanlıkların korkuttuğu gibi.

Konuşmaya çalıştım. ''Demek istediğim.'' Toparlayamıyordum. ''Sen, harika bir insansın. Sadece harika bir insan değilsin, aynı zamanda kusursuzsun ve...''

Sözümü kesti. ''Ve?''

''Ve senin benim için böyle çabalaman; hayata tutunmama sebep oluyor. Beni düşünerek benimle evlenmeyi göze aldın, bana hediye alıyorsun.'' Direksiyonu tuttum sıkıca. ''Anahtarın ucuna ayıcık yerleştirmişsin, ayıcıkları sevdiğimi nereden biliyorsun ki?''

''Odanda görmüştüm.'' Dedi.

''Detaycısın.''

''Hayır, sadece sana özeldi o.'' Dedi.

Gözlerim doldu.

Mutluluktan dolayı gözlerim doldu. İşte nefes almak böyle bir şey olmalıydı. Nefes almak, ablasından korktuğu için gece karanlıkta uyumamak değildi, nefes almak değerli hissettiğini gördüğü anlarda yaşadığı mutluluk gözyaşlarıydı.

''Tekrar teşekkür ederim araba için ama bak ben de altında kalmam, yani en kısa zaman içinde sana güzel bir sürprizle gelebilirim.'' Dudaklarımı yaladım, dikkatim yolda, zihnim onu düşünmekle meşguldü. ''Ne seversin?''

İşaret parmağını dudaklarına götürdüğünde, karizmatik oluşuna erimek üzereydim. ''O soslu tavuğundan yaparsan, hayır demem.''

''Hayır, daha büyük bir şeyler iste. İmkansızı isteyebilirsin?'' Diye sordum.

''Tamam, bana en çok vermek istemediğin bir sırrı verebilirsin, ya da kimsenin bilmediği hobinden bahsedebilirsin.''

Küçük şeyler istiyordu.

Büyükelçi...

''Bu da küçük.'' Dedim.

Güldü. ''İnan bana, o hediye hepsinden büyük.''

Düşünmeye çalıştım. Ne gibi sırlarım vardı ki? Birçok şeyi öğrenmişti. Hayatımın belki de en büyük sırrını biliyordu. Ona ne verebilirdim? Aklım almıyordu.

Eve geçtiğimizde, arabayı park ederken aklıma günlüğüm geldi. Günlüğümü veremezdim, günlüğümü verirsem, beni öptüğünü not olarak düştüğüm kısmı gördüğünde büyük bir şaşkınlık yaşayabilirdi. Bunu göze alamazdım. Hem, duygusal açıdan güçlü, duyular açısından zayıfken; Büyükelçi'nin olumsuz düşünceleriyle karşılaşmak beni yıkardı, yok ederdi.

Arabadan indiğimde, yağmur durmuştu.

''Odama geçmem gerekiyor.'' Ellerimi küçük çocuklar gibi arkama aldım. ''Sana, benim için özel olan bir şeyi göstereceğim.''

''Bekliyorum.''

Kapıyı çaldığımda, Aslı kapıyı tamamen açarak geri çekildiğinde, adımlarımı hemen odama yönelttim. Şimdi, o küçük kağıdı bulacak ve Serter'e gösterecektim. İçim kıpır kıpır heyecanlıydı. Gülümseyerek günlüğümü çekmeceden çıkartıp açtığımda, önce beni bir çiçek kokusu karşıladı, sonra o küçük kağıt. Hep arasına sıkıştırırdım.

Hiç çıkarmazdım.

Benim, orada hayallerim vardı. Kaybedebilir miydim? İnsan hayaline sımsıkı bağlanmalıydı.

Kapıma vurulan ellerle birlikte arkama döndüğümde, onu gördüm. Sanırım göstereceğim kağıt konusunda heyecanlanmaya başlamıştı.

''Buldun mu?'' Diye sordu büyük bir tatlılık ses tonuyla.

''Evet.'' Kağıdı uzattım. ''Küçük bir şey ama orada hayallerim var. En yakınlarım bile bilmiyor, ilk kez sen göreceksin.''

Tek dileğim, saçma bulmamasıydı.

Kağıdı parmaklarımın arasından aldığında, Serter küçük bir çocuğa dönmüştü. Benim gibi olmuştu. O da heyecanlanmıştı.

Kağıdı yüzüne tuttu.

Ölmeden önce yapılacaklar.

1) Trene biniyorsun ve hiç bilmediğin bir şehre gidiyorsun. (Yapılmadı.)

2) Mahallede küçük çocuklarla futbol oynuyorsun. (Yapıldı.)

3) Aşık oluyorsun. (Yapılmadı.)

4) Savcı oluyorsun. (Yapılmadı.)

5) Yabancı bir şehirde sokak ortasında en sevdiğin şarkıyı söylüyorsun. (Yapılmadı.)

Kağıdı okuduktan sonra kafasını kaldırıp bana baktı. ''Futbol mu?''

''Eylül biraz fazla baskı içinde beni büyüttüğü için, dışarıya çıkamıyordum. Çocukluğumdan beri en çok yapmak istediğim şey özgürce dışarıda oynamak.''

Hüzün gözlerinin her tarafına yayıldı. ''Tren?''

''En çok yapmak istediğim şey...'' İç çektim. ''Trenleri seviyorum ama korkuyorum binmekten.''

''Eğer, trene binseydin en çok hangi şehre gitmek isterdin?''

Bunu hiç düşünmemiştim.

Duraksadım. ''Sanırım, hangi şehirde acı yoksa oraya gitmek isterdim.''

İkimizi yine derin bir sessizlik aldı, bu sessizlikten tekrar tekrar korktum. Gözlerinin içine bakamıyordum. Onu hayallerimle tanıştırmıştım ve bu biraz beni derinden sarstı. İnsanlar, insanlara hayallerini anlatınca bir şeyler olurdu, beni de bu korkutuyordu.

Sanki, gerçek benle tanışmıştı.

''Aşık oluyorsun?''

Kritik soruydu, kabul ediyordum.

''Çok isterim.'' Fazla isterdim.

''Ölmeden önce demişsin bu listede.'' Kağıdı zarifçe katlayıp bana uzatmak yerine elinde tuttu. ''Daha yaşayacak onlarca yılın var, hepsini yaparsın.'' Derinleşti göz rengi. ''Kağıdın ben de kalabilir mi? Bunu saklamak isterim çünkü belki bir gün hayallerini; birlikte gerçekleştiririz.''

''Gerçekten yapabilir miyiz?''

''Söz veriyorum.'' İç yanağını ısırıyordu. ''Büyükelçi sözü.''

Yeterliydi.

Ona inancım tamdı.

''Şimdi, aşağıya ineceğim, yemek yedikten sonra çıkmam lazım.'' Dudaklarını ıslattı, kaçıncı kez ıslatmıştı bilmiyordum. ''Akşam erken gelmeye çalışırım, sen de o süre zarfında ödevlerini yaparsın olur mu?''

''Olur.''

O aşağıya indikten sonra, arkasından onu takip ettim. Mutfaktan mis gibi yemek kokuları geliyordu. Tekrar acıkmıştım, yoksa bu denli geniş bir iştaha sahip olmam imkansızdı. Yemek yemek farklı bir olguydu. İnsana iyi geliyordu, bazen depresyona girdiğimi düşündüğüm vakitler yemek sayesinde bir nebze de olsa ayakta kalıyordum.

''Yemekte ne var, Aslı?'' Serter sandalyemi çektiğinde, sol tarafa-duvar kenarına-oturdum.

''Kızartılmış pirzola, yanında kuşkonmaz ve mevsimlik sebze çorbası.'' Aslı çorbaları doldurmaya başladığında, iştahla dudaklarımı yaladım.

Serter sandalyeye oturmadan önce, hemen mutfak lavabosunda ellerini yıkadı. İki adet lavabo vardı, birisi sebzelerin yıkandığı diğeri ise elimizin yıkandığı yerdi.

''Teşekkür ederiz, şimdiden ellerinize sağlık.'' Sandalyeye oturduğunda, peçeteyle ellerini kuruladı, ardından bana baktı. ''Çorba seversin değil mi?''

''Bayılırım.''

Yemek seçmezdim pek, tabii ki de sevmediğim yemekler vardı ama nadiren görülürdü bu durum.

Aslı mutfaktan çıktığında, Serter ile baş başa kalmıştık. Yemeğini yemeye başladı, sakin görünüyordu. Yüzüne bakarken dudaklarım gülümsüyordu. Sanırım, Serter'de en çok sevdiğim şeylerden birisi; onun yanında her an her dakika gülümsüyor olmam.

''Bir şey soracağım.'' Pürüzsüz gözlerine bakarken dudaklarım titriyordu. ''Ömer olayı ne olacak?''

Peçeteyle dudaklarını kenarını sildiğinde, kaşları çatıktı. ''Henüz, gazeteye düşmedi haber. Kerem bir şekilde kamera kayıtlarını silmiş, video çekenlerle de konuşup halletmiş. Ömer'den ise hâlâ bir ses çıkmadı. Muhtemelen bunu bana koz olarak kullanacak.''

Masanın üzerinde duran ellerine bıraktım ellerimi.

Elleri irkildi, ellerim ellerinde nefes aldı.

''Eğer, sana karşı kullanırsa; ben de devreye girerim.'' Sesim netti.

''Senin hiçbir şekilde araya girmeni istemiyorum.'' Bardağı dudaklarına götürdüğünde, alnının ortasında bir çukur oluştu. ''Seni tekrar tehdit edebilir, bu sefer tehdit ettiği konular farklılaşabilir. Kendini tehlikeye atmayacaksın.''

Pirzoladan bir parça alıp ağzıma attığımda, karnıma yine o kötü ağrı saplandı. Regl ağrısından nefret etmek üzereydim. Dün yanın en kötü ağrısı olabilirdi. İlaç da içemiyordum çünkü ağrıyı kesiyordu.

''Sana bir şey sorabilir miyim?'' Elimi karnımın üzerine götürdüğünde, mavilikleri karnıma çevrildi. ''Ben, sizin ilk kez konuştuğunuz o kamera görüntülerini gördüm.'' Elimi karnımdan çekerken dikkatli davranıyordum. ''Eylül ile iş birliği yapacaktın...''

''Her şeyi izledin değil mi?'' İki elini birleştirip çenesinin altına bıraktı.

''İzledim.''

Çok önceden eve kamera yerleştirmek zorunda kalmıştım. Lambanın altında olan kamera ışık yanar yanmaz devreye giriyordu, eğer ışık yanmazsa benim bastığım düğme sayesinde çalışıyordu. Ampulün iç tarafına benzediği için Eylül henüz fark edememişti. Fark etmesi de imkansızdı.

Özel üretilen bir kameraydı.

''Onunla herhangi bir iş birliğim kalmadı.'' Duraksadı. ''Sana yaşattıklarından sonra, onunla iş birliği yapmam.''

''Serter, sen kendi ayağına sıkıyorsun. Yani, çok detaylı bilmesem de Eylül'le iş birliği yapmak mecburiyetindesin. Belki de üzerindeki iftirayı onunla silebilirsin.''

Kafasını yana salladı. ''Tek başıma da hallederim.''

''Benim yüzümden.''

Çatık bir kaşla, belki de denizin beni yutacağı o pırıl pırıl akşam gökyüzünde yutulması gibi baktı bana, bir devir atlattık hemen. Bakışlarının altında yatan o kendine özgü anlam derinliğinde boğulmayı seçemedim, sevemedim.

''Neden tüm suçu kendine yüklüyorsun? Onunla bir iş birliği yapmak istemiyorum.'' Gergin omuzlarıma baktı. ''Eylül benim umurumda bile değil, sırf kendi çıkarlarım için onunla hiçbir şekilde iş birliğinde bulunmam.'' Sesi tonu netti.

Net konuşmuştu.

Net bir söylemde bulunmuştu.

Ardından konuşmasına devam etti. ''Bu işi tek başıma halledeceğim, kız kardeşini her gün zehirlemeye çalışan bir insan eski dostum olsa bile artık gözümde değeri kalmadı. Eylül'e duyduğum saygı bitti.''

''Benim için.'' Nefesimi dışarıya verdim.

Karnıma bakan mavilikleri koyulaştı gerginlikten ötürü. ''Neden karnını tutup duruyorsun? Ağrın mı var?''

Hepimizin ağrıları vardı.

Çokça ağrım mevcuttu. Bazen bu fiziksel bazen de ruhsal oluyordu. Kendimi bildim bileli bir ağrıyla savaşıyordum.

''Evet ağrım var.'' Dudaklarımı ıslattım.

Elini kaldırıp karnımın üzerine bıraktığında, karnımı kontrol etmeye başladı. ''Neden ağrıyor? Hastaneye gidelim mi?''

Serter'in her konuda hastaneye gitmek istemesi...

''Ölmeyeceğim merak etme.'' Yine o ağrı karnıma saplandı. ''Kadınların bazen bazı durumları olur, yani günleri oluyor.'' Karnımın üzerindeki eline ellerimi bastırdım. ''Ben yatıp dinleneyim.'' Ayağa kalktığımda, her bir hareketimi izliyordu. ''Biraz dinleneceğim, görüşürüz.''

Odama ilerlediğimde, tek düşündüğüm şey sıcak bir yatak bulmaktı. Sıcak yatağa kafamı koyup her şeyi arkama almaktı düşüncelerimin gölgesinde yaşadığım iç savaşlarım. Yatağımı bulduğumda, beyaz nevresimi aşağıya itip ayaklarımı tamamen yatağa sokarak uzandım. Dünyanın en güzel şeylerinden birisi uyumaktı.

Uyumaya çalışacaktım.

Tüm çabam buna yönelikti.

Yirmi dakika kadar uyumuştum. Yirminci dakikanın sonunda kapım açıldığında, Serter Güçlü'yü elinde tepsi taşırken gördüm.

''Sen gitmeyecek miydin?'' Kafamı kaldırıp doğruldum. ''O ne?''

Tepsiyi elinde taşırken bana bakmamaya çalışarak komodinin üzerine bıraktı. ''Sana süt kaynattım, genelde süt iyi gelirmiş. Yani, Aslı öyle dedi.''

''Neden zahmet ettin? Hem neden buradasın ki? Gideceğim demiştin, lütfen benim için böyle yapma.'' Boğazımda bir kuruluk oluşmuştu.

Serter alev alev almış gözlerini bana doğrulttu, bu sus demekti. ''Karımın karnı ağrıyor, bırak da tüm ilgimi ona göstereyim.''

Yatağın üzerine oturduğunda, yüz hatlarına bakmamaya çalıştım. Ne zaman yüzüne baksam, felaketim olurdu. Bir uçurum kıyısında atlamak gibiydi yüz hatlarına bakmak. Bakamıyordum işte, baktığımda felaket her yerimi buluyordu. Garipti, zaten hayat her zaman garip olmuştu.

Bardağı uzattığında, elinden aldım ve dudaklarıma götürdüm. ''Biliyor musun? Sade süt asla sevmem.''

''İçine bal koydum.'' Yanıma uzandığında, ağzım şaşkınlıkla açıldı. ''Kay bakalım.'' Belimden yakaladı ve direkt boştaki elini karnımın üzerine koyup masaj yapmaya başladı. ''Ne zaman oldun regl?''

''Sabah.''

Karnımın üzerinde hareketlenen parmakları, ruhumu gevşetiyordu. ''Küçük çocuk gibisin, karnın ağrıyor konuşmuyorsun.'' Gülümsedi. ''Şu küçük çocukla evlendiğime inanamıyorum.'' Çatık kaşlarımı görünce sustu.

''Berrak kaç yaşında?'' En çok merak ettiğim soruydu.

Derin bir iç çekti. ''Başladık.''

''Yaşını soruyorum.'' Karnımın üzerinde duran ellerine hafif vurdum. ''Niye söylemiyorsun ki? Sanki çok garip bir soru sordum.''

''30 yaşında.'' Karnımı okşarken dikkatli davranıyordu, beni incitmemek için gerekli her türlü çabayı sarf ediyordu.

''Senden bir yaş büyükmüş.'' Dudaklarımı öne büzdüm.

Bedriye hayatımda gördüğüm en tuhaf insandı. Bana göre hareketleri de anlaşılmazdı. Üstelik, çocuğu olmasına rağmen yaşının insanı değil de küçük bir çocuk gibi davranıyordu. Her ne olursa olsun, Berrak'ı asla sevmemiştim, seveceğimi de düşünmüyordum.

Sütümden bir yudum aldım. ''Onunla görüşüyor musun?''

Gözlerini devirdi.

Büyükelçi yine gözlerini devirmişti.

''Bak şimdi beni güzel bir şekilde dinliyorsun.'' Bitirdiğim bardağı elimden alıp uzanarak komodinin üzerine bıraktığında, kokusunu duyan buruk deliklerim şahlandı.

''Dinliyorum.''

''Görüşmüyorum, görüşmeyi de düşünmüyorum.'' Dilini dışarıya çıkarıp dudaklarını yaladı. ''Yalnızca, tek düşündüğüm Semih. O da babasız bir çocuk olduğu için ister istemez üstüne düşüyorum. Her ne olursa olsun, küçücük altı yaşındaki bir çocuğu yalnız bırakamam. Semih'in doğumunda bile vardım ben.''

''Gavat mısın?'' Diye sordum.

''Gece, bu nasıl bir üslup?''

''Bu kız, en yakın arkadaşınla yatmamış mı? Üstüne üstlük ondan bir çocuk da yapmış. Nasıl gidip görüşüyorsun onlarla? Çocuklarına babalık bile yapıyorsun.'' Sinirlenmiştim.

Serter gereksiz merhametliydi.

''Doğumdan sonra, Okan trafik kazası geçirip vefat etti. Sandığın gibi Okan ile görüşmedim. Berrak ise lohusalığı kaldıramadı, küçücük bebeğe içki içirmeye başladı. Bunu fark ettiğim an, çocuğu elinden almak için şikayette bulundum ama kanıtlayamadım. Söyler misin? Böyle bir anneyle çocuğu nasıl tek başına bırakayım?''

''Devlet kurumları var, onlar alıp büyütebilir.'' Kollarımı birbirine sardığımda, ellerini karnımın üzerinden çekmişti.

''Gece.''' Dalgın bir gözle, ruhumu inceledi. ''Çocuklar benim hassas noktam. Ne olursa olsun, kimin çocuğu olduğu önemli değil anladın mı?

Bir şeyi fark etmiştim.

Serter başkasının çocuğuna bu kadar hassas yaklaşıyorsa, kendi çocuğuna nasıl yaklaşırdı, bilmiyordum. Muhtemelen mükemmel bir baba olacaktı. Onu sevecek, her şeyden korumaya çalışacaktı. Serter böyle bir adamdı.

''O kadın, çocuğunu sana karşı kullanıyor.'' Sesim yükselmişti.

''Farkındayım.''

''Eğer gerçek bir evliliğimiz olsaydı, asla görüşmene izin vermezdim. Hatta çocuğuna karşı bile böyle yaklaşmana müsaade etmezdim. İster bunu bencillik diye algıla ama kesinlikle izin vermezdim çünkü karşındaki kadın seni kullanıyor. Sen farkında olmayabilirsin fakat çok iyi kullanıyor.''

Sinirlerim bozulmuştu.

''Sen neden bu kadar takıntı haline getirdin, onu?'' Şüpheyle gözlerini kıstı.

''Takıntı haline mi? Bence, Bedriye beni takıntı haline getirmiş.'' Dik tuttum omzumu.

Ofladı, canı sıkılmıştı besbelli. ''Tamam.''

''Neye tamam?''

Elini tekrar karnımın üzerine bıraktı. ''Semih'i artık sık sık görmem olur biter tamam mı? Aslı vasıtasıyla iletişim sağlarım. Madem rahatsızsın, karımsın sözünü dinlerim bu kadar basit.''

Yoğun duygular geçti aramızdan.

Beni, birkaç haftada böyle sahiplenmesi garibime gidiyordu, bazen de hoşuma giderdi. Neden bu kadar kısa sürede sahiplenmişti? Onun gözündeki değerim büyük müydü? Her dediğimi ikiletmeden yapıyordu.

Aramızda örümcek ağlarından oluşan duyguların ağları örüldü. Ruhum bir gemide kayboldu, ilk kez nefes aldığımı hissettim mavi denizlerin dalgasına rağmen karşı koymayı becerebilen gemilerin içinde.

''Semih, Berrak, artık kim varsa; onların konusunu da uzun bir süre rafa kaldırıyoruz.'' Yüzüme eğilip, saçlarımı kulağımın arkasına bıraktı. ''Evliyim, evli bir adam gibi davranacağım.''

''Serter.'' Diye fısıldadım.

Saçlarıma dokunan parmakları, ısıttı tüm bedenimi. ''Sana daha öncede söylemiştim, evli bir adamım, gerçek ya da sahte olup olmaması önemli değil.''

Bunu biliyordum.

Yataktan çıktığında, hiç bilmediğim duygularla taçlanan kalbimin içinde nefes almaya çalıştım. Birisi benim için herkesten vazgeçiyordu, herkesten uzaklaşıyordu. Birilerinin kalbinde değil de en güzel yerinde yatıyordu ruhum. Yastığım sağlam, yatağım sıcak, dışarıda kar yok, yağmur zaten evreni terk etmiş.

Hepsi karmakarışık düşüncelerde nefes almaya çalışıyordu.

Onların gökyüzünün karanlığın yatarken, neden burası sert diyemiyorum, neden burası acıtıyor, bunu konuşamıyorum, hissedemiyorum, kıramıyorum, kırılıyorum her seferinde. Tek düşündüğüm şey, bazı yalanlar bizi üzüyordu, bazı doğrular ise, o yalanları tek tek siliyordu.

Yavaşça odadan çıktı.

''Teşekkür ederim.'' Diye fısıldadım.

Duyamadı, gitmişti çünkü...Her ne kadar duymamış olsa da o teşekkür dudaklarımdan döküldü, dökülmek için var olan kelimelerdi.

🫁

Yürüyordum.

Yürümek iyi geliyordu. Bu gece, İmge ile buluşacağım köprüye gitmeyi planlıyordum. Onu görür müydüm bilmiyordum, belki de göremeyecektim, belki de konuşamayacaktık. Her şeye rağmen o köprüye gitmeyi planlıyordum.

Bugün ruhum biraz darılmıştı.

Onu köprüde gördüm. İmge gerçekten de gelmişti. Elinde bir adet kahve vardı, köprünün altındaki yola bakıyordu. Eskiden bu yolda hep arabalar geçerdi, artık arabalar geçmiyordu. Kimilerinin uzun yolculuğu bitmişti anlaşılan. Herkesin gidecek yeri bazen olmazdı, besbelli arabalar da gitmekten vazgeçmişti.

Kahveyi dudaklarına götürüp yudumladığında, kulağında bir kulak olduğunu fark etmiştim. Müzik çalardan dinliyordu, daha önce telefon kullanmadığını söylemişti.

''İmge.'' Diye seslendim.

Kulaklıktan ötürü duymuyordu.

''İmge.'' Bir kez daha seslendiğimde, sesim yüksek çıkmış olacak ki kulaklığını çıkardı.

Gözlerimin içine bakarken kulaklığını çıkarmıştı. ''Nihayet geldin, biliyor musun her gece buraya geliyorum ve sen gelmiyorsun.'' Durdu. ''Sanırım, diğer insanlar gibi söz verip gelmeyenlerdensin.''

''Özür dilerim.'' Hırkama sıkıca sarılıp yanına geçtiğimde, göz göze geldik. ''Bu aralar biraz yoğundum, birtakım şeylerle uğraştım.''

Kahvesini tekrar dudaklarına götürdü. ''Hayat telaşı diyorsun yani?''

''Eh, bir bakıma öyle diyebiliriz.'' Derin bir nefes aldığımda, dolunayı tam tepemde gördüm.

Dolunay bugün pek güzeldi. Ayın girdiği her yer güzeldi, bunu inkar etmeye gerek yoktu. Sonsuza kadar parlak bir ay altında yatabilir, nefes almaya çalışabilirdim. Bana göre, ayın yarattığı parlaklığı hiçbir ışık sağlayamıyordu. Güneş bile, ay kadar parlak değildi.

Gündüzler aya verilseydi eğer, yeryüzü bir daha karanlığa gömülmezdi.

''Geleceğini bilseydim, sana da kahve alırdım.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Renkli saçlarına taktığı taşlara gülümseyerek baktım. ''Ne zaman yaptırdın?''

''Çok evvel önce.'' Dedi.

''Bana kızgın mısın?'' Diye sordum.

İmge ile tesadüf eseri tanışmıştık, henüz hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Onu merak etmiyor da değildim, tam aksine içimde, İmge'ye karşı derin bir merak vardı. Bana bir şeyler anlatmalıydı, neyi sevdiğini neyi sevmediğini bilmeliydim. Buna göre konuşmalarıma dikkat etmeliydim.

Yaşadığı derin acıları görebiliyordum.

Çok acı.

''İnsanlara kızgın olmayı bırakalı yollar oldu.'' Havanın temiz kokusunu burnuna kadar çekti. ''Aslında bugün buraya gelmen iyi oldu.''

''Neden?''

''Seninle vedalaşamadan gidersem üzülürdüm.'' Gökyüzüne baktı. ''Benim gitme vaktim artık, Edirne'ye halamın yanına gidiyorum.''

''Gitmek zorunda mısın?'' Sesim titremişti.

Beklentilerim biraz farklıydı. Ben, İmge ile arkadaş olacağımı düşünüyordum, şimdi ise onun gideceğini öğrenmiştim. Bu beni biraz üzmüştü çünkü ona karşı beklentiler içindeydim.

''Maalesef.''

Bir şeyler diyemiyordum, onu durduramazdım da. Buna hakkım yoktu. Biraz üşümüştüm, sanırım insanı üşüten sadece soğuk hava değil, cümlelerdi de. Bunu daha net algılayabilmenin hüznüyle bir parça kasvetli havanın içerisine girdim.

''Anlıyorum.'' Canım sıkılmıştı.

Yüzüne kara bir gölge çöktü.

''Bana hiç kendini anlatmadın? Gecenin bir vakti buraya geldiysen, yaşadığın kötü anılar var demektir.'' İnsanlar bir şeylerden kaçmak isterdi, İmge'de kaçıyor gibi bir hali vardı.

Söylediğim cümle ile, yüzündeki gölgelikler çoğalmıştı. ''Anne ve babamı trafik kazasında kaybettim.''

''Başın sağ olsun.'' Üzülmüştüm.

''Bir başıma büyüdüm...Sonra bir adamla evlilik yaptım ve onu aldattığımı sandığı için ayrıldık.'' Gülümsedi. ''Onu aldatmadığım halde aldattım sandı.''

''Peki, sonra ne oldu?''

''Yaşayan bir ölüye döndüm.'' Elini oturduğun yerin üstüne bırakıp destek alarak ayağa kalktığında, öylece dalgın dalgın çevirdi gözlerini elalarıma. ''Vedalaşma vakti, kendine iyi bak, bana ayrılan sürenin sonuna geldik.''

''Sana ulaşabileceğim herhangi bir numara yok mu?'' Telaşla sordum.

''Telefon kullanmayı sevmiyorum.'' Güldü.

''Kendine iyi bak o zaman.'' Sessizleştim.

''Sen de.''

O tamamen gittikten sonra bir boşluğa düşmüş gibiydim. Mavi, pembe saçlı diye tabir ettiğim İmge'yi son görüşüm olmuştu. Oysa öylesine büyük anılarımız yoktu. Sadece biraz üzülmüştüm. Toparlanmaya çalışarak hırkama tekrar sarılıp geldiğim yoldan geri döndüm. Gecenin bir vakti yürüyerek buraya kadar gelmiştim.

Anayola geçtiğimde, sokaklarda yatan insanlara baktım.

Hepsi çaresiz görünüyordu.

Sabaha kadar mesaide bulunan lokantanın önüne geçip, kapıyı vurdum. Genelde bulunduğumuz semtte bu tür lokantalar tüm gün mesai yaparlardı. Şanslıydım ki adam kapıyı açtı.

''Paket yemek hazırlayabilir misiniz? İçinde her şey olabilir, yeter ki doyurucu olsun.'' Dedim.

Lokantanın sahibi sandalyeyi işaret etti. ''Siz oturun, on dakika içinde hazır olur.''

Sandalyeye oturup beklemeye başladım. Söylediği gibi on dakika içinde halledilmişti. Cüzdanımdan kartımı çıkarıp adama uzattım. Karttan para çektiğinde, artık buradan çıkma vaktim geldiğini anlamıştım.

''Kolay gelsin.'' Dedim.

''Sağ olun.''

Lokantadan çıktığımda, sokakta yatan insanların yanına ilerledim. Onlar uyuyordu, beni fark etmemişlerdi. Cüzdanımdan biraz nakit para çıkardım, her zaman çantamda nakit para bulundururdum çünkü ihtiyaç sahipleri hep karşımıza muhakkak çıkardı.

Yemeklerini yastıklarının yanına bırakıp oradan uzaklaştım. Sadece doymalarını istemiştim, elimden gelse ülkedeki açlığı bitirirdim fakat elimden sadece bu geliyordu.

Eve doğru yürüdüğümde, Serter'in arabasının park halinde olduğunu gördüm. Serter karnımı okşayıp gittikten kısa bir müddet sonra gelmişti. O evden çıkar çıkmaz, İmge'nin yanına gelmek istemiştim.

Serter bagajdan bir şeyler çıkarıyordu ve kulağında bir adet telefon vardı. ''Yeni eve geçtim, Kadir abi.'' Gülümsedi, alnı da biraz terlemişti. ''Olur, geliriz. Hem yarım kalan yemeği tamamlarız.''

Nereye gidiyordu ki?

Serter yoğun bir adamdı gerçekten.

Benim kendime ait bir kafem olmasına rağmen, çok gitmiyordum. Tüm işlerimi Sezen'e bırakmıştım.

''Tamamdır, iyi geceler.'' Telefonu kapattıktan sonra, bagajdan çıkarmış olduğu ayıcığı arabanın ön tarafına bırakıp diğer poşetleri çıkardı.

Hâlâ ayakta dikilmiş ona bakıyordum. Bir bakıma kesiyordum.

''Serter.'' İsmi, dudaklarımdan öylece döküldü.

Çenesini kaldırıp bana baktığında, kaşları çatıldı. ''Gecenin bu saatinde, dışarıda ne yapıyorsun sen?''

''Hava almaya çıkmıştım, bir de eski bir arkadaşımla sohbet ettim.'' Gerçi, İmge arkadaşım değildi ama olsun.

Kaşları bir an olsun bile düzelmedi. ''Dikkatli olman gerekiyordu, neden tek başına çıkıyorsun ki?'' Otoriterdi.

''Sen de çıkıyorsun?''

''Benim çevrem kalabalıktı.'' Ayıcığı kucağına aldığında, cebinden anahtar çıkarmaya çalıştı. ''Bana yardım eder misin? Kapıyı açar mısın?''

Anahtarı elinden alıp kapıyı açtığımda, benden önce içeriye girip, kapıyı üstümüze kilitledi. ''Berbat bir trafik vardı, sanırım uyuya kalan bir şoför kaza yapmış, yol hep kapalıydı.'' Dudaklarımın yukarıya doğru kıvrıldığını gören Serter'in dudakları aralandı. ''Beni dinliyor musun?''

''Sen, biraz sinirli misin?''

''Ben, gayet sakin bir adamım.'' Dedi.

Evet o bir İstanbul Beyefendisiydi.

İşaret parmağımla ayıcığı gösterdim. ''Bana mı aldın?'' Hiç kibar olmaya gerek yoktu, bana aldığını düşünüyordum.

''Evet.'' Dümdüz söylemişti.

''Neden aldın ki?'' Diye sordum.

İç çekerek ayıcığı salonda bulunan koltuğun üzerine bıraktı, ardından ceketini çıkardı ve onu da aynı yere bırakarak bana çevirdi maviliklerini. ''Ayıcıkları sevdiğini biliyorum, hem yabancı bir evde olduğun için odanı özlüyorsundur belki, yabancılık çekmeni istemiyorum.''

''Bir günde, iki hediye.'' Dedim.

Yorgun görünüyordu, yüzünden yorgunluk rüzgarları akıyordu. ''Beğenmedin sanırım?''

Omuz silktim. ''Gayet beğendim.''

İçeriye girdik.

Kalbimdeki o ses yankı oluşturuyordu çünkü eli belimdeydi.

🫁

Serter'e kahvaltı hazırlıyordum.

Bu anı sanki bir kez daha yaşamıştım fakat kahvaltıma bu kez güveniyordum. Tam onun seveceğini düşündüğüm yiyecekler hazırlamıştım. Çay hariç her şey vardı kahvaltıda. Patates kızartmıştım, Serter pek yemezdi yine de yemesini sağlayacaktım.

Sabah erkenden kalkmıştım.

O hâlâ uyuyordu.

Uykusuna düşkün olduğunu düşünmüyordum, besbelli yorgunluktan kalkamamıştı. Hem insanlar bazen yorulurdu ve dinlenmek isterlerdi. Serter'in yaşadıkları da hafif değildi, onunda dinlemeye ihtiyacı vardı. Öyle olduğunu düşünüyordum.

Arkama döndüğümde, uyandığını gördüm.

Beyaz bir gömlek giymişti, bugün gerçek anlamda karizmatik görünüyordu. O her zaman böyle görünürdü fakat duyularımı ele alan, vücudumun son hücrelerine kadar yayılım gösteren duygular sayesinde onu gördüğüm an bambaşka hülyalara dalgınlık göstermiştim. Serter Güçlü beni hem uçuruma atan hem de uçurumdan kurtaran kişiydi.

''Sana kahvaltı hazırladım.''

En son Semih için kahvaltıdan erken ayrılmıştı.

Islak ellerini kurulamak üzere, dolaptan çıkardığı peçeteyi kullandığında; sırt kaslarına bakmamak için üstün bir çaba sarf ettim. Geniş omzu, bol kasları yüzünden bir gün düşüp bayılacaktım.

Ayrıca o benim kocamdı, ona sulanabilirdim.

''Ellerine sağlık, her şey harika gözüküyor.'' Peçeteyle bütün ellerini kurulayıp çöpe attıktan sonra sandalye çekip oturdu. ''Kaçta kalktın?''

''Bayağı oldu.''

Patatesi görünce kaşlarını çattı. ''Bugün spora gideceğim ve karım bana böyle yağlı yemekler hazırlayıp çirkin olmam için elinden gelen her şeyi yapıyor.''

Ben mi?

Benden bahsetmiyordu bence.

''Acaba hangi densiz yapıyor bunu?'' Sandalye çektim ardından oturdum.

Gözleri parladı. ''Senden başka karım mı var?''

''Var mı?''

Burnunu kırıştırdı. ''Yok mu?''

''Ne yok mu?''

Kelime oyunları yapıyordum, yapıyorduk.

Dişleri ortaya çıkacak derecede gülümsediğinde, bitki çayından bir yudum alarak peyniri tabağına koydu. Ben ise, kahvaltımı yapmayı bırakıp onu izlemeye başladım. Derin gözlerimden suç bulmak üzereydim. Ona bu denli derin bakmamam gerekiyordu fakat uçuruma yerleşmiş bir ruh bazen parlak ay yüzünden yüksekliği hesap edemeyebiliyordu.

''Hafıza kaybı mı geçiriyorsun?'' Patates dilimini alıp ağzına attığında, gözlerim şaşkınlıktan ötürü yuvalarından çıkacak gibi olmuştu.

Serter yağlı bir yiyecek mi yemişti? Önünde duran roka salatasına rağmen.

''Ne konuda?''

Suyundan biraz daha içip elinin çenesinin altında birleştirdi. ''Bugün çok tatlı olmuşsun, pembe tişört yakışmış.'' Göz kırptı.

Yanaklarım alev aldı.

''Serter.''

Dudaklarını ısırdığında, alev alan irisleriyle baş başa kalmıştım. ''Pembe senin rengin olabilir mi acaba? Ben kırmızıdan vazgeçtim, bence sen böyle daha tatlı oluyorsun.''

Boğazımı temizledim. ''Hava durumuna baktın mı? Sağanak yağmur varmış.''

''Pembe...'' Vücudumu süzdü arsız arsız. ''Karım olduğun için acaba sutyenlerini de mi pembe seçsen? Hem seni yakından gördüğüm zaman pembe renginin üzerindeki duruşunu daha net görebilirim. Bembeyaz bir tene, pembe çok iyi gider.''

''Susar mısın?''

Asla susmayı tercih etmiyordu. ''Dejavu.''

''Sen çok açık sözlü bir adama dönüştün.'' Tüm iştahım gitmişti. ''Ayrıca, neden böyle konuşuyorsun? Böyle konuşmamalısın, ayıp şeyler bunlar.''

''Ayıp yatakta olur.'' İkinci kez göz kırptı.

Ağzım kocaman açıldı. ''Ergen misin Büyükelçi?''

''Ergen bir karım olunca, ister istemez ergenleştim.'' Patates kızartmasına mayonez sıkıp parmak patatesi ağzıma doğru uzattı, dişimle patatesi kavradığımda, gülümsedi. Hoşuna gitmiş olmalıydı. ''Sahi, ben 20 yaşındayken sen 14 yaşındaydın değil mi?''

Gerçekten sinirlenmiştim.

Sürekli yaşımdan vuruyordu. Üstelik aynı cümleyi ikinci kez kuruyordu.

''Bedriye Teyzem ile kıyaslayınca tabii gözünde biraz küçük kalmam normal.'' Öfkemi ancak böyle gösterebiliyordum.

''Kadına böyle bir isim mi taktın?'' Şaşkındı.

Serter bence tam olarak açılmamıştı. Her konuda, yüz kez düşünerek hareket ediyordu; sırf bu yüzden yaş konusunda da kendini belli ettiremiyordu. Düşüncelerinin karmaşık bir yapıda olduğu konusunda bilincim gayet açıktı. Düşünceleri karmaşıktı, ne düşündüğünü bilmiyordu. Kendine bir yol çizmiş ve onu doğru bir yol olarak görüyordu.

''İsmi her neyse.'' Patates tabağını önünden çekip sağıma aldım. ''23 yaşındaki birisini ergen görmen asla doğru değil, gerçekten değil. Madem çok küçük geliyorum, git 49 yaşındaki biriyle evlen.''

Patates tabağını sağ tarafımdan alıp tekrar önüne aldı. ''Trip mi atıyorsun sen?''

''Sus Serter.''

''Kırıldın mı?'' Patates dilime mayonez batırıp yine bana uzattı. ''Ben, eğer birini kendi ellerimle besliyorsam; bu iyi bir şey demektir. Sen yanlış anladın, seni küçük görmüyorum yalnızca büyük konuşup 6 yaş farkı olan biriyle evlendiğim için kendime şaşırıyorum.'' Derin bir nefes aldı. ''Hatta, hoşuma da gitmiyor değil.''

Patatesi elinden almadım.

Kollarımı birbirine sardım. ''Kendini böyle mi savunuyorsun?''

''Gece.''

''Tamam konuşma, mecburum zaten. Sen söyle, yap ama ben kırılırım önemli değil, zaten benim kalbim taştan.''

Yüzüne hafif bir telaş bindi. ''Ne olur böyle yapma, gerçekten seni kırmışım özür dilerim, ben...'' Duraksadı. ''Ben, seninle şakalaşmayı seviyorum.''

''Dokunma bana.'' Gözlerim doldu.

Regl yüzünden hormonlarım tavan yapmıştı.

Ayağa kalktı, hiçbir şeyi umursamadan diz çöküp önümde eğildi. Telaşı iki kat artmıştı, onu bu halde normal şartlarda görmezdim, göremezdim. ''Lütfen, açıklamama izin ver. Hata ettim, bazen abartıyorum sanırım.'' Baş parmağını getirip sağ gözümden damlayan gözyaşını sildi. ''Eşek herifin tekiyim.''

Burnumu çektim. ''Özür dilerim, duygusalım galiba.''

''Ben özür dilerim.'' Dudaklarını saçlarıma getirdiğinde, kokumu içine çekmişti. ''Bana sevmediklerini liste halinde yazarsın, ben de artık ona göre davranırım tamam mı?'' Saçlarımı koklamaya devam etti. ''Birlikte alışverişe çıkalım mı? Marketten toplu alışveriş yapacaktım ama ilk kez karımla çıkmak istiyorum.''

Çenemi kaldırıp ıslak gözlerle ona baktığımda, beni önemseyen tek insanla karşı karşıyaydım. Bu ne büyük lütuftu?

''Tamam.''

Daha fazla dayanamadı ve dudaklarını alnıma bastırdı. ''Seni kırdım, keşke kendimi bin parçaya bölseydim.'' Durdu. ''Seni asla kırmak istemezdim.''

''Serter, ben reglim diye böyle oldu. Bir an yükseldim, beni kırmadın, kızdırdın.'' İç çektim. ''Bazen saçma davranıyorum, böyle konuşmamam lazımdı. Bunlar gerçek düşüncem değil.''

''Biliyorum.'' Yanağımdaki ıslaklığı sildiğinde, endişesini gözlerinden okuyabiliyordum. ''Sorun yok, insan bazen sebepsizce yükselebilir.'' Ellerini uzattı. ''Hadi gel, evimizin alışverişine gidelim. Bu birlikte geçirebileceğimiz ilk alışverişimiz olacak.''

Duygular omzuma bindi.

Yıllardır belki de aradığım yuva buydu. Bazen korkardım, korku ile uyandığım gecelerde, tek başıma süründüğüm bu hayatı yaşamaya çalışırdım. Şimdi birisi geliyordu, darmadağın köşemde içtiğim kahveye kadar her şeyi papatyaya çeviriyordu.

Odama geçtiğimde, alışveriş için hazırlanmam gerektiğimin farkındaydım. Dolabın kapağını açtıktan sonra, üzerime rahat giyebileceğim bir hırka buldum. Tişörtü tamamen üzerimden çıkarmak istemiyordum, sadece hırka ile omzumun üşümesini engelleyecektim.

Aşağıya indiğimde, Serter Güçlü'yü şoför koltuğuna oturmuş bir şekilde buldum. Bu onunla ilk alışverişimiz olacaktı. Tuhaf güzel duygulara kapılmıştım. Serter ile alışveriş yapacak ve mutluluk tohumdan biraz alacaktım. Bu ne güzel bir duyguydu?

''Hazırlandım.'' Heyecanlı heyecanlı koltuğa oturduğumda, emniyet kemerimi işaret etmesine gerek kalmadan emniyet kemerimi taktım. ''Ne alacağız? Bu arada genelde mutfak alışverişlerini önceden de sen mi yapıyordun?''

Kontağı çalıştırdığında, boynundan gelen kokuyu duymamaya çalıştım.

''Türkiye'de çok kalmazdım, kalacağım zamanlarda ise ben kendim yapardım.'' Direksiyonu sola kırıp anayola girdi. ''Market yakın, beş dakika bile sürmeyecek.''

Arabayı büyük marketin önüne park ettiği sırada, elini uzattı. Ellerimi tutarak içeriye girmemizi sağladı. Sanırım, heyecanım iki kat daha artmıştı. Elimi tuttuğu için farklı hissediyordum. Sıcak ellerine hapsolmuş ellerim çözülmemek için gerekli her türlü savaşı gösteriyordu. Serter Güçlü'nün elini tutmak büyük bir meseleydi ve ben neredeyse yolu yarılamıştım.

''Büyük bir sepet alacağım.'' Ekmek fırının yanında bulunan sepeti aldıktan sonra yüzünü bana çevirdi. ''Buradaki ekmekler çok güzel oluyor, renkli renkli ama genelde sebze suyundan yapılıyor.''

''Harika.''

İki üç ekmeği sepete attıktan sonra peynir dolabına ilerledik. Paketli, açık olmak üzere iki çeşit peynir vardı. Serter ikisinden de alıp sepete attı. ''Genelde hangi peyniri seviyorsun?'' Diye sorduğunda cevabım, süzme peyniri işaret etmek olmuştu.

Dudaklarımı ıslattım. ''Sebze kısmına gidelim?''

''Sırayla.'' Otoriterliğini her yerde konuşturuyordu. ''Küçükken annem ile sürekli market alışverişine çıkardı kardeşim. Ben ise zorla getirilen çocuk olurdum.'' Güldü, anısını anlatırken tekrar o duyguları yaşadığı için hoşuna gitmişti. ''Şimdi de karımla geliyorum.''

Karısı...

Bir ip, yıkılan değil, yakılan da değil; toplanılan bir çukurun içine gömülmüştü ve yıllar sonra birisi, insan olduğumu hatırlamıştı.

''Karın biraz yoruldu.''

Şaşkınca gözlerini bana doğrulttu. ''Karım hemen mi yoruldu? Karım sanırım fazla kaplumbağa.''

Söylediği sözü üstüme alınmayarak sebze kısmına geçtim. Gözüm önce brokoliyi gördü. Serter Güçlü brokoliyi sepete yerleştirip yanına da mor patates koymayı unutmamıştı. Mor patatesin arkasında duran Çin lahanasını da sepete attı.

''Çin lahanası ile meze çok iyi oluyor.'' Dedi açıklama gereğinde bulunarak.

''Evde brokoli vardı zaten.''

''Yetmez o bize.'' Soğan gördü, soğanı poşetlerin için çokça doldurup aynı yere bıraktı. ''Mor soğan ile mantarı hiç denedin mi? Sana bir gün kendim yapacağım, bayılacağına eminim.''

Yemek yediğim halde iştahım açılmıştı.

Tatlı patatesi gördüğümde, onları poşete dizmeyi unutmamıştım. ''Ben de tatlı patates ile fırında çok güzel bir atıştırmalık yapabilirim. Gluten konusunda sıkıntı çektiğim için genelde yemeğin yanına böyle küçük dilimler halinde patates pişiriyorum.''

''Beceriklisin yani?'' Elini belime yerleştirip arka tarafıma geçerek üçüncü dolaba ilerledi.

''Eh, biraz.''

''Burada soğuk kahveler var alıyorum.'' Bütün sıra dizilen soğuk kahveleri aldı ve onları sebzelerin üst tarafına değil de alt tarafına koyarak sebzelerin ezilmesini engelledi. ''İspanya'da her işimi kendim yapmaya alışmıştım. Şimdi seninle bu şekilde alışveriş yapmak hoşuma gitti.''

''Hoşuna gidiyorum yani?''

Gözlerini devirdi. ''Hayır gitmiyorsun.''

''Gıcık.'' Dedim.

Bir sürü meyveli yoğurt almıştı. Serter'in bu yoğurtları yiyeceğini sanmıyordum, benim için aldığını düşünüyordum.

Fıstık ezmelerinin bulunduğu rafta durduğunda, tek bir tane fıstık ezmesi almak yerine kolilerce dizilmiş fıstık ezmelerini raftan çıkarıp sepetin içine doldurdu. Neden bu kadar çok almıştı? Ben hepsini bitiremezdim ki.

''Tek bir kolide kaç tane var?'' Diye sordum.

''Sekiz.''

''4 koli aldın, 24 fıstık ezmesini ben nasıl yiyeceğim?''

Derin bir nefes aldı. ''Matematik hocan kim senin?'' İkinci kez güldü. ''Otuz iki tane aldım, hepsini de yiyeceğini düşünüyorum, bence yersin.''

''Kilo alacağım.''

''Al, böylece kimse seni beğenmez.'' Göz kırptı.

Serter beni delirtmek üzereydi fakat hoşuma da gidiyordu. Eğleniyordum, onun benimle uğraşması neşemi yerine getiriyordu.

Rafın kenarında duran çikolataları alıp ona gösterdim. ''Sen de bunların hepsini yiyeceksin, sonra kaslarını kaybedeceksin ve kızlar seni beğenmeyecek.''

''Etkiye tepki öyle mi?'' Çikolataları elimden alıp sepete bıraktı. ''Spor yapıp kaslarımı geri kazanırım, merak etme.''

''Süt ister misin?'' Dedim.

''Çocuk muyum ben?''

''Evet.''

Bir rulo peçete aldı, ekstra yanında gece yiyebileceğim paketler gıdaları da alıp hepsini kasaya götürdü. Arkasından onu takip ettiğimde, kasiyer kadının Serter'e olan hayran bakışlarıyla karşılaştım.

''Hoş geldiniz, Serter Bey.'' Dedi kadın ve göğüs dekoltesini ortaya çıkarmak için alttan bluzunu çekiştirdi.

Onu tanıyor muydu? Gerçi, hep burada alışveriş yaptığını söylemiş, besbelli tanıyordu.

''Hoş buldum, nasılsın Sıla?'' Serter aldığı ürünleri poşetlerken alttan alttan gülümsüyordu.

Neden gülümsüyordu?

''İyiyim ben de, sizi uzun zamandır görmüyoruz, genelde her zaman burada alışveriş yapardınız, merak ettik açıkçası.'' Dedi nesli tükenmekte olan gorilin yavrusu Sıla.

Serter bana bakarak; ''Evlendim, karımla vakit geçirmekten alışveriş pek aklıma gelmiyor.''

Hayır Serter böyle kurtaramazdı. Şu an tırnaklarımı Sıla'ya göstermeliydim. Bizim aramızda gerçek olmayan bir ilişki vardı fakat buna rağmen Sıla'nın bilerek yürümesini kaldıramazdım. Benim de bir duruşum varken, duruşumu bozuyordu bu tavırlar.

''Anladım.'' Sıla bozulmuştu.

Goril Sıla.

''Kolay gelsin.'' Dedi.

Birlikte çıktıktan sonra poşetleri tek başına taşıyıp bagaja yerleştirdi, ardından gülümseyen bir suratla öfkeli yüz ifademe baktı. ''Kaşlarını neden çatıyorsun? Bir şey mi düşünüyorsun?'' Diye bir soru yöneltti.

Eğleniyordu.

Pis Serter.

''En geç hangi zamanda boşanma davası açarım, onu düşünüyorum.'' Şaşırmış yüz ifadesini görünce toparlandım. ''Korkma, senden sonra evleneceğim kocam ile ne zaman boşanacağımı hesaplıyordum.''

İçeriye girmem için arabayı işaret etti. ''Benden sonra evlenecek misin?''

''Sadık değilsin, seni boşamam gerekiyor.'' Dedim.

Direksiyonun başına geçti, kapıyı bana açtı, içeriye girdim ve ona bakma tenezzülünde bulunmadan kafamı cama yasladım. Kadın resmen dekoltesini çıkarmıştı, Serter belki oraya bakmamıştı ama bu çok rahatsız edici bir görüntüydü.

''Yok artık...Ben gayet sadık bir adamım, kime baktım?'' Ağzından bir kahkaha koptu.

Demek ki Büyükelçi de gülebiliyormuş veyahut kahkaha atabiliyormuş.

''Serter sus.''

''Pekala.''

''Sus.'' Dedim.

''Tamam tamam.''

''Sussana ya?'' Diye cırladım.

Tepkim fazla mı büyüktü?

Regl olduğum için ekstra huzursuzdum, az önceki görüntü yüzünden iyice sinirlerim ortaya çıkmıştı. Bana göre bir kadın, karşıdan atak görmediği sürece öyle basit hareketlerde bulunamazdı. Hepimizde, iki göğüs, iki bacak vardı. İnsanlar isterse zaten gösterirdi. Sırf bir erkeği etkilemek için göğsümüzü gösterdiğimizde yükselmiyorduk; tam aksine düşüyorduk.

''Karımın gönlünü nasıl alabilirim?'' Yan döndü. ''Bir şeyler yapabilirim?''

''Bir şey yapma çünkü kızdım. Sana da kızdım, aslında sana kızmamam gerekiyor; sonuçta bizim evliliğimiz gerçek değil. Bana zaten sadık olmanı beklemiyorum ama kızın sırf gözüne girmek için dekoltesini indirmesi çok basit ve avam bir görüntüydü'' Tek nefeste konuştum.

''Açıkçası umurumda değil.'' Yüzüğünü gösterdi. ''Benim başım bağlı, evimde hanımım bekler.''

Daha öncede yüzüğünü göstermişti.

Onun bu denli sadık oluşu hoşuma gidiyordu. Bazen beni sinir etse de güzel bir görüntü sunuyordu.

''Sana bir şey diyeceğim.'' Yüzük parmağımla oynamaya başladım. ''Hani bir keresinde, benden sadık olmamı beklememiştin ya bir karar alalım.'' Yüzünü inceledim, yan profili çok hoştu. ''Bence bir evlilikte ne gerekiyorsa onu yapalım. Sen de başkasına bakma, ben de başkasına bakmayayım.''

''Barış'ın evinde, Barış'ın yatağında uyumakta dahil bu sadık kavramına?'' Diye sordu.

Yatağı nereden biliyordu? Belki de hissetmişti.

''Evet.'' Dümdüz çıktı ses tonum. ''Barış'ın evinde kalmayacağım, bir daha da uyumayacağım orada.''

''Güzel.'' Diliyle dudaklarını yaladığında sakin görünüyordu. ''Peki, bu bütün evliliklerde gerçekleştirilen her durumu yapacak mıyız? Çocuk gibi, şey şeyler gibi...''

Ne?

Yanaklarım kızardı.

Beni bir sıcak basmıştı, Büyükelçi neler diyordu böyle? Ne demek evlilikte gereken her şey?

''O şeyleri mi istiyorsun?'' Kulağına eğilip fısıldadığımda araba kırmızı ışıkta durmuştu. ''Yani, anlıyorsun ya?''

''Sen öyle dedin?''

''İstiyor musun sen?'' hafakanlar bastı etrafımı.

Boğazında derin bir yutkunma gerçekleştiğinde, adem elması ortaya çıkmıştı. ''Ben, istediğimi söylemedim. Sen öyle dediğin için o şekilde sordum sana.'' Arabayı sola doğru sürüp eve gidecek en uzu yolu seçti. Normalde kestirme vardı fakat o uzun yolu tercih etmişti. Bu gözümden kaçmamıştı.

''Öpüşecek miyiz?'' Safça sordum.

''Öpüşmüştük daha önce.'' Böyle konuşuyordu ama onunda yanakları kızarmıştı.

''Daha mı yoğun öpüşeceğiz?''

''Yoğun öpüştük diye hatırlıyorum.'' Sırıttı. ''Gerçi, eğer istersen şimdi de öpüşebiliriz. Dudaklarım her zaman sana müsait.''

''Eve gidelim.''

''Evde mi yapacağız?'' Delirtecekti beni.

Elimi boynuma götürdüm, kızaran yerlerimi gizlemek istiyordum. ''Hayır tabii ki de, ayrıca sen nasıl böyle sapık bir adama dönüştün ya?''

''Odamda giyinirken beni inceleyen sendin, bence sen sapıksın?''

Arabayı durdurduğunda, bedenimi dışarıya attım. Yalnızca, resmi nikahım bulunan eşimle kısa bir sapıkça konuşma geçmişti aramızda. Bu kadar büyütmeme gerek yoktu, öpüşmek demişti, başka bir şey dememişti. Yine de kızarmama engel olamadım, kızarmıştım çünkü o konuşurken zihnimde görüntüler geçti.

Omuzlarım düştü.

Serter ile ilerisi olabilir miydi?

''Karıcığım, ben yatak odamıza gidiyorum. Bekletme beni.'' Bagajdan alışveriş poşetlerini aldı. ''Bak, bekletirsen üzülürüm.''

''Karıcığım mı?'' Kızaran suratına baktım.

''Karıcığım.''

''Ayıp.'' Elimi alnıma götürdüğümde, terli alnımı silmeyi ihmal etmedim. ''Sen gerçekten ciddisin değil mi? Yani, gidip o şeyden mi yapacağız?''

İşaret parmağını dudaklarına bastırdı erotik bakışlarını bana yöneltirken. ''Biraz sessiz olur musun? Komşularımız duyacak.''

''Sapık.''

''Senin sapığın.'' Anahtarı deliğe soktuktan sonra yere bırakmış olduğu poşetleri eline aldı ve mutfağa doğru yürüdü. ''Sen hazırlan, geliyorum ben.''

''Yatak odasında mı hazırlanacağım?''

''Şaka yapıyorum.'' Kahkaha attı, bu duyduğum ikinci kahkaha sesiydi. ''Bazen, her şeyi fazla ciddiye alıyorsun.'' Poşetleri tezgahın üzerine yerleştirip paketten çıkardığı ıslak mendille parmaklarını sildi. ''Merak etme, üzerine atlamayı planlamıyorum. Sadece, tepkilerin hoşuma gidiyor, seninle uğraşmak güzel.''

''Kalpten gidecektim ben.'' Tabureye oturduğumda, elimi yine boynuma götürdüm.

Serter'in umurunda bile değildi, bu halimle eğlenmek dışında başka bir şey yapmıyordu. ''Kocan bugün aç kaldı, kocana yemek yapmayacaksın?''

''Kahvaltıyı ben hazırladım, yemeği de sen hazırla.''

Tek kaşı havaya kalktı. ''Öyle mi?'' Güldü. ''Gerçi, birazdan çıkabilirim ben. Niğde'den bir milletvekili ile görüşmem var, daha doğrusu toplantı gibi bir şey.''

Serter'in sürekli yoğun bir hayatı olduğunu biliyordum, açıkçası bu konuda şikayetçi olamazdım, sadece onunla sohbet etmek hoşuma gidiyordu ve aylarca sohbet edebilsem asla sıkılmayacağımı hissediyordum. Böyle derinden bir hissiyat sağlıyordu bana.

''Şimdi duşa gireceğim, hazırlanıp çıkarım tamam mı?''

''İyi duşlar.'' Daha saçma bir dilekte bulunamazdım.

Odama doğru yürüdüğümde, Çam'ı merdivenin başında uyurken gördüm. Güzel köpeğim bulduğu her zemini yatağı sanarak uyuyordu. Köpeğimin ruhu fakirdi.

''Çam, yatağına.'' Diye bağırdım.

Çam tabii ki asil bir köpek olduğu için gözlerini açmaya bile tenezzül etmedi. Oysa ki ayağa kalkacağını düşünmüştüm. Kuyruğunu sallayarak mışıl mışıl uyumaya devam edince, onu kendi haline bırakıp odama ilerledim.

Odama geçtiğimde, yatağımın üzerine oturdum. Dakikalarca yatağın üzerinde oturdum. Tuhaf bir biçimde uykum da geliyordu ve uykumu bir türlü düzeltemiyordum. Ellerimi boynuma götürüp ovalamaya çalıştığım sırada, odamdan çıkmaya karar verdim. Şimdi güzel bir eşofman takımı daha çalabilirdim Serter'den.

Ayrıca duşu bitmiştir değil mi?

Saçlarımı arkaya attığımda, adımlarımı onun odasına yönelttim. Kapıya bir kez vurdum.

''Gir.'' Dedi.

Gülümseyerek içeriye girdiğimde, üstünü giydiğini ve yüzüne krem sürdüğünü gördüm. Kimin için bu kadar hazırlanıyordu? Alt tarafı ellilik amcalarla oturup iş konuşacaktı.

''Bana bir eşofman takımı verir misin?'' Kediler gibi yalvaran gözlerle baktım.

Dolabı gösterdiğinde, arkasına dönerek; ''İçeriden al.'' Dedi.

Kapağı sağa doğru çektiğimde, yine düzenli bir dolapla karşılaşmıştım. Hemen aynı renkteki gri eşofmanları elime alıp ona çevirdim vücudumu. Aynı anda ikimizde göz göze gelmiştik, ikimizin de bakışları birbirini bulmuştu.

Derin derin bakıyordu.

''Ben çok geç gelmeyeceğim.'' Açıklama yapmak istiyordu. ''Aklın ben de kalmasın, mümkün olduğunca işimi hızlı bitirip erkenden gelirim.'' Havluyu katlayıp komodinin üzerine bıraktığında, yatağın üzerine ayaklarını geniş bir şekilde uzatarak oturdu. ''O sırada, sen de eşyalarını buraya taşırsın çünkü Aslı; ayrı odalarda kaldığımızı düşünmesin.''

''Dolabına sığmaz ki eşyalarım?''

Gözleri dudaklarıma çevrilir çevrilmez hemen kendini toparladı. ''Eski odan giyinme odası olur, yatmak için ise benim yani artık bizim olan odayı kullanırsın.''

''Teşekkür ederim.'' Düşünceliydi.

''Böyle kuru kuru mu teşekkür edeceksin?''

Ne yapabilirdim ki?

''Tatlı yapsam olmaz mı?'' Büyük bir sevinçle sordum.

Sırıttı. ''Benim aklımda başka tatlıları yemek var.'' Bakışları sertleşti, o bakışlar farklı bir havayı ortaya çıkarıyordu.

''Nasıl yani?''

Eliyle dizini gösterdi. ''Otur.''

''Anlamadım?''

''Sabahtan beri ikimizin de yapmak istediğini vermek istiyorum sana, gel dizime otur.'' Dedi.

''Yok artık.''

Koyu gözleri, asla perdelenmiyordu. ''Dizime otur, lütfen.''

Serter benimle öpüşmek istiyordu, bunu anlamıştım fakat şu an bir anda böyle söylemesine karşı gafil avlanmıştım. İmalarını uygulamalı olarak göstermekten çekinmiyordu. Normalde kızaran birisi olmasına rağmen, açık sözü bir dille öpmekten bahsediyor olması kalbimdeki titreşim dalgalarını gün yüzüne çıkardı.

Ellerini uzattı.

Yavaş yavaş ellerine doğru yürüdüm. O elleri tutarsam eğer sadece tutku değil başka duygular da devreye girecekti, biliyordum. Bir kez olsun cesaretli davranmak istedim. Ellerini tutup dudaklarına eğilmek ve o dudaklardan birtakım duygular çalmak istiyordum sonumuzu bile bile yanacağımızın o kor ateşindeki lavları gördüğümüz halde.

Dizinin üzerine yan dönerek oturduğumda, dağılan saçlarımı arkadan toplamaya çalıştı.

İkimizin de gözlerinde arzu vardı ve birbirimizi durduracağımızı sanmıyorduk.

''Kasılma olur mu? Yalnızca bir öpücük.'' Dedi.

Hayır sorun öpmesi değildi, daha öncede öpmüştü beni fakat bir anda istekli olması garibime gitmişti. Son öpüşmemizde istekli olan taraf bendim, şimdi onun istemesi tuhaftı, başka bir şey değildi.

Şunu da fark etmiştim.

Serter Güçlü'nün şakalarının altında her zaman bir gerçek yatıyordu.

Dudaklarını dudaklarıma bir anda bastırdı.

''Sakin.'' Diye fısıldadı. ''Sakin ol, dudaklarımın tadını hisset sadece.'' Yanağıma gelen saçlarımı kulağımın arkasına attıktan sonra dudaklarını diliyle yaladı. ''Saatlerdir bunu yapmak istiyordum, saatlerdir dudaklarını öpmek...'' Duraksadı. ''Şimdi sakince, kendini bana teslim et.''

Dudaklarımı ona uzattığımda, önce alt dudağımın üstüne küçük bir öpücük bıraktı, ardından üst dudağıma. Biraz daha durduğunda, belimdeki elleri sıklaştı ve dizinin üzerinden kalkıp kucağına oturdum.

Ben, Büyükelçi'nin kucağına oturmuştum. Ben?

Alt dudağıma dişlerini geçirdiğinde elleriyle kalçamı tuttu.

O anki duygularımı anlatamazdım. Bulutlu bir gökyüzünde, yağmur damlaları tarafından ıslanmak gibi değildi ama yağmur damlalarının yağacağını düşündüğüm gecenin sabahında güneşi arayan yüzüm gibiydi. Öyle saf, öyle temiz, öyle adanmış.

İşaret parmağını yanağımın alt kısmına getirip okşadığında gözlerimiz eski bir yolculukta denk düştü.

''Korkuyor musun?'' Dudaklarını kulağıma getirdi. ''Korkma.''

Korkuyor muydum?

Bir şeyler bizi her zaman korkuturdu fakat beni korkutan şey neydi? Büyüdükten sonra yaşamamak mıydı korkularımız? Hangi hislerimizin bizi büyüteceğini düşünememekti? Bunları bilemiyordum.

Üst dudağıma sıcak bir öpücük bıraktı ve koyu gözlerindeki merhameti arayan bir insan gibi gözlerinde merhameti aradım.

Gözlerinde her türlü duygu vardı.

Yanağımı öptü. ''Çok güzelsin.''

İki kelime, tek cümle ve bir çift mavi göz. İhtiyacım olan bu muydu?

Bedenimi tamamen tutup beni havaya kaldırdığında, sırtım yatakla buluştu. Gömleğinin ilk iki düğmesini açtı, gözlerimin içine bakarak tüm vücudumu inceledi. İşte şimdi, arzu tekrar açığa çıkmıştı, arzu yine bizi bulmuştu.

Yavaşça bacak arama girip dudaklarını tekrar dudaklarıma bastırdı. Elleri kalçamı tuttuğunda, Serter Güçlü inlemişti.

''Böyle sürekli kendini teslim edersen, ben daha farklı şeyler yapmak zorunda kalacağım sana.'' Dillerimiz buluştu.

Dilimiz ilk kez buluşmuştu. O an tutkunun alevli közlerine teslim olduğumu bile bile yanmayı tercih eden duygularımla baş başa kalmıştım. Kalçamı sıktı, büyük elleriyle kalçamı sıkarken dilimi ağzının arasına aldı ve dilimi yaladı.

Boynumu kokladığında, telefondan gelen bir ses ile üzerimden kalkmak durumunda kaldı.

''Alarm.'' Açıklama gereğinde bulunmuştu. ''Evden çıkacağım saati, unutmamak için alarm kurdum.'' Dedi.

''Sorun değil.'' Bozulan hırkamı düzelttim.

Elini utangaç bir tavırla ensesine götürdü. ''Çok güzeldi bozulmasını istemezdim gerçekten.''

Ayağa kalktığımda, telefonunu eline alıp alarmını kapatmıştı. Ona bakmamak için yüzümü başka tarafa çektim. Ona baktığımda, yenilebilirdim. Bunu hiçbir zamanda istemezdim.

''Ben odama gideyim.'' Utanıyordum. ''Görüşürüz akşam.''

''Gece.''

Kapının kolunu çevirdiğimde, bana seslenmesini duymamaya çalışarak odama girdim. Nefesim daralıyordu, nefesim sanki kayboluyordu. Alnım heyecandan ötürü terlemişti. Ayakta dikildiğim sırada, çantamın içinde sürekli olarak titreyen telefon yüzünden, arayan numaraya bakmadan telefonumu çantamdan çıkartıp kulağıma götürdüm.

''Gece...Eski evinde bir şeyler dönüyor, buraya gelmek zorundasın.'' Dedi Barış.

Ne dönüyor olabilirdi ki?

''Barış.''

''Çok ses çıkaramıyorum çünkü şu an gizleniyorum ama sen buraya gel tamam mı?''

Telefon üstüme kapanır kapanmaz, hırkamın önünü ilikleyip bedenimi dışarıya attım. Serter'in de aynı anda kapısı açılmıştı. Ona bakmadım, direkt merdivenlerden aşağıya indim. Serter'in bana almış olduğu arabayı park halinde gördükten sonra arabanın anahtarını şoförden aldım.

Direksiyonun başına geçtiğimde, telefonum tekrar çaldı.

Arayan Ömer'di.

''Ne var ya?'' Diye bağırdım.

Ömer'den nefret ediyordum.

Arkadan bir kahkaha sesi duydum. ''Bak tehdit ettiğin için değil, kendim için basına haber vermedim. Yani, senin nişanlın paçayı yine sıyırdı.

''Ömer bir defol ya, seninle uğraşamam şu an.'' Dedim.

Ömer bana mısın demiyordu. ''Sen bugün tersinden mi kalktın acaba? Yani, neden bağırıyorsun, anlamıyorum? Benim gibi yaşlı bir adamı kalp krizinden götüreceksin bak!''

Ne çok konuşuyordu?

Yüzümü buruşturdum. ''Ne istiyorsun?''

''Aşk.''

''Ne?''

''Bana, Şükran'ı getirebilir misin? Madem isteğimi sordun, bana Şükran'ı getir.''

Ofladım. ''Canın sıkılıyor değil mi? Kimi rahatsız edeceğini bulamadın ve aklına ben mi geldim? Bu kadar mı işsiz birisisin? Muhtemelen öylesin ki beni rahatsız etmeyi kendine amaç olarak edinmişsin, yoksa böyle olman normal değil.''

''Gece, ah Gece.'' Diye mırıldandı.

''Ömer siktir git!''

''Büyüklerin sana terbiye öğretmedi mi?'' Kahkaha attı, bir kez daha, bir kez daha kulaklarımı ağrıtmak için büyük kahkahalar attı.

Ondan nefret ediyordum.

Artık sıkılmıştım.

Direksiyonu tutan sol elime bakmamaya çalışarak yola odaklandım. ''Şu an gerçekten seninle uğraşamam, eğer önemli bir şey yoksa, kapat. Ayrıca sen bir huzur evine gitsene? Bak paran yoksa, ben sana huzur evi de açarım, yeter ki beni sal.''

''Aşk olsun, sen de Şükran gibi beni başından atmak istiyorsun.''

''Şükran öldü!'' Direksiyonu sıkıca tuttum. ''Şükran öldü, Şükran yok, Şükran şu an başka bir yerde, onun sadece bedeni kaldı, o da toprak altında. Şükran öldü!''

''Şükran yaşıyor.'' Dedi.

Yaşıyor muydu?

Neler söylüyordu böyle? Yine kafa mı bulmaya çalışıyordu? Ömer'i gerçekten de anlamıyordum, bir gün söylediği cümle ile ikinci gün söylediği cümle arasında dağlar kadar fark oluyordu. Neler konuşuyordu? Neyden bahsediyordu?

''Hani, trene atlamıştı?'' Diye sordum.

Direksiyonu sola kırdım, anayoldan çıkıp direkt sokak aralarından eski evime ulaşmaya çalıştım.

''Kalbimde yaşıyor.'' Güldü, yine yine yine güldü. ''Şaka yaptım, hemen inandın.''

Sanki şaka yapmıyordu.

''Ömer, bak amcacığım, derdin ne?''

''İrfan ve Gül.'' Dedi fısıldayarak. ''Onlar gerçek ailen değil, gerçek annenle baban değil.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Arabayı eski evin önünde park ettiğimde, hemen kapıyı açıp çıktım dışarıya.

17.34 Barış; Arka bahçeden geç, görünmemeye çalış. Ben her şeyi videoya kaydettim, buradayım ama bak sakın ses çıkarma çünkü ablan gayet meşgul.

Neler oluyordu? Anlam veremiyordum.

''Bu yalanı, kocama da anlatmışsın. Cidden çocuk olduğunu düşünmeye başladım.'' Bir adım attım, arka bahçeye doğru, kalbim göğsümden çıkacak gibi atmaya başladı. ''Ömer, ben senden çok sıkıldım. Tamam güldük eğlendik ama artık yeter.''

Sinirlerim bozuluyordu.

''Sana işin en trajik kısmını söyleyeyim mi Gece Yalçın?'' Diye sordu.

Gözlerimi kaldırdığımda, gözlerim bir tek şeye odaklanmıştı. Eylül ile Gürsel'de odaklanan gözlerim acıyla kıvrandı.

Gürsel ve Eylül arka bahçeyi kazıyordu. Çam ağacının dallarına asılı olan salıncağın altında bulunan toprağı kazıyordu. İkisi de işini büyük bir hızla yapıyordu. Eylül çukur açmaya çalışıyor, Gürsel ise beyaz torbayı eliyle tutuyordu.

''Şükran...Senin annen Şükran.'' Dedi Ömer.

Kural bir; herhangi bir insana iki bomba birden aynı anda atılmazdı çünkü bir insan yaşarken iki defa ölmezdi.

Yaşarken öldürülmüştüm.

| Bölüm nasıldı?|

|Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Sizce, Şükran Gece'nin annesi mi?|

| Serter?|

| Kendinize en yakın bulduğunuz karakter?|

| Kitap nasıl gidiyor?|

|Naz?|

| Instagram: Ebrununhikayeleri|

Continue Reading

You'll Also Like

10.3K 89 12
Hey, y'all! This book is a scenario book and may or may not feature some one-shots (if I feel up to it). This book will be updated as much as I can...
2.8M 71.7K 141
Soon to be Published under GSM Darlene isn't a typical high school student. She always gets in trouble in her previous School in her grandmother's pr...
773K 24.9K 70
HIGHEST RANKINGS: #1 in teenagegirl #3 in anxiety Maddie Rossi is only 13, and has known nothing but pain and heartbreak her entire life. Only a shel...