Kötü Çocuk I & II

By BusraKck

61.7M 730K 47.8K

Siyahın İçindeki Beyaz Noktanın Hikayesi On yedinci yaşında farklı bir şehre taşınıp, babasıyla yaşamaya başl... More

KÖTÜ ÇOCUK
Playlist
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
KÖTÜ ÇOCUK 2
2.2
2.3
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
2.10
2.11
2.12
2.13
2.14
2.15
10. Yıl Özel Baskı

2.4

638K 6.2K 473
By BusraKck

Özel okulumdaki ilk karne günüm.

Yazlık bir elbise tercihinden sonra saçlarımı tarayıp omuzlarımdan aşağı bıraktım. Okul bitiyor değildi ama işte son günü gibi karne almaya gidiyorduk.

Mutfağa girip babamın karşısındaki sandalyeye otururken "Günaydın."dedim gülümseyerek. Babam gazeteyi kapatıp katladıktan sonra masanın üzerine bıraktı.

"Günaydın. Karne için hazır mısın?"dediğinde gözlerimi kırpıştırıp önümdeki servis tabağına salatalık dilimlerinden aldım.

"Yaz okulu saçmalığı olacağı için hiçbir şey ifade etmeyen bir karne."dediğimde gülümseyerek fıstık ezmeli ekmeğinden bir ısırık aldı.

"Çalışmak güzeldir, Kayla."

"Ne demezsin!"diye mırıldandıktan sonra peynirden bir dilim alıp ağzıma attım.

"Okulu sevdiğini sanıyordum."

"Tatili de seviyorum."

"Seneye zaten zor olacak. Erken bir hazırlık çok da fena değil gibi."

"Ben kendi başıma da o hazırlığı yapabilirdim."

"Okula gitmek sıkıcı mı diyorsun yani?"

"Eh, yani!"dedim omuz silkip. "Yazın bir olayı var. Güneş doğar, camdan içeri sızar. Sen esneyerek uyanmaya çalışırsın. Biraz yatağın içinde oyalanırsın. Keyif yaparsın falan. Erkenden kalkıp okul için hazırlanmazsın mesela."

"Kulağa güzel geliyor valla."

"Yaa! Değil mi?"

"Maalesef bu hayallerin biraz daha bekleyecek ama."

Maalesef.

"Ben gidip şu karneyi alayım."dedim somurtarak. Babam cesaretlendirici bir şekilde göz kırptı.

"Bol şans."

Şansa ihtiyacım yoktu ama her neyse!

Serviste annemle konuşup ona da biraz ağlandığımdan yol hızlı geçti gibi gelmişti. Okuldan içeri girdiğim anda ise ismimi duydum.

"Kayla!"

Cansu ellerini şaklatarak yanıma koşturarak geldi. Yanağıma sulu bir öpücük bıraktıktan sonra ışıldayan gülümsemesiyle bana baktı. Bir şey geliyordu. Hissediyordum.

"Yaz okulunun finalindeki parti organizasyonunu yapmak bana layık görüldü. Bu ne demek biliyor musun?"

Kaşlarımı kaldırmış merakla onu izlerken "Öğretmenler tarafından çok beğenilen saygı değer öğrenci?"dediğimde elini havada salladı.

"O da var tabii ama öğrenciler için diyorum. Şu an okulun kraliçe adayıyım. Mertebem yükseldi yani."

Gözlerimi devirme isteğimi zorlukla zapt ettim. Saçma bir tepki verip hevesini kursağında bırakmamak için gözlerimi büyütmüş kıpırdamadan ona bakıyordum.

"Tamam, senin anlayacağın dilde konuşursak eğer ben davranışlarımla örnek olacağım. Ve ben burslulardan biriyle çıkıyorum. Yani dengeleri değiştirebiliriz."

Derin bir nefes verdim. Şu okulun saçma sınıf sisteminde mertebe atladığı için sevinecek kadar boş biri olmadığını biliyordum ama yüksekler insanı değiştirir değil mi?

"Çok sevindim."

Şimdi samimiydim. Meriç ve Bora için üzülmüyordum. Bu okulda düzeni ilk geldiğim günden beri umursamıyordum ama Meriç'in arkadaşları kendilerini kendi sınırlarına hapsedip diğerlerine karşı hep ön yargılı yaklaşıyorlardı. Özellikle de Suzan. Hala bana dostça bakmıyordu ama bunun tek nedeninin onun burslu olması olmadığını biliyordum ya da babamın arabaları... Meriç'ten hoşlanıyordu. Emindim.

"Bana yardım eden bir ekip olacak ve..."diyerek son heceyi uzattığında geriye birkaç adım atıp ellerimi havaya kaldırdım.

"Beni düşünmediğini söyle."

Ben böyle şeylere bulaşmazdım. Hem bu okulun kurallarını bilmiyordum bile. Ortada kendini Manhattan sosyetesinden sanan tuhaf tipler vardı. Bir tarafta ise kendini sokak çocukları sanan tipler... Hayır, bunları aynı anda memnun etmek hiç kolay değildi ve ben bu işe bulaşmayı cidden düşünmüyordum.

"Sana ihtiyacım var!"

"Sadece zararım dokunur."dedim yalvarır gibi.

Sarı saçlarını omzundan geriye atıp ellerini beline koyduğunda patron gibi görünmüştü. Bu işi halledecek ve ben de ona yardım edecektim. İkna edecekti.

"Ben yıl sonu partisinin organizasyonundan sorumlu kraliçe adayıyım ve senin ekibimde olmanı istiyorum."

Yüzüme bir gülümseme yayılırken kaşlarımı kaldırdım. Özgüveni etkileyiciydi ama...

"Ve söylemem gerekir ki Bora ağzından bir şey kaçırdı. Bilmek istersin diye düşündüm."

Tamam, bu biraz ikna edici olabilir.

"Üzgünüm seni böyle ikna etmek istemezdim ama..."

Mecbur. Anlıyorum.

Derin bir nefes aldıktan sonra "Tamam. Elime yüzüme bulaştırdığımda sorumlu sensin ne de olsa kraliçe adayı."dedim.

Sıkıcı yaz okulunu belki kafamı bu organizasyona vererek atlatırdım. Pollyannacılık dersleri başlasın.

"Yaşasın!"

"Evet. Dinliyorum."

"Arka bahçeye gidelim mi? Burası çok gürültülü."

Kafamı sallayıp peşine takıldığımda etrafın uğultusunu fark ettim. Haklıydı. Galiba tüm öğrenciler bahçedeydi ve hepsi bir şeyler konuşuyordu. Hava o kadar sıcaktı ki okul binasında olmamlarını anlıyordum. Bu yaz okulu da bu uğultuyla geçecek demekti.

Arka bahçe ön bahçeye göre daha sakindi. Banklardan birine oturduğumuzda saçlarını kulaklarının arkasına ittirdi. Nefesimi tutmuş onu beklerken parmaklarımı birbirine kenetlemiştim.

"Aslında bunu sana söylemekte kararsızdım ama biraz mecbur kaldım. Tekrar özür dilerim."dedi dudaklarını sarkıtarak. Semih bu kızın neresini çekici bulmamıştı acaba? Bazen cidden fazla aptal olabiliyordu.

"Hayır. Anlatmanı tercih ederim. Lütfen söyle."

"Tamam Bora'yla biraz konuşmuşlar. Bora onun seninle takılmaya başladığından beri daha... Kavga eden birine dönüştüğünü düşünüyor. Seni suçlamıyor, yanlış anlama!"dediğinde sesini alçaltmıştı. Oturduğum yerde kalçamı kaydırıp daha çok öne gittikten sonra ellerimi çözüp avuç içlerim masaya değecek şekilde koydum. Bunu Ömer de söylemişti. Daha farklı bir şekilde ama temelde ben hayatına girdiğimden beri Meriç onlara göre daha da çok kavga eder olmuştu.

"Neden böyle düşünmüş?"

Cansu kulağının arkasından kurtulan saçını tekrar yerine ittirdikten sonra benim gibi masasın üstüne uzandı.

"Senin onun için farklı olduğunu düşünüyor. Bunun herkes farkında. Yani onun gerçek bir ilişkisi olacağını tahmin etmezdim. Öyle birine benzemiyor."dediğinde kafamı salladım. Bunlar tahmin edilebilir repliklerdi.

"Bora onun seninle olarak kendinden taviz verdiğini düşündüğünü söyledi. Anlattığına göre Meriç'e karşı olan bir sürü insan varmış. Onlara karşı güçsüz gözükmemek için daha sert davranmaya başlamış."

"Denge."diye fısıldadığımda kaşlarını çatıp "Ne?"diye sordu.

"Kendine göre dengeliyor."dediğimde kafasını salladı.

"Mantıklı."

"Yani benim yüzümden daha kötü birine dönüşüyor."

Cansu elimi tutup parmaklarını hafifçe sıkarak arkadaşım olarak yanımda olduğunun altını çizdi sanki. Kendimi onlardan o kadar uzakalaştırmıştım ki son zamanlarda... Suzan gibi olmuştum. Arkadaşlarım beni asla anlamayacak insanlarmış gibi onlardan uzaklaşmıştım. Halbuki buradaydılar. En başından beri Cansu da Ömer de benim yanımdaydı. Neşe zaten...

"Senin bir suçun yok. O kendi seçimi. Daha kötü biri olması senin için sorun mu? Bak, ailem Bora'yı bana yakıştırmıyor. Benim daha efendi biriyle birlikte olmamı isterler ama ben onu olduğu gibi seviyorum."

Gözlerimi kaldırıp ona baktıktan sonra gözümden akan yaşı sildim. Ailesinin Bora için ne düşündüğünü bilmeyecek kadar ilgilenmemiştim onunla. Kötü bir arkadaştım. Tek dert benimmiş gibi bencillik etmiştim ve şimdi bundan bahsedip geç kalmışlığımı daha da göz önüne sokmak bile korkunç geliyordu.

"Bir şey yapmalıyım."

Benim ona iyi geldiğimi söylüyordu. Bu yüzden onunla olmama izin vermişti. O kimseyi sokmadığı kabuğuna benim girmeme izin vermişti. Ben de onun iyi hissetmesini istiyordum ama bir yerden iyi hissederken diğer yerden daha kötü şeyler yapmasına göz yumamazdım. Kendi başına dünyanın en kötü adamı olsa da yanında kalırdım ama benim sebep olduğum bir şeye izin veremezdim.

"Sen kendini kötü hisset de bir şey yap diye söylemedim, Kayla. Bilmek istersin diye anlattım bunu."

"Benim yüzümden daha kötüsü olmasına izin veremem.

"Saçmalama, Kayla! Onun için ondan vazgeçerim saçmalığını yapmayacaksın değil mi?"

Elimi sıkan parmaklarına baktım. Bana destek olduğunu gösteriyordu ama bizi birbirimize uygun görmediğini biliyordum. Belki de ben değil karşımdaki herkes haklıydı. Biz birbirimize iyi gelsek bile birlikte olmak için doğru zaman değildi. Bana zarar vermediğini söylemezdim. Anlaşılan ben de ona zarar veriyordum.

Her şeye rağmen yanında olan arkadaşları vardı. Benim de her şeye rağmen yanımda olan arkadaşlarım olduğunu bilmek... Güzeldi. Yalnız değildim. Sadece Semih de değildi. Mutlu insanlarla birlikte de mutlu olabilirdim. Arkadaşlarımı kıskanmayı bırakırsam eğer onların mutluluklarından ben de mutlu olabilirdim. Bu şehrin havasında bir şey vardı. Eskiden böyle değildim. Sanki burada her şeyim süper olmalıymış gibi kendimi sürekli birileriyle kıyaslayıp, kendimle yarışıp kendimi hasta ediyordum. Bencil bir hastalık. Meriç'e zarar verdiğimi bile göremeyecek kadar ilerlermiş bir bencillik.

Gözlerimi elimin üstündeki parmaklardan ayırdıktan sonra arkadaşımın gözlerinin içine bakıp gülümsedim.

"Her şey güzel olacak. O da daha iyi olacak. Belki kötünün iyisi ama bir şekilde iyi."


*


Bahçeden içeri girdiğinde hiçbir şey olmamış gibi sırtımı yasladığım duvardan ayırıp ona doğru yürüdüm. Bahçe o kadar kalabalıktı ki karşısına çıkana kadar beni fark etmedi.

Gözünün altındaki renk değişiminin üstünde parmaklarımı gezdirmeme ses çıkarmadı. "Fena gözükmüyor."

Gülümsemeye çalıştım ama şüpheci bakışları üstümde gezinmeye başlayınca rol yapmadaki beceriksizliğimi hatırlayıp daha fazla zorlamadım.

"Felaket gözüküyorsun."

"Fark ediliyor yani!"dedim elimi yüzünden indirirken. "Karne günlerini sevmem."

"Okula dair ortak bir noktamız var yani."

Ha! Ayrılmaya hazırlanırken Meriç Tuna'dan böyle bir yorum...

"Sınıfta kalmazsın değil mi?"diye sorduğumda kaşı havaya kalktı.

"İmkanı yok. Ortalamam senden daha yüksek."

Yürümeye başladığında ona yetişip "Nasıl oluyormuş o?"diye sordum. "Yarışma birinciliğin notlarını mı yükseltiyor?"

Önümüzdeki sarışın kıza değmeden yanından ufak bir hamleyle geçtikten sonra "Ben bursluyum unuttun mu?"dedi.

"Evet. Unutur muyum hiç!"

Zil çalmaya başladığında kolunu tutup onu durdurdum. Ayrılmak istemiyordum. Benim yüzünden daha da kötü şeylere bulaştığına inanmak istemiyordum. Ama... Bir şey yapmak zorundaydım ve en iyisi doğal bir nedenle ayrılmış gibi yaparak ona biraz zaman kazandırmaktı. Kafasını toplayıp hayatına dahil ettiği birinin, benim, dengeleri bozmadığını anlaması gerekiyordu.

"Karneleri aldıktan sonra bahçede buluşalım."

Benim için bile garip olduğunu bilsem de onu orada bırakıp kalabalığın arasına karıştım ve hızla merdivenleri çıkıp sınıfa yöneldim.

Karneler ayrı ayrı dağıtıldı. Biz çoktan karnelerimize kavuştuğumuzda Meriç'in sınıfının önünde hala bir dağınıklık vardı. Sınıf öğretmenleri elinde karnelerle koridorun başında göründüğünde hepsi içeri girdi. Kapının önüne kadar gidip bekledim. Bora ile Suzan birbirine sataşırken Meriç usulca bekliyordu.

Suzanla tartışması biten Bora sonra Meriç'e bir şeyler söyledi ama öğretmen onları susturduğunda canı sıkılmış olsa da bir daha bir şey söylemedi. Karnesini aldığında yeniden mutlu olmuştu. Meriç sadece bir göz gezdirip cebine sıkıştırdığı karneyle arkadaşlarına döndüğünde Suzan ile göz göze geldim.

Yakalanmış gibi hemen gözlerini çekip Meriç'e döndü ve bir şeyler söyledikten sonra kollarını boynuna dolayıp ona sarıldı. Rahatsız edici olabilirdi ama bunu ben istemiştim.

Suzan ne söyledi bilmiyorum ama dışarıdan bir vedalaşma gibi gözüküyordu. Kollarını çözüp gülümseyerek bir şeyler söyledikten sonra eşyalarını toplamaya başladı. Bu benim planladığım bir şey olmasa bile kıskanılacak hiçbir şey yoktu. Beden dilleri rahatsız gözükse de aslında çok normal bir arkadaş kucaklaşmasıydı. Meriç bir süre Suzan'ı izledikten sonra arkasını döndü ve açık kapıdan beni gördüğünde ona bir şey söylemeden merdivenlere yöneldim.

Bahçede onunla karşı karşıya gelene kadar kendimi hazırlayacak vaktim vardı. Ayrılık konuşması yapmayı hele de bu şekilde böyle bir bahaneyle yapmayı hiç beklemezdim ama sınırlı vakitte bu kadarını uydurabilmiştim.

Arka bahçede bir ağacın altında durup kendimi buna hazırladım. Beş dakika sonra Meriç geldi.

Kızgın gözüküyordu. "Oyun mu oynuyoruz?"dedi sinirli bir şekilde. Bu kadarı bile onu sinirlendirmeye yetmişti doğrusu işim çok da zor değildi.

Onun bu sinirini yumuşatmak işime gelmezdi. Üstüne giderek "Suzan yani?"diye sordum.

Kaşları anında çatıldı.

"Ne saçmalıyorsun?"

"Suzan'ın sana sarılmasına ses çıkarmadın."

"Bu saçmalıklarla vakit kaybedemem."deyip arkasını döndüğünde kolunu tutup onu durdurdum.

"Kaçamazsın."

"Saçmalıyorsun, Kayla. Bazen senden çok şey mi bekledim diye düşünüyorum ama hayır, bu çocukluk! Çocuk gibi davranıyorsun."

"Çocukluğumu dinle git o zaman! Ne Suzan ne de diğer kızlar. Kimseye tepki vermiyorsun. Her karşına çıkanın sana dokunmasına sarılmasına izin veriyorsun."

"Bitti mi?"

"Bitmedi!"

"Aklını topladığında konuşalım. Bugün böyle saçma bir şeyi konuşmak istemiyorum."

Hızlı ve acısız olacak.

"Senden ayrılıyorum."

Beni duymamış gibi aynı ifadeyle bakarken gücümü yitireceğimi sandım. Az sonra yere yığılabilirdim. Biraz daha inanmazsa oyunum bozulurdu. Dağılmak üzereydim.

"Senin kurallarınla oynamak istemiyorum artık."

Gülümsediğinde son kozumu da oynadım. "Sen vazgeçilmez değilsin Meriç."

Tek kaşı yukarı kalkarken tebessümü yavaş yavaş yok oldu. Bakışları sertleşti. Onu karşıma almıştım ve bunu açıkça gösteriyordu.

"Hep kötü rol yapıyorsun Kayla. Bu asla değişmiyor ama istediğin olsun. Bitsin. Ayrıl benden. Nedenini öğreneceğim ama bugünü unutma. Ben asla unutmayacağım."

*

"Ne yaptı dedin?"

Neşe odanın içinde dolanırken duyduğu halde tekrarlamamı isteyerek neyi amaçlıyor anlamadım yine de ona Meriç'in son sözlerini tekrar ettim.

"Ne planladıysan öğreneceğim dedi. Asla unutma dedi. Ayrıldık ve gitti."

On iki saatten fazla olmuştu bile ve hala onun başka biriyle olduğu haberi gelmemişti. Belki Neşe ve Cansu sevgililerini tembihlemişti bu konuda. Okulun sitesini her saat kontrol ediyordum. Orada da bir şey yoktu. Ondan ayrılmanın en zor yanı olarak gördüğüm kısmında henüz bir hareket yoktu ki bundan kesinlikle şikayetçi değildim.

Her dakika mesajlaşmadığımız için henüz ayrılığın tam olarak farkına varmamıştım. Fena geçmiyordu. Zaten Eskişehir'e gittiğimde onu görmediğim birçok gün olacaktı. O günler erkenden gelmiş gibi bir psikolojiye sokmuştum kendimi.

"Bu çocuk kendini ne sanıyor?"

Yerdeki çantamın içini açıp yaz okulu ders programını alırken "Her zamanki Meriç."diye mırıldandım. Her zamanki Meriç olmamasını istemiştim. Neşe de bunun farkındaydı.

Benimle kahvaltı yapmak için gelmişti. Ayrıldığımızı dün gece ona söylemiştim. Hemen gelmemesi için. En azından bir akşamı kendimle baş başa kalarak geçirmiş ve kendimi bu duruma biraz daha alıştırmıştım. Sabah olduğu gibi arkadaş desteği gelmişti.

"Anladıysan bir sor ya! Seven insanlar böyle yapar. Ne bu ego?"

Tekrar ayağa kalktıktan sonra çalışma masama ilerledim. Neşe yeniden odanın içinde dolanmaya başlamıştı. Arkadaş desteği... Fena değildi.

"Açıkçası ayrılmana çok sevindim. Bilirsin işte o megaloman için kendini yıpratmana değmezdi ama bunun işe yarayacağından emin misin?"

Ders programının olduğu kağıdı duvara yapıştırdıktan sonra ona döndüm. Yanlış anlamakta ısrar ettiği şeyleri düzeltmek için ona yeniden gerçeği hatırlattım.

"Birincisi ondan kesin ayrılmışım gibi konuşma. İkincisi bundan anneme ya da babama bahsetmek yok. Beni Meriçle bilmeye devam edecekler. Üçüncüsü en azından eski Meriç olacak. Ama benim için daha kötüsü olmayacak."

Annem benim yüzümden aşkından ve geleceğinden vazgeçmişti. Her şey altüst olmuştu. Sevdiğim başka birinin daha hayatını altüst etmesine göz yumamazdım.

Planı uygulamaya geçirmede biraz aksaklıklar yaratıp bir plan olduğunu belli etmiştim ama bunu kanıtlayamayacağı için öyle düşünmesinde sorun yoktu. Suzan onu kaybetmemek için asla benimle anlaşma yaptığını söylemezdi. Yani onu eski haline döndürmek için ondan ayrıldığımı fark etmesi biraz zordu. Çünkü benim bir planım olduğumu sanıyordu. Bu yüzden hep bana odaklanacak ve kendine dikkat bile etmeyecekti.

Aslında mükemmel iş çıkarmıştım.

"Neden ailene söyleyip onları biraz rahatlatmıyorsun ki?"

Parmaklarımı masaya vurduktan sonra odanın diğer ucundaki yatağımın önüne geçip ayak ucuna oturdum. Semih ile konuşmam gerekiyordu. Meriç'i benden daha iyi tanıyordu ne de olsa. Ömer şimdi karşı tarafa geçmişti ve muhtemelen ona karşı da oyun oynamam gerekecekti.

"Çünkü onlar da aptalca bir kıskançlık yüzünden ayrıldığıma inanmayacak. Üstelik bu geçici bir ayrılık Neşe. Kalıcı olduğunu düşünmekten vazgeç."dedim merakla bakan gözlerine karşılık.

Sandalyeyi çekip oturduktan sonra bana doğru eğildi.

"Hayal kırıklığına uğratmak istemem ama üçüncü bir şansın olmadığından bahsetmemiş miydin?"

Gözlerimi yukarı kaldırıp nefesimi dışarı üfledikten sonra "Onun rakamlarla nasıl bir takıntısı var bilmiyorum ama ben onları aşıyorum. Kuralları benim için geçerli değil."dedim.

"Yani seni istemese bile..."dediğinde sözünü kestim.

"Her şey eski haline dönecek."

"Arsızlık edeceksin?"

"İstemediği ve beklemediği bir değişiklik yaşıyor. Bu onu bocalatmış olmalı. Biraz kafasını toplaması için bu ayrılık."

"Ona neden bunu söylemedin peki?"

"O zaman kabul etmezdi. Daha da üstüne giderdi hatta."

Telefonum çalmaya başladığında yeniden çantama uzandım.

"Efendim."

"Mesaj bırakmışsın."

"Konuşabilir miyiz?"diyerek mırıldandığımda Neşe bana gözlerini devirdi.

"Bugün antrenmanım var. Okula gelirsen olur."

"Olur."

"Tamam."

"Görüşürüz."dedikten sonra telefonu kapattım ve ayaklandım "Semih ile görüşeceğim."

"Meriç'e geri dönmeni ne kadar istemesem de okulun sitesini yalayıp yuttum. Onu kıskandırmak için bir erkeği kullanırsan o sana daha fazlasını gösterir. Senin üzülmeni istemiyorum."

"Semih'i kullanmıyorum, Neşe. O benim arkadaşım ve Meriç de bunu biliyor."

"Biliyor ve buna inanıyor mu?"

Bu kadar derin düşüncelere vaktim olmamıştı. Geri dönüşüm de yoktu zaten. Meriç'in aklından geçebilecekleri düşünmenin bir yararı yoktu artık.

"Tamam. Sen harikasın. Her zaman arkandayım. Bunu bil yeter."

Biliyorum.

Teşekkürler.

Ona sıkıca sarıldıktan sonra birlikte evden çıktık.

Okula vardığımda daha bahçedeyken spor salonundan sesler duyuluyordu. Okul bitmiş olsa da basketbol takımı için her şey daha yeni başlıyordu. Okul onlara kaldığından istedikleri gibi gürültü edebiliyorlardı. Spor salonundan içeri girdiğimde Semih'in gür sesini duydum.

Kaptan bütün takımı karşısında toplamış onlara taktik anlatıyordu. Bu taktik bir motivasyon konuşmasına dönüştüğünde takımı çoşkulu onaylamalarla ona eşlik etti.

Duvara yaslanıp ara vermelerini bekledim. Antrenmanı bölmek doğru bir adım olmazdı ama Semih geldiğimi fark edince arkadaşlarını azad ederek dinlemelerine müsaade etti.

Takımın geri kalanı soyunma odasına gitmek için döndüğünde benimle karşılaşmışlardı.

"Prenses bizi çok mu özledin?"diyerek gelen Berke'ye gülümseyerek karşılık verdim.

Cem yanımdan geçerken saçımı karıştırdı.

"Berbat gözüküyorsun."

"Teşekkür ederim, sen de."diyerek uğurlardım Mete'yi. Berke de eliyle saçlarımı karıştırırken en az üç kişiden daha kaçamamıştım. Gözlerimi açtıktan sonra buruşturduğum yüzümü eski haline sokup elimi beceriksizce saçlarımın arasından geçirdim. Semih "Birazdan geliyorum."dediğinde başımı sallayıp tribüne çıktım ve karışmış saçımı çözmeye devam ettim.

On dakika sonra çocukların sesi yeniden duyulmaya başladığında Semih gelip yanıma oturdu. Çözmeye çalışıp daha çok düğüm haline getirdiğim tutamı alıp tarakla açmaya çalışırken "Meriç'ten ayrıldım."dedim. Tarak bir an durduğunda bir şey söylemesini beklemeden ekledim. "Eski haline dönmesi için. Geçici bir ayrılık."

Tarak saçlarımdan düzgünce kaydığında ona döndüm.

"Teşekkür ederim."

"Meriç'ten ayrıldığını söylüyorsun ve tekrar barışacağına mı inanıyorsun?"

"O iyi olsun diye ayrıldım."

Bu ayrılığın sebebini açıklamak bana yanlış bir şey yaptığımı düşündürtmeye başlamıştı. Henüz pişman değildim ama çok yakındım.

"Sadece eski Meriç olsun diye. Kötünün iyisi."

"Bunu anlaşılabilir bulup yeniden birlikte olacağına inanıyorsun yani?"

"Onu terk etmedim, Semih."diye ısrar ettim. Neden herkes bu kadar olumsuz düşünüyor ki? Meriç de bir insan ve herkes değişebilir.

Yüzünü iyice bana döndükten sonra dizine koyduğu koluna ağırlığını vererek "Kayla onu sen mi bıraktın?"diye sordu. Kafamı salladığımda kahkaha atarak başını geriye attı.

"Ne var bunda?"

"Hiç. Hiç. Meriç'in unutamayacağı bir tecrübe." Başımı sallayıp elimi havada salladım. Erkeklerin kendi aralarında bu yarışları oldukça çocuksuydu.

"Komik değil. Bu gerçek bir ayrılık değil. Mola gibi bir şey."

"Kayla onu terk etmişsin. Sana asla geri dönmez."

Semih kendinden ne kadar emin olsa da benim de bazı güvencelerim vardı.

"Bizim birlikte olmamız da imkansızdı ama bak, neler oluyor! Meriç ile yaşadığımız şey onun için farklı. Artık siz de bunu anlarsanız iyi olacak."

"Ama o hala Meriç, Kayla. Senin nasıl biri olduğun önemli değil. Onu terk ederek şansını kaybetmişsin sen. Meriç'in travmasını tetiklemişsin. Bundan sonra sana bir daha asla güvenmeyecek. Artık ondan vazgeçemeyecek biri değilsin. Belki de öyle sandığı için sana farklı davrandı ama sen de bir insansın ve sonunda bunu gördüğünde... Üzgünüm ama artık onun için herkes gibisindir."

Hiç ama hiç söylediklerine kulak asmayı istemesem ve abartıyorsun diye tepki vermek istesem de o kadar doğru bir noktadan aklımı karıştırmıştı ki... Şimdi kendimi berbat hissediyordum. Haklı olabilirdi. Büyük bir haklılık payı vardı ve bundan nefret etmiştim.

Korku içimi kemirmeye başladığında gün benim için erkenden karardı. Zaten az buçuk kalan neşemi de yitirmiştim. İçime doğru sinerken kendime buraya neden geldiğimi hatırlattım ve Semih'in haklılık payına dertlenmeyi sonraya bırakıp kendi planıma sadık kalmayı tercih ettim.

"Bana yardım edecek misin?"

"Nasıl bir yardım?"

"Ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Bu durumdaki sınırlarını. Ne kadar ileri gidersem onu çok kızdırırım ya da dozajında kızar bilemiyorum."dedikten sonra zorla da olsa tatlı tatlı gülümseyerek "Sana ihtiyacım var."dedim.

Çok istekli olmasa da arkadaşım olarak yanımda olmak zorunda hissediyordu sanırım. Beden dilinden karmaşa haricinde bir şey anlamıyordum. Sonunda tek kaşını kaldırıp şüpheyle "Ona karşı mıyız?"diye sordu. İstemediği bir şeye dahil olması için tek bir şartı var gibiydi. Bunu kabul etmem.

"Bana savaş ilan etti."dediğimde gülümsedi. İşi onun için eğlenceli bir hale getirmeye yetmişti. "Onu darmaduman edeceğiz."

Yüzüme bir gülümseme yayılsa da içim berbattı. Onun arkadaşlığı haricinde her şey çok kötü gözüküyordu. Sanırım artık pişman olma noktasına gelmiştim. Uzanıp boynuna sıkıca sarıldım. Bu tuhaf yakınlaşma sahnemizin farkına vardığımda Neşe'nin söyledikleri zihnimde aydınlandı ve kendimi geri çekip "Arkadaşız?"diye sordum.

"Korkma. Sana saracak kadar müsait değilim."

"Ne?"

"Gelsene!"diye seslendiğinde arkamı dönüp bize doğru gelen kızıl saçlı kızı izledim.

"Arzu, Kayla. Kayla en yakın arkadaşım olur."

Semih'in yanağına bir öpücük bırakıp bana dönen kızın uzattığı eli sıktım. Onuncu sınıflardan olmalıydı. Emin değildim. Bana şüpheyle bakıyordu. Tehlike olmadığımı anlatma görevini Semih'e bıraktım.

"Merhaba! Alev ben."

"Merhaba, Kayla. Memnun oldum."

"Ben de."

"Ben sizin vaktinizi çalmayayım."

"Arzu, sen beni bekle. Ben Kayla'yı taksiye bindirip geliyorum."

Arzu'nun gözlerine parıldayan gözleriyle bakan arkadaşımı izlerken ben bile neredeyse büyülenecektim ki Arzu'yu çoktan kaybetmiş olabilirdik.

"Hayır. Hayır gerek yok. Siz keyfinize bakın. Ben gidiyorum."dediğimde Semih parmaklarımı tutup durdurdu. Peki...

Arzu'ya dönüp "Bekle beni."dedikten sonra göz kırptı ve sonra beni spor salonundan çıkardı.

Dışarı çıktığımızda "Nasıl?"diye sordu. Fiziksel olarak güzel ama "Benimle konuşmaya çok hevesli değil gibiydi."dedim. Gideceğimi söylediğimde kibarlıktan bile bir kal dememişti.

"Çok kıskançsın. Senin de bir isteğin yoktu halbuki."

Elimi neden hala tutuyordu? Parmaklarımı yavaşça çekerken "Tam sana göre."diye ekledim.

"Bozulmadın değil mi?"

Gülümseyerek elime bakıyordu. İmalarına alışık olduğumdan aldırış etmedim.

"Hayır. Arkadaşlar birbirinin elini tutmaz pek."dediğimde gülümsemesi yüzüne daha da yayıldı.

"Öyle olsun! Artık bekarsın ama."

"Ha-ha!"

Semih koşarak yoldan geçen bir taksiyi durduğunda ben de adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim. Beni taksiye bindirirken ruhumu altüst eden çıkarımlarından sonra göz kırpıp teselli edecek bir şeyler geveledi. O çok samimi gözükse de ben o kadar inançlı değildim ama sözlerine yine de sıkıca tutundum.

"Endişe etme. Mahvedeceğiz onu."


*


Meriç'i görmüyorum. Meriç'ten haber alamıyorum. İyiyim. Sadece...

ONU İLİKLERİME KADAR MERAK EDİYORUM!

Onu düşünmeyi kendime yasaklamıştım ve bunda yüzde yüz başarısız oluyordum. Hiç zorlanmadan hem de.

En azından bugün bazı planlarım vardı da evde dolanıp dururken bir anda onu düşünüyor olarak bulmayacaktım kendimi. Dönem sonu partisi için alışveriş yapmaya gidecektik. Takvimde tek boşluk yaz okulu sonrasında yoktu elbette ama katılım sağlamak için bu iyi bir taktik olarak görülebilirdi.

Dışarı çıkmak sandığım gibi aklımı oyalamadı. Alışveriş bile yapıyor olsak dışarıdaydık ve dışarısı her an bir yerlerde onu görebileceğim mesajını veriyordu. Evde onu görme olasılığım çok çok düşüktü.

Dışarıda plan yaptığımda onu düşünmeyeceğimi sanmıştım ama her yerde olabilirmiş hissi bana aklımı üşüttürebilirdi. Birkaç saatlik mağaza geziminden sonra karnımızı doyurmak için bir yere oturmuştuk. Alışveriş merkezinde adım atmadığımız birkaç mağaza kalmıştı yalnızca.

Soru sormadan çok uzun süre dayanabilmiştim. Kendimle gurur duyuyordum çünkü Cansu'nun bir şeyler bildiği belli oluyordu. Bazen bana soracak mıyım diye bakıyordu. Anlıyordum. Kendimi parti süslerinin renkleri, şekilleriyle fazla bile oyalamayı başarmıştım. Yemek yerken artık o kadar da güçlü hissetmiyordum.

"Kavga etmiş mi?"

Soru benden bağımsızmış gibi dökülmüştü dudağımdan. Cansu kafasını bir an önündeki tabaktan kaldırıp omuz silkti. Biliyordu. Emindim. Söylemek istemediği bir şey vardı. Belki de soracak mıyım diye bakmıyordu sormayayım diye bakıyordu.

"Başka bir şey mi oldu? Söyleyebilirsin. Onu tanıyorum."

"Biriyle görüşüyormuş."

Hah!

"Zavallının teki! Sorunlarını başkalarıyla unutmadan aşamıyor. Denemiyor bile."

Kollarımı karikatürle kaplı masanın üstüne dayadıktan sonra yanaklarımı şişirdim. Onun bu zayıflığından nefret ediyordum. Ona göre bu bir savunmaydı ama savunma olması, içinde bir zayıflık barındığı gerçeğini değiştirmiyordu.

"Erkekler genelde kolaya kaçar. Annem böyle söylüyor. Onu terk ettin. Gururunu zedeledin. Gururunu toparlayacak bir yol bulmuş. Seni umursamadığını kanıtlama peşinde. Çok akıllıyım diye geziniyor ama bence bu konuda o kadar da zeki değil. Meriç Tuna, sınıfta kaldın."

Sanki o karşısındaymış gibi bitirmişti konuşmasını. Bir an düşündüğümde ona hak vermiştim ama yine de bu, konunun canımı sıkmasını engelleyecek bir hak verme değildi.

"Pekala. Tamam. Bundan bahsetmeyelim." İçte bir yerde böyle yapacağını biliyordum. Öyle olmamasını dilesem bile buna hazırlamıştım kendimi. "Her şey normale döndüğünde biz devam edeceğiz. Bunu kendi başına, kendi yöntemleriyle anlaması gerekiyorsa da... Anlayacak."

Ondan ve görüştüğü kızlardan nefret ediyordum. Keşke içim de dışım kadar olgun olabilseydi ama hayır. Ağlamak istiyordum.

Bir yanım bunu yapmayacağına inanmıştı. İnanmak istemişti.

"Harika! Yani durum harika değil ama sonunda harika olacağı için harika. Her neyse. Bugün geriye kalan plak ve disko topu var. Plaklar için önceden bakındım. Bu katta. Disko topu ise zemin katta."

Sıkıntımı gizlemeye çalışarak başımı salladım. Biriyle görüştüğünü biliyordum. Bundan sona hala onunla birlikte olacağımıza emin miydim? Öyle söylüyordum ama bunu isteyecek miydim?

Bunları düşünerek plakçıya gittim. Orada yarım saatten fazla vakit geçirdikten sonra disko topu için elimizde fazla çanta biriktiğinden ben bir yerde oturup çantalarla birlikte beklemeyi seçtim. Cansu ise elleri boş olarak alt katta inip disko topunu almaya gitti. Hiçbir şey moralimi bozmadı rolümü oynamak zorunda kalmadığımda biraz rahatlamıştım. Somurtarak onu beklemek daha kolaydı.

Fazla seçici olduğundan bir şeyi alırken çok oyalanıyordu. Bu yüzden onunla gitmek için ısrar etmemiştim zaten. Çantaları bacağımın iki tarafına dizdikten sonra elime tutuşturduğu listede gözden kaçmış başka bir şey var mı diye kontrol ederken konsepte el yazısıyla yazdığı şeye gözüm takıldı. SAF VE TUTKULU

Hah! Ona tahmin ettiğinden daha fazla yararım dokunabilirdi. Bu benim ilişkimdi.

Bu alışveriş aklımı dağıtmak için hiç de doğru tercih değildi. Herkese devam edeceğimizi söylüyordum ama Meriç çoktan başka biriyle görüşmeye başlamıştı ve onu terk ettiğim için, terk edilebilir gördüğüm için, bana bir daha güvenmeyebilirdi. Belki de kendimi kandırıyordum.

"Çok tuhaf, değil mi? Senin için hastanelik oluyorum ve sonra sen özgür kalıyorsun."

Konuşana kadar yanıma oturan kişiye dikkat etmemiştim. Kafamı çevirip ona baktığımda, vücuduma bir korku yayıldı. Gözüm hemen bedenindeki darbeleri taradı. Yüzünde, boynunda, kollarının açıkta bıraktığı yerlerde sargılar ya da yara bantları vardı. Ne yaptığımı fark ettiğinde elini boynuna götürüp oradaki yara bandının üstüne kapattı. "Selam, güzelim! Beni hatırladın mı?"

Göz göze gelmeye çalışıyordu. Kavga edip hastanelik olmasında hiçbir sorun yokmuş gibi sevecen bir sesle selamlamıştı beni. Berbat gözüküyordu ama bu haline rağmen acım yok der gibi gülümsüyordu.

"Özür dilerim."

Hiç düşünmeden ağzımdan dökülen kelimeler onu şaşırttı. Kaşları havalanmıştı. Şaşkınlığı birkaç saniye sürdü. Sonra bana doğru eğildi, geri çekilemedim. Yere koyduğum çantalar haricinde arkama özenle yerleştirdiğim okul bütçesinden ayrılan parayla alınmış plaklar vardı. Onlara zarar veremezdim.

"Söylesene, senin gibi biri neden Meriç bile birlikte olur?"

"Onunla birlikte olmadım."dedim çabucak. Kemik nüfusunun dilinden artık biraz anladığımı sanıyordum ve böyle diyerek onu kendimden uzaklaştırabileceğime inanmıştım. Bir an için bile olsa.

Kaşları yeniden havalanırken yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı, sanırım bana inanmıştı ve ifadesinden anladığım kadarıyla doğru bir şey söylememiştim.

"Yani biz..."

"Sandığımdan daha eğlenceli bir hal alıyor."

"Ne?"

Oturduğu yerde biraz daha gevşerken belini bana doğru kıvırıp kolunun tekini yaslanma yerine yasladı. "Ben kimim biliyor musun?"

"Meriç'in düşmanı."dedim kesin bir şekilde. Başka bir ayrıntı yoktu.

"Hafif kalır."

"Benden ne istiyorsun?" Alışveriş merkezinde olay çıkaracak kadar kafayı yememiş olmasını varsayarak korkumu bir kenara itip özgüvenli durmaya karar vermiştim.

"Seni."

Diğer gördüğüm Kemiklilere oranla arkamdan konuşmuyor, laf atmıyor ya da bakışlarıyla rahatsızlık vermeye çalışmıyordu. Direkt olarak iletişime geçecek kadar ehlileştiğini hesaba katarak "Neden?"diye sordum.

"Meriç'ten ayrılmışsın. Duydum. Gördüm. Başka biriyle. Biraz..." Bana doğru eğilip bir sır verir gibi sesini alçaltarak "Kafadan kontak biri."dedi. Anlaşılabilir bir yorumdu ama ben onun için de bunu düşünüyordum. Yemyeşil gözleri vardı. Bana bakarken tuhaf bir şekilde samimiyetini hissediyordum. Beni korkutmaya çalışmıyordu.

"Bizim orada Meriç'in canını sıkmak isteyen çok kişi var. Senin farklı olduğunu görecek kadar da aklı başında insanlar."

Hiç sanmıyorum ama bir noktada aklı başında derken ölçünün aslında ne kadar düşük olduğunu anlatmaya çalıştığını anlamıştım.

"Ama sıra bende. Buna saygı duyuyorlar."

"Bana zarar vermek zorunda mısın?"

"Beni yanlış anlıyorsun. Sana zarar vermek istemiyorum."

"Meriç'e zarar vermek istiyorsun."

"Evet. Seni tehdit edebilirim ki Kemik'i az çok biliyorsan şu an o kadar da güvende olmadığını bilirsin."

"Beni sen mi koruyacaksın onlardan?" Gülmek istememiştim. Neticede ne zaman şalteri atacak belli olmayan bir tiple muhatap oluyordum ama kızmak yerine daha da keyifle güldü.

"Meriç onları korkutarak karşısına alarak kahramanlık ettiğini sanıyor. Ben daha zekice bir şey yapıyorum." Zeki kavramını bu konuşmadan çıkarıp çok uzaklarda bir sandığa kilitlemeyi diledim. "Onların yanında olarak saygılarını kazanıyorum."

Yeniden arkasına yaslanıp bacağını diğerinin üstüne attı. Keyfi çok yerindeydi. Sanırım beni çoktan ikna ettiğini düşünüyordu.

"Korunmak için birine, özellikle de sana ihtiyacım yok. Öyle olsaydı Meriç'ten ayrılmazdım. Ben istedim ayrılmayı. Sence korkuyor gibi mi gözüküyorum?"

Yeniden bana baktığında rahat gözükmeye çalıştım. Aslında onlardan biriyle karşılaşmak istemediğimi anlamasını istemedim.

"Bak, Kayla. Kayla'ydı değil mi?"

Kafamı salladım. Hala normal iletişim kurabiliriz gibi geliyordu. Çok tuhaftı. Cansu nerede kalmıştı?

"Kayla, seni bu işe dahil ederek bir şekilde Meriç'in canını sıkmam lazım. Sen gönül rızasıyla bu işin içinde olursun ya da olmak istemezsin ama benim şu an senden daha can alıcı bir kozum yok. Ben olmazsam Kemik'tekiler sana bulaşır. Gerçekten canını sıktığı çok herif var. Onlar da tabii karşılık vermek istiyor. Benimle olursan sana zarar vermem. Hatta benim yanımda güvende olursun. Kemik'ten kimse sana dokunmaz. Çünkü beni seviyorlar. Bu kahramanlığım da Meriç'i sana zarar verme ihtimalimden daha çok çıldırtır diye düşünüyorum. Sen çok çok iyi bir kozsun. Bir düşün. Herifin ailesine ulaşamıyoruz. Bizi aşıyor. Anlıyorsun değil mi? Ama seninle ben var ya... Üfff!"

Hiç akıllıca değildi. Bunu düşünmemem bile gerekiyordu ama o fikir askerlerin arasından sıyrılarak aklıma düşmeyi başardı. Meriç'e kendimi unutturmamak için, onun hakkında arkadaşlarımı sık boğaz etmeden bir şeyler öğrenmek için bu çocukla ortaklık edebilirdim. Hem de eğer güvenilir biriyse kendimi de o Kemik denen yerden korumuş olurdum.

"Planın ne?"

Sonunda anlaşıyoruz dercesine ellerini ovuşturarak iyice bana döndüğünde "Takılırız."dedi.

"İsmin neydi?"

Bunu yaptığıma inanamıyordum.

"Caner."

Buna gerçekten inanamıyordum ama o diğer Kemiklilere benzemiyordu. En azından teklif etme gibi yöntemlere başvurmak onun için bir seçenekti.

"Caner, ben Kemik'i hayatımda istemiyorum. Meriç'ten neden ayrıldığımı anlayabiliyor musun? Kemik yok, kavga yok. Ben bunları istemiyorum."

"Bak Kayla. O insanlar bana iş veriyor. Benim paraya ihtiyacım var yani Kemik var." Çok eğleniyordu şu an. Benimle benim çizgimden iletişim kurmaya çalışmak bile onu eğlendiriyordu. Yüzündeki tebessüm ciddiyetini çıtırdatıyor ama bunu önemsemiyor gibi görünüyordu. "Sen istemezsen orada pek takılmayız ama takıldığımızı bilmeleri işimize yarar, değil mi? Kavga. Seninki bana sataşmadığı sürece karşısına çıkmam. Ben de az çok numara biliyorum. Zaten seninle takılırken onu kışkırtmak için ekstra numaraya ihtiyacım olmayacak. O çok amatör gözükür. Seni zorladığımı düşünür. Tehdit ettiğimi ya da..."

"Beni zaten tehdit ettin Caner."

"Sadece doğru kararı vermen için diğer seçenekleri de dile getirdim."

Gözlerimi devirip "Kavga yok."dedim. "Özellikle de Meriç ile. Seni kışkırtsa bile."

Çok şey istiyordum. Çok şey.

"Düşünürüz."dedi biraz daha ciddileşerek.

Neden onun anlaşılabilir, iyi biri olduğunu düşünüyordum?Bana bunu düşündüren neydi? Dayak yemiş herkesin şişkin gözlerinde bir masumluk olurdu. Bunun beni kandırmasına izin vermemen gerekirdi. Kemik'e oranla iletişim becerilerinin daha iyi seviyede olması bir sebepti ama ona da tam olarak güvenemezdim.

Kıyaslama yaptığıma inanamıyordum ama anlaşma konusunda daha uyumluydu şimdiye kadar.

"Öpüşmek yok."

Abartılı bir isyanla "Hadi ama!"dediğinde elimi havaya kaldırdım. İtiraz istemiyordum. O şekilde bir anlaşma olmadığından emin olmam gerekiyordu.

"Tamam, tamam anladım."

"Ve temiz kokacaksın. Yanlış anlama ama şu an hastane kokuyorsun. Çamaşır suyu, tentürdiyot ve ilaç gibi. Acı."

"Bir süredir hastanedeyim."derken tişörtünün yakasını burnuna kadar çekip kendini kokladı. İnanılmaz bir çocuktu.

"Ve sonra... Yıkanmadın mı?"

Cevap vermek yerine tişörtünün yakası hala burnundayken gözlerini bana çevirip baktı. Üç saniye sonra tişörtü burnundan indirip "Anlaştık,"dedi ve ayağa kalkıp göz kırptı.

Arkasından bakarken onunla gerçekten anlaşmış olduğuma kendimi inandırmaya çalıştım. Her ne kadar kabul etmek istemesem de Meriç'in düşmanıyla anlaşma yapmıştım.

Semih bundan hiç hoşlanmayacaktı. Ondan aldığım karar konusunda beni motive etmesi için destek istedikten sonra böyle bir plana dahil olmam...

Meriç bunu öğrendiğinde ne olacaktı peki? O varken ben sahiden de Semih'in tepkisini mi düşünüyordum?

*

Cansu'nun yanından ayrıldıktan sonra eve gittim. Yoldayken Semih'i bize çağırmıştım. Benden önce eve vardığından kapıyı o açmıştı. Nursiş'in yemeklerinden yerken alışveriş merkezinde olanları anlattım. Sakince dinledi beni. Sonra aklından geçenleri toparlayıp ciddiyetle "Polise gideriz. Onunla anlaşmak zorunda değilsin."dedi.

"Babam Meriç'ten ayrıldığımı bilmiyor. Bilmesini de istemiyorum. Hem onun yüzünden başıma böyle bir bela sarıldığını öğrenirse, beni iyice ondan koparmaya çalışır. Bunları ben de düşündüm Semih ama böyle olması en iyisi. O çocuğu idare edebilirim. Ne bileyim. Kötü biri değil gibi."

"Ciddi olamazsın!"dedi hayal kırıklığına uğramış gibi bir tonda. Haksız olduğunu söylemezdim. Ben de bazen kendimi hayal kırıklığına uğratıyordum.

"Tek derdi Meriç'in canını sıkmak. Çok da zeki biri değil. Onu idare edebilirim."

"Tamam şimdi gerçek nedeni söyle."

"Yok öyle bir şey."

"Çocuğun tekine hayır olsun diye belaya bulaştığına inanmamı bekleme. Dökül."

Neşe de bunu tahmin edebilirdi ama Meriç öfkesi çoğu şeyi görmesine engel oluyordu. Biraz buna vakit ayırıp düşünmesi gerekiyordu ama Semih... Akıllı bir çocuktu ve Meriç ile arasındaki şey konu Meriç olduğunda dahi düşünce kirliliği yaratmıyordu.

"Caner'in ve diğerlerinin Meriç ile derdi ne öğrenirsem onu oradan koparmam için ipucu bulabilirim ya da Meriç neden böyle birine dönüştü diye. Anlattığınıza göre çocukken birbirinizden çok da farklı değilmişsiniz. Sen ukalanın teki, Ömer Dedikoducu Kız gibi takılsanız da hala iyi çocuklarsınız. Meriç'i Kemikleştiren şey ne öğrenebilirim."

Semih beni dikkatle dinlediğimde çabamı anladığını düşündüm ama sonunda yine de onaylamadığını belli eden bir baş sallamayla ayağa kalktı. "Nursena abla dondurma var demişti. Getireyim de biraz neşelenelim."

Konunun kapanmasını istediği her halinden belli olurdu. Dondurmalarla geri döndüğünde yeniden aynı şeyleri konuşmak için ısrarcı olmadım.

"Arzu nasıl?"

"Ayrıldık. Onu bırak da okulda bir kız var."

"Nasıl bırakayım? Ne ara ve neden ayrıldınız?"

"Boş ver! Şimdiye odaklanır mısın?"

Peki... Bunu daha sonra konuşabilirdik. Belki de konuşmazdık. Semih Taşer ilişkileri böyle oluyordu belki. Cansu'nun ondan hoşlanması çok tuhaftı. Hiç bu tür ilişkilerin insanı değildi. Belki de kendini Semih'in farklı olan hayalleriyle kandırmıştı.

"Tamam. Kim?"

"Alt sınıflardan. Bilmişin teki ve bana sataşıp duruyor. Cansu'yla birlikte parti hazırlamada mı ne görevliymiş. Hislerimde yanılmıyorsam benden hoşlanıyor."

"Her kızın senden hoşlanacağını nereden çıkarıyorsun, Semih? Belki de sana uyuz oluyordur. Bunun için zorlanmasına gerek de yok."

"Uyuz biri olduğumu mu düşünüyorsun?" Yüzüne çapkın bir ifade yerleştirdikten sonra dondurmadan bir ısırık aldı.

"Çevrendekiler hariç herkese karşı ukala ve burnu havada birisin. Okul seninmiş gibi davranıyorsun ki bunu Ömer yapsa daha yerinde olur."

"Okul benim olmayabilir ama babam eğitim alanında bir yatırım düşünecek olsa ortak olabilir. Üstelik Ömer öyle bir şey yapmayacak kadar sönük bir çocuk."

"Saygılı ve gayet de neşeli bir çocuk. Sönük diyemezsin."

Semih gözlerini abartılı bir şekilde devirdikten sonra dondurma yemeye geri döndü. Biraz sonra ona kızı hatırlatıp, "Bu kızı umursadığına göre hoşuna gitmiş."dedim.

"Tek derdim bana zarar verme potansiyelinin olması. İnsanların içinde bana diklenip duruyor. Okul kralı olmaya en büyük adayım ama hiçbir şey henüz kesin değil. Buna zarar verecek bir şey yaparsa -ki sabrımı cidden zorluyor-onun için iyi olmaz."

"Ne büyük dertlerin var!"dediğimde çenesini yumruğuna yaslayıp düşünceli bir şekilde bana baktı.

"O bücürü benden uzak tutmanı isteyecektim. Kraliçe adayı arkadaşına söyler misin, o bücürü bana yaklaştırmasın."

Cansu'dan tanımadığım bir kızı Semih'ten uzak tutmasını mı isteyecektim? Hem de Semih sinirlerini kontrol etmede kendine güvenmiyor diye.

"Krallar kraliçelerini memnun etmeli. Ondan başkalarını uzak tutmasını falan isteyeceksen kral olmaktan vazgeçmelisin belki de."

"Komik gelecek ama bu işi babam benden daha fazla önemsiyor. Okul birinciliğimin yanında böyle bir liderlik olmazsa, beni eksik bulup eleştirecek. Hele de küçük bir kız yüzünden bunu kaybettiğimi öğrenirse, bana hayatı zehir eder. Basketbol kaptanlığım tek başına bir şeye yaramıyor belli ki. Şimdiden krallık için sorular sormaya başladı. Lütfen Kayla. Ben bunun için eliden geleni yaptım ama zaten babam yüzünden gerginim. O kız cidden üsttüme geliyor."

Bunun altından babasının çıkmasına şaşırmamıştım. Semih'in hayatındaki en ağır taştı. Bunu biliyordum ve o her şeyi babasından biraz daha saygı görmek için yapıyordu. Basketbol takımının kaptanı, okul birincisi ve öğrencilerin kralı.

Atahan Koleji'nin altın çocuğu Semih'ten başkası değildi. Onu tanımasam ukalalığı ve parasıyla bir yerlere geldiğini iddia ederdim ama gerçek bu değildi. O cidden çalışıyordu. Dersler de sesini çok duymasam da, öğretmenler zorla onu konuşturduğunda mantıksız şeyler söylemiyordu. Sınavlarda ise çoğu notu benden yüksekti. Basketbol ise... Geceleri antrenman yaptığını biliyordum. Okulda da sürekli olan bir programı vardı. Cidden iyi şeyler hak ediyordu. Takdir edilmeyi hak ediyordu ama babası hala ondan bir şeyler bekliyordu.

"Bence doğru olan kendini bu baskıdan kurtarman, Semih."

"Ne baskısı?"

"Bu baskı işte. Sen iyi bir öğrencisin. Kimse de bunu bozmayacak. Endişelenme."

"İyi bir öğrenci olmamın yetmediğini söylemedim mi az önce?"

Elini tutup "Kendine güven."dedim. O varken başka kimseyi okulun kralı olarak seçmeyeceklerini biliyordum. O da biliyordu.

"Hep yaptığım gibi."

"Sorun olmayacak. Kral sensin işte."dediğimde gülerek başını salladı ve elimi öptükten sonra "Benim kalbimin kraliçesi de sensin."dedi.

Orada kalmayı tercih ederdim. Gerçek kraliçe olmak gibi dileklerim yoktu. Cansu o işe benden daha çok yakışıyordu.

Akşam Kenan amca da babamla birlikte geldi. Semih onlarla birlikte maç izlerken ben odama çıkıp kitap okudum. Yeni bir seriye başlamıştım. Bazı zamanlar tek bir kitapta anlatılan hikayeleri okumayı seviyordum, bazı zamanlarsa seri halindeki kitaplara özlem duyuyordum. Bazı şeyler kısayken güzeldi, bazı şeylerin de daha uzun sürmesi gerekiyordu. Hayatımda boşluklar olduğu zaman, böyle uzun süren hikayelerle boşluğu doldurmaya çalışıyordum. Farklı bir macerayı hayatıma dahil etmek iyi hissettiriyordu.

Ve beni gerçekten uzak tutuyordu. En çok da bu sebeple güzeldi okumak.

*

Kitap okurken uyuyakalmıştım. Sabah uyandığımda üstüme örtülmüş bir örtü vardı. Kitabımsa başucuma yerleştirilmişti. Odamın kapısını kilitlemediğimi hatırladım. Eğer kilitlemiş olsaydım, muhtemelen gecenin bir yarısı üşüyerek uyanırdım ama babam bunu erkenden engellemişti.

Yüzümü yıkamak için doğrulduğumda, telefonumdan gelen mesaj sesiyle kendimi yeniden yatağa bıraktım. Kayıtlı olmayan bir numara. Kısaltılmış kelimeler ve laubali yaklaşım bana kim olduğunu anlatıyordu.

İnleyerek yerimden kalktıktan sonra onunla buluşmak için hazırlandım. Gereğinden fazla dikkat etmiştim kendime. Aslında Meriç'i görmek için hazırlandığımı Caner bilmese de olurdu. O, ikimizin aynı tarafta olduğuna inanıyordu. Meriç'i kıskandırmak ve öfkelendirmek. Daha fazlasına kafa yorduğuna inanmıyordum. Aslında niyetim Meriç'i görmek, ondan haber almak, onun hakkındaki bilinmeyenleri asıl yerinden öğrenmekti. Tehlikeliydi ama yeterince düşünmüştüm. Herkesin ona karşı kendi fikirleri vardı. Geçmişinden tanıyanlar bile Kemik'te gerçekte neler olduğunu bilmiyordu ama Caner biliyordu. Bana bu konuda yardımı dokunabilirdi.

Dışarıda bir çay bahçesinde onu bulmuştum. Daha temiz ve tertipli gözüküyordu. Kıyafetleri de kendi gibi temizlenmiş, saçları taranmıştı. Yüzündeki yaralar kremle yumuşamış gibi gözüküyordu. Sabun kokulu Caner, ondan istediğim şeyi yapmıştı. Sabun kokusu biraz keskindi, bana anneannemin evini hatırlatmıştı ama kısa sürede buna alıştım.

"Meriç buraya mı gelecek?"diye sordum bir süre sonra. Havadan sudan laf sokmalarımız sonunda neden burada olduğumu öğrenmem gerekiyordu. Meriç yoksa uzatmadan gidecektim. Etrafta Kemik insanlarına benzer tipler yoktu ama kim bilir! Belki onlar da Caner gibi biraz kendilerine çeki düzen vermeye karar vermişlerdi.

"Meriç zaten burada. İçeride."

Gözlerim hemen camlara döndü. İçerisi hiç gözükmüyordu.

"Nereden biliyorsun?"

"Görüştüğü kızın doğum günü var. Meriç de burada işte."

Görüştüğü kızın doğum günü... Buraya Caner'i görmeye değil, Meriç'i görmeye gelmiştim ve kendimi her şeye hazırladığımı sanıyordum ama hazır değildim. Hazır değilmişim. Onu görmek için yanıp tutuşuyor olsam da Caner ağzından çıkan bir cümleyle üstüme buz küpleri atmıştı. Şimdi ıpıslak halde titriyordum. İçim bir anda üşümüştü.

Hiç düşünmeden ayağa kalkıp içeri açılan kapıya yöneldim. Caner arkamdan seslenmişti ama onu duymuyordum bile. Kulağımda bir uğultu, gözlerim yanıyordu. Kapıyı açar açmaz onları gördüm. Doğum günü kızının başında uyduruk bir taç vardı. Etrafında aynı tip dört beş kız ve onların erkek arkadaşları. Meriç de orada. Doğum günü kraliçesinin arkasında. Gözleri anında beni buldu. Hemen önündeki parti belli ki ilgisini bir süredir çekmiyordu ama beni görmek için dışarı çıkma zahmetine de girmemişti. Benim gibi değildi. Daha soğukkanlıydı.

Onu daha rahat görebilmek, kendime eziyet etmek için hiç düşünmeden kendimi içeri atan bana benzemiyordu. Ben bu ilişkide daha zayıf olan taraftım ya da o, hiçbir zaman benim kadar önemsememişti.

Caner arkamdan gelip elini belime yerleştirdiğinde doğum günü kızının kolları Meriç'in boynuna dolandı. Dans eder gibi bir sarılmaydı bu. Meriç hiçbir tepki vermese de kız bunu fark etmedi. Çok mutluydu.

"Ona böyle bakmayı sürdürürsen fark edecekler. Bu kızlarla dövüşebilir misin?"

"Dövüşmek yok diye uyardım seni!"dedim bıkkınca. Caner bana dokunsun ya da akıl versin istemiyordum ama sanırım doğru şeyler zırvalıyordu.

Kızların suratı Meriç'in tepkisizliğine karşı asılmaya başlamıştı. Caner'in belimdeki parmakları etime baskı yaptığında kafamı çevirip onun temizlenmiş suratına baktım. "Gülümse yoksa bir sorun olduğunu anlayacaklar ki bence beşe bir başarılı olma ihtimalin çok düşük. Şimdiden uyarayım kızlarla dövüşmem!"

"Çok sağ ol!"dedim yalandan bir minnetle. Ve kendimde o gücü nasıl bulduğumu bilmeden gülümsedim. "Oldu mu?"

"Süper."

"Çıkalım buradan."

Meriç'in öfkeli suratını bir daha görmeden Caner'in elini belimden ayırdım. Bırakmadım. Muhtemelen başımı belaya soktuğumu anlayacaktı ya da daha Meriçsel bir trajedi yaratıp sırf Caner ile birlikte olmak için onu terk etme bahanesi uydurduğumu düşünürdü. Pek umurumda değildi. Hemen başkasıyla görüşmeye başlayabiliyorsa bazı şeyleri göze alabilmeliydi.

O yaralı olabilirdi, özgüveni kırılgan da olabilirdi. Zekasıyla gurur duyuyordu. O yüzden benim de ondan pek farksız olmadığımı bilip bir şeyleri yapması gerekirdi. Hemen ayrılmak veya bunu bir intikama dönüştürmek yerine. Ama yapmamıştı. Bir oyun oynuyorduk. Çok riskli bir oyun ve artık gerçekten bitmediğine kendimi bile inandıramıyordum.

"Gitmek istiyorum."dedim hala Caner'in elini tutarken. İlk başta amacım elini belimden ayırmaktı ama yeşil gözlerine bakıp kendimi ağlamamak için tutarken olması gereken en yanlış kişiden güç toplamaya çalışır gibi parmaklarını tutmaya devam etmiş ve yüzündeki yaralara dikkatimi vererek ağlamamayı becermiştim de. Ve buradan tek bir gözyaşı dökmeden gitmek istiyordum.

Onu kapının dışına çekelediğimde şaşkındı. Bu oyunumuza bu kadar hızlı adapte olmamı beklemiyordu sanırım. Benim bu işi yapabileceğime olan inancıyla beni her ne kadar kendince motive etmeye çalışsa da çok da inanmadığını ve bir yerde kolayca yalpalayacağımı düşündüğünü hissetmiştim. Onunla birlikte el ele kaldırıma çıkarken aslında eğlenmek isteyen biri ihtimali düştü aklıma. Meriç'ten başka türlü de intikam alabilirdi. Beni bu oyuna sokup zor duruma düşürerek eğlendiği kadar eğlenemezdi ama onun canını her türlü sıkmış olurdu. Eğlenmeyi seçmiş olmalıydı. Keyifli gözüküyordu.

"Morardı."

"İşine yaradı yani."dedim başka yerlere bakarak.

"Sen de gördün."

Cevap vermediğimde eğilip yüzümü görmeye çalıştı. "İyi misin sen?"

"Süperim." Berbat bir süperdim hem de. Elini bırakıp kollarımı göğsümde kavuşturdum.

"Meriç'ten neden nefret ediyorsun?"

"Sen neden nefret ediyorsun?"

"Ben nefret etmiyorum."

"Etmelisin ama. Hemen başkasının kollarına atlamış." Beni kızdırmak için değil hakikaten onaylamadığı için söylediğini hissettim.

"Bir sen eksiktin bana ilişki konusunda akıl vermeyen."

"Şaşırmadım. Senin olayın ne?"

"Benim bir olayım yok." Bugün ondan Meriç'e dair bir şey öğrenmeye çalışmayacaktım. Gevezelik edesi vardı ve bunu benim üstümden yapmaya çalışıyordu.

"Gidelim mi artık. Amacına ulaştın. Görevimiz sona erdi herhalde."

"Bugünlük."

Dahası olacaktı elbette... 

Continue Reading

You'll Also Like

755K 23.8K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
79.6K 3.6K 5
"Merih..." diye fısıldadım. "Canım yanıyor... Seni sevmek, kollarında güvende hissetmek canımı yakıyor." Lara'nın kendi ve Merih'in ailesi hakkında ö...
9.8K 397 21
kırgın çiçekler eylül ve ali bin tehlikeli aski...
Kirli Oyun By Tamer Poyraz

Mystery / Thriller

9.6K 1.8K 21
Annabel kendi çemberinden çıkmaya cesaret edemeyen bir kızken yılbaşında arkadaşıyla gittiği kulüpte başına geleceklerden habersiz James Archer ile...