KALBE SAPLANAN OK

De ebrununhikayeleri

16.8M 649K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... Mais

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK
Alıntı.

7. Eylül Ayı Sevilmez.

376K 16.6K 30.4K
De ebrununhikayeleri

Medya: Barış

Lütfen bölüme başlamadan önce yıldıza basabilir misiniz? Yorumlarınızı da eksik etmezseniz sevinirim. 💚

''İki türlü insan vardır. Doğruyu benimseyenler, yanlış yoldan gidenler.''


| Duman- Manası yok |

Bölüme başlamadan önce, küçük kalp koyar mısınız? :*)

Karanlıktı.

Boşlukta yaşadığım rüyaların zamana meydan okuması kadar karanlıktı etraf. Bir ipin üzerine hayallerimi asmış gibiydim. Rüyadan bir türlü uyanamıyordum. Parmaklarımı kıpırdatsam ağrıyan yerlerim olurdu. Kafam ve boynumda büyük bir acı hissediyordum. Sanki kabustu veyahut bambaşka bir evrende hissediyordum güçsüz bedenimi.

Kıpırdamak istediğimde, parmaklarım artık hareket etmeyi bırakmıştı.

Sesler duyuyordum.

Mırıltıydı sesler.

Annemi ilk anımsamaya başladığım yaşlarda, ona yazdığım bazı mektuplarım olurdu. Saçlarına yazılar, gözlerine şiirler yazardım. Yıllar boyu, saklı bıraktığım dizelerin ardında kalan mektupları göğsümde saklamayı ihmal etmezdim. Yıllar geçmişti, şimdi annemin kokusunu boynumda hissediyordum.

Sanki burası annem kokuyordu.

Kalkamıyordum. Elim, sıcak yumuşak bir elin içerisine hapsolmuştu.

''Ne zaman uyanacak?'' Diye sordu ince tiz bir ses.

Elimi tutan eller, bir şeyler soruyordu. Ne yazık ki o sesi tanıyordum. Kabusum olmuştu, kötü rüyalarımın sebebiydi o ses. Daha da acısı, anımsıyordum yaşadıklarımı, görebiliyordum duyduğum karamsar sözleri. Neler alıp götürmüştü benden? Ne acılar görebilmişti içimde akan denizlerin soğuk suyu? Hisler barındıramıyordum artık bünyemde, sadece nefes almayı amaçlıyordum.

''Bilmiyorum.'' Naz'ın sesini duydum.

Gözlerimi açmaya çalıştığımda, gözlerim ağırlaşıyordu gittikçe. Bilincim açıktı, onu gören elalarım kahroluyordu.

Eylül Yalçın'ın nefesini hissettim boynumda. Dudaklarıyla boynumu öptüğünde, kalbimde bir kasıntı meydana geldi. Her şey yok oluyordu, her şey aile kavramının parçalandığı gün yok olmaya başlamıştı. Bardaktaki ilk çatlaklıktan sonra bir daha hiçbir şey eski haline gelememişti. Yok oluş süreci sert bir şekilde devam ediyordu.

O beni öpüyordu, sanki sever gibi.

O öperken ben, kasılıyordum inanırmışım gibi.

Gözlerimi sonuna kadar açmayı denedim. Elalarım onun gözlerine değdi. Sarı saçları omuzlarına kadar gelmişti, dağınıktı saçları. Dağılmaya güç tutarmışçasına gözleri yorgun yorgun bakıyordu. Ona bakmak istemiyordum. Ben ona bakınca, ruhumu gömüyordum.

Yavaş yavaş aklıma geldi.

Ellerim titredi, saçlarım amansız bir hastalığa kapıldı.

''Gece...Güzel kardeşim uyandın sonunda.'' Şişkin gözlerini silerek hemen elimi tutup öptü. ''Çok korktum, yemin ederim çok korktum.'' Naz'ı kolundan yakalayıp çekiştirdi. ''Uyandı, Gece sonunda uyandı.'' Ağlamaya başladı.

Timsahlar da yavrularını yedikten sonra gözyaşını dökerdi.

Ablamınki de o misaldi. Sadece, yalan adındaki rüzgarı arkasına alarak kendisini en doğrucu insan olarak ilan ediyordu. O kötüydü, saf kötülüğün vücut bulmuş haliydi. Elimi gökyüzüne kaldırıp ayı tutmaya çalışsam, sırf ayı tutmamam için güneşi doğdururdu. Saf bir yüz ifadesine rağmen şeytanı temsil ettiğini biliyordum.

Ne acı, bunu zamanla öğrenmiştim.

''Neden konuşmuyor?'' Naz, elimi tuttu.

Gözlerimi tekrar kapattım. Onu duymak istemiyordum, onu duyan kulaklarım karanlığa teslim oluyordu, karanlık bizi çağırıyordu ve benim artık aydınlığa ihtiyacım vardı. Kendime aydınlıktan bir şemsiye yapmıştım. Her akşam üstümü onunla örtüyordum fakat yıllardır aydınlık diye nitelendirdiğim şemsiyemi ablam eliyle parçalamıştı. Her şeyimi almıştı, geçmişimi aldığı yetmiyormuş gibi bugünümü de istiyordu.

Otomatik olan kapı açıldığında, gözlerimi istemsiz açtım. Beyaz önlüklü, hafif saçları beyazlaşmış olan doktorum bana doğru yürüdü. Elimi boynuma götürmeye çalıştığımda, dirseğimde bir acı hissettim.

Kafamın üzerinde kocaman bir sargı vardı.

''Gece uyanmışsın.'' Bana doğru eğildiğinde, elindeki cismi gözlerime tuttu. Kırmızı renkteki ışıklar gözlerime değdi. ''Dünden beri uyuyorsun...Canın acıyor mu?'' Koluma dokundu. ''Kolunu hareket ettirdiğine göre kaslarını çalıştırabiliyorsun.''

Naz, ''Konuşmuyor, bir sorun yoktur değil mi?''

Doktor gülümseyerek kafasını yana salladı. ''Hayır bir sorun yok, zaten çok ama çok kötü bir şey olsaydı yoğun bakımda olurdu. Sadece yaşadığı şoktan dolayı belki olayları anlamaya çalışıyor.'' Doktor eline bir eldiven taktıktan sonra sargıma dokunmaya çalıştı. ''Kafana dikiş atmak zorunda kaldık, ameliyatın çok iyi geçti.''

Sargıyı düzelttiğinde, yüzüne ciddiyet binmişti. ''Herhangi bir problem yok, kaza yaşandığında araba patlamadan hastaneye getirilmişsin. Karşıdan gelen araba, ön cama vurunca gelen cam parçaları kafa derini biraz sıyırmış. Onu da dikişle hallettik.'' Derin bir nefes aldı. ''Kolun konusunda da biraz zorlanabilirsin, kemiklerin çarpmanın etkisiyle hafif bir ağrı sürecine girdi maalesef.'' Dedi Doktorum.

Ablam bir adım atarak sağıma geçtiğinde, kokusunu duymamak için burun deliklerimi kapatmayı diledim içimden.

''Peki, ne zaman taburcu olur? Kardeşimi bu halde görmek canımı yakıyor, ona evde iyi bakacağım ben.'' Dedi.

Yalanlar akıyordu, zehirli dilinden.

Doktorum dosyanın kapağını kapatıp eline aldığında, direkt gözlerini Eylül'e çevirmişti. ''Onu şu an söylemek için henüz erken, son duruma göre biz bilgilendireceğiz. Geçmiş olsun.'' Dedi ve yavaş yavaş odadan çıktı.

Geri uyumak istiyordum. Benimle konuşmaması için gözlerimi kapattım. Mesajı almış olacak ki ayak sesleri odayı terk etti. Onunla birlikte, Naz'ın da çıktığını düşünüyordum. Onlar gittikten sonra, ağlamamaya çalıştım. Uzun bir süre gözlerimi kapalı tuttum. Kapı tekrar açıldı. Bu sefer gelen kişinin kim olduğunu bilmiyordum.

Kapı açıldığında, o otomatik kapının sesi yüreğimde birtakım duygulara sebebiyet verdi. Bir koku duydum, nasıl bir kokuydu; bilecek kadar yakınlaşmıştım onun bedenine. Görmek için bir kıpırtı belirtisi göstermeyen gözlerim, kendisini salıvermek istiyordu.

Ayaklarının sesi yankılandı beynimde, saçlarım rüzgara asıldı; uçsuz bucaksız duvarlara tırmandı. Yavaşça içeriye girdiğini hissettim. Perdeleri çektiğini duyabiliyordum. Perdelerden nefret ediyordum, güneşi kapatıyorlardı ve ben arada güneşi görmek isterdim.

Telefon çaldığında, gözlerimi açmıştım. Ağır kirpikler altından ona baktığımda, sırtı bana dönüktü. Telefonunu kulağına götürdü.

''Efendim Kılıç.'' Dedi tok bir ses tonuyla.

Kılıç kimdi?

''İstanbul'dayım...Evet evet, bir süre burada kalacağım.'' Elini cebine götürdü. ''Şu an pek müsait değilim ama akşam seni ararım.'' Sesi kötü geliyordu, Serter'in sesini duyduktan sonra fark edebilmiştim.

Sesi çok kötüydü.

Yine gömleği kırışıktı, yine ceketini tutan elleri güçsüzleşmişti. Boynunda hafif bir kızarıklık vardı, sanki tüm gece elini boynuna götürmüş stresten sıkmıştı. Ayakkabısı çamurluydu, gömleğinin yakasında hafif bir toz mevcuttu. Serter Güçlü, soyadına yakışır hareketler bulunmayarak güçsüzlüğe adımını atmak için hazırlık yapmıştı; istemeden.

Telefonunu kapattığında, gözlerimiz denk düştü.

Uyandığımı gördüğünde, bir elini pencerenin mermerine dayamıştı. ''Uyanmışsın.'' Kafamdaki sargıya baktığında, istemsizce kasıldım yine ve yine. ''Gece.'' Telefonunu cebine attı, sanki uyandığıma inanmıyor gibi bir hali vardı.

Donuktu bakışları, mavilikleri donuktu. Sanki, Antartika'da bir buz parçası düşmüştü. Buz parçaları denizle buluşmuştu adeta. ''Neden sesini çıkarmıyorsun?'' Bana dokunmak istiyordu, elini kaldırdığında, sıcaktan yanan elimi fark ederek elini elimin üzerine bıraktı.

Bedenini öne eğdirdiğinde, elim elinin arasında kalmıştı.

Çok güzel parmakları vardı, ellerinin en üst tarafı damarlıydı. Uzun, kalın parmaklarının erkeksi tenini görmemeye çalıştım.

''Merhaba.'' Öksürdüm.

Elimi sıktı. ''Canın çok acıyor mu?'' İyileştirici bir ses tonunun olduğunu inkar edemezdim, bu haksızlık olurdu.

''İyiyim.'' Kalbimden vuruldum biraz ama iyiyim.

Derin bir nefes aldı, rahatlamış görünüyordu. ''Herkes senin için çok endişelendi.'' Sesinden bir şarkı çalıyordu, en sevdiğim parça olacaktı belli ki.

Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda, susadığımı anlayan Serter Güçlü, hemen koltuğun üzerinde bulunan kapağı açılmamış su şişesini ağzıma tuttu. Plastik kısma dilimi değdirmemeye çalışarak birkaç yudum aldım. Su boğazımdan indiğinde, onun belirgin olan adem elmasını da aynı anda fark etmiştim.

Elleri şişeyi tutuyordu, gözleri ise bana kilitlenmişti.

''Çok acıdı mı canın?'' Şişeyi koltuğa bıraktığında, yatağın üzerine oturmuştu. ''Canını çok mu yaktılar? Çok mu canın yandı da frene basamayacak kadar kendini kaybettin? Canını öyle bir yaktılar ki hastaneye getirildiğinde, göz altlarında kuru yaşlar vardı.'' Hüzün bulaştı maviliklerine. ''Gece.''

''Efendim.'' Dedim.

Bileğimin üst tarafını avuçlarına alıp sıktı. ''Söyle bana? Senin canını yakanı söyle, ona bu dünyayı cehenneme çevireyim? Söyle ki rahat nefes almasına izin vermeyeyim.''

Serter yapardı, hissediyordum.

''Serter.''

''Ne içiriyorlar sana böyle? Yirmi üç yaşında, omzunda bu kadar ağır yük olmasına sebep veren şey ne?'' Yüzüme eğildi ve öfke adındaki kavram gözlerine ulaştı. ''Sana yemin ederim ki bunu yapanı mahvedeceğim.''

''Lütfen.'' Söyleyecektim, söyleyecektim ama önce toparlanmam gerekiyordu.

''Hastaneden çıktıktan sonra, nasılsa konuşacağız Gece Hanım.'' Dudaklarını ıslattı. ''Nişanlımsın, yakında karım olacaksın ama hâlâ canını sıkan gerçekleri bilmiyorum ve bu beni mahvediyor.'' Yüzük parmağına dokunduğunda, kaşları çatılmıştı.

Parmağında yüzüğümüz vardı. Hayat ne garipti? Bundan önceleri, biriyle ciddi bir ilişkiye bile başlamayı düşünmezken şimdi evlenmeyi düşünüyordum. Her şey çok çabuk değişiyordu. Hayat bir su gibi akıyordu, öylece kendimizi nehre bırakırken; suyun akışına kapılmamak imkansız hale geliyordu.

''Ben iyi olacağım.'' İyi olmak zorundaydım.

Çatık kaşlarını bozmama konusunda direten Serter Güçlü öylece yüzüme usul usul baktı. ''Saçların dağılmış.''

''Normal değil mi?''

''Genelde saçlarını düzleştiriyor musun?'' İç yanağını ısırıyordu. ''Senin saçların dalgalı mı? Neden düzleştiriyorsun ki?''

''Serter...'' Gözlerimi devirdim.

''Özür dilerim, yanlış anlaşıldım. Doğal saçlarının daha güzel olduğunu vurgulamak istedim.'' Koltuğa oturduğunda, ayaklarını öne uzatmıştı. ''İyi değilim, dün o halini gördükten sonra uzun bir müddet kendime gelemedim, saçmalamam bu yüzden.''

Yavaşça doğrulmaya başladım. ''Sen, İspanya'ya girmedin mi?''

''Uçak rötar yapmıştı, seni o yüzden aramıştım.'' Eliyle yüzünü kapatıp ofladı. ''Sonra, kaza yaptığını duyduğumda uçağın rötar yaptığına sevindim.'' Dudaklarını ıslattı. ''İyisin, buradasın, kazayı büyük bir şekilde de atlatabilirdin.''

Korkmuştu.

Gülümsemek istedim, belki de ortamı yumuşatmaya çalışıyordum. ''Böyle konuşma Büyükelçi, bana aşık olduğunu düşünmeye başlayacağım.''

Herhangi bir cevap veremeden bedenini pencereye yöneltti. ''Keyfin yerine geldi sanırım?'' Bir eli cebindeydi.

''Serter.''

Nefesini dışarıya vermeden önce, derin bir sessizlik yeniden oluştu. Bazen sessizleşirdik, bazen sesimiz kesilirdi, bazen ruhlarımızı olur olmadık yerde verirdik. Ellerime bir kalp vermişlerdi, kalbin ortasında siyah çizgilerin ipleri dolanmıştı boynuma. İnce narin ruhum, orada bir tiyatro gibi seyre daldı eğlencesiz dünyayı; dünya taş misali yerinden kıpırdamadı.

Dünyamdı taştan geçmişim, kalbimdeki ipler ise gökyüzüne asılıydı.

''Sen biraz dinlen olur mu? Sonra tekrar gelirim.'' Dedi.

''Gece uyudun mu?'' Diye sordum.

''Çok önemli değil uyuyup uyumamam...'' Duraksadığında, elini yüzüne götürüp hafif ovaladı. ''Çok değil uyumamam, ela gözlü bir kızın geceleri zehirken ben uykuda şifa bulamam, bulamam artık.'' Dedi.

''Yorulacaksın.'' Omuzlarım düştü.

Tavana baktı gözleri, tavanda dolandı irisleri. Sanki, irislerini gözlerimde hissediyordum. Evet uzaktı bakışları fakat bilirsiniz; en yakın temas en uzak olan olarak gözükendi. Temasımız yakındı, temasımız pırıl pırıl parlıyordu. Bir gece vakti kaybetmekten korktuğum halde, irislerinin temasına yeltendim rüzgarlı dikey vadiye rağmen.

''Dün sen o arabanın içinde can çekişirken ben havaalanındaydım.'' Sırtını duvara yasladı, yoğun bakıyordu gözleri. ''Senin canın acıyordu ve benim haberim dahi yoktu.'' İç çekti. ''Her şey mükemmel olmayacak, her şey kusursuz da olmayacak. Ben sadece, bunca kusura rağmen dik durmayı bekliyorum.''

''Biliyorum.'' Boynuma bir ağrı girmişti, boynuma dokundum.

''Bu yüzden, erken pes etmeni istemiyorum. Ayrıca yorulup yorulmamak bana kalmış tamam mı?''

''O zaman, kötü bir şey söylemeyeceğim.'' Dedim.

''Bana güven, bana tamamen güven.'' Sesi boğuktu.

Yavaşça odadan çıktığında, kafamı tamamen yastığa bıraktım. Güven demişti, güven adındaki duygunun öneminden haberdardı. İlk gün sırtımı ablama yasladım. Ablam duvarımı yıktı. Sırtımı ikinci kez kendime yasladığımda, gücümün tükendiğini fark etmiş ve bir daha ayağa kalkamamıştım. Şimdi üçüncü kez birisine güvenecek kadar ayakta değildim.

Kalbim basitti, kalbim basitin en koyu haliydi. Oraya giren bir çukurun içine düşüyordu. Kalbimde kalmamalıydı, kalbimde kaldığı süre boyunca üzülecekti.

Düşünmemeye çalıştım, düşüncelerin esiri olmak istemezdim. Yarım saat boyunca hiç kafamı kaldırmadım. Yarım saat yerini bir saate bıraktığında, güneş batmaya başlamıştı. Kızıllıklar gökyüzünü sarmıştı her yerden. İkinci saat tamamlandığında, ablam uyuduğumu sanarak odaya girmiş ve alnımı öpmüştü.

Üçüncü saatte, artık yıldızlar görünür olmuştu. Hatta en son bir yıldızın kaydığını görmüştüm, kızıllıkların gidişi, yıldızı söndürmüştü.

Serter neredeydi?

Onu merak etmeye başlamıştım. Üçüncü saatin yarısı dolmadan, beyaz kapı açıldı. Serter Güçlü ve öndeki hemşire yemeğimi getirmişti. Serter yine hâlâ aynı üstle duruyordu. Saçları ıslaktı, neden ıslandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Hemşire yemeğimi, masamın üzerine bıraktı. Hemşire odadan çıktıktan sonra, Serter paketli çatalları içinden çıkardı. Onun gibi bir adam hastanedeydi, titiz birisi olduğunu bildiğim için, hastanede durduğundan mütevellit acı çekiyor olmalıydı.

''Çorba, haşlanmış tavuk ve pirinç pilavı.'' Tabağın üst tarafını streç filmden çıkardı. ''Tuz kullanıyor musun?''

''Bana yemek mi yedireceksin?'' Diye sordum.

Yandan kısa bir bakış attı. ''Evet.''

''Ben kendim yiyebilirim.''

''Hayır, sen kendin yemek yemeyeceksin. Kazayı yeni atlattın, hemen böyle ani hareketler yapmana gerek yok.'' Kararlı görünüyordu.

Peçetenin tümünü açtıktan sonra, hastaneye ait olan kıyafetimin yakasına peçeteyi koymak için yüzüme eğildi. Sıcak parmakları boynuma değdi. Boynuma değen eller yüzünden acı çektim. Böyle bir his yaşamamalıydım. O benim boynuma dokunduğunda, kendimi kaybetmek istemiyordum fakat kayboluyordum.

Üstelik, kayboluşuma rağmen her şey huzur veriyordu.

Peçetenin ucunu yakama sıkıştırdığında, kaşları çatıktı. ''Aç hissediyor musun kendini?''

''Fazla açım.'' Çenemi yukarıya kaldırdığımda, göz göze geldik. ''Sen yemek yedin mi?''

''Hayır.''

''Dünden beri aç mısın?''

''Sadece sabah sıcak bir melisa çayı içtim. Kafeteryada varmış, o beni tok tuttu.'' Tabağı önüme bırakıp yatağın üzerine oturdu. ''Tuz ekleyeyim mi çorbaya?''

''Serter, yemek neden yemiyorsun? Gerçekten inanamıyorum sana, yorgun düşeceksin ve buna rağmen yemek yemiyor musun?'' Çorbayı tutan elinin bileğini sıktım. Parmaklarım, bileğine değdi; yüzünü başka yöne çevirdi.

''Birazdan yerim, önce sen karnını doyur.'' Dedi emir veren bir ses tonuyla.

Benimle böyle ilgileniyor olması, garibime gidiyordu. Beni tanımıyordu, onu tanımıyordum ama buradaydı. Elleri hiç saçlarımı adamakıllı bulamamıştı. Gözlerimiz birkaç kez den düşmüş, güneşleri kıskandırmıştı. Dudaklarım dudaklarında ilk kez, film izlediğimiz gün hapsolmuştu. Bakışlarında esir olduğumda, saçlarım onun omzuna dolanmıştı.

Fakat hâlâ şiir dizeleri diye nitelendirdiğim bakışlarına anlam veremiyordum.

Serter Güçlü...Bin asra bedel miydi yoksa?

''Tavuk güzel görünüyor.'' Çatalı, tavuk parçasına batırdı. Çatalı ağzıma uzattığında, eğilerek dişimle yakaladım. ''Biraz haşlanmış, baharatsız falan...'' Dedi.

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. ''Elinde olsa, tavuğa dezenfektan sıkarsın değil mi?''

Tek kaşı havaya kalktı. ''Beni tanımaya mı başladın Gece Hanım?'' Çatalda kalan tavuğu peçeteyle alıp, kaşıkla çorbayı doldurdu.

''Seni hâlâ tam olarak tanımıyorum, mesela en sevdiğin şarkıyı bilmiyorum.'' Dedim.

Boğazını temizledi. ''En sevdiğim şarkıyı, öyle kolay söylemem. O biraz gizli.'' Peçeteyle ellerini sildiğinde, bakışlarındaki derinlikle karşı karşıya kalmanın acısını içimde yaşadım.

Bana en sevdiği şarkıyı söylemek istemiyordu, oysa en sevdiği şarkıyı öğrendiğimde saatlerce dinlemek için çatıya çıkmayı planlıyordum. Belki biraz göğsüme rüzgar yerdim, belki biraz saçlarımın salınmasını izlerdim. Ay gülümserdi, gece her zamanki gibi duygularını fısıldardı, serseri bir şarap şişesinde, en sevdiğim alkolü içerdim.

''Neden gizli? Yoksa, özel bir anlamı mı var?'' Diye sordum.

Kafasını yana salladı. ''Hayır.''

''Biri mi sana armağan etmişti?''

''Hayır.''

Başka bir şey söylemedi. Tavuğumu vermeye devam etti. Sanki konuşmak istemiyordu bu konu hakkında. Şarkıyı öğrenmek, elbette en doğam hakkım değildi. Serter'in her şeyi anlatmasını bekleyemezdim. Ona bu konuda hak vermiyor değildim fakat beni üzen şey, onun hakkında bu kadar çok merakla donatılmamdı. Onu merak etmemeliydim, o gidecekti, ben gidecektim, biz gidecektik. Bu kadar basitti.

''Ablam nerede?'' Konuyu değiştirmek istedim.

''Aşağıda...Dün geceden beri hiç uyumadı.'' Yakamdaki peçeteyi alıp katlayarak tabağın altına bıraktı. ''Biraz kötü görünüyordu.''

''Serter.''

Sözümü kesti. ''Ama, hiçbir şey; mutfakta gördüğüm ilaçlar kadar inandırıcı değil.'' Titreyen ellerime değdi mavilikleri, ellerim akabinde titremişti. ''Gördüm, her şeyi o gün fark ettim. Sana ne yapıyorlar bilmiyorum ama bu saatten sonra izin vermem, vermeyeceğim.'' Netti, netti, netti.

Netlik güven vericiydi.

''O yüzden, buradan taburcu olduktan sonra bana okutacağın defteri veriyorsun; sonra işi ben kendi yöntemlerimle hallediyorum.'' Dedi.

''Neden bu kadar iyisin?''

Gölge düştü yüzüne, gölgeler acı barındırıyordu kendi içinde. ''İyi birisi olduğuma asla inanmıyorum, normal bir insanım. Ben, sadece gözlerinde var olan hüznü silmek istiyorum. Bu dünyada herkesin gözlerine hüzün yakışır ama senin gözlerine yakışmıyor.''

''Ses tonun çok güzel.'' İltifatta bulunmuştum.

Gülümsedi, sahici bir gülümsemesi vardı. ''Teşekkür ederim.'' Utangaç bir tavırla elini ensesine attı. ''Yemeğini yediğine göre, artık uyuma vaktin.'' Sanırım utanmıştı.

Bir dakika bir dakika, Serter Güçlü neden utanıyordu ki? Ona daha önceleri de iltifat edildiğini düşünüyordum fakat sadece ses tonunun güzel olduğunu söylemiştim. O ise telaşla konuyu değiştirmeye çalışmıştı. Belki de benden böyle bir şeyi beklemiyordu. Bunu bilmek güzeldi, benim ona iltifat ettiğimdeki tepkisi hoşuma gitmişti.

''Uykum yok.'' Kafatasım ağrıyordu yalnızca.

''Gece uyu.''

''Uykum yok.'' Doğrulmaya çalıştım.

''Dün kaza atlatmamış gibisin, yorgunsun ve dinlenmen lazım.'' Kolunu yukarıya kaldırıp saatine baktığında, kaşları halihazırda çatıldı. ''Saat geç oldu, uyu dinlen.''

''Peki.'' Çocuklar gibi dudaklarımı öne büzdüm.

''İyi geceler.'' Tabakları diğer tarafa götürüp, büyük dolabın üzerine yerleştirdi. ''İyi uykular, yarın görüşürüz.''

&&

Acılarımızı göğsümüzün tam ortasında saklardık.

Hepimizin bir acısı vardı, göğsümüzün ortasında barınmaya devam ederdi. Kafam yastığın üzerine uzanmışken; tavanı böyle saatlerce izleyip acılarımı hatırlamak sanırım en büyük cezam olmuştu. Acılarımı saklayamıyordum, her ne kadar uğraşmak için çabalasam da bunu beceremiyordum.

Zamanın hiçliğine karşı gelmek, zamanın noksanında yer edinmekti tüm çabam fakat bilirsiniz dışarıdaki etkenler buna her zaman izin vermezdi. İlk katil olduğum günü düşünmeden edemiyordum. Çocuktum, anne ve babasının dizine yatıp saçının okşanmasını bekleyen o küçük kumral çocuk katil olmuştu, ona sen katilsin demişlerdi.

Yüzümdeki şaşkınlığı dün gibi hatırlıyordum.

Benim elim oyuncak tutardı, benim elim nasıl da silahı tutabiliyordu? Ablama göre, annemle babam benden nefret ettiği için onları öldürmeyi seçerek en büyük günahımı işlemiştim. Annemi öldürmüştüm, annemi...Simsiyah saçlarına dokunamadığım kadını öldürmüştüm. Güya.

Ablam...16 yılımın katili.

Onu bu şekilde tabir edebilirdim.

Kapıyı açtı, bedeni içeriye girdi. Kucağında bir papatya buketi vardı. Yüzünde büyük gülümsemesiyle bana doğru yaklaştı. Uyandığımdan beri ilk kez görüyordum onu. Arkasından gelen Naz'a usulca gülümsedim. Ablam sağlam görünüyordu. Barış eve gidecekti, peki neden bir şey olmamıştı? Yavaş yavaş aydınlanıyordum.

Barış bana ihanet etmezdi, kafam karışıktı; kafam karmakarışık olmuştu.

''Günaydın güzelim, nihayet uyandın.'' Buketi, yanımda bulunan ahşap rengindeki komidinin üzerine bıraktı. ''Kendini nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?'' Beyaz yastığımı eline alıp düzeltmeye çalıştı. ''Doktorlar, bugün taburcu olacağını söyledi.'' Dedi şeytandan farksız olan Eylül.

Naz, ''Gece, çok korktuk.''

''Ben iyiyim.'' Dedim.

Naz'ın gözleri dolmaya başladı, duygusallığını çok nadiren gösterirdi ve ben nadir gösterilen olaylarda olurdum. ''Hepsi benim yüzümden, araba daha önce birkaç kez motoru yüzünden aralanmıştı. En son motorundan duman kokusu almıştım ama yemin ederim asla anlamadım.''

''Naz saçmalama, senin bir suçun yok.'' Kollarımı açmaya çalıştım.

Burnunu çeke çeke bana koşup sarıldığında, ağzımdan bir ses çıktı. ''Özür dilerim, hayvan gibi sarılıyorum. Seni çok seviyorum. İyi ki bir şey olmadı.'' Dedi Naz.

''İyiyim iyiyim.''

Ablam bize gülümsedi. ''Gece daha iyi olacak, ben canım kardeşime güzel yemekler yapacağım. Annem eskiden sebzeli mantar çorbası çok yapardı. Gece'de mantara bayılırdı. Kardeşime o çorbadan yapacağım.'' Dedi.

Gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. ''Niye yoruyorsun kendini?''

''Niye yorayım Gece'm.'' Dedi ismimin sonuna aitlik eki getirme hakkı varmış gibi.

Naz, ''Sen iyileş, hemen gece kulüplerine akacağız...''

Naz'ın konuşmasını bölen şey, Barış olmuştu. Barış'ın da elinde bir buket vardı. Üstelik bana papatya değil; begonvil getirmişti. ''Gece.'' Buketi Naz'a uzatıp doğruca bana yürüdü. ''Sabah haberim oldu, Naz haber verme zahmetine girmediği için.''

Naz, ''Korkudan aklıma mı geldi?''

Barış kollarını belime dolayıp saçımın üstünü öptüğünde, kapı ikinci kez açılmıştı. Kimin geldiğini tahmin edebiliyordum çünkü o girer girmez burnuma kokusu olmuştu. Barış'ın her zamanki ağır parfümünü bile bastırmıştı Serter'in okyanusa benzeyen kokusu. Evet evet, Serter okyanus gibi kokuyordu. Bunu da şimdi idrak edebilmiştim.

Kaşları çatık, çenesi dikti. Siyah bir takım elbise üzerinde vardı. Gömleği de ütülü görünüyordu.

''Sus, yine de haber vermen gerekiyordu.'' Barış, benden uzaklaşmamayı tercih ederek saçımı ikinci kez öptü.

Serter'e bakmak için kafamı çevirdiğimde, doğru gözleri Barış'ın beni öptüğü saçlarım olmuştu. O an ne hissettiğimi bilmiyordum. Bir keskin hançer, saçlarıma değmiş gibiydi. Sanki birisi hançeri tam ortasına yerleştirmişti. Karanlıklar esir almıştı saçlarımı, karanlıkta bir titreme ele aldı bedenimi.

Kaşları daha da çatıldı, dudakları ise dümdüzdü.

Mimikleri yoktu, sadece kaşlarını çatıyordu.

''Gerçekten iyiyim.'' Nefesim kesilmişti.

İki eliyle birden yanağımı tuttu ve doğruca gözlerimin içine baktı. ''Sana bir şey olsaydı biz ne yapardık? Bu güzel gözlerini bir daha görememe korkusu oluştu içimde, anlamıyor musun? Lütfen daha dikkatli ol, lütfen.'' Barış'ın sözleri kulağıma ulaştığı sırada, telaşa kapılmanın heyecanıyla Serter'e tekrar baktım.

Bana değil, direkt Barış'a bakıyordu.

Serter Güçlü...Yanağının içini ısırıyordu, görebiliyordum.

''Bir şey olmadı, şu an daha iyi olacağım.'' Elimi, Barış'ın göğsüne bırakıp hafif ittim. Ardından Naz'a döndüm. ''Araban için üzgünüm.''

''Saçmalama rica ediyorum, araba sikimde değil.'' Dedi Naz.

Eylül öksürdü. ''Ağzı bozulmuş bu kızın.''

Naz bazen güzel küfür ederdi.

Naz kollarını birbirine sarmadan önce sırtını duvara dayadı. ''Her neyse ne diyordum, araba umurumda değil. Sen iyi olduktan sonra gecelere akacağız kızım.'' Ablama karşı gözlerini de devirmeyi unutmamıştı. Ablamı sevmiyordu, asla sevmiyordu.

Barış elini saçlarına geçirdiğinde, bize bakarak güldü. ''Naz yeter artık, kızım bir durulsana.''

''Seni ilgilendirmez.'' Dedi Naz.

Oflayarak araya girdim. ''Benim uykum geldi.'' Yalnız kalmak istiyordum.

Barış'ın bana almış olduğu begonvilleri kokladım. Kokusu gayet güzeldi, çok aram yoktu çiçeklerle. Çiçekleri severdim ama sevgim sadece sınırlı kalırdı. Genelde ayı izlemeyi sever, gecenin bir yarısı yürüyüşe gitmeyi isterdim. Bir de yazı yakmaktı benim asıl hobim. Yazdıkça açılırdım, bir şeyler mırıldanırdım kağıda.

Kalem tutan parmaklarım değerdi, kırışmış sözlere. Sözlerin verdiği enerjiye inanırdım, sözlerle yatmak ister, onları içmeyi dilerdim belki de...

''Serter gelsene.'' Dedim.

Sağ parmakları, sol parmağına değdiğinde nişan yüzüğümüzle oynamaya başladığını fark ettim. Nişan yüzüğüne dokunarak gözlerimin içine tüm duygularını göndererek bana doğru bir adım attı. Eli asla yüzükten kopamamıştı, tam aksine elleri daha da yaklaşıyordu yüzüğe.

''Yarım saat içinde taburcu olabileceğini söyledi doktorlar.'' Dudaklarını ıslattığında, keskin gözlerinde bulunan oklar; Barış'ın sırtını hedef alıyordu. Direkt oraya bakıyordu. ''Yavaş yavaş toparlanalım, ben taburcu işlemlerini halettim.'' Dedi Güçlü bir ses tonuyla.

Ablam araya atladı. ''Çok iyi, eve gidelim kardeşimle hemen rahat rahat ilgileneceğim.''

''Çam? O nasıl?'' Onu tamamen unutmuştum, aptal mıydım neydim? Kaza, geçici bir unutma süreci yaşatmıştı, sürekli unutuyordum, ekstra kaza eklenince tamamen unutmaya başlamıştım.

''Bizim evimizde, birinin onunla ilgilenmesi için görevlendirdim.'' Bizim evimiz demişti, bizim evimiz olduğunu vurgulamıştı.

Barış, anlaşılmaz bakışlarını bana yöneltti. Olaydan haberi yoktu ama irkildiğini hissediyordum. Serter'in cümlesini duyar duymaz irkilmişti.

''Teşekkür ederim.'' İnce ince iç çektim.

''Sen hazırlan, ben dışarıdayım.'' Serter'in söylediği cümle ile kafamı salladım.

O gittiğinde, arkasından ablam da çıkmıştı. Şimdi ikisiyle baş başa kalmıştım. Barış elini havaya kaldırdığında, doğruca bana yaklaşmıştı. ''Evimiz derken? Neyden bahsediyor?''

''Gece evleniyor.'' Dedi Naz.

''Ne?'' Barış şaşkındı.

Barış korkunç derecede şaşırmış görünüyordu. Son zamanlarda bana yerli yersiz kızıyordu. Onun öfkeli haliyle karışmak istemiyordum çünkü iyi bir dosttuk. İnsan dostunu kaybetmek istemezdi fakat bazı duygularda sezmiyor değildim. Üç maymunu oynuyordum. Eğer hissettiğimi belli edersem Barış'ı kaybedecektim. Bencil olduğum noktamdı dostluğum, Barış'ı kaybetmemek için hislerini göz ardı ediyordum.

''Korkma korkma, sahte bir evlilik.'' Dedi Naz.

''Naz.'' Diye uyarıda bulundum.

Hemen her şeyi böyle apaçık söyleyemezdi.

Barış yatağımın üzerine oturduğunda, doğruca gözlerime baktı. Bir ateş vardı gözlerinde, rahatsız olduğu belliydi bu konu hakkında. ''Nasıl böyle bir hata yapabilirsin? Ne sahte evliliğinden bahsediyor? O yüzük o yüzden miydi?'' Sesinde bir miktar öfke vardı, geri kalan öfke gözlerine dağılmıştı.

Derin derin yutkundum. ''Naz, bizi yalnız bırakır mısın?'' Naz'ın gitmesi gerekiyordu çünkü çoğu şeyden bir haberdi.

Naz kollarını birbirine sardığında, alınmış gibi omuz silkti. ''Aşk olsun.''

''Lütfen.'' Diye direttim.

Naz yavaş yavaş odayı terk etmesi gerektiğine karar verip çıktığında, Barış ile yalnız kaldım. Ona nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Tam detaya da girmek istemiyordum. Üstelik, Serter'de kızabilirdi. Ateş çemberinin tam ortasında kalmıştım. Tüm ateş topları etrafımı sarmıştı. Ayaklarımı atsam hareket edecek gücüm yoktu, çember daraldıkça sınırım garip bir biçimde çizilmeye devam ediyordu.

Ateşten korkmuyordum, ateş beni yakmazdı sözlerin yarattığı depremler kadar.

''Neden böyle bir şey yapıyorsun?'' Sakin kalmaya çalışıyordu.

Dudaklarımı ıslattım. ''Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Sana tam olarak detaylı anlatsam da anlayacağını düşünmüyorum. O yüzden lütfen bu konuyu irdeleme.''

''O adam mıydı?'' Serter'den bahsetti.

''Evet.'' Kısa bir cevap verdim.

Kafasını salladı yavaş ama sakin hareketlerle. ''Onunla neden evlenmek zorunda kalıyorsun? Sana bir şey mi yaptı?''

Elimi havaya kaldırdım. ''Saçmalama, Serter öyle birisi değil.''

''Peki neden?''

''Bak, Barış seni çok severim bilirsin ama sana her şeyimi anlatmak zorunda değilim. Öyle olması gerekiyor, bu kadar basit.'' Nefesimi dışarıya verdim. ''Bazı olaylarda sebep aranmaz, bazı sebepler de yerli yersiz irdelenmez. Olması gerekiyorsa oluyordur. Gerçekten artık sıkıldım. Üstüme gelme.''

''Üstüne gelmiyorum, sadece aklım almıyor.'' Şaşkındı.

Kafatasımın acısıyla, sağlam elimi kafama götürdüm. ''Taburcu olduktan sonra, asıl hayatım başlıyor. Şu an sadece kendimi düşünmem gerekiyor. Çevremdeki herkese açıklama yapamam anlamıyor musun? Sebep yok, neden yok, çözüm yok, sonuç yok...Tek var olan şey katillerle aynı evde olduğum.''

''Neyse.''

''Ayrıca, Serter'e karşı da kötü bakma. O tanıdığım en dürüst en güvenilir insanlardan birisi.'' Cama baktım. ''İyi birisi olmasaydı eğer, bana yardım etmeye çalışmazdı.''

''Sahte bir ilişki, ne dürüstlük bu ya?'' Devrik cümle kuracak kadar sinirliydi, yalnızca kendisini tutuyordu. Barış genelde sinirlendiğinde, konuşamazdı. Dili lâl olurdu. Şimdi de öyle olmuştu.

Bir keresinde içkiyi çok kaçırmıştım diye öfkeden konuşamamıştı. Bu hali, o gününü anımsattı. Aynen bu şekil öfkelenmişti.

''Sahte veya gerçek fark etmez.'' Sol parmağımı gösterdim, yüzük olmasa da...'' Burası gerçek, burası var ve uzun bir müddet devam edecek.'' Derin bir nefes aldım, yeni kaza yapmıştım. İnsanlara kendimi açıklamam canımı sıkıyordu. ''Naz'ın, yaşadıklarımdan haberi yok. Sahte olduğunu söyledim fakat sebep sunmadım.''

''Gece.''

Sözünü kestim. ''Bak, Naz bile uzatmadı. Sen de uzatma.'' Yüzüne eğilmeye çalıştım. ''Dostlar sebepsiz yere dostlarının yanında kalır. Yanımda kalacak mısın Barış?''

Kafasını salladı. ''Yanındayım.''

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. ''İşte beklediğim cevap buydu. Biz eğer yan yana olursak, hiçbir kötülük bizi etkilemez. Şimdi, Serter'i çağırır mısın? Yüzüğüm ve telefonum onda olmalıydı.'' Sesim hafif kısık çıkmıştı.

''Peki.''

Barış kabullenmiş görünüyordu. Gidişini izledim. Fırtınalar sarıyordu etrafımı ve ben hâlâ kendimi insanlara açıklıyordum. Açıklayacağım çok şey varmış gibi insanlara bir şeyler anlatmak zorunda kalıyordum. Bunu anlamaları lazımdı. İki kere iki dört ederdi; iki mutluluk tek acı ettiği gibi. İki gülüyordum, tek hüzünleniyordum. Matematik acılarda bile baş göstermeye başlamıştı...

Kapının kolu yana çevrildiğinde, Serter Güçlü'yü gördüm.

Bir elinde karton bardak vardı. O bardağın içinde kahve mi vardı? Kendisi kahve içmezdi ki?

''Giyinmedin mi sen?'' Hastane kıyafetime baktı.

''Yüzüğüm yok.'' Sol parmağımı gösterdim.

Kahveyi sessiz bir hareketle yanımda bulunan komodinin üzerine bıraktı. Önce, yüzüme eğilmişti, eğilmemesi gerekiyordu. Eli yakamı bulduğunda, parmağındaki dokunuşu yakamda hissettim. Dokunmaması gereken yere dokunuyordu. Serter Güçlü, bizi bir ateşin ortasına atmak için mi uğraşıyordu?

''Çantan, telefonun...'' Yakamı düzeltti, kokusunu içime çektim. ''Yüzüğün...Hepsi ben de.'' Sesi boğuk boğuktu.

Sesine bir beste yazılırdı.

''O kahve nedir?''

''Sana getirdim.'' Kahveyi eline alıp bana uzattığında, bedeni bedenimden uzaklaşmıştı. ''Kahveyi sevdiğini biliyorum.''

Kahveyi elinden alıp dudaklarıma götürdüğümde, şekersiz bir kahve olduğunu geç de olsa idrak edebilmiştim. Kahve şekersizdi, süt güzel kokmuyordu. Muhtemelen hastane kahvesiydi fakat sorun şuydu. Dünyanın en kötü kahvesi bile olsa, elini tuttuğu her kahve bardağının bende ki kokusu bambaşkaydı.

Kahveyi tutan parmakları yüzünden, kahve bana güzel geliyordu.

''Ağrın var mı?'' Yüzü sertti.

''Eh, biraz.'' Kahvemi dudaklarıma götürüp bir yudum aldım. ''Ne zaman çıkacağım? Çok sıkıldım, ayrıca gerçek anlamda yatağımı özledim.''

''Birazdan.'' Kısa net cevaplar veriyordu.

''Dünyanın en güzel şeyi, çift kişilik yatakta uyumak...''

''Yani?'' Diye sordu.

''Benim yatağım tek kişilik, en yakın zamanda çift kişilik alacağım.'' Nefesim kesiliyordu. ''Hem, sen bize gelip kaldığında, birlikte uyuyoruz ya çift kişilik yatak şart.'' Dedim.

''Gece...''

Neler diyordum ben böyle? Saçmalıyordum gittikçe.

Serter'in yüz ifadesine baktığımda, şaşkın duruyordu. Bazen, saçma sapan konuşuyordum. Söylenecek söz müydü o? O her eve geldiğinde, birlikte uyuyacağımızı ima etmiştim. Serter'in gözünde, muhtemelen en yakın zamanda kötü bir kadına dönüşecektim. Düzgün konuşmam gerekiyordu.

''Bizim eve geldiğinde, birlikte uyumayacak mıyız?'' Diye sordum.

Kaşları çatıldı. ''Sen çok alıştın, aynı odada uyumaya.''

Kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi. ''Yanlış anlama, niye aklına başka şeyler geliyor. Kardeş kardeşe uyuyacağız alt tarafı.''

''Susar mısın? Dilin açılmış bakıyorum da.'' Dedi sert sesiyle.

Utanmıştı.

Hissediyordum. Ayrıca, onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Bu aralar, sorgusuz sualsiz yanımda duran tek kişiydi. Ne Barış gibi bunaltıyor, ne de ablam gibi canımı sıkıyordu. Yanımdaydı, sebepsizce. Beni dinliyor, beni anlıyor, sözlerimi başka tarafa çekmiyordu. Siyahtı renkleri, siyahın içinde mavi bir gül açtırmıştı.

Oysa, gül hiç mavi olur muydu? İşte Serter'de buydu. İmkansızı başarıyordu.

Belki bir zaman sonra, onu bir daha görmeyecektim. Hayatımdan tamamen çıkacaktı, sesini duymayacak, sol parmağımda yüzünü taşımayacaktım fakat bir zamanlar hayatımda beni mutlu eden birisi var diyebilecektim. Bizim aramızdaki aşk olmasa da güzel bir yol arkadaşlığı olmuştu.

Serter iyi birisiydi, Serter çok iyiydi.

''Teşekkür ederim, her şey için.'' Dedim.

Ceketinin ön cebine elini soktuğunda, ne çıkaracağını merak etmiştim. Yavaşça yüzüğü çıkardığına, kucağıma bıraktı. Battaniyenin üstünde kalan yüzüğü alıp avucumun ortasına koydum. Yüzüğüm buradaydı, sahteydi her şey ama buna rağmen bazı sahtelikler kadar kötü gelmiyordu.

Yüzüktü, kupkuru ateşin içinde parlayan altın rengindeydi.

''Özlemişim yüzüğü.'' Parmaklarımı düz tutup sol parmağıma yerleştirdim. ''Birkaç gündür takıyor olsam da alıştım yüzük takmaya.''

İç yanağını ısırıyordu, stresli miydi?

''Buradan çıktıktan sonra nerede kalacaksın?'' Hangi evde kalacağımı soruyordu.

İşte buna cevap veremiyordum. O eve ruhum teslim olmuştu. O evde ruhum geziyordu. Anne ve babamın soluklaşmış teni yatıyordu bahçemde. Bir zamanlar oraya çiçekler ekerdim. Yaseminler, güller, papatyalar...Şimdi papatyaların altında, annemin olduğunu öğrenmiştim.

Ablamın elinde kan vardı ve ben kanla yıllar boyunca aynı evde yaşamıştım. Nasıl bir cevap verebilirdim ki şimdi? Kalbim orada desem, ablam yüzünden kalkamıyorum desem geç olmaz mıydı? Yıllardır, kendime yapamadığım itirafı başkasına nasıl yapabilirdim?

''Kendi evimde.'' Kafamı başka yöne çevirdim.

Yanıyordum, yangınlar değildi sebep. Beni yakan şey, öğrendiğim gerçeklerdi. Ne ayaklarım freni tutmuştu ne de duyduğu gerçeklerden sonra göz kapaklarını kapatan irislerim. Ben, kabuğu soyulmuş bir meyvenin en çok taşlanan yerinde; kalbimi saklıyordum insanlardan. Gerçekleri öğrenmiştim.

Annemi, babamı öğrenmiştim. Ötesi yoktu.

''Peki, sence o eve gitmene izin verir miyim?'' Tehlikeli bakıyordu, tehlike onun adı mıydı yoksa?

''Serter.''

Dudaklarını ıslattı, can yakar gibi. ''Bana anlatman için üzerine gelmiyorum fakat o eve gitmene de izin vermem, asla Gece asla.'' Bir elini yatağımın demirliklerine yasladı. ''Bir şeyler var, görüyorum hissediyorum. Ölesiye yandığın evde tekrar yanmana izin vermeyeceğim. Evimize gidiyoruz, bu kadar basit.''

Evimiz demişti.

İç çektim. ''Tamam seni dinleyeceğim.'' Diretmeye gerek yoktu.

Sanki, artık üstümde büyük bir gücü varmış gibi hissediyordum. Ne söylese dinliyordum. Tuhaf bir biçimde, sözünü dinletebiliyordu. Belki de mesleği yüzünden. Mesleği oldukça büyüktü, başka bir ülkede kendi ülkemizi temsil ediyordu. Bu da onu güçlü yapmıştı. Makamı yükseldikçe, Serter'in sözlerinin sesi de gittikçe yükselmeye başlamıştı.

''Fakat, iki gün daha o evde kalmak istiyorum.'' Eylül Yalçın'a zindan edecektim iki gün boyunca. ''Eşyalarımı tamamen toplar, evine taşınırım.''

''Peki.''

Eşyalarımı toparladıktan sonra, Serter'in koluna girdim. Hastane odasından tamamen çıktığımızda, asansöre ilerlemiştik. Naz ile Barış'ta arkamızdan yetişip asansöre kadar girdiler. Serter'in kolunu bırakmadan yan dönüp kafamı Barış'a çevirdim. ''İyi ki geldiniz, her şey için teşekkür ederim.''

Barış, çatık bir kaşla Serter'e baktı. ''Sen iyi ol yeter, güzelim.'' Dedi.

Serter başka bir yöne bakmaya çalıştığında, dudaklarında bir gülümseme oluşmuştu. Sanki, Barış'ı takmıyor gibiydi. Barış öfkeleniyor, Serter ise tam aksine eğleniyordu durumdan. Dudakları gülümsüyordu, kaşının biri de havaya kalkmıştı. Önce yavaş hareketlerle dudaklarını ıslattı, ardından elini belime sardı.

Güç gösterisi yapılıyordu. Serter'in ki ise tamamen sahiplenmeydi.

Asansörün kapısı açıldığında, sol elimi sağ elinin avuçlarının arasına aldı. ''Çıkalım, güzelim.'' Dedi imalı bir ses tonuyla Serter.

Öfkeyi hissediyordum.

Barış kaşlarını çattı akabinde. ''Ben kendi arabamla geldim, benim arabamla gidelim.''

Nefesimi dışarıya verdiğimde, doğruca elalarımı Barış'a yönelttim. ''Başka zaman olur mu? Şimdi, Serter'in arabasıyla gitmek daha doğru olur.''

Serter'in kasılan bedeni gevşemiş görünüyordu.

Onun arabasına yürüdüğümüzde, arka koltuğu seçerek bedenimi içeriye attım. Hemen bir yastık bulup arkama bıraktı. Arka koltuğa tamamen oturduğumda, Ablam da ön koltuğa geçmişti. Yüzünde gülücükler eksik olmuyordu. O gülüşü silecektim. İki gün boyunca, onu delirtmeyi düşünüyordum.

Her ne kadar, yeni kaza yapmış olsam da durmayacak ve onu mahvedecektim.

Serter şoför koltuğuna geçip hızlıca emniyet kemerini taktı. ''Sizin eve geçiyoruz.'' Cama baktı, camın arkasında Barış'ın bedeni vardı. Serter yüzünü buruşturdu. Açıkça yüzünü buruşturmuştu. Barış'ı görmeye tahammülü yoktu.

''Güzel kardeşim, ne yemek istersin?'' Ablam arkasına dönerek bana gülümsedi.

Ben de Serter gibi yüzümü buruştursam ayıp olur muydu?

Boğazımı temizledim. ''Yemeği sen mi yapacaksın yoksa?''

Yeni protez yaptırdığını düşündüğüm tırnaklarını havaya kaldırıp iç çeken gözlerle bakınca, yemek yapamayacağını düşündüm. ''Evet.''

''O halde, şırdan istiyorum.'' Gülümsedim. ''Ben şırdan yemeyi çok severim, hatta kasabın önünde durup mide alırsan hemen yaparsın evde.'' Serter ile dikiz aynasında göz göze geldik. ''Serter sen de sever misin?''

''Asla yemem.'' Dedi Serter.

Sevmiyordum, yalnızca en zahmetli yemek buydu.

''Bir de uzun zamandır lahmacun da yemiyorum. Lütfen bana ev lahmacunu yap abla. Senin güzel yapacağını düşünüyorum.'' Parmaklarımı kucağımda birleştirdiğimde, yağmur damlaları cama çarpmaya başladı.

Yağmur yağıyordu, mevsimler gittikçe dengesizleşiyordu. Eylül ayında, neyin yağmuruydu bu?

''Gece, sen gerçekten ciddi misin?'' Ablam hayretle sordu.

Dudaklarımı öne büzdüm. ''Evet.''

Serter gülümsedi.

Gülümseyince çok güzel oluyordu. Ona gülümsemek yakışıyordu kesinlikle. Gülümsediğinde, yeryüzünde bir aydınlanma yaşıyordu. Tüm çiçek kokuları etrafı sarıyor, kötülük geriye kaçıyordu. O hep gülmeliydi, gülümsemeliydi ki yeryüzünü çiçek kokuları doldurmalıydı.

''Kazayı gerçekleştirdiğim arabaya ne oldu?'' Aslında, saatlerdir aklımdaydı.

Serter, ''Sürücüsü yaşıyor merak etme, herhangi bir sıkıntısı yok. Arabada biraz hasar meydana gelmiş, onun da masraflarını hallettim.''

Serter her zaman yardımıma koşuyordu.

''Teşekkür ederim.'' İçten içe gülümsedim.

Arabayı evin önünde durduğunda, kapımı açmasını bekledim. Kolumu tam olarak hareket ettiremiyordum. Kapımı açtığında, elini belime attı ve ceketini tek eliyle çıkarıp omzumun üzerine bıraktı. Kokusunu omuzlarımda hissediyordum, kokusuyla kendimden geçiyordum.

''Telefonun ceketimin cebinde.'' Dedi kulağıma doğru.

İçeriye girdiğimizde, doğruca odama ilerledim. Serter kolumu bırakmadan kapıyı açtı. Bir rüzgar yüzüme çarptı. Camım açıktı. Yatağa geçtiğimde, battaniyeyi üstüme bıraktı. Kafamı yastığa gömdüm. Saçlarım omuzlarımda salınıyordu.

Saçımı kokluyordu.

''Sen biraz dinlen tamam mı?'' Diğer iki büyük yastığı yan tarafa bıraktı. ''Herhangi bir sorun olduğunda, direkt beni ara.''

''Eve mi gideceksin?''

''Semih'in diş randevusu var, onunla ilgilenmem lazım.'' Dediğinde, Semih ismini anımsamaya çalıştım. Aklıma gelen keskin isimle irkildim. Semih, Berrak'ın oğluydu.

''Anlıyorum.'' Biraz hüzünlenmiştim.

Bir çocuğu kıskanmıyordum, umurumda değildi.

''Dişinin nesi var ki?'' Diye sordum.

Gömleğinin ilk iki düğmesini açtı, genelde bunaldığında açtığını söylerdi. Bunalmıştı, acaba sorumu mu yersiz bulmuştu? Bunu düşünmek istemiyordum. Açıkçası, onunla iletişimimiz hoşuma gidiyordu. Benden bıkması demek sonsuza kadar yalnız kalmam demekti. İnsan cam bir fanusta dünyayı görmeyerek büyüdüğünde, soluk bir çiçeğe ile bazen tutunabiliyordu; benimki de o hesaptı. Tek fark, onun çiçeği çok güzeldi.

''Dişinin birisini kırmış, biraz yaramaz bir çocuk.'' Semih'ten bahsedince gülümsüyordu.

Hayatım boyunca tek bir Semih ismi duymuştum, o da kısmetse olurdaki Semih'ti.

''Babası kim? Yani, Berrak evli olmadığına göre?''

İç çekerek dolabımın önüne ilerledi. Mimiklerini artık göremiyordum, sırtı bana dönmüştü. ''En yakın arkadaşım, daha doğrusu Semih doğduktan bir yıl sonra vefat etti.''

Serter'in yakın arkadaşıyla zamanında evli olduğuna göre, neden Serter'e karşı bir aşk beslediğini düşünüyordum. İnsanlar biraz garipti. Peki ya Serter? O neden, yanında bulunan kadının duygularını görmüyordu? Ben bir kadın olarak hissetmiştim, belki de Serter'de farkındaydı ve umursamıyordu.

''Kötü olmuş.'' Dedim.

''Evet.'' Dolabımın kapağını açtığında, hemen bir şal çıkardı. ''Üşüyor musun?''

''Berrak evlenmeyi düşünüyor mu? Sonuçta hâlâ genç bir kadın, belki evlilik düşünüyordur.'' Sesim imalıydı, ima barındırıyordu ses tellerim.

''Hayır düşünmüyor.'' Netti.

Tek kaşım havaya kalktı. ''Bence sana aşık.'' Doğrudan söylemiştim.

Yalana gerek yoktu. İnsan bazen hislerini direkt olarak karşı tarafa aktarmalıydı. Eğer düşüncelerimi uzun bir müddet saklasaydım rahat etmezdim. Serter'e sormuştum çünkü saklayacak kadar kötü bir kadın olmak istemiyordum. Gördüğümü söylemeliydim. Düşünce suçu diye bir şey yoktu, insanlar düşüncesi yüzünden yargılanmamalıydı. Benim de düşüncem buna yönelikti.

Şalı bana uzattığında, elinden aldım.

Dimdik ayakta durdu. ''Bana aşık değil, öyle mi görülüyor?''

''Evet.'' Maalesef.

İç yanağını yine ısırdı, strese girmişti belli ki. ''Berrak bana aşık olmaz, Gece. Tam aksine aşık olunacak bir adam değilim onun için.'' Gözlerini kıstı. ''Berrak, üzerinde baskı kuran erkeklerden hoşlanır. Ben baskıcı bir adam değilim, onun için seçenek bile olamam.''

''Eğer, senin gibi erkeklerden hoşlansaydı, onunla olur muydun?'' Tam aksi yönde cevap vermesi için, içimden dua ettim.

Adem elması ortaya çıktığı sırada, bir elini arkaya aldı. ''Aslında, olmazdım sanırım. Yani, biz arkadaşken daha iyi anlaşıyoruz.''

''Olgun bir kadın.''

''Olgun olması neyi değiştirir ki?'' Sesi yüksekti, sesi gerçekten yüksek çıkmıştı.

''Sen olgun kadınlardan hoşlanıyorsun, ablam öyle demişti. Kendinle aynı yaş ya da senden büyüklerle beraber olmayı istiyormuşsun.'' Ben de onun gibi yüksek sesle konuşmuştum.

Bu konuşmadan rahatsız olmaya başlamıştı, öyle sezmiştim. Duygular geçiyordu aramızdan, o duyguların yoğunluğunun altında eziliyorduk. Rahatsız oluyordu ve daha fazla bahsetmemi istemiyordu. Sanki, gölgelikler barındırdı ruhunda. Ruhunu görebilseydim eğer, ilk baş kalbine ulaşırdım. Kalbinin düşüncesini öğrenmeye çalışırdım.

Serter Güçlü.

Sadece ve sadece konuşmayı değil, aynı zamanda susmayı tercih eden adamlardandı.

''Doğru söylemiş, seçeneğim olsa yaşça büyük kadınları isterim.'' Dedi.

Yüzümü buruşturmamak için zor tuttum mimiklerimi. ''Neyse, artık boşanır boşanmaz gidip o kadınlarla evlenirsin.''

Kusursuz dişleri ortaya çıktı. ''Neden olmasın.''

''Olsun tabii.'' Yüzümü buruşturdum, dayanamamıştım.

''Fakat, artık hayatımda sen varsın. Başkalarından hoşlanamam, evlenemem...Sahte de olsa seninle evleneceğiz.'' Dedi.

''Üzüldün mü?'' Trip atıyordum.

Adama trip atıyordum.

''Yok, bence çok eğlenceli bir evliliğimiz olacak.'' Sırıtmaya başladı. Belli ki bu durum hoşuna gidiyordu.

Ben burada acı çekerken, o gülmeyi tercih ediyordu.

''Sahte evlilik ama.'' Maalesef sahteydi.

Bir dakika bir dakika ben maalesef demiştim? Bunu nasıl diyebilirdim. Ona kapılmamak için kendime söz vermiştim. Şimdi ise, nehir ve denizin birleşiminin yasak olduğu bir adada ona kapılmaktan bahsediyordum. Aşk zehirli bir oktu. Kalbe saplandığı an kolay kolay çıkmazdı ve tümden hikâyelerin sonu acı bir tren rayında nihayete kavuşurdu. Bu yüzden, bir daha gelecek hakkında konuşmayacaktım.

Serter yoktu.

Serter sahte nişanlımdı.

Serter gidecekti.

Günün sonunda, bir başıma kalacaktım.

Kendime gelmeliydim. Böyle yapamazdım, böyle herkese hemen sırtımı yaslayamazdım. Yirmi üç yıldır bir başıma büyümüştüm. Bir katilin evinde tek başıma hayal mücadeleme devam etmiştim. Şimdi gördüğüm ilk eve sığınamazdım. Onun kötü niyetle yaklaşmadığını biliyordum ama bana burada kalma sözünü vermeyen bir adama kapıldığımda, acıyan yaralara sahip olacağımın da bilincindeydim.

''Daldın?'' Alnının ortasında küçük bir kırışık belirmişti.

''Uykum geliyor, bugün için teşekkür ederim.'' Dudaklarımı ısırdım. ''Sen de dişçiye git artık istersen. Akşam ararsan konuşuruz.''

''Peki, görüşürüz.''

''Görüşürüz.''

Ceketi ben de kalmıştım. Telefonumu alıp, çarpan kapı sesini duymamaya çalıştım. O öylece gidiyordu, kalbimde derin sanrılar bırakıyordu. Yapacağım hiçbir şey yoktu. Serter Güçlü hayatımın en anında olmayacaktı. Üstelik, yaşadığım olaylar hafife alınacak gibi değildi. Şu an hayatıma giren birisinin, bana sonsuzluktan bahsetmesi lazımdı.

Odamın girişinin yan tarafında bulunan banyonun kapının açılma sesiyle birlikte, kalbimin heyecanı artmaya başladı.

Birisi banyomdaydı.

O kişi çıktığında, elinde bir elma vardı. Elmayı ısırıp dişleyen adamı görünce, gözlerim kocaman açıldı. Bu da ne demekti? Bunun burada ne işi vardı? Derdi neydi? Sürekli hep etrafımda görüyordum.

''Çok duygulandım.'' Elmayı ikinci kez ısırdı. ''Ne güzel aşk konuşması yapıyordunuz öyle.''

Hasan kılıklı Ömer.

Kaşlarımı çattığımda, gözlerim elmasına değdi. ''Bu eve nasıl girdin?''

Koltuğa oturduğunda, bacak bacak üstüne attı. ''Dün gece evimi yağmur basınca, senin eski bir can dostum olduğunu hatırlayacak pencereden odana atladım.'' Etrafa göz gezdirdi. ''Gerçi odan biraz dağınıktı ama olsundu. Hemen toplayıp koltukta uyudum.'' Elmayı üçüncü kez ısırdı. ''Tadı güzelmiş, bir dahakine kırmızı elma isterim.''

''Yaşlı bunak, çık odamdan!'' Diye bağırdım.

''Aşk olsun Gece.'' Elini dizine vurdu. ''Sırf senden birkaç yıl önce doğdum diye neden bunak adındaki kalıba giriyorum ki? Ayrıca benim ruhum genç, evladım.'' Ağzından bir kahkaha koptu. ''Ruhu genç olanın, bedeninin genç olanından farkı daha fazladır.''

''Aptal.'' Dedim.

''Bilmukabele.''

''Gider misin?''

''O zaman muhterem evladım, izninle bir şeyler söylemek istiyorum. Bu aralar ortağımı ziyaret etmek istedim çünkü...'' Ayağa kalktı, çam ağacının cama yansıyan görüntüsüne baktı. ''Şükran'da çam ağaçlarını çok severdi. Bazen kış geldiğinde, kuruyan yaprakları alıp çöpe atardı. Yaprakların bir kısmını ise defter arasına sokar, üstüne parfüm sıkardı.''

''Şükran Teyzem de ne yapsın işte, senin gibi başı boş bir adamla evli olduğu için saçma sapan her aktiviteyi yapmış zamanında.'' Gözlerimi devirdim.

Camı açtığında, yaprağın bir kısmı içeriye düştü. Kuru dalla beraber yaprağı eline aldı ve inceleyen gözlerle yaprağa baktı. ''Sonbaharı sevmezdi, ona göre kışı getiren her mevsim kötüydü. O ilkbaharların kadınıydı, ilkbahar mevsimini severdi.''

''Kadın da her şeyi sevmiş, bir seni sevmemiş.'' Dedim alayla.

''Amcanı da sevdi.''

''Bence, sen çok konuştuğun için gidip amcamdan çocuk yaptı. Çok edebiyat yaparsan kadınlar gider dedeciğim.'' Oflayarak battaniyeyi üstümden attım. ''Neyse, bu kadar hasbihal yeter, odamdan çık git! Ablamın odası boş, ona gidebilirsin.''

Ben, hasbihal mi demiştim? Gittikçe 1960lı yıllara gidiyordum. Bu adam beni bozuyordu.

Kuru dalı alıp burnuna götürdüğünde, koklamayı da ihmal etmemişti. ''Hasbihal yapılacak tek insanım Gece Yalçın, ayrıca az önce sahte nişanlınla gayet iyi sohbet ediyordun. Biraz da sohbet benim hakkım.'' Camı kapatmak yerine sırtını cama yasladı.

''Bizi mi dinliyorsun sen? Bu ne cüret?'' Yataktan çıktığım anda dengem şaştı, başım dönmeye başladı.

Hiç oralı olmadan ayaklarını öne uzattı. ''Sohbetiniz gayet kaliteliydi, açıkçası sizi dinleme gibi bir gayem yoktu fakat bazen insan merak etmiyor değil. Bu gençler ne konuşuyor? Sohbetleri nasıl? İnsan ister istemez merak ediyor.''

''Ne istiyorsun, Ömer dede?''

''İsteklerimin farkındasın.''

Onun yanında olmamı istiyordu, sorun şuydu ki ben güvenemezdim. Bu işe tek başıma başlamıştım. Tek başıma da ilerletmeyi düşünüyordum. Hiç kimseye güvenmeyecektim. Hasan kılıklı Ömer'de dahil kimseye güvenmeyecektim. Ömer gibi birisine güvenilmezdi? Hem yaşça büyük hem de tehlikeli bir adamdı.

''Ben yapmayacağım.'' Omuzlarımı dik tuttum.

Elmanın çöpünü camdan dışarıya fırlattı. ''Bana karşı büyük bir haksızlık yapıyorsun.''

''Gider misin?'' Sağlam elimle kapıyı gösterdim.

''Kapıdan çıkamam, evdekiler görür beni.'' Camı tamamen açtığında, oradan atlayacağını düşündüm. ''Ayrıca sana anne ve babanın mezarını söyledim. Bu kabalığın neden? İnsan böyle davranır mı? Şimdiki gençler pek hadsiz olmuş.''

''Git!''

''Gideceğim.'' Kafamdaki sargıya umursamaz bir ifadeyle bakınca, hafiften gerildim. ''Geçmiş olsun, duyunca çok üzüldüm. Neyse ki bir şey olmadı, kafan hâlâ sağlam.''

Bu adamı asla anlamıyordum. Her şeyi bu kadar dalgaya alıp da geçmişe bağlı olmak ne de saçma şeydi? Hem geçmişiyle iç içe yaşayıp karısı için üzüntüsünü dile getiriyordu, hem de otomatik bir biçimde bazı olaylarla dalga geçiyordu. Çift kişilik bir karaktere büründüğünü, artık düşünüyordum.

''Sen hayatımda gördüğüm, en ruh hastası insansın.'' Dişlerimin arasından konuştum.

Yine sırıttı. ''Ablandan sonra? Malum, senin ablan bunun kitabını yazmış Sevgili Gece.''

Yatağa doğru yürüdüğümde, canım yine acımıştı. Yerde gördüğüm terliği alıp almamak arasında kalmıştım. Hafif doğrulmaya çalıştığımda, ağzımdan küçük bir çığlık koptu. Belim ağrıyordu, belli ki kemiklerim ciddi bir zarar görmüştü. Bunu hak etmiştim.

''Senin saç rengin ne? Boya mı? Benim saçlar beyaz, boya numarasını söylersen, saçlarımı boyayacağım.'' Göz kırptı, göz göze geldiğimizde. ''Hem, pişti oluruz.''

Terliği elime aldım ve hiç düşünmeden yüzüne fırlattım. ''Git artık git! Sabrım kalmadı git!''

Yüzüne gelen terliği havada yakalamaya çalıştı fakat nafileydi. Yere düşen terliği eline aldı. Pembe, süslü terliğim eline asla yakışmamıştı. Terliğin dokusuna baktı. Beni çıldırtmayı amaçlıyordu. İşe yaramadığını da söyleyemezdim.

''Az daha gözüm gidiyordu. Neyse ki tuttum.'' Terliği camdan dışarıya attı. ''Bu arada şiddete meyilli olduğunu düşünüyorum. İstersen, bir psikolog tanıdığımı senin için ayarlayabilirim. Böylece, insanların yüzüne bir şeyler fırlatılmayacağını öğrenirsin.''

''Ne istiyorsun Hasan?'' Dede diye eklemek istedim, son anda sustum.

Elini yeni çıkmış beyaz sakallarına götürdü. ''Aslında, birçok şey istiyorum. İsteklerim uzayıp gidiyor ama şu an önceliğim elbette saygı değer amcandır.'' Elini mermere dayadı bu sefer. Sırtını izledim. Amcamdan bu kadar nefret edişi normaldi. Normal bir insan amcamı zaten sevmezdi.

''Onunla tek başına uğraş, benden bir halt çıkmaz sana.'' Bir adım attım. ''Ayrıca, senin gördüğüm en kötü insanlardan birisisin. Senin yüzünden kaza yaptım ben.'' Kapıyı kolumla gösterdim. ''Defol git! Hesaplaşacağın insanlar ben değilim.''

Eylül odaya çıkabilirdi, bir an önce Ömer'in gitmesi gerekiyordu.

''Peki, gidiyorum.'' Cama çıktı. ''Kendine iyi bak.''

''Örümcek adam mısın sen? Bu ne ya? Deli misin? Geberip gideceksin, sonra başıma kalacaksın.''

Çam ağacının uzun dalını kendine doğru çektiğinde, gülümsüyordu. ''Korkma kötülere bir şey olmaz. Bir dahakine görüşmek üzere.'' Camdan attı kendini.

Elimi ağzıma götürdüm. Daha ne kadar şaşıracaktım bilmiyordum. Camdan atlamıştı, camdan atlamıştı? Bu olayı unutamayacaktım. Ömer gerçekten tuhaf birisiydi. Hareketlerinin altında yatan deliliğin farkındaydım fakat böyle bir şey beklemiyordum.

Kafamı camdan dışarıya uzattığımda, yerden kalkıp toparlanmaya çalışırdı.

''Keşke ölseydin.'' Diye bağırdım.

Gözlerini yukarıya kaldırdı. ''Nankör kız, tıpkı amcan gibisin.'' Kahkaha ata ata bahçeden dışarıya çıktı.

Diyecek hiçbir şey bulamıyordum.

Ellerimi birbirine vurup odadan çıkmaya çalıştım. Mutfağa inmem gerekiyordu. Aşağıya inmeye çalıştığımda, yine dengem şaşmıştı. Kafam sürekli dönüyordu. Bu ev bana iyi gelmiyordu. Duvarlara sürttüm ellerimi, duvarların rengi kaldı ellerimde. Krem duvarlara bakmamaya çalıştım.

Vücudum ağrı içindeydi, kalbimde küçük sızılar.

Çokça yıkılmışlıktı hislerim, yine de dik durdum.

Mutfağın kapısının önüne geldiğimde, yoğun bir sigara kokusu aldım. Sigara ve alkol karışımlı kokuyu hissetmemeye çalışarak gözlerimin hapsine giren iki insana baktım. İki çift beden karşılıklı oturuyordu. Gürsel Yalçın ile Eylül Yalçın sohbet ediyordu.

''Durumu nasıl kızın?'' Diye sordu Gürsel.

Benim bir ismim vardı.

Eylül'ün sesini işitir işitmez, kafamı gizledim. Onları dinlediğimi fark etmelerini istemiyordum. Gizlice dinleyecektim.

''Daha iyi.'' Tabak sesi geldi, yemek hazırlıyordu. ''Dün aklım çıktı, onu öyle görünce nefes alamadım sanki.''

İnanma, inanma, inanma.

Gürsel ortaya bir kahkaha patlattı. ''Yaramaz bir kız gibi davranıyor, bu kızı böyle yapan sensin. Her isteğini yaptın, annesi gibi şımarık teki olmaya başladı. İrfan'a bu yüzden kızgınım. Küçük yaşta eğitemediler, gelmiş yirmi üçüne hâlâ her şeye sızlanıyordu.''

Ellerim yumruk oldu.

Eylül çatalları diziyordu sanırım, çatal sesi tabak sesine karışmıştı. ''Kaza yaptı, amca. O kaza kolay atlatılacak bir kaza değildi.''

''Keşke ölseydi, başımıza kaldı.'' Dedi Gürsel.

Önceleri, ablamdan nefret ederdim. Hayır, nefretimin hedefini değiştirmiştim. Önceliğim, o adam olacaktı. Gürsel denilen yalancı adamı bizzat mahvedecektim. Gördüğüm en bencil insandı. Bana bunu yapmaya hakkı yoktu. Ölmemi isteyecek kadar kötülüğe bürünmüştü yüreği. Diyecek hiçbir şeyim yoktu, şaşkındım, şaşırmamam gereken konuda.

Onları daha fazla dinlememek için yukarıya çıktığımda, adımlarım Eylül'ün odasında duraksadı. Odalarımız karşı karşıyaydı. Odasının kapısını aralık bırakarak, kendi odama girdim. Yatağın altına, onun bana içirdiği ilaçları saklamıştım. İlaçları kutusundan çıkarıp direkt odasına gittim.

Her zaman komodinin üzerinde sürahisi olurdu.

İlacı elime alıp bastırdım, toz haline getirdiğimde, yüreğim sancılandı. Bütün inançlarımı o yok etmişti.

Beni mahvetmişti, ailemi mahvetmişti, kalbimi derin bir acıyla baş başa bırakmıştı. Ölümü hak ediyordu, benim gibi günden güne erimeyi hak edecek kadar kötü birisiydi o. Sürahiyi alıp içine tozdan yaptığım ilaçları koydum. Bu son değildi, elbette. Son olmayacaktı.

Dudaklarımda bir gülümseme mevcuttu. Bu gülümsemeyi bozmadan tekrar aşağıya indim. Mutfağa gittiğimde, amcam yoktu. Muhtemelen bana gözükmeden gitmişti. Mutfaktan içeriye girdim.

Eylül sigara içiyordu.

Avuçlarımın arasında biraz ilaç kalmıştı. ''Su içeceğim, içer misin?''

''Sen neden dinlenmedin?'' Diye sordu.

Ona bakmamaya çalışarak, suyu dolaptan çıkardım. ''Uykum gelmedi ki.'' Duraksadığımda, ellerim harekete geçmişti. Toz olan ilacı suya attım. ''Naz'ın arabasına biraz üzüldüm. Benim yüzümden arabası hurdaya döndü.'' Suyu önüne bıraktım.

Kendime de ayrı bir temiz bardak hazırlamıştım.

İç çekerek bardağı dudaklarına götürdü, tek dikişte bitirdi. ''Arabanın motoru zaten yanmaya hazır haldeymiş. Sorun etmene gerek yok. Yanlış bilmiyorsam, Serter ona bir araba tahsis etmiş.''

Serter iyilik kahramanım mıydı?

''Anladım.'' Dedim.

''Neyse, ben şu saçımı düzelteyim. Sonra yemeğe başlayalım.'' Dedi.

O gittiğinde, mutfakta yalnız kalmıştım. Yine yemeklerini yiyemeyecektim. Özel mantarlı bir çorba yapmıştı. Genelde kendine ait bir sosuydu, yine de benim için kullanmıştı sostu. Yanına da az pişmiş bonfile ile salata vardı. Salatasına baktığımda, canımın çektiğini fark ettim. Ben bunları yiyemezdim ki?

Zehirliyordu beni, belki de içinde zehir vardı.

Kapı çaldığında, yemekle uğraşmayı bırakıp adımlarımı kapıya yönelttim.

''Serter?'' Kapıyı şaşkınlıkla açmıştım çünkü Serter hiç görmediğim kadar öfkeli görünüyordu.

Elleri yumruk yumruk, dudaklarını ise sinirden sıkıyordu. Kapıyı sonuna kadar ayağıyla itip içeriye girdi. İki kolumu birden tuttuğunda, öfkesinin altında ezilmekten korktum. Hiçbir şey demedi, dudakları kilitti. Cümleler susmuştu, kelimeler sessizlikle mücadele ediyordu.

''Serter, ne oluyor?'' Meraklanmıştım.

''Gece.''

''Ne oluyor?'' Sorumu tekrarladım.

Yüzündeki ateşi gördüm. O ateş silah gibi kalbime saplanmıştı. Yüzüme eğildi, öfkli bakışlarını bir an olsun hiç geri çekmedi. Korkuyordum, onu bu hale getiren olayın adını bilmesem de korkuyordum.

''Ailenin öldüğü gece ne oldu?'' Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. ''Daha doğrusu, sen mi öldürdün ablanla amcan mı?'' Fısıldadı.

Bozguna uğratan denizler, eski kayıkta güneşi uğurluyordu. Ay ise, bulutların arkasından çıkarak parlaklığını yitirmenin acısıyla ağıt yakıyordu. Ne denizim, denizdi. Ne de bulutun arkasındaki ayım, aydı.

Tek bir şey vardı.

Geçmiş, asla unutulmazdı.

| Bölüm nasıldı?|

| Son sahne hakkında yorum alabilirim. Burada kestim çünkü sizi başka türlü merakta bırakamazdım. Evet evet kötü bir wattpad yazarıyım...|

| Bölüme kısa diyenlerin evini, silahla basıyorum haberiniz olsun. - kızgın emoji. |

| Barış...|

| Bölümde en etkilendiğiniz sahne?|

| Kso ailesi, Yalancı Dokunuşlar kitabıma bakmayı unutmayın.|

| Beni İnstagramdan da takip edebilir, tüm duyuruları okuyabilirsiniz. İnstagram: ebrununhikayeleri|

| Öptüm.|

| Ebru Işık :) |

Continue lendo

Você também vai gostar

268K 8.1K 27
「𝗥𝗘𝗠𝗘𝗠𝗕𝗘𝗥 𝗠𝗘」❝Always remember me, Hale ❞ ▪︎ Synopsis ▪︎ Payton Dean was practically well known, mainly because she made sure to make a stat...
59.9K 4K 162
Shido was suddenly summoned to a Neighboring World, and was all alone. Fortunately, the Spirits could go visit him and spend time with him. However...
33.5K 1.2K 16
Living in the city, Colby is living in a mansion wealthily and amused. But what happens once one small mistake ruins his father's company, costing th...
119K 5.7K 44
ငယ်ငယ်ကတည်းက ရင့်ကျက်ပြီး အတန်းခေါင်းဆောင်အမြဲလုပ်ရတဲ့ ကောင်လေး ကျော်နေမင်း ခြူခြာလွန်းလို့ ကျော်နေမင်းက ပိုးဟပ်ဖြူလို့ နာမည်ပေးခံရတဲ့ ကောင်မလေး နေခြ...