Parmak Uçlarındaki Yabancı

Від imPnar__

53.2K 3K 4.5K

Ayıldıktan sonra bir şey hatırlamayan milyonlarca sarhoş insan vardır. Ama ben onların aksine sarhoş olunca h... Більше

1.Bölüm-"Bir Kadeh Daha Azap"
2.Bölüm-"Elim Sende"
3.Bölüm-"Mum Işığı"
5.Bölüm-"Üç, iki, bir... Karanlık!"
6. Bölüm-"İhtimallerin Işığında Sönen Yıldız"
7.Bölüm-"İçimizdeki Yabancı"
8.Bölüm-"Gerçek Renkli Yalanlar"
9.Bölüm-"Saklambaç"
10. Bölüm-"Cehennem Çiçeği"
11.Bölüm-"Oyunbaz"
12.Bölüm-"Kalpkıran"
13.Bölüm-"Yalnız Değilsin"
14.Bölüm-"Kimsin Sen?"
15.Bölüm-"Gölgen Bile Yalan"
16.Bölüm-"Korkak"
17.Bölüm-"Unutulanlar"
18. Bölüm-"Yaralı Serçe"
19.Bölüm-"Bedel Ödeyenler"
20.Bölüm-"Kendi Yolundan Gidenler"
21.Bölüm-"Adım Adım"
22.Bölüm-"Şüphe"
23. Bölüm-"Geçmişten Gelen"
24.Bölüm-"Namlunun Ucunda"
25.Bölüm-"Şah"
26.Bölüm-"Yalancılar"
27.Bölüm-"Maskelerin Ardında"

4.Bölüm-"Ruhtaki Kırıklar"

2.4K 147 53
Від imPnar__

Hayatım gözlerimi kırptığım süre kadar kısa bir zamanda değişmişti. Hemde o kadar çok değişmiş ve geride kalan ne varsa hepsini unuturmuştu ki onlarla olduğum her saniye sarhoş olduğumu düşünmeme sebep olmuşlardı. Sanki sarhoştum ve onlardan öncesinde nasıl bir hayatım olduğunu, kim olduğumu unutmuştum. Duygularım hamile bir kadınınkiler kadar hızlı değişip atak yaparken gerçeğin peşinde olmak beni bir hayli hırpalıyordu.

Gerçeği bilmiyordum, kendime güvenmiyordum, bana güvenmiyorlardı. Ben suçluydum, aksini kanıtlayamıyordum. Üzerimdeki baskı bütün ruhumu bir kafes altına alıyordu, karanlığa çekiyordu ve asla bırakmıyordu. Ben o karanlıktan ölesiye kaçarken  her seferinde oraya itiliyor olmam kaderin bir cilvesi miydi yoksa feleğin tokadı mı, bilmiyordum.

Evin kapısını açarken hepsi arkamda masum masum durmuş, bir an önce içeriye girmeyi isteyen yüz ifadeleriyle bana bakıyorlardı. Kapıyı hafifçe aralayarak yere eğildim ve beni garipseyen bakışları umursamadan beyaz tüy yumağımı kucağıma aldım. Tolga, ben ve Işık için bütün odaların lambalarını açık bırakıp gitmişti. En azından bunu yaptığı için ona minnettardım.

Işık miyavlarken onu öpmüş ve içeriye geçmiştim. "Hoş buldum! Çok özledim seni." Bir kez daha öptüm ve yine yanaklarını mıncırdım. Normalde asla onu böyle sevmeme izin vermiyordu, yalnızca hazırlıksız yakalayıp birkaç saniye sıkabiliyordum ama birbirimizi uzun bir süre görmeyince kendisini bana teslim ediyor, aklınca özlem gideriyordu. Evet, dün geceden beri ayrı olabilirdik ama bizde yalnızca birkaç saat ayrı kalmaya alışmıştık. O ilgi delisi, bende onun delisi bir manyaktım.

Işık miyavlayınca gülüşüme engel olamadım. "Acıktın mı? O Tolga'yı sana bırakmadan ben yolacağım!" Onu yere bırakarak minik dolaba doğru yürüdüm. "Tamam, tamam beraber yolalım. Hadi, gel senin karnını doyuralım." Mamasını tabağına dökerken bir kenarda beni bekleyen Işık yememek için kendisini zor tutuyor gibiydi. Yeşil, iri gözleri bendeydi. Ben başını okşayınca hızlıca mamayı yemeye koyuldu. Bunu sadece benden ilgi görmek için yaptığını biliyordum. Zilli seni.

Gözlerim hâlâ kapıda dikilenlere dönünce "Gelsenize." dedim. Ayağa kalkarak kapıyı iyice açtım. "Kusura bakmayın, unuttum sizi."

İçeriye geçtiler ve salondaki kahverengi deri kanepeye yan yana oturdular. Dördü birden tek bir kanepeye oturmaya çalıştığında elimle alnıma vurdum. "Sizin sorununuz ne?" dedim kaşlarımı çatarak. Ben misafirperver nasıl olunur bilmiyordum ve onlarında utanacağı tutmuştu. "Rahat olun!" Baran göz devirerek ayaklandı ve deri ceketini çıkartıp rahatça yere attı.

"Hep bunlar yüzünden ya. Benide kendilerine benzettiler!" Bende üzerimdeki ceketimi çıkartarak sallanan sandalyeye oturdum.

Diğerleride biraz olsun rahatlamışlar ve hareketlenmişlerdi. "Ne istersiniz akşama?" diye sordum. Serra evde göz gezdirirken Ayaz "Tek başına mı yaşıyorsun?" diye sordu. Aslında benim sorumun cevabı bu değildi.

Bu seferde Baran benim az önce yaptığım gibi elini hızla alnına vurdu. "Ayaz bu kadar belli etme, dayanamıyorum!" Ayaz kaşlarını çatarak ona baktı. "Aptallığını!" diye açıkladı Baran. "Kız gelmeden önce Tolga'yla konuştu ya. Sevgilisiyle yaşıyor."

Baran'ın sanki tanıyormuş gibi hitap ettiği Tolga'ya giydirdiği kalıpla gözlerimi irice açarak diğerlerine baktım. "Ne? Hayır, ne? Kesinlikle hayır! O benim sevgilim değil. Bu da nereden çıktı?" Baran omuz silkti.

"Öyle hissettim."

"Hayır, o benim sevgilim değil. Tolga benim..." Sustuğumda Ayaz kaşlarını çattı. Kendi kendine ne yaşadığını merak ediyordum bu çocuğun. "Ben onun kardeşiyim." diyerek sözlerimi tamamladığımda hâlâ aynı çatık kaşlarla bana bakıyordu. Ona bakmadım.

"Sadece ikiniz mi?" Serra'ya bakarak gülümserken başımı iki yana salladım.

"Işık'ta var." Serra'nın gözleri hâlâ mamasını yiyen kediye ulaştığında gülerek ayağa kalktı. O, Işık'ı severken Tuna boynunu omzuna doğru yatırdı. "Anne, baban?"

Neden merak ettiğini sorgulamak yerine ne cevap vereceğimi sorgulamıştım kendi içimde. Anne ve babam neredelerdi? Ne olmuştu onlara? Neden beraber değildik ki biz? Ben neden Tolga'yla yaşıyordum? Evet, cevabını biliyordum. Hayır, keşke bilmeseydim.

Gülümsedim, canım yanmadı. Canım yanmadığı için can çekiştim. Sonra öfkelendim. Ve yutkundum. "Biz yetimhanede büyüdük, onları hiç tanımadım." dedim ufak bir yalan söyleyerek. Onları tanıyordum, onlarla yaşamıştım. Aslında pekte yalan söylüyor sayılmazdım çünkü gerçekten yetimhaneden hallice bir yerde yaşamıştım yıllarca. Sadece biz kısmı birazcık yalan olabilirdi. Tolga benimle değildi.

Tuna kaşlarını kaldırırken diğerleri sanki söylediğim şeyi beklemiyormuş gibi afallamış, gözlerinde hemen merhamet ışıklarının yanmasına müsade etmişlerdi. "Pardon." dedi Tuna. Söylememesi gereken bir şey söylemiş gibi başını öne eğsede sesi hâlâ mesafeliydi.

"Sorun yok. Hâlâ söylemediniz ne yemek istediğinizi?"

"Evde ne varsa yapabilirsin." Baran içten bir şekilde tebessüm edince beni zor duruma sokmamaya çalıştığını anlamıştım çünkü benden nerede imkansız varsa onu isteyecekmiş gibi duruyordu buraya gelmeden önce. Bana acımamalıydı. Onu bu yüzden dövmek istedim içimde bir yerlerde.

"Sipariş vermeyecek miyiz?" diye sorduğumda diğerleride benimle aynı şeyi düşünüyor olsa gerekti ki Baran'a bakmışlardı.

"Siparişi kendimde verebilirdim ufaklık, boşuna mı iddiaya girdik!"

"İyi ama ben yemek yapacağım demedim ki."

"Bencede hiç gerek yok." Tuna kendi görüşünü belirttiğinde sırıttım.

"Merak etmeyin sizi zehirlemem." diyerek az önce Tuna'nın niyetini anladığımı belli etim.

"Belli mi olur?" Ayaz dalga geçercesine söylediği sözlerle arkasına yaşlandı ve kanepede iyice kuruldu. "Bana, beni zehirlemek istiyormuşsun gibi bakıyorsunda."

"Biliyor musun seni gerçekten zehirlemek istiyorum." dedim onun gibi gülerek. Bu dediğim onu daha fazla güldürmüştü. Bu sözleri ciddi mânâda söylememiş olduğu için rahat bir nefes alarak ayağa kalktım. "Pekâlâ. Madem yemek yapacağım, gel de bana yardım et Baran! Sonuçta Serra seninle konuşmadı sadece sana sarıldı. Eğer yemeğimden yemek istiyorsan beraber hazırlayacağız."

Baran hemen ayaklandı. "Seve seve seni izleyeceğim, bücür. Yürü bakalım." Beni sırtımdan ite ite mutfağa yürümemi sağlarken ayaklarımla ona yön vermiştim.

"Önce ne yapacağımıza karar verseydik?" Ben konuşurken sandaleyelerden birisine oturdu.

"Menemen." dedi Baran. "Hepimiz severiz." Bende severdim. "Hadi, göster bakalım marifetlerini."

"Ellerimi yıkayıp geleyim." Banyoya doğru ilerlerken kapıda Ayaz'la karşılaşınca bir adım geriye çıktı ve geçmem için elini uzattı. Sessizliğimi koruyarak içeriye geçerken kapıyı kapatmak için bir hamle yaptım ama eliyle beni durdurdu.

"Tuvaleti kullanacak mısın?" Başımı iki yana sallarken sorusundaki amacı anlamaya çalışıyordum.

"Sadece ellerimi yıkayacağım." Bakışları ellerime ulaştığında yeniden kapıyı kapatmaya çalıştım ama yine buna engel oldu.

"O zaman kapı açık kalabilir." Kaşlarım havalanırken içimde onunla uğraşmak isteyen bir şeytan çoktan sinsi kahkahalarını atmaya başlamıştı bile. Gerçi o mu benimle uğraşıyordu yoksa ben mi, belirsizdi.

"Röntgenci mi olmaya karar verdin?"

"Ellerini yıkayan insanları izlemek ne zamandan beri röntgencilik oldu?"

"Şu andan itibaren." Kollarını göğsünde birleştirdi ve sırtını kapının kenarına yasladı. Anlaşılan vazgeçmeyecekti.

"Neden sürekli o eldiven var elinde?" Gözlerim sol elimdeki eldivene gitti. Kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Sanane bundan!"

"Sakin ol, asi kedicik."

"Bana asi kedicik deyip durma!" Ellerimi öfkeyle açtığımda bir kez daha parmaksız eldivenin olduğu elime baktı. Bende gözlerimi oraya çevirince avuç içimde kedi patisi şeklindeki pembe deri parçalarına baktım. Ah! Neden bugün bunu seçmiştim ki sanki!

Bana bakıp alayla sırıtırken onu omzundan sertçe iterek kapıyı kapattım ve kilitledim. Öfkeyle soluyarak elimdeki eldiveni çıkarttım ve ellerimi yıkadıktan sonra yeniden giydim. Dışarıya çıktığımda benimle hiçbir göz teması kurmadan içeriye girdi ve kapıyı kapattı.

Mutfağa giderek malzemeleri tezgaha dizmiş olan Baran'ın yanındaki yerimi aldım. Sadece ikimiz olduğumuz için kendimi çok daha rahat hissediyordum. Menemeni hazırlayana kadar saçma sapan şakalarla ve sakarlıklarla beni delirtmiş olsada çoğu zaman gülmeme sebep olmuştu. Bir ara yanımıza Serra uğrasada geri salona dönmüştü.

Şuansa hep beraber yerdeki kısa bacaklı masanın etrafına bağdaş kurarak oturmuş, Baran'ın ekmekleri getirmesini bekliyorduk. Tolga genel olarak eve bir şeyler sipariş ediyordu. Ve ben taze ekmek yerdim. Bu yüzden evde hiç ekmek yoktu.

Baran ayağa kalkmamak için ona verdiğim anahtarı kullanarak içeriye girdiğinde bu kadar mutlu olabileceğimi tahmin dahi etmiyordum. Gerçekten çok acıkmıştım.

"Sanırım sizin bakkalın çırağına aşık oldum!" Baran heyecanla konuşa konuşa yanımıza gelirken Tuna hayretle gözlerini irice açtı.

"Kızlar eyvallah ama erkeklerden de mi hoşlanmaya başladın lan?!" Onun söylediğine kıkırdarken Ayaz açlıktan ölüyormuş gibi Baran'ın elindeki ekmek poşetini aldı.

"Ben size diyorum bu şerefsiz herkese yavşıyor diye, inanmıyorsunuz. Gece odamın kapısını kilitlemekle çok iyi yapıyorum." Ayaz ekmeğin yarısını bölerek bana uzattı. Diğerininde tamamını Serra'ya vermişti. O da ekmeğinin yarısını Baran'ın önüne koydu. Diğer yarısını ise Tuna'ya uzattı ve kendisine bir parça daha böldü.

"Kendinizi koruyun." dedi Serra. "Tehlike büyük gençler. Ayaz sen korumasanda olur."

Tuna burnundan gülerken çoktan büyük bir ekmek parçasını menemene daldırmıştı.

"Allah korusun." dedi Ayaz iğrenircesine yüzünü buruşturarak. "Bundan sonra benim odamı kilitlemeyeceğim direkt Baran'ı odasına kilitleyeceğim. Kesin çözüm."

"Lan amına koyduklarım bir susun, size yavşayacak kadar düşmedim! Bakkalın çırağı taş, taş. Hatta meteor! Allah bir fizik vermiş, üff! Yemede yanında yat. O kalçaları böyle voleybol topu gibi, al eline sabaha kadar manşet çek.  Hele beli... Lan gözleride çok güzeldi. Cidden. İlk defa birisinin gözlerini de beğendim."

"Bunu yemek yerken dinlemek istediğimi hiç sanmıyorum." dedi Tuna kesin bir tavırla.

"Baran, iğrençsin!"

Herkes ona sitem ederken Baran sitemle hepsini inceledi ve ellerini öne uzatarak "Bakkalın çırağı kız!" dedi. Şaşkın gözler onu bulurken hırsla soluyordu. "Heh! Kalırsınız öyle sik gibi."

"Ucuz yırttık." diye mırıldanan Ayaz'ın koluna dirsek atan Baran "Bestim, bana onu ayarla lütfen!" dedi koluma tutunarak.

"Eğer bir daha o bakkala gidecek yüzünüz olsun istiyorsan bunu yapma." Serra beni uyarırken Baran yoluna taş koyulmuş olmasına sinirlenmişti.

"Sus lütfen, farkındaysan seninle konuşmuyorum."

"Ne zamandan beri?" diye sordu Serra.

"Yaklaşık sekiz saniye önce."

"Niye ki?" diye sordum Serra'ya ve kendi yaptığım yemeğin tadına baktım. Gerçekten güzeldi. Oysa rastgele yapmıştım ve güzel olacağına dair inancım çok azdı.

"Baran'ın beraber olduğu kızlar genelde ertesi gün onun yüzüne tükürüyor da ondan." Ayaz beni cevaplarken Baran kabullenmeyerek başını iki yana salladı.

"Alenen şahsıma atılan bir iftiradır bu. Kapayın çabuk çenenizi. Kızlar bana nazar değmesin diye dua ediyor, bilirsin işte... pü maşallah şeysi."

"Sakın dershaneyi basıp herkesin içinde yüzüne kahve döken ve onun yatak odasında unuttuğun boxerını sınıfa sunan kızın benim hayal ürünüm olduğundan bahsetme, Baran."

Gözlerim irice açılırken Baran birden öksürmeye başladı. Ayaz bunu fırsat bilmiş gibi hızlıca onun sırtına vururken yüzü iyice kızardı. Sarı saçları kaşlarına kadar uzanırken ela gözleri dolmuştu.

"Biraz daha o manyak kızdan bahsedersen buradan giderim. O hastaydı, hasta! Tımarhane kaçkını! Resmen karabasan gibi üzerime çökmüştü. Yapmayın. Gece rüyalarıma girip elinde boxerla beni kovalıyor."

"Ah, cidden gider misin?" Serra'nın heyecanla dediği şeyleri umursamadı. Menemene uzanacağı sırada eline vurdum.

"Yiyemezsin, unutma iddiaya girmiştik." dedim. Elini çekerek yüzünü buruşturdu.

"Zaten hiç iştahım yok. Aklım bakkalın çırağında." İnanmadım. "O orada benden uzaktayken nasıl yemek yiyebilirim!"

"Bakkalın çırağından uzak dur." diyerek onu uyardım. "Kendisi siyah kuşaktır. Emin ol yüzüne kahve döküp seni rezil etmekle kalmaz."

Baran keyifle güldü. "Sert kızlardan da hoşlanırım."

"Sert kız geçen hafta bir çocuğun burnunu ve kolunu kırdı." Baran omuz silkti.

"Baksana sen benim suratıma." diyerek büyük bir egoyla kendisini gösterdi. "Şu yakışıklı surata vurmaya kıyabilir mi?"

Ona göz devirdiğimde çalan telefonumu açmak için ayağa kalktım. Ayaz az önce Baran'ın böbürlenerek söylediği sözlere bir yanıt veriyordu.

"Efendim Sibel?" dedim. Onun varlığını bile unutmuştum şu iki günde.

"Neden mesajlarıma bakılmıyor acaba?" Sitem eden sesine karşı kızmadım ama yine telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. Ses tellerini elimle kopartmak istiyor olabilirdim.

"Benim seninle konuşmaya ihtiyacım var." dedim yalana başvurmayarak. Ona her şeyi anlatmam gerekiyordu. Onun desteğiyle kendime geleceğime emindim.

"Sorun ne? Tolga'yla kavga ettiyseniz eğer o aptalı gebertirim!" Sibel öfkeyle soluyunca gülmeden edemedim. Kendisi bir prenses olmasına rağmen benim için dayak yiyeceğini bile bile birilerine, özellikle fazlasıyla sinir olduğu Tolga'ya kafa tutabilirdi.

"Keşke sorun o olsaydı. Yarın size gelirim, kahvaltıyı hazırla." dedim. Sibel kıkırdarken telefonun arkasından heyecanla başını salladığına emindim. Onu tanıyordum.

"Erken gel, uyanmanı bekleyemem."

"Sabahın köründe kalkmam, hayal bile kurma."

"O zaman bütün krepleri yerim!" dediğinde hızlıca "Seni gebertirim!" dedim. Karşıdan gelen şen kahkahadan sonra telefon kapandı. Bana yine iyi gelmeyi başarmıştı.

Diğerlerinin yanına gittiğimde çoktan her şey toplanmış, yıkanmak üzere mutfağa taşınmıştı. Serra ve Baran birbirleriyle tartışarak bulaşıkları makinaya koyarken Ayaz "Onlar halleder." diyerek beni yanlarına çağırdı. Karşısındaki tekli koltuğa oturdum.

"Ne yapacağız şimdi?" diye sordum. Mekana gitmiştik, o olaydan öncesini dinlemiştik barmenin ağzından ama ya sonrası? Ona nasıl ulaşacaktık?

"Kamera görüntülerine dikkatle bakmamız gerekiyor." dedi Ayaz. Tuna bu uğraşların boşuna olduğunu ifade eden bakışlar atsada bu sefer o ağzını açıp beni sinir etme zahmetinde bulunmadı.

"Benim okula gitmem lazım yoksa devamsızlıktan sınıfta kalacağım." dedim. Zaten günlerdir gitmiyordum, eğer biraz daha gitmezsem bu seferde devamsızlıktan kalacaktım. Boşu boşuna bir sene daha o işkenceye katlanmaktansa katil olmayı tercih ederdim.

"Üniversitede devamsızlık sorun olmaz. Biz hallederiz onu."

"Lise." 

"Ne?" dedi Tuna hayretle.

"Sen daha on sekiz yaşında mısın?" Ayaz söylenerek elini alnına vurunca göz devirdim.

"Sakin olun, iki ay sonra yirmi yaşıma gireceğim." İşte bu sefer daha çok şaşırmışlardı. Diğerleride konuşmayı duymuş olmalıydı, yanımıza geldiklerinde yüzlerinde şaşkın bir ifade vardı.

"Yuh! Hâlâ nasıl lisede olabiliyorsun?" Baran'a bakarken "Edebiyattan, matematikten, tarihten, coğrafyadan, kimyadan ve fizikten nefret ediyorum!" dedim hırsla. Bu aptal dersler yüzünden iki sene sınıfta kalmıştım. Bir sene daha kalmayı göze alamıyordum.

"Lütfen bana son sınıfa gelmediğini söyleme." Baran sitemle konuşurken kıkırdadım.

"Bu sefer sona kadar gelmeyi başardım."

Rahatlar gibi derin bir nefes vererek güldü. "Senden daha tembelini tanımadım. Sorabilir miyim, sevdiğin bir ders var mı?"

"Müzik." Baran göz devirirken "Ne?" diye çıkıştım. "Bence hepsinden daha güzel."

"Birkaç gün daha gitmesen bir şey olmaz." dedi Ayaz. Sanırım birkaç gün daha idare edebilirdim. Tolga'nın gidip yalvarması gerekiyordu müdüre. Benim için bunu yapardı.

"Kamera görüntüleri zaten poliste yok mu?" Serra yerine oturdu ve solgun bakışlarını yere dikti. Sanırım aklına Nil gelmişti. Benimde yüzüm düşerken koltuğa oturdum.

"Polisler zaten detaylıca inceliyorlardır." diye itiraz ettiğimde Ayaz "Nil bizim arkadaşımızdı, onların değil." diyerek benim sözlerimi tekrarladı. Ama bu durumun o sözlere uyduğunu hiç sanmıyordum.

"Lanet olsun! Tek istediğim gerçekler, o görüntüleri bizde izleyelim, ne gerekiyorsa yapalım." Son sözleri söylerken sesi titremişti Tuna'nın. Dolan gözlerini gizlemek ister gibi başını öne eğdi ve yumruk yaptığı elini dudaklarına bastırdı. Ayaz omuzunun üzerinden ona bakarken "Çok özledim onu." diye sızlandı Tuna. "Daha iki gün oldu ama köpek gibi özledim!"

Acı çekiyordu, görebiliyordum. Ne kadar çaresiz hissettiğini hayal edebiliyordum. Hiç ulaşamadığı birisini özlüyordu çünkü onunla arasında uçurum bile olsa görebiliyordu. Oysa şimdi o uçurumdan aşağıya düşmüş, üstelik gözlerine bir perde çekilmişti. Göremiyordu.

Kendisini iyice bırakarak hıçkırıklar eşliğinde ağlarken daha fazla dayanamayarak ayağa kalktım. Ayaz bu seferde bana bakarken koşarak odama gittim. Yanaklarıma süzülen yaşları görüp görmediğinden emin değildim. Kapıyı kapatarak kendimi yatağa bıraktım. Zaten içinde bulunduğum durum psikolojik olarak beni zorlarken birde onların acılarına şahit olmaya katlanamazdım. Onları bu hale sokanın ben olma düşüncesiyse nefesimi kesiyordu.

Gözlerimi sırasıyla silerek yatağın üzerinde duran kulaklıklığımı kulağıma geçirdim ve Sibel'in doğum gününe gitmeden önce yaktığım kağıdı elime aldım. Kendime sakin bir müzik açarak sırtımı yatak başlığına yasladım. Notaları ezberlemeye çalışırken yaşlar usul usul çenemden boynuma akıyordu. Bir kez daha silerek notalara odaklanmaya çalıştım. Ezberimin kuvvetli olmasına rağmen günlerdir şu aptal notaları ezberleyememişim.

Ezberle Reya. Evet, Re Do Si Si La Minör.

Odamın kapısı açıldı ve Ayaz izin almadan içeriye girdi. Ona kısa bir bakış atarak geri önüme döndüm. Yatağın diğer ucuna oturarak sırtını yatak demirine yasladı ve o da bacaklarını benim gibi kendisine çekti. Onun bakışlarını umursamadan bütün dikkatimi notalara verdim. Bana iyi geliyorlardı.

Ayaz birden bana doğru atılarak kulaklıklığımı telefondan ayırdı. Bu hareketiyle müzik durdu. Bakışlarım yüzüne tırmandığında "Bende dinleyebilirim, değil mi?" diye sordu. Telefonumun ekranını açarak müziği devam ettirdiğimde Alec Benjamin- Mind İs A Prison parçası yankılandı odanın içinde.

Ayaz eski yerine geçti ve bende önümdeki kağıda döndüm. Zaman kavramını yitirmişcesine defalarca kez aynı şeyleri okurken bir sürü müzik değişmiş, onun varlığından rahatsız olmak yerine çoktan unutmuştum. Tamamiyle ezberlediğimde yüzümde canlanan ufacık tebessümü koruyarak kağıdı buruşturdum ve kapının kenarında duran demir kovaya attım. Artık o kâğıda ihtiyacım yoktu çünkü her şey zihnimdeydi.

Bir sigara yaktığımda gözlerim onun gözlerini buldu. Ona sigara paketini uzattım. "Bu sefer son sigaram değil, şanslısın." İçinden bir dal sigara alarak cebinden çıkarttığı çakmakla yaktı.

Sigara dumanı dudaklarının arasından havaya süzülürken "Yüz doksan dört." dedi. Anlamayarak kaşlarımı çattım.

"Ne?"

"Bir saatten fazla oldu ama sen yalnızca yüz doksan dört kez gözlerini kırptın, üstelik çok hızlı kırpıyorsun."

Kaşlarım havalanırken "Sen beni mi izliyorsun dakikalardır?" diye sordum. Bunu gerçekten yapmış mıydı? Sanmıyordum. Bence tamamen uyduruyordu.

"Normal insanlar dakikada en az on kez gözlerini kırpar, saatte altı yüz oluyor bu sayı." Sorumu cevapsız bırakmayı tercih etti.

"Herkes aynı olmayabiliyormuş demek ki."

"Hayır, bilerek kırpmıyorsun gözlerini." Yüzündeki gülümseme silindi. "Bu yüzden o gözlerin hep dolu dolu bakıyor. Neden?"

"Bilerek yaptığım bir şey yok!" Sinirlenmiştim ve o, bunu anlamıştı. Sanki benim sinirim onun sözlerinin kanıtıymış gibi hafifçe güldü.

"O zaman kapat gözlerini." Afallayarak dudaklarımı aralarken ciddiyetini hiç bozmadan beni izlemeye devam etti.

"Sana kanıtlamak zorunda değilim. Ayrıca neden umrunda ki?"

"Gözlerini kırpmak istememenin bir sebebi var, biliyorum."

"Yinede seni ilgilendirmez." Beni onaylayarak başını aşağı yukarı salladı.

"Müziği tahmin ettiğimden daha fazla seviyor gibisin." Gözleri odamı taradı; duvarlarımdaki sevdiğim sanatçıların posterlerine, keçeli kalemlerle yazdığım şarkı sözlerine, ayaklı mikrafon etrafında uçuşan nota çizimlerine ve masanın üzerindeki bir bölümü kaplayan kasetlere baktı.

"Öyle."

"Sesin güzel mi?"

"Genelde güzel olduğunu söylerler." Dudaklarım kıvrılırken o da güldü. İkimizde mutlu değildik, ikimizde gülüyorduk.

"Kendi gözlerimle görmediğim, kulaklarımla duymadığım şeylere inanmam ben."

"Ama benim katil olduğuma inanıyorsun. Söylesene, Ayaz, benide onu öldürürken gördün mü?"

Birden yüzünü asarken sinirle kaşlarını çattı. İçe doğru göçen yanakları dişlerini fazla sıktığını belli ediyordu. "Öyle bir şey yok." desede gözleri yine aynı ifadeye sıkı sıkı tutunmuştu. İçimde bir yerler sızladı. Derin bir iç çekerken olabildiğince belli etmemeye çalışmıştım.

"Gözlerin öyle söylemiyor." Sessiz kaldı. Kaşları telefonumu işaret ederken "Birisi arıyor." dedi.

Telefonda konuşmaktan nefret eden birisi olarak Sibel'in beni ikinci kez aramasının siniriyle telefonu açtım. "Rüyanda beni mi gördün?"

"Reya ben senin gelmişinin, geçmişinin, yedi sülalenin içinden geçeyim! Senin o ağzını var ya şarap şişelerine vura vura kırayım! Ben senin var ya..."

Telefonu kulağımdan uzaklaştırma ihtiyacı hissettiğimde sesi oradan bile kulaklarıma ulaşıyordu. Gece gece ne için bu kadar kudurmuştu kim bilir.

"Ne oldu Sibel?"

"İki gün önce seni aradım. Sen nasıl yanında ben yokken sarhoş olabilirsin! Az önce bunun için aramıştım ama unuttum. Senin o ağzına tüküreceğim, tamam mı?"

Telefonu bir kez daha kulağımdan uzaklaştırıp sabırla sesini kısmasını bekledim. Sesler biraz azalınca konuştum. "Sen nereden biliyorsun?"

"Çünkü benimle konuştun, aptal! Tam iki saat boyunca senden olduğun yerin ismini öğrenmeye çalıştım ama her defasında beni tanımadığını söyleyerek yüzüme kapattın telefonu! Sonrada benimle dedikodu yaptın. Reya, çok ciddiyim, bittin!"

"Sakin ol lütfen. Tolga'yla tartıştık biraz, sana haber veremedim. Endişelendirmek istememiştim."

"Pardon ama sanane! Ben ister endişelenirim ister endişelenmem, sen benim endişemin kahyası mısın? Bana haber vermek zorundasın! Yarın bunu burnundan fitil fitil getireceğim, pislik! Ben senin yüzünden kalp krizi geçiriyordum."

Endişesi hoşuma gidince alt dudağımı ısırarak kıkırdadım. "Kıyamam, çok mu korktun?" Sesimi incelterek konuşurken Ayaz'ı çoktan unutmuştum.

"Ben diyorum kalp krizi geçirdim, sen diyorsun nau nau!"

"Öptüm diyorum, öptüm!"

"Ben seni öpmedim, tamam mı. Bir kere sana çok kızgınım, inşallah gece rüyanda trigonometriler kovalasın seni! Logaritmaların eline esir düş, bir yığın soruyu çözmeden kurtulama." Telefonu yüzüme kapattıktan sonra bir kez daha ona gülerek bende kapattım.

Ayaz'a baktığımda sırıtan yüz ifadesi bağıra çağıra konuşan Sibel'le aramızdaki tüm konuşmayı duyduğunu gösteriyordu. Sanırım bir tık utanmış olabilirdim.

"Haketmiş olduğunu hissediyorum." dedi keyifle.

"Hakettim ama zaten yeterince belamı vermedi mi Allah?"

Ayaz gülerek başını salladı. "Matematikle aran çok mu kötü?"

"Ne? Şaka mı yapıyorsun, kötü değil berbat! Aleyna Tilki'yle Neşet Ertaş, Nihat Hatipoğlu'yla Kylie Jenner gibiyiz. Hatta onlar bizden daha uyumludur. Cidden!"

Ayaz sırıtarak "Anladım." dedi. Aramızda derin bir sessizlik oluşurken ikimizinde aklından geçen şeyin Nil olduğunu hissetmiştim. Acaba o da matematikten nefret ediyor muydu? Ya da müzik dinlemeyi seviyor muydu? Onunda benim gibi hayalleri vardı.

Kim çalmıştı ondan hayatını?

Ben mi?

"Onu çok seviyor muydun?" diye sordum ses tonumu normalin altına indirerek. Gözlerini yataktan ayırmadı.

"Yedi senedir bir gün bile ayrılmamıştık. Annesi bana güvendiği için bizimle yaşamasına izin vermişti ama ben..."

"Hayır." dedim. Bunun için kendisini suçlayamazdı. Kendini suçlamanın ne demek olduğunu iyi biliyordum ve kimse kendini haksız yere suçlayamazdı. Bunu Ayaz'ın yapmadığını biliyordum. Hissediyordum.

"Abi diyordu bana." Kaşları kavisli bir şekilde yukarıya doğru kalktığında ağlamamak için büyük bir çaba harcadığı belli oluyordu. Yanılmıştım. O, Nil'i çok seviyordu ve sandığımdan daha çok üzülmüştü gidişine. Yedi sene oldukça uzun bir süreçti. Bir anda hayatından çıkıp gitmesini kabullenmek istememesi normaldi. İyi bir oyuncuydu sadece.

Bir abi kardeşini kaybetmişti. Bir abi, abiliğini kaybetmişti ve ben biliyordum ki bu abi masumdu. Abiler de aynı olmaz Reya.

Abiler de aynı olmazdı. Tıpkı annelerin de aynı olmadığı gibi.

Yine garip bir sancı hissettim. Bunun sebebi karşımda duran abinin kardeşine olan sevgisiydi. Bu sefer gizlemeden iç çektim.

"Çok güzelmiş." diyerek tebessüm ettim. "Serra gösterdi fotoğrafını."

"Eğer ona bunu yapanı bulursam yemin ederim on katını yaşatacağım!" Hırsla solurken gözlerime baktı. Kararlıydı. Bu hali korkmama sebep olsada çaktırmadım. Sonuçta katil ben olmayabilirdimde. Yinede yeniden konuşabilecek kadar cesaretli hissedememiştim.

Abiler de zarar verebilirdi. Ya ona da zarar veren abisiyse? Başımı usulca iki yana salladım. Saçmalamaya başlamıştı beynimin içindekiler.

Abiler de aynı olmaz.

"Bu gece burada kalabilirsiniz." dedim gözlerimle duvardaki dijital saate bakarak. Çoktan gece yarısını geçmişti. Ayaz bir müddet düşünsede usulca başını salladı.

"Yarın sabah beraber çıkacağız, dağılmasak iyi olur."

"Yarın sabah arkadaşıma gidecektim." deyince kaşları çatıldı. Buna itiraz edecek olduğunu daha iyi gösteremezdi. "O zaman o buraya gelsin." dedim.

"Yarın ne yapacağımızı biliyorsun, dimi?"

"Ondan saklamayacağım, gelse de gelmese de."

"Sen bilirsin." diyerek ayaklandı. Bende peşinden giderek diğerlerine baktım. Tuna kanepeye uzanmış tavanı izlerken Serra Baran'ın dizlerinde uyumuştu. Baransa elindeki telefondan bir şeyler izliyor gibiydi.

"Tolga'nın yatağı büyük, iki kişi orada uyuyabilir." dediğimde Baran bize baktı.

"Sessiz olun." diyerek dizlerinde uyuyan Serra'yı işaret etmişti. Ona fazlasıyla değer veriyordu, ilk defa bu kadar duyarlıydı.

"Diğerleride burada uyusun." Ses tonumu biraz daha alçaltmıştım.

"Senin yatağında oldukça büyük." dedi Ayaz. Kaşlarımı kaldırarak kollarımı göğsümde birleştirdim ve alayla gülümsedim. Şimdi sıra bendeydi.

"Seni yatağıma alamam, üzgünüm." Ayaz göz devirsede benim gibi sırıttı.

"Tüh! Ne hayaller kurmuştum oysa ki."

"O zaman Serra seninle uyusun, sorun olur mu?" dedi Baran. "Sonuçta bizden birisiyle uyuyamaz ve yerde uyumasını istemiyorum."

Kimseyle beraber uyumak istemiyordum ama şuan onlar bu haldeyken bencillik edecek durumda değildim. Onaylayarak başımı salladım.

"Siz ikinizde Tolga'nın odasına geçin, ama sakın eşyalarına dokunmayın, yarın bir şeyden şüphelensin istemem."

Baran yüzünü buruşturdu. "Yatağının temiz olduğundan emin miyiz?"

"Baran'la asla aynı odada kalmam." İkiside bir şeylere itiraz ederken kulaklarımı kapattım.

"Nerede uyursanız uyuyun, ben gidiyorum."

Baran Serra'yı kucaklayarak benim odama götürdü ve yatağın bir kısmına yatırdı. "Lütfen bana kadınlardan hoşlanmadığını ve gece onu değişik fantezilerine alet etmeyeceğini söyle." Sertçe omzuna vurarak "Saçmalama." diye fısıldadım. Ayaz da yanıma geldi ve bir şikayette daha bulundu.

"Bu kıyafetlerle mi uyuyacağız?"

"Bence bize abisinin kıyafetlerinden verebilir."

"Asla! Giymem başkasının kıyafetini." Ayaz! Bu çocuk resmen şikayet etmek için var olmuştu.

"Tolga'nın kıyafetleri olmaz." dedim ve kendi gardrobumu açtım. Yüzümde sinsi bir sırıtış peydah olduğunda pembe renkli iki tişörtü ve ayıcıklı pijama altını aldım. Hepsini Ayaz'ın kucağına vererek "Buyur, giy." dedim. Bu çocukta tam olarak erkek adam pembe giymez diyen yobaz tipi vardı. Onu bu kıyafetlerin içerisinde görmeyi istiyordum.

"Ne? Asla!" Beni yanıltmayarak itiraz etti.

"Ayaz, defol!"

Baran onu kolundan tutarak kapıya doğru çekiştirdi. "Bir erkeğin kıyafetlerini giymekten iyidir, söylenme." Erkekler neden erkek düşmanı oluyordu ki? Onların hallerine çaktırmadan kıkırdayarak Işık'a seslendim.

Serra'nın yanına uzandığımda Işık'ta kucağıma gelmişti. Ayaz oflayarak ışığı kapatacaktı ki arkasından bağırdım. "Hayır!" Bana sorgulayan gözlerle bakarken "Işık, karanlıktan korkuyor." dedim ve kucağıma sinen kediyi gösterdim. "Diğer odalarında ışıklarını açık bırakır mısınız? Gece tuvalete gidemiyor da."

Usulca başını sallayarak odadan çıktı. Bende telefonumu alarak Sibel'e yarın bana gelmesi için bir mesaj gönderdim. Yanımda uyuyan kız huzursuzca kıpırdanırken gözlerimi tavana diktim.

Kokusu bir çilek gibiydi ve benim uykumu getirmişti. Yinede kendimen geçene kadar tavana bakmaya devam ettim.

~

"FBI, open the door!" Kapı kuvvetle yumruklanırken hızla yatakta doğruldum. Benim gibi doğrulan Serra'yla kafalarımız birbirine çarptığında acıyla inleyerek yataktan yere devrildim.

"Hey! Size diyorum, open the door!" Baran bir kez daha bağırdıktan sonra kapıyı gürültüyle açarak içeriye girdi. Ayaklarından ve kollarının altından tutup bir silah gibi bize doğrulttuğu Işık'ı görmemle çığlığı basmam bir oldu. Resmen kızımı parçalara ayırmıştı, cani!

"Baran!" Serra eliyle başını tutarak yatakta oturmaya devam ediyordu. "Ne yapıyorsun kedime!" Ayağa kalkarak ona doğru bir adım atacakken Işık'ı haraket ettirdi ve ağzıyla birkaç gürültülü ses çıkarttı.

"Seni öldürdüm, ufaklık."

"Baran, Allah belanı versin." diye söylendi Serra.

"Eğer üç saniye içerisinde onu yere indirmezsen olacaklardan ben sorumlu değilim!" diye bağırdım. Baran benden uzaklaşırken sırıtarak Işık'ı aynı şekilde tutmaya devam ediyordu.

"O artık benim askerim, onu sana veremem pis terörist!"

Baran birden yere düşünce Işık onun elinden kaçarak bana doğru koştu. Ona sarılırken Baran'ın bacağına tekme atıp onu yere düşüren Sibel hayretle bana bakmaya başladı.

"Reya! Bunlar kim? Evde ne işleri var? Polis, polisi arıyorum!"

"Hayır." dedim bir elimi ona doğru uzatarak. Sabah sabah bütün bunları yaşayacak ne günah işlemiştim ki? Pekâlâ. Sormadım sayalım. "Polis görmek istemiyorum, onları eve ben aldım, sakin ol."

"Sen kimsin ya?" dedi Baran oturduğu yerden Sibel'e bakarak. Sibel onunla konuşmak yerine bana doğru gelecekken Baran ayağını onun önüne uzattı ve yere düşürdü. Gözlerimi irice açarak "Baran!" diye haykırdım.

Baran keyifle sırıtırken Sibel'e elimi uzattım ve ayağa kaldırdım. "Yok ben bunu yolarım!" Yeniden ona saldıracakken Serra onu tutarak yatağa çekti.

"Lütfen, sabah sabah bana işkence etmeyi kesin!"

"Işık ve Sibel'e dokunursan bakkalın çırağını unut." dedim Baran'a.

"Ben intikam yemeğini sıcak sıcak yerim, önce o başlattı!"

"Neler oluyor?" Ayaz öfkeyle soluyarak yanımıza gelince kendime engel olamayarak büyük bir kahkaha attım. Benim gibi Serra'da gülmeye başlayınca yatağa oturdum ve onu baştan aşağıya inceledim.

Pembe Powerpuff'lu tişört ve ayıcıklı pijamayla çok komik gözüküyordu. Dağılmış siyah saçlarının altından üzerine göz gezdirerek ağzının içinden bir küfür savurdu. Koyu gözlerini bana dikerek işaret parmağını bana doğru savurdu. "Gülme." Hayır. "Bak eğer gülmeye devam ederseniz..."

"Saçımızı mı çekersin, cici kız?" dedim sesimi incelterek. Serra ellerini küçük hareketlerle ona doğru savururken "Seninle savaşmaya hazırız güzellik." diyerek yeniden güldü.

"Sen bittin tütüncü!"

Onu ciddiye almadığımı belli eden cinsten bir bakış atarak ayağa kalktım. Sibel benden bir açıklama bekliyordu. Ellerini göğsünde birleştirmiş, kaşlarını kaldırmış, iri gözlerini üzerime devirmişti. Ona öpücük atarak odadan çıktım ve banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama giderek sol elime düz siyah bir parmaksız eldiven takmış ve saçlarımı bağlamıştım. Ensemdeki saçları birkaç hafta önce kazıdığım için biraz uzamışlardı ama bağlanmıyordu.

Salona geçtiğimde Tuna elinde bir tavayla dün yemek yediğimiz küçük masaya doğru ilerlerken "On saniyeniz var!" diye bağırdı. "Yoksa size yedirmem." Tuna'nın hâlâ keyfi yoktu ama dün geceye göre biraz daha toparlamıştı kendisini.

Dün oturduğum yere oturduğumda Sibel'de tam yanıma oturdu. Bana bir şey demek için kulağıma eğilirken Baran ikimizin arasına girdi.

"Az git bakayım şöyle." dedi Sibel'e yüzünü buruşturarak. Sonrada büyük bir yapmacıklıkla sırıtarak bana doğru yanaştı. "Naber bestim? Karnın aç mı?" diye sordu ve bir parça ekmeği Tuna'nın yapmış olduğu sucuklu yumurtaya batırıp bana uzattı.

Kendimi geriye çekmeme fırsat vermeden ekmeği ağzıma tıkıştırarak çay bardağını eline aldı. "İç bakayım şunu sıcak sıcak." Kendimi geri çekerek omzuna sertçe vurdum. Ağzımdaki ekmek parçasını yuttuktan sonra kaşlarım çatıldı.

"Baran ne yapıyorsun?"

"Canım bestimin karnını doyuruyorum." dedi omuz silkerek. "Yoksa, yoksa sen vejeteryan mısın? Ay ben sana az önce inek mi yedirdim!" Zaten inek yumurtlardı, aynen Baran.

"Saçmalama, vejeteryan falan değilim."

"Üşüyor musun? Biraz betin benzin atmış gibi, hasta mısın? Sana su kaynatayım mı?"

"Niye, çocuk mu doğuracak?" diye sordu Serra.

"Baran, cidden iyi misin?" diyerek onu biraz ittim ve kendimden uzaklaştırdım.

"Senden bir şey isteyecek, sakın yapma." dedi Ayaz. Tabi efendim. Sen dedin ya, emrin olur.

"Ne isteyeceksin?" Baran sevinçle gülümseyerek gözlerini irice açtı. Ayaz onaylamayan şekilde başını iki yana salladı.

"Yapacak mısın?"

"Önce ne istediğini söyle."

"Yapacağım de."

"Baran."

"Ya lütfen, lütfen, lütfen!" Sadece göz devirirken koluma yapıştı ve dudaklarını büzdü. "Nolursun! Yalvarırım!"

"O zaman hayır."

"Öf tamam. Bana bakkalın çırağının instagram hesabını verir misin?"

"Asla!" Dişlerini sıkarak kolumu bıraktı. Onu umursamadan kahvaltımı etmeye devam ederken hırsla soluyordu.

"Sen ne vicdansız bir kadınsın ya! Bestlerin yüz karası, ihanetçilerin başı, sırta saplanan hançer, ayakkabıma bulaşan bok, dişi şeytan!"

"Yuh!" diye bağırdı Sibel ve Baran'ın koluna bir tane vurdu. "Sen benim kankamla nasıl konuşuyorsun ya? Seni yolarım!"

"Yolar." dedim ve karışmadığımı belirtircesine omuz silktim.

"Ya Reya lütfen, Allah rızası için! Bak çok büyük bir günah işliyorsun. Doğmamış çocuklarımızın kanına geçiyorsun, yaşayacağımız mutlulukların önüne taş koyuyorsun, hayatımı karartıyorsun."

"Abartsaydın." dedi Serra sitemle. Ayaz elini alnına vurduğunda ona tahammül edrmiyormuş gibi sızlandı.

"Baran yemeğini yesene, dün hiçbir şey yemedin, aç değil misin?" Serra ona bir ekmek parçası uzatırken Baran başını iki yana salladı.

"Ben kara sevdaya tutuldum. Aşk veremi oldum. En imkansızından bir aşk var içimde ve tek sorumlusu da bu hain! Tek lokma sokamam ağzıma."

Ayaz onu kınar gibi yüzünü buruşturdu. "Yalan söyleme, dün gece gizlice mutfakta bir şeyler yiyordun. Aç falan değilsin." Boynumu bükerek Baran'a bir bakış attığımda Baran Ayaz'a bir küfür mırıldandı.

"Boş konuşup durmayın, kamera görüntülerini almamız gerekiyor." Tuna kaşlarını çatmıştı. Ağzına tek lokma koymuyordu ve ben sebepsizce kendimi suçluyordum.

"Ne kamerası?" diye sordu Sibel.

"Bakkalın çırağı, lütfen ufaklığım."

"Kes sesini Baran!" Ayaz, Baran'a bağırırken Sibel yeniden bir soru sordu.

"Ya ne kamerası, ne görüntüsü?"

"O kız gece rüyama girdi." Bu seferde Serra öfkeyle Baran'a çemkirirken kafasına bir zeytin attı.

"Nil öldü, Nil! Farkında mısın?"

"Nil kim?" diye sordu Sibel.

"Bunun bakkalın çırağıyla ilgisi ne?" Baran konuşunca Serra dahada öfkelendi.

"Konu zaten onunla değil seninle alakalı, katil bizden birisi."

"Ne?" En sonunda Sibel çığlığı bastığında ellerimle kulaklarımı kapattım. Gerçekten ömrüm boyunca şu iki gün kadar zor günler yaşamamıştım. Bu insanlara tahammül etmek karanlıkta kalmaktan beterdi.

"Kesin sesinizi!" diye bağırarak ayağa kalktım. "Tek kelime daha ederseniz sizi evden atarım." Bütün gözler bana bakarken öfkeyle soludum. Sabah sabah beynimi akıtmışlardı.

Baran'a bakarak işaret parmağımı ona doğru salladım. "Bir daha bakkalın çırağı dersen pijamalarını yakarım." Pijamalarını sevdiğini biliyordum. Sibel'e döndüm. "Sana her şeyi anlatacaktım zaten."

Yeniden oturduğumda bütün gözler bize çevrilmişti. Derin bir nefes aldım. "Tolga'yla tartıştık iki gün önce, şu adam yüzünden yine. Bende evden çıktım, sonrasını biliyorsun. Sabah uyandığımda onların evindeydim." Her şeyi Sibel'e anlatırken neredeyse telaştan ağlayacaktı. En sonunda hızla başını diğerlerine çevirdi.

"Bunu Reya yapmamıştır." dedi öfkeyle. "O yapmaz. Ona iftira atıyorsunuz."

Herkes sessiz kalırken "Sibel," diye inledim. "Kimse kimseyi suçlamıyor. Tek bildiğimiz hiçbir şey bilmediğimiz."

"Ama yinede sen yapmamışsındır." diyerek ellerimden tuttu. Dolu gözleri gözlerimde gezinirken içimi rahatlatmak istiyordu. "Biliyorum sen kendini suçluyorsun." Diğerlerine bakmadı ama başıyla onları işaret etti. "Onlarda seni suçluyor, dimi."

Sessiz kaldım. Sessiz kaldılar. Gözlerim ona nasıl bakıyordu bilmiyorum ama gözünden bir damla yaş süzüldü. Onu ağlarken görmek istemiyordum. "Ben sana güveniyorum. Sen yapmadın. Lütfen kendini suçlama," Bu sefer onlara baktı. "Lütfen onu suçlamayın, o bunu kaldıramaz."

"Sibel." Susturmak için onu kendime doğru çekerek sıkıca sarıldığımda Baran çoktan aramızdan çekilmiş, ciddiyetle bizi izliyordu. "Tamam, sakin ol."

"İyi misin?" diye sordu göz yaşlarını silerek. O beni anlıyordu ve beni gerçekten önemsiyordu. Ben kendimi onun yanında güvende hissediyordum. Beni benden daha iyi tanıyor benden daha çok umursuyordu. Gözleri ruhumu gördü, onu izledi ve ona dokundu. Ellerimden tuttu önce, sonra ışıkları yaktı ve bana sarıldı. Avuç içimi öptü, kanayan yaralarımı sardı. Bana inandı.

Bir bakışı iki gündür üzerime binen tüm yükleri alıp götürmüştü. Yalvarıyordu ruhunu gördüğü o çocuğa, yeniden düşmemesi için. Tebessüm ettim. Bir kez daha sarıldım ama cevap veremedim.

Ona sarılırken Ayaz'ın sorgulayan bakışlarıyla karşılaştım. Beni suçlayan bakışları şimdilik bir yerlere saklanmıştı ve yeniden ortaya çıkmak için fırsat kolluyordu.

"Ona su getirmemi ister misin?" diye sordu Baran ciddiyetle. Bu ortamın onu afallattığı belliydi. Ne yapacağını bilmeyerek bakıyordu etrafa.

Sibel suyu içtikten sonra üzerimizi değiştirmiş ve kamera görüntülerini almaya gitmek için hazırlanmıştık. Işık Sibel'in kollarının arasında uykuya dalarken yavaşça ayağa kalktı ve onu kanepenin üzerine bıraktı. Işık sadece güvendiği insanların kucağında uyurdu ve benden sonra kabullendiği tek kişi Sibel olmuştu. Tolga'yı yanına bile yaklaştırmıyordu. Bugün Baran'ın kendisine dokunmasına izin vermesine şaşırmıştım doğrusu.

Sibel güven vermek için elimi tuttu. Parmakları eldivenimin üzerinde ufak hareketlerle dolanıyordu. Elini sıkıca kavradım. "Çıkalım mı artık?" diye sordum. Herkes ayakkabısını giymişti çoktan. Beni onayladıklarında Baran kapıyı açtı.

Karşımda gördüğüm kişiyle omuzlarımı düşürdüm. Gerçekten birkaç saniye daha bekleyememiş miydi?

"Reya." dedi Tolga şaşkınlıkla diğerlerine bakarak. "Bu insanlar kim?"

~

Merhabalar!! Nasılsınız?

Biraz daha karakterlerindünyasına gireceğimiz bir bölüm istiyorum ben. Yavaş yavaş tanışacağız onlarla.

Bölümü nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Görüşmek üzere.

Seviliyorsunuzz Işıklarım... 🤍

Продовжити читання

Вам також сподобається

Acımasız Ağa Від alanur

Підліткова література

141K 4.1K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
minik bebeğim(yarı texting) Від a.

Підліткова література

1.1M 40.3K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
12 VE 14 (Texting) Від kahvesekeri_

Підліткова література

2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
Lilith'in Gözyaşları Від Anna 🕯

Підліткова література

1.1M 34.1K 19
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...