ELIYS (+18)

By nursenturanli

153K 9.1K 4.2K

Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye ne... More

UYUYAN GÜZEL
ÇİLEKLİ PASTA
KABUS
UYANIŞ
ŞİZOFREN
KIZIL VAZO
GİRDAP
KAPI
SİS
SANDIK
EFİRUS
KÜKÜRT
DERİN KORKU
KAYIP TABLO
BİLİNÇ
HİÇLİK
NEFRETİN İLK TOHUMU
BEDEL
BROŞ
Sızı
KARANLIK YÜZ
İLK ADIM
DÜĞÜN 1.
DÜĞÜN. 2
IZDIRAP
AMADEOS MOZART
1.KISIM SIR SARMALI
2. KISIM BASKI
3.KISIM UÇURUM
ŞAH VE MAT
HASAT VAKTİ
Dönüş 1
Ölüme Çeyrek Kala
Yalanlar Ve Gerçekler
ANAHTAR
Geçmişin Tozları
SON ELIYS
Elyıs Başlangıç
İlk Ateş
Güç Oyunları
Ayrılık
Savaş
Madalyon
İNANÇ
KADER AĞI
KİM SİN SEN?
Zehirli Elmalar
YILAN OTU
ZEHRİ AŞK
Mecuz
LANET

AYNADA Kİ YANSIMA

3.2K 214 65
By nursenturanli

Kız dışarı çıktı. Mete hemen arkasında koştururcasına tuttu kolundan.

"Esin! Esin! İçeride olanlarda neyin nesiydi böyle? Ne oldu Bayan Papari'ye? Onu ilk kez böyle gördüm. Ne söyledi sana? Bu arada sen Fransızca biliyor muydun? Esin! Neler oluyor?"

Şaşkınlıktan, tüm cümleleri birbirine karıştırıp ardı ardına sorular sorup duruyordu.
Esin'in yüzünde ilgisiz, umursamaz gevşek bir hal vardı. Sadece sıcacık gülümsüyordu.
Mete ise anlam arıyordu Esin'in gözlerinde.

"Sakin ol Mete. Bir şey olduğu yok. Kadın kafayı sıyırmış, saçmalıyordu.
Medyum zırvalıkları işte. Sanırım tansiyonu yükseldi. Bu yaşta normal olmalı.
Sorun yok. Bende anlamadım boş ver. Hadi gidip elbisemi alalım."

Mete'nin tedirgin hali açıkca hissediliyordu, çünkü Esin'in bu halleri onu fazlasıyla ürkütüyordu.
Sürekli olarak arabada çaktırmadan Esine bakıyor, Esin'in ona bakacağını hissettiği an hemen yüzünü çeviriyordu.
İçinden konuşup duruyordu.

EFİRUS olayı, akabinde de bu olay. Oysaki onu ilk tanıdığı zaman ürkek, pasif, ezik bir kızdı.
Esin'de hızla değişkenlikler oluşuyor ve Mete her anına şahit oluyordu.

Esine dönüp:

"Korktum"
"Anlamadım Mete neden korktun?"
"O an, Bayan Papari ile konuştuğun sırada senden ürktüm. Sen, sen değildin sanki. İçerideki kız sen değildin başkasıydı. Bakışların, tavrın, mimiklerin beni çok korkuttu."

Kız kahkaha atarak:

"Yapma! Benden korkuyor olamazsın. Orada Bir şey olmadı. İnan bana her şey yolunda rahat ol lütfen. Bu arada bana çaktırmama ya çalışsan da beni sürekli süzdüğünün farkındayım. İki kere kırmızı ışıkta geçtin."

"Offf tamam. Peki öyle diyorsan?"

***
O sırada telefonum çaldı. Arayan Mert idi hemen heyecan içinde açtım.

"Canım. Ablasının bir tanesi. Nasılsın?"
"İyim ablacım. Turnuvada ikinci olduk biliyor musun? Yine de iyi bir başarı sayılır.
Seni çok özledim. Sana anlatacak bir sürü şey var. Ne zaman döneceksin?"

"Yakında tatlım, çok yakında. Uzun uzun konuşacağız seninle. Bende çok özledim
Seni ve annemi. Sana ne getirmemi istersin? Söyle ablana."

"Hiçbir şey istemem. Sen gel yeterli."

Canım, ne çok özlemişim onu.
Mete: "kardeşin mi?"

"Evet, canımın içi en değerlim. O başka, bambaşka bir çocuk. Düşünceli, hisli, anlayışlı bu arada çok da zekidir."

"Ne güzel, çok şanslısın Esin. Keşke benimde bir kardeşim olsaydı."

Üzülmüştüm Mete adına hiç kimsesi yoktu.

"Kardeşimle adaş sayılırsınız. Belki de bu yüzden sana güveniyorum. Kaldı ki Tuğrul var. O da ailen sayılmaz mı.?"

Hiçbir şey söylemedi. Onun adına gerçekten üzgündüm, bu hayatta yapayalnızdı.  İkimizde bu durum karşısında hüzünlenmiştik.

Akşam olmak üzereydi ve kızıl mavi bir hava vardı gökyüzünde.
Şatoya çoktan varmıştık. Mete araba da bana bir hikâye anlatmış ve katıla katıla gülüyorduk. Duyduğum en komik hikayeydi diyebilirim.
İçeri girdiğimiz sırada Tuğrul, iki beyle tam da karşımızda duruyordu.
Bize ters ters bakarak sert bir şekilde yüzünü devirdi. Yine her zaman ki gibi bozuk ve gergindi.
Onu gördüğümüz anda ikimizde susup aniden ciddileşmek zorunda kalmıştık.
Mete'ye bakıp başını hafif yana doğru eğdi. Gözleriyle işaret vererek çalışma odasına geçmesini söyledi.
Bu adamın neye kızıp kızmayacağını artık kestiremiyorum. Umarım Mete'yi kırmaz diye geçirdim içimden.
Ben merdivenin dibinde onlara bakarken, Nancy'de o sırada merdivenlerden aşağıya doğru iniyordu. Onunla aynı ortam da durmak bile beni fazlasıyla geriyordu.

Bu sebepten çok seri bir şekilde yukarı çıkıp odama gitmek istedim.
Tam yanından geçtiğim sırada anında koluma yapıştı. Kolumu hızla çektim elinden. Alt dudağının kenarını ısırarak:

"İyi show du. Bravo, hiç at binmemiştin öyle mi? Hıh! Kendini akıllı sanıyorsun değil mi? Ezikliğini böylemi örtbas ediyorsun? İlgi çekerek mi.?"

"Bakın bayan Nancy, benden ne istediğinizi bilmiyorum. Neden bu nefret? Ben size ne yaptım?"

Merdivenin korkuluğuna yaslanarak kollarını birbirine bağladı. Gözleriyle etrafı şöyle bir göstererek:

"Etrafına bir bak ne görüyorsun? Sence buraya ait misin? Burası bir şato farkında mısın? Sen burada hizmetlimiz bile olamazsın. Evine dön. Bitsin bu saçmalık."

"Bak Nancy buna ben karar veririm."

Sinirlenerek kollarını hemen çözüp yüzüme yaklaştı.

"Haddini bil, yoksa bildiririm."

Anlamsız bir bakış atıp doğruca yukarı odama çıktım.
Benden hoşlanmıyor ve hatta nefret ediyordu. Mete ile olan dostluğumuz mu onu kızdıran?
Bazen Mete'ye baktığını fark ediyorum. Ama Mete bunun farkında bile değildi.
Bir saat sonra hizmetli bayan yemeğe inmem için odama gelip haber verdi.

Aşağıya inerek yemek salonuna doğru yürüdüm. Kapıyı açtığım da upuzun yemek masası konuklarla doluydu.

Tuğrul masanın başında sandalyesine yan oturmuş, elinde bir dal çiçeği çevirip duruyordu. Bedeni oradaydı ama ruhen başka yerdeydi. Beni gördüğü an garip bir bakışla bana baktı. Herkesten kopuk halde kimseyle ilgilenmiyordu. Rahat tavrı dikkat çekiyor ve de dalgın ve düşünceliydi. Hiç kendini bozmadan bana baktı uzun uzun.
Yerinden kalkıp yanıma doğru ilerledi. Elimi tutarak bana sıcacık gülümsüyordu.
uzun zamandır ilk kez bana bu kadar yakın davranıyordu.

"Gel Esin, yanıma otur."

Masanın en başına geçtik. Sandalyemi çekip yanına oturttu beni.
Nancy hemen yan tarafımda, karşısında Mete ve başucumuzda iki elini önünde bağlamış olan Bayan Meri bulunuyordu.

Konuklar sessizce yemeklerini yerken, Tuğrul bana bakıp saçlarımı yana doğru okşadı. Sonrasında boynuma doğru yaklaşarak küçük bir öpücük kondurdu.

Neler olduğunu anlamamıştım. Ne olmuştu da bana bir anda bu kadar yakın davranmaya başlamıştı. Nancy ve Mete itinayla bize bakmamaya çalışıyor, onun yerine konuklarla ilgilenip sohbet ediyordular.
Yemek boyunca sürekli olarak benimle ilgilenip durdu. Arada da ayıp olmasın diye masada ki konuklarla bir iki laf konuşuyor ve yeniden bana dönüyordu. Bir an olsun elimi bırakmadan yarın akşam yapılacak olan partiyle ilgili konuştular.

Sürekli ona bakıp durdum.
Beni fazlasıyla şımartıyor, ilgili ve de şefkati ile beni özel kılıyordu. Üstelik bunu herkesin içinde rahatça sergilemeside hoşuma gitmiyor değil hani.

Nancy sinirden kıpkırmızı olmuş, gözlerini sürekli benden kaçırıyor. Akşam ki konuşmasının karşılığını almasının rahatsız edici etkisi altındaydı.
Ya Mete. Neden bu kadar soğuk ve ciddi bana karşı.?

Onun dostluğu benim için çok değerli. Onu incitip kırdım mı acaba farkında olmadan.

Akşamın ilerleyen saatlerin de yemekler yenmiş, konuklar bir bir odalarına çekilmeye başlamıştı.

Bende oldukça yorgundum. Ayağı kalktığım esnada Tuğrul elimi tutup:
"Seni odana kadar götüreyim." Dedi.

Bana odama kadar refakat edip kapıyı açtı.
Eliyle çenemden hafifçe tutup kendine çevirerek saçlarımın lülelerini okşayarak kulağımın arkasına götürdü.
Tüm yüzümde geziyordu göz bebekleri. Küçük bir çocukmuşum edasıyla şefkatliydi.

"İyi geceler Esin. Şunu unutma hiç kimse ama hiç kimse ben varken sana zarar veremez. Bunu unutma. Yarın ki parti için sana giydirecekleri elbiseyi giy lütfen. Ve senden ricam saçlarını topla olur mu?"

"Peki. Nasıl istersen."

Öyle yakındı ki bana hiç olmadığı kadar. Sıcak, duygulu aşk dolu gözlerle bakıyordu.

"Şimdi uyu prenses, yarın yorucu bir gün olacak."

Saçlarıma yaklaştı koklayarak öpüverdi ve çekip gitti.

Ohh Allah'ım, çok mutluydum.
Yine eskisi gibi olmuştu. Beni görüyor ilgileniyordu. Hemen soyunup pijamalarımı giyip yatağa yattım. Pervin e yazdım ve yeni gelişmeleri tek tek anlattım. Sonrasında ayaklarımı bağdaş yapıp Tuğrul'un resimlerine baktım.

Ve dua ettim.

"Ne olur Allah'ım o benim olsun. Benden başka kimseyi sevmesin, yalnız beni sevsin."

Ve uzandım yumuşacık yatağa. İpek çarşafı üstüme çekerek uzun zamandır yaşamadığım bir huzurla uyudum.

Kız gözlerini yumup kendini salmıştı rüyalar alemine gecenin berrak aydınlığında. Parlak yıldızların içinde ışıldayan dolunay odasını aydınlatıyordu.
Ilık meltem rüzgarı, gipür perdesini dans ettirirken penceresinin hemen yanındaki çınar ağacının dalları eşlik ediyordu.
Kuşlar en güzel şarkılarını onun için söylüyordu.
Duru güzelliğini, gökyüzündeki ay kıskanıp daha da aydınlatıyordu yeryüzünü.
Bembeyaz kadifemsi teni; tıpkı bir inci tanesi gibiydi pürüzsüz ve ince...
Zift karası ipek saçları, dökülüvermişti tel tel yastığının her bir yanına.
Öylesine saf ve masum duruyordu ki arınmıştı tüm kötülüklerden.
Güzel gözlerini kapatmışken, uzun kıvrımlı kirpiklerinin gölgesi düşmüştü yanaklarına.

Elleriyle sarmıştı sırmalı ipek örtüsünü sımsıkı korkmuşçasına.
Uyu. Ey periler diyarının güzeller güzeli.

Ve aniden karardı odası. Siyah bir bulut hüzmesi sardı yatağının etrafını.
Kuşlar aniden telaşla uçuverdi.
Kara bulutlar kapattı gökteki ışıldayan Ay'ı. Duruverdi aniden gipür perdesi. Hızla kapattı rüzgâr penceresini.
Odasının duvarlarında gezinirken iblislerin korkunç gölgeleri bir bir...
Dokundu saçlarına buruş buruş kan kokan eller.
Okşandı yüzü, saçları... Ve korkunç çatallı sesleri yankılandı kızın odasında.

"Uyu, şimdi uyu. Yakında uyanacaksın! Her asrın lanetlisi! İsteğin emirdir... "

Sabah :8.30
Kapım çalmaya başladı.
İçeri giren hizmetli kız kahvaltıya beklendiğimi haber verdi.
Geceden kalma neşem ve mutluluğum hala yüzümdeydi.
Duş alıp alelacele giyindim saçlarımı üstün körü toplayıp.
Tıpkı bir ceylan gibi sekerek indim merdivenleri birer ikişer. Hızla aşağıya indim.
Of etraf çok kalabalık. Her yerde çalışanlar, son hazırlıklar yapılıyor akşam ki davet için. Hızla koşarak bahçeye gittim. Tuğrul yalnızdı masada. Hayret, ilk defa misafirleri yoktu yanında. Hemen yanına geçtim. Beni görünce tatlı bir telaşla ayağı kalktı.

"Gel. Bu sabah yalnız ikimiz baş başa kahvaltı yapalım."

Oturdum hemen karşısına. Tabağımla,bıçağımla her şeyimle ilgiliydi. Oldukça neşeliydi. Yüzünden tebessüm hiçeksilmiyordu.
Ben kahvaltı yaparken o da beni izliyordu.
Hasret kalmışçasına, delice bir özlem vardı gözlerinde. Sadece izliyordu hertavrımı yılların hasreti varmışçasına.

Nasıl da güzel bakıyor, o gözlerde kaybolmak istiyordum.
sınırsızca razıydım oradaki her çileye, acıya, kedere ...

Yeter ki bir ömür bana böyle güzel baksın.
Ona duyduğum his sadece aşk değildi.
Bilinmezlik ve esrarı çözülemeyen bir gizem vardı bu aşkta. Bunu çözmek imkânsız...

Keyifli bir kahvaltı yaptık. Konuştuk, dahası ben konuştum o ise hayranlıkla izliyordu beni; her kelimemi, cümlemi, mimiğimi...

Aniden elini elimin üstüne koyarak:

"Esin, keşke seninle."
"Evet"
Durdu bir süre.
"Yok bir şey unut gitsin."

Ve Bayan Meri gelip başımıza dikildi yine.

"Efendim, sizi görmek isteyenler var. Bekliyorlar."

O ise hala beni izliyordu aynı ifadeyle.

Ayağı kalkıp eğilerek elimi öptü. Gözlerimin içine bakarak gülümsedi.
"Döneceğim. Biraz işlerim var."

O sırada Bayan Meri yüzünü çevirdi bizden.
Bu durum onu çok huzursuz ediyordu.
Tuğrul önde Meri arkasından ayrıldılar yanımdan.
Kahve fincanımı iki elimle tutup etrafı izlemeye koyuldum.
Bir yudum aldım içimdeki derin huzurla.

İnanılmaz bir gürültü vardı her yerde. Gezindim biraz mutluluk içinde.
Davet salonunu merak ediyordum. Yürüdüm şatonun güneyine. Uzunca taş koridorlardan büyük devasa bir kapı açılıyordu salona. Aşağı yukarı bin metrekarelik iki katlı bir salondu. Her yerinde kristal şamdanlar vardı. Herkes karınca gibi çalışıyor.
Diğer kapısından çıkıp bahçeye yöneldim. Arkamı döndüğüm sırada Mete'yi gördüm. Gülümsedim ona. O ise beni görmezden gelerek başını eğip yönünü değiştirdi.
Hemen koştum peşinden.
"Mete! Mete!"
Beni duymazdan geliyordu. Hızla yaklaşıp kolundan tuttum.

"Mete, sana seslendim neden cevap vermiyorsun?"

"Duymadım Esin."

"Duymaman mümkün değil. Sorun ne? Mete neden benden kaçıyorsun.?"

"Öyle bir şey yok Esin. Malum davet, çok meşgulüm şimdi izninle gitmeliyim."

Bir sorun vardı. Mete aniden bana karşı değişmişti. Mesafeli durmak istiyordu. Ama neden? Dün Tuğrul onunla konuştuğundan beri benden uzak duruyor, göz göze gelmekten bile kaçınıyordu. Ne oldu acaba?
Benim yüzümden mi? Bu durum beni üzmüştü.
Dün ne olduysa her şey tersine dönüşmüştü. Tuğrul ve Mete yer değiştirmiş gibiydiler. Off!

Müzik:yasmin levy :vivir

Akşama henüz çok vardı. Biraz gezinti yapmak istedim.
Şatonun kuzeyine doğru yöneldim.
Keşfedilmemiş sayısız yerlerden biriydi burasıda.
Taştan dar yuvarlak merdivenlerden yukarıya doğru bir bir çıktım.
Upuzun bir koridora getirmişti beni merdivenler. Koridorun uzunluğu yaklaşık iki yüz metre, eni ise tahminen bir buçuk metre mesafeden ibaretti. Kasvetli atmosferi insanın ruhunu daraltıyordu. Taşları zaman içinde kararıp simsiyah olmuştu.
Elimi duvara sürterek yürümeye devam ettim. Bir kapı çıktı karşıma. İki elimle iki kanadını aynı anda açtım. Açtığım sırada karşıma taştan bir koridor daha çıktı.

Bu koridoru diğer koridordan ayıran detay, birer metrelik mesafe aralığıyla tek taraflı pencerelerin olmasıydı. Pencereler; Tavan ve taban arasına konumlandırılmış, ince bir işçilikle kırmızı, yeşil ve sarıdan oluşan renkli camlarla hoş bir
görsellik kazandırılmış.

Kuzey cephe olması itibariyle bu kadar çok pencere koymalarının sebebi daha çok ışık alması olmalı sanırım.
Pencerelerin ahşapları ise neredeyse çürümek üzere küflenmiş. Anlaşılan o ki uzun zamandır hiç kimse burayla ilgilenmemiş, tamamen kendi kaderine terkedilmiş. Beni asıl şaşırtan ise her pencerenin karşısında birçok tablonun bulunmasıydı.

Tüm tablolarda kadın portreleri özellikle de eski çağlara ait güzel kadınlardan oluşan resimler vardı. Resimler; giyim tarzı ve duruşlarına bakılırsa, farklı zaman dilimlerin de resmedilmiş Aristokrat ve soylu kadınlardan oluşuyordu. Hepsi birbirinden güzel eşsiz güzelliklere sahipti. Tek tek inceledim her birini ayrı ayrı.
Ressamlar öylesine güzel resmetmiş ki gerçek gibiler. Her an canlanıp tablodan dışarı çıkacaklarmış hissi veriyordu.
Boyaların renkleri ve fırçaların dokunuşlarına bakılırsa, çok ustaca yapıldıkları ve iyi ressamların ellerinden çıktıkları anlaşılıyordu. O kadar çoktu ki koridor boydan boya bu resimlerle doluydu. İsimleri belirtilmemiş sadece yapıldıkları tarihler ve de ressamların isimleri yazılıydı.

Dikkatimi çeken ayrı bir husus ise onları resmeden ressamların adları farklı olmasına rağmen el yazılarının birebir aynı olmasıydı. Bu mümkün olabilir miydi? Hepsini aynı ressam çizmiş olamaz. Tarihler arasında çok uzun yıllar var.
Burada öyle gariplikler gördüm ki, bu da cevapsız onlarca sorudan biri daha olarak kalacak zihnimde.

Peki ama neden kuzey cephe? Tablolar nasıl oluyor da çürümüyor?
Sırtımı pencereye dayayıp kadınları dakikalarca dokunarak izledim.

Her tablo da benim bir parçam mevcuttu adeta. Sevmiştim çok sevmiştim burayı. Ait olduğum yerdi sanki burası. Tıpkı tablolarda ki cansız kadınlar gibi.

Tüm tablolardaki kadınların yüzünde aynı hüzün vardı. Hepsinde aynı bakış aynı acı ifadesi. Neden bu kadar mutsuz hüzünlülerdi? Bana ne kadarda tanıdıklar. Hepsini bir yerlerden tanıyor gibiyim.
Bir aşağı bir yukarı sayısız kez yürüdüm durdum.

Duvara kapakladım vücudumu. Farklı bir boyuttaydım. Bu derece boğucu, iç daraltan, soğuk bir mekân benim için dünyanın en güzel yeri gibiydi. Mistik havası beni etkilemişti. İçimin yansımasıydı burası. Zamanın hükümsüz kaldığı yerdi. Tıpkı benim gibiydi burası; ruhsuz, hissiz, cansız ve yarını meçhul...

Yan taraftaki duvarda bir iz vardı.
Duvardaki izden anlaşılan orada bir tablonun daha olduğuydu. Tablonun altındaki taşlardan yıllardır orada asılı olduğu anlaşılıyordu. Peki eksik tablo nerede? Kimin portresiydi acaba? Özel biri olmalı. Aksi halde neden onun yeri diğerlerinden farklı olsun ki?
Artık gitmeliydim.
Tam kapıya yaklaşınca ilk tabloya yeniden baktım.
Bu resmi, bu kadını bir yerlerden hatırlıyorum. Pembe elbiseli Asyalı kadın bana çok aşinaydı. Bu yüz? Aman Allah'ım! O kadın. Evet o, rüyamda gördüğüm çürüyüp toza dönüşen kadındı. Gözlerinde aynı ızdırap dolu bakışlar. Kim bu kadın?

Odama geldim. Akşama az bir vakit kalmıştı. Beni hazırlamak için gelecek olan kızları beklerken aynanın karşısına geçip kendi yansımamı izledim.
Yüzüm ne kadar da soluk. Benzim sararmış solmuştu tablolardaki kadınlar gibi.

İçimde biri var; gezip dolaşan, bana benden yakın, bana yabancı biri. Bazen hırçın, bazen öfkeli, bazen de küçük bir çocuk masumiyetinde...

Kapı çaldı o sıra. İçeri birçok kişi girdi. Beni hazırlayacaklarını söyleyerek hazır olup olmadığımı sordular?

Hızla beni hazırlamaya koyuldular.
Saçlarımı topladılar tıpkı Tuğrul'un istediği gibi. Makyajımı yaparak her detayımı itinayla süslediler. Sonrasında krem renginde sırtı açık saten bir elbise getirip dikkatlice giydirdiler. Ben ise aynanın karşısında hareketsiz ve sakince duruyordum. Derken kapı çaldı. Aynadan baktığımda içeri girenin Tuğrul olduğunu gördüm.
Çalışanlara,

Müzik:Ulak_mesenger
Evanthia Reboutsika

"Çıkın dışarı hepiniz."
Tüm çalışanlar çıkarak kapıyı kapattılar.
Hiç kıpırdamıyordum. Yaklaştı yavaşça arkamdan. Elinin tersiyle sırtımıokşamaya başladı.

İçimi titretiyordu dokunuşu. Tüy gibi yukarı aşağı okşayıp durdu. Boynuma yaklaştığında sıcacık nefesi ensemi ısıtıyordu. Öylece taş gibi duruyordum. Smokininin cebinden bir gerdanlık çıkardı.

Yavaşça boynuma tutup:

"Bu gerdanlığı takmanı istiyorum." Dedi.

Ateş kırmızısı bir gerdanlık çıkardı. İri, değerli taşlarla bezenmişti. Pırıltısı ve ışıltısı neredeyse yüzümü aydınlatıyordu. Gerdanlığı, boynuma zarifçe okşayarak takıverdi.
Heyecan içimde gerdanlığa dokunuyorken o arkamda durmuş aynadan beni izliyordu.

"Çok güzel bir gerdanlık. Çok değerli olmalı."

"Evet değerli. Dünyada bir eşi daha yok. Paha biçilmez."

"Bunu takamam. Bu kadar değerli bir gerdanlığı taşıyamam."

Saçımdan bir teli ayırarak:

"Evet değerli. Ama saçının tek teli kadar bile olamaz."

Eğilerek boynuma küçük buseler kondurdu. Dayanılmaz bir hazdı bu.
Ellerini belimden sarıp, önden birleştirdi sımsıkı.
Arkadan yüzünü boynuma gömüp, anlatmaya başladı gerdanlığı sırlı geçmişini.

"Bu gerdanlığı değerli kılan üstündeki mücevherler değil, insanın kalbini tıpkı bir ayna gibigöstermesidir.

***
Çook, çok eskiden asırlarca yıl önce, Pers İmparatorluğunun Şahı olan Bahram, karısı Humay için özel yaptırdı.

Bahram ve karısı humay Öylesine aşıklarmış ki birbirilerine, adeta kalplerini  mühürlemiştiler.
Şah Bahram, elinden gelse dünyayı Humay'a bahşedecek kadar seviyordu.
Aralarındaki bağ, öylesine kutsal ve öylesine güçlüymüş.
Humay kocasına deliler gibi aşıktı, onsuz nefes dahi  alamazdı.
Gece kocası uyuduktan sonra, ibadethanesine çekilir tüm gece kocası için dualar ederdi.

Bahram onun bu aşkına karşılık, kendisine eşsiz bir hediye vererek ona karşılık vermek istiyordu.
Ona eşi emsali olmayan bir ziynet yaptırmak istedi. Öylesine değerli olmalıydı ki sonsuza kadar hiçbir kadın aynısını boynuna takmamalıydı. Tıpkı Humay gibi eşsiz ve güzel olmalıydı. Gerdanlığı süsleyen taşlar Züheran taşıydı. Bu taşlar işlenmesi en zor taşlardı. Züheran taşı; çok kırılgan ve hassastı. Dünya da çok az bulunan, nadir taşlardan biriydi.

Bu eşsiz taşları buldurup gecenin yarısı bir sarrafın kapısına gider.
Yaşlı Sarraf  anlam verememişti gecenin bu vaktinde bu adamın neden buraya geldiğini?
Sarrafın doğuştan el ve ayak parmakları, normal insanlara göre çok daha inceymiş. Sarraf bunu bir kusur olarak değil de lütuf olarak görür ve muhteşem güzellikte mücevherlere hayat verirdi. Onun yaptığı takıların, kimse bir kopyasını dahi yapamazmış.
İncecik parmakları birçok aletin yerini alıyordu çünkü.
Şah kendisini tanıtmış ve taşları tahta masanın üstüne bıraktı. Keskin ve hiddetle bakışları ile,

"Bu taşları işleyeceksin ve eşsiz bir gerdanlık yapacaksın. Teki bile kırılmayacak ve zarar görmeyecek.
Bana öyle bir gerdanlık yapacaksın ki kimse ikincisini yapamayacak. Aksi halde ölürsün"

Adam çok korkmuştu. Kim Şah'a karşı gelebilirdi?

Ama adam işinin ehli usta bir zanaatkardı. Mecburen kabul ederek taşları almış.
Günlerce haftalarca işlemiş taşları ince ince, milim milim. Her detayını farklı motiflerle tasarlamış.

Her parçasını ayrı bir zarafet ve incelikle işlemiş. İki ayın sonunda adam dünyanın en güzel ve eşsiz gerdanlığını yapmış Şah'a.

Bahram çıkıp gelmiş yine bir gece vakti.
Boyu o denli uzunmuş ki girdiği her yere boynunu eğerek girerdi. Kocaman sürmeli gözlerini sarrafa dikip 'getir!' diye emretmiş.

Sarraf, ahşap kutuyu getirip yavaşça kutunun ağzını açtı.
Şah gerdanlığı eline alarak incelemeye başlamış. Muhteşem bir işçilik çıkarmıştı adam. Bahram hayranlığını gizleyememiş ve adama övgü dolu sözlerle şükranlarını sunmuş.

"Çoook güzel çok. Sen iyi bir sanatkardan"

"Efendim, size öyle bir gerdanlık yaptım ki eşi benzeri yok ve de olmayacakta. Bu gerdanlığı özel kılan bir husus daha var ki o da her kim takarsa, kişinin kalbini gösterecek. O kalbin içinde ne olduğunı bileceksiniz"

Bahram gülümseyerek:

"Gerek yok, takacak kişinin kalbini biliyorum zaten"

Bir kese dolusu altını adamın önüne bırakıp oradan ayrılmış.
Ve gerdanlığı alıp özel bir günde Humay'a hediye etmiş. Güzel boynuna takıp hiç çıkarmamasını istemiş.
Humay hiç ama hiç çıkarmıyormuş boynundan gerdanlığı.
Ateşli bir gecede karısıyla çılgınlar gibi sevişirken, taşların parlaklığı aniden Şah'ın gözlerini almaya başlamış. Taşlara baktıkça yüzünün rengi değişmiş. Çünkü içinde öyle bir şey görmüş ki onu kahreden görüntülere tanık olmuş.  Gördükleri karşısında dehşete düşmüş.
Orada gördüğü şey, Humay'ın onu en yakın dostu olan Asaf'la kendisine ihanet ettiğiydi. Her şeyi görmüş o taşlarda. Dua ve ibadet bahanesiyle Asaf'ın odasına gittiğini ve Asaf ile nirlikteliklerini izlemiş.
Humay'ı aniden yere fırlatarak kahrolurcasına ayağı kalktı.
Öfkesi tıpkı vahşi bir hayvanın öfkesi gibiydi. Çılgına dönmüş ne yapacağını bilmez bir halde yerde şaşkınlıkla onu izleyen karısına bakmış. Humay'a yaptığı ihaneti sormuş hiddetle.
Humay inkâr etse de onu  inandırması elbette mümkün olamazdı. Muhafızlara Asaf'ı getirmelerini emretmiş.

Asaf, Bahram'ın en yakın dostuydu ve inkâr etmedi. Cezasına her türlü razıydı.
Bahram'a ihaneti onu zaten öldürüyordu.
Çocukluk arkadaşı, canı, sağ koluydu.
Sırtından vurulmuştu Bahram. Hem de dünyada en güvendiği, sevdiği iki kişi tarafından.
Bahram aniden kılıcını alıp bir an bile tereddüt etmeden Humay'ın gözleri önünde tek kılıç darbesiyle, Asaf'ın kellesini Humay'ın önüne atıvermiş.
Humay korkudan ölecek gibiydi ve Izdırabı tarifsizdi. Çünkü Asaf'ı gerçekten çok seviyordu. Asıl aşkı Asaf'tı ve yılarca Bahram'ı kandırmıştı.
'Beni de öldür' diye yalvardı Bahram'a.

'Hayır! Sen ölümü hak etmiyorsun. Sana olan öfkem dinmez. Beni hem kendinden hem de dostumdan mahrum bıraktın!'
Hançeri alıp hemen oracıkta Humay'ın, dilini, kulaklarını ve de parmaklarını kesip kopardı. Kendi çocukları olduğunu düşündüğü aslında Asaf'ın olan iki oğlunu zorla getirtmiş. İki oğlunu da alıp Humay'ın gözleri önünde ateşe atarak Humay'ı ölmeden öldürmüş. Humay'ın çığlıkları içinde patlamıştı ve derin kederi, acısı yüzüne yansıdı. Bir anda yaşlanmıştı yaşadığı korkunç acılardan.
Bahram, Sağır ve de dilsiz sokağa atmıştı Humay'ı.
Pers sokaklarında kimsenin tanımadığı bu zavallı kadın acılar içinde yok olup gitti.
Bahram o günden sonra hiç kimseye güvenmedi, annesine dahi.
Gerdanlığı ise ölünce onunla birlikte gömmelerini emretti. Ama hiçbir şey yerin altında uzun süre kalamaz"

***
"Aman Allah'ım! Tuğrul bu çok üzücü. Peki sende benim kalbimi görmek için mi taktın bu gerdanlığı?"

"Hayır hayır senin kalbini zaten görüyorum."

Ve yeniden sarıldı bana öyle çok sıkıyordu ki nefes alamıyordum.
Gözlerimi yumup o anın tadını çıkarttım.
ikimiz bir bedendik. Öylece sessizce kaldık bir süre.

O sırada kapı çaldı. Gelen Mete idi. Bize bakıp şaşkın ve rahatsız şekilde başını yere eğerek yüzümüze dahi bakmadan:

"Tuğrul seni bekliyorlar."

Tuğrul kulağıma, "seni bekliyorum aşağıda." Diyerek çıkıp kapıyı kapattılar.
Bir süre daha kendimi boy aynasından izledim. Gerdanlığın güzelliği ve de öyküsü beni büyülemişti. Okşadım boynumu süsleyen mücevherin, hazin hikayesini ve zavallı humay'ın halini düşünüyordum.

Vee aynaya baktığım anda dehşete kapıldım.
Aynadaki yansımamda bir kadın duruyordu.
Ben gibiydi ama ben değildim. Yüzü saçları tıpkı bana benziyor.
ifadesi ise, işte o ben değildim.
Boynumda taktığım gerdanlığın aynısı vardı.

Yine hayallerim beni esir alıyordu.
Kadın ayaklarına kadar uzanan simsiyah bir elbise giymiş matem tutarcasına.
Bana bakıyordu. Geri geri adımlar atmaya çalışırken arkamda duran sandalyeye takılıp yere düştüm.
Kadın aynanın içinden dışarıya doğru bir adım atarak bu tarafa geçiş yapmıştı. Allah'ım yardım et! Oturduğum yerden sürünerek kendimi dehşetle geri geri çekmeye başladım. Kadın diğer ayağını da çıkarıp odamın içinde ki halının üstünde bana doğru yürüyordu. Sürünüp çekilirken duvara yapışıverdim. Dizlerim zangır zangır titriyordu.
Kadına bakıp "Gerçek değilsin! Gerçek değilsin!" dedikçe kadın hiç olmadığı kadar gerçek görünüyordu.
Öylece naşucumda duruyordu.
Yine kendime tüm bunların gerçek olmadığı yönünde telkinler de bulunuyor,
Gözlerimi açmaya korkuyorum. İki elimle dizilerimi karnıma kadar çektim. Başımı yere eğip "Sen gerçek değilsin biliyorum. Hepsi hastalıklı beynimin içinde, hepsi hayal geçecek" diye söylenip durdum sessizce.

Keşke Tuğrul şu an çıkıp gelse. Alıp götürse beni, çıkarsa bu lanet kabustan. Böyle zamanlarda hep annem olurdu yanımda. Şimdi artık o da yok...

Ve kadın konuşmaya başladı. Sesinin farklı bir tınısı vardı.
Sert, tehditkâr aynı zamanda yumuşak.
Başımı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım.
Bana gülümseyip:

"Korkma, sen korkuyu hiç tatmadın. Nasıldır bilemezsin. Kendin ol.
İçinden çıkmama izin ver. İzin ver ki ben de ben olabileyim. Günahların bedeli elbette ödenecek. Önemli olan kimin en çok bu bedeli ödeyeceği?
ve asla asla hiç kimseye güvenme. Hepimiz ebediyen huzur bulacağız. Kanla, son kanı akıtacaksın! Ve o gün özgür olacağız."

Sonrasında arkasını dönüp, ağır adımlarla tekrardan aynanın içine girdi. Ve içindeki sonsuz karanlıkta kayboldu...

Continue Reading

You'll Also Like

254K 22.4K 42
𝐖𝐚𝐭𝐭𝐲 𝐎̈𝐝𝐮̈𝐥𝐥𝐞𝐫𝐢 𝟐𝟎𝟐𝟎 𝐇𝐚𝐲𝐫𝐚𝐧 𝐊𝐮𝐫𝐠𝐮 𝐊𝐚𝐳𝐚𝐧𝐚𝐧𝐢👑✨ "Siz sadece..." Bellatrix işaret parmağını Tony'in göğsüne bastırd...
4.3M 371K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
KUZGUN By Filiz Puluç

Mystery / Thriller

655K 45.5K 20
Corvus geceleri, kendi doğrularına ters düşen suçluları avlayan, kendi yöntemleriyle kanıt toplayan, failleri polise teslim eden ve sonuca ulaştırdığ...
326K 19.7K 23
Hakan ve Gazel'in, Zifiri karanlık ile gökkuşağının hikayesi. Küçük bir dokunuşla kalbi yakıp kül eden AŞK, mutlu hissettirdiği kadar acı verebiliyo...