𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂

By matenoya

3K 542 400

Ölü ruhum şuan bir çöplüğe yaslıydı ve terkedilmişti. Ev sıcaktı. Bakışlarım bir anda salonun her köşesinde d... More

Giriş.
IVV1:
IVV2
IVV3
IVV4
IVV5
IVV6
IVV7
IVV8
IVV9
IVV10
IVV11
IVV12
IVV13
IVV14
IVV15
IVV16
IVV17
IVV18
IVV19
IVV20
IVV21
IVV22
IVV23
IVV24
IVV25
IVV26
IVV27
IVV28
IVV29
IVV31
IVV32
IVV33
IVV34
IVV35

IVV30

29 6 0
By matenoya


İlçe Emniyet Müdürlüğü

"Başkomiserim," Gözlerim dalıp gittiği yerden uzaklaşıp yanıma oturan adamda durdu. Parmaklarım arasında tuttuğum sigaradan küçük bir nefes çekip açık alana güvenerek direkt üflediğim de Hamit'in yüzüne ulaşmadan evvel temiz havaya karışmıştı.

"Hm?" Halimi gördükten sonra daha çok tadı kaçmış olmalı ki iç çekip, deri ceketinin iç cebinden çıkardığı paketten derdine ortak bir dal alıp dudakları arasına yerleştirdiği gibi yaktı.

"Kemal çağırıyor bizi." Derince soluduğu zehir aynı şekilde benden uzakta kayboldu. Söylediğine karşın güldüğüm de onun sert ifadesi daha çok gerilmişti. Merkeze döneli henüz bir saati devirmemişken Savcı'ya haberimiz gitmiş olmalıydı ki peşin sıra çağırıyordu yanına. 

"Disiplinde miyiz?" Elimde boşa tuttuğum izmariti oturduğum çatı döşemesinin kenarına bastım. Kötü şeyler duyacağımı bildiğim için hemen karşımda ki manzaradan medet umdum. Baharı kucaklayan şehrin çatılarında artık dumanlar yoktu. Şuan ek binanın üst katındaydık- yani biraz daha üstü, çatısındaydık. Emniyetin en yüksek kısmı bir tek burasıydı ve diğerlerinden kaçmanın yalnızca yeri de burası oluyordu.

"Disipline verilmek üzereyiz ve o adi herif yüzüme sırıta sırıta tehdit etti beni. Neymiş haddimizi bu defa fazla aşmışız." Ellerini birbirine çarpıp sinirle bana döndü; "Ulan paçavra Hukuk Müşaviri'nin girdiği hale bak! Ulan bunu başımıza Savcı yapanın gelmişini geçmişini-"

"Dur be oğlum bırak şimdi gelişi gidişi. Aynı kalıp aynı mâl işte değişmez kumaşı." Yeni bir dalı paketinden çıkaracağı vakit engel oldum ve tekrar kederimin avuç avuç aktığı irislerimi karşıya çevirdim. "Bırak Hamit, istediğini yapsın ki yapacakta. Biliyorduk zaten başımıza gelecek olanı, bile bile çıkmadık mı zaten bu yola?" Dizlerimi biraz daha yukarı çekip ellerimi etrafına sardım. "Yazsın raporunu göndersin. Sürgün olsam şükür ederim." Dedim demesine ama Hamit bu kırık halime daha çok kaşlarını çatarak karşı durdu. Dili konuşmasa da ifadesi gayet iyi anlatıyordu.

"Senden ne istiyor bu adam Zümrüt? Bana açık açık anlat. Normal bir durum değil bu. Nedir bu adamın sana her seferinde göz dağı verme cabası?" Hızla yana dönüp yüzüne baktım. Olağanüstü bir durum olduğunu el yabancı dahi anlardı, kabul ediyorum ama yine de nedeni sorulduğunda sonuna kadar inkar etmek istiyordum.

"Başı buyruk davranıyorum ya ondandır." Güldü ama net bir sinir gülüşüydü.

"Sen bunu Yağmur gibi çaylaklarına yedir Zümrüt." Alınganlığı üzerinde olan arkadaşımın omuzuna elimi atıp hafiften bedenini sarstığımda omzunu silkerek ters ters yüzüme baktı.

"Balık Avı'ndan bir şey bulabildin mi?" Dilini damağına vurup şaklatarak, telefonunu çıkardı ve notlarının üzerinde hızla gözlerini gezdirip kendince notlarını özetledi.

"Bir haftalık Vefa Kaner'i takibimiz sonucunda adamı hiç bir suça teşebbüs ederken göremedik. Şu kafadan atık arkadaşıyla ormanda ki hadisesi de sıkıntılı bir sonuca bağlanmadı." Ekranda parmağını kaydırıp kaldığı yerden devam etti. "Vefa'nın evini de aradık, kız kardeşinden de pek kazancımız olmadı. Çıktığı her programda gayet iyiydi. Garip ama duygusal biri. Süreç boyunca problematik durum görmedik." Durakladı ve yüzünde ki o huysuz ifadesiyle bana döndü.

"Zümrüt belki sana saçma gelecek ama, tabloların Milhan'a ait olduğunu düşünüyorum. Vefa her programı öncesinde Mısra'nın evine gitti ve Mısra evde olmasa dahi sorun değildi çünkü onun işi Milhan'laydı." Telefon ekranına kısa bir bakış attıktan sonra ilerlettiği teorisine kendince cevaplarını iliştirdi.

"Ortada para durumu yok. Vefa eli boş gidiyor ve o evde aldığı ne varsa ki bu maneviyat olabilir, çekip gidiyor. Kimse dört saat yol çekecek kadar arkadaşını sevmez Zümrüt hele ki günü birlik bir gidiş dönüşü hesap edersek, sittin sene kimse bunu yapmaz." Hızla kafamı sallayıp onu onayladım. Dediği doğruydu, ortada manevi bir döngü vardı. Lakin nedeni neydi? Seri katil şüphelisi olan birinin hasta bir adamdan alabileceği manevi durum neydi?

"Milhan'ın güvende olduğunu sanmıyorum. Vefa onu da öldürme planı kuruyor olabilir ama öncesinde bir dostluk bağı kurma peşindedir belki?" Aynı şekilde beni onaylayıp kafasını salladı.

"Bu da bir ihtimal ama Milhan'ın güvende olup olmama durumuna pek kanaatim yok. O adamın hiç gözlerine baktın mı? Sadece o bakışların altında ezilir insan. Bir de fark ettin mi soruları yalnızca Vefa cevaplıyor ama hep diken üstünde çünkü her cümleye başlamadan önce Milhan'ın yüzüne bakıyor ya da konuşurken hep Milhan'ın ifadelerini izliyor."

"Evet fark ettim bende. Acaba kafamız da kodladığımız için mi böyle? Çünkü sonuçta bu yola Vefa Kaner'in tablolarıyla çıktık ve gözümüzde katil profilini oluşturan ilk kişi Vefa bu yüzden onun hep sert ya da kötü bir karşılık vereceğine odaklanıyoruz ama adam rol yapsa bu kadar olmaz, resmen bir beyefendi. Üzülerek söylüyorum ki böyle." Çenemi dizimin üzerine yaslayıp içten içe düşünmeye başladım. Vefa Kaner'de farklı bir enerji vardı ve bunu kabul etmek hem zor hem de işimizi daha da uzatacak gibi görünüyordu.

"Şimdi beni iyi dinle, olayın merkezinden Vefa'yı alıp yerine aslında daha şüpheli bir ismi koyuyoruz; Milhan Ziyad. Kendisi güzel sanatlarda akademisyen, şuan psikolojik sorunları var ama bir de bunlara bak," galerisinden açtığı fotoğrafları bana göstermeye başladı, "Mezuniyeti için verdiği proje tablosu. Bir de çeşitli okul arşivi için istek üzerine yaptığı bu çizimleri," Sırayla resimler geçtikçe gördüğüm tek şey, karanlıktı. Minimim üç kişinin bulunduğu kalabalık çizimlerinin merkezinde hep güçsüz bir karakter vardı. Kan akmasa da diğerinin kollarında cansız kaldığı bariz belliydi.

"Belki teknik çalışması böyledir diye düşünebilirsin ama edebiyat mezunu Vefa Kaner'den daha çok tablolarla bağlantılı bir isim kendisi. Tüm o aptal programları başa sara sara izledim. Vefa'nın ağzından soru sorulmadıkça tablolar hakkında neredeyse hiç bir kelime çıkmıyor, konuşmuyor. Onun tutkusu çok başka, zaman aşımına uğrayan suçu ortaya çıkmadı diye sinirlendi ya da dalgaya vurdu diye tabloları sergilemeye başladı dedik, ama o adamın tavrı hiç bu yönde değil. Tablolarla bağı çok uzak. Ne kerametse her şeye bir şiir söz iliştirip duruyor ileriye dönük planlarında bile yok kitapçı açacakmış yok bilmem edebiyatçı olacakmış falan filan." Hamit konuştukça kafam karışıyor ve keyfim kaçıyordu.

"İşi iyice zora soktun be oğlum." Bir anda boşluğuna gelip güldüğünde bende ona katılıp gülmüştüm. Halta yaramaz hayatta; yaşamları bağlamak için çabalıyor, zaten can sıkıcı olanlarında oyunlarını bozup hayatlarını zindan ediyorduk lakin bu girdabın en fazla hırpalananı yine biz arabulucular oluyorduk.

"Biliyorum daha çok keyfini kaçıracak kısma geçiyorum; bu sabah Vefa Kaner'den bir kayıp çağrısı alınmış." Gözlerim hayretle açılırken telaş etmeden bir noktasını dahi atlamadan bana iletmek adına Hamit sakince konuştu, "Mısra Metin kayıpmış. Şu psikolog."

"Bu ne demek şimdi?" Kafasını olumsuz anlamda sallayıp; "Bilmiyorum komiser, kadın kayıpmış işlemleri başlatılmış. Var ya bu dava beni gerçekten yoruyor. Yani bir yerinden tutamadan götü elimizden kayıyor. Zümrüt benden söylemesi bu şerefsiz kimse ya Mısra'nın da başını yaktı ya da bizim onun peşine düştüğümüzü çakıp işi dalgaya vurur gibi alay ediyor bizimle." Ellerimi yüzüme kapatıp alt üst olan sinirlerimi toparlamaya çalışırken, sıvazladım. Kafamı yukarı kaldırdım ve açık göğün temiz havasını soldum.

"Ekip kurmalıyız." Diyebildim sadece ama Hamit ikimizden başka kimsenin olmayacağını iyi biliyordu. "Kemal'le konuşacağım. Onun inadını kırmam lazım. Bu ikimizin halledebileceği kadar basit bir dosya değil Hamit."

"Bize yardım etmeyecek." Ayağı kalktım ve üstümü silkeleyip temizledim. "Eğer işin içinde kendisi yoksa yardım etme olasılığı var." Dedim. Hamit yine kırık bir inançla ayağı kalkıp karşımda durdu, ağzını açıp bir şey diyeceği vakit arkamı döndüm ve çatıdan indim. Bir başıma kaldığımı kabul etmek istemiyordum.

Binanın üç kat aşağısına indim ki bu süreçte Hamit tüm inançsızlığıyla tabiri caizse nezaketen peşime takılmış benimle geliyordu. Malum kişinin odasına gelip olabildiğince saygımı takınarak kapısını tıklattım. Yüzümden nefretimi sildim ve onun ellerinde ki iplerin ucunda olduğumun bilincinde odasına girdim.

Yalnız başınaydı. Yanından bir süredir ayırmadığı koyu yeşil orta boylarda bir not defterine yazı yazmayla meşguldü. Kafasını kaldırmadan uğraş verdiği işe devam ederken varlığımı anlayarak kısaca "Geç otur." Dedi ve Hamit'e bakıp ona da işaret vererek masasının karşısında kalan ikili koltuğa oturduk. Biz onun gözünde iki kişi dahi etmiyorduk, yani o kadar eksik ve o kadar umursamaz görüyordu. Hamit sert ifadesini saklamak için kafasını eğdi ve rahatça oturduğu koltukta, dizleri üzerine sıkıca bastırdığı ellerine baktı. Bense sadece karşımda ki adama bakıyordum.

"Sayın baş savcım," yazı yazan eli durakladı ve ağır ağır kafasını kaldırıp yüzüme bir hayli hayretle baktı. Ona hiç bir zaman bu şekilde seslenmediğimi pekâlâ kendisi çok iyi bilirdi. Dudağının kenarı memnuniyetle kıvrıldı ve elinde ki kalemi masasına sakince bırakıp defterini kapattı. Deri koltuğuna yaslandı ardından ellerini rahatça iki yanına bıraktı.

"Buyurun başkomiser sizi dinliyorum." Dedi tüm o zevki alasını göstere göstere. Gözlerimi sabit tutmaya çalışsam da kasılıyor bir o kadar kuruyan dudaklarımı ıslatıyordum. Seğiren göz kapağım ve genişleyen burun kemerimden bahsetmeyecektim bile. Ben olabildiğince saygılı olmaya çalışacaktım.

"Malumunuz üzere Balık Avı dosyasının takibindeyiz, sürdüğümüz elde tutulur bilgilere ulaştık ve dikkatle iz aramaya devam etmek istiyoruz." İrisleri, yüzümün her miliminde acele etmeden dolaştı. Onda gördüğüm tarifi edilmez bir hüzün vardı ama bununla ilgilenmiyordum. "Her bilginin altından başka konular çıkıyor, izin verin kemik kadromu oluşturup kısa sürede çözeyim davayı." Yan tarafım da suspus olmuş adamın iç çekişini duydum. Sanırım onunda zoruna gidiyordu Kemal'e bu şekilde boyun eğmem.

"Başkomiser, bak bu sizin için tuttuğum rapor." Masasının üzerinde duran beyaz kağıdı havaya kaldırdı ardından ince dosyanın içine bıraktı. "Disipline gidecek. İşin ciddiyetinde olmadığınızı görüyorum hala. Sizi bilhassa ikaz ettim. Bu o kadar kolay değildi, size kafanıza göre davranmamanız gerektiğini pekâlâ söyledim." Dosyayı masanın üzerine fırlatır gibi bıraktı. "Dava kapandı- ki o dava yıllar önce benim takibimde kapanmıştı zaten. Sizlerde cezanızı çektikten sonra görevlerinize geri dönersiniz. Söyleyeceklerim bu kadar." Kaşları hafiften çatılırken ifademi okumak adına hafiften kafasını eğip yüzüme baktı. Sakin kalmak adına nefes alışverişimi düzene soktum ve her dilimin ucunu ısırışım da tüküreceğim hakaretlerimi geriye savurdum. Göz ucuyla Hamit'e bakıp onun çıkmasını işaret ettim, neredeyse yerinden fırlayarak sert bir rüzgar gibi çıkıp gitti odadan.

"İşin içinde sende varsın değil mi?" Dedim sakince. Öne uzanıp beni duymak adına yüzünü ekşiterek; "Ne dedin?" Dedi hemen sonra tekrar ettim ama bu defa sesimi duyacağından emin olarak; "Bu davanın içinde sende varsın değil mi baş savcı? Ödün kopuyor bu yüzden, ucunun sana dokunmasından korkuyorsun çünkü sende o katil kadar bu işin içindesin." Kahkaha attığında bende ona ayak uydurmak adına hafiften gülümsedim.

"Yani bu sonuca nasıl geldin Zümrüt?" Tekrar gözlerimin içine baktığında gülüşü kademe kademe silindi dudaklarından.

"Bana olan tavrından değil bu karşı duruşun. Seni tanıyorum, bu davayı senin desteğinle sonuçlandırsak gelebileceğin mevkinin de övgünün de haddi hesabı olmaz. En çok sen kazanırsın aslında ama dosyanın ismini duyar duymaz çileden çıktın ve elinden geleni göründüğü üzere ardına koymuyorsun." Yüzünde ki o karmaşayı görebiliyordum ve o da bunu saklamak için çabalamıyordu. Çenesinin altında ellerini birleştirdi.

"Rapora bu asılsız ithamını da ekleyeceğim. Akdeniz'e gitmeye ne dersin? Bilirsin bu kadar ikazdan sonra seni merkezde tutmazlar." Tehtidi tatlı diline dolayıp önüme sunduğunda kafamı belli belirsiz sallayıp tekrar güldüm.

"Birini koruyor olabilme olasılığını düşündüm ama sen, eğitim verdiğin aynı zamanda dostun olan adamı yüz üstü bırakmış birisin." Elini sertçe masaya vurduğunda susmadan devam ettim. "Söylesene bana savcı, meslektaşım Hasan Ayınder'i dahi koruyamayan sen bu davada kim için siper oluyorsun?" Gerilmiş yüzü kızarırken ok gibi bana doğrulttuğu işaret parmağını sallayarak,

"Haddini aşıyorsun yine Zümrüt, bu konuda üzerine gelmiyorum diye sanma ki geri duruyorum. Acını bitir yoluna bak. Yoksa o meslektaşın gibi olur sonun." Hayretle açılan gözlerim gözlerine baktığında yine duygusallığımı aşamayıp pınarlarımdan ardı arkasına süzdürmüştüm yaşları. Kendime kabul ettirmem gereken bir durum vardı; beni hassaslaştıran bir konu ya da sebebi her neyse o şeyler bütünü değildi, kırıldığım yerden kopacakmışım gibi hissettiren Kemal'di. Onun karşısında kabuğu soyulmuş acıya dayanıksız biriydim. En çokta Kemal'le bu şekilde karşı karşıya kalmanın acısını çekiyordum hatta.. o hiç yumuşatamadığı bakışlarının hedefinde durmanın acizliğini görüyordum kendimde.

"Doğru, bunu bana da yaşatırsın sen." Dedim ama içten içe engel olamadığım bir kırgınlığın pençesinde hırpalanıyordum. Elimin tersiyle yüzümdeki ıslaklığı silip sıcak nefesimi göğsümdeki ağrıyı atmak adına dışarı üfledim. Her seferinde bu adamın karşısında küçük düşmekten nefret ediyordum. Sorulsa bu zamana kadar hiç kimse gözlerimden akan tek yaşa tanıklık etmemiştir lakin bu adamın karşında gözlerim yanmaya başlıyordu.

"Seninle daha fazla uğraşmak istemiyorum Zümrüt, çık dışarı ve rapor sonucunu bekle." Otokontrolünü sağlamış bana oranla daha rahat bir tavra bürünmüştü. "Bana sadece Vefa Kaner hakkında bir şey söyle, onu nereden tanıyorsun?" Boşluğuna gelip bir anda havaya kaldırdığı kaşları eşliğinde, "Vefa Kaner kim?" Dedi hatta kısa bir an bu ismi hafızasında tarayıp sonuç aradı lakin ifadesinden de belliydi ki adamı hiç tanımıyordu.

"Milhan Ziyad?" Bir anda düştüğü boşluktan çıkmış gibi gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Tanıyor musun sadece bunu söyle." Kafasını olumsuz anlamda salladığında ayağı kalktım.

"Balık Avı'nın şüpheli iki ismi. İfadene bakılırsa tanımadığın aşikar." Pes eder gibi deri koltuğuna bedenini bırakıp tekrar rahatça oturdu ve dudağında ki silik gülümsemeyle, "Yazık, takibini sürdüğünüz dosyadan bu iki ismimi buldunuz yani? Gerçekten yazık olmuş bir de bunun yüzünden disiplin yiyeceksiniz. Bari dolu bir sonuca ulaşsaydınız." Dedi bir iki adımla masasına yaklaştım ve dediklerini hazmetmeye çalışarak; "Yani bu ikisiyle alakası yok mu?" Omuz silkerek; "Bilmiyorum Zümrüt başkomiser, bu davayı sonuçsuz kapatan biri olarak oradan bakıldığında bende bir şey bulmuş değilim." Dedi ama tiye aldığı belliydi.

"Kemal, bırak bu işi çözeyim. Ne biliyorsan söyle." Şimdi yüzü eski ciddiyetine tamamen dönmüştü.

"Çık odamdan." Komutu sertti ama hiç bir şekilde etkilenmedim. Kısa düşünmemden sonra çatıda Hamit'in dediği bilgi aklıma geldiğinde hiç çekinmeden öne sürdüm.

"Bu davada dikkate aldığımız bir isim daha var; Mısra Metin." Çenesinin kasıldığını gördüğümde doğru noktaya bastığımı anladım, "Kendisi hakkında kayıp ihbarı aldık." Yüzü gerildi ve hızla ayağı kalktı. İşte şimdi oltaya geliyordu.

"Kayıp mı? Ne zamandan beri?" Hızla kafamı olumsuz anlamda salladım. Masasının etrafından dolaşıp kapıya doğru yöneldiğinde "Ne oldu savcı? Ne bu telaşe?" Beni duymazdan gelip kapıyı açtığında arkasından seslendim. "Bu defa köşeye sıkıştınız." Dedim görüş alanımdan çıkmadan hemen öncesinde. Bende orada dikilmeyi kesip peşinden çıktım. Nereye ya da ne yapmaya gidiyordu bilmiyorum ama sadece hızlı-büyük adımlarına yetişmeye çalıştım. Merdivenler ayak altımızdan resmen kayıyordu, bizi izleyenler kovalamaca oynuyoruz sanırdı. Savcı Kemal önde ve ben hemen ensesinde, soluk almayı unuttuğumuz raddedeydik.

Telefonunu çıkardığında ne konuştuğunu duymak adına daha çok yaklaşmaya çalışmıştım ki biri kolumdan tutup beni durdurduğunda adımlarım yarıda kesildi.

"Zümrüt ne oluyor?" Hamit telaşlı halimden bir anlam çıkarmaya niyetlenirken aynı zamanda ara ara bizden çoktan uzaklaşmış olan Kemal'e bakıyordu.

"Mısra'nın kayıp olduğunu söyledim ve o bir anda bu hale geldi. Anlamadım bende ama tanıyor, Mısra Metin'i tanıyor." Kemal arabasına binip gözden kaybolduğunda arkamda kalan banka oturup kafamda yığınla dolan soru işaretiyle merkezin çıkışına baktım.

"Nerden tanıyor olabilir ki?"

"Bilmiyorum. Önce Vefa'yı sordum ama tanımadı ardından Milhan'ı söyledim ifadesi değişir gibi oldu lakin ikisini bulduğum için boşa zaman kaybettiğimi ima etti. İşte bende en son Mısra kayıp dedim ardına bile bakmadan çıkıp gitti işte." Hamit hemen yanıma oturduğunda tepemizde birken kara bulutlardan kötü enerji yağdı.

"Siktir.. bir şey bulduk ama ne bulduğumuzu bilmiyoruz."

"Yağmur'u alıp ofise git ve tahtayı da yanında götür. Tablomuzu yeniden çiziyoruz Hamit, bu defa okun bir başka ucunda Kemal Savcı'yı da ekliyoruz."

-

Karşımda yalnızca dört kişi oturuyordu. Hamit, Hamit'in ekip arkadaşı olan Furkan ve Nupelda bir de ekibimden Yağmur. Yaptığımız şey tam anlamıyla deli cesaretiydi. Hamit'le disiplin sürecine girmiştik ve Yağmur'u saymazsak diğer iki kişi az çok kıdemliydi yine de yeterli mevkide değillerdi. Elimde çevirdiğim tahta kalemini, boğazımı temizleyip beyaz ayaklı tahtaya yazdığım yazının üzerine bastırdım,

"Hepinizin anlaması için en başından anlatmam gerekiyor," hiç birinden ses çıkmadığında yüzümü tamamen tahtaya döndüm, "2001 yılında sahil kenarında bir genç cesedi bulunuyor. Dosyada adli tıbbın notuna göre midesine dek kum dolan çocuk öldürüldükten sonra gömülmüş lakin denizin etkisiyle aşınma olup ceset yüzeye çıkmış. İki yıl sonra başka bir ceset daha deniz kıyısında bulunmuş." Konuşurken sesim düştüğü için boğazımı temizleyip devam ettim, "Kayıp ilanları çoğalınca mecburen dava açılıyor ve davayı takip eden kişi bildiğiniz üzere Savcı Kemal. Kendisi o zamanlar polisti ve akademide de eğitim verirdi, aynı zamanda hukuk alanında eğitim görüyordu. Bir nedenden ötürü polisliği bıraktı sonra yine bildiğiniz üzere savcı oldu neyse," Durakladım, omuzumun üzerinden diğerlerine baktım. Onların aksine bu durumun nedenini gayet iyi biliyordum; Hasan olayı yüzündendi lakin bu bilgiyi bilmelerine gerek yoktu. ''Bu cinayetlerin dosyası açıldığı zaman Kemal davayı alıyor lakin nasıl bir durum yaşanıyorsa hem şikayetler kesiliyor hem de eksik kanıtlarla dosya üst kurum tarafından olduğu gibi kalıyor.'' Tahtanın kenarına geçtim ve önümü tamamen onlara doğru çevirdim.

"Dava eksik ve sonuçsuz olarak bilinmez bir nedenle kapanıyor. Kayıp ilanı veren ailelerde bir süre sonra ölüm haberleri aldığında davayı bu defa tekrar gün yüzüne çıkarıyorlar lakin katili hiç bir zaman bulunamıyor." Kısaca dosyaya göz atıp tekrar onlara döndüm, "Günümüze gelecek olursak, bir sergide yarışmayı amatör birinin tabloları kazanıyor. Kısa sürede bu epik görsel beğeniliyor ve sosyal medya da çağır açıyor. Şimdi bile açtığınız da önünüze ilk üç fotoğraftan biri kesinlikle o tablolar oluyor." Sıkıntıyla iç çekip karşımda sessizce oturan dört kişiye baktım, "İnsanlar şuan haberleri olmadan bir cinayet kanıtını severek paylaşıp profillerine ekliyorlar. Hatta bu eserlerden etkilenen bir çok genç bilindik kitap sitelerinde kitaplar yazmaya başlamış. Anlayacağınız Balık Avı her yerde ayrıca durmadan çoğalıp her mecrada var oluyor."

Nupelda konuşmak için elini kaldırdığında hemen ona söz hakkı verdim.

"Başkomiserim, davayı Hamit amirim de okutmuştu o zamanda aklıma takılı kalmıştı. Nasıl oluyor da katilin parmak izi, cesetlerin üzerinde bulunmuyor ya da bulunanla eşleşmiyor? Bu dava ciddi anlamda yürütülmüş gibi durmuyor. Hepimiz biliyoruz ki kusursuz cinayet yoktur." Gözlerinde ki ışığı ve mesleğine gönül verdiğini hiç konuşmasa dahi hissettiren kadının bakış açısını onaylamaktan başka şansım yoktu çünkü bir noktada bizimde soru işaretimiz tam da bu kısımdaydı. Kanıtsız kalacak bir seri cinayet olması neredeyse imkansızdı.

"Aslında bizi zorlayan kısımda tam olarak bu, belirlenmemiş bir katil zanlısını arıyoruz. Samanlıkta iğne aramak tabiriyle daha kolay olsa gerek.'' Magnetle tahtaya elimizde olan fotoğrafları ve adli raporu yapıştırdım. ''Cesetler üzerinde çok işlem var, bakın sıralama yapılırsa; öncesinde boğulma yaşıyorlar sonra bir tür kimyasalla vücudun yer yer kısımlarında yaralanmalar meydana geliyor. Son olarak, katilin diğer cesetler üzerinde de uyguladığı bir imzası var; boyuna dolanan misina ipinin ucunda ki kanca cesedin ağız içinden geçirilip damağından çıkarılıyor." Derince bir nefes alıp hepsinin gözleri içine tek tek baktım lakin ne tür bir ifade takınacaklarını dahi bilemiyorlardı.

"Yani üzerinde ciddi bir temas var lakin kanıtlarla eşleşebilecek hiç bir profil yok. Elimizde ki parmak izi yalnızca ilk kurbanın üzerinden çıkmış ama izi taratma yaptığımızda kayıtlı hiç bir şey çıkmıyor." Ellerimi iki yanıma açıp omzumu yukarı kaldırıp indirdim ve altıma bir sandalye çekip oturdum.

"Başkomiserim, yardım alınmış olmalı. Ortada bir parmak izi var ama kayıtlarda yoksa ya katil yabancı uyruklu biri- ki bu ihtimal yine şahabeli ya da polisle itibarda olan biri."

"Yabancı biri olacağını sanmıyorum ama bir ihtimal polisle işbirliği var." Dedi Hamit uzun süreli suskunluğunu bozarken. Söylenen her şeyi tek tek defterime not alarak hiç bir noktayı kaçırmak istemedim.

"Bence polisten önce üzerinde durmamız gereken en büyük sorun tabloların, cinayetlerin zaman aşınıma uğradıktan sonra çıkması." Furkan sakin ses tonuyla, düşünceli bakışlarını tahtada gezdirirken konuşmuştu, "Bu, bir seri cinayetin tekrar işleneceğini mi işaret ediyor?"

"Ne yazık ki bu durum olası Furkan, katili tanısak yahut zaaflarını çözsek belki hangi yoldan ilerleyeceğimizi kararlaştırırız ama elimiz ciddi anlamda boş." Dedim hoşnutsuz bir halde. Eğer bu dosyayı çözemezsek gelebilecek diğer kayıpların önünü alamazdık. Ayırca öncesinde bu kadar profesyonel olup hiç yakalanmamış bir katil daha gözü dönmüş olabilirdi.

"Başkomiserim izninizle hesaplamam hakkında konuşmak istiyorum." Yağmur heyecanla ayağı kalkıp elindeki kağıt yığınını sıkıca tutarken aynı zamanda çekimser bakışlarını diğer üçlü arasında gezdiriyordu. Onu onayladığımda devam etti; "2001 yılında Milhan Ziyad 15, Vefa Kaner 11 yaşındaydı. Hunharca işlenmiş cinayet için Vefa Kaner fazla küçük, Milhan Ziyad ise çok uçuk düşünürsek yardım aldığında cinayete ortak olabilir. Diğer bir isimde Mısra Metin'di ve o da 17 yaşlarında oluyor." Hamit'le kısa bir göz temasımız yaşandığında Yağmur'un anlatma isteği körelmesin diye tekrar bakışlarımı ona yönelttim.

"İşin içinde polis varsa eğer ya bu üç isimden muhafaza etmek adına cinayet yılında oynama yaptı ya da mantıklı bakıldığı gibi üç çocuğunda yapabileceği bir cinayet değil." Kalemin uç kısmını sıkıntıyla masaya ritmik bir şekilde vururken yine o çıkmaz bataklıktan uzatılabilecek yardım dalını nerden bulabilirim diye düşünüyordum.

"Öyle ya da böyle, olay mahalin de çekilmiş fotoğrafların neredeyse bire bir aynısı Vefa Kaner'in ismi altında tablolarda resmedildi, üzerine de sergiye verilip ilgiyi topladı. Vefa Kaner'i senin hesaplamanla aklarsak o tabloların fotoğraflarla benzerliğine nasıl açıklık getireceğiz? Öylece bir sanatçının ufuk açıklığından doğup gelen çizimler olamayacak kadar cinayetle uyuşuyor.  Lanet dosya 21 yıl önce gizliydi ne medyaya sızdı ne de başkaları tarafından bilindi.'' Sandalyesinde biraz daha dönüp Yağmur'la göz teması kurarak sinirini kusmaya devam etti Hamit. ''O yüzden bilmişlik taslayacağına adam akıllı yol izle. Tabloların patenti Vefa Kaner'e ait ve kendisi soruşturmada doğru ifade veremezse cinayetin tek şüphelisi olarak kalmaya devam edecek." Dediğinde Hamit henüz lafını tamamlayamadan Yağmur olayın sıcaklığından mı bilinmez öne atılıp itiraz ederek; "Komiserim ama o daha 11 yaşındaydı cinayet işlenirken. Üstelik adam yıllardır bu şehirde yaşamış daha önce cinayetlerin işlendiği şehre hiç gitmemiş." Dediğinde Hamit tam önüne döneceği vakit vazgeçip tekrar hırsla arkasına döndü ve ölüm kusan bakışlarını tehditkar bir şekilde genç adama çevirdi.

"Bana teori üretme çömez! Çok biliyorsan bize neden, gizli dosyada ki mahal fotoğraflarını Vefa Kaner'in tablolalarıyla benzerliğini açıklamıyorsun?" Kendine yediremediği gururu bu tür durumlarda hep aktif olan Hamit'i ve deli cesaretine bürünmüş Yağmur'u susturmak adına elimi masaya iki kez vurup dikkatleri üzerime çektim.

"Beyler, sakin olun. Tartışmanız bir yarar teşkil etmiyor. Olabildiğince sakin ve açık zinde düşünüp yol almalıyız." Şimdi tek muhatabım diğerlerinden üstün olan Hamit'in ateş püsküren harelerindeydi; "Rica ediyorum Hamit, gelebilecek her ihtimalin üzerinde durmalıyız, elimizin tersiyle itmek yararımıza değil zaten baktığımızda bulduğumuz üç beş bilgiden ibaretiz." Pes eder gibi ellerini yukarı kaldırıp indirdi ve sandalyesini olabildiğince arkaya çekip yerinden kalktı.

"Önce dönüp onu adam gibi eğit sonra verdiği önerileri kabul edersin." Aynı hışımla ayağı kalktığım da Hamit olduğu yerden bir adım geri gitti.

"Sakın!" İşaret parmağımı ona yönelttiğim de ona karşı bu şekilde durmak ciddi anlamda üzmüştü beni bu yüzden parmağımı katlayıp yumruk yaptığım elimi aşağı indirdim. "Ekibiz biz, herkes birbirini dinleyecek ve saygı duyacak." Hamit hayretle kaşlarını kaldırıp sonra sinirle güldü;

"Ona böyle boş vaatler okuyarak bu hale getirdin, şimdide bu eşitlik ilkenle başımıza çıkarırsın." Derince nefes alıp yüzüme dökülen saçlarımı geriye ittim. Hamit sakinleşmeyecekti ve o bu haldeyken üzerine gitmek istemiyordum. Ofiste sessizlik oluştuğunda Hamit ekibinde ki iki kişiye kısa bir mimikle işaret verip yerlerinden kaldırmıştı.

"Yorulduk, şimdilik dağılalım." Dedi kendince patronculuk oynarken. Sessiz kalarak alttan aldım. Hatta hiç göz teması dahi kurmadım, oturdum tekrar yerime önümdeki kağıt yığınına bakındım. Üç beden ofisten çıktıktan sonra elimi çenemin altına koyup umutsuzca dosyaya diktim gözlerimi. Böyle ilerlemem beni bir adım dahi ileri götürmezdi. Neredeyse bir başıma kalmıştım.

"Başkomiserim," önüme kapağı açılmış su şişesi koyulduğunda ancak o zaman kafamı kaldırıp yanıma gelen gence baktım. Yüzünde samimi gülümsemesi ve izin versem hemen yanıma kurulup teselli etmeye meyilli duruyordu. Olabildiğince gülümseyip şişeyi alıp küçük yudumlarla suyu içtim.

"Teşekkür ederim Yağmur." Dedim hemen peşinden yanıma oturmasını işaret ettiğimde sandaylyeyi çekip saygınlığını koruyarak dediğimi yerine getirdi.

"Benden haz etmediğini biliyorum ama nerede hata yaptığımı gerçekten bilmiyorum başkomiserim." Hafiften gülümsemeye çalışıp genç polisin gözleri içine baktım.

"Hata yapmıyorsun Yağmur, sen ciddiye alınacak radde de zeki ve girişken birisin." Ona durumu en doğru yoldan anlatmak için kısa bir süre düşündükten sonra devam ettim, "insanın gözünü korkutan iki önmeli husus vardır; başkasının başarısı ve genç oluşu. Aynı düşünemeyiz bilirsin, hepimizin dönemine göre mantıklı bir takım şeyler şekillenir ama örnek veriyorum; bazen senin doğrun bana çok aşırı gelir, ya da benim bildiklerim sana eksik." Şimdiden kaşları hafiften kavislenmiş gencin anlamsız bakışlarına karşın örneklememi başka yönden verdim, "Kaç yaşındasın şuan?"

"Yirmi yaşındayım başkomiser ama neden sordunuz ki?" Sırtımı sandalyeye yaslayıp görünenden daha küçük olan polise baktım. "Tam anlamıyla benim yirmi yedi yıl öncemsin. Hamit de aşağı yukarı benimle akrandı yani aynı şey onun içinde geçerli. Biz senin yaşlarındayken çok arşiv tozu yuttuk. Amirlerimizin bizi ciddiye alması için yirmi beşi görmemiz gerekti yoksa hep ayak işi, dosya, ya da bilgisayar işlemleri yapardık." Belli belirsiz kafasını salladığında istemsizce bu haline tebessüm etmiştim.

"Bak Yağmur, Hamit için çok zor oldu. Kaç yaşına gelmişiz henüz yeni bu makamlara ulaşmışız gerçi ben biraz daha şanslıyım ama Hamit zor görevlere gidip eğitimler almasına rağmen karşılığını tam alamadı. Bunu her yerde söylemem ama sen bil, Hamit komiserin hepimizden daha donanımlı ve bilgilidir. İnan ki sen iğne deliğine kadar gördüğünü sanırsın ama o çoktan ötesini görmüştür." Ellerini dizleri üzerinde birleştirip stresle oynarken sanırım kafasında kurduğu şeylerden ötürü kendini suçlu hissediyordu.

"Hayat garip Yağmur, herkes birer kapalı kutu. Ayrıca üzülme Hamit en başında böyle sinirli görünür ama sonrasında çok sahiplenir çok da sever insanı." Direkt gözlerimin içine baktığında karşımda uzun zamandır tanıdığım adamı görür gibi oldum.

"Ben Hamit komiserimle baş edebilirim. Onun sevgi ve sahiplenmesinden ziyade bu tutumu sizden yana görmek isterim Zümrüt başkomirerim. Siz yalnızca bana imkan verin, söz veriyorum yüzünüzü kara çıkarmam." Omuzuna hafiften dokunup olabildiğince gülümsedim.

"Seni daima desteklerim çocuk, itiraf etmeliyim ki ne başarın küçümsenecek kadar az ne de azimin. Bu yüzden aldım ya seni ekibe." Hemen yüzü açıldı ve kocaman gülümsedi ardından mahçupluğuyla eğildi boynu, genişleyen dudak kıvrımlarıyla ellerini izledi.

"O'na çok benziyorsun." Anlamayarak yüzüme baktığında hemen açıklık getirdim. "Hasan Ayınder'e."

"Afedersiniz başkomiser ama o kim yani ben daha önce ismini hiç duymamıştım." Parmaklarım boğazıma dokunduğunda orada oluşan yumruyu zorlukla yuttum ardından yüzümü Yağmur'un aksine çevirip tamamen görüşümü kör eden yaşların tek tek çehremden akmasına izin verdim. Defalarca kez yutkundum. Elimin tersiyle yüzümü kurularken karşımda ki gence bakmadan;

"İlk görev arkadaşım. Dostum çokça değer verdiğim başarılı bir polis kendisi." Göz yaşlarımı silme mücadelem sonlandığında bana endişeyle bakan gencin gözlerine ürkekçe baktım. Ne kadar doğruydu Yağmur'u Hasan'a benzetmek bilmiyorum, şimdiden yüreğim burkuluyor ve hüzüne doluyordum.

"Başkomiserim iyi misiniz?" Onu onayladım. Nefesimi kontrole soktum ardından o pek uzak kaldığım gülümsemeyi tekrar takındım.

"İyiyim Yağmur, sayende iyiyim. Hadi artık sende git dinlen biraz. Bir sonraki toplantımız için sağlam kanıtlarla gel." Astığı suratından belli ettiği endişesiyle yalnızca, "Tamam Başkomiserim siz nasıl isterseniz." Diyebildi ardından o da eşyalarını toplayıp ofisten çıktı.

Kollarımı masaya paralel bir şekilde uzattım ve kafamı arasına gömüp gözlerimi kapattım. Burada kalmak istemiyordum, eve gidesimse hiç yoktu. İçim dolup dolup taşıyordu. Sıkıntı bastırdıkça gözlerim doluyor yaşlarım acıtarak irislerimden kayıyordu. Ne kadar süre orada bir başıma davamı sürdüm bilmiyorum. Bedenimi dikeltip iki büklüm oturdum sandalyeye. Telefonum çaldı aniden biliyordum ki bu saatlerde arayanım sadece annem olurdu. Bazen de kardeşlerim arardı isteklerini liste liste dökerlerdi saatlerce konuşarak. Telefon üçüncü çalışına geçtiğinde daha fazla bekletmeden açtım lakin sesimdeki kırıklığı nasıl saklardım bilmiyorum. Zaten annem bu yüzden kabul etmemişti hiç polis olmamı, 'Kızım sen kırılgansın, zayıfsın göründüğü gibi üstesinden gelinebilecek değil görevin' demişti. Bildiğim halde haklı olmasını istemiyordum.

"Annem." Derince soldum havayı hemen sonra paketimden elime gelen ilk dalı yaktım.

"Kurban olsun annen, nerdesin gelecek misin eve?" Dilimde oluşan acı tatla yüzüm buruşurken sigarayı dudaklarımdan uzaklaştırdım.

"Yok anne biraz gecikirim, siz yemeği yersiniz." Telefonun diğer ucundan tabak kaşık sesleri geliyordu belli ki annem işinin arasında aklına düşürmüştü beni. Baş parmağımın tersiyle gözümün altında ağırlık yapan yaşı silip burnumu çektim.

"Zümrüt anladım ben, zaten içime de doğmuştu bu sabah bir sıkıntı. Sen yine başına dolduruyorsun o kederi düşünceyi, biliyorum ben." Anladığını bende fark etmiştim lakin bunu dile getirdiğinde dudaklarımın titremesine engel olamadım.

"Sen yine kendi bildiğini oku, karışmam ama ağlayacaksan da stres edeceksen de öncesinde o karnını doyur. Güçten düşme, biz sana emanetiz kızım. Neyse sıkıntın sen halledersin zaten sen neyi sıkıntı etsen kendine hep sonunda çözülmüş oluyor." Ofisin kapısında Hamit'i gördüğümde annemin o stresden bahsettiği asıl kaynağa bakıyordum.

"Tamam annem halledeceğim ben. Sen yeterki merak etme, iyi ol. Şimdi kapatmalıyım ararım sonra." Dedim. Ondan yana da onay aldığımda Hamit çoktan içeri girmiş ve ardımızdan kapıyı kapatmıştı. Telefonu masanın üzerine koyup oyalanırken pek ondan yana bakmaya niyetim yoktu.

Az önce Yağmur'un oturduğu sandalyeye oturdu ve benim oturduğum sandalyenin demirinden tuttuğu gibi kendine yakınlaştırdı. "Sinirim sana değildi, özür dilerim." Dedi, kafasını eğip gözlerime bakmaya çalıştıkça direnip önümde ki kağıtlara dikiyordum irislerimi.

"Hasan konusunu biraz önce çömezine açmana da bir şey demeyeceğim." Elini çenemin altına yerleştirip yüzümü kendisine çevirdiğinde sonunda gözlerimizi buluşturmayı başarmıştı.

"Bugün gerçekten konuşasım yok Hamit, yarına bıraksak olur mu?" Dilini damağına vurup kabul etmedi,

"Bırakmayalım Zümrüt komiser." Bileğine tutunup yüzümden çekeceğim vakit buna izin vermek yerine hemen parmaklarını yukarı kaydırıp yanağıma avucunu bastırdı.

"Hamit." Ters ters baktığım da hatasını anlamış adamı oynayarak tüm pişmanlığıyla karşımda durdu.

"Özür dilerim." Kendini tekrar ettiğinde anında pes etmem gecikmemişti. Parmakları yanağımı, ara sıra da parmağına dolanan saçlarımı okşarken küçük temasımızın sıcaklığına minnetle baktım. Aramızda ki santim santim yükselen buzlar erirken dudaklarımıza oturmuş gülümseme de yılların hatırı vardı.

"Lütfen daha dikkatli ol, bugün takındığın tavrın ne kadar yanlıştı gayet iyi biliyorsun. Yağmur'a karşı çok sertsin." Elini yüzümden çekip sandalyesine yaslandı ve bir süre beni izledi.

"Beni allak bullak ediyorsun." Söylediğine karşın güldüğümde o hala işin ciddiyetindeydi. "Daha ne kadar beklemeliyim?" Yerimden kalktım ve masanın üzerinde ki kağıtları dosyanın içine nizami bir şekilde koydum.

"Önce öfkeni kontrol et." Dediğime karşın güldüğünde aynı muziplik dudaklarımdaydı.

"Yani sürünecek günlerim çok diyorsun." Dosyayı ve çantamı alıp yan tarafımda keyifli oturan adama döndüm ardından ayağının ucuna hafiften vurdum.

"Çekil önümden hemen, işlerim var." Dediğim de o koca cüssesinden utanmadan kahkahasını patlatmıştı tabii benim de bu aramızda yaşanan atışmadan keyif almadığım söylenemezdi.

"Önce söz almalıyım, bu Balık Avı çözüldükten sonra aramızda olanı değerlendirmeye alacağız?" Yanından geçip kapıya yaklaştığım sıra, "Bakarız." Dedim ve az önceye nazaran şimdi daha iyi bir ruh haliyle oradan ayrıldım. Hamit'in hislerine sonuna kadar saygı duyuyordum lakin benim ona karşı hissettiğimin ne olduğuna henüz karar veremiyordum. Sınırdaydı lakin ötesine geçememişti. 

Telefonumu çıkarıp hızlı aramalarımda kayıtlı olan ismi aradım lakin telefonu kulağıma yaklaştırdığımda bedenimden ani bir titreme gelip geçti. Aramam üçüncü çalışındayken koridorda hızlanan adımlarım yavaşladı ve aramam kapandığında tekrar deneyip denememek arasında kararsız kalırken ekranda parmağımı kaydırıp numaranın mesaj paneline geçiş yaptım. ''Kemal farklı şeyler düşünmemi istemiyorsan mesajımı okuduğun anda geri ara.'' yazıp gönderdim. Nasıl bir işinde gerçekten bilmiyorum, o adi herif için dizginleyemediğim endişenin hıncını kendimden çıkarmak istiyordum ama yapabileceğim tek şey iç sesime kızmaktı. Telefonun ekranına son kez bakıp kapattım. En iyisi ondan cevap alana kadar sessizce beklemekti.

Continue Reading

You'll Also Like

TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

81.3K 2.9K 38
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
61.4K 2.2K 17
"Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi birden " Babacım belki Ada ablanın işler vardır rahatsiz etmeyelim biz onu " dedi Bora bey Aya...
105K 7.6K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
15.1M 612K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...