KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.5M 640K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK

10. Adil Olmayan Fidye

345K 15.3K 31.9K
By ebrununhikayeleri

Medya: Naz.

Lütfen bölüme başlamadan önce yıldıza basabilir misiniz? Şimdiden teşekkür ederim, güzel kalbinizi öpüyorum ve keyifli okumalar diliyorum. 😻💚

"Asıl esaret aşk rüzgarına yakalandığınızda başlar."

|Sertan Özer- Gemiler.|

Bölüme başlamadan önce küçük bir kalp bırakır mısınız? :*) 😻

Bir şeyler eksikti.

Hayatımızda temellerini inşa ettiğimiz binaların altında kaldığımızda bir şeylerin eksik olduğunu hep görürdük. Toprağı sulanmamış bitkilerin yağmura duyduğu eksik; gözlerinden akan yaşın göremediği güneşin eksikliği gibi bir şeyler her zaman eksik kalmıştı.

Şimdi bu eksikliği tamamlayan bir adamın öleceğiyle ilgili bana karar sunmuştu kötü insanlar.

Ayaklarım durdu, ellerim hareket edemedi. Gözlerimin içinde yanan alevlerin haddi hesabı yoktu. Dudaklarım kurudu, göz bebeklerim titredi. Ona baktım. Ömer denilen adama baktım. Elindeki telefonu sırıta sırıta bana gösteriyordu. Yüzünde büyük bir gülümseme mevcuttu, bu durumdan dolayı eğleniyordu.

''İki seçenek sundum, bence ikisi de gayet uygun seçenekler.'' Dedi.

Kötü insanlar hep böyleydi, asla iyi olmazlardı.

''Ne saçmalıyorsun sen?'' Diye bağırdım.

Ömer hiç oralı olmayarak, kaydı bir kez daha açtı. Açtığı kayıtta bu sefer Serter'in gülüşünü gördüm. Gülümsüyordu, gülümserken yakasını düzeltiyordu. Önünde bitki çayı olduğunu düşündüğüm bir fincan vardı, sol eliyle fincanı tutarken yüzüğünü gördüm. Bizim yüzüğümüz. Onun parmağındaydı.

Rahat bir tavrı vardı.

Mutlu görünüyordu. Genelde kimsenin yanında bu kadar mutlu olmazdı. Dosyalarına baktı, kağıtların sayfasını ters çevirip mavi kapaklı dosyanın içine sıkıştırdı. Kadir Bey, onun koluna vurarak bir şeyler gösterdi. Karşısındaki adam ise sanki anısını anlatıyor gibi kahkaha atıyordu. Güzel bir ortamdı, Serter mutluydu.

Ellerim yumruk oldu. ''Hiçbir şekilde, seçmeyeceğim. Sen de tehdit etmeyi bırakıp bu evden defolup gideceksin.''

Kafasını yana salladı. ''O kadar kolay gitmem.'' Göz kırptı.

Hayatımda gördüğüm en pişkin insan karşımdaydı. Çaresizdim ve zamanım daralmak üzereydi. Bir zaman sayacında, düşlerim kayboluyormuş gibi hissediyordum. Elime verdikleri uçurtmanın ipi kopuk, gökyüzündeki şimşekler ise fırtınayı andırıyordu. Ruhum çekiliyor, saç diplerim ağrıyordu.

Cümleler yetersizdi, cümlelerim yetersizdi.

''Bunu neden yapıyorsun? Birinin canını almak bu kadar kolay mı? Ne farkın kaldı, Gürsel'den. Onun yaptıkları yüzünden intikam istiyorsun, peki söyle! Senin ondan ne farkın kaldı?'' Sesim yüksek çıkmıştı.

Serter, Serter, Serter. Yalnızca adı zihnimde hareket ediyordu. Duyduklarım gördüklerimi kanatmıştı, silahsızdım, savunmasızdım. Tüm gücüm tükenmişti sanki, yine de omzumu dik tuttum. Bana hayatımı sunuyordu, hayatımı geçmişimi, gidişimi...Bana yeni tanımış olduğum bir adamla; hayatımı aynı anda sormuştu.

Çalınan hayatımı, Serter ile mi ödeyecektim?

Bu, adil bir fidye miydi?

''Gürsel ile aynı kategoriye koymazsan sevinirim, hem ben Tilt oluyorum ona.'' Güldü.

Elimi alnıma götürüp koltuğun önüne geldim ve işaret parmağımı doğrulttum. ''Bana seçenek sunmaya hakkın yok. İkimizde mağduruz. Ben de yandım, sen de yandın. Bunun bedelini de birine ödetmeyeceksin.'' Dedim.

Ömer hiç oralı olmayarak kravatını düzeltip bacak bacak üstüne attı. Rahat bir tavır sergiliyordu, her bir hareketini izliyordum. Detaylı incelediğimde, çelik gibi bir kalbin olduğunu fark edebiliyordum. Çelikten örtmüştü kalbini, kimseler kıramıyordu. İnsanları da bu yüzden kolay kolay gözden çıkarıyordu.

Yazık.

''Çıkarlarım söz konusu olduğunda, herkesi gözden çıkarırım.'' Gülümsedi. ''Öz çocuğum bile olsaydı, onu da gözden çıkarırdım.'' Öz çocuk kelimesini kullanırken gözlerimin içine bakmıştı imalı imalı.

Göğsümde şiddetli bir öfke yatıyordu. ''Peki, madem seçenek sunuyorsun.''

''Büyükelçi'yi mi gözden çıkarıyorsun yoksa?'' Diye sordu.

Yaralarımı sarıyordu o, yaralarımın kabuk bağlaması için üstün bir çaba sarf ediyordu. Gece korktuğumda, göğsünde uyumama izin vermişti. Yaralandığımda, hastanede kalmıştı. Sırf benim için, benimle evlenmeyi göze alıyordu. Bizim için çabalıyordu.

''İğrençsin, gerçekten iğrenç bir insansın.'' Dedim.

Elinde kayıtlarım vardı, beynim o kayıtları almam gerektiğini söylüyordu. Eğer alırsam, sonsuza kadar kurtulacaktım. Eylül ve Gürsel hapishaneye atılacak, ben ise aileme yaşatılan acıların nihayete eren sonuçlarını gülümseyerek izleyecektim.

Peki, ya mavi gözler?

Saçlarıma dokunamayan o adam ne olacaktı? Onun da bir ailesi vardı, kardeşinin olduğunu söylemişti. Hırsları vardı, kariyerine düşkündü, arkadaşları vardı...Semih vardı...Semih'i himayesinde yetiştirdiğini görebiliyordum. O çocuğun üzerine titriyordu. Babasını kaybeden Semih, Serter'i sığınak bellemişken ben nasıl böyle bir seçeneği kabul edebilirdim?

''Serter Güçlü.'' Derin bir nefes aldı. ''Petrol şirketine sahip olan babasının oğlu. Zengin bir ailede doğmuş...'' Güldü. ''Zaten, çok yaşamadı mı? Bence, iyi bir hayatı varmış. Ona bu kadar mutluluk yeter.''

Gözlerimi kıstım. ''Şükran'ın neden seni sevmediğini şimdi daha net anladım. Sen var ya asla sevilecek bir adam değilsin. O gün sahilde, üstün başın kötü bir halde gelip bana derdini anlattığın gün; gözlerinde insanlığa dair bir ışık gördüm ama sen...''

''Devamını getirme.'' Sözünü kesti.

Ellerim havada asılı kaldı. ''Seni karın, seni hiç doğmamış olan ama arzu duyduğun çocuğun dahi hiç kimse sevmez. Sen sevilecek bir adam değilsin, sen düpedüz yere atılan, fırlatılan, yok sayılan bir adamsın. Şükran'da erkenden fark etmiş ki kötünün iyisi diyerek Gürsel'de teselli bulmuş.''

Gözlerine keder indi, yapay buldum. ''Yanılıyorsun, belki iyi bir eş olmazdım ama iyi bir baba olabilirdim.''

Bağırmamak için zor tuttum kendimi. ''Senden mi iyi baba olurdu? Güldürme beni! Bahçenin birisini kendine tahsis edip çiçeklerle donatmak için; diğer bahçeyi karanlığa atıyorsun. Orada insanları zevkle öldürüyorsun! Sen mi?''

''Kes sesini!'' Sessizce mırıldanmıştı, öfkesini hissedebiliyordum.

Omzumu dik tuttum, güçsüz durmazdım, duramazdım. ''Şükran öldü! Bu kadar! Şükran öldü ve sen hayatına bakmak yerine hâlâ intikam peşindesin.''

Koltuktan kalkıp cam kenarına adımlarını yöneltti, bilirdim insanları nereden vuracağımı. Onu arkadan izledim yalnızca. Silik gözlerim, sırtına oklarını gönderiyordu. Onu hassas yerinden vurmuştum, bir an olsun bile pişman olmamıştım. En kötü durumları hak ediyordu, o kötülüğü hak ediyordu. Bu kadar işte.

''Aynı yolun yolcusuyuz, sana kanıtları vereceğim sen ise onun ölümünü seçeceksin.'' Telefonu işaret etti.

Her şey bu kadar yalan olamazdı ki. Yazmak önemli bir işti, insan herkese satırlar yazamazdı, insan birisini şiir satırına da benzetemezdi. Denizi sevmediği halde, denizi sevmeye de başlamazdı. İnsanın birisine bir şeyler yazıp, öpücüğüne kadar not edinmesi büyük bir şeydi ve ben Ömer'in kaçırdığı bir nokta vardı.

Ben, asla Serter'e ihanet etmezdim.

''Öyle mi?'' Tek kaşım havaya kalktı.

''Öyle.''

''Hayır.'' Bir adım attım ona doğru. ''Kayıtları sil, hatta yak yok et ama Serter yaşayacak.'' Dedim.

Gözleri şaşkınlıkla açıldı. ''Neden?''

''Ben birileri daha Eylül'ün kurbanı olmasın, birileri daha ölmesin diye savaşıyorum. Serter'in ölmesine izin mi vereceğim sanıyorsun?'' Sehpaya eğilip fincanı aldım ve Ömer'in suratına fırlattım. ''Şimdi, o adamı arayıp durduruyorsun ve bir daha karşıma çıkmıyorsun Bunak!'' Diye bağırdım.

Ömer'in yüzünde alaycı bir ifade belirdi. ''Şiddete eğilimli birisi olduğunu daha önce söyleyenler oldu mu acaba?''

''Yaşlı bunak! Dediğimi yap.''

Güldü, gülerken beyaz dişleri ortaya çıkıyordu. ''Bence, böyle konuşmamalısın. Sonuçta şu an sana sunduğum seçenekten vazgeçip direkt Büyükelçi'yi öldürebilirim.''

''Ne istiyorsun?''

''Önce düzgün konuş.'' Yakasını tekrar düzeltti. ''Gürsel ile yaşamak sana iyi gelmemiş. Psikolojik sorunların var, istersen...''

Onun konuşmasına müsaade edemeyecektim. Üstüne doğru yürüyüp elimi boğazına götürdüm. Belinde bulunan silahı çıkardığım, dizimi kırıp kasıklarına doğru büyük bir tekme attım. Ona vurmuştum ve bunu hak etmişti.

''Beni sinir etme.'' Kelimeleri vurgulamıştım. ''Beni sakın sinir etme! Sakın anlıyor musun? Ben senin, oyuncağın olmam. Beni kimseyle de karıştırma! Yemin ederim seni öldürürüm. Şimdi, o adamı arayıp durduruyorsun yoksa seni burada vururum.''

Ömer öyle bir ani hareketi beklemiyordu, mimiklerinden anlaşılıyordu. ''Daha önce, tekvandoya mı gittin? Yoksa boks falan?''

Boğazını sıktım. ''Son kez söylüyorum, son kez.''

''Tamam arayacağım.'' Dedi.

Silahı yüzüne doğrultup telefonla aramasını bekledim. Beni bu hale getirmişti, üstelik bunu hak etmediği de söylenemezdi. Beklemeye başladım. Aklım, Serter'deydi. Ona bir şey olursa ne yapardım? Nasıl temizlerdim kirlettikleri ruhumu? Kalbim daralıyordu, zaman bir tren gibi çıkmıştı raydan.

''Alo, Hüsamettin durdur. Yani, Büyükelçi'yi vurmak yok.'' Dedi telefondaki adama.

Yüzümü buruşturdum. ''İsme bak.''

''Aynen aynen, kız çıldırdı. Sen durdur, bu manyak çıktı.'' Dedi ve telefonu kapattı.

Rahatlamıştım. ''Telefonu uzat.'' Emir veren tonda konuşmuştum.

''Orada kayıtlar var, sen Serter'i seçtin. Dolayısıyla, ben sana kaydı veremem.''

Silahı tutan parmaklarım bir an olsa bile titremedi. ''Kaydı bana veriyorsun, yoksa burada bacağına sıkıyorum.'' Gözlerim göbeğine ilişti. ''Göbeğine de sıkarım. Zaten her yerin yağ, yemişsin tereyağları almışsın kiloları, Şükran'ın neden senden hoşlanmadığı belli oluyor.''

Ömer umursamaz bir tavırla ellerini havaya kaldırıp gözlerimin içine baktı. ''Yalnız, o kayıt anlıktı. Yani istesen de bulamazsın. Beni silahla tehdit etmeyi bırak, üstümde dinleme cihazı var. Gidip vururlar adamı, görürsün öyle.''

Derin derin nefes aldım. Ömer hayatıma girmeden önce en azından düşmanlarım belliydi fakat bu adamın hangi yüze sahip olduğunu bilmiyordum? Kaç tane yüzü vardı? Ne amaçlıyordu? Bu kadar kötülükle beslenmesi normal miydi?

''Evden defol git.'' Dedim.

Gitmesini istiyordum. O burada durdukça nefesim daralacaktı. Yavaşça eşyalarını toparlayıp her şeyi eline aldı. Telefonunu da cebine attığında, Serter'i aramam gerektiğini fark ederek zaman yaratmaya çalıştım.

''Görüşürüz, Gece.''

''Git ya kusuyorum seni gördükçe.'' Dedim.

''Kaba insan.'' Yüzünü buruşturdu.

''Amca gitsene!'' Bu adam yüzünden kabalaşmıştım.

Dış kapıya yöneldiğinde, kapıyı kapattı. Hemen arkasından gidip kapıyı kilitledim. Elimde ona ait bir silah vardı. Şimdi, Serter'i arayacaktım. Onu aramam lazımdı, onun sesini duyarsam eğer derdime şifa bulabilirdim.

Ellerim titriyordu, titreyen ellerimle telefonumu tutup onun numarasını bulmaya çalıştım. Serter'i arayacak, sesini duyacak sonra buraya gelmesini isteyecektim. Bu kadar basitti. Peki neden kalbimdeki ağrı çoğalıyordu? Bu, kaybetme korkusu muydu? Bir an için onun öleceğini düşünmüştüm, korkmuştum.

Telefon ilk çalışta açıldı.

''Alo.'' Dedim.

''Efendim, Gece.'' Dedi.

Dudaklarımı ıslatırken koltuğa oturup silahı kucağıma bıraktım. ''Neredesin Serter?''

Güldüğünü işittim. ''Hesap sormalar da başladığına göre...''

Zaman kazanmalıydım. Buraya çağıracak, Ömer'den bahsedecektim. Peki ya Serter? O, bu oyuna dahil edilmeli miydi? Yıpranmayacak mıydı? Vicdanımdaki sızlanmaya rağmen durmak istedim.

''Neredesin?'' Sorumu tekrarladım.

''Dünkü akşam yemeğinde Kadir Abi ile onun oğluyla kafedeydik.'' Derin bir nefes aldı. ''Şimdide arabaya bindim, Semih'i okuldan almaya gidiyorum.'' Duraksadığında, kaşlarım çatıldı. ''Yanlış anlama, Berrak'ın evine girmeyeceğim. Çocuğu kapıda bırakıp direkt evimize geleceğim.''

Dalgaya alıyordu.

''Bana ne Burcu'dan.'' Dedim.

''Onun adı Berrak.'' Dedi.

Camdan dışarıya baktığımda, yüzümdeki yorgunluk git gide artmaya başlamıştı. Yorgun olmaktan nefret ediyordum. Yorgun olmak tüm vücudumu esir alıyordu, nefret ediyordum bu durumdan, bu durumun yarattığı küçük depremlerden ve onun olasılıklarıyla tutuşan kalbimden.

''Her neyse, Kemalettin.'' Umursamıyordum, hayır belki bir kısım umursadığım konu vardı.

''Sen acaba biraz fazla mı taktın ona?'' Diye sordu.

Eğlendiği aşikârdı.

Salondan çıkmak için kapıya yürüdüm. Dış kapının kilidini açıp üstüme bir ceket geçirdim. Bot giymeyecektim, yağmuru beklemiyordum. Kapıyı açtığımda, Serter'e ne cevap vereceğimi düşünmeye çalıştım. Takıntılı değildim ben, sadece iki yüzlü insan sevmiyordum.

''Seni kıskanıyorum, ölüyorum senin için Büyükelçi.'' Dedim ironik bir dille.

''Bak, işte bu. İtiraf et böyle, hem beni kıskanmana gerek yok müstakbel karıcığım.'' İç çekti, sesi çok güzel geliyordu. ''Biliyorsun, benim kalbim yalnızca senin için atıyor. Neden başka kadınlara bakayım ki?''

Serter'in keyfi neden yerindeydi?

Kaşlarımı çattım. ''Şaka yapıyorsun değil mi?''

''Bilmem.''

''Yok bence yapıyorsun.'' Dedim.

''Yapıyor muyum?'' Oyun oynuyordu.

''Susar mısın?'' Sesim yüksek çıkmıştı.

Arabama doğru ilerlediğimde, yağmur damlaları bir bir saçlarıma düştü. Küresel ısınmadan dolayı ülkede hava durumu tamamen değişmişti. Normalde bu kadar yağmur yağmaması gerekiyordu fakat yağıyordu. Mevsimlerin karakteri değişmişti, resmen birbirlerine girmişti mevsimler.

''Kırdın.'' Dedi.

''Neden mutlusun?'' Arabanın kapısını açıp şoför koltuğuna geçtiğimde, amacım sahil tarafında arabayı sürüp hava almaktı.

''Bugün güzel bir haber aldım, geldiğimde paylaşacağım seninle ve ayrıca...'' Dediğinde arabayı çalıştırıyordum. ''Sesin kötü geliyor, beni aradığına göre de bir şey olmuş. Hemen geleceğim tamam mı? Zaten şu an okula vardım.''

''Teşekkür ederim.''

''Görüşürüz.'' Dedi boğuk ses tonuyla.

Telefonu kapattığımda, kendimi yola verdim. Düşünmem gerekiyordu, zihnimi boşaltıp her şeyi silmeliydim. Az önce neler olmuştu böyle? Bana bir seçenek sunan adamın oyununa kanmamıştım ama belki de hayatım boyunca elde edemeyeceğim büyük fırsatı kaçırmıştım.

Bir kurşun sıkıldı; kurşunun açtığı yara göğsümde belirdi.

Serter Güçlü'yü yaşatmak için, çocukluğumdan vazgeçmiştim. Pişman mıydım? Hayır değildim. Asla pişman değildim, sadece insan hayatının bu kadar ucuz olması beni yaralıyordu. Ömer denilen adamın bu denli kötülük saçması ve yine kendiyle çelişip amcamın kötü birisi olduğunu ima ederek intikamda bulunması; büyük bir ikilemde olduğunu gösteriyordu.

Arabayı sürdüm. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum. Tekrar U dönüşü yaparak evin yolunu tuttuğumda, silahı salonda unuttuğumu fark ettim.

''Allah kahretsin.'' Diye mırıldandım.

Gaza basarak arabaya yüklendim. Serter görüp yanlış anlayabilirdi. Beni yanlış tanımasını istemezdim. Direksiyonu tutan parmaklarım sıklaştı, gözlerim karardı. Eve bir an önce gitmek istiyordum. Yol bitmiyordu, bitmeyen yollar yapmışlardı.

Kırmızı ışığın yandığını görmeden, çizgiyi geçerek önde bulun aracın arkasına çarptım.

Yine mi kaza yapmıştım?

Araba durduğunda, trafikte bulunan tüm araçlardaki kişilerde araçlarından çıktılar. Telaşla ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Ben ne yapmıştım? Bu kadar, dikkatsiz davranmamalıydım? Hem kırmızı ışığı geçmiş, hem de önce bulunan araca hasar vermiştim.

Kapım açıldığında, kafamı kaldırıp o tanıdık gözlerle karşılaşmayı beklemiyordum.

Serter'in arabasına çarpmıştım.

Takım elbisesinin ceketini önden tutup arabamın kapısını açmış ve yüzüme eğilmişti. ''İyi misin? Bir yerine bir şey olmadı değil mi?''

''Özür dilerim.'' Dedim.

Alnımı kontrol etti. ''Alkol mü aldın sen? Kırmızı ışıkta geçiyorsun?''

''Hayır içmedim.'' Uzattığı eli tuttum. ''Ceza yazacaklar değil mi? Kırmızı ışıkta geçtim, sonuçta.'' Ehliyetimin alınmasını istemiyordum, araba sürmeyi seviyordum ve ehliyetsiz kalırsam; belli bir süre araç kullanamayacaktım.

Serter'in aracından inen şoför ile kafamı şoföre çevirmek zorunda kalmıştım. Serter arabamın anahtarını kontaktan çıkarıp şoförüne teslim etti ve direkt ellerimi tuttu. ''Mobese'den bakıyorlar sonra, alt tarafı para cezası yiyeceksin.''

''Araban için üzgünüm.'' Beni sürüklemesine izin verdim.

Serter, şoförüne dönerek; ''Ön tarafta hasar var, tamire götür.'' Dedi.

''Peki, Efendim.'' Dedi.

Onun küçük çocuğu gibiydim. Yaramazlık yapıyordum ve o her seferinde beni kurtarıyordu. Gergin suratına bakmak istemedim, bakarsam onun öfkelendirdiğim için kendime kızacaktım. Ellerimi bırakmadan arabasının kapısını açtı. Ön koltuğa oturduğumda, arka koltukta oturan emniyet kemeri takılmış şekilde dışarıya seyreden Semih ile karşılaştım.

''Merhaba.'' Diye mırıldandım.

Semih, ''Merhaba.''

Serter şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. ''Nasıl bu kadar dikkatsiz oluyorsun asla anlamıyorum? İnsan hiç mi düzgün araba sürmez? Sen acaba bir daha mı ehliyet sınavına girsen?''

''Bu ağır oldu.'' Dedim nefes nefese.

Boğazını temizledi. ''Ya benim arabama bile çarptın, bence yeniden kursa git.'' Gözlerini yola çevirdi, gergindi; inkar edemezdim. ''Araba umurumda bile değil, başka bir adamın arabasına çarpsaydın ve gelip ya sana bir şeyler yapsaydı? İnsanlar trafikte zombiye dönüşüyor, endişeleniyorum senin için.''

''Kendimi korurdum.'' Dedim.

''Kırmızı ışıkta bir daha geçme, lütfen.'' Otoriterdi.

Serter'in sözlerini umursamayarak arkama döndüm. ''Okuldan mı geldin? Nasıl geçti? Bu arada kaçıncı sınıfsın?''

''Kreşe gidiyorum.'' Dedi Semih.

''Hm, ne güzel.'' Otuz iki diş sırıttım. ''Ben de kreşe gitmiştim. Hatırlıyorum, bir tane arkadaşımın kırmızı kalemini yemiştim. Siz de kalem yiyor musunuz? Benim tuhaf takıntılarım vardı, kalem yerdim gerçi...'' Sözlerimi devam ettiremememin sebebi Serter'in garip bakışları olmuştu.

Kabul ediyordum, bazen fazla saçmalıyordum.

''Çocuğa yanlış şeyler öğretme.'' Kucağımda bulunan elimi avuçladı. ''Çok sinirliyim sana, gerçekten çok sinirliyim. Lütfen artık dikkatli sür şu arabayı, daha yeni kaza atlattın.''

''Tamam tamam.''

''Aferin.'' Ellerimi sıktı, bırakmak yerine. ''Nereden geliyordun bu arada?''

''Hesap sormaya mı başladın?'' Onu taklit etmiştim.

Cevap vermedi.

Serter'i yine sinirlendirmiştim. Belli ki şaka kaldıracak durumda değildi. Benim için endişe etmişti. İlk kez birisi benim için endişeleniyordu. Normalde arkadaşlarım, endişe duyardı fakat yabancı birisinin bana bu denli farklı yaklaşıyor olması yüzümü güldürüyordu. Serter yavaş yavaş hayatıma girmek yerine, bir anda bodoslama dalmıştı.

Huzur hissediyordum, huzuru onda bulmak üzereydim.

Arabayı durdurduğunda, ineceğimizi anlamıştım.

''Aç mısın? Bir şeyler yedin mi?'' Yüzüme eğilip tekrar alnımı kontrol etti, ardından kafama baktı. ''Sargın açılmadı değil mi? Yüzünü yaklaştırır mısın?'' Diye sorunca, ona doğru eğilmek zorunda kalmıştım. ''Sargın açılmamış, kafanı çarpmadın umarım.'' Kafamı incelerken dikkatli davranıyordu. ''Önce yemek yiyelim, sonra şu sargını yenileyeyim ben tamam mı?''

''Gerek yok, zaten açılmadı.'' Boştaki elini tuttum ve avucunu yanağıma götürüp bastırdım.

Ani bir temas olmuştu, böyle bir şey beklemiyordu. Avucunda bulunan sıcaklığı duymak için böyle bir harekette bulunmuştum. İyi gelmediği de söylenemezdi, tam aksine kalbe giden damarın ısınmasını sağlamıştı; güzel avuçları.

''Gece.'' Diye fısıldadı.

''Efendim.''

''Bugün ne oldu?'' Yanağımı okşadığında, saçlarımı öptü. ''Bugün ne oldu bilmiyorum ama iyi bir şeyler olmadığı kesin. Bana anlat lütfen, saklama bir şey.''

''Anlatacağım.'' Dedim.

''Anlat, her zaman anlat. Arkanda değilim, önündeyim ben; bunu hiçbir zaman unutma.'' Öne eğilip kapımı açtı. ''Şimdi in, ben Semih'i alıp eve geleyim ve mutfağa geç. Bize harika bir yemek yaptırdım.''

''Sebze mi?'' Yüzümü buruşturmak istedim fakat herhangi bir girişimde bulunmadım.

''Evet.'' Dedi.

Bütün keyfim kaçmıştı. Bu adamın sebze takıntısı ne zaman bitecekti? Sürekli pırasa yemekten pırasa gibi vücudum olmasından korkuyordum. Bazen et ve tavuk da yiyordu fakat ağırlıklı olarak sebze beslenmesi bana çok saçma geliyordu. İnsan hiç mi bol salçalı bir makarna yemezdi? Ona en kısa zamanda makarna yapacaktım.

Büyükelçi'nin zevksiz midesini düzeltme görevini ben üstlenmiştim.

Kapıya doğru yürüdüğümde, ayakkabılarımın bastığı ıslak taşlara odaklanmamaya çalışarak kapının kilidini açmayı denedim. İlk seferde başaramamıştım.

Serter arkamdan gelerek Semih'in ellerini sıkıca tuttu. ''Bu akşam, Berrak şehir dışına çıkacak diye Semih'i bize getirdim.'' Semih'e bakarken yüzü gülümsüyordu. ''Birlikte onunla oyun oynarız değil mi ablası?''

''Olur.'' Dedim sevecen bir ses tonuyla.

Kapı açılmıyordu, lanet kapı.

''Gerçi, ablası daha kapı açamıyor ama olsun.'' Elimdeki anahtarı alıp tek seferde açtı. ''Acaba, kapı nasıl açılır kursuna da mı yazdırsak seni?''

''Öyle bir kurs mu var?'' Dedim.

Ellerini belime bıraktığında, Semih koşarak Çam'a doğru koştu. Çam uyanmıştı, benim küçük köpeğim gün boyu uyumayı seviyordu.

''Köpüş.'' Diye bağırdı Semih.

''Yoksa bile oldururuz.'' Belimi sıkarak dudaklarını bir anda boynuma bastırdı.

Bu ani bir hareketti. Sanki midemde kelebekler uçmuştu. Duygularımın beni bu şekilde kolayca ele alması, ruhumu korkutuyordu. Semih'in yanında samimi görünmek için boynumu öpmüştü ama kalbimdeki heyecanı bilseydi muhtemelen böyle öpmezdi, evet evet böyle öpmezdi; öpmemeliydi.

Gözleri bir şeye odaklandı.

Silahı görmüştü, silahı gören gözlerinde bir ateş belirdi; ateş beni korkuttu, ruhumu daralttı sokaklarımı çıkmazlar ele aldı.

''O ne?'' Sertti ses tonu.

''Anlatacağım, istersen odaya gidelim. Burada çocuk varken.'' Fısıldamak üzere, Serter'in kulağına eğildim. ''Burada çocuk varken rahat konuşamayız.'' Dedim.

''Peki.''

Sinirli bir hareketle silahı eline alıp arkasına gizledi. Küçük bir çocuğun görmesi sakıncalı olan o cisim, bir saat önce beni mahvedecek duruma getirmişti. Göğsümde tarifi imkansız ağrıyla cebelleşmiştim ben.

Merdivenlerden yukarıya doğru yürüdüğümüzde, ellimi tekrar elinin içine hapsedip kapıyı açtı. Onu takip etmek zorunda kaldım. Öfkesi yüzünden garip bir telaşa kapılmıştım. Nasıl hislerimi anlatırdım bilmiyordum. Hislerim bir uçurumun eşiğinde gökyüzünden kopuyordu.

Kapıyı üstümüze kapattığında, elimi bırakmıştı. ''Birisi mi sana saldırdı? Kim yaptı bunu sana? Hangi şerefsiz...Özür dilerim ağzımı bozdum.''

''Dinle önce.'' Titreyen ellerimi durdurmak için parmaklarımı sıktım, belki tırnaklarım tenime batıyordu ama acıtmıyordu; acıdan güneşi görmeyen ellerime rağmen. ''Sabah uyandığımda, birisi kapıyı çaldı.''

''Kim?'' Öfkeliydi.

''Bir adam.''

''Gürsel mi?''

''Hayır, Ömer diye birisi.'' Şimdi anlatmam gerekiyordu, doğru cümlelerle. ''Önce lütfen sakinleş, şu halin beni korkutuyor. Aşağıda çocuk var, öfkelenmeni istemiyorum lütfen Serter.'' Sinirden bembeyaz olan ellerini tuttuğumda, sadece onu sakinleştirmek istedim. İyi olmasını istiyordum, kötüye giderse kalbim yaralanırdı.

''Dinliyorum.'' Sakin kalmaya çalıştı.

''Hani sana bahsetmiştim ya.'' Duraksadığımda, cümleleri toparlayamayacak kadar endişe duyduğumu fark ettim. ''O gece, ailemi öldürdüklerinin kaydı vardı bir adamın elinde. İşte o adam yıllar sonra karşıma çıktı ve yanında olursam eğer kaydı vereceğimi söyle.''

''Şerefsiz.'' Diye mırıldandı.

''Serter.''

Ellerimi bırakarak pencere kenarına doğru yürüdü. Bulutlu havada, güneşi gizleyen gökyüzüne karşı gözlerini kapattı. Sakinleşmesini istiyordum. Yitip giden dizeler gibi duydukları yüzünden sarsılmıştı. Bilmiyordu, hayatımdaki noksanlığı ve hiçbir şeyin bu kadar basit göründüğünü. Karmaşıktı hayatım, kendim, kalbim.

''Bugün de eve geldi değil mi? Sen istemedin diye tehdit mi ediyor o adam?'' Bağırdı.

''Ömer'i biliyorsun aslında.''

Çatık kaşları daha da çatıldı; alnında derin bir çukur oluştu. ''Nereden biliyormuşum?''

Olaylar çok karışıktı, yine de anlatmak için derin bir nefes aldım. ''Bir akşam, beni bir adamla yemekte görmüştün ya.''

''O değil mi?''

''Evet.'' Boğazımı temizledim. ''Gürsel'e oyun oynayarak başka bir kılıkta yemeğe gelmiş. Amacı tamamen beni her yerden savunmasız bırakıp eline almak. Zaten, bugün de buraya bu yüzden geldi.'' Gözlerimi acıyla kapattım. ''Beni tehdit etti.''

''Ne konuda?''

Dudaklarımı ıslattım. ''Serter ben anlatırken zorlanıyorum.''

''Anlat, Gece anlat.'' Ofladı. ''Şu an aşırı derecede gerginim. Öğrendiğim şeylere bak! Ben, arkamı dönüp dışarıya çıkamayacak mıyım? Sürekli bir şey oluyor. İki gün sonra İspanya'ya gitmem lazımdı ama sırf bu yüzden gidemeyeceğim. Tüm gün aklımda kalacaksın. Birisi eve silahla girmiş, evin adresini biliyor ve ben bir daha seni tek bırakamayacağım.''

''Biliyorum ama işte.'' Konuşamıyordum.

Eskiden cümlelerin derin anlamına inanırdım, cümleler derin bir anlam sunardı. Bu anlamlarda kaybolduğumu fark ediyordum, kaybettiklerimi bir bir arayamıyordum. Şimdi karşımda bulunan bu adam için en düşünebilirdim ki? Bataklıktaydım ve onu bataklığıma çekiyordum. Hangi kelime bize teselli olabilirdi? Hiçbiri.

''Adam senden ne istedi.'' Belindeki silahı sertçe alıp çekmecenin içine koydu. ''Özür dilerim, sesimi yükseltiyorum. Sana değil, o adama öfkeliyim.''

''Sorun değil.'' Yutkundum. ''İki seçenek sundu.''

''Ne istedi?'' Sabırsız görünüyordu.

Tam bir şey söyleyeceğim sırada, yatak odasının kapısı vuruldu. Semih olacağını düşünerek sumayı tercih ettiğimde, Serter önden gidip kapıyı açtı. Tam da tahmin ettiğim gibi Semih ve meşhur köpeği gelmişti. Çam, Semih'in yanağını yalıyordu, keyfi de yerinde gibiydi.

''Çam.'' Kollarımı açtım.

Çam bana baktı, sonra kafasını başka yöne çevirdi. Benim çirkin oğlum sanırım beni satmıştı. Bütün gerginliğim gitmişti. Çam'a doğru yürüdüğümde, hemen patisini tutup dudaklarıma götürdüm. Onun patisini öpmeyi seviyordum, tatlı bir köpeğimdi o.

''Satıcı oğlum.'' Dedim.

Serter, Semih'e eğilerek; ''Aşağı in, ben geleceğim tamam mı?''

''Serter Amca, hangi oyun oynayacaktık.'' Dedi.

''Oynayacağız söz veriyorum.'' Çocuğun yanağını öpüp elini tuttu ve Çam'a baktı. ''Çam, hadi sen de aşağıya.''

Çam kuyruğunu salladı, sürekli dişi bir köpek gibi kuyruğunu sallardı. Çam'ı en kısa zamanda aile terbiyesiyle terbiye etmem lazımdı. Böyle davranmak olmazdı. Gülerek tepkisini izlediğimde, köpeğim ve Semih merdivenlerden aşağıya indi. İşte, şimdi yine Serter ile baş başa kalmıştım.

Ona yüzümü çevirdiğimde, kapıyı üstümüze tekrar kapatıp yatağın üzerine oturduğunu gördüm. Asıl olayları anlatmak zorundaydım. Bu olay daha da yakardı bizi.

''Dinliyorum.'' Eliyle koltuğu gösterdi.

Karşısında bulunan siyah deri koltuğa oturduğumda, doğruca gözlerim gözlerini buldu. Bilirdim kelimeler her zaman güçlü olmaz, seyre daldığımız rüyalarda bizi mutlu etmezdi. Işıklarımız parlarken masumluğumuzdan çalanlar hep bir umut içinde mahvolmamızı isterdi. Ben de mahvoluyordum; sırtımı yasladığım adam olmasaydı eğer.

''Serter.''

''Gece.'' Zorlanıyordu. ''Sana nasıl bir seçenek sundu? Seninle, seninle...'' Konuşamıyordu, sebebi belliydi. Ne düşünüyorsa, o konuşmasını engelliyordu. ''Seninle yatmak için zorladı mı seni?'' Elleri yumruk oldu.

''Hayır, öyle değil.'' Elimle yüzümü kapattım. ''Öyle değil, daha kötü bir şey istedi. Bana bir seçenek sundu ve resmen.''

''Ne?''

''Bana kaydı vereceğini söyledi bir şartla.'' Burada oturamıyordum, dikenliydi koltuğum. ''Sen kafedeyken binanın tepesinde bir keskin nişancı vardı Serter. O seni vurmakla görevlendirilmişti.'' Sözümü kesmesine müsaade etmeden elimi alnıma götürdüm. ''Nasıl böyle bir teklifle gelirdi? Kaydı vermek karşılığında sen ölecektin, eğer seni seçersem kaydı da kaybedecektim ve ben seni seçtim.''

Sinirden gözlerini kapatıp ayaklandı, ardından karşıma geçti. ''Adamın adı tam olarak ne? Ömer mi? Soyadı?''

''Serter.''

''Bana isim ver! Bana isim ver.'' Ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. ''Şimdi isim ver, ben onun icabına bakacağım. Güpegündüz keskin nişancı mı getirmiş? Orada sadece ben değil, Belediye Başkan'ı da vardı. Burası Muz Cumhuriyeti mi?''

''Şu an öfkeyle kalkıyorsun, biliyorsun elinde kayıtlar var. Eğer şimdi harekete geçersen kayıtlar da tamamen gidecek. Ben bir daha bulamam.'' Dedim.

Derin derin nefes almak için cam kenarına doğru yaklaştı. ''Seni tehdit etmiş, neyden bahsediyorsun? O kim ki gelip seni tehdit edebiliyor? Hem de benimle tehdit ediyor?''

''İşte ben de onu düşünüp duruyorum. Seninle sahte bir ilişkimiz olduğunu bildiği halde...''

''Bir dakika bir dakika nereden biliyor?'' Bir şimşek çatı gözlerinde, kaskatı kesilmişti.

Bunu ona nasıl izah edecektim. Labirentin içinde sıkışan bedenimi nasıl tasvir edebilirdim? Bir mumum içinde yanan aleve dalan gözlerimi toparlamak isterken soyulan ayaklarımı hesaba katamamanın hüznünü taşıyordum yüreğimde.

İzah derin bir olguydu ve ben izah edemezdim.

''Sen bir keresinde evime gelmiştin, o gün odamda gizleniyormuş. Hastaneden döndüğümüz gündü. Her şeyi duymuş.''

''Başka kim biliyor?'' Yaşadığı stresten ötürü siyah ceketini çıkarıp yere fırlattı.

''Barış ve Naz?'' Dedim.

Hiçbir şekilde şu yaptığım hareketi tasvip etmiyordu, tam aksine sinirlenmişti. Belli etmemeye çalışarak arkasını döndü ve tekrar camın orasına geldi. Ona baktığımda, cama yansıyan delice görüntüsünü izlerken buldum kendimi. Ruhunu yandığını, benim için duyduğu endişeyle katre katre akan zehirleri hissettim.

Zehir acıydı, bazen de tatlı.

''Barış'a kendi isteğinle mi söyledin?'' Rahatsız olmuştu söylememden dolayı.

''O konu çok karışık ama sen zaten kendin dedin. Yakın çevreme anlatmam konusundaki kararı bana bırakmıştın.'' En azından öyle hatırlıyordum.

''Barış?''

''Barış'ın nesi var ki?'' Diye sordum.

Yüzünü buruşturdu. ''Fazlalığı bile var adamın.'' Fazlalık olduğunu mu ima ediyordu?

Büyükelçi neden böyle yapıyordu? Belki de bu kavganın üstüne Barış'ın konusunun açılması onu rahatsız etmişti. Olayın üstüne düşmek istemedim. Benim, sonsuz güvenim Barış'a karşı her zaman hareket halinde olacaktı. Barış hiçbir zaman güvenimi sarsmamıştı. Şu anda da sarsacağını düşünmüyordum.

''Neyse, yemek yiyelim önce. Şu kayıt işini güzelce konuşacağız.'' Gözlerini bana çevirdiğinde, tüm duygular gözlerinden silindi, yerini ifadesiz mimikleri ele aldı. ''Şimdi yemek yememiz gerekiyor, Semih uzun zamandır aç. Sen de bir şey yemiş görünmüyorsun.'' Elini uzattı. ''Gel.''

''Halledeceğiz değil mi?'' Beklentiyle sordum çünkü artık kabuslardan sıkılmıştım.

Ellerimi tuttuğunda, boşta kalan eliyle kapıyı açtı. ''Beni seçmişsin, benim için kayıttan bile vazgeçmişsin. Tabii ki halledeceğiz, bizzat kendim ilgileneceğim.''

Güven veriyordu sözleri.

&&

Yemek yiyorduk.

Daha doğrusu, Serter önündeki tabağa dokunmuyordu. Ben ise bir şeyler yemeye çalışıyordum. Çam yanımdaki sandalyede oturmuş mamasını ağzına alırken Semih, tabağında bulunan eti Çam'a uzatıyordu. Garip bir görüntünün içindeydik. Sanki, aile olmuştuk.

Çatalımla biber dolmasını ezip ağzıma attığımda, suyumdan bir yudum alarak boğazımda yaşanan kuruluğu giderdim. Yemek yerken bile, Serter'in gerginliğini kafamdan çıkaramıyordum. Yanımda kaskatı oturmuş bir vaziyette yemeğiyle uğraşıyordu fakat herhangi bir yemek girişiminde bulunmuyordu.

''Serter Amca, bana da köpek alsanız olmaz mı?'' Semih ağzındaki yiyeceği yuttuğunda konuşmakta zorlanmıştı.

Serter gülümsedi. ''Bir köpek sahipleniriz olur mu?''

''Peki.'' Dedi.

Ellerim masanın üzerindeyken tuzluğu almak için sola doğru eğildim. Tuzluğu gören Serter Güçlü, dışı siyah renkle kaplı tuzluğu elime verdi. Parmak uçlarım tenine hafif değmişti. İçimde bir sıcaklık yayıldı. Dokunuşunun yaktığını söylemek istedim, dilim varmadı kelimelerim tükendi, bitmek bilmeyen yazlarım dışa döndü.

''Brokoli de yemek ister misin?'' Serter'in sorusuyla burnumu kırıştırdım.

''Hayır teşekkürler, daha gencim.'' Dedim.

Yüzüme eğildiğinde, nefesini kulaklarımda hissettim. ''Yaşlı olduğumu mu ima ediyorsun?''

Tek kaşım havaya kalktı. ''Aramızdaki yaş farkını vurgulayan sendin.''

Oysa bana göre yaş farkı da yoktu.

''Artık nişanlıyız, yaş farkını umursamayacağım.''

Şakaya alıyordu, bariz belliydi. Onu güldürmek istiyordum. Gülmesi gerekiyordu. Moralinin bozuk olduğunu, gerildiğini ve huzursuz olduğunu hissetmek beni derinden yıkıyordu. Siyah saçlarının teli hiç beyazlamamalıydı, kalbinde her zaman güneşler olmalıydı. Serter Güçlü mutlu olmayı hak ediyordu.

Genelde bunu kimse için dilemezdim.

Bilirsiniz küçük yaşta insanlara güvenmemeyi öğrendiğinizde, artık gelecekteki insanlar içinde iyi dileklerde bulunamıyorsunuz çünkü güven duygusu yüzünden merhametiniz de azalıyordu; bu da sizi daha acımasız veyahut daha soğukkanlı yapabiliyor. İnsanlar güvenmek büyük bir işti ve ben altında kalacağımı bildiğim taşlara sığınmıştım hep.

''Karabiber var mı?'' Diye sordum.

Semih küçücük elleriyle karabiberi uzattığında, dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Çocuklarla aram her zaman iyi olmuştu. Onların çok özel olduğunu düşünürdüm. Bazen bir çocuk büyüdüğünde katil de olabiliyordu doktor da. O yüzden çocuk büyütmek zor işti; annem olursam eğer iyi bir evlat yetiştirecektim.

İyi bir anne olacaktım.

''Daldın?''

Serter'in sesiyle karabiberin bir kısmını dolma bibere boşattım. ''Düşünüyordum.'' Dikkatli bakışlarını fark edince, toparlandım hemen. ''Dolma biber çok güzel, yemek ister misin?'' Kaşıkla birazını alıp ona uzattım.

Belki benim kaşığımdan yemezdi, ani hareketim için kendime kızmıştım.

''Olur.'' Uzattığım kaşığı alıp tadına baktığında yüzü gülümsüyordu. ''Biraz acı olmuş, fazla karabiber döktün sanırım.''

Serter bizim için ev yemekleri hazırlatmıştı. Onun bu kadar düşünceli olması, beni ürkütüyordu. Ona alışmaktan korkuyordum, bir gün her şey bittiğinde ve o gitmek zorunda kaldığında tek başıma yaşam mücadeleme devam edemezdim. Serter'e alışmayacaktım, evet evet alışmayacaktım.

Peki, ya ruhum?

O alışırken ben nasıl durduracaktım?

''Acı sevmez misin?'' Dudaklarımı ıslattım.

Elindeki kaşığı bırakmadan, biraz daha biber aldı tabağımdan. ''Çok sevmem ama yerim.'' Kaşığı ağzıma tuttu.

Bana yemek yediriyordu.

Dolma biberi tamamını ısıramadım, çok azını aldığımda kalanını ağzına attı. Yavaş yavaş çiğnedi, onun bu hali hoşuma gitmişti. Sanki gerçek bir karı koca gibi birbirimize yemek yediriyorduk.

''Semih'e baksana, brokoliyi nasıl yiyor?'' Semih'i işaret etti.

Semih brokolinin hepsini parçalayarak ağzına atıyordu, iştahlı bir çocuk olduğu belliydi. O yerken onu izlemeye başladım. Sanırım, küçükken ben de böyle iştahlı bir çocuktum. Ablam bazen anlatırdı, tabii alkolü dibine kadar indirip sarhoş olup her şeyi unuttuğumda onu dinlemeyi severdim.

O anlatırken, zihnimde ailemle ilgili parçalar bulurdum.

''Çok seviyor sanırım.'' Dedim.

Semih otuz iki diş sırıtarak bize çevirdi yüzünü. ''Annem hep şey der, büyüyünce Serter Amcan gibi kaslarının olması için brokoli yemelisin.''

Burcu'yla ilgili bir şeyler duyunca hafif kasıldım.

Serter öne atladı. ''Annen biraz sallamış, brokoli yediğinde kasların olmuyor.'' Kaşığını tabağın üzerine bırakıp bir parça peçete uzattı Semih'e. ''Ayrıca, sadece brokoli değil bol bol protein de alman gerekiyor.''

''Serter Amca, ben yiyorum ki.'' Dudaklarını öne büzdü.

Serter yapay bir şekilde kaşlarını çattı. ''Annenle konuştum, sürekli çikolata yiyormuşsun.'' Sürahiden bir bardak su doldurup çocuğun önüne bıraktı. ''Bak, eğer çikolata yersen seni oyun alanına götürmem tamam mı?''

Semih, ''Tamam tamam söz bir daha çikolata yemeyeceğim.''

''Bence yiyebilir.'' Araya atlamıştım. ''Çikolata zararlı olabilir ama sık sık yemek zararlı. Az şekerli, katkı maddesi bulunmayan çikolatalar var. Ya da evde onun için çikolata da yapılabilir.'' Dedim.

Serter iki elini birleştirip çenesinin altına bırakarak gözlerimin içine baktı. ''Fıstık ezmesi de yiyebilir değil mi?''

''Onunla ne alakası var?''

''Sen seviyorsun diye dedim.'' Sesi gür çıkmıştı.

Benim fıstık ezmesi sevdiğimi nereden biliyordu ki? Bunu düşünmeye çalıştım. Ona bahsettiğimi hatırlamıyordum? Zihnime gelen düşünce ile, o günü hatırladım. Bir keresinde, odamdayken onun karşısında kaşık kaşık fıstık ezmesi yemiştim. Belli ki aklında kalmıştı, ya da aklında tutmuştu.

Tuhaftı, Serter'in böyle her şeyi hatırlıyor olması tuhaftı.

''Yiyebilir.'' Bir bardak su doldurup içtim.

Tek kaşı havaya kalktı. ''Onun içinde de katkı maddesi var, gerçi şöyle yapabiliriz. İstersen bir gün birlikte yapabiliriz şu çikolatayı hem sen de yersin.''

''Olur, güzel olur.'' Keyfim yerine gelmişti.

Semih'e eğilerek peçeteyle ağzını sildim, ardından Serter'in gülümseyen bakışları altında tabakları lavaboya yerleştirdim. Bir saat önceki tüm kasılmam bitmişti, nihayet kendime gelmiştim. Serter ile yavaş yavaş kurduğum bu bağ neticesinde derin bir rahatlama duydum.

Saçlarımı arkadan topladığımda, hemen mutfak masasının üzerinde bulunan boş tabakları toparlamaya başladım.

''Ben de yardım edeyim sana.'' Serter, gömleğinin kollarını yukarıya doğru katladıktan sonra elimde bulunan tabakları alıp makineye yerleştirmeye başladı.

Tek kaşım havaya kalktı. ''Sen, yapabilir misin ki?''

Alttan alttan güldü. ''Niye yapamaz mıyım?'' Şaşkın suratıma beş saniye baktıktan sonra tuzluk ve çatalları alıp yerleştirmeye başladı.

Semih kirli peçeteyi çöpe attığında, Çam tembel tembel dilini dışarıya çıkarmıştı. Olayları şaşkınlıkla izliyordum, Serter'in bu denli yardımsever olacağını düşünmüyordum. Ablama göre bir erkek mutfağa asla girmemeliydi. Temizlik görevi kadınlara düşmüştü, bu bana saçma geliyordu; şimdi daha net anlamıştım.

''Semih, oradaki ekmek sepetini de ver bakayım.'' Dedi otoriter bir ses tonuyla Serter.

Masanın üzerinde kalan son tabakları da alıp makineye yerleştirdim. Tam bir takım çalışması olmuştu. Herkese ayrı bir görev düşmüştü. Çöpleri poşete, tabakları makineye, geri kalan tüm eşyaları ise dolaba yerleştirmiştim. Özellikle düzgün yerleştirmeye çalışıyordum. Serter'in düzen takıntısı vardı ve bu düzen takıntısını bozup onu sinirlendirmek istemiyordum.

''Şimdi ellerini yıkamaya gidiyoruz.'' Semih'i kucağına alan Serter gülümsüyordu. ''Anne sana ne öğretti? Yemekten önce ve yemekten sonra hemen ellerimizi yıkıyoruz?''

Semih yalandan burnunu çekti. ''Ama ben temizim.''

''Değilsin.'' Dedi.

Onlar mutfaktan çıktığında, çaydanlığa su koydum. Serter'e bitki çayı yapacaktım. Aklımda harika bir çay tarifi vardı. Hem kantaron hem melisa bitkisini kullanarak çay yapıp ona içirecektim. Daha önce denememiştim ama böyle bir karışık çayın olduğuna emindim.

''Çam, hadi salona.'' Sesim biraz yüksek çıkmıştı.

Mükemmel tüyleri olan köpeğim hiç oralı olmayarak kafasını pencereye çevirdi.

Kaşlarımı çattım. ''Bak, sen niye söz dinlemiyorsun şımarık çocuğum.'' Bardakları hazırlayıp tezgahın üzerine bıraktığımda, adımlarımın istikameti köpeğim olmuştu. ''Anneyi üzmek yok, direkt salona gidiyorsun ve minderin üzerinde uyuyorsun.''

''Çirkin köpek.'' Yanağını alıp sıktım.

Köpeğimi seviyordum. Onsuz bir an olsun nefes bile alamazdım. Benim dostum olmuştu. Üstelik akıllı bir köpekti, emir verdiğimde anlayabiliyordu. Çok zeki bir köpek olduğunu düşünüyordum. Onu iyi yetiştirmiştim ve bana düşkündü. Karşılıksız bir sevgi duyuyordu bana karşı, bazen ağladığımda kucağıma yatar yanağımı yalardı.

Çam nihayet kalkmayı başarıp salona doğru koştuğunda, çaydanlıktaki su da kaynamaya başlamıştı. Hızlıca, içine bitkileri ekleyip demlenmesini bekledim. Üç dakika içinde demlendiğinde, bardak yerine fincanlara doldurdum.

Yavaş yavaş merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladım.

Çayın kokusu çok kötüydü, kokuyu duymamaya çalıştım.

Çalışma odasının ışığının yandığını fark edince, Serter'in orada olduğunu anlamıştım. Müsait olup olmadığını bilmiyordum. Kapıyı da dolu ellerimle çalamayacağımı düşünerek ayağımı kullanıp aralıklı olan kapıyı ittim.

Serter Güçlü...

Koltuğun üzerinde oturmuş, kağıda bir şeyler yazıyordu. Muhtemelen Semih'i odasına göndermişti ve tek başına kalmıştı.

''Sana bitki çayı yaptım, harika oldu.'' Kötü kokuyordu.

Gözlerini bana çevirdiğinde aramızda bir sıcaklık oluştu. Mesela şu an böyle bakıyor olması yanlıştı, bana bu denli bakamazdı. Başka birisi olsaydı, ümit beslerdi. Yıllar önce ümidi kalbimden sildiğim için ümitlenmiyordum ama herhangi bir kadın; bu bakışta aşk bulurdu, sevgi bulurdu, güzel bir şeyler bulurdu.

''Neden zahmet ettin?'' Elindeki kalemi çekmeceye bırakıp, içeriye girişimi izledi.

Tepsiyi küçük sehpanın üzerine bırakıp, fincanın birisini onun ellerine verdim. ''Hayır zahmet olmadı, bu arada Semih uyudu mu?''

''Odasına gönderdim, tablet verdim.'' Dedi.

Dudaklarımı ısırdım. ''Neden tablet verdin ki? Gözleri ağrır.'' Koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım.

Gözleri parlıyordu, bana bakarken maviliklerinde ışık vardı, belki de bana öyle geliyordu. Düz siyah bir duvarın önüne spreyle çizdiğimiz beyaz boyanın çıkarmış olduğu parlaklıkla onun maviliklerinin parlaklığı eşdeğerdi.

''Soru sormaya başladı, çok konuşunca oynasın diye tablet veririm...'' Yanaklarını ısırıyordu. ''Bir keresinde.'' Duraksadı.

''Bir keresinde?'' Dağılan saçlarımı arkaya attım, topladığım halde tekrar dağılıyordu; saçlarıma en kısa sürede çözüm bulacaktım.

Fincanı dudaklarına götürdü ve sıcak bir yudum aldı bitki çayından. Çay boğazını yakar mıydı acaba? Biraz daha ılıkken getirmeliydim, hem boğazı ağrıyabilirdi. Düşüncesizlik etmiştim, o ise beklememişti, direkt sıcak çayı içmeye karar vermişti.

''Ankara'ya giderken, trende bir kızla karşılaşmıştım. Gerçi sana biraz anlatmıştım.'' Kravatını boğazından çıkarıp çekmecenin içine koydu. ''Biner binmez, bana sorular sormaya başladı. Biraz çenesi düşük bir kızdı.''

''Ciddi misin? Seni tanımadığı halde mi soru sordu? Acaba hoşlandı mı senden?'' Merak içimi sarmıştı çünkü Serter, o kızı anlatırken duygusal bakıyordu.

''Hoşlandığını düşünmüyorum, ikimizde yabancıydık.''

''Peki, sonra ne oldu?'' O kızdan hiç hoşlanmamıştım.

Boğazını temizledi. ''Susması için eline tablet vermiştim.'' Güldü, gülerken iç çekiyordu. ''Biraz komikti, yani hatırlayınca kendime kızdım. Sanırım onu küçük bulmuştum ve konuşmak istememiştim.''

''Hm.'' Diye mırıldandım.

Acaba nasıl bir kızdı?

Derin bir nefes aldığında, yüzüne bakmak için gözlerimi ona diktim. Kırışmış bir gömlek, parlak mavilikler, loş ışıktan yayılan o sarımsı rengi gözlerine vuruyor olması ve biraz da melisa kokusu...Odayı dolduran şey, acılar değildi; odayı güzel bir enerji doldurmuştu. Hafiflediğimi hissetmiştim.

Sanki bambaşka bir evrendeydim.

''Ona karşı bir şeyler hissettin mi?'' Bir gaflete düşerek bu soruyu sordum.

Bu soru onu sersemletmişti. ''Hoşlanmadım.'' Fincanın kenarına parmaklarını değdirdiğinde, fincanın kenarını parmaklarıyla okşadı. ''Ondan hoşlanmadım galiba, açıkçası biraz üzülmüştüm. Çaresiz bir kızdı ve benden hoşlanmış olacak ki beni öpmeye çalıştı.''

İç yanağımı ısırıyordum, Serter ne zaman stres yapsa iç yanağını ısırırdı ve ben de artık onu yapmaya başlamıştım.

''Sen karşılık verdin mi?'' Gözlerim koyulaştı.

''Evet.'' Dedi sakince.

Pislik Serter.

''Tanımadığın bir kızla öpüştün, belki bir şeyler de yaşadın ve sonra kızı görmediğini söylüyorsun? Nasıl yani? İnsan tanımadığı birisini öper mi? Hadi öptün, kızı niye bırakıyorsun ki?'' Bağırmıştım, ben galiba fena bir halde bağırmıştım.

Bağırdığım için kızacağını düşünürken o tam tersi davranıp rahat rahat ellerini masaya koyup yüzüme eğildi, gözlerinde binbir duygu geçti, hepsi bir film şeridi gibi geçmişti. Tam olarak tanımlayamıyordum. Dokunuşu yumuşak sert olan fakat içten içe yumuşak olan kaya gibi gözleri yumuşaktı; sertliğine rağmen.

''Bir şeyler yaşadık, doğru.'' Umursamaz görünüyordu.

''Kız belki hamile kaldı.'' Dedim.

Sırtını koltuğa yasladı. ''Hayır hamile bırakmadım onu, eminim.'' Dedi.

''Olsun hamile de kalabilirdi, ayrıca sen niye her tanımadığın kızla bir şeyler yaşıyorsun?'' İyi ki gerçekten aramızda bir şey yoktu, olsaydı muhtemelen ben Serter'e güvenmezdim.

''Canım istedi, oldu.'' Omuz silkti.

Burnumu kırıştırdım. ''Neyse.''

Fincandaki son çayı da yudumlayıp ayağa kalktı ve fincanı masanın en dipteki yere bıraktı.

Üstüne fazla gitmiştim, hakkım değildi; belki de bundan ötürü rahatsızlık duymuştu. Hem, Serter geçmişi umursamıyordu, insanları da umursamıyordu. Serter yalnızca değer verdiklerini umursuyordu. Üstüne gitmem yersizdi, hata etmiştim. Geçmişte yaşadığı ilişkiler de beni alakadar edemezdi, ben böyle her şeye burnumu da sokamazdım.

Sahte nişanlılığı ciddiyete almıştım, yerimi bilecektim.

''Konuyu değiştirelim.'' Ciddileşti bir anda. ''Şu, Ömer olayını konuşalım.''

Ömer'den bahseder bahsetmez kanım çekiliyordu, Ömer'den ölesiye nefret ediyordum. Hayatımda gördüğüm en acımasız insanlardan birisiydi, öyle olmasaydı başkasını bu denli tehdit ederek insanları gözden çıkarıp öldürmeyi düşünmezdi. Onun, Eylül ve amcamdan bir farkı yoktu.

''Ona ne yapacaksın?'' Diye bir soru yönelttim.

Sırtını duvara yasladı. ''O gecenin kaydı onda olduğuna göre, çok şey biliyor olmalı. Birincisi evdeki kayda nasıl ulaştı?''

''Kamera vardı ama Ömer gibi birisinin eve girip kamerayı alacağını düşünmüyorum, tam aksine onu hiç hatırlamıyorum bile.'' Sakin cevap vermeye çalıştım.

Kaşları çatıldı. ''Babanın arkadaşı değil miydi?''

''Hayır.'' Öyle bir adamla, babam muhatap olmazdı.

Kafasını salladığında, bir elini cebine koymuştu. ''Belki de yıllar sonra Gürsel'den kaydı aldı ve sana gönderdi.'' Çenesini kaldırdığında, göz göze geldik. ''Bu adam neden senin peşinde? Beni bile araya koyarak ne istedi senden? Ya da senden ne istiyor?''

''Onunla iş birliği yapmamı istiyor, amcamdan nefret ettiği için onu alt etmek istiyor.''

''Gece.'' Dedi sakince.

''Efendim.''

''Beni dinle?'' Bana doğru geldiğinde karşımda ayakta durmak yerine oturduğum koltuğuna eğilip kucağımda bulunan elimi ellerinin arasına aldı. ''Seni nasıl kullanabilir? Sen onun işine yarayamazsın ki? Hangi plana koyabilir? Üstelik amcanın sana bir sevgisi de yok dolayısıyla amcanı seninle de vuramaz?''

''Yani?'' Gelecek olan sorudan korkuyordum.

''Başka bir iş var, böyle adamları tanırım ben. Seninle iş birliği yapması demek senin; onun nezdinde iyi bir yem olman demek ve sen öyle değilsin. Gürsel denen aşağılık adam, senden kurtulmak için gün boyu planlar yaparken bu adamın nasıl işine yarayabilirsin?'' Zekice bir soruydu.

Hiç bu taraftan düşünmemiştim. Amcam benden gerçekten nefret ediyordu. Benim için keşke ölseydi diyen bir adamın beni sevdiğini zaten düşünmüyordum. Peki, başından beri bu adam benimle neden iş birliği yapmak istiyordu? Ben onun için harika bir yem de olamazdım çünkü işine gelemezdim.

''Peki, sen ne düşünüyorsun?'' Diye sordum.

''Amacını öğrenmeye çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Madem iş birliği istiyor, onunla iş birliği yap.''

''Serter?'' Nefesim kesildi.

Gülümsedi. ''Bana güven, bana güven. Bir planım var, eğer ona karşı bir oyun oynarsak kaydı elinden alabileceğiz.'' Parmağını kaldırdığında, çenemin altını buldu. İşaret parmağıyla çenemin altını okşadı. ''Senin hayatını tehlikeye atacak hiçbir şeyi yapmam.''

''Onunla iş birliği yapmamı istiyorsun? Ya bir planı varsa, ya beni öldürüp...''

Sözümü kestiğinde, alev taneleri irislerine dolmuştu. ''Sana bir şey yapamaz, ben varım. Seni önüne de atmıyorum, sadece madem oyun istiyor ona güzel bir oyun göstereceğim. Kaydı başka türlü alamayız, Gece.''

''Serter, yapma.'' Koltuğun kenarına tutunarak ayağa kalktım. ''Böyle olmaz, ben o adamla iş birliği yapıp hayatımı tehlikeye atamam.''

''Hayatın tehlikede olmayacak, arka planda her zaman ben olacağım. Bir buluşma ayarladığımızda bile yine orada ben olacağım.'' Titreyen ellerimi fark ederek-her ne kadar ben fark etmemiş olsam da- ellerimi avuçlayıp ellerinin arasına aldı ve onları sıktı. ''Bana güvenmiyor musun sen?''

''Bilmiyorum.'' Fısıldadım. ''Sana güveniyorum ama çok tehlikeli bu.''

''Başka bir çaremiz yok, bu adam kafasına göre gelip evimizi basıyor. Bugün o silahı koltuğun üzerinde gördüğüm an delirdim ben. Senin yaşadığın korkuyu düşündüm.'' Dudaklarını ıslattı. ''Sana hiçbir şey olmayacak. Sana yaşattığı korkunun bedelini ona ödeteceğim ve sen de bana uyacaksın.''

''Umarım işe yarar.'' Saçlarımı arkaya attım.

Çayı içememiştim, soğumuştu. Fincanı öne iterek kapıya doğru yürüdüm. ''Benim uyumam lazım, gözlerim çok yorgun.''

''Peki.'' Dedi.

''Yemek için teşekkür ederim.''

''Güzelce uyu, dinlen.'' Arkasına dönerek çekmecesini açıp kalemini çıkardı, belli ki kaldığı işe devam edecekti.

Kapıyı kapattım ve sadece uyumak için dakika saydım.

&&

Gözlerimizi kapatsak yaralarımızın hesabını yapabilir miydik? Bunu düşünüyordum. Yaralarımızı sarmak için bir hesap yeterli miydi? Her yaranın ciddi hesabı gerekli miydi? Kendimi ilk toprağın üzerinde yatarken bulduğumda 7 yaşındaydım. Annemi ve babamı öldürdüğümü düşünerek mezarlarının üzerinde yatmıştım.

O zamanlar yara adına ait hiçbir fikrim yoktu. Sadece bana bir silah verdiklerini ve ailemi öldürdüğümü söylemişlerdi. Ben ailemi öldürmüştüm; ben, ben, ben...Buna inanabilir miydim saf yüreğim? İnanmıştı işte, herkes gibi inanmıştı ve ilk yara; ilk düşman izi orada oluşmuştu.

23 Yaşında, yine toprağın üzerinde uzanıyordum.

Elimde karanfiller, gözlerim mezarlarına bakıyordu.

Annem burada yatıyordu, babam buradaydı. İnanmak istemiyordum, mezarlarının evimin bahçesinde olduğuna inanmayacaktım.

''Huzurla yatın.'' Mezar taşlarını öptüğümde, ağlamadım. ''Sizi çok seviyorum.''

Bu sabah uyanır uyanmaz mezarlığa gelmiştim. Onlara duyduğum özlemle kavrulmuştum. Çantamı elime aldığımda, spor ayakkabılarımın bağcıklarını bağlayıp doğruca beni bekleyen taksiye yürüdüm. Yorgundum, bitkindim ve biraz da susamıştım. Kahvaltı etmeden çıkmıştım evden, bu da midemdeki açlığın ortaya çıkmasına sebebiyet veriyordu.

''Nereye abla?'' Diye sordu taksi şoförü.

Ona adresi verdiğimde, nereye gideceğimi biliyordum. Rahatsız etmek istiyordum, hepsini rahatsız edip canlarını acıtmalıydım, hedefim bu yöndeydi. Yarım saat içinde evime vardığımda, ücreti ödeyip taksiden indim.

Ablam ve amcam balkonda oturuyordu.

Kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi. Her ihtimale karşı yanımda bir bıçak getirmişti. Çoğu zaman gece yatarken dolabımın bir kenarında bıçak olurdu. Kendimi onlardan korumak için yanımda taşımak durumunda kalırdım çünkü onlar katildi ve onlara güvenemezdim.

Kapıyı çaldığımda, tokmaktan bulaşan pas ellerime değince mideme tiksinti gelmişti.

Kapıyı açtı.

''Günaydın...'' Güldüm ve sondaki harfi ağdalı bir dille uzattım. ''Sana kahvaltıya geldim, nişanlım sevgili müstakbel kocişim dışarıya çıkınca tek kahvaltı yapmak istemedim.''

Kocişim elbette Serter Güçlü oluyordu.

Eylül şaşkın görünüyordu, beni beklemediği kesindi. Yavaş ama büyük bir dikkatle üzerimi süzdü. ''Amcamız burada.''

''Olsun, Gürsoş ile de kahvaltı ederiz.'' Yine aynı abartı hareketle yanağından makas aldım. ''Serter ile dün akşam bebek yapmaya başladık.'' İçeriye girdiğimde topraklı spor ayakkabımı parkelere sürttüm. ''Bu yüzden artık kahvaltımı düzgün etmem gerekiyor, malum çocuk olmadan önce iyi vitaminler almak şart.''

Eylül Yalçın sarı saçlarını tepesinde toplamış bir vaziyette ayağıma terlik verdi, parkeleri gördüğü için sinirlenmişti. Terlikleri elinden alıp ayağıma geçirdiğimde dudaklarımda gülüş asla silinmemişti.

''Teyze olursun yakında.'' Mutfağa yürüdüğümde, çantamı yemek masasına bıraktım. ''Annelik çok zor şimdiden...'' Elimi karnıma götürdüğümde iç çekmiştim. ''Acılarını yaşamaya başladım.''

''Kocişin niye seni getirmedi?'' Eylül çaydanlığa su doldurduğunda gergindi.

Dudaklarımı öne büzdüm. ''Dedim ya dışarıya çıktı. Gerçi Serter bu hafta benimle çok ilgilendi, hiç yalnız bırakmak istemedi, biraz tek takılması için dışarıya çık dedim ona.''

Eylül zeytinleri çıkarıp masaya dizerken tek kaşını havaya kaldırmıştı. ''Senin konuşma tarzın değişmiş, böyle kociş falan?''

Omuz silktim, oldukça umursamaz görünüyordum. ''Aşk beni çok değiştirdi, sevilmek çok başkaymış. En son ailem tarafından sevilince böyle hissetmiştim şimdi sevdiğim adam seviyor, daha ne isteyeyim?'' Yorgun yorgun sırtımı yasladım sandalyeye. ''Ah ah, çok şanslıyım.''

''Belli.'' Dedi.

''Gürsoş amcam nerede?'' Diye sordum.

Bu dünyada iki yaşlıdan nefret ediyordum; birincisi Ömer ikincisi Gürsel.

''Gürsel.'' İsmini düzeltti. ''Onun adını nasıl böyle kullanıyorsun? Tamam öfkeli olabilirsin ama o amcamız.''

Eylül Yalçın bazen fazla mı alık oluyordu? Beni yaşlı bir adamla yemeğe zorlamıştı, bunu bilmesine rağmen üstüme geliyordu. Bir katilden, medet ummak yapabileceğim en büyük hataydı. Bazen, Eylül'ü fazla ciddiye alıyordum. O bir katildi ve onun benim hakkımda iyiliğini düşünüyor olmak imkansızdı.

''Niye aşağıya inmiyor? Geldiğimi görmüştü oysa.'' Dedim.

Telefonumdaki ses kulağımı doldurduğunda, çantamdan telefonumu çıkardım. Mesaj atılmıştı, bildirim sesini en kısa zamanda kısmam gerekiyordu. Bazen fazla ses çıkarıyordu ve bu rahatsız ediciydi.

10.34 Serter;

Neredesin?

Serter nerede olduğumu sormuştu.

10.35 Ben;

Katil ablam ile katil amcama kahvaltıya geldim.

Eylül tavayı dolaptan çıkarıp ocağın üzerine bıraktığında çay kaynamıştı. Helmen çayı demleyip tavaya yumurta kırdı. ''Kim mesaj attı?''

Seni alakadar etmez, dememek için zor tuttum kendimi. ''Sevgili nişanlım.''

''Ne zaman evleniyorsunuz?'' Diye sordu.

Meraklı mıydı biraz acaba?

''Henüz belli değil, birkaç güne evleniriz.'' Zeytini yememek arasında kalmıştım. ortaya yumurtayı da koyunca açlık bir kez daha midemi bastırmıştı. Daha fazla dayanamadım ve yumurtadan bir parça alıp ağzıma attım. ''Düğün istemiyorum, sade bir nikah ile evleneceğiz.''

''Düğünü neden istemiyorsun?''

''Halay çekmeyi bilmiyorum.'' Güzel bir bahaneydi.

''Saçma.'' İğrenç kötü bakışlarını sergilerken karşıma oturup yüzüme dikkatlice bakmayı da ihmal etmemişti.

Eylül bir hayvan olsaydı, muhtemelen yılan olurdu.

''Saçma mı?''

''Bir kez evleneceksin, güzel bir düğün yapmak senin hakkın. Hem, Serter öyle alelade bir aileye sahip değil, soyadı var. Kendi ailesi de gelir düğüne, gazetelere kadar düşebilirsin. Zengin bir aile olduğunu muhakkak duymuşsundur.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

''Gerek yok.''

Telefonuma tekrar baktığımda, Serter'den gelen herhangi bir mesaj görememiştim. Sadece Barış bir kez aramış, Naz ise sosyal medya üzerinden görüntülü bir arama gerçekleştirmişti. Serter'de yeni bir şey daha keşfetmiştim. Sanırım, mesajlaşmayı sevmiyordu. Birkaç kez benimle mesajlaşmıştı fakat genelde yüz yüze görüşmeyi daha çok seviyordu. Bence.

Telefonumdan gelen aramayla birlikte, onun ismini görünce ani bir rahatlama gelmişti.

Ablama bakarak telefonu kulağıma götürdüm. ''Alo.'' Dedim.

Serter Güçlü aramıştı.

''Gece?''

''Efendim, kocişim, yiğidim, ballı çöreğim.'' Dedim.

Eylül tekrar tekrar yüzünü buruşturdu.

Serter'in kafasını karıştırdığını düşünüyordum. ''Kocişim mi?'' Durdu ve birkaç saniye bekledikten sonra; ''İçtin mi sen?'' Diye bir soru yöneltti her nedende bir içki ihtimalini düşünerek.

Kafamı yana salladım ve abartı bir dille; ''Ben de seni çok özledim.'' Dediğimde, sesim flörtöz olarak çıkmıştı. Ben en ara bu kadar cilveli bir kız taklidi yapar olmuştum? Nişanlılık beni bozmuştu, kesinlikle bozmuştu.

''Ben seni özlemedim ki.'' Dedi bir anda.

''Yok yok iyiyim, kahvaltı ediyorum. Aklında kalmasın, her şeyden yiyorum.''

''Müsait değilsin ve sanırım oyun oynuyorsun. Sen ne zamandan beri bu kadar iyi oyuncu oldun?'' Oyunculuğum onun gözünde fazla büyütülmüştü. ''Beni korkutma, seni öptüğüm zaman öpüşüme karşılık verdiğin anda da oyunculuk yaptığını düşünmeye başlayacağım.''

Yanaklarım kızardı, yanaklarım sımsıcak oldu.

Oturduğum sandalyeden kalkıp mutfağı terk ettiğimde, boş bir oda bularak bedenimi içeriye attım. ''Serter.'' Sesim uyarır nitelikteydi.

''Sahi, şu duvar kenarını gerçek anlamda üstsüz bir şekilde mi gerçekleştirsek?'' Bilerek yapıyordu, ben onunla laubali konuştuğum için bilerek benimle böyle konuşuyordu.

''Sapık mısın pardon?''

''Evet sapığım.'' Dedi reddetme girişiminde bulunmadan.

Dejavu.

Gözlerim kocaman açıldı ve yanaklarım kızarmaya devam etti. ''Benimle böyle konuşma lütfen, yani tamam anlıyorum yani ama yani...'' Konuşamıyordum, cümlelerim yeterli gelmiyordu ve hepsi karmakarışık olmuştu. ''Ayrıca, biz evlenmedik ne üstsüz şeyler ya ayıp ayıp.''

''Ne yani, evlensek yapabilecek miyiz?'' Hâlâ eğleniyordu.

''Sapık.'' Diye mırıldandım.

''Bir daha o kocişim kelimesini duyarsam, seni daha kötü bir şekilde utandırırım, ayrıca hiç sevmem o tür kelimeleri; şaka yoluyla olsa da.'' Yapay bir sertlikte kızmıştı, hiç ciddiye alamazdım.

''Peki, söylemem bir daha.''

''Güzel...Birazdan hazırlan seni almaya geliyorum. O evin tehlikeli bir ev olduğunu biliyorsun, daha fazla kalma.'' Düşünceliydi.

Serter Güçlü her ihtimali düşünüyordu, her zaman yanımda olmaya çalışıyordu. Kelimelerin, sözlerin bir olduğu dünyada o bakışlarıyla çok şey anlatıyordu; bazen ise mimiklerini kullanıyordu. Eylemlerini ortaya dökerek bazı insanların üstünü çizebiliyordu.

''Tamam tamam.''

''Ayrıca, bir dahakine haber ver lütfen.'' Derin bir nefes aldı. ''Şu an yoldayım, yirmi dakikaya ordayım.''

''Tamam peki.''

Telefon üstüme kapandığında, Serter'i endişelendirdiğimi fark ettim. Onu derin bir endişeye sokmuştum. Belki de haber vermeliydim fakat buraya gelişim tamamen spontaneydi. Bir anda gelmiştim, tüm öfkemi kusmak istemiştim; bütün gayem bu yöndeydi.

Arkama döndüğümde, Gürsel'i merdiven başında gördüm. Elinde bir adet puro, odanın içinin kötü kokmasına sebep oluyordu. Dağılmış saçları, birkaç gündür tıraş olmadığını düşündüğüm sakallarıyla tuhaf duruyordu. Puroyu tutan parmaklarının kenarı hafif sararmıştı, uzaktan bile görebiliyordum.

Rugan bir ayakkabı giymişti.

Rugan ayakkabıya ters olacak şekilde, gömleğinin alt kısmı kırışıktı. Hani insanlar kötü olup yüzüne yansır derlerdi ya Gürsel Yalçın'ın da o hesaptı. Kirli ruhu ve kirli kalbi yüzüne yansımıştı. Yüzünde siyahlıklar görüyordum, renksiz siyahlıklara baktığımda biraz içerleniyordum. Boşa yaşıyordu, dünyaya bir faydası yoktu.

''Günaydın, kız.'' Dedi imalı imalı.

Kollarımı birbirine sardım. ''Mağarandan çıkmışsın.''

Gürsel hiç oralı olmayarak purosunu içmeye devam etti, ayağını bastığı merdivenler sallanıyordu, eski yapılı bir ev olduğu için böyle olması normaldi. ''Benimle neden dalga geçiyorsun, aşk olsun.''

Onunla kesinlikle muhatap olmayacaktım. Hayatımda gördüğüm en itici insanlar arasından birisiydi yalnızca.

Mutfağa doğru yol alarak, sandalyenin üzerinde bulunan çantamı elime aldım. Ablamın meraklı bakışları beni bulduğunda, dikkatimi çeken şey bir ilaç kutusu olmuştu. Kutudaki ilacı çayıma boşaltıyordu, beni görür görmez ortadan kaldırdı.

Şu an bile beni zehirlemek istiyordu.

Ellerim yumruk oldu, hiçbir şeyi belli etmeden telefonumu çantama attım. ''Serter geliyormuş, çıkmam gerekiyor.'' Sesim sert, bakışlarım kararmış, omzum dik...Bir tek ondan nefret ettim, bir tek ablamdan.

Eylül Yalçın elindeki cam bardağı çaydanlığın yanına bırakarak dizini kırdı. ''Kahvaltı etmedin? Gel bir şeyler ye öyle git?''

''Yok, iştahım yok benim.'' Hepsi senin yüzünden, hepsi.

''Peki.''

Çantamı koluma takip tekrar dış kapıya yöneldiğimde, Gürsel denen zavallı adam çoktan ortadan kaybolmuştu.

Bu evde can güvenliğim tamamen sıfıra inmişti. Sadece can güvenliğim değil aynı zamanda ruh güvenliğimde eksilerdeydi. Kıyafetlerimi almak için birini yollatacakken bile son anda vazgeçmiştim çünkü onlar kıyafetlerime zehir bile bulaştıracak kadar cesaretli aynı zamanda acımasız insanlardı.

''Görüşürüz.'' Diye bağırdım.

Arka kapıdan çıktığımda, bahçe dikkatimi çekti. Çam ağacının altında hafif bir çukur vardı. Bu ağacı seviyordum, eskiden oraya salıncak kurar; annemin beni küçükken sallaması gibi sallardım kendimi.

Hâlâ orada bir salıncak vardı, eskimiş bir iple ağaca sıkıca tutunuyordu. Salıncağa doğru yürüdüğümde, elimi ipin gerilmiş yüzeyine dokundurdum. Yağmur damlaların tozu kaldırmasıyla yarattığı kirin bulaştığı ipe sıcak dolu bir gülümseme yolladım.

Ağacımın bir kısım yaprakları dökülmüştü, dökülen bir yaprağı elime aldım ve onu çantama attım. Şimdi bu yaprak için dört dize şiir yazacaktım.

Yavaşça arka bahçeden dönerek ön tarafa yürüdüğümde, onun arabasını gördüm. Şoför koltuğunda oturmuş direksiyonun başındaydı. Beni görür görmez kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı; eski bir baharı hatırlatan o gözlerinde kül olmayı değil yeniden yeşermeyi diledim. Yeşerirken yapraklarım onun üzerine dökülmeliydi.

Kapıyı açıp oturduğumda, elindeki kahveyi bana uzattı. ''Seversin, sıcak sıcak iç.'' Dedi boğuk ses tonuyla.

''Beni şımartıyorsun, Büyükelçi.'' Kahveyi dudaklarıma götürdüm, açlık yüzünden bana iyi gelmişti ilk yudumdan itibaren.

Kontağı çalıştırdı ve yandan kısa bir gülüş attı. ''Alt tarafı bir kahve, Gece.'' İsmimi hep vurguluyordu, bu evrene haksızlıktı.

Sırtımı koltuğa yasladım. ''Bana âşık mı oluyorsun? Bak, kimse böyle sürekli birisini şımartmaz ve yine aynı şekilde ona kahve almaz.''

''Senin bugün dilin mi açıldı?'' Dudaklarını ıslattığında, arabayı park halinden çıkardı. ''Çenen de düşmüş, çenenin düştüğü zamanlar ne yapacaksın biliyor musun? Kahve içeceksin.''

''Çok sertsin.'' Derin derin iç çektim.

''Sert olduğum, başka yerler de var.'' Dedi.

Neyden bahsediyordu?

''Mesela?'' Diye sordum.

Sadece gülümsedi, bu farklı bir gülümsemeydi.

Arabayı sürmeye devam ettiğinde, ayaklarımı öne uzatıp kahvemi tamamen bitirdim. Büyük bir kahve almasına rağmen beş dakika içinde tüketmiştim. Sanırım en çok kahve içmeyi seviyordum. Günde beş kez içsem tekrar tekrar içecek durumdaydım. Kahve beni mutlu ediyordu, huzurlu olmamı sağlıyordu.

''Konuyu kapat, başka yerlere gideceğiz ve bu hiç iyi olmayacak.'' Dedi.

Onu dinlemek dışında başka bir çarem yoktu. Derin derin nefesler alarak; yüzümü yine Serter'e çevirdim, meraklı bakışları beni bulduğunda araba kırmızı ışıktan dolayı durmuştu.

''Şimdi asıl konuya gelelim.'' Dirseğini cama dayadığında, gergindi. ''Konuyu hiç uzatmayacağım, Ömer'i ara ve iş birliğini kabul ettiğini söyle.''

''Ne?''

''Sen dediğimi yap; sonra ben sana planı anlatacağım.'' Gözleri karardı. ''Madem, seni oyununa ortak etmek istiyor o zaman ben o oyunu ateşe veririm, olur biter.'' Sertti, öfkeliydi, canı sıkılmıştı.

O anladım.

Serter Güçlü'nün yumuşak kalbinin altında öfkeli bir adam yatıyordu. Sevdikleri ve değer verdikleri işin içinde olduğunda bambaşka bir adama dönüyordu.

Telefonumdan, Ömer'in numarasını buldum, parmaklarım numaraya dokunduğunda dik durmaya çalıştım. Telefonu ilk çalışta açmıştı, benim aradığımı gayet net biliyordu.

''Alo.'' Dedi güçsüz bir ses tonuyla.

''Kısa keseceğim, seninle iş birliğini kabul ediyorum. Kayıtları vermen karşılığında, yapacağın oyunun içinde yer alacağım.'' Bu kadardı, işte bu kadardı; cümlelerimi söyledim, niyetimi belli ettim geri kalan her şey Ömer'deydi.

''Biliyordum geleceğini...''

Telefonu kapattım, ardından tekrar ona baktım. ''Peki, şimdi ne olacak?''

''Savaş, sadece savaş olacak.'' Dedi tehlikeli bir ses tonuyla.

Savaş başlamıştı, zırhlarımızı kuşanmıştık. Bir yanda Eylül ve Gürsel, diğer yandan Ömer; karşılarında ise biz bulunuyorduk.

| Bölüm nasıldı?|

| Son sahne?|

|Gece'nin, Serter'i seçmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Sizce, Ömer ne istiyor amacı ne?|

| Haftaya hangi sahneleri bekliyorsunuz?|

|İnstagram: ebrununhikayeleri |

| Sizi seviyorum, yeni bölümde görüşmek üzere; hepinizi öptüm.|

| Ebru ışık :*) |

Continue Reading

You'll Also Like

17.4K 321 22
A girl from north western Ireland, moves to England. And of course, life takes off from there. Meeting life long friends, and life long partners. DIS...
308K 3.7K 68
sky morgan, female f1 rookie for red bull lando norris, f1 driver for mclaren one love story •••• complete, currently editing highest rankings: #1...
1M 22.8K 45
Camila and Lauren are neighbors who used to be friends before high school began. Lauren has always had a thing for Camila, but never got the courage...
999K 34.6K 42
Rose was able to find a pack that wouldn't force her into marriage, The Red Wind pack, but it all went downhill one unfaithful day. The Luna of The R...