Egoist ♕

Da KitapOkuyanSizofren

617K 22.8K 5.6K

Tamam, ben gidiyorum Kaç bakalım Yankı Efendi nereye kadar kaçacaksın Hadi görüşürüz Buse Görüşürüz Echo Echo... Altro

Egoist ♕
Egoist -1-
Egoist -2-
Egoist -3-
Egoist -4-
Egoist -5-
Egoist -6-
Egoist -7-
Egoist -8-
Egoist -9-
Egoist -10-
Egoist -11-
Egoist -12-
Egoist -13-
Egoist -14-
Egoist -15-
Egoist -16-
Egoist -17-
Egoist -18-
Egoist -19-
Egoist -20- ♕İtiraf♕
Egoist -21-
Egoist -22-
Egoist -23-
Egoist -24-
Egoist -25-
Egoist -26-
Egoist -27-
Egoist -28-
Egoist -29-
Egoist -30-
Egoist -31-
Egoist -33-
Egoist -34-
Egoist -35-
Egoist -36- ♕İtiraf♕
Egoist -37-
Egoist -38-
Egoist -39-

Egoist -32-

7.9K 394 82
Da KitapOkuyanSizofren

MERHABALAR FALAN FİLAN BEN YİNE GELDİM NEYSE FAZLA OYALAMADAN BAŞLAYAYIM

-İYİ OKUMALAR-

"Baba?" Buğra sorusunu yinelerken ben ise kocaman gözlerle karşımdaki yabancı adama bakıyordum. Artık onun için bir şey hissetmiyordum. Kötü bir şey bile hissedemiyordum. Böyle karaktersiz bir kişiliğin babam olması fikri artık benim için bir şey ifade etmiyordu.

"Selam çocuklar." Dedi gergin bir sesle. Göz ucuyla içeriye bir bakış attım. Rüzgâr gerilmiş gibiydi. Selin bir şey anlamadığı için etrafa tuhaf bakışlar atıyordu.

Buğra kulağıma eğildi.

"Önemli bir şey değil beni burada bekle." Dedi ve kendisi de dışarı çıkarak kapıyı kapattı. Buraya ne için gelmiş olabileceğini düşünürken Yankı'ya baktım. Doğrulmuştu.

"Neden doğruldun yatsana." Dedim yanına giderken.

"Ne istiyor sizden." Sesi sert değildi. Biraz kısık ve meraklıydı.

"Nereden bilebilirim?" dedim ve Yankı'nın ayakucuna otururken saçlarımı karıştırdım. Ellerimi kafamın arkasında birleştirip tavana baktım.

Yaklaşık 5 dakika boyunca tavanla bakıştım. Sonra dayanamadım ve ayağa kalktım. İçimdeki stressi volta atarak çıkartmak istiyordum. Bunca zaman sonra -ki en son görüşmemizde onu iyi bir şekilde azarlamıştım- nasıl olur da karşıma çıkma cesaretini gösterirdi. Uluç her zaman onun her şeye rağmen babam olduğunu hatırlatırdı. Yeri gelirdi beraber söverdik ama her seferinde onun babam olduğunu söylerdi. Ben her ne kadar öyle bir baba istemesem de.

"Buse bir dur başım döndü." Derken elini kafasının arasına aldı Rüzgâr. Haklıydı ama engel olamıyordum kendime.

Konuşmaktan kaçtım. Konuşmak istemiyordum. Biliyordum çünkü eğer tek bir kelime edersem oturup sinirden ağlayacaktım. Babamdan bu kadar ölümüne nefret etmem belki tuhaftı belki yaptığı hatayı -yani o hata ben oluyorum- sadece kabullenip onu affedebilirdim ama ihaneti affetmem biraz zorlayıcıydı.

İhanet konusunda gerçekten affetme yetilerim çok düşüktür.

"Sakin olur musun?" bu sefer ilkinden daha sert ve otoriter çıkmıştı Yankı'nın sesi.

"Olmak istiyorum ama olamıyorum tamam mı?" gelen gözyaşlarımı hemen geri yollamaya çalıştım ama kocaman bir sel birikmişti gözyaşlarıma. Onca zamanın acısıydı bu gözyaşları.

O sırada kapı açıldı ve içeri Buğra girdi. Yalnız olması beni bir nebze rahatlatsa da direk içeri koşması ve kapıyı açık bırakması bende şüphe uyandırdı. Kapının önüne geçtiğimde göz göze geldik.

Buğra'nınki gibi masmavi gözleri daha delici bakıyordu. Kızıl sakalları ışığın geliş açısından daha parlak gözüküyordu. Sert ve kemikli suratına baktığımda kendimi aynaya bakıyormuş gibi hissettim ve boğazıma bir yumru oturdu.

Biri göğsüme tekme atmış gibi nefesim bir anda içime kaçtı.

"Ne işin var burada?" sesim hiç olmadığı kadar ürkmüş ve titrek çıkmıştı.

"Abinle konuşmaya geldim." Sırtımda hissettiğim vücut olmasaydı geri geri düşebilirdim. Elini omzuma koyduğunda başımı tepeye kaldırıp baktım.

"Yankı naber." dedi babam hoş bir bakışla. Bu bakış birçok kadının ilgisini çekse de benim midemi bulandırıyordu. Eğer onu gerçek bir baba olarak görseydim kesinlikle babam olduğu için mükemmel gözükebilirdi.

"Bence içeri gidelim." Dedi dudağını kulağıma yaslayarak. Normal zamanda uçarak gidecek olsam da şuan kafamdaki kasırgadan dolayı sesi boğuk geliyordu.

"Bu evden defol git. Bir daha gelme." Dedim gözyaşlarımı da aynı babamı kovduğum gibi kovmaya çalışırken. Tam bir aile dramı değil mi ama?

"Tamam, gidiyorum. Abine beni aramasını söyle." Dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Neden bilmiyorum ama sakindim. Artık ona karşı bir şey hissedemiyordum.

Kapıyı kapatıp içeriye geçtim. O sırada Buğra merdivenlerden inmeye başladı.

"Sen." Dedim buz gibi bir sesle. Dönüp bana baktı.

"Gitti. Onu aramanı söyledi." Cümlenin sonuna doğru sesim hiç çıkmamıştı. 2-3 saniye kadar gözlerim karardı, Buğra bana bir şey demeden evden dışarı çıktı. Neler dönüyordu şu ailede.

"Ben yatmaya gidiyorum." Dedim ve yukarıya çıktım. Kapıyı kapatıp kilitledim. Bu gece yalnız uyuyacaktım. Kafamda birikmiş milyonlarca soruya cevap aramaya çalışacaktım. Ve o yanımdayken bunu yapamazdım. Yankı önceden bana acı verirken artık acımı dindiriyordu. Hala onu gördüğümde saçma bir sancı giriyor göğsüme fakat artık acı vermiyordu. Artık kesinlikle acımı dindiriyordu.

Kapının kolu zorlandı. Elime yastığımı aldım ve kapının arkasına çöktüm. Bir şekilde kapının arkasından onu hissedebiliyordum. Gözlerimi bir daha açamayacak olmayı dileyerek kapattım.

"Buse açar mısın kapıyı?" diye fısıldadı. Fısıltısı içimi ürpertti. Sanki gözlerimi açsam yanımdaymış gibi. Kelimeleri kalbime dokunuyordu.

"Bu gece uyumaya ihtiyacım var." Sesi, ses tellerinden boğazını yırtarcasına aciz çıkmıştı. Ama bunu kendime yapamazdım. Düşünmeliydim, kollarında.

Belki de kollarında düşünmeliydim.

Ya da düşünmemeliydim.

Kafam o kadar karışıktı ki bu konuyu bir kenara bırakıp yatağıma geçtim.

Çok yorgundum, düşüncelerim beynimi kemiriyordu ve benim buna engel olmam gerekiyordu. Daha demin düşünmeye ihtiyacım olduğunu söylerken şimdi sadece onun kollarına ihtiyacım olduğunu anladım.

Beynim uyuşmaya başladıktan sonra beni içeri çeken kuvvetli uyku duygusuna yenik düştüm.

Uyumuyordum. Uyku ile uyanıklık arasında araftaydım. Hala yorganı hissedebiliyordum ama rüyamı da görüyordum. O sırada kollar geldi.

Rahat kollar.

Gözlerimi açtım ve kafamı arkaya bakmaya zorladım.

"Nasıl geldin?" dedim boğuk sesimle.

"Camdan." Dedi gülerek. Vücudumu tamamen ona döndürdüm.

"Bu imkansız, tırmanacak bir şey yoktu." Dedim kıkırdayarak.

"Tamam, yalan söyledim. Havalı olur diye düşünmüştüm. Yedek anahtarı buldum." Dediğinde ikimiz de güldük.

"Sana ihtiyacım var." Dedim göğsüne fısıldayarak.

"İhtiyacın olduğu her an yanında olacağım." Kafamı öptü ve gözlerim eş zamanlı kapandı.

♤♥♧♦♤♥♧♦♤♥♧♦♤♥♧♦♤♥♧♦♤♥♧♦

"İyi o zaman ben çıkıyorum bak geç kalacağım." Dedim ve sınıftan dışarı çıktım. Geriye baktığımda Rüzgâr el sallıyordu. Bora ise koşarak yanıma yetişti.

"Bugün seninle geleceğim." Dedi gülerek. Gelmek istiyorsa gelsin valla karışmayacaktım.

Babamla o tatsız olayın yaşanması üzerinden 5 gün geçmişti ve Buğra henüz bir açıklama yapmamıştı. Ve 4 gün önce işe başlamıştım.

Belki çoğu insan için hiç zevk vermeyen bir işti ama benim için mükemmel bir işti.

Kütüphane görevlisi olmuştum. Mükemmel değil mi? Hem de halk kütüphanesinde.

Orada masaya oturuyordum ve kitap okuyordum. Yanımda bilgisayar da vardı bloğuma girip kitap yazıları yazmak için idealdi. Bütün gün zaten en fazla 30 kişi falan geliyordu. Zamanımın çoğunu kitap okuyarak ve kitapları düzenleyerek geçiriyordum. Part time çalıştığım için saat 10 gibi kapatıyordum kütüphaneyi. Bu 4. Günümdü ama şimdiden alışmıştım hatta bana yön göstermesi için bıraktıkları kadına artık gelmemesi gerektiğini söyleyip kendi işimi halledebileceğimi ispatlamıştım.

Otobüse bindiğimizde Bora'nın telefonu çaldı. Acele ile soruları evet, hıhı, aynen diye cevapladı. Son olarak geliyorum dedi ve kapattı.

"Buse gitmem gerekti, çok özür dilerim." Dedi ve yalvarmaya başladı.

"Önemli değil. Annene selam söyle." Dedim ve onun önümüzdeki durakta inip koşarak taksiye atlamasını izledim.

Ekilmeye alışkınım ben bir kere sana mı alınacağım hıh.

Kulaklığımdan gelen müzik kesildi ve zil sesi devreye girdi. Uluç'un zil sesi.

"Naber fıstık."

"İyi ponçiq sen."

"İyi, okuldan çıktım hangi otobüstesin?" otobüslerimizi denk getirmek gibi salakça bir huyumuz vardı.

"Şimdi sizin durağa yaklaşan." Dedim ve dışarı baktım. Uluç okuldan çıkıp hızlıca koşmaya başladı. Otobüste hunharca kahkaha atarken herkes bana bakıyordu.

"Durdursana otobüsü gitmesin." Diye bağırdı telefona.

"Yetişirsen artık." Dedim ve kahkaha attım. Otobüs kapısı kapandı tam harekete geçecekken Uluç kapıya vurdu. Adam kapıyı açınca soluk soluğa içeri girdi. Yanıma geldi ve kolumu ısırdı.

"Uluç dur lan köpek, aaa ısırmak benim görevim kes şunu." Kafasına vururken en sonunda durdu. İnsanların bize yargılayıcı bakışlarını yok sayarak üzerine atladım. Güzelce kocaman sarıldıktan sonra boş koltuk bulup oturdum. Uluç ayakta kalmıştı.

"İşe mi?" dedi gülerek.

"İşe." Dedim sonra bu kelimenin ikinci anlamı aklıma gelince kahkaha attım.

"İşe?" dedi Uluç ima ile.

"Sıç" dedim kahkahayla. Ay sarhoş gibiydim. Böyle iğrenç espriler yapmak bana göre değildi.

"Saçlarını özledim kıvırcığım." Dedim ve ayağa kalkıp onu oturttum. Ellerimi saçlarına daldırdım. Ya nasıl bu kadar yumuşak? Yani benimki kadar güzel değil çünkü benim saçlarım mükemmel.

"Merve saçlarını kes dedi."

"Sıçarım ağzına o yüzden sakın." Dedim sakin bir sesle.

"Kestirmeyeceğimi söyledim ama kestirmem gerekiyor. Etrafı göremiyorum." Gülerek kafasına vurdum.

"Çok az kestirebilirsin. Etrafı görebilecek kadar az." Birden bire aklıma Yankı geldi. Manyak mıyım neyim neden geldi ki şimdi durup dururken. Acaba ne yapıyor?

"Bugün abim geliyor bi uğra istersen." Dedi kafasını yukarı kaldırarak. Ulaş'ı özlemiştim. Üniversite için İzmir'e taşınmıştı. Ben de İzmir'de okumayı çok istiyordum ama buradaki her şeyi bırakıp oraya gidebilme ihtimalimi göz önünde bulundurmuyordum bile.

"Tabii ki de gelirim hatta saat 10 gibi çıkarım buçukta falan gelirim." Onaylarcasına başını salladı.

İki durak sonra indi ve yoluma tek başıma devam ettim. Kütüphanenin önünde durak olmadığı için durakta inip 5 dakika boyunca yürüdüm. Kapıdan içeri girince direk masa başındaki Serap ablayı gördüm. Serap abla işin benden önceki zamanında çalışıyordu. Şeker bir kadındı.

"Buse kızım aferin tam zamanında geldin. Acele bir işim var hemen çıkmalıyım normalde 4. Raftaki kitapları düzenlemem gerekiyordu ama vaktim kalmadı eğer bi sorun olmazsa sen halleder misin?"

Kadın bir yandan montunu giyinirken bir yandan da anahtarların içinden doğru olanı bulmaya çalışıyordu. Gerçekten eli ayağına dolaşmıştı. Aman ben yaparım tabiî ki neleri yaptım bi rafı mı düzenleyemeyeceğim.

"Merak etme sen o iş bende." Dedim güven verici bir sesle. Bir nebze rahatlamış gibi göründü kadın ve iyi günler diyip aceleyle kapıdan çıktı.

Üstünde adım yazan kartımı da boynuma takıp 4. Rafa doğru ilerledim. Dağınık ve masanın üstündeki kitapları yazarlarının isimlerine göre raflara yerleştirdim. Saatime baktığım zaman 1 saatin geçmiş olduğunu gördüm. Yorulmuştum.

Kendimi rahat sandalyeye bıraktım ve bilgisayarı açtım. O sırada kapıdan içeri genç öğrenci grubu girdi. 15-16 yaşlarındaki 5-6 erkek kahkahalarla yürümeye devam ettiler. Arkalarından onlara seslendim.

"Buranın bir kütüphane olduğunun farkındasınızdır diye umuyorum. Eğer atılmak istemiyorsanız biraz sessiz olun." Arkalarına dönüp bana küçümseyici bir bakış attıktan sonra daha sessizce kütüphanenin derinliklerine doğru yol aldılar. Maillerimi kontrol ettikten sonra Tumblr'da biraz oyalandım. Sonra da okumaya yeni başladığım Kızıl Tepe kitabına gömüldüm.

Popomun titremesiyle arka cebimdeki telefonumdaki hareketlenmeyi fark ettim. Yoksa... oh olamaz.

Mobil veriyi açık mı unutmuştum?!

Allah'ım ne olur öyle bir şey olmasın diyerek telefonuma baktım ve evet. Allah'ım sana şükürler olsun teşekkür ederim.

Mobil veri açık değildi. Sms gelmişti. Ekranda adı belirdi

Echo

Ekranı sürükleyerek açtım ve mesaja tıkladım.

"İşte misin çalışkan arı?" ne diyor ya bu çocuk. Köpek, kedi derken şimdi de arıya geçti. Hadi hayırlısı.

"Rahatsız etme kitap okuyorum." Göndere bastıktan sonra yan taraftan telefonu kilitleyip masanın üstüne bıraktım. Ama bir süre sonra bir daha titredi. Aynı isimi görünce kalbim yeniden tekledi.

"Aç mısın?" atar yapacak halde değildim.

"Evet." Göndereceği cevabı beklemeye başladım. Kitaba bile ara vermiştim yemek için. Telefon bir daha titredi.

"Eee ne duruyorsun git alsana o zaman dhbdksbnsdksdn." Komik mi ben gülmüyorum da bi sorayım dedim.

"Of git başımdan." Dedim ve telefonu sessize alıp kitabımın başına döndüm. Eğer bildirim gelirse diye telefonu ters koydum ki görüp açmak istemiyim diye. Kitap bittiğinde kafamı kaldırdım iki buçuk saat geçmişti. Ne kadar yavaş okumuşum. Karnım guruldamaktan ölecekti. İki buçuk saat önce içeri kahkahalarla giren erkek grubu ellerinde kitaplarla önüme geldiler. Teker teker işlemleri yaptıktan sonra içlerinden biri bana numarasını verdi. Aslında normalde o kadar çok gülerdim ki altıma yapardım ama çocuğa ayıp olmasın diye yapmadım. Numarayı masanın üstüne koydum ve bilgisayara döndüm. Bitirdiğim kitap hakkında değerlendirme yazısı yazmaya başladım. Başladığım zaman içeriye iki tane kız girdi ve roman bölümüne gittiler. Yeniden kafamı gömdüm. Kapı bir daha açıldı. Kafamı kaldırdığımda etrafa bakınan Yankı'yı gördüm. Kalbim her yerimde atıyordu. En sonunda bana bakarak gülümsedi. Yanıma gelmeye başladığında elindeki Burger King poşetini gördüm.

Of hemen yelkenleri suya indirme Buse. İki yemek gördün diye sakin ol.

Bilmem farkında mısın ama orada Burger King yazıyor. Yani bu kesinlikle reddedilebilir bir şey değil.

Ne yaparsan yap ben Jr. Yankı ile yemeğe gidiyorum.

Siz hala ayrılmadınız mı be

Sanane ya kıskanmasana maşallah de evleneceğiz biz.

Hiç maşallah değil ayrılın 3 vakte kadar amin.

Üf seninle uğraşamam.

Atara bak be ben asıl seninle uğraşamam

"Kiss?"

"Echo?" aslında hayırdır eve gelmemi bekleyemedin mi? Biliyorum beni seviyorsun ben de seni seviyorum evlenelim demem lazımdı ama diyemedim işte.

"Al sana yemek getirdim." Küçümseyen bir bakış attım torbaya.

"Aç değilim yedim. İki buçuk saat sonra getirdin be Yankı." Yalandı aslında sırf çok geç kaldığını belirtmek için öyle dedim. Umarım karnım guruldamaz diye dua ediyordum.

"Suratın öyle demiyor ama." Gülümsedi. Of şimdi oturup ağlayacaktım. Bilmiyorum neden ama şu zamanlar ona baktığım zaman ağlamak istiyordum.

WHY GOD WHY?

"Tamam koy şuraya da git ben bi ara yerim." Dedim ve bilgisayarıma bakmaya zorladım kendimi. Resmen bana baktığını hissediyordum ve karnıma uçan tekmeler atılıyordu.

"Bakma öyle de git hadi." Derken gözlerimi kapattım.

"Şuna bak ya beni devletimin kütüphanesinden kovuyor." Gülerek söylediği sözlerin mantıklı olduğunu anlayınca sustum.

"Devletin çalışanını şuan alıkoyuyorsun." Ona bakarak gülümsedim. O da gülümsedi.

"Haklısın." Dedi ve yanıma oturdu. Ama yere oturdu. Elimi anlıma koyarak gözlerimi kapattım.

"Ne yapıyorsun?"

"Bilmem oturmak istedim."

"Pis oralar oturma yere hem üşüteceksin çocuğun olmayacak."

"Bu gerçekten kötü olur." Dedi ve kalktı. Kütüphanenin içine doğru yürümeye başladı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken oradan sandalye alıp geri döndü.

"Karımın çocuk isteyeceğini tahmin edebiliyorum belki ona çocuk veremezsem beni boşar ha? Ne diyorsun?" canım öyle bir şey mümkün olamaz. Senin karın ben olacağım ve seni ne olursa olsun boşamam.

"Sanmıyorum öyle bir şey olacağını."

"Neden?"

"Ne bileyim seven insan bırakmaz." Kafamı ona çevirdim ve gülümsedim.

"Artık terk etmeyeceğinden eminim." Dedi ve güldü.

"Ciddiyim dalga geçme."

"Geçmiyorum."

"Tamam." Yerde duran poşeti açtım ve iki menü olduğunu gördüm.

"Sen yemedin mi?"

"Yok ikisini de sana aldım. Tabii ki de yemedim beraber yiyelim istedim." Ah bana bir şeyler oluyor hamburger cennetine göçeceğim birazdan. Ya çok yakışıklı birazdan cidden öleceğim.

Çantamı açtım ve kitabımı içine koydum. Karton poşeti yırtarak masa kirlenmesin diye serdim. Beraber yemeye başladık. Şu ana kadar Yankı ile bir sürü yemek yemiştik ama bu en güzeliydi galiba. Ya da fazla acıkmıştım.

"Teşekkür ederim." Dedim bir ısırık daha aldıktan sonra. Ama galiba töşökkör ödöröm diye çıktı. Yankı güldü ve peçete uzattı. Bu al ağzını burnunu sil aq kızı bakışıydı.

"Hangi üniversiteyi istiyorsun?" dedi birden bire.

"İstanbul Üniversitesi." Dedim kendimden emince ilk sıraya yazacaktım tutarsa artık. Buğra ile aynı üniversiteyi istiyordum.

"Psikoloji dimi?" kafamı sallayarak onayladım. Geçenlerde psikoloji günleri vardı. Buğra benim için bazı insanlarla konuşup katılmamı sağladı. Seminerler yapıldı. Çok hoşuma gitmişti. Buğra'nın dersi olmadığı zamanlar beraber girmiştik seminerlere. Faydalıydı ve sanırım orayı kazanma isteğim daha da çok arttı.

"Sen?"

"Bilemiyorum Tıp okuyacağım ama üniversiteyi seçmedim daha." Patatesinden bir tane ağzına attı ve kolasından bir yudum aldı ben o ara tabi ağzım açık onu izliyorum. Beni fark etmeden hemen düzeldim.

Yankı'dan önce gelen kızlar ellerinde kitaplarla geldiler. Hepsi de okuduğum kitaplardı. İşlemlerini yaparken bir yandan da konuşuyordum.

"Bu kitap mükemmeldir yazarına aşığım zaten. Bu o kadar iyi değil anlatımı sıkıcı. Bunun kurgusu fazla sarmıyor. Bu çok iyi bitmiyor. Bu mükemmel bitiyor. Bu aşırı saçma. Bunun başı sıkıcı bunun da sonu çok sıkıcı. Bunu bir daha görmek istemezsiniz bunu okumaya doyamazsınız bu arada bunların hepsini 2 haftada okuyup bitirebilecek misiniz?" kütüphane kurallarına göre 2 hafta içinde teslim etmeleri gerekiyordu.

Kızlar attan düşmüşe dönmüşlerdi. O kadar çok spoiler vermiştim ki ikisinin suratında korkunç bir ifade vardı.

"Evet?" dedim cevap bekler gibi.

"Siz merak etmeyin." Dedi biri öne çıkarak. Kitapları aldılar ve dehşet bakışlarla dışarı çıktılar.

Yankı kahkahalarla gülmeye başladı. Ben de gülümsedim.

Sonraki 3 saat boyunca boş boş muhabbet ettik. Saat 10'a 10 varken son toplanmaları yaptım. Sonra beraber kütüphaneyi kapattık.

"Beni Uluç'lara bırakır mısın?" dedim gülümseyerek.

"Hayırdır bugün göremedin mi?" dedi sırıtarak.

"Gördüm de Ulaş gelmiş yani şey Uluç'un abisi." Neden açıklama yaptığımı daha anlamadan bana tip tip baktı.

"Tamam bırakırım atla." Dedi motoru gösterirken. Beraber Uluç'lara gittik.

"İşin bitince çağır gelip alırım." Tam gidecekken omzuna dokundum.

"Şey gece belki burada da kalabilirim." Birden bire suratı kasıldı. Uykusunda olduğu gibi oldu. Çatık kaşlı sert surat hatlı.

"Neyse boş ver görüşürüz." Dedi tam motoru çalıştıracakken omzundan tuttum ve yeniden dönmesini sağladım.yanağından öptüm ve utanç dolu yüzümü görmesin diye arkamı dönerek sakince yürümeye başladım.

Lanet olsun o nasıl bir özgüvendi.

"2 saat sonra gelirim." Diye bağırdı ve motorun çalışma sesi geldi. Sesi gayet düzdü. Hiç ruh halinden taviz vermiyordu. Gülerek kapıya geçtim ve zili çaldım. Kapıyı Uluç açtı, sarıldık ve birkaç dakika öyle kaldık sanırım. Melis abla içeriden bize seslendiğinde içeri geçtik.

Ulaş bana doğru geldi ve kocaman sarıldık. Gerçek abim bir yana Ulaş bana hep abi gibi davranmıştı. Tabii ki bir Buğra değildi ama yine de çok hakkı var benim üzerimde.

"Tekrar hoş geldin." Dedim birbirimizden ayrılırken. Gülerek elini yanağıma koydu ve baştan aşağıya beni kontrol etti.

"Eee hani nerede senin son sınıf evrimin?" dedi ve güldü.

"Bıraktığın gibi kalmaya özen gösterdim." Dedim ve gülüştük.

"Buse aç mısın?" dedi Melis abla.

"Yok sağol ben yedim geldim." Uluç gözleriyle aşağıyı gösterdi.

"Hadi odamda hasret giderirsiniz." Dedi ellerimizden tutarak bizi aşağı indirirken. Uluç'un en sevdiğim şeyi kesinlikle odasıydı. Türklerde bodruma oda yapma olayı yoktur ama Uluç'un batersini koyacak daha iyi bir mekan yoktu.

"Ben haftaya olan elemelere çalışacağım o yüzden biraz gürültü yapabilirim ama sonra aranıza katılırım." Dedi ve hayatı olan enstrümanın başına oturdu.

Hoş bir ritim eşliğinde konuşmaya başladık.

"Eee dersler nasıl?" dedi yatağa otururken. Şuan dersler konuşulacak son konuydu.

"Sen bırak beni orası nasıl? Alışabildin mi?" yamuk ve imalı bir gülümsemeyle bana baktı.

"Sence benim alışamayacağım bir yer var mı?" aa sen şu egoya bak.

"Hey burada bir tane egoist var o da benim. Lütfen yanımda ego yapma." Dedim ve güldük.

"Tamam o zaman, alıştım gibi. İyi insanlar güzel kızlar partiler konserler falan var." Dedi sanki önemsizmiş gibi. Parti ve konser mi?

"Oh beyefendiye bak sen gezsin eğlensin biz sınava çalışalım. İyiymiş." Dedim ve gözlerimi devirdim.

"Sınavları atlat seni de götüreyim. İstanbul'dan daha rahat bir yer. Kesinlikle gelmelisin. " aslında gayet cazip bir fikirdi. İzmir hayallerimdeki üniversite mekanıydı. Buradakileri bırakıp gitmek aklıma yatmasa da bir an gerçekten gitmek istemiştim.

"Nasip kısmat diyeceğim gerçi benim gibi başarılı biri her üniversiteyi kazanabilir ama bakalım." Dedim kaşlarımı kaldırırken. Gülüşmeye devam ettik. Sonra bilgisayardan film açtık ve izlemeye başladık. Filmin yarısındayken Buğra aradı.

"Buyur Çakma Patch." Dedim gülerek. Buyur mu? Normalde hayatta kullanmadığım bir şey.

"Ne zaman geliyorsun?" telefonu kulağımdan çektim ve saate baktım.

"Yarım saat sonra çıkarım ne oldu?" bir yandan filme odaklanmaya çalışıyordum.

"Sadece merak ettim." Vedalaşıp telefonu kapattık. Filmi izlemeye devam ettik. Uzun süredir sinemaya gitmediğim aklıma geldi önceden her hafta sinemaya giderdim hatta bana yürüyen vizyon derlerdi. Şimdi tabi sınavlara çalışıyorum ya hani biliyorsunuz.

"Ne bu ne saçma son, tamam ben sana demiştim bu saçma duygusal filmi izlemeyelim diye la işte aferin." Ulaş'a söverken bir yandan da başımı ovuşturuyordum. Birkaç gündür başım ağrıyordu, aslında tam olarak başım değil gözümün üst kısmı ilk başta önemsemedim fakat gittikçe şiddetleniyordu. Böyle devam ederse doktora görünmem gerektiğini beynimin bir köşesine not ettim.

Kafamı son kez ovuşturduktan sonra Ulaş elimden tuttu.

"İyi misin?" gözlerimi açtım ve birkaç kez kırptım.

"İyiyim. Sadece başım ağrıyor. Ağrı kesici var mı?" gözümü hala kırpıştırıyordum. Gözümün yukarısındaki kemiğe baskı yaptım.

"Bekle getiriyorum." Bekleyecektim zaten. Gözlerim kararmıştı. Gözümü açtım ama göremiyordum. Başımı salladım görüntü geldi ama yine gitti. Dehşet içerisinde nefes aldım ve son bir kez gözümü kapatıp açtım.

Görebiliyordum.

Daha önce göz kararmaları yaşamıştım ama hiç biri bu kadar uzun sürmemişti. Kalbim hızla atarken derin bir nefes verdim.

Telefonum çalmaya başladı.

"Efendim?"

"Kapının önündeyim hadi gel." Derin bir nefes aldım.

"Biraz bekle geliyorum." Dedim ve cevap beklemeden telefonu kapattım. Ulaş elinde bir bardak su ve hapla geldi. Elinden alıp içtim.

"Teşekkür ederim. Benim şimdi gitmem gerekiyor ama yeniden geleceğim. Geri dönmeden önce mutlaka birkere daha görüşmeliyiz." merdivenlerden yukarı çıktım. Uluç da tuvaletten çıkıyordu.

"Gidiyor musun?"

"Yankı almaya gelmiş." Dedim ve kaşlarımı bir yukarı bir aşağıya sapıkça oynattım. Kahkaha atarak karşılık verdi. Evdekilere veda ettikten sonra arabayla gelmiş olması için dua ederek dışarı çıktım fakat Harley Davidson motorun farları bana gülümsedi.

Motorun arkasına atladım. Yankı'nın bana uzattığı kaskı bu sefer geri çevirmedim ve başıma geçirdim.

Uzun sıcak bir yolculuk yaptığımı söyleyemem ama en azından rahattı. Yankı'nın sırtı birçok yataktan -benimki hariç- daha yumuşaktı. Kokusu birçok kokudan -yine benimki hariç- daha güzeldi. Kesinlikle mükemmeldi.

Eve geldiğimizde başımın ağrısı hafiflemişti. Hatta neredeyse kaybolmuştu. Işıklar kapalıydı.

"Kimse yok mu ki?" içerisı karanlıktı ve ben ışığı bulmaya çalışıyordum.

"Buğraya telefon geldi o da çıktı" girerken kafamı duvara çarpıp yere düştüm.

"Allahuekber." Kafamı tutarak yerde kıvranmaya başladım.

"Ne oldu Buse?" ve Yankı ışığı açtı. Kafamı tutarak hala nasıl çarptığımı düşünüyordum. Yani benim evim benim duvarım nasıl çarpabildim.

Birden kahkaha atmaya başladı ve içeri koltuğa oturdu. Yerden kalkarak anına gittim.

"Sence komik mi?" dedim ciddi bir şekilde.

"Evet." Dedi hala gülerken.

"Doğru bence de komik." Dedim ve beraber gülmeye başladık.

"Git buz koy şişmesin" derken hala gülüyordu. Dondurucuyu açtım ve dondurma kabını kafama bastırdım. Sonra ağır ağır yürüyerek yukarı çıktım. Yatağımın üstünde milyon tane teknolojik alet görünce homurdanarak hepsini bir kenara bıraktım ve yatağa girdim.

Başımın ağrısı tam geçmişken şimdi de kafamın ağrısı başlamıştı. Hayata bak be.

Gözlerimi kapattım ve gelmesini bekledim. Geldi de.

Tam olarak 3 dakika 43 saniye sonra yatağın diğer tarafından yanıma geldi.

"Ah yorulmuşum." Dedi kollarını dolarken. Kafamı göğsüne yaslarken bir şey demedim.

"Bugün o yaptığın şey çok hoştu." Neyden bahsettiğini ilk anlamasam da sonradan öpücükten bahsettiğini anladım. Kalbim hızlandı.

"Benim yaptığım her şey hoş." Gülümsedim ve gözlerimi kapattım.

-BÖLÜM SONU-

ARKADAŞLAR HER BÖLÜMDE YAPTIĞIM GİBİ RUTİN ÖZÜR DİLEME MERASİMİ YAPIYORUM. DAHA HILI YAZMAYA ÇALIŞACAĞIM BU ARADA BİR DUYURU YAPMAK İSTİYORUM BELKİ İLGİNİZİ ÇEKER BELKİ ÇEKMEZ.

25 MAYIS PAZARTESİ GÜNÜ SAAT 19.30'DA ISTANBUL/BAŞAKŞEHİR ÇINAR KONGRE MERKEZİNDE TİYATO GÖSTERİMİZ OLACAK. NE BİLEYİM İŞTE GELMEK İSTEYEN GELEBİLİR YAKIN OLAN GELEBİLİR BENİ GÖRMEK İSTEYEN GELEBİLİR FALAN ŞSDODSŞKLKDŞL NEYSE GELİRSENİZ MEMNUN OLURUM TANIŞMIŞ OLURUZ.

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

438K 16.2K 51
Barış Abi kendimi bildim bileli bana Küçük Şeytan derdi. Aynı mahallede büyümüştük kendisi polis olmuşken bende ona buna borçlu, belalı bir tip olmuş...
83.5K 3.9K 79
"Bazen hüzün kalbini kırmaz.Bedenini kırar." dedi sessizce. "Ama kalbini kırması daha çok acı verir." diye onu yanıtladım.Yavaşça bakışlarını bana çe...
81.1K 2.9K 21
deli dolu bir asistan doktor, kendinden ve ciddiyetinden asla taviz vermeyen asker...
3.8M 67.9K 21
[Bir ömür uçsam ufkun ötesine, Bazen yalnız bazen birlikte] *Olamayan Hayalin Karekteri bu kitap senin için. "Aynı yeryüzünde değil,aynı gökyüzündeyi...