Cayendo ✣ JiKook

Galing kay GloriaLysander

49.6K 6.4K 2.5K

[omegaverse] Tetikçilerden oluşan Kızıl Kadife, sınırın öteki tarafına acil bir göreve gönderilir. Üstün ırkt... Higit pa

CAYENDO
1.BÖLÜM: KIZIL KADİFE
1.2.BÖLÜM: FEDERASYON KONAĞI
1.3.BÖLÜM: SINIRIN ÖTESİ
1.4.BÖLÜM: AYNA
1.5.BÖLÜM: GÖLGE
1.6.BÖLÜM: KARA DELİK
1.7.BÖLÜM: KAPIDAKİ KURDA DÜŞMEK
1.8.BÖLÜM: GÜZEL VE ÇİRKİN
1.9.BÖLÜM: BARIŞ BÖLGESİ
2.BÖLÜM: OMEGA 13
2.1.BÖLÜM: TEK BAŞINA
2.2.BÖLÜM: KANTARON VE PAPATYA
2.4.BÖLÜM: BEŞ KATLI DÜĞÜM
2.5.BÖLÜM: DEŞİFRE
2.6.BÖLÜM: ÜÇKAĞIT
2.7.BÖLÜM: KOBAY
2.8.BÖLÜM: DONUK
2.9.BÖLÜM: İKİ YÜZ
3.BÖLÜM: OMEGA 12
3.1.BÖLÜM: SUÇLU

2.3.BÖLÜM: İPİN DİĞER UCU

1.7K 238 65
Galing kay GloriaLysander


2.3.BÖLÜM: İPİN DİĞER UCU

Aşırılıklar yoksunluklardan türerdi. Bir uçtan ötekine atlamaktan pek de farksız değildi. Acınacak hâlden başka acınacak hâle düşerdiniz. İki uç, düştüğünüz tek çukur.

Bağımlılıklara dönüşen aşırılıklar tedavi edilse de geri dönmeyeceğinin garantisini vermezdi. Jimin'e sebep olduğu korkular hâlâ canlıydı. Hatırlıyordu yoksunluk hissini. Parmaklarından çekilen canı hatırlıyordu. Terleyen tenindeki solgunluğu aynada görüyordu fakat tepki veremiyordu. Sonra ateşle oynuyordu ve bam.

Jimin gece yarısı tıkırtılarla uyandığında nerede olduğunu anlayamadığı birkaç saniye boyunca yatağın içinde düşünceleri anlamsız bir şekilde karanlığı izlemişti. Uykusu vardı ancak uykuya geri dönemeyeceği kadar uyanık kalmış ve ne olduğunu anlamaya çalıştığından boş zihnine kelimelerin, ardından cümlelerin sokulmasına izin vermişti.

Kapı sesi duyduğundan şüpheleniyordu ancak herhangi bir şey olabilirdi. Belki de Jungkook lavaboya girdi, diye düşünmüştü. Fakat birkaç dakikada sonra Jungkook'un oradan çıktığına dair herhangi bir belirti gelmediğinde yataktan kalkıp kontrol etmek için güçlü bir dürtü hissetti. Üstünden kayan pijamaları çekiştirerek yataktan kalkarken doğruca Jungkook'un odasına yönelmişti. Kapısı kapalı değildi. Ardına kadar açıktı.

Jungkook içeride yoktu. Jimin şimdi bakınca fark ediyordu, odada bir banyo daha vardı. Banyo kapısının önüne gidip içeride mi diye sesleri dinledi fakat odanın içi de evin içi de sessizdi. Dönüp salonu ve mutfağı kontrol etmeye karar verdiğinde Jimin'in içine bir kurt düşmüştü. Kendisini yalnız bırakıp gitmiş olabilir miydi? Bu geç saatte nereye gidecekti ki?

Mutfakta ve diğer yerde de Jungkook'un izine rastlamadığında boşluğa seslendi. "Jungkook?"

Ses gelmemişti. Tek başınaydı. Jungkook gecenin bir yarısı Jimin'i evde yalnız bırakıp gitmişti.

Nereye gittiyse artık, diye mırıldandı Jimin kendi kendine. Uykusu çoktan kaçtığından salona geçip modası geçmiş televizyondan bir şeyler izlemeye karar vermişti. Böylece uykusu yeniden gelene kadar Jungkook'la ilgili düşüncelerden onu uzaklaştıracak bir uğraş bulmuş olurdu.

Koltuğa yamuk bir şekilde kurulup kumandayı eline aldığından beri bu düşüncelerinden kurtulamadığı için pek de işe yaramamıştı. Aklı sürekli Jungkook'un nereye gitmiş olabileceğini sorup duruyordu ve bilmiyorum cevabı yeterli değildi. Nereye gitmişti?

Bir süredir bu vaziyette karşısına oturduğu televizyonun altındaki dijital saatte gördüğüne göre sabah saatleri yaklaşmıştı artık. Jungkook hâlâ yoktu. Kendisine itiraf etmek istemese de televizyon izlemeye aslında Jungkook'un gelmesini beklerken kendini bir şeylerle uğraşıyor gibi hissettirmek için açmıştı. Fakat şimdi birkaç saat olmuşken Jungkook'un gelmemesi başından beri kontrol ettiği sinirini başa çıkması zor bir hâle getiriyordu.

Beklemekten vazgeçip uyumak için tekrar odaya geçtiğinde kırıldığını hissediyordu. Jungkook'un gerçekten başında pervane olacağını düşünmüş müydü? Aptalcaydı.

Yorganı üstüne almak yerine peluş oyuncak gibi kullanarak sarıldığında kaşları çatıktı. Jungkook'tan çok kendine kızmıştı. Gardını fazlasıyla indirmişti sanki ona karşı. Fakat aksi de çekilmezdi çünkü aynı evin içinde birbirlerine maruz kalıyorlardı. Bir yerde iyi geçinmeleri gerekiyordu, değil mi?

Tekrar uykuya dalabildiğinde uykusu öğlen saatlerine kadar bölünmemişti. Tabii bunda gece ikiden dört buçuğa kadar salonda bomboş oturmasının da etkisi vardı.

Öğleni biraz geçerken Jungkook başına dikilip kahvaltının hazır olduğunu haber vererek Jimin'i uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerini aralayıp baktığında ise gülümseyen suratını gördü. Sanki tüm gece dışarılarda gezip uyumayan o değilmiş gibi enerjik görünüyordu. Belki de uyuyordu, yalnızca senin olduğun evde değildi, diye fısıldadı içindeki ses.

Bu tatsız düşünceyle gözlerini açmak kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Yan tarafındaki yastığa uzanıp Jungkook'a fırlattı. "Defol."

Jungkook hazırlıklı olmadığı için yastığı yüzüne yerken "Sabahları pek de majesteleri değiliz anlaşılan." diye mırıldanmıştı. Yastığı Jimin'in yan tarafındaki boşluğa geri koyduktan sonra "Ayıldığında mutfağa gel, sabah fırından bir şeyler aldım. Hamur işi seviyor gibi duruyordun. Buradakileri denemiş olursun." diyerek kapıya yürümüştü.

Jimin kaşları hâlâ çatık, yatakta doğrulup otururken Jungkook'un gidişini izledi sessizce. Jungkook'un bu düşünceli hâli normal bir durumda gözlerini yaşartabilirdi. Ama gerçeği bildiğinde işler o kadar da hoş görünmüyordu. Gece gezmelerinden dönüşte eve gelirken demiyordu da, sabah aldım diyordu.

Jimin kendi kendine huysuz bir şekilde mırıldanırken uykusu çoktan dağılmış olduğundan kalkıp duş almak için banyoya girdi. Bilerek oradaki jellerle, maskelerle ve kremlerle uğraşarak işini uzatıyordu ki Jungkook sinir olsun. Ama kendisi sıcak suyun altında ne kadar kalırsa başı da o kadar dönüyordu çünkü karnı acıkmıştı.

Duştan çıktığında zar zor üstünü giyip kendini mutfağa atmıştı. Masanın üstünde geniş bir tabakta duran çeşitli açma ve milföy tarzı şeylere göz ucuyla bakarken tezgâhın üstündeki kahve makinesinden kendine bir kupa dolduran Jungkook'a dik bakışlarını armağan ederek kollarını göğsünde kilitledi ve iki gündür sahiplendiği sandalyeye oturdu. Jungkook'un çaldığı ıslığa kulak kesilmişti. Şarkı mırıldanıyor gibi geliyordu. Birden Jungkook'un bu neşesi açlığını unutturup öfkesini geri getirdi ve masanın üstündekiler gözüne daha itici gelmeye başladı.

"Ben bunları yemek istemiyorum." Sesi net ve aksi çıkmıştı.

Jungkook kalçasını tezgâha yaslayarak kahvesini yudumlarken kupasının üstünden kaldırdığı tek kaşı görünmüştü. "Ne yemek istersin? Bir şey yemeden olmaz." Jimin'in istediklerini duyduktan sonra hemen yapmak için kollarını sıvamaya hazır gibi görünüyordu.

Jimin mutfağın ona dar gelmeye başladığının ve Tarçın kokusunun ona baskın geldiğini fark ederken bakışlarını kaçırmıştı. Jungkook'tan kaçmak istiyordu fakat mutfak küçücüktü. Tutumu dramatik bir dönüşle asabiyetten kırılganlığa dönüşürken ezildiğini hissediyordu. Adını bilmediği, tarifin yapamayacağı bir duyguydu bu. Belki de yıkılmak üzere çıtırdayan binanın altında kalacağını anladığı anın duygusuydu. Jimin enkaz altında kalmak istemiyordu.

"Affedersin," diye mırıldandı. "Affedersin ama gitmeni istiyorum. Üzgünüm, bunu yapamıyorum. Karşıma geçip benimle ilgilenmek istiyormuşsun gibi davranmanı çekemiyorum."

Jungkook şaşkınlıkla elindeki kupa havada duraklarken ne söyleyeceğini bilemeden dudaklarını aralamıştı. Onun bir şey söylemesine fırsat vermemek için "Kendim bir şeyler yapıp yiyeceğim. Lütfen sadece git." dedi Jimin sesi sonlara doğru küçülürken. Bakışlarını yere dikmişti. Rica eder gibi söylüyordu fakat yalvarır gibi geliyordu kulağa.

Jungkook sert bir şekilde yutkunduğunda âdem elması hızlı bir şekilde aşağı gidip gelmişti. Bir şey diyememişti yine. Elindeki kahve dolu kupayı lavaboya boşaltırken Jimin başı eğik bekliyordu yalnızca. Salondaki koltuğun üzerine bıraktığı ceketini aldıktan sonra kapıya ilerledi sessizce.

Kapının kapanma sesini duyduktan sonra Jimin'in gözyaşlarını tutması için bir sebep kalmamıştı. Elleri yüzüne kapanırken hiç de güzel olmayan bir şekilde ağlamaya başladı.

Jungkook ise vakit kaybetmeden kendini asansöre atıp antrenman odasına inmişti. Jimin'in her yeni bir yüzünü keşfettikçe bir yerleri yumruklayası geliyordu. Lunaparktaki hız trenleri gibi inişli çıkışlıydı ve anlamıyordu. Bu sabahki hırçınlığı uyandığı andan başlamıştı ve Jungkook'un ağzını açmasına bile gerek kalmadan gelmişti üstüne.

Dolaptan boks eldivenleri kapıp ringe ilerlerken kum torbasının başında tek başına çalışan bedeni fark etmemişti. Ring ipini kaldırıp altından geçtiğinde Minji'yle göz göze geldi. Saçlarını bir atkuyruğu yapmış, sporcu büstiyeri ve beyaz bir eşofmanla kum torbasını yumrukluyordu. Jungkook'un üstünde eşofman yerine gömlek ve pantolon olduğunu görünce kaşlarını çatmıştı. Jungkook çalışırken böyle giyinmezdi.

Elinde çoktan boks eldivenleri olduğu için bir bahane üretemeden omuzlarını silkti Jungkook. "Kafa dağıtmaya geldim." demişti.

Elbette yıllardır onu tanıyan Minji bir şeyler olduğunu anlayabilmişti. Kurdu nasıl gıdıklayarak ininden çıkaracağını da iyi biliyordu. "Harika, benim de birine ihtiyacım vardı çalışmak için." dedi nezaketi sahte bir gülümsemeyle. "Teke tek?" diye sordu atkuyruğunu sağlamlaştırırken.

Jungkook'un keyfi yerine gelir gibi olurken Minji'yle eskisi kadar antrenman yapmadıklarını fark ediyordu. Minji'nin de aklından aynı şey geçmiş olacak ki kendi ellerinde Jungkook'un boks eldivenlerinin beyaz eşinden olan eldivenleri çıkarıp "Eski günlerdeki gibi yapalım." demişti. Belki de sadece Jungkook'u çıplak elle dövesi gelmişti.

Jungkook da eldivenleri çıkarıp bir kenara fırlatırken yan yan sırıtıyordu. Bu ringde kimseye acıması yoktu.

Yerlerinde sayarak ringi adımlamaya başladıklarında ilk hamle Jungkook'tan geldi. Öne atılıp sağ yumruğunu Minji'nin şakaklarına hedeflemişti fakat Minji ondan hızlı davranıp Jungkook'un gövdesine sarılarak darbeden kaçmış ve karnına başarılı bir hamleyle birkaç hızlı yumruk indirmişti. Jungkook omuzlarına dirseklerini çarparak onu uzaklaştırırken vücuduyla arasına güvenli bir mesafe koymuştu.

"Eee?" dedi Minji. "Evde durumlar nasıl?"

Jungkook yerinde sayarak etraflarında yuvarlak çizerken hareketlerini dikkatlice izliyordu. "İyi." demişti. Tam olarak yalan sayılmazdı, iyi'den ne anladığına göre değişirdi yalnızca.

Jungkook öne doğru bir hamle yaptığında yumruğu Minji'nin koluna çarpmıştı fakat Omega hızlı toparlayarak Jungkook'tan kaçmayı başardı.

"Jimin'le yakınlaştınız mı? Onu öpmeye çalışmadın mı hiç?" diye sordu iğneleyici bir sesle. Sanki Jungkook beş yaşındaki bir çocuğun iradesine sahipmiş gibi konuşuyordu. Jungkook'un elmacık kemiklerine bir darbe indirmeyi başardıktan sonra dudağının ucuyla gülmüştü.

Jungkook toparlayarak birkaç adım geri giderken "Pas." dedi. Onu öpmeye çalışmıştı ve cevap vermek istemiyordu. Minji'nin yumrukları çene seviyesini geçtiğinde ikinci kere saldırmak için hazırlanıyor olduğunu düşünmüştü ve aparkat tarzı bir hamleye hazırladı kendini. Fakat Minji onu şaşırtarak bacağını yükseltmiş ve bir tekme atmak için yeltenmişti. Jungkook refleksleri sayesinde son anda sıyırırken geri bir adım attı. Minji ise bundan yararlanıp üstüne gelmiş ve kendisini ring ipiyle arasında sıkıştırmıştı. Jungkook buradan kaçış olmadığını bildiği için birkaç yumruk yemeye razı olup doğru zamanda yer değiştirmeye çalışacaktı.

Minji'nin enerjisini attığı birkaç yumruktan sonra etrafında dönerek baldırına attığı bir tekmeyle Jungkook tek dizinin üstüne çöktü. Minji'nin zayıf pozisyonda kalan bacağını görünce yakalayıp çekmişti. Minji zemine serilirken saçları terden alnına yapışık duruyordu. Sırtı yere değdiği için mağlup olan Minji olsa da dayak yiyen taraf Jungkook'tu. Bacağına attığı tekme gerçekten acıtıyordu ve çürümüş bile olabileceğini düşünüyordu ki sonradan kesinlikle ağrıyacaktı.

"Demek onu öpmeye çalıştın?" Minji Jungkook uzattığı eli tutmayı reddederek kendi başına kalkmış ve ringin kenarına bıraktığı su şişesini dudaklarına götürmüştü.

"Biraz." dedi Jungkook sıkıntıyla.

"Biraz?" Minji detayları biraz daha eşelemek istiyordu. "Ne kadar biraz? Birazı tanımla? Öptün mü? Yoksa öpüştünüz mü?" Gözlerini kısmıştı.

Jungkook nefesini birkaç seferde verirken terli saçlarını dağıtıp omuz silkti. Ringin dışına çıkıp dolaptan bir şişe su da kendisi almıştı. "Onu öpmeyi düşündüm. Bir hamle de yapmış olabilirim. Ama sonra kendimi durdurdum. Aramızda bir şey yaşanmadı."

"Yaşanmasını istemiş gibi konuşuyorsun." Minji yere oturup kırmızı ring iplerine yaslanırken Jungkook da yanına çöktü. Üstüne gidip onu zehirlemeye çalışıyordu. Kurdu yöneten insan felç kalırsa, kurdun da hareket edebileceği alan daralırdı. Aralarında daha ileriye giden bir şey yaşanmamalıydı.

"Ne dememi bekliyorsun Minji? Jimin'i hiç görmedin mi? Nasıl biri olduğunu? Alfa ve Omegası arasındaki bağın ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu biliyorsun."

"Onu mühürlemiş olabilirsin. Ama o senin Omegan değil Jungkook." dedi Minji Jungkook'a inanamaz bir sesle. Jungkook'un bu zamana kadar ona gelip içini dökmemesine içerlemişti ve nasıl düşündüğünü öğrendikçe onun toksik bir Alfa olmaya yaklaştığını hissediyordu. Bunca yıl, onun tanıdığı diğer Alfalardan daha farklı olduğunu düşünmüştü. "Bu bağa duygusal bir şeyler de dahil olur. Saygı gibi. Sevgi gibi. Onu seviyor musun?"

"Sevebilirim." dedi Jungkook. "Onu sevebilirim."

"Hayır, Jungkook." dedi mor saçlı kadın. "Ya o seni sevmezse? Sorun bu. Bu bağ iki taraflı işler. İpin ucunun bir ucunun senin elinde olması diğer ucunun da onun elinde olduğunu ve istediğin zaman onu çekip kendine yakınlaştırabileceğin anlamına gelmez. Çektiğinde diğer ucu boş gelirse hayal kırıklığına uğrarsın."

Bir sessizlik oluşmuştu. Minji ip hakkında konuşurken bir şeylerin farkına varmış gibi duruyordu ve Jungkook ise itiraz etmek istiyordu. Bakışlarında bir karmaşa vardı.

"Jungkook," diye sordu Minji sakin bir sesle. Jungkook'un gözünü korkutmak istemiyordu. "Âşık mı oluyorsun sen?"

Jungkook kafasını Minji'ye doğru çevirirken sessiz kaldı. Göz göze geldiklerinde arkadaşının gözlerinde endişeyi görebiliyordu. Verecek bir cevabı yoktu. Aşık mı oluyordu?

Ayağa kalkarken su şişesini ringin kenarına bırakıp eldivenlerini yerden aldı ve kum torbasının başına yürüdü. "Ben biraz daha çalışacağım. Doyoung bugün de kulüpteki randevuyu geceye ayarlamış. O zamana kadar yapacak bir şeyim yok."

Minji, Jungkook'un konuyu değiştirmesini kafaya takmamaya çalışarak ayaklandı ve kendi eldivenlerini yerden aldı. "Ben bitirdim. Seokjin'le akşam yemek yiyeceğiz, ona katılacağıma söz verdim."

Jungkook bir kafa sallamasıyla geçiştirirken ilk yumruğunu geçirmişti torbaya. "Afiyet olsun," dedi Minji antrenman salonundan çıkmadan önce. Minji ise teşekkür etmiş ve Jungkook'u odada öfkesiyle baş başa bırakarak gitmişti.

Jungkook orada uzun bir süre oyalanırken düşüncelerinin korktuğu kadar ona musallat olmamasına sevinmişti. Son birkaç yıldır eski endişeleri onu pek ziyaret etmez olmuştu fakat Jimin'i gördüğünden beri, belki de Melas'ın havasını tekrar soluduğundan beri, son birkaç yılın acısını çıkarmak için tek seferde hücum ediyordu hepsi ona.

Beş sene öncesinde sınırın ötesinde bırakacağına söz verdiği bütün anılar, onunla birlikte geri dönmüştü. Hoseok'la sınırın ötesine yaptıkları yolculuğu sırf bu yüzden kabul etmişti o zaman. Şimdi dönüp dolaşıp kendini aynı yerde buluyorsa bir şeyleri boşu boşuna yapmış gibi hissediyordu. Boşuna yakalanma tehlikesini göze almıştı, boşuna Kızıl Kadife'yi kurmuştu ve bu kadar insanı arkasından boş umutla sürüklüyordu. Şimdi de Jimin eklenmişti arkasından sürüklenenler arasına ve Jungkook şimdiden, Jimin'i onların arasından itip düşüremeyeceği kadar değerli görüyordu. Kızıl Kadife'yi Seokjin'e bırakabilirdi, hayalini kurduğu barışı terk edebilirdi, hatta canından olabilirdi ama Jimin'i kendinden öteye bırakamazdı. Bir uzvu gibi bile değildi üstelik, kolun olsa kesip atabilirdin. Ama Jimin, Jimin'di işte. Açıklamaya bile gerek yoktu.

Gömleğinin terden sırılsıklam olduğunu ve aradığı adamla buluşma saatinin iyice yaklaştığını fark ettiğinde duş almak ve gideceği yere uygun bir şeyler giymek için yukarı çıkması gerektiğini biliyordu. Ama Jimin'in karşısındaki dairede giyebileceği bir şeyler yoktu diye hatırlıyordu. Hepsi Jimin'in dairesinde kalmıştı. Bu yüzden daha geç olmadan Jimin'in henüz yatmadığını umarak kapısını tıklattı.

Jimin dün geceki pijamalarıyla kapıyı açtığında Jungkook gözlerinin altındaki bantlardan yüz bakımı yaparken yakaladığını, yatmaya hazırlandığını tahmin etmişti.

Jimin kendisini baştan aşağı süzmeyi bıraktığında "Gelebilir miyim? Duş alıp çıkacağım. Kıyafetlerim burada kalmış." dedi.

Jimin terden saçları alnına yapışmış bedeni umursamıyormuş gibi omuz silkerek kapının önünden çekilirken arkasını dönüp odasına ilerlemişti. Spor salonundan falan geldiğini düşünüyordu en iyi ihtimal. Hayır, başka ihtimal yoktu. Aklını başkasıyla kurcalamayacaktı. Adam örgüt lideri gibi bir şeydi zaten, işi neydi? Vücut çalışması normaldi.

Jimin Jungkook yokken epeyce düşünmüştü. Jungkook etraftayken pek gerçekleştiremediği bir eylemdi.

Öncelikle zihnine bir şeyi kabul ettirmişti. Buraya, sınırın ötesine egzotik bir tatile çıkmıştı. Filmlerde tropikal adalara yapılan yolculuklardan yapıyordu. Hayatta kalmak için ne yapması gerekiyorsa yapacaktı, her şey mübahtı ona fakat tatile keyif almak için çıkılırdı. O da aynen öyle yapacaktı. Hayatta kalacaktı, aynı zamanda da tadını çıkaracaktı. Bu Jungkook'la yan yana gün batımını izlemekten hoşlanmak anlamına bile gelse öyle yapacaktı. Sonra Namjoon gelip kendisini kurtaracaktı zaten. Kurtarırdı. Hep öyle olmuştu.

Ama şimdi hayatını yaşama vaktiydi.

Jungkook kendi odasındaki duşa girdiğinde Jimin de ortak banyoda gözünün altındaki nemlendirici bantlardan kurtulup yüz kremlerini sürmüştü. Bunlar Melas'ta kullandıklarının yanından bile geçemezdi fakat hiç kullanmayıp bakımsız görünmekten iyiydi.

Jungkook hâlâ duştan çıkmamışken onun odasındaki dolabından giyebileceği bir şeyler bakındı. Taehyung'un getirdiği çantada hoşuna giden bir tişört ve siyah bir pantolon bulmuştu zaten, üstüne alabileceği başka bir şeyler bakıyordu.

Sırtı mor ve pembe taşlar döşeli bir ceket bulduğunda gülümsemişti. Taşlar sırtında kanat şeklini oluşturuyordu. Ceketi askıdan çekip alırken odasına dönüp yatağın üstüne çıkardığı beyaz baskılı tişört ve pantolonu değiştirdi pijamasıyla. Koluna ince bir bileklik ve boynuna da kolye takarken Jungkook'un duştan çıktığını duymuştu. Aksi gibi kolyenin kancasını birbirine geçirmekte zorlanırken sabırsızlandığı için elinden sürekli kayıp durmuştu.

Ceketi koluna takarak Jungkook'u kaçırmaktan korktuğu için apar topar odasına dalarken giyinmeyi bitirmemiş olabileceğini son anda aklına getirmişti fakat çok geçti. İyi, diye düşünmüştü. En azından kolundaki dövmenin tamamını görmüş olurum canım, ne olacak?

Fakat Jungkook üstüne çoktan bir tişört geçirmiş, elinde saç havlusunu tutuyordu. Kim pantolonundan önce tişörtünü giyer ki? diye düşündü Jimin Jungkook'un çıplak bacaklarıyla karşılaştığında. Tişörtü bel hizasındaydı ve çok bir yerlerini kapatmıyordu. Elindeki saç havlusuyla saçlarını kurulamaya başladığında Jimin yutkunarak kollarını omzunda kavuşturdu. Jungkook'un tişörtü yukarı sıyrılıp duruyordu. Düşman topraklarında, düşmanın önünde olabilirdi ama düşman da ateş gibiydi yani. Boğazını temizleyerek bakışlarını Jungkook'un üst bedeninde tutmaya çalışırken neyse ki iç çamaşırını giymiş, diye geçirdi içinden Jimin.

Jungkook yüzünde şaşkın bir ifadeyle kapısında dikilen Jimin'e bakarken pijamalarını çıkarıp başka bir şeyler giymiş olmasına anlam verememişti. "Çıkacağım şimdi, merak etme." derken pantolonunu giyiyordu.

"Ben de geleceğim." dedi Jimin dikkat dağıtıcılardan zihnini uzak tutarak. Dikkat dağıtıcı Jungkook'un çalıştığı vücudu oluyordu. "Nereye gidiyorsan. Dün gece nereye gittiysen. Beni de götür." Jungkook'un şaşkın ifadesi daha da genişlerken kaşlarını kaldırmıştı. Jimin şaşkınlığını üstünde atıp cevap vermesine fırsat vermeden hesap sormayı da unutmadı. "Dün gece neredeydin? Gece yarısı çıktın ve sabaha kadar da gelmedin. İnkar etme."

Jungkook'un aklına Jimin'in sabahki halleri gelirken bir şeyler ancak anlama kavuşuyordu. Dürüst olmaya karar verdi. "Mühürden kurtulmanın bir yolunu arıyordum. Bir şifacı var dediler. Geceleri çalışıyormuş. Ekip üyelerimden biri arayıp soruşturdu. Şifacı'dan randevu aldığını, saat üç gibi görüşebileceğini söylemek için aradığında sen çoktan uyumuştun. Uzak bir yer olduğundan gidip gelmem uzun sürdü."

"Eee?" dedi Jimin yutkunmadan önce.

"Eeesi, şifacı bana başka bir adamın ismini verdi." Pantolonunun fermuarını çekerek tişörtünü içine almıştı. "Onunla görüşeceğim"

"Tamam, birlikte gidebiliriz o halde." dedi Jimin kolunda sallanan ceketi üstüne geçirirken.

Jungkook bakışlarını Jimin'in giydiklerinde şöyle bir gezdirdikten sonra dolabından beyaz, üstünde mavi küçük taşlar olan bir kot ceket çıkarmıştı. Dudakları kıvrılmıştı ceketini giyerken Jimin'le göz göze geldiğinde. "İyi madem, gel bakalım."

Jimin önde, Jungkook arkada dış kapıya vardıklarında "Nereye gideceğiz tam olarak?" diye sormuştu Jungkook'a dönüp.

Jungkook ise Jungkook'un arka vücudunu incelerken bu gece başına bela aldığının farkındaydı. Ancak yine bu durum onu eğlendiriyordu.

"Bir gece kulübüne." diye cevap verdi dudağının kenarındaki o keyifli gülümseme hâlâ asılıyken.

***

Namjoon elinde tuttuğu sarı sıvı dolu bardağa baktığında suçlu hissediyordu.

Jimin'in yatağına baktığında suçlu hissediyordu.

Jimin'in bir şeyler pişirdiği mutfağına baktığında suçlu hissediyordu.

Elindeki bardağa tekrar bakıyordu; bardak boşalıyordu, bardak doluyordu.

Jimin'le bağımlılık yapacak her şeyden uzak durmaya söz vermişlerdi. Beş yıl önce. Jimin'in elini tuttuğunda birlikte, demişti. Birlikte bağımlılık yapan her şeyden uzak duracağız. Alkol, sigara, kahve, çikolata.

Şimdi Jimin yoktu yanında, istediği her haltı içebilirdi. Bırakıp gitmişti. Melas'ta yoktu Jimin, kollarının altında. Hükümdarı olduğu toprak sınırlarının içerisinde değildi.

Bardağından ağır bir yudum daha alırken hızla açılan çalışma odasının kapısına baktı dağınık bir şekilde. Dışarıdan bağrışma sesleri gelmişti içeriye öfkeden kudurmuş bir beden atlamadan önce.

"13'ü kaybetmişsin! Sınırın ötesindekiler kaçırmış? Nasıl oluyor bu Namjoon? Burnunun ucundan, sarayının içinden Omega 13'ü nasıl alıp götürüyorlar?" Haber hızlı yayılıyordu sarayda.

"Sus." dedi emir kipiyle. Bardağı tepesine dikmişti. Jimin'i topraklarında didik didik aradıkları iki günün ardından sınır ötesinden bir mesaj gelmişti. Federasyon'dan. Babasının şimdiye kadar kaynaklarının biteceğini, yakında uluslarının yok olacağını söylediği Federasyon'dan.

Jimin'i onlar kaçırmıştı.

Namjoon kan çanağı olmuş gözlerini emrini dinlemeyip hâlâ konuşan adama çevirdiğinde onu dinlemese de tekrarladı. "Kes sesini artık."

Normalde soylularla hep iyi geçinmişti Namjoon. Sonuçta akrabalarıydı, aileydi. Ama onlar inatla 13 diyordu. Omega 13. Jimin demiyorlardı. Hâlâ ellerinin arasından kaçıp giden Omega 12'yi hatırlatıyor, 13'ün ardından Omega 14 diyecek başka birisinin kalmadığını söylüyorlardı.

Çünkü 13 hepsini öldürmüştü.

"Şimdi ne yapacaksın Namjoon? Federasyon'la o masaya oturmak zorundasın. Derhal. Tavananna yakında ölecek. 13 olmazsa halkı ikna edemeyiz. Eğer küçük Jimin'in yetimhaneyi yakıp yıkmış olmasaydı-"

Aniden ayağa kalkarak "Sana kes şu sesini demiştim!" diye bağırdı Namjoon. "Kes! Kes! Yalnız bırakın beni!"

İçeri diğer adamdan daha genç bir sima girerken "Kuzen," diye seslenmişti ona yumuşak bir şekilde. Namjoon'un sinirlenmesine sebep olan amcasını odadan yollarken arkasından kapıyı kapatıp Namjoon'a yaklaştı.

Güvenilir tonlamasıyla ona ulaşmaya çalışıyordu Chris. "Delirmenin sırası değil. Bir an önce harekete geçmek zorundasın." Elindeki bardağı yavaşça alıp masaya bırakırken omzunu sıvazlıyordu. "Jimin için. Jimin'i kurtarmak için aklı başında kalmalısın."

Namjoon Jimin'in adını tekrar duyduğunda burnunun ucundan süzülüp yere düşen göz yaşını durduramazken başını kaldırıp Chris'e bakmıştı. Chris ise kollarını kuzenine sardı ve başka bir şey söyleme gereği duymadı. Namjoon yapılması gerekenin çoktan farkındaydı.

-

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!


Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

356K 32.8K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
771 127 8
iyi ki doğdun sevgilim Angst
254K 24K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby