KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.5M 639K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK

9. Artıyı Götüren Eksi.

363K 17.2K 42K
By ebrununhikayeleri

Medya: SERTER GÜÇLÜ.

Lütfen yıldıza basabilir misiniz? Oylarınız benim için çok önemli. Sizi zorlamak istemem ama yıldızlarınız en büyük motivasyon kaynağı..

''İki seçenek sunuldu; biri kanla boyandı.''

| Bora Büber- Gözleri Davetkâr.|

Bölüme başlamadan, küçük bir kalp koyar mısınız. :*) 😻

Gözlerine bakmaya korkuyordum.

Ona yetişmek, onu kolundan tutmak istiyordum. İrislerinde bulunan öfke, kırgınlık, yalan tohumlarını silmeliydim. Daha fazla dayanamayacaktım.

O bilmiyordu birçoğu şeyi. Herkese güvenmememi gerektiğini bilmiyordu. Ben, bazı olay ve olguları oldukça yüzeysel anlatmıştım. Kelimelerin sanatsallığına değil, yüzeyselliğine teslim olmuştum bu olayda. Serter'e de her şeyimi anlatamıyordum. Ben daha önce, kimseye güvenememiştim ki?

Ne yapacağımı bilmiyordum ama kesinlikle ne yapmayacağımı biliyordum.

Yavaş adımlarla merdivenlerden yukarıya yürüdüm. Parmaklarım terliyordu, Terli parmaklarımı üstümle silmeye çalıştığımda, aralık olan çalışma odasına gözlerim ilişti. Şimdi, onunla konuşacaktım. Özür dileyecektim. Özürler kelimelerle taçlandırılınca, belki etkisi olacaktı fakat önce kendimi anlatmam gerekiyordu.

Yan döndüğüm sırada ayakta dikilen Çam'ı fark ettim. Sesimize uyanmış olmalıydı. ''Çam.'' Diye fısıldadım.

Bana doğru koştuğunda hemen kucağıma bindi. ''Git uyu, bak saat kaç olmuş, ayaktasın.'' Köpeğim yanağımı yaladıktan sonra arkasına bakmadan merdivenlerden aşağıya koştu. O gittiğinde, diğer işi halletmem gerektiğimin farkındaydım.

Derin bir nefes aldım, ciğerlerimin oksijene ihtiyacı vardı.

''Serter.'' Kapısının önünde durup içeriye girdim.

Ellerini cama dayamış, penceresi açmış bir şekilde temiz havayı soluyordu. Gergindi, fazla gergindi.

''Konuşalım, lütfen.'' Dedim.

Sinirliydi, çokça belli olan hareketinden görebiliyordum. Kafasını hızlıca bana çevirdiğinde dik durmaya çalıştım. Sözlerim etkili olur muydum? Bu denli öfkelenen birisine sözlerim tesir eder miydi? Karanlıktan çıkıp geldim diyemiyordum. Karanlıklarımı anlatmak hemen öyle kolay değildi ki.

Duygularımı bilmeliydi.

Neden yalan söylemiştim? Ben bir salaktım, bu kadar basitti işte. Salaktım, ona yalan söylemiştim. Hem onu okula kadar yormuş hem de yalanlar söylemiştim.

''Dinliyorum.'' Dedi boğuk bir ses tonuyla.

Parmaklarımı sıktığımda, gözleri parmaklarıma ilişti. İşte o ana kadar sert katı duran bedeni gevşedi. Benim acı verici olan parmaklarımın acısına dayanamıyordu. Serter böyle birisiydi. Kanını kusardı, kandaki zehirden bahsetmezdi. Onu adını bir şiire veremezdim. Şiirler yetersiz kalıyordu olgun kişiliğinin yanında.

''Sana yalan söyledim, bana çok kızdığının da farkındayım.'' Dudaklarımı ıslattım. ''Bugün dersim yoktu ve ben eve gideceğini söyleyemezdim. Beni, oraya göndermeyeceğini biliyordum ama oraya gitmek zorunda olduğumu da biliyordum. Sorun şu ki çelişkiliydi ruh halim...'' Kararmış sözler, onu teselli etmezdi ki.

Kaşları çatılı bir halde sırtını duvara yasladı. ''Okuluna, seni almaya gittim. Dersin olmadığını öğrendim. Seni aradım, telefonunu asla açmadın. Tamam, gerçekten de nişanımız gerçek değil ama en azından nerede olduğunu bilmek hakkım değil mi?''

''Serter.''

Sözümü kesti. ''Ben, her daim seni koruyacağımı söylüyorum sen ise bana yalan söylüyorsun. Yalandan nefret ettiğini söylüyorsun, sonra yine yalan söylüyorsun.''

''Serter lütfen dinle.'' Dedim.

''Böyle mi iletişim kuracağız biz? Hayatında, bu kadar vasıfsız birisi miyim ben?''

''Hayır değilsin. Sen farkında değilsin fakat şu an herkesten daha yakınsın bana.'' Ona doğru bir adım attım. ''Sen benim hayatımda bir yüzükten ibaret değilsin. Son zamanlarda ailemden daha yakın oldun bana, beni koruyorsun ve inan bana bu o kadar önemli ki benim için.''

Derin bir nefes aldı. ''O zaman eylemlerinle söylemlerin çelişmesin Gece. Lütfen çelişmesin. Şu an o kadar çok hayal kırıklığına uğradım ki...Bahanen de bana saçma geldi, yalan söylemeye gerek yok. Asla tatmin olmadım.''

Serter'in geçmişte bir güven sorunu yaşadığını şimdi daha net anlamıştım. Onu bir şeyler üzmüştü, her ne kadar söylemese de hissedebiliyordum. Onu, bu hale getiren olayı bilmek isterdim. Saçlarına düşen karı, gözlerine inen karanlığın sebebini bilmem lazımdı. Bilmeliydim ki ona göre davranmalıydım.

''Özür dilerim.'' Omuzlarım düştü.

Yüzüğünü gösterdi. ''Bunun benim için önemi büyük çünkü ilk kez evleneceğim. İlk kez birisi soyadımı alacak, hayatıma ilk kez birisi girecek.''

''Serter.''

Konuşmama müsaade etmedi. ''Benim mesleğim işim de belli. Her gün, Belediye Başkanlarıyla kontak kuruyorum. Mesleğimin bir ağırlığı var, karımın da benim gibi olmasını isterim.''

''Sahte ya o yüzük? Bunu biliyorsun, bunu zaten biliyorsun.''

Öfkelenmişti. ''Sahte olup olmaması umurumda değil, ben karımın bana yalan söylemesini istemiyorum.'' Dedi.

Diyecek hiçbir şey bulamadım. Ne diyeceğimi de bilemedim. Şu an bakışlarıyla beni kırdığının farkında mıydı? Ağır davranmamamı istiyordu, beni böyle kabullenmemiş miydi? Böyle bir davranış sergilemesi kalbimi ortadan ikiye ayırdı. Dudaklarım titredi, göz bebeklerimden karanlık rüzgarlar geçti.

''Bu evlilik, sen istedin diye gerçekleşiyor Serter.'' Ellerimi arkaya aldım çünkü parmaklarımı sıkıyordum. ''Ben istedim diye evlenmiyoruz. Sen, beni korumak istedin şimdi ise bir Büyükelçi eşi nasıl davranıyorsa öyle davranmamı bekliyorsun. Madem bu kadar çok prensiplerin var o zaman git başkasıyla evlen.''

''Sesini yükseltme Gece, lütfen sesini yükseltme. Ben, sana gerekmedikçe sesimi yükseltmiyorum. İki insan gibi konuşarak da anlaşabiliriz.'' Dedi.

Çenemi kaldırdığımda, gözlerine bakamadım. ''Konu yalandan buraya kadar geldi? Böyle mi davranıyorsun sen bana? Şimdiden tutsak mı ediyorsun? Ablam gibi davranıyorsun farkında değil misin? Ben parmaklar ardında yaşayamam.''

''Ben, seni kendime tutsak etmiyorum.'' Kelimeleri bastırdı.

''O halde, o söylediğin şeyler ne? Makammış...Gerçekten bir şey demek istemiyorum.'' Arkamı dönüp gitmeyi istedim, tabii eğer gücüm olabilseydi.

İç çekti, bakışları yumuşamıştı. ''Ben, bizi ciddiye almanı istiyorum. Bak, sana anlatmadığım birçok şey var. Hepsini yüzüne de vurmam asla ama ben İstanbul'da üç günden fazla kalmam. Her buraya geldiğimde, üç günden fazla kalmadım. Şimdi senin için buradayım...''

''Yüzüme vuruyorsun.'' Dedim.

''Yüzüne vurmuyorum, sana ne kadar değer vermeye başladığımı görmeni istiyorum sadece. Senin iyiliğini herkesten daha çok düşündüğümü görmeni bekliyorum.'' İşte şimdi sesini yükseltmişti.

Gözlerim dolu doluydu.

O görüntülere ağlamadım, evi dağıtırken ağlamadım, Amcam bana salak dediğinde ağlamadım ama Serter'i hayal kırıklığına uğrattığım için ağladım.

''Bana, değer mi vermeye başladın?'' Gözlerim titriyordu, ilk kez yabancı birisi bana değer veriyordu.

''Fazlasıyla.'' Kendini tutuyordu., daha fazla dayanamamış olacak ki elini uzattı. ''Gel, buraya bir daha şu gözlerin benim de için dahi dolmasın.''

Ona sarılmak için kollarına tutundum. Kafam göğsünü bulduğunda, eli hemen saçlarıma dokundu. Eliyle saçlarımı okşadığında, ruhumdaki görünmez yaralar tek tek kapanmaya başlamıştı. Kalbimdeki çığlıklar yerini güzel baharlara bırakmıştı. Sevincimi hissediyordum, sevinçti sarılmanın diğer adı.

''Özür dilerim.''

Nefesini saçlarımda hissettim. ''Özür dileme lütfen, bak kendimi daha kötü hissediyorum.'' Boğazını temizledi. ''Yalana karşı büyük öfkem var, bir daha olmasın yeter. Ayrıca, sen ağladığında kendimi suçlu hissediyorum.''

''Yalan söylemem saçmaydı, belki de bana tepki vermenden korktum.'' Kafamı kaldırıp yüzüne usulca baktım. ''Bana değer verdiğin için teşekkür ederim. Gözlerin sayesinde, yaşadığımı hissediyorum.''

''Gece.''

''Sen çok iyi bir insansın ve bir daha asla yalan söylemeyeceğim.'' Elimi yanağına dokundurduğumda, çene kemiğinin bitiş noktasını okşamaktan kendimi geri alamadım. ''Benim için İstanbul'dasın, benim için buradasın. Benim için, benimle evleniyorsun.''

''Her zaman, burada olurum koşullar ne olursa olsun.''

Engebeli yolları umursamıyordu. Yolların sonunda çıkmayacak olan tünel de onun umurunda değildi. O yalnızca, burada kalmayı amaçlıyordu. Bir yüzüğe tutsak olmuş hissetmesini istemiyordum. Daha dikkatli davranacaktım. Tünelin sonunda bulunan karanlığa rağmen, güneşimi ondan hiç eksik etmeyecektim.

İnsanlar böyle yapardı, insan olan böyle yapmalıydı.

''Eve gittim, evime.'' Sıkıca sarılmaya devam ettiğimde Serter Güçlü yavaş yavaş belimi sardı.

Belimi böyle sarıyor olması, açıkçası tüm yorgunluğumu alıyordu. O bana dokundukça, ben yaşıyor olacaktım. Sıcaklığı belimin tüm kıvrımlarına kadar yayılım gösterdi, güneşin okları bedenimi ele aldığında, yüzümdeki gülümseme genişledi. Duygu geçişlerimin bu denli hızlı oluşu beni de korkutmuştu. O bana sarıldığı anda, pamuk şekerine dönüyordum.

Bir pamuk şekeri olmuştum.

''Sonra ne oldu peki?'' Saçlarımı kokladı.

''Sonra, evi dağıttım. Yarım kadeh şarap, biraz sigara kullandım.'' Dudaklarımı ıslattım. ''Ablam eve geldi, beni o halde gördüğü için hemen psikiyatristi aramakla tehdit etti. Onun bulduğu doktor, benim nezdimde mesleğini yapan bir kadın çünkü benim deli olduğumu düşünüyor, Serter.'' İsmi, dudaklarımdan dökülürken acıyla kıvrandım.

''Sen, böyle anlattıkça daha da öfkeleniyorum.'' Belimi sıktı, beni tamamen kendisine yapıştırdı.

Bedeninden yayılan sıcaklığa gözlerimi kapatmak istiyordum. Hissetmek böyle bir şey olmalıydı, hisler adlandırmalıydı çoğu şeyi.

''Bilmediğin çok şey var, hepsini sana anlatacağım.'' Beni kokladığı gibi onu kokladım. Tüm yumuşak kokusunu içime çektim. ''Tekrar özür dilerim.''

''Okuluna gidip öğrendim biliyor musun?'' Kollarımı tutup benden uzaklaştığında, yağmur damlaları cama çarpmaya başlamıştı.

Yağmuru seviyordum fakat neden ısrarla yağıyordu? Eylül ayında, kuru yaprakların yere dökülmesini beklerken yağmurla karşılaşıyorduk. Yağmur bazen hiç olmayacak anda geliyordu, hiç olmayacak anda yağıyor ve yine hiç olmayacak anda, gözlerimize damlalar düşürüyordu.

''Sana kendimi nasıl affettirebilirim?'' Özür dilemeyi eyleme dökmeliydim.

Kolundaki saati kaldırıp baktığında, yüzündeki ciddiyet barındıran ifade geri gelmişti. ''Şimdi bırak af dilemeyi, ikimizde birbirimizi anladık. Kırmızı çizgilerimin farkına vardın, sana açık bir şekilde de kendimi ifade ettim. Gerisi önemli değil.''

''Kantaron çayı yapsam sana? Bol limonlu.'' Dedim.

''Gece.''

''Hatta, senin için o çayı bile içebilirim.'' Yüzümü buruşturmamak için zor tuttum kendimi.

Gözlerini devirdi, Serter Güçlü gözlerini devirmişti. ''Kusarsın falan hiç gerek yok. Erken yaşta nişanlımı kaybetmek istemem, ayrıca lütfen şu konuyu kapatalım. Ben kendimi zaten açıkladım, daha da hatırlayıp sinirlenmek istemiyorum.''

Parmaklarımı birbirine kenetledim. ''Peki.''

Yağmur damlaları, aralıklı olan camdan içeriye girince Serter camı kapatmayı seçerek, pencereye doğru yürüdü. Arkasından onu izledim. Onun gönlünü hafif de olsa almıştı. Başkası olsaydı, belki de beni yalancı olarak görürdü. Serter ise, başta sinirlenmiş sonra kendimi biraz da olsa ifade edince, olgunluğunu göstermişti.

Serter neden bu kadar olgundu?

Duygularına yön veriyordu. Duygularını kendisi yönetebiliyordu, bu oldukça güzeldi. Ben de böyle olmak isterdim. Duygularıma yön verip öyle davranmam gerektiğinin farkındaydım.

''Şu, anlatmadığın sırlarını da baş başa olduğumuz...'' Yüz ifademi görünce sustu. ''Baş başa derken yanlış anlama.''

Kafamı yana salladım. ''Ben yanlış anlamadım, senin aklına ne geldi ki Büyükelçi?''

Boğazını temizledi. ''Gece, lütfen susar mısın?''

''Peki.''

Aniden terleyen alnını sildiğinde, doğruca gözlerimin içine baktı. ''Onları da daha detaylı konuşuruz. Hatta en kısa zamanda olursa sevinirim ve bir de bir daha o eve tek başına gitmeni istemiyorum. Eylül tehlikeli bir kadın. Mesleğini de bilmiyorsun. Sana, farklı zararlarda bulunabilir.''

Mesleğini biliyordum.

Beni tedirgin eden de buydu. Yıllarca, katillerin içinde büyümüştüm. Onların katil olduğunu bilmeden yaşamıştım. Yıllar sonra, mesleği konusunda da yalan söylediğini öğrenmiştim. Bu daha acı vericiydi. Bilmeden yaşıyor olmak değildi mesele, yaşıyorken kötü kokulu çiçekleri koklamamaktı en büyük cezam.

''Aslında biliyor gibiyim.'' Dedim.

''Araştırdın mı?''

Derin bir nefes aldım. ''Eve kamera yerleştirmiştim, sizin birlikte salonda konuştuğunuz gün öğrenmiştim.''

''Akıllı nişanlım, benim.'' Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

Bana olan davranışları o kadar güzeldi ki...Söylediği cümle yüzümde bulunan gülümseme genişledi. O böyle konuştukça kalbimde birtakım kuşlar uçuyordu. Yüzüne bakmaya korkuyordum. Yüzüne bakarsam, yanaklarım kızarırdı, saçlarım ağarırdı. En son ne zaman böyle hissetmiştim bilmiyorum.

İşaret parmağımı, çalışma masasına sürdüğümde oyalanmaya çalıştım. ''Eylül konusunda, korkularım bazen oluşuyor. Yaptıklarını göz ardı edemem.''

''Benim soyadımı aldığında, sana fiziksel olarak zarar vereceklerini düşünmüyorum.''

''Nikah tarihi belirlendi mi?'' Diye sordum.

Dudaklarını ıslattı. ''İki gün sonra, belli olacak.''

''Anlıyorum.''

Ellerini birbirine vurup kapıyı işaret ettim. ''Bu konuyu şimdilik rafa kaldırıyorum. Ayrıca diğer konu hakkında da bir şey konuşmak istemiyorum. Yalan konusunda artık hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.''

Kural 1: Büyükelçi'ye yalan söylemek yoktu.

''Peki peki.'' Dedim.

''Eylül için endişe duymana da gerek yok. Ben buradayım.'' Biz buradaydık.

''Tamamdır.''

''Şimdi, giyin. Sana güzel bir elbise seçtirdim. Sonra yemeğe gidelim.'' Saatine kaldırıp baktığında kaşlarını çattı. ''Bir saat içinde çıkmamız gerekiyor. Makyaj malzemesi de aldım. Nasıl aldım bilmiyorum ama satıcı bir kadın yardımcı oldu.''

''Sen ciddi misin?'' Tek kaşım havaya kalktı.

Güldü. ''Niye, bir erkek makyaj malzemesi alamaz mı?''

''Alır tabii, sadece şaşırdım.''

''Desene, seni daha şaşırtacağım şeyler de olacak.'' Dedi.

Sırtımı ona çevirip yavaşça kapıya doğru yürüdüm. Büyükelçi'nin böyle olması, beni gülümsetiyordu. Ruh halimin hemen iyi olmasını sağlıyordu. Odama girdim. Yatağın üzerinde bulunan elbiseye baktım. Benim için bir elbise hazırlamıştı. Benim için evlenmeyi göze alıyordu, benim için arkadaşını düşman ilan etmişti. Benim için, benim için, benim için.

Bunların hepsi çok önemliydi.

Kalbimdeki acıyı götürüyordu.

Onunlayken her şeyi unutuyordum. Omzum omzuna değerken, tüm acıları kısa süre arka plana attığımda; gözlerindeki yumuşaklığa hayran oluyordum. Bizim için yapıyordu her şeyi.

Siyah elbiseyi aldığımda, üstümdekilerden kurtulup hızlıca giyindim. Bu akşam yemek nasıl olurdu, bilmiyordum. Stresli geçer miydi? Üstelik, Serter'in yakın çevresiyle tanışıyor olmak beni daha da geriyordu. Yemekte tamamen siyaset konuşulacağını bildiğim için makyajımı hafif yapmaya karar vermiştim.

Makyaj masasına oturduğumda, kendime iyi gelecek malzemeleri seçtim.

Her şeyi ayarlamıştı.

On dakika içinde hazırlandığımda, kapım çalınmıştı. Evet, şimdi Büyükelçi'nin koluna girip arabaya binecek, ardından yemeğe gidecektim.

Kapıyı açmasını beklerken, stresten ötürü sırtımdan terler akıyordu. Kapı sessizce açıldı, eli kapının kulpunda takılı kaldı. Ciddiyetli bir yüz ifadesiyle elini uzattığında, onun elini tuttum. Ellerimiz birleşiyordu, gökyüzünden beyaz yağmur damlaları yağıyordu.

''Güzel olmuşsun.'' Dedi.

''Teşekkür ederim.''

Aşağıya indik, ayaklarım zemine basmak istemiyordu. Ona döndüm yavaşça, elimi bırakmadan kapıyı açtı. Böyle yapıyordu, evet evet yeni bir huyunu keşfetmiştim. Evden birlikte çıkarken elimi bırakmıyordu. Arabasının kapısını açarken bile elimi bırakmıyordu. O neden böyle yapıyordu? Birinin elini tutmak büyük bir mesele değil miydi?

Ön koltuğa geçtiğimde, ellerimi kucağımın üzerine bıraktım. Tüm duyular, vücudumu esir almıştı.

''Annemin doğum günümü kutladığı bir videosu vardı, eve gittiğimde onu izledim.'' Ona annemden bahsetmek istiyordum.

İçim kıpır kıpırdı.

Şoför koltuğuna oturdu, kontağı çalıştırmadan önce arka tarafı kontrol etti. ''Kaç yaşındaydın, orada?''

''5.'' Küçük bir güldüm. ''Küçük bir çocuğum ama görsen o kadar çirkinim ki...Saçlarım dağınık falan, giydiğim elbisenin önünde pasta lekeleri var. Bir de sürekli bir pastayı yemek istiyorum.'' Gülmeye devam ettim. ''Serter, ben küçükken çok huysuzmuşum ya.''

Kontağı çalıştırdı. ''Büyüdüğünde de pek değişmemiş sanırım?'' Yandan bakış attı.

''Seni, ciddiye almıyorum.'' Dedim.

''Peki, ne hissettin? Yani, o videoyu görünce?''

Derin bir iç çektim. Ona kışımdan bahsedip bunaltmak istemiyordum. Yaza olan hasretimden, yaprakların garip hışırtısından, denizden gelen dalga seslerinden, banklara oturduğumda toprağa bulaşan küçük beyaz eteğimden bahsedebilirdim. Ona kötü bir dünyada nasıl iyi kalınır onu da anlatabilirdim.

Ama ben ona, kışımı anlattıkça onu bunaltıyorum gibi hissediyordum.

''Gece?'' Merak ediyordu.

Bir oyun vardı.

Oyunun içinde dönen rüzgarlar, esen sanrılar, oluşan denizler dalgası vardı. Oyun beni yoruyordu, bu denli güçlü olmakta yorucuydu.

''Videoyu izlediğimde, acı çekmediğim söylenemez.'' Gözlerim dalgın dalgın yola çevrildi. ''O videoyu izledikten sonra, sanki tekrar yaşadım tüm anıları. Bilirsin, en güzel anılar eğer geçmişte kalıyorsa her zaman acı verici olurdu.''

Beni bir psikolog edasıyla dinledi. ''Peki, izlemeye devam etmek için kendinle savaş verdin mi?''

Kafamı yana salladım. ''Videoyu istediğim zaman kapatabiliyordum çünkü video kapandıktan sonra asıl filmim başlıyordu.''

''Gece.''

''Ben, hayallerimden korkuyorum Serter.'' Hayaller yakıcıydı. ''Beni korkutan şey video değildi, beni korkutan şey düşüncelerimde hayallerimde hâlâ izlemeye devam etmemdi.'' Elimi havaya savurdum. ''Her neyse, bu önemli değil. Sadece geçmişi değiştirseydim, o gece çalışma odasında olmayacaktım, kesinlikle olmayacaktım.''

Öfkelenmişti.

Yaşadıklarım, onu öfkelendirmişti.

''Artık, ben buradayım.'' Dedi.

''Doğru.'' Göğsüm şişip iniyordu. ''Bu arada, eve gittim ve her tarafı dağıttım biliyor musun?''

''Anlatmıştın.'' Dedi.

''Ne?'' Anlatmış olamazdım.

Unutuyor muydum? Ben yine mi unutuyordum? Neden böyle oluyordu. Uzun süredir o ilaçları kullanmıyordum ki? Neden sürekli unutuyordum. Bu bana yapılmaması gerekiyordu, bunu hak etmiyordum. Unutmamam gerekiyordu.

''Geldik.'' Dedi.

Az önceki konuşmayı es geçtim. Unutmuş olmayı unutuyordum. Ben unutmadım, unutmadım, unutmadım, bu kadar basitti. Sadece kafam bazen karışıyordu. Kendimi hasta diye nitelendirmek istemiyordum. Bana göre hastalık, cinayet işleyen insanların ruhlarıydı. Onlar hastaydı, ben değil.

Restoran pahalı bir yere benziyordu.

Hemen herkes, takım elbiseli oldukça şık giyinmişti. Serter'in giyim konusunda, ne kadar dikkatli olduğunu bir kez daha anlamıştım.

''Elimi bırakma.'' Dedi yumuşak ama aynı zamanda otoriter bir ses tonuyla.

Ellerini bırakmadım, ellerini hemen de bırakamazdım. Sadece yürüdüm, onu takip ettim, omzum bedenine değiyorken bile ciddiyetimi koruyordum. Orta yaşta çiftin yanına ilerlediğimizde, Serter elimi bırakmıştı.

Ak sakallarıyla, Ömer Dedeme benzetmiştim.

Adam elini uzattı. ''Serter, hoş geldiniz.'' Dedi, sesinde bariz bir sevecenlik yatıyordu. Serter onun elini sıktığında, adamın bu sefer bakışlarının durağı ben olmuştum. ''Sen de hoş geldin kızım. Ben, Kadir.'' Dedi.

Ellerini sıktığımda, yanında oturan kadının yüzünü süzdüm. Karısı fazla güzeldi. Kızıl saçları vardı, burun ucunda küçük çillerini makyaj bile kapatamamıştı. Naif, hoş bir makyaj yapmış olmalıydı. Fondötenin pütür pütür hali bile yoktu cildinde. Tam aksine, cildi bebeksi bir görüntüye sahipti.

Kürküne sarılarak, bana sevecen bir şekilde elini uzattı. ''Merhaba güzel kız, ben Sevcan.'' Dedi.

''Gece.'' Dedim.

Serter elini belime koyduğunda, gururlu bir biçimde; ''Nişanlım.'' Dedi.

Bana sandalyemi çekti, yavaşça sandalyeme oturdum. Onunla aramızda birkaç santim olması bana güven verdi. Böylelikle kendimi yalnız hissetmiyordum. Genelde, kalabalıklardan ürken bir kız olmamıştım. Tam aksine, kalabalığın içine karıştığımda özgüvenli davranabiliyordum fakat ilk kez bu kadar ağır bir ortama giriyordum.

Karşımda bulunan insan; Belediye Başkanıydı, yanındaki ise eşiydi. Yaşıtlarım değildi, yaşça ve meslek olarak ağırlıkları olan insanlardı. Cümlelerimi iyi seçmeli, lakayt davranmamalıydım. Tam aksine, ağır davranmam gerekiyordu.

''Siz gelmeden önce yemekleri sipariş etmek istemedik.'' Dedi Kadir Bey.

Serter düzeni bozuk olan çatallara çatık bir kaşla baktığında, gözlerini çevirip, tüm dikkatini karşısındaki adama vermeye çalıştı. ''Umarım, çok bekletmemişizdir.''

Adam kafasını yana salladı gülümseyerek. ''İnsanın karısı olunca, yola çıkmadan önce karnını doyurup çıkıyor. Sevcan'ı bilirsin, aşırı takıntılı birisi. Evden çıkmadan önce, karnımı doyurmam gerektiğini söyledi.''

''Ne alakası var, hayatım.'' Dedi kadın.

Serter, ''O zaman, biftek söyleyelim?''

''Olur olur ama benimki az pişmiş olsun.'' Adam ellerini çenesinin altında birleştirip benimle göz göze geldi. ''Eskiden pişmiş et başkadır derdim ama son zamanlarda az pişmiş etin tadını hiçbir şeyden alamıyorum.''

Ben kesinlikle çok pişmiş yerdim, kesinlikle.

''Tamamdır.''

Garson yanımıza geldiğinde, ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ben ette kekik sevmezdim ama bunu da dile getirmek konusunda ikileme düşmüştüm. Kafamı yana çevirdiğimde, Serter bana menüyü uzatmıştı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Nefesini yüzümde hissediyordum. Buraya geleli beş dakika olmasına rağmen, ağzım bıçak açmıyordu.

''Alkol tüketecek misin?'' Diye sordu.

Boğazıma bir yumru oturdu, ben alkol bağımlısı değildim ama etin yanında tercih edeceğim şey elbette bir kadeh viskiydi.

''İçmeyeyim mi?'' Beklentiyle sordum.

Mavi gözlerinde bir ateş gördüm. O zamana kadar anlamamıştım. Bana oldukça yakın bir pozisyonda eğilmişti kulağıma doğru. Dudaklarını, dudaklarının üstünde bulunan çizgileri görebiliyordum. Burun altında bulunan küçük beni de fark etmiştim. Üstelik, restorandın loş ışığı sayesinde, gözlerinde bulunan irislerin büyüyüp küçüldüğünü fark ettim.

Her bir renk, renklere karıştı.

Dirseğini masaya dayadığında, bir kez daha yaklaştı bana. ''İç.'' Dedi.

''Başkan içiyor mu?''

Dudaklarıma kısa süreliğine de olsa baktı. Büyükelçi ne yapıyordu böyle? İnsan sahte nişanlısının dudaklarına bakar mıydı? Bilmiyor muydu bir yangında iki kalp değil tek beden yanacağını. Bilmesi gerekiyordu. Örneğin şu an alıcı bir göz ile dudağımı süzemezdi. Dudaklarıma bakarken dudaklarını ıslattı.

Kısacık bakışma, on yıla bedel oluyordu.

''Bilmem.'' Nefes nefeseydi. ''İçmiyor sanırım.''

Kısacık da olsa, karşımızda olan insanlara döndüğümde bizi dinlemediğini menüyü gözlemlediğini görerek içimi rahatlattım.

''Hım.''

''Hım ya.'' Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, elimde kalan menüyü alıp masanın üzerine bıraktı. ''Buranın eti çok güzeldir, özellikle taze kesiliyor. Otuz sekiz saat boyunca marine ediliyor.'' Biraz daha yaklaştı. ''Biraz karabiber, biraz kimyon, biraz da tuzla otuz sekiz saat boyunca kalan et; tütsü yöntemiyle pişiriliyor.''

Konuşmasına devam etti. ''Yanında da...'' Duraksadığında, dizimin üzerine bırakmış olduğum ince uzun parmaklarımı, avuçlarının içine alarak dudaklarına götürdü. ''Güzel bir, salata getiriyorlar. Mezelerini pek beğenmem ama salataları konusunda iltifatta bulunabilirim.'' Dedi sesini yükseltirken.

''O zaman, biftek yiyeyim.'' İştahım da artmıştı.

''Pekala.'' Belime koydu ellerini ve açıkta kalan omzuma dudaklarını bastırdı.

Ani bir hareket sonucu gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Serter resmen omzumu öpmüştü. Daha önce, dudaktan öpüşmüştük ama böyle bir yerde omzumu öpmesi beni dumura uğratmıştı. Belki ben tepkisel olarak biraz abartı barındırıyordum içimde. Bilemiyordum.

''Karar verdiniz mi?'' Diye sordu Kadir Bey.

Serter iç çekti. ''Evet.''

Kadir Bey, ''Gece, alkol tüketiyor musun?''

Sevcan Hanım hemen araya girdi. ''Kadir alkolden asla haz etmez, ben içtiğim içinde sürekli kavga eder. O yüzden sana soruyor. Eğer alkol içmiyorsan üçünüze su sipariş edecek. Ben tabii ki her zamankinden söyleyeceğim.''

Ne de tanıdık bir hikâyeydi.

''Ben alkol tüketirim ama pek sık kullandığım söylenemez. Yılda bir kez içiyorum.'' Dedim.

Serter tek kaşını havaya kaldırdı.

Kadir Bey, ''Serter'in neden nişanlandığı anlaşıldı. Benim bildiğim Serter, ev hayatı yaşayan kadınları ister, öyle değil mi Serter?''

Kaşlarım çatıldı. Bu alkol mevzusu fazla uzamamış mıydı? İnsanların ne içtiği bu kadar önem arz edilmemeliydi. Üstelik, benim savruk bir hayatım yoktu. İçtiğimde de büyük bir sarhoş haller geçirmiyordum. Unutmak içinde içtiğim zamanlar, genelde zihnim çalışıyordu. Ben sadece tadını seviyordum.

Serter ile ikimiz çok farklıydık.

Ev hayatı yaşayan kadın cümlesinin kullanılıyor olması, bir kez daha anlamama neden olmuştu. Eylül'ün bizi bir arada gördüğü yüz ifadesindeki şaşkınlığı anlamıştım.

Belli ki Serter için olgun demek yaş olarak değil de duruş olarak sergileniyordu. Ben çok küçük yaşta büyüdüğüm için belli bir olgunluğa eriştiğimi düşünüyordum Serter ile tanıştığım döneme kadar, fakat onun beklentisinin altında kalıyor olmak; ruhumu biraz incitmiyor da değildi yani.

Yüzüm düştü, Serter fark etmiş olacak ki masanın üzerinde bulunan elimin üzerine elini bıraktı. ''Konuyu kapatalım.'' Dedi.

Sevcan Hanım, ''Berrak nasıl? En son yemekte yüzü düşüktü.''

Berra'yı neden soruyordu?

Yüzümü buruşturdum.

''Bilmiyorum, konuşmadık pek.'' Serter umursamaz bir ifade ile garsona seslendiğinde önüme çevirdim bakışlarımı. ''İki kadeh şarap, iki su ve her zamanki biftekten olsun.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Garson gittikten sonra sırtımı sandalyeye yaslayıp yemeğin gelmesini bekledim. Serter, ellerimi tutmaya devam ediyordu. Onun varlığı bana güç veriyordu, bunu inkar edecek değildim. Karanlık bir odada, rüzgarın en koyu halde estiği, perdenin rüzgar etkisiyle camdan içeriye girmesi gibi perdelerin çıkarmış olduğu sesler gibi...Birinin camı kapatmak için ellerini kullandığında ellerinin cama değmesi ve soğuk havada camda oluşan buğunun elde çıkardığı soğukluk gibi.

Soğuk kahveyi diline değdirdiğin anda ağzına çikolata gelmesi...

Tatlıydı, güzeldi.

''Yemeklerimiz gelene kadar sohbet edelim. Aslında, ben bugün iş konuşup hanımları sıkmak istemem.'' Kadir Bey daha samimiydi, eşine rağmen.

Sevcan Hanım'ı ilk görür görmez, fiziksel açıdan beğenmiştim. Berrak'ı sorduğu andan itibaren kanımda bir çekilme hissetmiştim.

Serter ellerini geri çekip çenesinin altına bıraktı. ''Carla Salazar hakkında konuşmak istiyorum. Bu yemeği de o yüzden istedim. Daha nereye kadar sürecek bu?''

''Olay karmaşık görünüyor, nasıl düzelir bilmiyorum. Biliyorsun, yaşanan olay fazla derin.''

Serter biraz sinirlenmişti, sanki. ''Biliyorum.''

Neyden bahsettiklerini anlayamadım. Serter'in söylediği isim tanıdık da gelmişti fakat ben çoğu şeyi hemen unuttuğum için kolay kolay hatırlayamıyordum. Serter'in canını bir şeyler sıkıyordu. Mesleğiyle ilgili sıkıntılarının olduğunun farkındaydım. O akşam, Eylül ile yaptıkları konuşmayı bizzat kameradan izlemiştim. Bahsettikleri konu mesleğiydi, acaba şu an söyledikleri kadınla o konuşmanın bir bağlantısı var mıydı?

''Sen, canını sıkma. Bu konuda arkanda onlarca insan var.''

''Biliyorum.'' Diye tekrarladı Serter.

Kadir Bey gözlerini bize çevirdi. ''İşte arkadaşlar, olay bundan ibaret. Başarılı insanlar asla çekilmez. İnsanların mesleğine bu denli bağlı olmasını istemezler.''

Tam da tahmin ettiğim gibi, kadının Serter'in mesleğiyle ilgili bir bağlantısı vardı.

Yemekler gelmeye başladığında, Serter ilk önce masaya bırakılan suyu dudaklarına götürdü. Suyu tek dikişte bitirdi. ''Ben buraya kendi emeğimle geldim. Buna izin vermeyeceğim, kendi işimi kendim halledeceğim.''

''Sorun ne ki?'' Diye bir soru yönelttim.
Sevcan Hanım yine olaya atladı. ''Bir dakika senin haberin yok mu? Siz, nasıl nişanlısınız?''

Ortama bomba gibi düşen cümle ile ne yapacağımı şaşırmıştım. Sorduğu sorunun altında başka bir ima yatıyordu, sanki bilerek sorulmuştu. Bu soru beni gafil avlamıştı. Serter dudaklarını açıp olaya müdahale edeceği sırada, araya girmek zorunda kaldım. Toparlamak zorundaydım, başka bir çarem yoktu.

''Benim aklım başka yerdeydi, konuyu tam net anlamadım.'' Dedim.

''Etin içine sos koymak ister misin?'' Serter konuyu değiştirmeye çalıştı.

''Lütfen.''

Sos tabağını eline alan Serter'in gerilen kasları dikkatimden kaçmamıştı. Belli ki bu ortam onu germişti. Beni de geriyordu.

''Bazen insan öyle olabiliyor. Dalgın olunca, ne düşüneceğini bilemiyor. İlk Milletvekili olduğum dönem, Belediye Başkanı olmadan önce heyecanlı bir genç erkektim. Sürekli çalışırdım, haliyle dalgın olurdum.'' Ortamı yumuşatmaya çalıştı Kadir Bey.

Bıçağı sağ elime alıp kesmeye çalıştığımda, çatalla tutturup nazik bir biçimde ağzıma götürdüm. Etin hafif tuzlu olması hoşuma gitmişti. Üstelik kolayca parçalara ayırabiliyordu. Serter'in dediği gibiydi. Et gerçek anlamda güzeldi. Saatlerce yiyebileceğimi düşünüyordum. Yanında bulunan kırmızı şarap ile harika ikili olmuştu.

''Ne iş yapıyorsun, yoksa öğrenci misin?'' Sesinde bariz iğneleyici bir ton vardı Sevcan Hanım'ın

''Gece'nin de kendine ait bir kafesi var, aynı zamanda Hukuk okuyor. Savcı olmak için çabalıyor.'' Serter benimle gurur duyuyordu çünkü gururlu bir sesle söylemişti.

Sevcan Hanım elinde bulunan çatalı tabağın üzerine bıraktığında, beyaz renksiz peçeteyle ağzını silmeyi ihmal etmedi. ''Kaçıncı sınıfsın?''

''Üçüncü sınıfım.'' Sesim tiz çıkmıştı.

Sevcan Hanım yüzünü buruşturdu. Bunu yaparken mimiklerinde rahatsız olduğunu belirten o ifadeyi gördüm. Ben görmüştüm, başka bir zamanda olsaydı ona güzelce cevabını verirdim ama Serter'in yemeğini mahvetmeyi düşünmüyordum. Serter beni seçmişti, yalnız kalmamak için beni getirmişti. Onu yalnız bırakmayacaktım, bırakamazdım.

''İstanbul'da okuyorsun değil mi?'' Diye sordu, Başkanın karısı.

Boğazımı temizledim. ''Evet ama İngilizce Hukuk benimki.'' Gözlerime bir ateş düştü. ''2019-2020 yıllarında ilk 10'a girerek bu bölümü yazdım. Açıkçası memnunum da. Büyük basamakların zirvesinde bulunan bayrağı almak için, temelde küçük basamakları tırmanmak gerekiyor. Bunu da başardığımı düşünüyorum.'' Dedim.

Serter yine gururlanmıştı.

Parmaklarımı avuçladı ve onları güzelce sıktı.

''Ne güzel.'' Yüzünü defalarca kez buruşturdu.

''Siz, Sevcan Hanım? Mesleğiniz ya da eğitiminiz var mıydı? Merak ettim, bakın.'' Dudaklarımı keyifle ıslattım.

''Neden bunu soruyorsun?'' Şarabından bir yudum aldı. ''Aslında, bizim ailenin çocukları eşlerine kadın olmak için doğar. Ben de Kadir'in karısı olduğum için meslekten ziyade yemeyi içmeyi gezmeyi seviyorum.''

Gülmemek için zor tuttum kendimi. ''Yani, koca parası yiyorsunuz öyle mi?''

Bu kötü bir şey değildi. Beni öfkelendiren şey, başkasını aşağılamaya çalışırken kendi hayatına bakmıyor olmasıydı. Bir üniversite mezunu olduğunu bile düşünmüyordum. Yirmi üç yaşında, üniversite üçüncü sınıf olabilirdim ama yirmi beşimde mezun olduktan sonra iyi bir savcı olacağım kesindi.

İnsanlar bir şeyleri kolay kazanamazdı.

Ben de her şeyi kolay kazanmamıştım. Hayatımı idame ettirebilecek tüm gücümü tüketmiştim bu yol uğruna. Şimdi başkasının gelip beni yüz ifadesiyle alaya alması; canımı sıkmıyor da değildi. Buna müsaade etmezdim, kendimi asla ezdirmeyecektim.

''Gece.'' Dedi Serter.

''Böyle söylemek bence hoş değil. Sonuçta ben eşime hizmet ediyorum.'' Dedi Sevcan Hanım.

Serter, ''Konuyu kapatabilir miyiz?''

Kadir Bey, konuşmadan hiç hoşnut görünmüyordu. ''Sevcan lütfen susar mısın? Alkolü kullanmaya başladığında, yine aklın başka yere uçuyor. Ne söylediğini bilmiyorsun.'' Yüzünü bana çevirdiğinde, bakışları yumuşamıştı. İşte o zamana kadar eşine sert baktığını fark edememiştim. ''Yemeğimize devam edelim, lütfen.''

''Bir gün sizi, Gece'nin kafesine bekleriz. Şimdi kalkmamız gerekiyor.'' Elini uzattığında, gergin bembeyaz parmaklarına bakakaldım. ''Yemek çok güzeldi, her şey için teşekkür ederiz.'' Dedi.

Konu nasıl buraya gelmişti, hiçbir şey anlamamıştım. Ortama alevli bir top düşmüştü, bu top hepimize sıçramıştı. Sevcan Hanım'ın yüzünü buruşturmasını bir tek ben değil, diğerleri de fark etmişti. Serter bu yüzden yemeği erken bitirmişti, öyle olduğunu düşünüyordum.

''Berrak'a selam söyle.'' Dedi Başkanın karısı.

Siyah çantamı elime aldığımda, Serter'i beklemeden önden yürüdüm. Gerginlik adındaki kavram tüm vücuduma yayılım göstermişti. Buraya hiç gelmemeliydim. Kendimi kötü hissediyordum. Belki de Serter bana kızacaktı. Bu yemek için çaba sarf etmişti ve yemek dolaylı yoldan benim yüzümden bozulmuştu.

Basamakların önünde durduğumda, hafif çiseleyen yağmura baktım. Burun ucuma düşüyordu, yağmur da hiç olmadığı zamanda kendini göstermeyi biliyordu.

''Düşeceksin.'' Belimden yakaladı, ardından belimi bırakıp üstünde bulunan siyah ceketini omuzlarıma örttü. ''Arabamız hemen ileride.''

''Serter.''

''Arabada konuşuruz tamam mı?''

Onu takip ettiğimde, kapıyı açmasını beklemeden bedenimi içeriye attım. O ise şoför koltuğuna geçmişti.

Koltuğa oturdum.

Arabayı sürmesini bekledim. Avuç içlerim terliyordu. Heyecandan olsa gerek. Yüzümü ona çevirmeye korkuyordum, belki de endişe duyuyordum. Serter'i öfkelendirmiş olabilir miydim? Ne oluyordu bize? Bugün ikinci kez büyük bir kavgaya hazır değildim. Üstelik, ben artık huzur istiyordum. Normalde de karanlık bahçelere sahip olan hayatımı daha da karanlıklara itmek istemiyordum.

Yüz ifadesine, elalarımı yönelttiğimde; yüzünün karardığını gördüm. Öfkeliydi, öfkenin hıncıyla karşılaşmıştı. Direksiyonu sıkıca tutuyor, gözlerini bir an olsun yoldan ayırmıyordu.

''Yemek normalde böyle erken bitmeyecekti değil mi?'' Diye sordum.

Elini alnına götürdüğünde, araba kırmızı ışıkta durmuştu. ''Evet.''

Düzgün kelimeleri seçmeye özen gösteriyordum. ''Özür dilerim, eğer benim hatam varsa bağışla.''

''Gece.'' İsmim dudaklarından vurgulu çıktı.

İsmim dudaklarına yakışıyordu. O erkeksi, boğuk sesinin çıkardığı ismimi duyan kulaklarım şaha kalkıyordu. Sesi öylesine güzeldi ki üç şişe şarap devrilirdi adına. Her şeyi unuturdum, her şeyi, hatta kendimi bile ama bu sesi ileride unutacağımı asla düşünmüyordum. Sesinde bulunan giz taneleri duyumsuyordum. Sesinde giz taneleri vardı, hüzünlü bir sonbahar akşamında içilen şarabın esintisi esiyordu dalgalarda...

''Bir hatan yok, kendini suçlama lütfen.'' Arabayı tekrar çalıştırdı. ''Ben yalnızca, sana olan bakışlarını gördüm ve öfkelendim. Seni böyle bir yemeğe götürdüğüm için, ben özür dilerim asıl.'' Dedi.

Omuzlarım düştü. ''Neden bu kadar iyisin?''

''Kalbin öyle görüyor ama teşekkür ederim.'' Derin bir nefes aldı. ''Bir daha böyle bir yemek tekrarlanmayacak. En azından, seni canını sıkacağı yemekler tertip etmeyeceğim.''

''Berrak'ın ismini dile getirip durdu, onu neden bu kadar seviyor? Beni görmezden geldi resmen.'' Dedim.

Derin bir nefes aldığında, kaşlarının çatılması asla bozulmamıştı. ''Çünkü, Berrak'ın Teyzesi.''

Cevabı yeterliydi, neden böyle olduğunu belliydi. Net anlamakla birlikte, içimde yanan volkanlı öfke gün yüzüne çıkmıştı. Bundan sonrasında benimle konuşmadı, ikimizde derin bir sessizliğe gömülmüştük. Motorun sesini dinledim, yolun bitmesi dışında başka bir şey yapmadım. Yollar bitmiyordu, yolun o karanlık tarafı bitmiyordu.

Evin önünde park ettiği arabasıyla birlikte kafamı camdan çekip çantamı da elime alarak arabadan inmeye çalıştım. Eylül ayının en kötü yanı; sıcak ile soğuğun bir türlü net çizilmemesiydi. Evden çıkarken üşüyordum fakat şimdi, terlediğimi fark etmiştim.

Arkama dönüp ona bakmama gerek kalmadan, sol omzunu sağ omzuma değdirerek ellerimi ellerinin arasına aldı. ''Ben direkt uyuyacağım, yarın halletmem gereken birkaç bir şey var.'' Ellerimi bırakmadan kapıyı açtığında yüzü gülümsüyordu. ''Sen de uyursun değil mi? Gerçi gececi gibi bir tipin var.''

''Ne kadar zıt insanlarız, değil mi Büyükelçi?'' Ellerimi geri çekip kabanımı askılığa astım.

Bu ev bizim evden biraz daha farklıydı. Öncelikle eşyalar çok yeniydi, askılık bile yeniydi. Benim kaldığım ev eski Rum evleri olduğundan dolayı içindeki birçok şey annemden kalmaydı. Hatıralara saygım vardı, hiçbirinin ablam tarafından atılmasına müsaade etmemiştim. Şimdi, Serter'in evine baktığımda yabancılık hissetmem gerekirken; yuvam diyebiliyordum.

Güzeldi evi, çok güzeldi.

''Sanırım, öyle.'' Mutfağa ilerlediğinde, onu takip ettim.

Buzdolabından sürahi çıkardı, sanırım o tuhaf yeşil sudan tekrar yapmıştı. Bardağa doldurdu, içine bir damla limon sıktı.

''Sevcan'ı hiç beğenmedim, kasıntı bence.'' Dedim.

''Sırf, Berrak'ın teyzesi diye mi?'' Gülümsedi.

Kafamı yana salladım. ''Bence, senin çevrendeki kadınlar biraz tuhaf.'' Ben hariç. ''Yanlış anlama lütfen, tuhaf insanlarla arkadaşlık kuruyorsun. Kadın orada, evde oturmalı kadın dedi. Böyle bir zihniyetle asla muhatap olamazdım.''

''Herkesin kendi düşüncesi, Gece.'' Bir tabak çıkardı, içine kaju doldurdu bol bol. Kaju tabağını bana uzattığında reddettim. ''Müdahalede bulunamam, yani düşünce suç değildir. Sonuçta, öyle düşünüyor, kocası da memnun.''

''Sen de mi öyle düşünüyorsun? Sana göre bir kadın evde mi oturmalı.''

Kajuyu ağzına atıp çiğnemeye başladı. ''Benim karım çalışırsa ve başarılı olursa daha gururlanırım ben. Kadın ve erkeğin kendi ayaklarının üzerinde durduğu bir aileden geldim, öyle öğrendim, öyle gördüm.'' Sesi netti.

''Sürekli, senin alkol içmemenden dem vurdular, bu da öfkelendirdi beni. Niye bu kadar katısın onu da anlamadım.''

Yutkunduğunda, tabağındaki kajuyu beş dakika içinde bitirmesi dikkatimi çekmişti.

''Aslında, yıllar önce alkolle ilgili hiç iyi yaşantım olmadı. Senden bir şey gizlemek istemem. Eski yakın arkadaşım bağımlıydı ve...'' Hüzün çöktü gözlerine. ''En yakın dostumu alkolden kaybettim.'' İç çekti. ''İçilmesine bu yüzden karşıyım, gereksiz anladın mı?''

''Üzüldüm.'' Gerçekten üzülmüştüm.

Kendisini hemen çabuk toparladı. ''Kadir Abi de bunu bildiği için seninle beraber olmama şaşırdı. Normal şartlarda içki içen bir ortamda bile zor bulunurum ama işte Türkiye'de kurallarım biraz gevşedi.''

''Serter.''

''Fakat gelelim asıl konuya.'' Bardaktaki ot rengine benzeyen kötü içeceği tek dikişte bitirip tezgahın arkasından dönerek yanıma ulaştı. ''Şimdi uyuyacağım, yarın daha detaylı konuşuruz. Şu yabancı bir kadının adını andı Kadir Abi, sana onu anlatırım. Aramızda sır kalmasın, sırlardan nefret eden bir adamım.''

''Anlatmak zorunda değilsin.''

Sözünü kesti. ''Saçmalama Gece, bilmen gereken şeyler var mesleğimle alakalı. Onu anlattığımda, beni net anlayacağını düşünüyorum hem artık karım olacaksın.''

''Doğru.''

''İyi geceler.'' Yüzüme eğildiğinde öpeceğini düşündüm. ''Sürahide biraz daha o içecekten kaldı, içmek istersen...'' Duraksadı, bu halim onun hoşuna gidiyordu.

Elimi boğazıma götürdüm, kusacak gibi oldum. ''Teşekkür ederim, benim midem böyle şeyleri kaldırmıyor.''

''Peki.'' Geri çekildi, yüzü gülümsüyordu, aydınlıktı yüzü. ''İyi geceler, Gece Hanım.''

''İyi geceler midesi...'' Yüzündeki şaşkınlığı görünce, hemen toparlandım. ''Midesi efsane olan Büyükelçi.''

Güldüm, güldü.

&&

Uyuyamıyordum.

Gözlerimi açıp durdum. Dünyanın en zor şeyi yağmur yağarken uyumaktı. Cama yağmur damlaları çarpıyor, bir yandan da rüzgarın sesini işitiyordum. Söyler misiniz bu havada uyulur muydu? Bazı geceler yağmurdan korkardım diye, ablam benimle uyurdu. Şimdi kimsem de yoktu.

Yataktan kalkıp odanın içinde dolaşmaya çalıştım.

Telefonuma girdim.

Kitap okumak için dolapları karıştırdım. Elimde hiçbir şey yoktu. Korkuyordum biraz da...Saçlarımı iple bağlayıp dolaba ilerledim. Dolabın kapağını kapatıp odadan çıkmak için kapının kolunu çevirdim. Üzerimde, uzun geniş bir tişört ve altımda ise şort vardı. Buna rağmen üşümüyordum.

Merdivenlerden aşağıya indiğimde, onu gördüm. Bir ışık süzülüyordu, cama bakıyordu. Perdeleri çekmişti, yıldızların parlak rengi evi donatmıştı. Ayaklarının birisini uzatmış, eliyle bardağını tutuyordu. Mis gibi ıhlamur kokusu alıyordum. Salonun her yerine ıhlamur kokusu yayılmıştı.

''Sen de mi uyumadın?'' Diye sordum.

Kulağında bulunan kablolu kulaklığını çıkarıp sehpanın üzerine bıraktı ve yavaşça yorgun maviliklerini bana çevirdi. ''Uyuyamadım.''

''Afiyet olsun.'' Ihlamuru işaret ettim.

''İçmek ister misin? Hâlâ çok sıcak.'' Dedi.

Aslında ıhlamuru severdim. Eskiden pek aram yoktu fakat zamanla sevmediğim şeyleri sevmeye başladığım gibi bir özelliğim olduğu için de ıhlamuru da sevmeye başlamıştım. Üstelik içine limon sıkıldığında ekstra güzel oluyordu. Sırf bu yüzden, birkaç dolu fincan içebilirdim.

''Olur, ben kendime bardak getireyim.'' Dedim.

''Tamamdır.''

Mutfağa gidip bardağı aldıktan sonra onun oturan bedenine bakarak karşısına büyük koltuğu çekip oturdum. Yağmur damlaları yağıyordu, bir yandan da ıhlamur kokusu ve biraz huzur...Çok güzeldi bu görüntü, alışmak üzereydim.

Bana ıhlamur doldurduktan sonra elime verdiğinde, tekrar aynı yere oturuşunu seyrettim.

''Yanlış anlama beni ama senin ev biraz fazla kahverengi ve siyah. Yani, benim gibi renkli kızlar burada korkar haberin olsun.'' Bir yudum aldım.

Tek kaşı havaya kalktı. ''Korktuğun için mi uyumadın?''

Güzel bir soruydu.

Nasıl cevap verilirdi, bunu düşünmekle yordum beynimi. Bence insanların yaşı kaç olursa olsun yalnız uyumaktan korkardı. Yirmi üç yaşında olabilirdim. Bu yine de tek yatmaktan korktuğum anlamına gelmezdi, sonuçta korku yaşla doğru orantıda sabit değildi. Yaş büyüdükçe korkularımız azalmazdı, tam aksine arttığını düşünüyordum.

''Biraz.'' Dedim.

''Ne yapacağım ben seninle? Her şey de bir kusur buluyorsun.'' Güldü.

''Mesela, bak şuraya harika bir pembe koltuk olurdu.'' Elimle, büyük koltuğun yanında bulunan boşluğu gösterdim. ''Nasıl fikir?''

Burnunu kırıştırdı. ''Saçmalama, pembe koltuk ne?''

''Doğru en saçma benim.'' Kollarımı birbirine sardığımda, gözlerini başka yöne çevirdi.

Ona baktığımda, bir şeyler görüyordum. Sanki, bu dünyada böyle bir karakterin olması imkansızdı. Ona baktım, usul usul gözlerimi gezdirdim. Mavilikleri beni bulduğunda rahatsız bir şekilde oturduğu yerde kıpırdandı. Eli fincanı buldu, derin derin ıhlamurunu yudumladı.

''Saçma değilsin.'' Boğuktu ses tonu.

Ona böyle rahat bakamazdı, mavilikleri beni deniz dalgalarına fırlatırdı. Bir insan maviliklerde kahrolmaz mıydı? Kahrolurdum ben, kahrolmak istemiyordum.

Dudaklarımı ıslattığımda, gözlerini hemen dudaklarıma çevirdi.

Boğazını temizledi. ''Ben uyusam iyi olur.'' Bakmamak için zor tutuyordu kendini. ''Fazla karanlık oldu, erken kalkmam gerekiyor.''

''Peki.''

Ben de onunla birlikte ayağa kalktığımda, ellerimi garip bir titreme ele almıştı. Titremenin ele aldığı duyguları derinden hissediyordum. Tişörtümün ucunu düzeltip fincanları toplamaya çalıştım.

''İyi geceler.'' Dedi.

''İyi geceler.'' Titreyen elim yüzünden fincanım elimden düştüğü anda, telaşla toplamaya başladım. ''Kırıldı, özür dilerim.''

Yardımıma koşarak, yerden fincanları topladı. Kokusu burnuma dolduğunda, geri çekilmek istedim. Kokusunu duyamazdım. Kokusuyla tüm dikkatim dağılırdı ve bu dikkat dağınıklığı ruhumu tekrar tekrar bozardı.

''Fincan için neden özür diliyorsun? Kırılması önemli değildi ki.'' Fısıldadı.

''Olsun, belki eski yani şey...'' Konuşamıyordum. ''Hatıradır falan diye düşündüm.'' Nefesimi dışarıya verdiğimde, elimdeki fincanı alıp sehpanın üzerine bıraktı.

Gittikçe birbirimize yaklaşıyorduk, bana yaklaşırsa sonuçlarının ne olacağını bilmesi gerekiyordu. Sanki bu sahne tanıdıktı, bir şeyler anımsıyordum. Belki o film gününden kalma bir anıydı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında, görüntüler gittikçe silikleşti. Dudaklarımı ıslattım, gözleri dudaklarımı buldu.

Eli yanağımı bulduğunda, dudağımın kenarına bulaşmış olduğum rujumu sildi.

''Makyajı güzel temizleyememişsin.'' Dedi.

''Sanırım, dikkatsizim biraz.'' Dedim.

''Gece.'' Fısıldadı, yine yine fısıldadı. ''Hadi git uyu, çok geç oldu.''

''Peki.'' Ayaklarım hareket edemiyordu.

Yanağımda bulunan elini geri çektiğinde, gözlerimiz eskiyen bir denizde denk düştü. Gözlerimiz birbirini buldu. Uzun boylu olduğu için, sağ elimi omzunun üstüne bıraktım. Dudaklarım kurudu, boğazımda bir yutkunma gerçekleşti.

Parmak ucumda yükselerek ona yaklaştığımda, ilk adımı benim atıyor olmam; umurumda değildi. Sadece öpmek istiyordum, öpmek, öpmek.

''Gece.'' İsmim, yakışıyordu dudaklarına.

''Efendim.'' Omzunu saran parmaklarım, orada yurdunu bulmuş gibi rahat davranıyordu. ''İyi geceler.'' Bir anda vazgeçmiştim, bu dengesizlik olabilirdi ama ben ilk adımı atmayacaktım çünkü gözlerinde korkaklığın tonlarını gördüm.

Yavaşça geriye doğru çekileceğim sırada, elini belime atıp bir anda dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Anlık, zihinsel, karmaşık...

Dudaklarımı bir anda öpmüştü, hiçbir şey yoktu ortada. Beni öpüyordu, sebepsiz, öpüyordu nedensiz, sarıyordu her yerimi gelişigüzel, tırmanıyordu kalbimdeki etten duvarlarım. Dudaklarını hissetmek istediğimde, tadını henüz alamamıştım. Durdu, kıpırdamadı. Belimi sıkarak beni hissetmek istiyordu yalnızca.

''Serter.'' Dudaklarımızın arasında boşluk oluşmaya başlayınca dudaklarımı ondan koparmak istemiştim.

Gerilmişti. ''Uyu sen tamam mı? Uyu, daha iyi olacak bizim için.''

Bir şey demeyecektim. Beni öpmek istemeyen bir adama hiçbir şey demeyecektim. Hemen pişman olmuştu.

Ona bakmamaya çalışarak, hızlıca merdivenlerden yukarıya çıktım. Odama gidip uyuyacaktım ve bir daha yan yana gelmemeye çalışacaktım. Beni öpmek istemiyordu, ilk adımı atan da ben olmuştum. Belki dudaklarımı öpen oydu ama onu büyük girişime sokan da bendim. İki ucu ateşli bir iğneye dönüyordu duygularım.

Odama girdiğimde kapıyı kapatıp bedenimi yatağa attım.

Neden böyle davrandı ki?

Basit bir öpücük, bunu yapacaktı. Başka bir şey değil.

Yatağın içine tamamen girdiğimde, dağınık saçlarımı umursamadan kafamı yastığın üzerine bıraktım. Yatağın içinde oyalanmaya çalışmıştım. Kapımın açıldığını duyduğumda, kim olduğunu tahmin edebiliyordum.

''Gece.'' Dedi o boğuk etkileyici sesiyle.

''Efendim.'' Kafamı çıkardım yorgandan.

''Gelsene.'' Elini uzattı.

Hemen ayaklarına baktım, ters mi diye?

Bu adam az önce beni reddetmemiş miydi? Şimdi neden çağırıyordu. İçim yine kıpır kıpır olmuştu ama yataktan çıkamazdım, o beni reddetmişti. Üstelik, istekli gibi görünmek istemiyordum.

''Uyuyorum, kapıyı kapatıp çıkar mısın?'' Sesim sertti.

Dudaklarını ıslatırken, gözlerini benden çekmeden yorganın ucunu tutup çekiştirdi. ''Kalk, uykunun olmadığını biliyorum. Kalk ve seni öpmeme izin ver.'' Netti.

''Ne diyorsun Serter?''

''Öpeceğim seni diyorum, kalkar mısın?'' Boş olan duvarı gösterdi, odanın içinde her şey vardı ama bir tek o duvarın kenarı boştu. ''Oraya geçer misin?''

''Pardon?''

''Gece, lütfen.''

Direnmeye çalıştım. Elini tekrar uzattığında, direnmenin yersiz olduğunu fark ettim. Bugün tüm dengesizliklerimi bir saat içinde kullanarak tüketmiştim. Onun elini tuttum. Üstelik, beni öpmesini istiyordum. Bunu inkar etmeye de gerek yoktu. İstekler, bazen çoğu şeyin üstünü kapatırdı.

Ellerimi tutup beni duvara doğru götürdüğünde, iki eliyle birden yanağımı tuttu ve vücudunu bana bastırdı.

''Ayaklarıma neden öyle baktın bakayım?'' Dudaklarıma bakarken gözleri koyulaşmıştı.

''İyi geceler dedim, sonra odama geldin. Cin olmadığını nereden bileceğim?'' Kaşlarımı çattım.

''Cin mi? Böyle şeylere mi inanıyorsun?''

''Serter.''

Yanağımı tutmaya devam ederken dudaklarıma doğru eğilmeye başladı. Bundan sonrası artık karanlık bir tüneldi. Önce dudak kenarımı hafif hafif öptü. Kokumu içine çekiyordu öpücükleriyle dudak kenarımı taçlandırırken. Sonra sıra alt dudağıma geldi. Oraya yüzeysel bir öpücük vereceğini düşünürken alt dudağımı dişinin arasına almıştı.

Isırdı.

Bir bacağımı tutup havaya kaldırdığında, öndeki o belirgin dokuyu kasıklarıma bastırmayı ihmal etmemişti.

''Kıpırdama tamam mı?'' Belimde duran ellerinin durağı tişörtümün etek kısmı olmuştu. Elini tişörtümün içine sokup karnımı tuttu. ''Neden böyle zayıfsın? Yemek çok mu az yiyorsun sen?''

''Yediklerime dikkat ediyorum.'' Aslında etmiyordum, sadece havalı görünmek için öyle demiştim.

Dudaklarıma bakarak iç çekti. ''Bir şey yapmak istiyorum ama önce iznini alacağım.'' Neler söylüyordu böyle? Ne izninden bahsediyordu? Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. En fazla ne olabilirdi ki?''

''Yap, sormana gerek yok.'' Cesaret gelmişti bana.

''Pekala.'' Tişörtümü kafama kadar çekiştirip sutyenime bakmamaya çalışarak karnımın üzerine küçük bir öpücük bıraktı. ''Bu çok güzel, yani burayı öpüyor olmak.'' Karnımın üzerine dudaklarını değdirmeye devam ettiğinde, gözlerim halihazırda kapanmıştı. ''Kasma kendini, lütfen Gece.''

''Serter yapma.'' Diye fısıldadım.

Bir öpücükten nereye gelmiştik.

Öpücüğünü sonlandırıp dudaklarımı dudaklarının arasına alarak elini kalçama götürdü ve kalçamı tutarak beni kendisine bastırdı. Kasıklarım yanıyordu, bunu hissediyordum. Uzun zamandır böyle bir şey hiç hissetmemiştim. Sanki tanıdık bir histi ve oldukça güzeldi.

Üst dudağımı öptü, ardından alt dudağımı yaladı. ''Bunu yapabilir miyim?'' Çok kötü görünüyordu, bu iyi anlamdaydı, sanki kontrolünü kaybetmiş gibiydi. ''Dudaklarını böyle öpebilir miyim?''

''Yapıyorsun.''

''Daha fazlasına ihtiyacım var.'' Dedi.

Dudaklarıma dokunup tekrar tekrar öptü. Her öpücüğünde kendimden geçiyordum. Bir zehrin son katresini yudumluyordum. Dudakları bal değildi, kesinlikle zehirdi ve ilk kez bir zehir bu kadar tatlıydı. Sarmaşıklar tüm vücuduma yayılmıştı. Özellikle beni öperken kontrolünü kaybetmesi dikkatimden kaçmamıştı.

''Benimde.'' Dedim.

''Ağzın çok güzel.'' Gülümsedi. ''Uyu, yoksa seni kötü emellerim için kullanmak durumunda kalacağım. İncitmek istemem.'' Vücudumu süzdü. ''Zaten çok zayıfsın, kalacaksın altımda.'' Bugün açık sözlüydü.

Dudaklarımı tekrar sardığında, belimdeki elleri sıklaştı. Sırtımın değdiği duvar soğuk olabilirdi fakat sıcak dudakları sayesinde sırtımdaki soğukluğu hissedemiyordum. Parmak ucumda yükselmeye çalıştım. Uzun bir kız olmama rağmen, onun boyuna yetişemiyordum. Ellerimi omzunun en geniş yerine koyduğumda bacak aramama girerek orada bir pozisyon buldu.

''Gelsene.'' İki bacağımdan yakalayıp yatağın üzerine vücudumu bıraktığında, yatakta da öpücüğüne devam edeceğini düşündüm.

Kafam yastığı bulduğunda, ıslak dudaklarını diliyle yaladı. Ellerimi yanağına götürüp orayı okşadım. Ona dokunmaya alışmıştım, bu beni korkutmuyor değildi. Ona alışmak demek uçurumdaki derin kayaları hatırlatıyordu. Düşsem ellerim yok olur, kalbim sanrıların içinde kalırdı.

''Güzelce uyu, uykusuz kalma.''

Son buseyi almak üzere, yine yüzüme eğilip yanağımı tutarak dudaklarını bastırdı, tekrar çekildi.

''Peki.'' Dedim.

Gitmek istemiyor gibi bir hali vardı, gitmek zorunda olduğunu da biliyordu. Sessizce odadan çıktığında, elimi dudaklarıma götürdüm. Beni karmakarışık bir halde yatağın üzerinde bırakmıştı.

&&

Büyüdüğümüzü ne zaman anlıyorduk? Masalların artık gerçekçi gelmediğini gördüğümüz zaman mı? Dün gece bir öpücük almıştım ondan. Şimdi bunu günlüğüme yazmamın zamanı gelmişti. İkinci öpücük konusunda ne yazabilirdim. Hangi kelime yeterli gelirdi, hangi cümlenin altı çizilirdi?

Yataktan kalkıp üstümü değiştirmeden önce günlüğümü bulup mutfağa doğru yol aldım. Tam da düşündüğüm gibi Büyükelçi bana kahvaltı hazırlayıp öyle çıkmıştı. Onun bu düşünceli hali beni bazen korkutmuyor değildi.

Bir insan bu sınırsız bu kadar iyi olabilir miydi? Bu düşünce ruhumu kemiriyordu, cevabını bulamıyordum, cevapsız kalmıştı sözlerim ve bu biraz üzücüydü.

Mutfak tezgahının önüne geldiğimde, bana hazırlamış olduğu demli çaya baktım. Bir bardak doldurup doğruca dün gece salonda oturduğu koltuğa oturdum. Benim yerim sanırım artık burasıydı. Güzel bir koltuğa benziyordu. Üstelik, buraya o oturmuştu. Onun sıcaklığı bu yere yayılmıştı.

Bir kalem aldım elime, çayımdan yudum alarak ne yazacağımı düşündüm.

13.09.2022

Dün gece, beni öptü. Duygularım karmakarışık çünkü bu onunla ikinci öpüşmemizdi. Canımı acıtmadı, saçlarımı özenle sevdi, bana dokunurken bebek edasıyla hareket etti. Dün gece ilk kez rahat uyudum.

Büyükelçi neden böyle yapıyordu ki?

Beni neden böyle güzel öpüyordu? Ona alışmamdan korkmuyor muydu?

Günlüğü bitirdikten sonra yine içim rahat etmemişti. Tuhaf bir biçimde, Serter hakkında yazdığım her cümleyi altı boş bulurdum. Sanki tüm şiirleri bir yere koysam tek başına dolmazdı, şiirlerin anlam eksikliği vardı. Büyükelçi ile de öyle bir sorunum mevcuttu. Onu anlatacak yeterli kelime aklıma gelmiyordu.

Yazma işim bittikten sonra Çam için konulan mama kabını temizledim ve tekrar koltuğuma oturdum.

Kapım çalınınca elimdeki günlüğü koltuğun üzerine bırakıp hızlıca kapıya yürüdüm. Kapının kolunu sağa çevirdiğimde, karşımda yine görmeyi beklemediğim birisini gördüm.

''Günaydın, günaydın, günaydın.'' Dudaklarındaki kocaman gülümsemesini bozmadan elini kapının demirine koyup iterek içeriye girdi. ''Neden telaşlandın, içeriye davet etmeyecek misin?''

''Ne var Ömer?'' Sertti sesim.

Üstünde bulunan ceketini eline alıp şemsiyesinin ucuyla parkelere dokuna dokuna salona ilerledi. Rahatlığı, tavrı ve kendine olan güveni asla hoşuma gitmemişti. Ondan nefret ediyordum. Onu görmek dahi istemiyordum.

''Burası güzelmiş, adresini zor buldum.'' Salonun tavanına baktı. ''Bak şu avizeleri nereden aldı sahte nişanlın? Ben de almak istiyorum. Bizim eve de böyle bir avize şart.'' İç çekti. ''Şükran çok severdi sade avizeler.'' Dedi.

Şükran'ın batsın.

Yüzümü buruşturduğumda, rahat bir tavır takınmaya çalışarak günlüğümü yastığın arkasına atıp koltuğun kenarına oturdum. ''Yanlış eve geldin, Serter seni burada görürse seni mahveder. Çık git buradan! Hata yapıyorsun, hayatını tehlikeye atıyorsun.''

Dudaklarından kocaman bir kahkaha koptu. ''Yok artık, beni çocuklar gibi Büyükelçi'ne mi şikayet edeceksin?''

''Canın sıkılıyor değil mi? Şükran'da mezarda, kimsen de yok. Bir ben kaldım, bana bulaşmak istiyorsun.'' Nefret ediyordum bu adamdan. ''Ayrıca, ben senin gibi işsiz değilim. Okula gideceğim, bulaşacak başkasını bul.''

Oralı olmayarak bir koltuk bulup oturdu. Belindeki silah dikkatimden kaçmamıştı. Ben neye bulaşmıştım böyle? Bu ne biçim insandı? Silahla bir yerlere gidiyordu, üstelik rahat davranıyor olması öfkemin iki katına çıkmasını sağlıyordu. Onun bu şekilde, rahat olmaması gerekiyordu. İnsanlar nasıl böyle silahla dolaşabiliyordu?

Delirmek üzereydim.

''Bizim damat nerede?'' Diye sordu.

''Gevşeksin, başka bir şey değil.'' Ayağa kalkıp karşısına geçtiğimde yüzümdeki nefret duygusu artmıştı. ''Ne istiyorsun? Sana ne söylesem rahatlayacaksın?''

Derin bir nefes alıp ayaklarını sehpanın üzerine bıraktı. ''Yıllar önce, Şükran ile pikniğe gitmiştik. Çok severdi açık alanda piknik yapmayı. Meğer öğrendim ki aynı piknik alanında Gürsel'de varmış. Ben orada onu beklerken o Gürsel ile takılıyormuş.''

''Yani?''

Güldü. ''Hiç öyle aklıma geldi, anlatayım dedim.''

Kaşlarımı çattım. ''Bence sen hastasın, yanlış anlama beni hastalığınla dalga geçmiyorum. Eğer istersen hastaneye yatabilirsin, düşüncelerin değişir en azından.''

Tekrar tekrar kahkaha attı. ''Ben, buraya ciddi bir mesele konuşmak için geldim.''

Onunla daha fazla uğraşamayacaktım. Serter'i arayıp aramamak arasında kaldım. Hem o neredeydi ki? Sabah erkenden uyuyacağını söylediğine göre, önemli bir işi vardı. Koca evde, bu adamla yalnız olmak beni ürkütüyordu. Serter'in yokluğu ile birlikte, korkum daha fazla artmaya başladı.

''Ne söyleyeceksin?'' Bekleyişler beni delirtiyordu.

''Sana güzel bir teklif sunmaya geldim.'' Dedi.

''Dinliyorum.'' Hayır dinlemek istemiyordum.

Elini cebine atıp büyük bir telefon çıkardı. Telefonunu kucağına bıraktığında, onu izlemeye başladım.

Ne yapmaya çalışıyor olabilirdi?

''Ben şu ana kadar laflarımın arkasındaydım, kimseyi de boşuna tehdit etmedim. Eğer bir şeyi yüz kez söylüyorsam bunun sebebi var.'' Ekrana dokunup iç çekerek telefonun üstünü eliyle kapattı. ''Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Sana iki seçenek sunacağım ve yapıp yapmamak arasında kalacaksın.''

''Yine tehdit, yine tehdit.'' Bıkkın bir nefes verdiğimde karşılık olarak gülmüştü.

Ekranı tutan parmakları gerilmişti, benim gibi değildi; gergindi. Ben de gergindim fakat bu kadar belli etmiyordum, belli etmek içinde üstün bir çaba sarf etmiyordum.

''Sana o gece yaşanan görüntüleri vereceğim, Gece. Hatta şu an sana izletebilirim, ben de yalan yok.''

''Kısa kes.'' Uzatmasa gerek yoktu.

Gömleğinin yakasını düzelttikten sonra doğruca gözlerimin içine baktı, o gözlerin içinde yanan kor bir ateş vardı. Ateşin üstünde dönen alevli toplar beni korkutuyordu. Omuzlarım düştü, ruhum kara bir girdaba bağlandı. Bana görüntüleri bir şeyin karşılığında vereceğini hissettim. Bu adam normalde asla vermezdi.

Ne isteyecekti?

Ne isteyebilirdi en fazla? Canımı, ruhumu, kalbimi?

Hangisi?

''Ölüm ve yaşam arasında iki çizgide kalacaksın.'' Güldü. ''Birinin yaşaması için, kalbini öldürmeyi seçeceksin.'' Dedi.

Neyden bahsediyordu?

''Yoksa, Eylül'ü mü öldürmek istiyorsun? Bak, bu canıma minnet.''

Kafasını yana salladı. ''Acele etme, önce dinle beni.''

Ona bakamıyordum, ona baktığımda korkmaya başlamıştım. Bu korkuyla yüzleşmek istemiyordum. Korku adındaki duygu insanın içini parçalardı beni de parçalayacağını hissediyordum. Ömer gibi adamlar karşılıksız hiçbir iş yapmazdı ve şimdi ölümden bahsediyordu.

Neydi? Neydi bu ölüm? Korkularımız mı? Bilemiyordum.

Bir görüntü gösterdi, görüntüde bir adam vardı ve binanın en tepesinde elindeki silahı birine doğrultmuştu.

''Bu adam, keskin bir nişancı; hedefinde ise Büyükelçi var.'' Dedi.

Ellerim titredi, ellerim titremeye başladı. Yüksek bir ateşe sahip olmuştum artık, hastalığımın tedavisi yoktu. Ona baktım, ürkek gözlerimle telefonu elinden aldım. Yavaş yavaş baktım, sadece bakabilmiştim.

''Yalan söyleme!'' Diye bağırdım.

''Videonun devamını izle.'' Dedi.

İleriye sardığım videoda, kafede oturan Serter ile birkaç arkadaşını gördüm. Serter Güçlü, elindeki kağıtlara bakıyordu. Karşısında ise dün akşam yemek yediğimiz Kadir Bey vardı. Kadir Bey'in yanında ise tanımadığım bir adam oturuyordu. Bütün görüntüler, zihnimde bir zıtlık oluşturdu. Bu yakıyordu, bu kahrediyordu ve mahvediyordu.

''Sana iki seçenek sunacağım.'' Rahat bir tavırla telefonu elimden aldı. ''Bu iki seçenek sonrası seni asla bir şeye zorlamayacağım. Ya ölüm ya yaşamı seçeceksin. Birinin yaşaması için ölümü göze alacaksın. Yani, Serter yaşarsa sen öleceksin?''

''Söyle! Edebiyat yapma, söyle.'' Ellerim titremeye devam etti.

Benden ne isteyecekti?

Dudaklarını ıslattı. ''Anne ve babanı öldüren kişinin Eylül olduğunu ikimizde biliyoruz.''

''Biliyorum.'' Sabırsızdım.

''Ya o geceye ait görüntüleri alıp Büyükelçi'nin ölümünü seyredeceksin, ya da görüntülerden tamamen vazgeçip Büyükelçi'yi yaşatacaksın.'' Güldü. ''Al sana iki seçenek.''

Bozguna uğradım.

''Ne?''

''Güzel bir soru sordum bence, Büyükelçi'yi yaşatıp ailenin katillerinden mi vazgeçeceksin yoksa ailenin katillerini yakalatıp Büyükelçi'nin ölümünü mü izleyeceksin?''

Bir yanda, 16 yılım bir yanda da birkaç haftadır tanıdığım adam.

İşte şimdi ikilem havuzunun içinde ruhumu teslim ediyordum.

| Bölüm nasıldı?|

|Sizce, Gece ne karar verecek?|

| Kitapta en sevmediğiniz ve en sevdiğiniz karakter?|

| Yemek hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Yeni bölümde ne olacak, tahmini olan var mı?|

| Bu arada, Yalancı Dokunuşlar kitabıma da bakmayı unutmayın lütfen.|

| Sizi seviyorum, yeni bölümde görüşmek üzere. İnstagramdan beni takip etmek isterseniz; ebrununhikayeleri yazarsanız aramaya çıkacaktır.|

| Ebru Işık :*) |

Continue Reading

You'll Also Like

741K 23.7K 68
HIGHEST RANKINGS: #1 in teenagegirl #3 in anxiety Maddie Rossi is only 13, and has known nothing but pain and heartbreak her entire life. Only a shel...
999K 34.6K 42
Rose was able to find a pack that wouldn't force her into marriage, The Red Wind pack, but it all went downhill one unfaithful day. The Luna of The R...
113K 2.4K 27
Warning: 18+ smut, violence, mentions of blood, mature language, underage drinking, mature content I do not own any of the characters! All rights go...
3.1M 108K 95
The story of the girl behind it all.