ALABORA

By bbyzkkck

180K 5.7K 872

ALABORA Annesinin ölümünün ardından, babasıyla İstanbul'a taşınan bir genç kızın hikayesi... Yeni bir okul... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM: GİZLİ NUMARA
2. BÖLÜM: KEHRİBAR GÖZLÜ ADAM
3. BÖLÜM: LEZA
4. BÖLÜM: YENİ OKUL
5. BÖLÜM: GEÇMİŞİNDEN KAÇAMAZSIN
6. BÖLÜM: ZİHİNDEKİ NEŞTER
7. BÖLÜM: SIRLARIN İÇİNDEKİ KELEBEK
8. BÖLÜM: İBLİSİN İNİ
9. BÖLÜM: SEVGİNİN FEDAKARLIĞI
11. BÖLÜM: KAR MASKELİ ADAM
12. BÖLÜM: KARANLIK KORKUSU
13. BÖLÜM: KATİL KİM
14. BÖLÜM: KORKARSAN KORKUTURLAR
15. BÖLÜM: TAKİP
16. BÖLÜM: DEMİRKIYNAK
17. BÖLÜM: ŞÜPHELER YÖN DEĞİŞTİRİR
18. BÖLÜM: VAVEYLA
19. BÖLÜM: SIRLAR YA DA SINANANLAR
20. BÖLÜM: DEPODA GİZLENENLER
21. BÖLÜM: İHANET
FİNAL - 22. BÖLÜM: YÜZLEŞME

10. BÖLÜM: KANLI GEÇMİŞ

5.4K 209 36
By bbyzkkck


Oy ve yorumları unutmayın! Keyifli okumalar. 27.10.2022 

10. BÖLÜM

KANLI GEÇMİŞ

''Ne?''

Şaşırmıştı ve inandırıcı gözüküyordu belki de iyi bir oyuncuydu. Kendime bu konuda söz verdim. Herkesten şüphelenmeliydim, onun böyle doğal bir tepki vermesi listemdeki isimlerden onun adını çıkarsa da sorgulamalıydım.

''Ben öyle bir şey yazmadım.'' Gözleri arabanın bir yerinde dalarken bana çevirdi şaşkınlıkla gözlerini.

''Dün geceki not! Ne yazdılar sana?''

Göz ucuyla şaşkın yüzüne baktım. İfadesiz bir sesle sorusunu cevapladım. ''Seni ilgilendirmiyor.''

Dışarıya baktığımda inesim yoktu. Demirkan birden elime dokunduğuna hayretle bakma sırası bendeydi. ''Hüzünlü görünüyorsun,'' dedi. Benim gibi dışarıya baktığında babamla annesini karşılıklı oturduğunu gördük.

Demirkan dudaklarında bir tebessüm oluştu. ''Çocuklar ilkin anne babalarını severler; büyüdükçe onları yargılamaya başlar, nadiren de affederler.''

Ona doğru döndüğümde içtenlikle gülümsedim. ''Oscar Wilde,'' dedim alıntıladığı sözün yazarını söyleyerek. ''Altını çizdiğim sözlerinden biri.''

Demirkan hafifçe onayladı beni. ''Sen babanı affetmek istiyorsun ama hiçbir zaman affetmeyeceksin.''

Doğruydu. Cevap vermedim. Arabadan indim. Restorana girdiğimde babamı ve Hande'yi görür görmez oraya doğru ilerledim. Hande yanaklarıma sulu öpücükler kondurdu. Babam çok uzak bir sarılmayla sarıldı bana. Beni öpmemişti bile. Babamın yine ruhsuz halleri diye düşünerek bu durumu boş verdim. Arada böyle bir adam oluyordu işte yapacak bir şey yoktu. Demirkan gelerek babamın yanına yani benim tam karşıma oturdu. Etrafını inceliyordu. Ben de etrafımı incelerken ne kadar hoş bir restoran olduğunu düşünürken bakışlarımız istemeden buluştu. Gözlerimi kaçırdım. Kadın bir garson siparişlerimizi almaya geldi. Demirkan'ın yediğinin aynısından aldım.

''Dün nasıldı?'' diye sordu babam.

''Demirkan bizde kaldı,'' dedim babamın gözlerinin içine bakarak. Ne tepki vereceğini merak ediyordum ama babam tahmin ettiğim gibi sert karşılamadı bu durumu. Benim tanıdığım Kenan Seçkin böyle biri değildi. Hande'nin gözüne girmek için mi böyle açık görüşlü biri gibi davranıyordu?

''Çocuklar,'' dedi Hande. Babam sert bir sesle, ''Onlar genç,'' diye düzeltti müstakbel gelecekteki eşini.

Hande babamın bu tepkisine şaşırırken bozuntuya vermemeye çalışarak gülümsedi. Babamla evlenecekse onun bu hallerine alışması hatta daha kötü şeylere alışması lazımdı çünkü babam anneme duygusal şiddet uyguladığını çok defa görmüştüm.

Bunları Hande'ye bir kadın olarak anlatmam gerekiyordu en azından onun iyiliği için. Ne zaman söyleyeceğim konusunda bir fikrim yoktu çünkü her şey çok hızlı ilerliyordu.

''Biz beş gün sonraya aldık düğün işini,'' dedi Hande. Dudağını ısırdı. ''Düğün günü balayına gideceğiz, bir hafta sürecek. Bu bir hafta sizden ricalarımız olacak değil mi hayatım?''

Babam başıyla onayladı ve Demirkan'ın omzuna kolunu atarken Demirkan'ın kasıldığını gördüm. Bu durumdan pek hoşnut olmadığı yüzünden belli oluyordu.

''Hande'nin evinde yaşayacağız,'' dedi babam gözlerimin içine bakarak. '' Bir hafta balayına gideceğiz. Demirkan senden bir ricamız olacak.'' Demirkan'a çevirdi bakışlarını. '' Senin bu bir hafta boyunca Yağmur'a ağabeylik yapmanı istiyoruz. Daha sonra istersen gidersin evden, istemezsen bizimle beraber aynı evde kalırsın. Ne dersin?''

''Ne?'' dedim şaşkınlıkla. ''Çocuk değilim ben!''

Babam sırtını dikleştirip uyarıcı bir şekilde bana baktı. ''Seni yalnız bırakmayacağım.''

''Gitme o zaman. Madem beni düşünüyorsun gitme, baba.'' Kırgındım.

''Yağmur,'' dedi bıkmış bir nefes verdi. Kendi kendine bir şeyler homurdandı, parmakları şarap bardağında ritim tutuyordu. ''İtiraz istemiyorum.''

Babama herhangi bir cevap vermedim, gözlerimi Demirkan'a çevirdim. Onun cevabını merak ediyordum, bu durumdan memnun olmayacağını düşünüyordum.

Demirkan, kaşlarını çatarak annesine baktı. Daha sonra bana bakarken başıyla onayladı. ''Tamam, ona gözüm gibi bakarım,'' derken samimiydi.

Tam ağzımı açmıştım ki babam araya girdi. ''Bu konu kapanmıştır.''

Dişlerimi sıktım. Olanları hazmetmek için kafamın içinde düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Darmaduman olmuştum. Kendi düşüncelerimi söyleme hakkımı bile elimden alıyordu.

Boğuk bir sesle sordum. ''Dört gün sonra mı evleneceksiniz?''

''Evet.''

Sakin kalmalıydım. ''Pekâlâ. Bir hafta boyunca olmayacaksınız. Bu pazar düğününüz olacak o zaman. Haftaya pazartesi de yoksunuz.'' Tüm bunları söylememin nedeni neyden bahsettiklerinin bir an önce farkına varmalarıydı. Böyle kısa zaman içinde evlenme kararı aldıklarını söylemeleri yetmezmiş gibi bu hafta içinde düğünü yapacaklarını söylüyorlardı! Daha neler!

Hande neşeyle başını salladı. ''Paris'e gidiyoruz!''

Yutkundum. Babam annemi sevmemesini anlayabilirim ama bizi onun yanında tutsak etmesini hiçbir zaman unutmayacaktım. Annem Fransa'ya gitmeyi çok isterdi. Bana kalırsa ben Uzak Doğu ülkelerini severdim.

Yemeğimizin sonlarına doğru geldiğimiz de babam arkasına yaslandı ve karnına dokunarak, ''Çok lezzetliydi,'' dedi gülerek. Keyfi yerine gelmişti. Hande güldü babamın bu tepkisine. Demirkan telefonuyla birilerine bir şeyler yazıyordu kaşlarını çatarak. Ben ise öylece boş boş bakıyordum etrafıma ve yemediğim yemeğime. İştahım hiç yoktu.

Hande koluma dokunduğunda irkildim. '' Hiçbir şey yemedin Yağmur, tok muydun?''

Hande'ye bakmadan önümdeki balığa baktım. ''Toktum.' ' dedim kısaca.

Gözlerim Demirkan'a kaydığında kaşlarını çatarak tabağıma bakıyordu. Daha sonra gözlerimiz buluştuğunda göz ucuyla yemeğimi gösterdi. Rahatsız olarak kafamı başka yere çevirdim. Babamla göz göze geldik. Bu gergin ortam beni bunaltıyordu. İstemeden yerimde kıpırdandım. Suratım beş karış asık öylece masada durdum.

Demirkan'ın beni izlediğini biliyordum oysa seyredilmekten nefret ederdim ben. Düşüncelerim güçlü bir kasırga gibi etkiliyken dikkatli bir şekilde yüzüme bakılması oldukça rahatsız ediciydi çünkü zihnim okunuyormuş gibi geliyordu bana.

''Nasıl gidiyor okul Yağmur?'' diye sordu babam düz bir sesle.

''Eh, fena değil,'' dedim. ''Daha başlayalı birkaç gün oluyor. Okulda ders işlenmiyor. Bizim zaten konularımız bitmişti eski okulumda, iyi oldu yani.''

''Düğün günü evi taşıyoruz Hande'nin evi büyük orada daha rahat olacaksın.''

''Rahatım zaten,'' dedim fısıltıyla.

Babam bana aldırış etmeden soluksuz devam etti. '' Derslerini çalışırsın. İstersen özel öğretmende tutarım. Ne dersin?''

Babama biraz şaşkınlık biraz öfkeyle baktım. ''Gerek yok.'' Az kalmıştı zaten sınava.

''Pekâlâ.'' Telefonumu elime alırken Gökçe'den gelen bir mesaj vardı.

Yağmur bugün saçma sapan bir dedikodu okulda döndü. Senin Demirkan ile okuldan ayrıldığın ve sevgili olduğunla ilgili!

İnsanlar inanılır gibi değildi. Gökçe'nin mesajına cevap verdim.

Evet, okuldan birlikte ayrıldık ama elbette öyle bir şey yok. Sana anlatacaklarım var, müsait olduğumda arayacağım.

Göz devirdim. İki dakika sonra mesaj gelmişti.

Ne! Telefonun başına çaresizce senin aramanı bekliyor olacağım.

Babam o sırada, ''Kendine kıyafet aldın mı Yağmur?'' diye sorduğunda başımı kaldırdım. ''Düğün için alman gerekir.''

Hande hemen atıldı. ''İstersen beraber bakarız?''

''Hayır, gerek yok.''

Babam tok bir sesle, ''Evet, gerek yok. Demirkan ona yardım eder diye düşünüyordum. Kıyafet konusun da kızıma yardım eder misin delikanlı?'' diye sorduğunda daha da şaşırdım.

Neden her şeyde Demirkan'ı ön plana atıyordu? Gözlerimi babamın ruhsuz tavırlarından çekip Demirkan'ın tehditkâr bakışlarına çevirdim. İkisinin arasında ne vardı bilmiyordum ama bakışlarıyla konuşuyorlardı lakin dudakları farklı şeyler söylüyor gibiydi.

''Olur,'' dedi Demirkan. Bana doğru hafifçe dönerek bana baktı. ''Ne dersin?''

Bugün Demirkan'la okula giderken arabada bir telefon konuşması yapmıştı. Bugün için biriyle görüşecekti. Anladığım kadarıyla da ertelenmeyecek bir görüşmeydi. Önemli olduğunu karşıdaki kişiye bağırarak anlatmıştı. Geleceğini sanmıyordum.

''Geç olmadan şimdi gidebilirsiniz,'' dedi babam.

Demirkan, ''Ben her zaman müsaittim,'' diyerek sırıttı. Arkasına rahat bir şekilde yaslandığında babama gözlerini çevirip kaşlarını kaldırdı.

Şaşkınlıkla bir babama bir Demirkan'a baktığım da birbirlerine sanki meydan okuduklarını gördüm.

''Bugün önemli bir işin yok yani?'' deyince babamın bir haltlar karıştırdığını anlamıştım. Demirkan'ı kurtarmam gerekiyordu fakat belki de Demirkan bir haltlar karıştırıyordu, bunu bilemezdim.

''Baba,'' dediğimde ikisinin de bakışları bana çevrildi. ''Ben müsait değilim.''

Demirkan'ın göz ucuyla derin bir nefes bıraktığını gördüğümde istemeden tebessüm ettim. Nedense ona yardım etmek hoşuma gitmişti. Hem zaten söylediklerimde doğruydu.

''Öyleyse yarın okul çıkışında gidersiniz.''

Ayağa kalktım, çantamı omzuma takıp babama öfkeyle baktım. ''İstediğim kişiyle istediğim yere giderim. Elbisemi kendim alabilirim. Bir başkasına hiç ihtiyacım yok!'' Hande'ye kısaca baktım. ''İyi akşamlar, eve dönüyorum.''

Babam bana seslense de masada durmadım ve dışarıya çıktım. Demirkan'da arkamdan seslendi.

''Yağmur, dur!''

Durmadım. Hızlı yürüyerek boş olan bir taksiye bindim ve evimin adresini söyledim. Oturmuş etrafı seyrederken dakikalar geçip gitti. Taksinin içindeki yoğun parfüm kokusu ciğerlerimi işgal ederken camı sonuna kadar açtım, rüzgar yüzüme vururken saçlarım dalgalandı. Güneş batmak üzereyken pembe bulutlara uzun süre baktım. Binaların ardında kanat çırpan kuşları izledim. Eve vardığımda hava kararmıştı ama gökyüzü hala griydi.

Taksi ücretini ödeyip araçtan indim. Konutta vardığımda güvenlikçiye baş selamı verdiğim, beni gördüğünde şaşırdı ve eliyle durmamı işaret etti. Çantamı omzumda düzeltirken güvenlikçi kısa sürede yanıma yaklaştı.

Gülümsedi. ''Nasılsın kızım?'' diye sordu.

''İyiyim, teşekkür ederim,'' dedim. '' Siz nasılsınız? 'diye gülümsemesine karşılık verdim.

''Allah razı olsun kızım. Şey diyecektim ben sana...''

Başımla onaylarken devam etmesini istedim. ''Dün gece beraber geldiğin delikanlı var ya,'' başımla onayladım tekrar.

''Ha o işte dün gece şu çöpü karıştırırken gördüm onu.'' Gösterdiği yere bakarken dün bana gelen o saçma kâğıdı attığım çöp konteynereydi.

''Oğlum ne yapıyorsun diye sordum gecenin bir vaktinde. Bir şey düşürmüşsün sen sanırım onu arıyormuş. O gelmeden önce boşaltılmıştı çöpler. Sana da sormak istedim önemli bir şey miydi?''

Başımı iki yana salladım şaşkınlıkla. Demirkan bana yalan söylemişti. Kıyafetleri almak için arabaya gitmemişti.

Başımı iki yana salladım. ''Haber verdiğiniz için teşekkür ederim.''

''Rica ederim kızım ne demek.''

Hızla oradan ayrılıp eve çıktım. Kafam allak bullak olmuştu. Demirkan'ın böyle bir şey yapması garipti. Gecenin bir vaktinde kalkıp ona mı bakmaya gitmişti? Neden böyle bir şey yapmıştı ki? Merak mı etmişti acaba? Muhakkak merak etmişti. Bunu yapacak biri değildi. Çöp karıştıran bir adam değildi Demirkan. Bunu ona sormayı düşündüm ama alacağım cevap bir yalan olursa çok üzülürdüm. Ne yapacağıma emin olamadım. Telefonum çaldığında odama doğru geçtim, yatağımın üzerine oturdum. Arayan kişi Gökçe'ydi.

''Yağmur!''

''Gökçe!'' dedim onun gibi.

''Neler oluyor? Meraktan çatladım.''

Üstün körü babamın evleneceğini ve evleneceği kişinin Demirkan ve Özgür'ün annesi olduğundan bahsettim.

''Sen ciddi misin?'' diye sordu Gökçe dehşet dolu bir sesle. ''Bütün bunlar çok hızlı değil mi?''

''Öyle,'' diye fısıldadım. Derin bir nefes verirken sırt üstü yatağa uzanıp tavana baktım.

''O zaman sen onunla tanıştın mı?'' diye sordu. Demirkan'dan bahsediyor olmalıydı.

''Tanıştım,'' dedim. ''Şimdiki durumumuz biraz garip geliyor bana.''

''Vay canına!'' dedi şaşkınlıkla arkadaşım. ''Sen şimdi baban evlendikten sonra onlarla aynı evde mi yaşayacaksın?''

''Hande'nin evi büyükmüş orada yaşayacakmışız,'' dedim göz devirerek. '' Demirkan başka bir yerde kalıyor sanırım ama babamlar balayına gittikleri bir hafta boyunca beni evde yalnız bırakmayacak. Özgür babasının evinde kalıyor fakat...'' Masada sessizce otururken babamla Hande'nin konuşmalarına biraz kulak misafiri olmuştum.

''Babam Özgür'le tanışmak o kadar çok istiyor ki... Ama Özgür ondan kaçıyor gibi. İlginç bir durum ve biz Özgür ile hiç bu durumu konuşmadık. İki gün içinde her şey çok hızlı gelişti. Özgür'ün bizimle tanışmama istemesi tuhaf geliyor bana.''

''Neresi tuhaf? Özgür annesini çok seven biri demek ki. Haliyle babana öfkeli, bundan dolayı görüşmek istemiyordur.''

Arkadaşıma hak verdim. ''Peki Demirkan? O da babamı sevmiyor gibi ama yanımdan ayrılmaya niyeti yok.''

Gökçe kıs kıs güldü. ''Belki de o da seni seviyordur.''

Gözlerim dehşetle açıldı, yatakta anında doğruldum. ''Saçmalama!'' Gökçe kahkaha attı. ''Aranızda bir aşk doğar kesin.'' Gökçe hayallere dalıyormuş gibi bir ah çekti.

Heyecanla söylediği cümleye, ''Böyle bir şey olmaz, '' diyerek kestirip attım. Gökçe ise hiç heyecanından kaybetmeyerek, ''Öyle deme. Kim bilebilir ki?'' diye sordu.

''Evet, kim bilebilir ki? Tabii ki de ben!'' dedim. Neden bu kadar tepki verdiğimi bile bilmiyordum. ''Öyle bir şey asla olmayacak.''

Gökçe alaycı bir sesle. ''Büyük lokma ye, büyük laf etme demiş atalarımız, 'dedi.

Homurdandım. Gökçe ise gülmeye devam etti.

''Gökçe çok yoruldum,'' dedim sesimle eş değer bir yorgunlukla. Yatağa tekrar uzanıp cenin pozisyonu aldım.

''Anlıyorum seni,'' dedi anlayışlı bir sesle.

''Hayatım bir anda alabora olmuş gibi hissediyorum. Her şey üst üste geldi. Tüm mücadelemi tek başıma verdim.''

''Artık yalnız değilsin,'' dedi hızlıca Gökçe. ''Bana güvenebilirsin, Yağmur. Sırtını bana yaslayabilirsin, inana bana seni hep desteklerim.''

''Gerçekten mi?'' diye sordum. Bir yanım kimseye güvenme diyordu, yalnız olmaya alış yoksa çok üzüleceksin diye bas bas bağırıyordu ama ben güvenmek istiyordum. Bir dost istiyordum. Gökçe'ye güvenmek istedim. Bir gün pişman olacağımı bilsem dahi o an bir arkadaş özlemi içimi sardı.

''Biraz şapşalım ben,'' dedi Gökçe. ''Saçmalar dururum, beni böyle kabul edersen dostun olurum. Sen istediğin sürece yanında dururum.''

''Teşekkür ederim,'' diye fısıldadım. Hıçkırdığımda ağladığımı fark etmemle dudaklarımı birbirine bastırıp elimi ağzıma bastırıp ağladığımın belli olmamasını istedim.

''Ağla,'' dedi Gökçe. Beni görebiliyormuş gibi anlayışlıydı. ''Güçlü olmalısın. Eğer sen güçlü olmasan, yenilgiyi kabul edersin-'' Gökçe'nin sözünü kestim.

''Savaşım kime Gökçe?'' diye sinirle sordum. İşte o an, ruhum bedenimden çıkmış gibiydi. Kendimi uzaktan izliyormuş gibiydim. Gördüğüm kız perişandı. Sevgiye muhtaçtı. Her gün bir çocuğa çikolata verirseniz o ertesi günde çikolatasını isterdi. Eğer birden bire çikolata vermeyi keserseniz boşluğa düşer ve afallardı. Daha sonra ağlardı. Onu elde edene kadar.

''Neler yaşadığını bilmiyorum,'' dedi Gökçe. ''Ne olursa olsun ayaktasın, okuluna devam ediyorsun ve bir şeyler istiyorsun, Yağmur. Hayatına devam etmek için elinden geleni yapıyorsun. Baban böyle kısa bir sürede evleniyor olması seni üzdü.''

''Evet, doğru tahmin. Ama bir şey eksik. Ben babamı anlayamıyorum. Annem üç ay önce öldü biliyor musun? Babam ne ara sevgili yapar ve evlenmek ister?''

Gökçe sıkıntıyla nefesini üfledi. ''Bazı erkekler böyle, Yağmur. En azından annen yaşarken onu aldatmadı.''

Bundan emin değildim. İşte bu cümle kalbimin bir yaprak gibi uçmasına neden oldu. Savruldum ve yere düşerken bir hançere saplandım.

Kalbimim tam ortasına bir hançer saplandı. Fakat acıtmadı. Çünkü alışıyordum. Hançerin ucu zehirliydi. Acıtıyor ve aynı zamanda kahrediyordu. Lakin hala ayakta durabiliyordum. Duygularıma artık kilit vurmuştum. Onu zincirleyip şah damarıma saklamıştım. Artık bu zinciri kimse çözemeyecekti ve duygularımın anahtarını alamayacaktı. Dünya buydu işte. Masum olarak doğardık. Yaşadıklarımız bizi kirletir ve sonunda günahkâr biri olarak ölürdük. Bir ve sıfır gibiydi her şey. Birbirlerine yakın gibi gözükür fakat aralarındaki sonsuz sayıları fark ettiğimizde aslında ne kadarda imkânsız uzunlukta olduğunu görürdük. Hayat buydu. Kısa gibi gözükür ama onu fark ettiğimizde ne kadar da uzun bir yol olduğunun bir kez daha farkına varırdık.

Bir ve sıfır arasında bir sayıda sıkıştım. Bir gün yalpalamadan devam eder edebilecek miydim?

''Yağmur?'' diye seslendi arkadaşım. Dalmıştım ve gitmiştim en uzaklara.

''Buradayım,'' dedim yutkunarak. Kendimi toparlayarak hafifçe öksürdüm. '' Düğün pazar günü olacak, konumunu sana atarım. Gel mutlaka.''

''Tamam,'' dedi Gökçe. ''Efe'de gelebilir mi?''

''Efe?''

Güldü. ''Geçen gün maçta sana göstermiştim. Arkadaşım.''

''Anladım, tabii ki,'' dedim. ''Şimdi kapatıyorum. Yarın konuşalım. Görüşürüz.''

Gökçe, ''İyi ol,'' dedi. ''Annen seni iyileşmiş görmek isterdi.'' Tebessüm ettim. İçim sıcacık olurken gözyaşlarım durulmuştu. ''Görüşürüz,'' dedi Gökçe ve telefonu kapattı.

Kapı zili çaldı. Babam gelmiş olmalıydı. Sarsak adımlarla kapıyı gidip açtım. Kimse yoktu. Ne olduğunu anlamadım. Tam kapıyı kapatacaktım ki kapının önünde bir kutu daha görmemle kaskatı kesildim.

Etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Kutuyu alıp odama geçtim. İçini açtığımda bir zarf belirdi.

Zarfı açtığımda çok fazla fotoğraflarla karşılaştım. İlk başta kendimi gördüm. İzmir'deydim. Daha sonraki fotoğraflar İstanbul'a geldiğimdeydi, birkaç gün öncesine aitti. İstanbul'da deniz fenerine doğru ilerlerken fotoğrafım vardı. Birinci fotoğrafta çok uzaktaydım ve insanlar vardı çevremde. Her bir fotoğrafta daha da yaklaşılıyordu bana. Bunu kırparak yaptıkları çok belliydi. Elimde görür görmez düşen son fotoğraf ise bir kızın yerde kanlar içinde kalmış bedeniydi. Fotoğraf çok korkutucuydu. Yere düşerken fotoğraf ters düşmüştü. Arka kısmında bir yazı yazılmıştı. Eğildim ve fotoğrafı elime alarak okudum.

Sonun ondan daha kötü olacak.

Ne yapacağımı bilmeden hızlıca salona koştum ve telefonu titreyen ellimle elime aldım. Babamı arayacaktım. Gizli bir numaradan bir mesaj gelmişti.

Bunları ne babana ne de polise söylemeyeceksin. Hiç kimseye! Yoksa arkadaşın ölür.

Bir fotoğraf gönderdi. Gökçe'nin muhtemelen şu anda evinin balkonda çayını yudumlarken ders çalıştığını görür görmez telefon elimden düşüverdi. Ne yapacaktım? Bilemiyordum. Gizli numara beni aradı. Korksam da başka şansım yoktu.

Bir erkek sesi konuşmaya başladı. ''Söyleyecek misin?'' Robotik bir sesti bu. Sesini değiştirmişti.

''H- Hayır,'' dedim kekeleyerek. Onu artık ciddiye alıyordum. '' Benden ne istiyorsun?''

''Yaşatılanları yaşamanı.''

Telefonu kapadı. Kartı çoktan imha ettiğini anlayabiliyordum. Bazen korku insanı diri tutardı ve diğer yaşadıklarımız acıları unuttururdu. Yalanlar kimseye kalmazdı. Hayaller umutla beslenirdi, yaşatılan acılar korkuyla. Benden istenen korkuyu istemeden bunları yapana veriyordum. Kendi hikâyemi yazmaya çalışan biri için yalnızlık korkulacak bir şey değildi. Gözlerimi her kapattığımda belki de izlendiğimin farkında olarak mı yaşayacaktım? Beni görenler olduğunu bildiğim halde korkmadan nasıl yaşayacaktım ki? Bu adam kimdi ve benden ne istiyordu?

Yaşatılanları yaşamanı.

Ne yaşamıştı ki yaşamamı istiyordu? Kimden yardım isteyecektim? Aklıma gelen isim Demirkan olmuştu. Ondan yardım istemem anlamsız olurdu çünkü onun bunları bana yapmadığını nereden bilebilirdim ki?

Evime kadar gelen bu kişiye ulaşmanın yolunu düşündüm. Aklıma güvenlik kameraları geldi. Hızlıca aşağıya indim, hava epey karanlıktı, saat sekizi çeyrek geçiyordu. Güvenlik kameralarını tekrar sordum ama hala kameralar arızalıydı. Elimdeki telefonu sıkıca tutuyordum.

Sonra tanıdık bir numara belirdi. Kimseciklere vermediğim numaramı her Allah'ın kulu biliyordu. Onun bana mesaj atması hiç tesadüf değildi.

Yağmur, seni evinin bahçesinde bekliyorum. Konuşacaklarımız var. Yarım saat içinde burada olmazsan sonuçlarına katlanırsın. Yalnız ol, her zaman olduğun gibi.

Kim olduğunu biliyordum. Cevap verdim. Artık geçmişin sırlarını ortaya dökmenin zamanı gelmişti. Bu işi burada bitirecektim.

Bahçedeyim. Neredesin?

Yanıt çok geçmeden geldi.

Havuz kenarındayım.

Hızlı adımlar atarak dediği yere gittim. Onu havuzun başında ayakta dimdik durmuş şekilde bulduğumda hafifçe öksürdüm. Yanına gidecek değildim. Ona güvenmiyordum. Kafasını bana doğru çevirdiğinde siyah saçlarını dağıttı ve bana baktığında irkildim.

Tehlikeli gülümsemesi hala dudaklarındaydı, bir zamanlar ona baktığımda bu halini sevdiğimi düşünürdüm oysa sadece korkuyor olduğumu bana doğru elleri cebinde gelirken fark ettim.

Tam karşımda durdu. Ellerini iki yana açtı.

''Sarılmayacak mısın?''

''Neden geldin?''

Güldüğünde burnundan sert bir nefes verdi. ''Beni özlemişsindir diye düşünmüştüm.''

''Nasıl çıktın?'' diye sordum.

''Biri işlemediğim bir suçu üzerime bıraktı.''

Hayretle ona baktım. ''Onu öldürdün!'' dedim haykırarak. ''O gitti. Şimdi aynısını bana da mı yapacaksın? Bir başkasına da mı yaptın?'' Ona öfkeyle bakarken o bana ifadesiz bir şekilde bakıyordu. ''Neden bana eziyet ediyorsun ki?''

Bakışları değiştiğinde gözleri seğirdi. ''Bunun hakkında konuşmayacağım,'' dedi kesin bir dille. ''En son konuştuğumda bana itiraf ettirip ses kaydımı almıştın. İçeriye girmeme neden oldun.''

''Her zaman insanlarla oynayacağını düşünen özgüvenine bir darbe indirdim.''

''Bunu kabul ediyorum.'', dedi. Sesinde gurur akıyordu. ''Seni ben yetiştirdim, birinin cezasını nasıl keseceğini iyi biliyorsun ama bana yapmamalıydın. Şimdi ikimizde farklı cephedeyiz, Yağmur.''

''Seninle savaşmayacağım, Iron Man.''

Ona eskisi gibi seslendiğimde kaşlarını kaldırıp imayla gülümsedi. ''Hayır'', dedi. ''Benimle savaşacaksın. Buna mecbursun.''

''Hiçbir şeye mecbur değilim. Kaybedeceğim bir savaşa da girmem.''

''Sen bana ihanet ettin, Yağmur'cuk,'' dedi bana doğru yaklaşarak. Geriye çekilemedim, orada öylece durdum. Kulağıma yaklaşıp fısıldadı. ''Sen de aynı şeyleri yaşayacaksın.''

Yutkundum. Bir adım geriye atabildim. ''Hiç sanmıyorum,'' dedim. ''Ne yapabilirsin ki?'' Onu sınıyordum ve o da bunu biliyordu.

''Büyük bir oyun kurdum.'' Kahkaha attı.

''Neden?'' diye sordum. ''Neden Berk? Niye bunu yapıyorsun! Yapma bana bunu. Sen de hayatına devam et. Arkadaşım senin yüzünden öldü.''

Öfkeyle baktı bana. ''O benim de arkadaşımdı!''

''Sana âşıktı!'' dedim. Daha öncesinde konuşmamız gerekenleri şimdi konuşuyorduk. İkimiz de aptaldık. '' Bunu ben bile bilmiyordum!''

''Çünkü sen bencilsin, Yağmur. Etrafındaki hiçbir şeyden haberin yok. Kendi dünyanda yaşıyorsun.''

Başımı iki yana sallayarak güldüm. ''En azından başkalarının dünyasını senin gibi alaşağı etmiyorum.''

Tam konuşacaktı ki parmağımı kaldırıp dudaklarının üzerine koydum. Sus demek istiyordum, sus.

''Yeter, Berk,'' dedim. ''Yorulmadın mı? Hapishanede geçirdiğin iki buçuk ay sana bir şeyleri öğretmedi mi?''

Kolumu kavrayıp elimi üzerinden çekti. '' Okuldan atıldım!'' diye haykırdı. '' Senin yüzünden hayatım mahvoldu! Babam beni evlatlıktan reddetti. Ölene kadar dövdü beni. Hepsi senin yüzündendi.''

Kolumu öfkeyle sıkıyordu, canım acıyordu ama ağlamamın nedeni kalbimin paramparça olmasıydı. Üzülüyordum. Geçmişe üzülüyordum. Sürekli beni tehdit eden birilerinin olmasından korkuyordum. Güvenmek istiyordum ama... Sağlıklı düşünemiyordum.

Ona kırgın bir şekilde baktım. ''Bakma bana öyle,'' dedi. ''Senin yüzünden, senin yüzünden...'' Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu, başı eğikti, kamburu çıkmıştı ama gözlerime öfkeyle bakmayı sürdürdü.

Kolundan kurtuldum. ''SANA DUR DEMİŞTİM! O ZEHRİ İNSANLARA SATMA DEMİŞTİM!'' diye bağırdım. Benimle olan ilişkisinde toksikti, zamanla beni de kendine dönüştürmüştü. Onu uyarıp durmuştum. Babamın bizi tanıştırmasından beri tanıdığım bu çocuğu kollamaktan ve uyarmaktan yorulmuştum.

'' Hiçbir çıkarın yoktu bu işten,'' dedim fısıltıyla. ''Zenginsin, yakışıklısın, okulda öğretmenler dâhil herkes seninle övünürdü. Ama sen kötü çocuk olmakla meşgul oldun. Bana sürekli kaybolmuş ruhları tedavi ediyordum derdin.'' İçten tükenmiş bir sesle güldüm. ''Berk, sen hastasın! Reşit olmayan gencecik insanları zehirledin, onları maddeye alıştırdın ve bana bütün bunları neden yaptığını tek bir şekilde açıkladın.''

''Onları tedavi ediyordum,'' dedi ciddiyetle. ''Sen engel oldun.''

Psikiyatriye gitmesi gerekiyordu. Daha ılımlı olmam gerekiyordu, öfkeyle kalkan zararla oturur derlerdi atalarımız ne de olsa. ''Bak,'' dedim anlayışlı bir sesle. ''Özür dilerim. Seni uyardım, devam etme dedim ama seni nasıl engelleyeceğimi bilemedim.''

''Hukuka güvenmiştim.''

''Evet,'' diye itiraf ettim. ''Ama seni serbest bıraktılar.''

''Çünkü ellerindeki tek kanıt senin ses kaydındı. Avukatlarım bana senden daha sadık.''

''Anlamıyorsun,'' dedim perişan bir sesle. ''Devam edecek misin bu işe?''

''Hayır,'' dedi. Bana bakarak tehlikeli bir sesle konuştu. ''Bir oyun kurdum içeride yattığım sürece. Seni nasıl bitireceğimi araştırdığımda benim güzel Yağmur'umuzun geçmişinin benden daha karanlık olduğunu öğrendim.''

Anlamaz gözlerle ona baktım. ''Ne demek istiyorsun?''

''Babanın karanlık sırlarını bilmiyorsun,'' diyerek güldü halime. Bana acıyordu. En nefret ettiğim buydu. Sizi en kolay kıracak kişi geçmişte dostunuz olup daha sonra düşmanınız olan kişilerdi çünkü onlar zaaflarınızı en iyi bilenlerdi. İşte bu yüzden korkuyordum, kendimi iyileştirecek gücüm kalmamıştı ve artık ben pes etmiştim.

''Görüyorsun ki artık sırlar ve yalanlarla ilgilenmiyorum.'' Derin bir nefes bırakıp yalvaran gözlerle iblisime baktım.

''Yapma, Berk. Dur artık. Çocukluktan beri seni tanıyorum. İnsanları hep düşman ve dost olarak ikiye ayırdın. Başta çocuktuk, oyun derdik geçer eğlenirdik ama daha sonra oyunda düşman sıfatında olan çocuklar günün sonunda dayak yemiş bir şekilde evlerine dönerlerdi. O zamanlar sana korkuyla bakarlardı. Onları döver ve tehdit ederdin. Biraz daha büyüdük, liseye geçtiğimizde kendine bizden bir çete oluşturdun. Nasıl olsa ben ve Ela hep senin yanında olacaktık. Çünkü bizim en zayıf noktamızı biliyordun. Ben yalnız kalmaktan deliler gibi korkardım, Ela ise seni gizliden gizliye severdi. Sen sırf onun canını yakmak için benimle birlikte oldun. Bunu Ela'nın ölümüyle anladım. Çok geç anladım, çok... İkimizde on sekizin sonlarındayız, artık biraz daha büyüdük. Yeniden bir başlangıç kurabiliriz. Artık insanlara kötülük yapmaktansa kendi hayatımızı iyileştirmeye odaklanmalıyız çünkü kötülüğü hakikat kabul etmez, Berk.'' Derin bir nefes bıraktım ve ona yalvaran bir şekilde baktım. '' Hayat yalnızca hakikatin yanında olan doğru insanları kabul eder.''

Berk kahkaha attığında gökyüzüne bakıp kafasını iki yana salladı. ''Her zaman bilmiş bilmiş konuşurdun. Hiç değişmedin.''

''Sen de öyle,'' dedim en sonunda pes ederek. '' Dört duvar arasında bile aklın yine kötülüklere çalışmış.''

Bana iyice yaklaştı. ''Bana fakir edebiyatı yapma, Yağmur. İyi ve kötü diye bir şey yok. Sen kendini sütten çıkmış ak kaşık mı sanıyorsun?''

Geri zekâlı diye bağırmamak için dişlerimi sıktım. ''Seninle tanıştığım günden beri beni değiştirdin, vicdanım rahat olmadan sana ayak uydurup insanların hayatlarını karartmanda yardımcı oldum. En belalı tip oldum ve kötü kız olmaktan nefret ettim. Ve dediğin gibi sütten çıkmış ak kaşık hiçbir zaman olmadım. Artık bana bulaşma! Artık, dur!''

''Bana yalvarman hoşuma gitti,'' diye tehlikeli bir şekilde gülümsedi. ''Karşı dairene taşındım. Kirayı ödemekte zorlansam da idare ediyorum.'' Güldü. Espri yaptığını sanıyordu.

''Buraya sırf benden intikam almak için mi geldin?''

''Sana daha yakın olacağım ama merak etme seni sandığın gibi öyle fazla rahatsız etmeyeceğim. Ama sana savaş açtığımı bil, Yağmur.''

''Notları sen gönderiyordun değil mi?''

''Neleri?'' Kaşlarını çattı. ''Sana olan oyunuma daha başlamadım ki. Demek bir tek ben senden intikam almıyorum.''

''Yalan söyleme!'' diye bağırdım. ''Bana sürekli mesaj attın.''

''Yağmur, içeriden dört gün önce çıktım.'' Bana gelen mesajlar günler öncesindeydi ama ona güvenmiyordum.

''Senden başka bir düşmanım yok.''

''Belki de vardır, kim bilebilir?''

''Berk,'' dedim yalın bir dille. ''Neden bırakmıyorsun? Yorulmadın mı?''

''Seni bir başkasının kollarında görmek bana ne hissettiriyor haberin var mı? Biz sonsuza kadar beraber olacaktık ama buraya geldiğimde seni perişan görmedim.''

''Sana hiçbir zaman böyle bir söz vermedim,'' dedim. Beni perişan görmek istiyordu ama hiçbir zaman duygularımı dışarıya tam vuramazdım. '' Her neyse. Bir daha beni tehdit etme, Berk. Bana saçma sapan notlar, fotoğraflar gönderme.''

Omuz silkeledi. ''Sana hiçbir zaman yalan söylemedim. Gerçekten ben yapmıyorum.'' Sorduğum hiçbir soruya yalan söylemediği doğruydu. Genel olarak onunla ilişkimizde yalancı taraf bendim çünkü onun öfkesini başkalarından çıkarmasından hep korkmuştum.

Telefonumu çıkartıp bugün gelen mesajı ona gönderdim. ''Okuldan arkadaşımla beni tehdit ettin. Bir sürü mesaj var. Sürekli notlar geliyor. Bunları sen yapmıyorsan birine yaptırtıyorsun.''

Berk, hiçbir şey söylemedi sadece kaşlarını çatmış telefona bakıyordu. Daha fazla mesajı okumasına engel olup telefonu alıp arkama sakladım.

Berk, sırıtmaya başladığında kaşlarımı çattım. ''Demek ki,'' dedi dudak büzerek. ''Babanın karanlık geçmişi seni rahatsız ediyor. Güzel. Benim yapabileceğimden daha fazlası.''

''Ne demek istiyorsun? Kafamı karıştırıyorsun.''

''Sana böyle zarar vermem, Yağmur.'' Sakladığım telefonu göz ucuyla gösterdi. ''Seni tehdit etmem.''

''Ne yaparsın o zaman?'' diye sordum. ''Bundan başka ne yapabilirsin ki?''

Güldü. ''Seni bütün bunlarla bir başına bırakabilirim.'' Söyledikleri bana korkutucu gelmese de ona baktığımda aklındaki tilkileri okuyamıyordum.

''Planladığın şey ne?''

''Söylersem sürprizi kaçar.'' Güldü.

''Bana yalan söylüyorsun. Bütün bunlar senin başının altından çıktı!''

''Senden istediğim çok daha farklı.''

''O zaman benden ne istiyorsun?'' Daha fazla dayanamazdım. Bağırmaya başladım. ''Ne istiyorsun, ne? Sana yaptıklarım için üzgünüm ama seni hiçbir şey durdurmuyordu! Masum insanları zehirliyordun, Berk. Onları ölüme terk ettin! Ela'nın ölümünden sorumlusun, satılmış hâkimler aksini söylese de sen suçlusun!''

Gözleri karardı. ''Seni hiçbir zaman zorlamadım ben! İstediğin için yanımda durdun. Madem boktan heriftim neden benim yanımda durdun?''

Gözyaşlarım şiddetle akarken dudak büzdüm. Sesim bir fısıltıdan ibaretti. ''Çünkü seni sevdiğimi sandım. Seni bırakmak istemedim.''

Berk kafasını iki yana sallarken başını bana doğru eğdi. ''Ben seni hep sevdim, Yağmur. Ama ikimizde biliyoruz ki sen beni hiçbir zaman sevmedin. Az önce dediğin gibi belki de beni sevdiğini sanmıştın ama sen yalnız kalmaktan korkuyordun. Bizi kaybetmemek için benimle sevgili oldun.''

''Keşke sadece çocuk kalsaydık. Sen, Ela ve ben güzel bir üçlüydük.''

''Öyleydik,'' dedi. ''Ama artık değiliz.''

''Neden eski günlerin hatırına sen yoluna gitmiyorsun?'' dedim ısrarcı bir şekilde. '' Benden neden intikam almak istiyorsun?''

''Yağmur, senin sandığın gibi senden intikam almayacağım çünkü bana kalırsa bunu gerçekleştirmek için uzun zamandır hazırlananlar var.'' Kafam iyice karışmıştı. Berk, bir şeyler biliyordu ve bundan dolayı keyifliydi.

O an zihnimde bir ampul yandı. ''Bana neşteri yollayanları tanıyorsun!'' dedim hızlıca. ''Sen bunları yapmıyorsun ama tanıyorsun!''

''Evet,'' dedi başını onaylayarak. ''Seni senden daha iyi tanıyorum, Yağmur. Seni mahvetmek için intikam alanları asla durdurmam.''

Ona acıyarak baktım. Kim benden intikam almak istiyor diye sormadım çünkü biliyordum ki söylediklerinin doğruluk payı olsa da yanlış olanlar daha fazla olacaktı.

''Seven insan sevdiğine zarar gelsin istemez, Berk. Gerçekten birini sevdiğinde intikam gibi duygulara kapılmazsın. Kırılırsın, üzülürsün ve kahrolursun ama birinin kötülüğünü istemezsin. Seni arkadaşım olarak sevdim ben. Belki anlamayacaksın ama ben senden intikam almadım. Evet, seni kandırdım ve polislere teslim ettim. Bunu kabul ediyorum ama bütün bunları daha fazla Ela gibi masum insanlar ölmesin diye yaptım. Bunu yaparken ben değiştim, geceleri uyurken vicdan azabı çektim ama en çok kendime yenildim. Ela ve sen dostumdun benim ama şimdi bakıyorum da biri toprağın altında ve diğeri ise benim canımı yakmak için anlam veremediğim oyunlar planlıyor.''

Berk'in gözlerinde bir pişmanlık aradım ama yoktu. Biliyordum o, hastaydı. Bir başkasının duygusunu üzerine alamazdı ve sadece kendisini düşünürdü. Şimdiye kadar dediğim gibi bizi dost sıfatında koyduğu için bize zarar vermemişti.

Cevap vermedi bana. ''Peki,'' diye sordum ona. ''Ela'ya zarar vereceğini bilmene rağmen ona neden o maddeyi temin ettin? Sana ne yaptı ki?''

Berk alayla güldü. ''Gerçekten bunu bilmek istiyor musun?''

''Evet,'' dedim.

''Sana zarar vermek istedi,'' dedi Berk. Kaşlarım havaya kalktı. ''Ela, beni seninle ayırmak istiyordu. Bana sürekli senin hakkında doğru olmayan yalanları sıralıyordu. Beni senden soğutmak için. Sen ise saftın, Yağmur. Hiçbir şeyden haberin yoktu. Aynı şimdi olduğu gibi.''

Başımı iki yana salladım. Ela'nın böyle davranmadığına inanmak istiyordum. Ama bir yandan da Berk'i sevdiğini onun vefatından sonra yazdığı günlüğünden görmüştüm. Ela ben üzülmemeyim diye bile bunları benden saklamıştı. ''Diyelim ki dediğin doğru,'' dedim sakinlikle. ''Onu öldürmen mi gerekiyordu?''

''Sus artık!'' diye bağırdı. İki kolumdan beni tutup öyle sıkıp bedenimi salladı ki dişlerimin arasından acıyla tısladım. ''Onu ben öldürmedim! Öldürmedim! Bir arkadaşı için o maddeyi istedi sandım! Kendi için kullanacağını düşünmedim! Bu konular hakkında cahildi! Damardan almıştı! Birden vücudu kaldırmadı! Benim hiçbir suçum yok! YOK!''

Kendimi ona teslim ettim. Beni hırpalamasına izin verdim. Öyle gücüm yoktu ki onun karşısındayken hiçbir duygu hissedemiyordum. Birden beni iblisimin kollarından ayıran biri oldu. Demirkan nereden geldi bilmiyorum ama beni ondan kurtarıp onun yüzüne bir yumruk indirdiğinde şaşkınca ona baktım.

Berk bir an afalladı ama hemen kendisini toparlayarak o da Demirkan'a karşılık verdi. İkisi birbirine girdiğinde ne yapacağımı bilemedim.

''Ayrılın. Polis çağıracaklar!'' diye bağırdım. ''Berk, bir daha karşıma çıkma!'' Sesimi o kadar gür çıkmıştı ki ben dâhil herkes şaşırmıştı. Birbirine yumruk atmayı bıraktılar.

Berk bana bakarken kanlanan dudağını elinin tersiyle sildi. ''Bu sondu, Yağmur. Bir gün ben senin ayağına gelmeyeceğim, sen geleceksin.''

''Sanmıyorum,'' dedim sakinlikle. ''Lütfen, git buradan. Kendine bir hayat kur. Benim peşimi bırak.'' Berk'in hapisten çıkar çıkmaz beni bulması, evimin adresini bulup karşı daireme taşınmış olması ve telefon numaramı dahi bulması şaşırtıcıydı. Kendime yeni bir hat almalıydım.

Berk sadece bana bakarken acı çekiyordu. ''Dağıldık,'' dedim ona. ''Ela gittikten sonra biz bir daha bir araya gelemeyiz, bu ikimize de acı verir. Bir daha görüşmeyelim.''

Berk hiçbir şey söylemedi, bunun burada bitmeyeceğini ifade eden gözlerinden artık yorulmuştum. Berk yanımızdan hızlıca ayrılırken binaya girmeyip dışarıya çıktı. Uzun süre o gidene kadar arkasına baktım. Yaralansın istemiyordum, ona zarar gelsin istemezdim ama artık onun mutsuzluğu ile uğraşamayacak kadar dipteydim. Başkalarına yardım edecek kadar gücüm yoktu. Dediğim gibi hiçbir zaman annemin kızı olamayacaktım oysa en çok istediğim şey içten içe annem gibi biri olmaktı.

Daldığım düşüncelerden beni çıkaran omzuma dokunan kişinin varlığıydı.

Demirkan, ''İyi misin?'' diye sordu şefkatli bir sesle.

Ona baktım. Kaşı patlamıştı. Berk daha kötü durumdaydı. ''Ona vurman gerekmiyordu.''

Kaşlarını çattı ama canı acımış olmalı ki dudaklarından bir inilti döküldü. Ne yapacağımı bilemedim. ''Hastaneye gidelim,'' dedim dudaklarımı birbirine bastırıp. '' Pansuman yapsınlar.''

''Gerek yok,'' dedi sert bir sesle. Bana alınmış gibi davranıyordu.

''Gel, o zaman ben yapayım,'' dedim onun koluna girip eve doğru çekiştirdim. İtiraz etmedi ama hala bana dik dik bakmayı ihmal etmedi.

''Sen ne zaman geldin?'' diye sordum. Asansöre bindik, kolundan çıktım ve hemen karşısında durdum. Çantamdan peçete alıp kaşına dokunarak kanını sildim.

''Elini sterilize etmeden kimsenin kanına dokunma,'' diyerek beni uyardı. Sorduğum soruya cevap vermemesi dikkatimi çekti. İçimden bir ses baştan beri bizi dinlediğini söylüyordu.

''Tamam, bir dahakine öyle yaparım.''

''Bir daha dayak yemem.''

Birlikte sessizce eve girdik. Onu salona geçirdim, evdeki pansuman malzemeleri alıp elime eldiven geçirdikten sonra yanına oturdum.

''Başımı kucağına koyabilirim,'' dedi muzip bir edayla.

''Tamam, olur.''

Bana şaşkınca baktığında omuz silkeledim. ''Daha kolay pansuman yaparım.'' Aslında böyle de pansuman yapabileceğimi biliyordu. Her zamanki gibi lakayt tavrını takınmasına karşılık bu sefer ben umursamaz davranabilirdim. Şaşkınlığını üzerinden attı. Uzanıp başını bacağıma doğru koydu. Yan taraftaki pansuman malzemelerini aldım. Önce saçlarımı ensemden bağladım. Demirkan pür dikkat beni izliyordu ve şaşırtıcı bir şekilde sessizdi.

Önce kanayan yarasını içten dışa doğru yavaşça temizledim, steril gazlı beze oksijenli suyu döktüm; tekrar gazlı bezi alıp tentürdiyot döküp aynı şekilde yarasını temizledim.

''Sadece yara bandı yeterli, Yağmur.''

''Emin misin?'' diye sordum. ''Kötü görünmüyor ama istersen doktora git. Ne kadar yapabildim bilmiyorum.''

''Eminim.''

''Peki.'' Dediği gibi yarasına göre yara bandını yapıştırdım ama içim rahat etmediği için gazlı bezi de küçük boyutta kesip koymayı yara bandının altına koymayı ihmal etmemiştim. Kaşlarını çatmak istediğinde yine canı yandı.

''Rahat dur. Ne meraklısın bana sinirlenmeye!'' diye azarladım onu. Gözlerimi belerterek ona baktığımda dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.

''Tamam, bitti. Geçmiş olsun.''

Kucağımda durması bayağı garipti. Bana parlak kehribar gözlerle bakıyordu, yüzünü daha iyi görebiliyordum. Bacağımdan yavaşça kalktı.

''Eyvallah,'' dedi onun dilinde teşekkür etmişti galiba.

''Rica ederim. Birazdan yanına gelirim.'' Malzemeleri alıp yanından uzaklaştım. Bir zamanlar Berk her yaralandığında yarasını ben pansuman ederdim. Onun sürekli kavgaya karışması bizi hep üzerdi. Ama geçmiş, geçmişte kalmıştı. Onu düşünmeyecektim. Onun kuracağı oyunu yaşayıp görecektim.

En fazla ne yapabilirdi ki? Tamamen yıkılmış birini nasıl yıkabilirdi? İblisimin anlamadığı şey sandığı gibi güçlü biri değildim. 

Continue Reading

You'll Also Like

145K 5.1K 28
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
4.3M 372K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
17.5K 1.4K 37
07.09.2017 Sizce Aşk,bütün engelleri aşabilir mi? Yada herşeyden vazgeçtirebilir mi? FBI'da ajan olan Katherina Swan aslında usta bir hırsızdı.Görev...
3.2K 275 6
0555618....: Ne yaptınız bizim fındık çuvalını? Görüldü. Çevrim içi. Yazıyor... Sarıların Ali: Kimsin? 0555618....: La havle. 0555618.....:Güld...