GÖNÜLÇELEN (+18)

By Gilde10

240K 11.1K 15.2K

Marsel Uraz Erke.. Rüyamda belime sarılan kollar ile aylardır unuttuğum kokusu burnuma doldu. "Gerçek değil... More

1. Altın Tarak
2. Aile
3. Karmakarışık
4. Duyguların Dışa Vurumu
5. Anlayamazsın.
6. Oyunun Kuralları
7. Doğru Ve Yanlış Paradigması
8. Çubuk Tarçın
9. Geçmiş Ve Gelecek
10. Ateş Ve Barut (+18)
11. Yüksek Gerilim Hattı
12. Aware
13. Gerçekler
15. Bilinmeyen Çehre
16. Terminatör
17. In La Kesh
18. Pamuk Prenses Ve Yakışıklı Prens
19. Kapanmayan Yaralar
20. Gerçekten Benimsin. (+18)
21. Tatlı Bir Telaş (+18)
22. Acı Kahve
23. Vena Amoris
24. En Büyük Zaaf
25. İki Yıl Üç Ay Üç Gün...
26. Buzdan Duvarlar
27. La Douleur Exquise
28. Yaramızda Kalsın..
29. Gündüz Düşü
30. Vatanım Sensin. (+18)
31. Viraag.
32. Alfa Birimi
33. Bir Efsane
34. Alabora
35. Süper Hücre (+18)
36. Florebo Quocumque Ferar
37. Bekarlığa Veda
38. Kan Ve Gül
39. Birisini Yaşarken Öldürmek
40. Nazende Sevgilim
41. Hayaller Vs. Hormonlar
42. Aurora Borealis
43. Wabi Sabi
44. Ecem Beste Erke
45. Biz Kazandık
Mira&Anıl İleri Bölüm Alıntısı
Yeni Bölüm Alıntısı

14. Toz Pembe

3.7K 256 511
By Gilde10

Hepinize yeni bölüm ile merhaba,

Uzun bir zaman oldu. Sınavım bitti ve ben artık buradayım.

Bir sonraki bölüm için 500 satır arası yorum sınırı var. Lütfen random yorum yapmayın.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

💜

Gün öncesinde aşina olmadığımı düşündüğüm ama gün ve gün sadece tenime değil ruhuma da sirayet eden sevdiğim adamın kokusu ile başlarken ona biraz daha sokuldum. Sanki yıllardır eksik bir parçam vardı ve benim o eksik parçam onun varlığı ile tamamlanmıştı. Aklım ve zihnimdeki sis bulutları yavaş yavaş dağılırken net bir berraklık kalbimde yeni yeni kendine daha çok yer ediniyordu.

Onun hislerinin kalbimde çok büyük bir karşılığı vardı. Karşılıksız değildi onun hisleri. Onu sevdiğimi biliyordum. Aramızda gün geçtikçe büyüyen bu duyguyu da seviyordum. Dün akşamdan sonra hayatımda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da biliyordum ama başa çıkmam gereken bütün duygular ve olaylarda kollarında uyuduğum adamın varlığı ile bana güç vereceğini bilecek kadar onu tanıyordum.

Hayatım yeni bir yola evrilmişti. Yıllarca Ateş Ayaz Erke ve Beste Erke'nin kızı olarak bununla gurur duyarak yaşadım. Onların kanını taşımasam da beni öz kızları gibi gördüler. Babam benim için kendi oğlu ile bile ters düştü. Sahip olabileceğim en özel ve en güzel aile ile büyüdüm. Şimdi ise sahip olabileceğim en özel aşk ile seviliyorum ve seviyorum. Gerçek anne ve babamın da en az onlar kadar beni sevdiğini bilmek başa çıkmak zorunda kalacağım yeni girift duyguları en aza indirgemişti. Beni bile isteye terk eden bir aile ile ne hissedeceğimi bile bilmezken böyle bir ikilem ile karşı karşıya kalmadığım için içten içe kendimi şanslı hissettim.

Marsel'in sırtımda gezinen elleri ile yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.

"Daha erken neden uyandın?" diye sordu uykulu uykulu.

"Şimdi uyandım."

"Hiç iyi bir yalancı değilsin. Yarım saattir kıvranıp duruyorsun."

"Sen de uyandığın halde neden hiç ses etmedin?"

"Neden edeyim? Kollarımda sevdiğim kadın. Daha ne isterim?" derken beni daha çok kendine çekti. Kafamı kaldırdım ve yüzümü yüzüne iyice yaklaştırdım.

"Geçen sefer de beni kandırmıştın. Uyanık olduğun halde o zaman da hiç ses etmedin."

"Sevgilim uyurken beni öpmek istemiş. Onu bundan mahrum mu etseydim?" diye sordu muzipçe.

"Hepsi sevdiğin için yani?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Bizim de yüzümüz gülmesin mi azıcık?" diye sordu gülerek. Elim ile koluna yavaşça vurdum.

"Hımm.. Fırsatçıyım demiyorsun da."

"Hiçbir fırsatı kaçırmam diyorum," derken bana daha çok yaklaştı. Burnu burnumun ucuna dokundu.

"Yapamıyorum ben. Senden önce daha kolaydı. Yani ben seni uzakta kendi içimde sevmeye alışmıştım. Şimdi ise.. Yetmiyor Zeynep. Sensiz geçen zaman kayıp ve yitik gibi hissediyorum. Yanımda ol istiyorum. Hep bana gül istiyorum. Bana tatlı tatlı cevap vermen çok hoşuma gidiyor. Sen olmadan yapamam. Bu saatten sonra olmaz." Ellerim yüzüne dokunduğunda gözlerini kapattı.

"Bensiz olmayacaksın ki! Neden böyle konuşuyorsun?" dedim sadece. "Marsel Neyden korkuyorsun?"

"Mutluluğumun elimden kayıp gitmesinden korkuyorum. Çok mutluyum Zeynep. Yıllarca içimde tek taraflı duygularımın sende bir karşılığı var. Bir zamanlar beni sevme ihtimalin bile ihtimal dışı gelirdi. Şimdi ise en güzel gerçeğim oldu."

"Marsel korkma! Korkmanı gerektirecek bir şey yok. Biz mutluyuz ve daha mutlu olacağız."

"Evet olacağız ama ben mutluluğumuzu garantiye almak istiyorum."

"Nasıl yani?" diye sordum.

"Şöyle oluyor," derken dudakları dudaklarıma dokundu.

"Karım ol. Evlen benimle Zeynep. Evlenelim."

"Ne?" dedim sesim titrerken. Emir'in yanında bana dolaylı olarak karım olacak demişti ama şimdi konuşmasının muhatabı bendim.

"Evlenelim!" dedi hala gözleri kapalı beni kollarında tutarken. "Istediğim tek şey bu hayattı seninle paylaşmak. Gün ve gece.. Yaz ve kış.. Günler ve zaman ilerlerken aynı pencereden bakalım gökyüzüne. Aynı şeyler mutlu etsin bizi. Aynı kaygıları taşıyalım üzüldüğümüzde. Teselliyi birbirimizin gözlerinde bulalım istiyorum. Zeynep kalan ömrümü ömrüne katar mısın? "diye sordu gözlerini açarak.

Gözlerimiz buluştu. Gözlerinin yoğunluğu ile sessizce yutkundum." Karım olurum. Seninle evlenirim Marsel. Sensiz yaşamak istediğim günüm yok. Dünde ve bugünde geçmişimde ve geleceğimde sadece sen varsın ve sadece sen olacaksın."

Sözlerim bittiğinde dudakları dudaklarım ile buluştu. Dudaklarının baskısı dudaklarımda bir yangını başlattı. Dudakları zehirli bir sarmaşık gibi ruhuma nüfuz ederken yine zehride kendisiydi şifası da kendisi olacaktı. Beni yine yakan da kendisi olacaktı. İçimdeki bu yangını söndüren de yine kendisi olacaktı. Yara da kendisiydi merhemi de kendisiydi.

Daha da yoğun bir baskı ile beni öperken bir anda sırtım yatak ile buluştu. Ağırlığını üzerime vermeden beni öpmeye devam ederken ikimiz de nerede olduğumuzu unutmuş gibiydik. Elleri tenimde izlerini bırakırken göz göze geldik. Gözlerimiz birbirinize takılı kaldı.

"Sikeyim böyle işi!" derken kendini üzerimden yan tarafa bıraktı. Sırt üstü yatakta ikimiz de nefes nefese öylece kaldık. Bakışlarım Marsel'e döndü. Gözlerini kapatmış dudaklarını ısırıyordu.

"Marsel," dedim yutkunarak. Sesimi duyduğunda gözlerini açtı ve tam gözlerimin içine baktı

"Söyle bebeğim."

"İkimiz yan yana gelince kendimize hakim olamıyoruz," diyerek bir durum tespiti yaptım.

"Hakim olamıyor muyuz? Zeynep'im daha nasıl kendimizi hakim olacağız? Teninde uyudum, kokun ile uyandım. Ve.. Bütün gece hiç yaramazlık yapmadım," dediğinde ister istemez küçük bir kahkaha attım.

"Aferin benim uslu sevgilime."

"Ama uslu olmak çok sıkıcı," diye söylendi. "Zeynep," dedi sonra derinden. "Çok uzatmayalım artık. Bir an önce evlenelim," dediğinde güldüm.

"Tamam anladım ama yangından mal kaçırır gibi de evlenilmez ki!"

"Neden evlenilmesin? Hatta hemen bugün evlenelim. Kimse bilmesin. Zamanı gelince herkesin bilmesi gerektiğinde tekrar evleniriz. Olmaz mı?" diye sordu. Yüzüne baktım çünkü kesinlikle şaka yapıyor olmalıydı.

"Sen ciddisin," dedim yüzünde şaka olmadığını gördüğüm ciddi ifadeyle.

"Bunun şakası mı olur bebeğim?"

"Saçmalama! İşleri iyice içinden çıkılmaz bir hale mi sokmak istiyorsun? Birincisi kanun önünde mevcut şartlarda evlenmemiz imkansız. Kanun önünde kardeşiz," dediğimde hemen itiraz etti.

"Kardeş değiliz!"

"Gerçekte değiliz ama ben yasalar önündeki durumumuzu söyledim. İkincisi biz seninle gizli saklı evleneceğiz ya da evlendiğimizi düşüneceğiz ve bunu babam ile annem öğrenmeyecek. Sence böyle bir şey mümkün olabilir mi? Ya da şöyle sorayım. Biz babamın haberi olmadan gizli saklı evlenebilir miyiz? Böyle bir şeye nasıl ihtimal veriyorsun? "dediğimde Marsel'in tebessüm ettiğini gördüm.

"Haklısın. Anne ve babası istihbaratçı olan birisine göre bu çok ütopik bir fikir oluyordu." Uzun sesli bir nefes verdi. "Hem bunları bırak da biraz uyuyalım. Daha çok erken."

"Kahvaltıya gideceğimizi biliyorsun," dedim kafamı göğsüne yaslarken.

"Hatırlatmasan olmazdı," diye güldü.

"Gelmek istemiyorsan kendini buna mecbur hissetmeni istemem. İstersen ben yalnız gideyim."

"Böyle bir şeyi kaçırmam," derken daha çok güldü.

"Bakıyorum da çok eğleniyorsun," dedim sorgulayıcı bir ses tonu ile.

"Daha çok eğleneceğim."

"Bunu hep birlikte göreceğiz," dedim ona daha çok sokularak. Bir süre sessizlik içinde gözlerimizi kapattık. Zihnimi birkaç saat sonraki zaman diliminden uzak tutmaya çalışırken düşünceler beynimi istila etmeye hazır bir şekilde bekliyordu. Ne kadar süre öylece gözlerimi kapattım bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda gün çoktan ağrımıştı. Kollarından çıkmaya çalıştığımda Marsel buna izin vermedi.

"Merak etme. Daha vaktimiz var."

"Geç kaldığımızı düşündüm."

"Geç kalmadık."

"O zaman ben banyoya gireyim de hazırlanayım."

"Bu bir teklif mi?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Elim ile koluna hafifçe vurdum.

"Marsel!"

"Ne dedim bebeğim? Banyoya gireceğim dedim ben de beni davet ettiğini düşündüm."

"Oldu Marsel. Birlikte banyoya girelim dokuz ay sonra da bebeğimizi sevelim," dedim daha önce bana söylediği sözleri hatırlatarak.

"Benim için hiçbir mahsuru yok," dedi gülerek.

"Sen de ne meraklıymışsın baba olmaya."

"Meraklıyım ben ama sadece senin çocuklarının babası olmaya meraklıyım," dediğinde kollarımı boynuna sardım.

"Zeynep bu hafta üç günlük izinim var. Birlikte tatile mi gitsek? Ne dersin?" diye sordu. Boynundaki kollarımı daha sıkı sardım ve boynuna bir öpücük bıraktım.

"Çok iyi olur. Hem biraz kafamızı dağıtırız. Kaç gündür yaşadığımız olayları düşününce bir tatil hepimize iyi gelecek. Ben kızlar ile hemen plan yaparım. Marsel hatta şöyle yapalım abim ve Anıl'ı da çağıralım. Onlar da gelsin," dediğimde hızla kafasını hayır anlamında salladı.

"Bebeğim sen yanlış anladın. Tatili baş başa yapacağız. Sadece sen ve ben."

"Sadece ikimiz?" dedim yutkunarak.

"İstemez misin?" diye sordu. Kafamı kaldırdım ve gözlerine baktım. Eğilip dilimi dudaklarında gezdirdim.

"Çok isterim."

"Hiç kimse olmasın sadece sen ve ben olalım istiyorum."

"Peki evdekilere ne söyleyeceğiz?" diye sordum.

"Merak etme o iş bende," dedi. Bir süre daha ikimiz de yataktan kalkmak istemeden tembellik yaptık ama söz verdiğimiz bir kahvaltı vardı.

Marsel kendi odasına giderken ben de banyoya geçtim. Sonra hazırlanmam bittiğinde alt kata indim. Annem, babam Mira ve Marsel mutfaktaydı. Marsel hariç diğerleri kahvaltı yapıyordu. Benim gelmem ile hepsinin bakışları bana döndü.

"Hazır mısın Zeynep?" dedi annem.

"Hazırım," dedim gülümseyerek.

"Heyecanla seni beklediklerine eminim," dedi babam.

"Aslına bakarsanız ben de çok heyecanlıyım," diye itiraf ettim.

"Bu çok normal ve çok güzel," dedi annem. Marsel ile çıkmak üzereyken Marsel anne ve babasına döndü.

"Gelecek cuma izinliyim. Hafta sonu ile beraber üç gün izinli olacağım ve.."

"Ve?" diye sordu babam.

"Ve Zeynep ile birlikte üç gün tatile gideceğiz," dediğinde göz bebeklerim büyüdü. Marsel o iş bende dediğinde aklıma asla böyle damdan düşer gibi birlikte tatile gideceğiz diye söylemesi gelmemişti.

"O ne demek öyle?" dedi babam kaşlarını çatarak.

"Tatile gideceğiz demek baba," dediği an babam müdahale etti.

"Olmaz öyle şey!"

"Neden olmuyormuş? İkimizin de özellikle Zeynep'in bu yaşananlardan sonra bir tatile ihtiyacı var. Biraz kafasını dağıtması gerekiyor."

Babam Marsel'in sözleri ile kafasını kaldırdığında kaşları iyiden iyiye çatılmıştı.

"Olmaz öyle şey!"

"İzin istemedim. Zeynep ile birlikte tatile gideceğiz dedim."

"Bende olmaz dedim. Hem kız ailesi ile belki biraz daha zaman geçirmek istiyor. Kızın adına karar verme istersen," babamın sözleri ile Marsel'in bakışları beni buldu. Sessizce yutkundum.

"Birkaç gün kafamızı dinlemek iyi gelecektir baba," dedim hala yutkunarak.

"Gördün. Kendisi de gelmek istiyor baba."

"O zaman Mira da sizinle gelsin," dediğinde Mira ile Marsel aynı anda itiraz etti.

"Hayatta olmaz!"

"Kesinlikle kabul etmiyorum!"

"Beni başlarında gardiyan olarak göndermek istiyorsan baştan söyleyeyim baba. İlgilenmiyorum!"

"Birinizde söz dinleseniz dünyanın sonu gelir değil mi?" diye söylenen babama baktım. Mira masadan kalktı.

"Babacığım sence de biraz abartmıyor musun?"

"Kızım haklı. Ateeeş! Senin iyice aklın gitti!" dedi annem.

"Sen ne güzel Ateş diyorsun öyle," dedi babam gülerek. Daha sonra bakışları önce Marsel'i sonra tekrar annemi buldu.

"Tamam tamam! Gidin bakalım," dedi belli belirsiz.

Evden çıktıktan sonra ikimiz de sessizlik içinde arabaya doğru yürüdük ama aramızdaki sessizliği bozacak bir hamle her ikimizden de gelmedi. Araca binerken Marsel'in bakışları kısa bir an gözlerimi buldu. Gözlerimden bir şeyler anlamaya çalıştığını anlamıştım. Ne düşündüğümü ölçmeye çalışıyordu. Benim gibi araca bindi ve dün akşam söz verdiğimiz gibi kahvaltı için yola çıktık. Bir sürü aramızdaki sessizlik devam ettik. En sonunda Marsel bana kısa bir bakış attı ve konuşmaya başladı.

"Neden hiçbir şey söylemiyorsun?" diye sordu.

"Sebebini biliyorsun."

"Ailemize birlikte tatile gideceğimizi söylediğim için kızgınsın."

"Çok zekisin," dedim imalı bir şekilde.

"Kızmanı gerektirecek bir şey yapmadım."

"Gerçekten mi? İlla birlikte tatile gideceğimizi söylemek mi zorundaydın? Marsel bu yaptığın çok anlamsız."

"Bebeğim ben birlikte tatile gideceğiz demesem de ikimizin de aynı anda ortadan kaybolması ile zaten birlikte gittiğimizi anlayacaklardı. Onlara söylemeseydim arkalarından gizli saklı iş yapmış gibi görünecektik ve babam bu durumdan daha çok rahatsızlığını dile getirecekti. Ben söylemeyi seçtim ve bu sayede bize biraz güvenmeleri gerektiğini onlara hatırlattım. Söylemesem bile babam zaten senin ve benim aynı yerde olduğumuzu öğrenirdi. Bence bunu bizim söylememiz daha doğru oldu."

"Akıllarına olmadık şeyler gelecek," diye mırıldandım. Marsel'in kahkahası arabayı doldurdu.

"Demek olmadık şeyler akıllarına gelecek. Bu olmadık şeyler nasıl şeylermiş bebeğim?" dedi gülerek. Kaşlarımı çattım.

"İlla domuzluk yapacaksın değil mi? Gelmiyorum işte seninle tatile! Tek başına git tatiline!"

"Benimle gelmiyorsun öyle mi?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. "Odayı iki kişilik ayırtmıştım ama.." dedi belli belirsiz. "Gelmiyorsan ben de başka birine sorayım bari."

"Kime soracakmışsın merak ettim," dedim kafamı çevirmeden.

"Kurumda var ya adı neydi? Haa.. Sudenaz. Sen gelmeyeceksen eğer istersen ona teklif edeyim," diye sordu benim gibi kafasını çevirmeden. Sinirle koluna sertçe geçirdim.

"Sudenaz diyor bir de ya! Marsel seni gebertirim! Hatta kimsede elimden alamaz."

"Bebeğim sana daha önce de söyledim. Emrine amadeyim. Bana istediğin her şeyi yapabilirsin."

"Seni kurumda o kız ile yan yana görürsem, onunla yan yana gelirsen seni mahvederim."

"Bu baş başa tatile geleceğimiz anlamına mı geliyor?" diye sordu.

"O kadar iki kişilik rezervasyon yaptırmışsın boşa gitmesin bari," diye mırıldandım. Marsel dudaklarını birbirine bastırmış gülmemeye çalışıyordu. Marsel benimle uğraştıktan sonra nihayet ailemin evine gelmiştik. Marsel'in bakışları iki katlı müstakil villayı buldu.

"Bebeğim hazır mısın?"

"Hazırım. Sanırım," dedim. Araçtan indik ve eve doğru yürümeye başladık. Derin bir nefes aldım ve Marsel'e döndüm.

"Marsel?" dedim.

"Efendim bebeğim?"

"İçeride çok damarlarına basmasan mı diyorum."

"Zeynep?" diye sordu kaşlarını çatarak.

"Marsel dün akşam resmen abimin sinirine oynadın ve neredeyse kasten yaptığını düşündüm. En azından ailem ile ilk defa bir araya gelmişken.. Yani beni anla. Babam ve abim ile senin aranda görünmez bir savaş olsun istemiyorum."

"Zeynep sen ne diyorsun bebeğim? Buraya ailen ile vakit geçirmeye geldik. Neden onların sinirine oynayayım ki?! Neden böyle düşünüyorsun onu da anlamadım."

"Marsel olanlar ortada. Onlar da benim ailem ve haliyle benimle ilgili konularda biraz hassas olabilirler."

"Öyle de olmaları gerekir zaten."

"O zaman herhangi bir gerginlik olmayacağını düşünebilirim."

"Zeynep neden gerginlik olsun bebeğim? Daha ilk buluşmamızda aramızdaki tansiyon yükselecekse vay halimize! Bebeğim biraz rahatla. Sorun çıkmayacak," dedi ve birlikte kapıya geldik. Derin bir nefes verdim ve elim daha kapının ziline gitmeden kapı açıldı. Annem, babam ve abim kapıdaydı. Annem yanıma gelerek boynuma sarıldı.

"Hoş geldin kızım! Biran gelmeyeceğini düşündüm sonra dedim gelmeyecek olsa bize söylerdi. Gelir dedim," annem bana sarılırken benim elim de onun boynuna gitti.

"Biraz geç kaldık galiba," diyebildim.

"Önemli değil. Burada olman.. Yani olmanız önemli." Annem benden ayrıldıktan sonra bu sefer babam yanıma geldi ve aynı annem gibi kolları beni sıkıca kavradı.

"Hala inanamıyorum. Burada olduğuna hala inanamıyorum. O kadar mutluyum ki! Kızım yaşıyor ve evimizde."

"Ben de burada olduğum için çok mutluyum," dedim içtenlikle. Sonra abim ile de sıkıca sarıldık. Ona en baştan kanım kaynamıştı ve kendimi yakın hissetmiştim. Marsel yolda annem için aldığı çiçekleri ona uzatırken babam ve abim ile tokalaştı. Hep birlikte içeri girdik. Annem bize döndü.

"İsterseniz masaya geçelim, isterseniz biraz oturalım."

"Nehir açlıktan öldüm yemin ederim. Hayır kızım gelmeden olmaz diye bir tane bile o el açması börekten almama izin vermedin ki!" diye babam söylenmeye başladı.

"Masaya geçelim. Biz biraz geç kaldık," dedim gülerek. Masasına geçtiğimizde mükemmel bir sofra bizi karşıladı. Annem kahvaltı için o kadar çok şey hazırlamıştı ki bunu görmemle birlikte boğazım düğüm düğüm ona baktım.

"Neden bu kadar zahmet ettin?" diyebildim.

"Ne zahmeti? Kızım gece eve geldikten sonra hiç uyuyamadım. Bende boş boş tavanı seyretmek yerine bir şeyler hazırladım."

"Zeynep'in hamaratlığını kimden aldığı belli oldu," diyen Marsel masaya kısa bir bakış attı.

"Beste de çok hamarat bir kadın," diye karşılık verdi annem.

"Bizim evde yemekleri çoğunlukla babam yapıyor da," diye mırıldandım. Babam gülmeye başladı.

"Ateş ve yemek yapmak mı?" derken daha çok güldü.

"Özellikle annem kahvaltı masası hazırlamayı hiç sevmez," dedi Marsel.

"Ya şimdi annemin dedikodusunu mu yapacağız?" diye itiraz ettim. Sözlerim ile annemin gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm.

"Zeynep'im annem bunu saklamıyor ki! Bizim eve gelen herkes bunu zaten biliyor. Ee artık akraba olacağımıza göre ailen de bu durumu zaten fark edecektir."

"Kardeşim ailenin yanında büyüdüğü için bir nevi akraba oluyoruz zaten," dedi abim çatalındaki böreği ağzına atarken.

"Öyle tabii! Zeynep ailem için onların kızı ve bu iki aileyi birbirine yakınlaştırır ve tabii evlendiğimizde bu bağ daha da güçlenecek," diyen Marsel'e baktım gözlerimi büyüterek.

"Tamam anladık Zeynep ile evleneceksiniz," dedi babam sabır diller gibi.

"Evleneceğiz," diyen Marsel'in gülümsemesi yüzünde büyüdü.

"Evleneceksiniz. Tabii önce her şey adetlerimize göre olacak," diye babam devam etti.

"Adetlerimize göre olacak derken?"

"Kız isteme ile başlayabilirsiniz," dedi babam. Babam sanki dünyanın en garip şeyini söylemiş gibi Mersin'in gözleri büyüdü.

"Kız isteme mi?" diye sordu şaşkın şaşkın.

"İsteme olmadan mı evlenmeyi düşünüyorsun yoksa?" dedi babam kaşlarını çatarak

"Olur mu öyle şey?! Tabii ki de kız isteme önemli."

"Asaf kızım ilk defa evimize gelmiş konuştuğunuz konuya bakın. Şimdi bırakın bunları da Zeynep böreği beğendin mi sen? Bebekken sigara böreğini çok severdin. Ön dişlerin ile kopartarak bitirirdin. Şimdi de seviyor musun böreği?" dedi annem.

"Aslında sigara böreğini severim."

"Zeynep bebekken bu evde mi yaşıyordunuz yani o olaydan sonra mı buraya taşıdınız?" diye sordu Marsel.

"Taşınmak için çok ısrar ettim," diye babam konuşmaya başladı. "Ama Nehir kızımızın bu evde çok hatırası olduğu için bu evden ayrılmak istemedi."

Üst kattaki odan hala aynı şekilde duruyor," diyen anneme baktım .

"Kahvaltı bittikten sonra görmek isterim."

"Ben gösteririm," dedi abim. Ailem sürekli bebekliğim ile ilgili hatıraları anlatırken ortam biraz daha yumuşamıştı.

"Herkese yaşadığını haber vermemiz lazım. Rize'deki akrabalara, İzmir'deki akrabalara. Eşe dosta.. Herkese haber verelim," dedi annem heyecanla.

"İzmir?" diye sordum. Aslen Rizeli olduklarını biliyordum.

"Ben İzmir'liyim," dedi annem.

"Zeynep Ateş'in başında olduğu kurumda mı çalışmak istiyorsun? Eğer istersen bizim hastanemizde abin ile birlikte çalışabilirsin. Ya da istersen hastane yönetiminde yer alabilirsin," dedi babam. Marsel'in bakışları hızla bana döndü.

"Bu çok iyi bir teklif ama ben Kurt Gölü'nde olmak istiyorum. Çalışmak istediğim yer orası," dedim içtenlikle.

"Bunlar için biraz daha erken değil mi? Dün bir bugün iki. Bence Zeynep'e biraz zaman verelim. Daha ortaya çıkan bu durumu hiçbirimiz idrak edemedik."

"Emir doğru söylüyor. Bunları konuşmak için uzun uzun zamanımız olacak. Ben bunları değil de Zeynep'i konuşmak istiyorum. Kızım neler yapmayı sever? Onu kızdıran şeyler neler? Hayatı nasıldı? O kadar çok merak ettiğim şey var ki!"

"Bence de bu daha mantıklı," diyen Marsel annemi onayladı.

"Zeynep en çok hangi çiçeği seversin?" dediğinde Marsel bana kısa bir bakış attı.

"Kırmızı gül," dedim. Marsel'in onaylamaz mırıltısı kulağıma geldi.

"Papatya," diye beni düzeltti.

"Kırmızı gül."

"Papatya," dedi Marsel bir kez daha.

"Kırmızı gül," diye inat ettim.

"On altı yaşına kadar kırmızı gül. On altı yaşından sonra papatya."

"Sen çok gıcıksın ama," diye söylendim.

"Hatırlıyor musun sana papatyalardan taç yapmıştım o gün."

"Hatırlıyorum. Ailece pikniğe gitmiştik. Sen bana taç yapmaya çalışmıştın. Hiç olmamıştı," diye gülmeye başladım.

"Ama o tacı hala sakladığını biliyorum," dedi.

"Kendi ellerinle yaptığın tek şeydi."

"Emin misin?" diye sordu.

"Söz konusu sen olunca hiçbir şeyden emin olamıyorum ben."

"On yedi yaşında sana verdiğim bilekliği hatırladın mı?"

"Ah nasıl unuturum?!" diye söylendim. "Bilekliğin üzerine süslü kirpi yazmıştın."

"Süslü mü?" dedi annem.

"Kirpi mi?" dedi aynı anda babam.

"Şey o bizim aramızda," diye geveledim.

"En sevdiğin yemek?" dedi abim.

"Mantı," dedim tereddütsüz.

"Sarımsaksız," dedi Marsel. "Sarımsaksız mantı mı olur?" diye de ekledi.

"Sevmiyorum ben kokusunu. Biliyorsun."

"Biliyorum. Miden bulanıyor."

"Ooo biz Zeynep yerine Marsel'e sorsak daha iyi olacak galiba," diyen annem gülmeye başladı.

"Olabilir. Zeynep ile ilgili bilmem gereken her ayrıntıyı biliyorum. Kızdığında alnında oluşan çizgilerin anlamlarına kadar."

"Kırışıklıklarım olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun benim? Benim kırışıklığım falan yok bir kere!" dedim hafif sitemli bir sesle.

"Bu kadar ayrıntı.. Takdire şayan doğrusu," dedi abim.

"Bütün bunları biliyor olman biraz tuhaf," dedi babam.

"Yıllarını birini izleyerek geçirirsen onunla ilgili her şey gözlerinin önüne serilir."

"Bunun için çok uzun yıllar gerekir," dedi babam bakışları benden Marsel'e dönerken.

"Çok çok uzun yıllar," diye cevapladı Marsel. "Neredeyse bir ömür. Ben kendimi bildim bileli hep Zeynep oldu. Hayatımda hep Zeynep vardı."

"Ateşin böyle bir duruma izin vermesi şaşırtıcı. Onun kızı olarak büyüdü ve her ne kadar sen kabul etmesen de ikiniz kardeş olarak büyüdünüz. Ya da biz sizi öyle bildik. Ateş'in böyle bir durumu kabullenmesi çok da kolay olmamıştır."

"Kolay olmadı," dedim Marsel'den önce. "Kendi oğlunu evlatlıktan reddetmeye kadar gitti babam ama.."

"Ama?"

"Duygularımızın karşılıklı olduğunu öğrendiğinde, bence hayattaki en önemli şeylerden birisi olan iki insanın birbirine sevgilinin önünde kimsenin duramayacağını hatırladı. Eğer iki kişi birbirini gerçekten seviyorsa sevginin önünde durmak pek mümkün olmaz. "

"İkinizin sevginize böyle sahip çıkmanız çok güzel. Mutlu olmayı hak ediyorsunuz. Mutlu olmanızı istiyorum, "dedi annem. Annemin sözleri ile Marsel'in gülümsemesi büyüdü.

"Olacağız. Birlikte çok mutlu olacağız ve sizler bizim mutluluğumuza şahit olacaksınız."

Kahvaltı boyunca masadaki sohbet hiç kesilmedi. Ailem özellikle annem sürekli sorular sorup durdu. Beni tanımak istediğini biliyordum ve bunu onca yılı telafi etmek istercesine sorularının ardı arkası kesilmedi. Kahvaltı bittikten sonra bile aklına gelen her şeyi sormaya devam etti. Bu duruma babam daha fazla kayıtsız kalamadı.

"Allah aşkına kızı biraz rahat bırak! Saatlerdir soluklanmasına bile müsaade etmedin. Tamam, merak ettiğin çok şey var ama karıcığım kızımız artık bizimle. Biliyorum geçen yılların telafisi çok mümkün değil ama önümüzde birbirimizi tanımak için zamanımız olacak. Kız biraz nefes alsın," dedi babam. Annemin mahçup bakışları beni buldu.

"Çok mu sıktım seni? "diye sordu.

"Hayır! Hiç olur mu öyle şey," dedim gülümseyerek. "Siz beni tanımaya çalışırken ben de sizi tanıyorum."

"Marsel biraz da seninle sohbet edelim," dedi babam.

"Edelim efendim."

"Senin işlerin nasıl gidiyor?"

"İşim hakkında konuşmam yasak. Yani yaptığım işi bildiğiniz için bana hak verirsiniz ki bunlar konuşulacak konular değil."

"Biliyorum Marsel. Ne iş yaptığını biliyorum. Babanın başında olduğu kurum ile birlikte çok ortak başarıya imza attık çocuk ama kastettiğim bu değil. Biz zaten senin özel statüde devlet görevlisi olduğunu biliyoruz Ve yıllardır eşim ile birlikte benzer bir yapılanmanın içindeyiz."

"Merak ettiğiniz şey tam olarak nedir Asaf Bey?"

"Merak ettiğim şey tam olarak senin durduğun nokta."

"Durduğum nokta?" dedi Marsel kaşlarını çatarak

"Evet, durduğun nokta. Sadece aktif sahada görevli bir ajan mısın yoksa daha fazlası mı?" diye sordu babam büyük bir ciddiyetle.

"Fazlası yok! Sadece aktif saha ajanıyım. Hepsi bu," dedi Marsel çok net bir ifadeyle.

"Fazlası derken?" diye sordum bakışlarımı babama döndürürken. Marsel'in onaylamaz ses tonu beni buldu.

"Efendim lütfen Zeynep'in kafasını olmadık şeylerle karıştırmayın. Ben ne söyledimse o."

"Ne demek kafasını karıştırmayın? Burada neler oluyor? Şimdi babam neyden bahsediyor bilmek istiyorum," dedim geri adım atmayacağımı belli eden bir sesle.

"İçerisinde çok özel birimler var Zeynep. Bilmen gereken şey bu."

"Nasıl özel birimler?" dedim sabırsızca. Marsel gözlerini gözlerime dikti.

"Mesela bukalemunlar. Görevleri suç örgütlerinin içerisinde sızmak ve onlardan birisi gibi davranmak. Bukalemunlar görevleri için ne kadar süre gerekiyorsa o zaman zarfında kendilerine verilen görevi yerine getirirler. Bazen bu görev yıllarca sürer. Bir defasında uluslararası bir uyuşturucu şebekesi için bir bukalemun'un yedi yılda şebekeye sızdığını duymuştum. Yıllarca kendilerini verilen görevleri yerine getirmek için başka bir insana dönüşürler."

"Bu," dedim hayretler içinde. "Çok ilginç," diye itiraf ettim. "Sadece bukalemunlar mı?" diye sordum.

"Hayır," dedi Marsel gözleri gözlerime değmeden.

"Terminatör denilen bir yapı daha var," dedi babam. Gülmeye başladım.

"Şu filmden bildiğimiz Terminatör gibi mi?" dedim daha çok gülerek.

"Aynen öyle," dedi babam. "Zaten Terminatör denmesinin sebebi de bu. Onlar yok ediciler. En seçkin suikast timi gibi düşün," dedi babam.

"Kurumda böyle bir yapı mı var?" diye sordum şok içinde. Marsel kafasını hayır anlamında salladı.

"Hayır Zeynep. Bu özel birimler doğrudan İç İşleri Bakanlığı'na bağlı. Kurt Gölü'nün içinde böyle birimler yok," diye devam etti.

"Bu konuda nereden çıktı Allah aşkına?!" dedi abim. "Bukalemunlarmış, terminatörlermiş. Bence bizi ilgilendiren durumlar değil bunlar."

"Bence de," diye abimi onayladım.

"Sence öyleyse bence de öyledir," dedi Marsel.

"Güvenlik alanında çalıştığın zaman insanın aklına bütün ihtimaller geliyor. Keyfiniz kaçmasın çocuklar. Benimkisi öylesine bir şeydi. Zaten Ateş oğlunun böyle bir birimde görev almasına da izin vermez."

"Böyle bir yapıda yer almak durumunda kalsam.. Bunun için babamdan izin almam," dedi Marsel. "Bence anne ve baba da olsak seçimi yapacak olan çocuklarımızdır ve onların hayatını doğrudan etkileyecek olaylar ile ilgili de kararlar bireylerin kendisine ait olmalıdır. Anne ve babalar kendi fikirlerini çocuklarına söyler ve muhtemelen olabilecek durumlar için çocuklarını uyarırlar ama sadece bu kadar. Bunu yaşaması gereken o çocuğun kendisidir. "

"Anne ve babalar sizin geçtiğiniz bu yollardan uzun zaman önce yürüdükleri için çocuklarını korumak ve uyarmak istiyorlar. Hak verirsin ki sizden daha tecrübeler. "

"Hak veriyorum Efendim ama hata da olsa yürümemiz gereken o sancılı yollarda yürümeden nasıl büyüyeceğiz? Bence insanları asıl büyüten şey yaşanmışlıklardır. Tecrübe ile kazanılanlar sözler ile anlatılanlardan daha iyi bir öğretmendir."

"Baba olmadığın için bunlar söylemek kolay. Baba olduğunda aslında işlerin öyle olmadığını göreceksin. Çocuğunun bile isteye ateşe yürümesini seyirci kalamazsın."

"Baba olduğum zaman bu sözlerinizi hatırlayacağım," diyen Marsel'in bakışları beni buldu. Sessiz küçük bir nefes verdim. Ortalık iyice sıcaklamıştı.

"Kahve iyi gider değil mi?" diye sordu annem. Masada herkes annemi onayladığında önce birlikte masayı toplamaya başladık. Marsel yanıma gelerek bana yardım ederken annem bize döndü.

"Bırakın biz toplarız. Baban ve abin bana yardım eder. Marsel özellikle sen burada misafirsin. Ateş'in oğluma masa toplattın diye diline düştüm mü hiç susmaz," dedi annem gülerek.

"O zaman ben kahveleri hazırlayabilirim ama neyin nerede olduğunu bilmiyorum," dedim.

"Ben sana yerlerini göstereyim," diyen annem ile birlikte mutfağa geçtiğimde Marsel'de yanımıza geldi. "Bende Zeynep'e yardım edeyim."

Ailem kahvaltı masasını toplarken Marsel ile mutfakta yalnız kalmıştık. Bakışları beni buldu.

"Nasılsın bebeğim?"

"İyiyim Marsel. Hatta kendimi çok iyi hissediyorum."

"Sen de ailende bu gerçeğe çok hızlı bir şekilde adapte oldunuz. Şaşırtıcı derecede hızlı," diye ekledi.

"Sanki onları yıllardır tanıyor gibiyim. Kendi evimizde nasıl hissediyorsam burada da aynı."

"Buna çok sevindiğimi söylemeliyim. Seni çok sevdiklerini gözlerinden bile anlamak mümkün."

"karmakarışıkım Marsel. Yıllarca beni istememiş ve terk etmiş olmaları ihtimali yüreğimde ince ince bir sızıya sebep oldu ama şimdi öyle olmadığını biliyorum. Onları tanımak istiyorum. Bunun için heyecan duyuyorum."

"Ben de heyecan duyuyorum ama senin için," diyen Marsel yanıma geldi ve ellerini yüzüme koydu.

"Bebeğim seni çok seviyorum," dedi baş parmağı alt dudağıma dokunurken. Gülümsedim.

"Ben de seni çok seviyorum," dedim içtenlikle. Bana doğru bir adım daha geldiğinde kalbimin ritmi iyiden iyiye hızlandı. Marsel ne zaman yakınımda olsa kalbim yerinden çıkacak gibi hızlı atıyordu. Dudakları dudaklarımı buldu. Aceleci ve hızla bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde İkimiz de gülmeye başladık. Biz gülmeye devam ederken elinde tabaklar ile babam mutfağa girdi. Bence Marsel benden tam zamanında ayrılmıştı. Babam tabakları lavaboya bırakırken abim de kalanları getirmişti.

"Kahveler neredeyse hazır," dedim ortam çok sessiz geldiği için. Bu sırada Marsel'in telefonu çaldı. Ekrana baktıktan sonra bakışları gözlerimi buldu.

"Bunu açmam gerekiyor. Çok uzun sürmeyecek," dedi ve dışarı çıktı. Marsel'in dışarı çıkması ile abim ve babam da oturma odasına geçti. Kahveleri hazırladıktan sonra ben de içeri geçtim. Yavaş adımlarla ilerlerken annemin sesini duydum.

"Sen iyice şaşırdın Agah! Rahat bırak çocuğu. Geldiğinden beri sıkıştırdın da sıkıştırdın. Sanki kim olduğunu ve ne iş yaptığını bilmiyorsun."

"Hayır öyle değil Nehir! Çocukta bir şey var ama ne olduğunu çözemedim."

"Sorduğun her şeye tereddütsüz cevap verdi. Sesi titremedi, duraksamadı. Söyledikleri doğruydu."

"Annem haklı baba. Boşuna evham yapıyorsun."

"Sorduğum her şeye tereddüt etmeden cevap verdi. İşte sorun da tam olarak bu. Fazla profesyonel.. Fazla soğukkanlı.."

"Çocuğu rahat bırak! Bak Zeynep'i ne kadar çok sevdiği belli. Zeynep de belli ki seviyor bu çocuğu. Kızımızı evimize geldiği ilk gün gücendirme. Onu üzecek bir şey söylersen külahları değişiriz. Biraz oluruna bırak. Zaman ver hem kendine hem onlara. "

Nehir Allah aşkına neden gücendireyim kızımı? Bir şey demedim müstakbel sevgili damadına," diyen babam söylenmeye başladı.

Babam Marsel konusunda neden böyle söylüyordu anlamamıştım ama içten içe bu durum hoşuma gitmemişti. Babamın sözleri soru işaretleri ile doluydu ve aynı işaretler benim kafamda da kendine yer edinmeye başlamıştı. Marsel benim bildiğim ve tanıdığım Marsel'di. Özel görevli bir ajandı ama bukalemun ya da Terminatör olamazdı.
Aklıma gelen deli saçması şeyler ile kafamı olumsuz anlamda salladım. Hatta gülmeye başladım.

Marsel yirmi altı yaşındaydı ve ben onu yedi yaşımdan beri tanıyordum. Sonra sesi bir nefes verdim. Marsel'i gerçekten ne kadar tanıdığımı soran büyük bir soru işareti daha zihnime kazındı. Mezuniyetime kadar geçen altı yılda onu hiç görmemiştim. Bir kez bile yüzünü görmemiştim. Onun beni uzaktan izlediğini hatta resmimi çektiğini biliyordum ama altı yıl gibi uzun bir zaman diliminde neler yaptığını ve neler yaşadığını da içsen içe merak etmeye başlamıştım. Bütün bunlar aklımda daha önce hiç düşünmediğim bazı düşüncelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Belki de babamın tecrübe diye bahsettiği şey tam da buydu. Yaşımız ilerledikçe aslında gördüğümüz şeyin gerçek görünen şey olup olmadığını sorgulamaya başlamamız büyümenin bir sancısıydı.

Daha fazla aklımı bulandıracak sözleri duymamak için adımlarımı sıkılaştırarak içeri girdim. Tam da tahmin ettiğim gibi benim içeri girmem ile birlikte üçü de söz birliği etmiş gibi bana bakarak sustular. Konuştuklarını duymamı istemedikleri aşikardı ama şöyle bir durum vardı ki ben onların konuştuğu her şeyi çoktan duymuştum. Hazırladığım kahveleri ikram ettim.

Babam mutlulukla ikram ettiğim kahveyi aldığında odaklanmam gereken şeyin tam da bu olduğunu düşündüm. Onlar beni dünyaya getiren ailemdi. Anne ve babamdı. Benim bir abim vardı ve ben yirmi beş yaşında onların varlığını öğrenmiştim. Düşünmek istediğim ve üstünde kafa yormak istediğim önceliğim bu olmalıydı. Olmayan ütopik varsayımlar zihnimi meşgul etmemeliydi.

Benim oturmamdan iki dakika sonra Marsel içeri girdi. Telefon ile konuşmak için dışarı çıkmıştı ve bu da konuşmanın önemli olduğunu gösteriyordu. Yanıma gelerek oturduğunda ona kahvesini ikram ettim. Büyük bir memnuniyet ile kahvesini aldı.

"Bir sorun yoktur umarım," dedim.

"Sıkıntı yok," dedi kulağıma doğru eğilerek.

Sonra aramızda koyu bir sohbet başladı. Bu sefer kimse kimsenin üzerine gitmeden olağan bir sohbet baş gösterdi.

"Zeynep birkaç gün bizimle kalsan olmaz mı?" diye sordu annem.

"Olur kalırım," dedim gülümseyerek. Annemin sesindeki heyecanı gördükçe hayır demek istemediğimi fark ettim. Bir süre daha birlikte vakit geçirdikten sonra Marsel işleri olduğunu söyleyerek izin istedi. Benim yalnız başıma ailem ile vakit geçirmemi istediğini biliyordum. Kahvaltı için gelmesinin sebebi benim duruma biraz daha adapte olmamı kolaylaştırmaktı. Bebekken bana ait olan odaya geçtik. Annem odanın kapısını açarken gözleri dolu dolu oldu. İçeri girdiğim anda pembe zehirlenmesi yaşadım diyebilirim. Pembe kız çocuklarının rengiydi ve sanırım şu andada bazı kızlar için durum aynıydı. Pembe rengindeki beşiğe doğru yürüdüm. Beşiğin üst kısmında bir bönence vardı. Annem yanıma gelerek bir düğmeye bastı. Odada Beethoven'ın çalarken dönence kendi etrafında dönmeye başladı.

"İki yaşında klasik müzik dinlediğimi söylemeyin," dedim gülerek.

"Annen bu konuda gerçekten çok..." dedi ve gülerek sustu. "Bilgiliydi," diye ekledi gülmesine devam eden babam. Sonra dolaba doğru yürüdüm ve kapağını açtım. Rengarenk kıyafetler askıda duruyordu. Dolabın içi bebek kıyafetleri ile doluydu.

"Her şey yerli yerinde duruyor galiba," dedim elime oyuncak sepetinden bir bebeği alırken.

"Bu oda ilk günkü gibi aynı şekilde kaldı. Ben aslında başka bir eve taşınmayı düşündüm ama annen senin hatıraların bu evde yaşıyor diye taşınma fikrine şiddetle karşı çıktı."

"Aslında bu odaya o korkunç olaydan tam sekiz yıl sonra girebildim," dedi annem. "Kapısının önünden bile yıllarca geçemedim. Hatta bazen geceleri bu odadan ağlama sesin geliyor gibi hissettim," derken tekrar ağlamaya başladı. "Yıllarca psikolojik destek gördüm. Duyduğum seslerin hiç kesilmedi."

"Ama hepsi bitti," dedi abim. "Zeynep bizimle. Kız kardeşim bize geri döndü."

"Döndü. Kızım bize geri döndü," dedi babam. Bugün ben evde olduğum için ne abim ne de babam işe gitti. Günü hep birlikte geçirdik. Birbirimizi anlatacağımız çok şeyimiz vardı. Anlatacaklarımız kadar merak ettiğimiz şeyler de konuşmanın tatlı bir heyecan ile geçmesini neden oluyordu. Zamanın nasıl su gibi akıp geçtiğini anlamadım.

Yemekten sonra Marsel aradı ve çok kısa bir konuşma yaptık. Ailem ile geçirdiğim zamanımın bana özel olmasını istiyordu ve sadece beni merak ettiği için aradığını biliyordum. Akşam annem bana bu evde yeni bir oda hazırlanıncaya kadar misafir odalarından birinde kalmamı istedi. Üzerimi değiştirdim ve yatağa uzandım. Kendimi çok tuhaf hissediyordum. Sonra kapı çaldı ve annem içeri girdi.

"Şey Zeynep.. İstersen yani sen istersen bu gece seninle uyumak istiyorum. Yani sen de istersen," dedi yutkunarak.

"Tabii ben de çok isterim," dediğimde annem yanıma geldi ve uzandı. Bakışlarımız birbirini bulduğunda gözleri dolu dolu beni kendine çekerken kolları beni sımsıkı sardı.

"Kusura bakma ama sana sarılabilir miyim diye sormayacağım. Sen benim kızımsın ve ben o kadar uzun bir süre bu anın sadece bir hayal olacağını düşündüm ki şimdi yaşadığım bu an bütün duyguların üstünde," dedi sessiz iç çekişlerle. Benim de gözyaşlarım akmaya başladı.

"Kusur mu olur hiç?! Sen benim annemsin," dedim onun gibi sarılarak. Gece boyunca annemin neredeyse hiç uyumadığını biliyordum çünkü ben de uyuyamamıştım. Sayısız kez saçlarımı öperken dudaklarından ne olduğunu anlamadığım bir mırıltı döküldü. Sonra saçlarımı okşadı. Annem ile çocukluğumdan beri çok kez birlikte uyusak da yine annem ile birlikte uyumak farklı hissettirmişti. Harika iki anneye sahip olan şanslı bir insandım.

~

Benim annemlerde kaldığımı öğrenen amcalar ertesi akşam bizi ziyarete geldi. Agah amcam babama nazaran daha zor bir insandı. Daha kuralcı ve geleneksel olduğu belliydi. Yanıma geldiğinde beni kendine çekti.

"Şimdi sen benim abimin kızı mısın? Hala inanamıyorum! Başak hayattasın."

"Öyleyim," dedim onun gibi sarılarak.

"Şimdi abi bu kızın soy ismi ne zaman Sancaktar olacak? Erke olarak kalmayacak değil mi?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Agah kaç kere söyleyeceğim daha?! İşlemleri başlatacağız. Sonra Zeynep Sancaktar olacak."

"Olsun zaten. O bir Sancaktar. Erke değil. Ateş'in kızı hiç değil," dediğinde itiraz ettim.

"Amca lütfen! Ben Ateş ve Beste'nin kızıyım. Beni büyüten ve yetiştiren onlar. Beni kendi çocuklarından hiç ayırmadılar. Onlar da benim anne ve babam."

"Zaten Marsel ile evlendiğinde Erke olacak," dedi Anıl.

"Hatırlatmasan olmazdı değil mi?" diyen amcama baktım şaşkınlıkla.

"Ya siz ne istiyorsunuz benim Marsel'imden?"

"Marsel'inden? Ooo çoktan sahiplenmeler falan başlamış," dedi yengem.

"Hayır yani ne buluyorsun bu Erkelerde onu da anlamadım. Hem de Ateş'in sevimsiz oğlu yani!"

"Baba?" diyen bu sefer Anıl oldu.

"Neyse ki Anıl'ın aklı başına geldi de çocukken ben Mira ile evleneceğim diye tutturmayı bıraktı. Yoksa Ateş ile dünür olmak.. Kabus gibi olurdu."

"Baba bu konuyu kapatsak mı? Hem biz Mira ile benim istemediğim için değil onun beni istemediği için olamayız. Benden nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı nefret ediyor ve ben bunun sebebini bile bilmiyorum."

"Her işte bir hayır vardır diye boşuna dememişler. En azından senin için endişelenmek zorunda kalmayacağım," dedi amcam. Anıl'ın buna tepkisi sesli ve uzun bir nefes vermek oldu. Babamlar ve amcalar kendi arasında konuşurken Anıl'ın yanına gittim ve oturdum.

"Çok mu seviyorsun?" diye sordum. Yüzünde minik bir tebessüm oluştu.

"Çok değil," dedi gülerek.

"Yalancı," dedim.

"Demek ki iyi bir yalancı değilim."

"Anıl, Mira ile konuşman gerekiyor. Sizin aranızdaki şeye karışmamız doğru değil ama onunla konuş. Konuşmak istemezse de konuşmasını sağla. Onunla konuşmalısın," diye tekrar ettim.

Anıl'a daha haberinin olmadığı bir bebeğinin olduğunu söyleyemezdim. Bunu benden öğrenmesi doğru olmazdı. Bunu Mira'dan öğrenmeliydi.

Amcaların geç bir saatte gitmesi ile ailemle birlikte geçirdiğim ikinci günde bitmişti. Tam dört gün onlar ile birlikte zaman geçirdik. Cuma günü Marsel ile birlikte tatile gideceğimiz için içim içime sığmıyordu.

Marsel ile erken yola çıkmaya karar verdiğimiz için çok geç olmadan annemlerden çıktım ve arabama binerek yola koyuldum. Saat sabahın on biriydi. İstanbul Amasra arası beş saat sürüyordu ve biran önce yola çıkmalıydık. Çok fazla trafik yoktu. Kırmızı ışıklarda beklemeye başladım.

Dışarıdan gelen sesler ile bakışlarım yan tarafa döndü. Yirmili yaşlarının sonlarında olduğunu düşündüğüm bir adam kendisinden daha küçük olduğu belli olan bir kadını darp ediyordu. Çevredekiler olaylara seyirci kalırken adam kadının saçlarını kavradı ve onu yerde sürüklemeye başladı. Gördüğüm bu görüntü ile göz bebeklerim büyüdü. Dörtlüleri yakarak hızla araçtan indim ve onlara doğru koşmaya başladım. Yanlarına gittiğimde adamın bakışları bana döndü.

"Sen ne yapıyorsun? Bırak kadını!" diye bağırdım.

"Siktir git lan! Sana ne?!" dedi önümde durarak.

"Ne demek sana ne? Dağ başı mı burası? Polisi arıyorum," dedim elime telefonu alarak. Yüzüme yediğim tokat ile telefon elimden düştü.

"Siktirme belanı! Siktir git elimden bir kaza çıkacak," dediğinde elim yüzümü buldu.

"Buna pişman olacaksın. Tek şansın var. Kadını bırak ve git!" dedim bir kere daha.

"Ahhh! Sen çok oldun," derken diğer yanağıma da vurdu. "Sana ne dedim ben!" derken karnıma attığı yumruk ile yere düştüm. Yere düştüğüm anda vücudumun her yerine tekme atmaya başladı. Yerden kalkmaya çalıştıkça tekmeleri daha da şiddetlenmişti. Bakışlarım etrafa döndü ama etrafta bize yardım edecek kimse yoktu. Araçlar ise durmadan geçip gidiyordu.

"Bunu yapmaya devam edersen çok kötü olur. Çok kötü derken ne kadar kötü olacağını ben bile tahmin edemiyorum," dedim zorlukla.

"Senin yedi sülaleni sikerim! Lan sizi bana sayıyla mı verdiler?!" derken bana vurmaya devam ediyordu. Vücudum acı içinde yanarken kurtarmaya çalıştığım kız adamı durdurmaya çalıştı ama karşımdaki adamın gözü dönmüş gibi bakışları değişti. O an kız ile göz göze geldim.

"Kaç," diye fısıldadım. Kız benim sözlerim ile koşmaya başladı. Adam kızın arkasından bakarken bakışları kısa bir an beni buldu.

"Senin yüzünden," derken cebinden çıkardığı bıçağı karnıma sapladı. Keskin bir acı bedenimi ele geçirdi. Bıçağı çıkarıp tekrar karnıma sapladı. Bıçağı geri çektiğinde kızın arkasından koşmaya başladı. Gözlerim kapanırken telefonumdan gelen arama sesi ile zorlukla ekrana baktım. Telefon bir adım uzağımdaydı ama bu mesafe benim için imkansızdı. Elim ile karnımı tuttum. Çok fazla kan kaybediyordum ve muhtemelen iç kanamam vardı.

"Yar-Yardım edin!" diye fısıldadım. Sesimi kimse duymadı. Çok fazla zamanım olmadığını biliyordum. Tekrar telefonum çalmaya başladı. Ekranda gördüğüm kişi ile dudağımın kenarında küçük bir tebessüm oluştu.

Karabiberim arıyor...

Sonra gözlerim kapandı.

💜

Bölüm nasıldı?

Yeni bölümde görüşmek üzere.

Sağlıcakla kalın ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

2M 101K 44
Hikayenin belirli bölümleri yetişkin içeriklidir!! 🔞 Taciz, ölüm, ihanet üzerine değil, gençlik ateşiyle düşülen bir hatanın intikamıdır.. Günümüz...
135K 8.3K 86
Aşk kelimesiyle güzel, yaşattıklarıyla dayanılmaz bir işgencedir. Kitap şarkısı; PERA- ZEMHERİ •~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~• KİTAP KURGUSUYLA TAMAM...
1.2M 21.9K 20
Oysa ne çok hayal kurmuştum. Yeni bir hayatım olacak bu şehirden bu aileden uzak ve yalnız. Şimdi yine bu şehirde ait hissetmediğim o aileden birinin...
53.3K 2.1K 41
Şiddet, Korku, Küfür, Cinsellik, İçerir. Baştan Uyarayım. Hudutsuz arzuları yalın ruhunu kamçıladıkça zıvanadan çıkıyordu... Her yanını ateşler basmı...