Do It For Love | Taekook

De saturnfamesi

441K 51.5K 108K

Şehvetin, romantik ilişkilerin ve evliliğin yasak olduğu bir evrende Kim Taehyung isimli çaylak bir yönetmen... Mais

1./"Hayatımda ilk defa anneme seni sordum
2./Tanıdığı en ahlaksız adam olduğunu söyledi
3./Sen çiftlikteyken parmaklarını incitmişler
4./Piyanoya küstürmüşler seni
5./Şehre geldiğinde sevdiğin adama küstürmüşler
6./Annem anlattı gözün ondan başkasını görmezmiş
7./Senin hikayenin tamamını dinlediğimde
8./Ahlaksız Değil de Acınası Bir Adam Olduğunu Düşündüm
9./Her şeyi aşk için yapmışsın
10./Aşkı arzularken acınası bir adama dönüşmüşsün
11./Fotoğrafını elime tutuşturan kişi annemdi
12./Hayatımda gördüğüm en güzel adam sendin
13./Annemi ilk defa ağlarken gördüm
14./Gözyaşları senin içindi
15./Seviyor muydu yoksa pişman mıydı anlayamamıştım
16./Yine de sen bir zamanlar
17./İnsanlara ağlamayı öğretmişsin
18./Onları önce dünyanın hali için
19./Sonra da kendin için ağlatmışsın
21./Günahlarımdan arınmam için üzerime yağmur yağdırıyorsun
22./Çünkü biliyorsun benim günahım seninkinden daha ağır
23./Eminim benden utanıyorsun ve elimdeki kandan kurtulmamı istiyorsun
24./Çünkü kimsenin incinmesini istemezdin
25./Bir zamanlar seni hükümetin gözlerinden gizleyen dört duvar
26./Şimdi benim ikinci evim oldu
27./Bugün Merely'i ziyarete gideceğim
28./Ona kasımpatı çiçekleri götüreceğim, seveceğine eminim
29./Umarım sen de onu ziyarete gidiyorsundur."
30./Sevgilerimle,
FINAL
Jungkook'un Mektubu
Taehyung'un Mektubu
SON SÖZ
YENİ KİTAP

20./Sen gri bir bulutsun üzerime gölgeni düşürüyorsun

15.7K 1.3K 2.7K
De saturnfamesi

20. Bölüm: "Sen gri bir bulutsun üzerime gölgeni düşürüyorsun"

"Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu ânı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu." -Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi

------

Akşam denizinin ılık dalgaları Jungkook'un ayak bileklerine çarpıyordu. Daha önce denize sadece bir kez girmişti ve havuzdan bir farkı olmadığını zannetmişti, ancak şimdi görüyordu ki birçok türe ev sahipliği yapan denizler, gece vaktinde pek misafirperver sayılmazlardı. Yosun parçaları karanlıkta ip gibi kolayca ayağa dolanıyorlardı. Gamsız balıklar ise "Bu saatte evimizde ne işiniz var?!" der gibi hızlı hızlı yüzüyor, Jungkook'a çarparak ilerliyorlardı. Jungkook, Taehyung'u takip ederek beline kadar suya gömüldüğünde ılık suyla vücudunu memnun etmişti. Yine de balıklardan hoşlanmıyordu. Hiçbir şey göremediğinden yüreğine bir huzursuzluk çökmüştü. Karanlık olsa dahi yere bakıyor, içgüdüsel olarak tehlikeyi bulmaya çalışıyordu.

"Jungkook," dedi Taehyung. "Burada güvendeyiz. İnsanlar geride kaldılar."

Taehyung böyle söylediğinde Jungkook başını yukarı kaldırdı ve mehtabın altındaki güzelliği bir kez daha keşfetti. Karanlığa alışan gözbebekleri ile Taehyung'a bakmaya alışıktı. Sarı ve beyaz ışıklar altında ona bakmaya da alışıktı. Ancak ay ışığının ayrı bir havası vardı.

Omuzlarına düşen ay ışığı, pürüzsüz tenini Jungkook'a sergiliyor ve onun ağzını sulandırıyordu. Açık kahve tonlarındaki meme uçları hafif rüzgara ve ıslaklığa maruz kaldığı için dikleşmiş ve sertleşmişti. Ufacık su damlacıkları kol kaslarını parlak inci taneleri gibi süslüyor, sim gibi parlıyordu. Taehyung mehtabın altında bir periye benziyordu.

Esmer adam, utanmış gibi kollarıyla çıplak üst vücudunu gizledi. Ardından gözlerini iyice kısıp elmacık kemiklerini ortaya çıkaracak şekilde kıkırdadı. "Neden öyle bakıyorsun? Garip mi görünüyorum?"

"Hayır... Sadece... Ay ışığı tenine düştüğünde bu kadar güzel görüneceğini hiç hayal etmemiştim. Çok parlak... Sahne ışıklarının altında gibisin..."

Taehyung, onun neden bahsettiğini anlayamadığı için öylece kalakaldı. Gözlerini şaşkınlıkla hızlı hızlı kırpıştırdı. Bir cevap veremedi. Övüldüğünü kabullenmesi uzun sürecekti.

"Anlayamadım..."

"Önemsiz. Saçmalıyorum."

"Önemsiz değil!"

"Boş ver. Bir şey demedim..."

Ayaklarını kumların üzerinde sürükleyerek Taehyung'un yanına gitti. Su seviyesi artık dizlerine kadar uzanıyordu. Yan yana durduklarında artık mehtap ikisinin de omuzlarına düşüyordu. Birbirlerine bakıp hafifçe tebessüm ettiler. Ilık su ve saçlarını nazikçe okşayan rüzgar, onları hafiften sersemletmişti. Zaten böylesine sersem olmasaydılar Jungkook da Taehyung'a iltifat edecek cesareti asla bulamazdı.

"Akşam vaktinde denize girmek hoşuna gitti mi?" diye sordu Taehyung.

"Evet," dedi Jungkook. Sahildeki tek tük insanlara baktı, onlar denize girmek yerine kumlarda yürüyor veya sohbet ediyorlardı. Taehyung'a döndüğünde, "Çok güzel hissettiriyor," diye itiraf etti. Bu itiraf sadece suyun sıcaklığından ibaret değildi. Taehyung'u da düşünüyordu. Onunla yan yana olabilmenin verdiği güzel hissi de hesaba katıyordu.

"Paraşütle atladığımız günden farklı değil mi? O gün... Çok garip bir gündü!" Taehyung heyecanla bunu söyledikten hemen sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi ciddileşti. Bakışlarını başka yere kaçırdı, "Yine de o günü düşündüğümde rahatladığımı hissediyorum."

"Neden?"

"İçimi dökmüştüm. Kolayca yapamadığım bir şey..."

Jungkook bir şey söylemedi. O gün, Taehyung uyurken, onu teselli edecek birçok söz söylemişti. Ancak hiçbirini o ayıkken tekrar etmedi. Kendisiyle paylaştığı ufak bir sır olarak kaldı. Yine de Taehyung güvende hissetmişti. Bilinçaltında bir yerlere o sözler güzelce yerleşmişti. Hiç fark etmese de Jungkook'un nazik tesellisi hep onunla birlikte yürüyordu.

"Bana verdiğin taşı hâlâ saklıyorum," dedi Taehyung. Öğretmeni tarafından tebrik edilmeyi bekleyen çocuk gibiydi, gözleri heyecanla parlıyordu.

"Öyle mi?" diye soran Jungkook, kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. Şunu çok iyi biliyordu ki Taehyung bu tür ufak tefek anlamlı şeyleri saklamayı pek beceremezdi, hatta önemsemezdi. Bu yüzden hayret etmişti.

"Evet ama henüz boyamadım. Belki sen benim evime geldiğinde boyarsın..."

"Beni evine mi davet ediyorsun? Bu bir bahane miydi? Beni şaşırtıyorsun Taehyung..."

"Bence iyi bir bahaneydi, zaten dairemin kapısındaki şifreyi ezbere bildiğin için seni davet etmeme bile gerek yok... İstediğin zaman girebilirsin."

"Yoongi de sık sık evine izinsiz giriyor mu?"

"Jungkook! Ne alakası var? Neden bahsettiğimi anlamadın herhalde..."

"Merak ettim..."

"Hayır, evime izinsiz girmiyor. Yoongi'den bahsetmen çok saçma."

"Sadece meraktan sordum. Üzgünüm."

"Neden böyle davranıyorsun?"

"İntihar etmek istediğimi duyduğun için bana karşı fazla iyisin, Taehyung. Bu yüzden aklımdan tuhaf düşünceler geçiyor."

"Bu doğru, canına kıymak istediğini öğrendiğim andan itibaren bütün dünya gözüme çok boş görünüyor." Gözlerini sahile çevirdiğinde öylece dalıp gitti. Dudakları sanki uykudan yeni uyanmış gibi, en tembel biçimde, hareket etti, "Kendi canına kıymasan bile bir gün ölüm herkesi ayırır. Sadece senin duvara asmaktan korktuğun anılar baki kalır. Bu yüzden sana iyi davranıyorum. Kızgınlığımın üstünü örtüyorum... Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki sen hasta olsan dahi sadece güzel anılarımızı hatırlayarak seni ziyarete gelirim. Sadece beni mutlu ettiğin günleri düşünerek sana bakarım."

"Aşk, dünyanın en gurursuz duygusu olmalı."

Taehyung'un hafiften nemlenmiş gözleri Jungkook'u buldu. "Evet," dedi net bir tonda. "Bunu da en iyi sen bilirsin. Benden önce keşfetmiştin. Bugüne kadar yaptığın her hareket öylesine kötüydü ki ne gururun kalmıştır ne de kendine saygın..."

Jungkook cevap vermedi. Taehyung da daha fazla bu konunun üzerinde durmadı. "Neyse..." diyerek geçiştirdi. Bir adım ileri atarak Jungkook'un önüne geçti. Su seviyesi artık onun için biraz daha derinleşmişti.

Konuyu değiştirmek adına, "Eğer bu karanlıkta denizin altına girersek..." dedi, "Kimse bizi göremez."

Jungkook güldü. Taehyung'dan çekiniyormuş gibi bir hali vardı. Geçmişten konuşmak daha rahat hissettirdiği için hemen konuyu çiftliğe getirdi, "Çiftlikte yorganın altına kaçtığımız gibi..."

"Suyun dibi, yorganın altından daha serin ve daha güvenli. Yine de en az yorganın altı kadar karanlıktır... Fakat biz karanlığa alışığız, öyle değil mi Jungkook? Sadece karanlıkta özgürüz."

"Evet ama suyun altında konuşamayız. Bu yüzden yeterince özgür sayılmayız."

"Konuşmaya mecbur değiliz ki." Islak ellerini Jungkook'un omuzlarına yerleştirdi. Henüz kuru olan omuzlar, bu soğuk dokunuşla birlikte titrediler. Taehyung, ellerinin altında titreyen bedeni yavaş yavaş okşamaya başladı. "Kameraların önünde yeterince konuşuyoruz zaten..." dedi alt dudağını dişleyerek. Onun karın kaslarına doğru parmak uçlarıyla ıslak bir yol izledi. Ardından, "Dudaklarımız birbirine dokunursa konuşmamıza gerek kalmaz," diye ekledi.

Jungkook, vücuduna değen soğuk ellere bir türlü doyamıyordu. Vücudunu süzen şehvetli bakışlara esir düşüyordu. İyi veya kötü, fark etmez, yaptığı her hareketi Taehyung'un güzelliğine borçluydu. Onun ellerini ve bakışlarını hangi sebepten ötürü olursa olsun üzerinde istiyordu.

Sevişmek için veya öfkeden boğmak için... Fark etmez! Jungkook için fark etmezdi. Dünyanın en gurursuz adamı oradaydı, denizin ortasında ayakta duruyordu... Üstelik tam da Taehyung'un karşısında dikiliyordu!

"Açıkça seni öpmek istiyorum, diyebilirsin Kim Taehyung." Sesi tam da Taehyung'u tahrik edecek bir tonda çıkıyordu. Sadece Taehyung'u arzuladığında kalınlaşırdı o ses.

"İlişkimiz varken de yokken de seni öpmeyi sürekli arzuladım," diyerek açık konuştu Taehyung. Jungkook'un gurursuzluğuna ortak oldu. "Bu benim vazgeçemediğim bir tutkum. Çok yoğun..." Biraz şehvet biraz da özlem dolu bakışlarını Jungkook'un dudaklarında gezdirdi. Kendini Jungkook'a daha net açıklamaya çalışırken göğsü sıkıştı. Dudakları aralandı ama hiçbir şey söylemedi. Vücudu kesinlikle konuşmayı reddediyordu. Sadece pembenin en güzel tonuna bürünmüş dudakları öpmek istiyordu.

"Anlat," dedi Jungkook. Bu konunun üstünde durmak istedi. Nazikçe Taehyung'un çenesini parmaklarıyla kavradı ve bakışlarını yukarı kaldırmasını sağladı. "Seni öpmem için bana güzel sebepler ver. Bu sefer asansördeki gibi kaçamak bir öpücük istemiyorum. Beni anladın mı?"

"Seni öptüğümde asıl arzuladığım şeyin ne olduğunu bir kez daha hatırlıyorum," dedi Taehyung. Sıkışan göğsü ona acı verirken nefes almaya çalıştı. Sanki şimdiden denizin dibindeydi. Aniden göğsüne çöken ve bir türlü kurtlamadığı o ağırlık da neyin nesiydi? Hasret mi?

O dudaklara istediği zaman sahip olabilirdi! Ancak ne kadar sahip olsa da yetmezdi ki. Taehyung kaçamak öpücüklere doyamıyordu. Sürekli daha fazlasını istiyordu. Bu da her zaman mümkün olmadığı için sık sık onun hakkında düşünüyor, ideallerini ve prensiplerini bir köşeye atmasına sebep oluyordu. Üstelik öpücük de pek kısa sürüyordu. Hayatta güzel olan her şey neden böylesine kısa sürmek zorundaydı ki? İnsan bedeni belirli sınırlara mahkumdu, ama zihnin sınırları bedenden daha genişti.

Bedenleri yorgun düşse de zihinleri duraksamıyor, tutkulu hayaller kurmaya devam ediyorlardı.

Hastalıktan yataklara düşseler dahi birbirlerini düşünerek özlemden deliye dönebilirlerdi. Birbirlerini görmek isteyebilirlerdi.

"Bensiz yapamıyorsun değil mi Taehyung?" Bir onay bekliyordu ama o onay bir türlü gelmiyordu. Mecburen kendi kendini onaylayarak şöyle devam etti, "O filmin senaryosunu benden ilham alarak yazdın. Şimdi de benim ruhani desteğime muhtaçsın. Ben olmadan yapamıyorsun. Kabullen. Bana ihtiyacın var. Seni öpmezsem, sana dokunmazsam, seni uzun süre görmezsem, hasretimden aklını yitirirsin. Başkasını öpersem kıskançlıktan her şeyi bir kenara atarsın. Bir defa olsun, benim her şeyden daha değerli olduğumu söyle. Sana yemin ederim ki bir daha seni üzecek hiçbir şey yapmam."

"Sen yaramazlık yapmayacağına dair çoktan söz vermiştin. Şu anda sözünü bozamazsın. Boşuna uğraşma."

"Söylemeyecek misin? Bana karşı bu kadar sert olman beni incitiyor."

Taehyung sessiz kaldı. Jungkook da uzun bir süre konuşmak konusunda tereddüt etti. Ne kadar ileri gittiğini bir kez daha düşündü. Evet, biri ölürse bütün günahları affedilebilirdi. Yine de kızgınlık geçse de kırgınlık kolayca geçmiyordu. Cam kesiklerinin acısı küçük, yarası kalıcı oluyordu. Ufak ama kendini hatırlatan yaralar...

Jungkook, sessizlik karşısında buruk bir gülümsemeyle şöyle söyledi, "Yalandan da olsa istediğim şeyi söyler misin Taehyung? Benim her şeyden daha değerli olduğumu söyler misin?"

Taehyung başını iki yana salladı. "Yalan değil. Sadece şu an uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum."

"Önemi yok. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış diye düşünmeyeceğim. Sadece bir cevaba ihtiyacım var."

"Davranışlarımdan anlıyorsun Jungkook. Asıl değerli olan şeyin ne olduğunu anlıyorsun. Ben de anladım. Kısacık zevklerin insanın bütün hayatını yönettiğini, aşkın da bir kölelik olduğunu anladım. İnsanları hükümetin köleliğinden kurtarırken başka bir kölelik çeşidine sürüklüyorum... Her şeyi görüyorsun. Benden daha fazlasını isteme artık. Zaten her şey bizim için çok zor..."

"Israrla istediğim cevabı vermiyorsun. Neden senin için bu kadar korkunç biriyim?"

"Aslında korkunç olan sen değilsin. Benim hissettiklerim korkunç. Sarhoşken filmi iptal etmeyi bile düşünüyordum. Bu anormal bir durumdu. Bütün hayatımı bu filmin uğruna kurban ettim sonuçta. İnsan, hayallerine tapar. Hayalleri yıkıldığında putları yıkılmış gibi hisseder. O anda hayallerime yeterince sadık olmadığımı fark ettim. İnancın temelinde sadakat vardır. Ben yeterince inançlı değilmişim. O yüce sadakatimi senin uğrunda öldürebileceğimi gördüm. Bu korkunçtu."

"İptal etmeyi düşünmen normal değil mi? O filmin ana karakteri bendim. Senin aşka inanmanın sebebi bendim. Eğer ben olmazsam, yazdığın senaryo bir yalan olurdu."

"İşte bu bir cevaptı Jungkook. Sana istediğini verdim."

"Lafı çok dolandırıyorsun. İstediğimi alsam bile tatmin olmuyorum."

"Senin aşkına boyun eğdiğimi görüyorsun. Hâlâ iki kelime uğruna tatmin olmuyor musun? Kızgın olmasaydım bile senin istediğin o iki-üç kelimeyi söyleyerek seni tanımlayamazdım. Bendeki değerini yeterince anlatamazdım. Öylesine soyut bir şey ki nasıl söyleyeceğimi senelerce düşündüm. Her seferinde sana teslim olmamı bir türlü açıklayamadım. Ne yasaklı kitaplarda yazıyor ne de hükümetin kitaplarında... Ben böyle biri değilim normalde. Kimse beni zincirlere vuramazdı. Filmde bunu anlatamıyorum bile! Aşkın aciz yanından bahsedemiyorum. İnsanların karşısına çıkıp, kendimi yitirdim sırf onu daha iyi anlayabilmek için, diyemiyorum."

"Birine bağlanıp kalmanın nasıl hissettirdiğini biliyorum. Bunu bana tanımlamana gerek yok. Zaten yaşıyorum! Senin sayende bunları yaşayabiliyorum."

"Fakat ben öyle yüce duygular besliyorum ki bütün özgürlüğümü sana teslim ediyorum Jungkook. Aynı bir kölenin efendisine farklı bir kimlikle teslim olması gibi. Diğer insanların yanında başka biriyim. Senin yanında başkayım... Bana bir isim verirsen o ismi kendi ismimden daha iyi kabul ederim. Senin yanındayken kimliğim değişiyor. Belki de gerçekte kim olduğumu buluyorumdur, bilmiyorum. Sadece değişiyorum. Korkunç bir değişim."

"Korkunç..." Jungkook, Taehyung'un sık sık tekrarladığı kelimeleri analiz edebiliyordu. Sonuçlardan oluşan bir tablo gözlerinin önünde beliriyordu. Ne yazık ki o tablo hiç iyi değildi. "Bana olan hislerini dahi kısıtlıyorsun, filmin içinden kırpıyorsun... Çünkü ne kadar ileri gidersek gidelim bir noktada hükümetin çiftlikte bize uyguladığı baskıya teslim oluyoruz."

"Evet... Evet. Bunu hissediyorum. Kafamın içinde bir yerlerde beni yargılayan bir Kim Taehyung var. Benim itaatkâr yanım. Orada. Su Jeong'a boyun eğmiş olan korkak çiftlik çocuğunu görüyorum bazen. O benim geçmişim aslında. Onu bastırıyorum ama o hiç vazgeçmiyor. Gitmiyor. Ölmüyor..."

"Su Jeong'a boyun eğdiğin için artık sana kızgın değilim Taehyung."

Garipti ama Taehyung bu sözleri uzun zamandır net bir şekilde Jungkook'un ağzından duymayı beklemişti. İşte şimdi insanın ısrarla duymak istediği birkaç sıkıcı kelimenin ne kadar değerli olduğunu fark ediyordu. Bu noktada istediğini almıştı. Şimdi istenileni verme zamanıydı.

"Benim için her şeyden daha değerlisin Jeon Jungkook," diyerek karşısındaki adama istediğini teslim etti. "Seni seviyorum," diye eklediğinde içindeki fırtınalar sona erdi. Sonrası büyük bir rahatlama...

Kızgın kalmak, küsmek, kırılmak... Bunlar en normal, en sıradan, belki de yaşanmasa travma yaratacak sıradan ve ilkel hisler. Yine de hiçbirinin sonucu affetmek kadar insana iyi gelmiyordu.

"Sadece hükümetin sınırlarının ötesinde değil kendi sınırlarımın da ötesinde seni seviyorum," dedi Taehyung. Affetmenin onu büyüttüğünü hissediyordu. Tek arzusu, karşısındaki adamın da büyümesiydi.

"Seni aptal..." dedi gözleri dolan Jungkook. Gülümsüyordu. Taehyung gerçekten inatçıydı fakat söylediği sert sözlerden yumuşak sözlere kadar her kelimesiyle karnında kelebekler uçuşuyordu. Ondan gelecek en ufak hoş söze öylesine muhtaçtı ki sinirli veya kızgın olmasını umursamıyordu. O anda mutluluktan hüngür hüngür ağlayacak kadar mesuttu.

"Demek sana başka bir isimle seslenebilirim..." Jungkook bunu söyledikten sonra bir an duraksadı. Gözyaşlarının akmaması için kendini sıktı. Artık samimiyetle gülümsüyordu. Ne garip bir durumdu gözyaşları akarken gülümsemek... Sanki iyisiyle kötüsüyle bütün hayatı kabullenmekti. Her duygunun en uç noktasını görüp en ağır şekilde deneyimlemekti.

"İstiyorsan... Seslen," dedi Taehyung. Sözlerinin arkasında durdu. Çoktan Jungkook'un zincirlerinden kurtulamayacağını kabullenmişti. "Babam özgür bir adam olmamı istedi, bundan eminim. Sinemanın sansürlenmesine karşı çıktığı bir makale dahi yazmış! Ben buyum. Özgür bir adam olarak Kim Taehyung'um. Fakat kendi isteği ve arzusuyla, zincirlere vurulmuş aşık bir adam olarak başka bir ismim olabilir."

"Sadece bana ait bir isim... Öyle mi?"

"Evet, sadece senin dudaklarına ait bir ismim olabilir. Sadece sana yenilebileceğimi, onu da kendi rızamla yapabileceğimi gösteren bir isim. Bana değer verdiğimi ikimize de kanıtlayacak bir isim. Asla unutmayacağım bir isim..."

"Birine yeni bir isim vermek çok ilginç olacak. Bu konuda düşüneceğim."

"İlginç mi?"

"Evet. Sonuçta... Bunu sadece görev binasına giren insanlar yaparlar. Hatta bazen görev yapan iki insan da o kadar meşgul olurlar ki bebeğe isim vermeyi unuturlar. Hükümet, sistemden rastgele bir isim seçer. Daha sonrasında çocuğu çiftliğe gönderir. İsimlerimiz böylesine değersizken senin benden bir isim beklemen çok ilginçti."

"İsmimin değersiz olduğunu düşünmüyorum çünkü benim babam bana değer veriyordu. Bunu herkes biliyor. Parti üyeleri de biliyorlar. Beni karşılıksız sevdiğine yüzde yüz emin olduğum iki kişi var. Biri babam biri de sen. O halde isim vermek gerçekten değerli bir iş olmalı. Babamdan sonra beni koşulsuz sevebildiğin için sana bu hakkı ben veriyorum."

"Babanı seçemezdin ama beni seçtin."

"Ne zaman bir seçim hakkım olsa ilk seni seçtim Jeon Jungkook. Sadece her zaman ağladığın için gözlerinin önü buğulanmış olmalı... Benim ne yaptığımı göremedin. Ben hep seni seçiyordum. Hep sana doğru koşuyordum. Bunu kabul et artık. Lütfen daha fazla ağlama."

"Ağlamıyorum ki!" dediğinde burnunu çekti ve ıslak elleriyle gözlerine dokundu. Tuzlu su gözlerini yaktığında neye uğradığını şaşırdı.

Jungkook telaşlandığında Taehyung onu sinirlendirecek şekilde güldü.

Çiftliği kısa bir anlığına unutmuş olmalıydı... Jungkook kendisiyle dalga geçilmesine asla izin vermezdi.

Aniden Taehyung'u hızlıca geriye doğru itmeye başladı. Taehyung az kalsın korkudan çığlık atacaktı. Bunun yerine kendini tuttu ve tuttuğu çığlığı kahkahalara dönüştü. Jungkook'un tutuşu sertti. Kuvvetlice onu istediği yöne doğru itiyordu.

"Korkmuyor muydun?!" diye bağırdı Taehyung. Jungkook'un da yaşlı gözlerine rağmen gülümsediğini görebildiği için mutluydu. "Korkudan olduğun yere çivilendiğini sanmıştım!"

Su seviyesi artık yürüyemeyecekleri bir seviyeye gelmişti. Taehyung'un ayakları yerden kesildi. Dibe batmamak adına ayaklarını çırpmaya başladı ama fazla uzun sürmedi, iki kuvvetli el tarafından denizin dibine itildi ve karanlığa hapsedildi. Karanlığın bir özgürlük olduğunu en iyi bu iki çiftlik çocuğu bilirlerdi.

Günahlarının birçoğunu karanlıkta işlemişlerdi.

İsyanlarının çoğunu karanlıkta planlamışlardı.

Eğer karanlık olmasaydı onlar hiç birbirlerini bulamazlardı.

Denizin dibi öylesine hafif hissettiriyordu ki böylesine güzel bir yer asla insanlara ait olamazdı zaten. Onlar ancak misafir olabilirlerdi. Jungkook, suyun dibindeki kısa misafirliklerini bir öpücükle başlattı. Ağzına veya burnuna su kaçmamasına şaşırmıştı. Her şey ağır çekimdeymiş gibi hissettiriyordu. Eski romantik filmleri bilmezdi ama bir gün izleseydi Taehyung'la daha güzelini yaşadığını bizzat görürdü. Sevdiği adamın dudaklarını ağır ağır öptü.

Taehyung da onun bedenini okşadı. Kaslı kollarını, geniş omuzlarını turladıktan sonra kısa tırnaklarıyla onun sırtını kedi gibi tırmaladı. Nefessiz kaldığını göstermek için yapıyordu bunu... Yine de hiçbir şekilde Jungkook'tan önce suyun yüzeyine nefes alabilmek için çıkmadı. Onun da soluklanmaya ihtiyaç duymasını bekledi.

Suyun yüzeyine çıktığında göğsü hem tutkudan hem de oksijensizlikten ötürü sıkışıyordu. Titrek nefeslerinin arasından, "Bir kez daha," diye fısıldadı.

Jungkook sırıtarak onun sözlerini, "Bin kez daha," diyerek değiştirdi.

Taehyung kocaman gülümsedi. Artık Jungkook'un suratı ıslaktı. Gözyaşları denizin ılık suyu ile karışmış ve kaybolmuştu.

Ayaklarına zincir bağlanmış gibi aynı anda dibe battılar. Jungkook, biraz önceki sözlerden çok hoşlanmış olmalıydı ki her anlamda Taehyung'u bastırıyordu. Daha sert öpmeye çalışarak kontrolü eline almaya çalışıyor, erkekliğini onun bacaklarının arasına yaslıyordu. Suyun kaldırma kuvvetine direnmek için bütün gücüyle Taehyung'un kalçasını kavrıyor ve kasıklarının birbirinden ayrılmamasını sağlıyordu. Nefessiz kalmak bambaşka bir zevkti. Taehyung, boğulacağını düşünürken bile dudaklarını Jungkook'un dudaklarından ayıramıyordu. Karadaki gibi çılgınca öpüşemiyorlardı. Ancak birbirlerini daha özgür hissediyorlardı. Bu yeni deneyimden ikisi de çok hoşlanmışlardı.

Bir kez daha suyun üzerine çıktılar ve soluklandılar. Taehyung'un boğazı yandı. Yukarıya çıkarken biraz su yutmuş olmalıydı. Öksürmek için arkasını döndü. Jungkook ise ona sarıldı. Onun ensesini öptü. Ardından sırtına öpücükler bıraktı.

Nefesleri düzene girmemiş olan Taehyung, başını geriye attı Jungkook'a iyice yaslandı.

Maraton koşmuş gibi yorgun düşen Jungkook, "İstediğim tek şey bu," diye mırıldandı. "Beni gerçekten aşkla öpmen. Suyun altında veya suyun üzerinde fark etmez... O kadar özledim ki..." Dudaklarını onun omzuna yasladı. Karada öpüşmek çok sert hissettiriyordu. Sudaki gibi yumuşak değildi. Jungkook defalarca kez öptü ay ışığının yansıdığı esmer teni. Damağında kalan deniz suyunun tuzlu tadı çok hoşuna gitti.

"Daha fazlasına ihtiyacımız var," dedi Taehyung. "Dikkat çekmeden birlikte bir kez daha suyun dibine girelim. Güvenli ve yumuşak hissettiriyor. Sanki dünyadaki hiçbir şeye ihtiyacımız yokmuş gibi."

"Zaten yok... Taehyung..." İç geçirdi. "Dünyayı benim gözümden görseydin her sabah suyun altındaymış gibi uyanırdın. Senden başkasına ihtiyacım olmadı hiçbir zaman. Senin de yok."

Taehyung, kumlara basarak Jungkook'tan ayrıldı. Ay ışığına arkasını döndü. Jungkook'un suratına bakarken, "Öpüşürken kıyıya yaklaşmışız, diyerek konuyu değiştirdi. Boğazındaki yanma hissine rağmen güldü. Tuzlu su, fena yakıyordu. "Hiç fark edemedik..." Gülmeye başladı. Jungkook da onun konuyu değiştirmesini sorun etmeden kıkırdadı.

"O halde insanlardan biraz daha uzaklaşalım..."

Taehyung önce geriye doğru iki adım attı. Ardından çocuklar gibi şen kahkahalar atarak sırtını Jungkook'a döndü ve yüzmeye başladı. Jungkook da Taehyung'un peşinden yüzmeye devam etti. Bir ara Taehyung dibe tek başına dalınca şaşırdı ve istemeden panikledi.

Sonuna kadar açtığı ceylan gözleriyle etrafına biraz bakındı. Ardından o da suyun altına girdi. İki eliyle denizi ikiye ayırmak istiyormuş gibi yüzüyordu. Karanlıkta iki ya da üç saniyeliğine Taehyung'u kaybettiği için çok telaşlandı. Ancak suratına doğru bir ayak sallanınca refleks olarak geriye çekildi. Taehyung hemen önünde yüzüyordu. İçinden kahkaha atmak geliyordu. Taehyung çok yaramaz ve sevimli davranıyordu! Jungkook hemen ona uyum sağladı ve tek eliyle Taehyung'un sol ayak bileğini tuttu. Panikleyen Taehyung, olduğu yerde çırpınmaya başladı. Jungkook'un yanına geleceğini ve yan yana yüzeceklerini düşünmüştü.

Ancak Jungkook bunu yapmak yerine Taehyung'un diğer ayağını da kavradı ve onu kendine doğru çekti. Dizlerini büken Taehyung, tek ve ani bir hamleyle bedeninin kontrolünü Jungkook'a teslim etti. İki bacağı Jungkook'un beline dolandığında ağzından baloncuklar çıktı. Gülmemek için direniyordu. Jungkook sürprizlerle doluydu! O kadar hoşuna gitmişti ki bir an önce suyun üzerine çıkıp kahkaha atmak istiyordu.

Jungkook onun kalçalarını sıkıca kavradı ve bedenlerini, tam da yapboz parçaları gibi birleşmişken, yukarıya iteledi. Suyun üstüne çıkan ikili, bir taraftan soluklanıyor diğer taraftan da gülüyorlardı. Taehyung kendini bir anda Jungkook'un kucağında bulmuştu. İki elini onun omuzlarına attıktan sonra, "Jungkook..." dedi, nazlı ve cilveli bir tonda. "Beni korkuttun! Aniden bileğimi o kadar sıkı tuttun ki canavar bir yosun tarafından ele geçirildiğimi düşündüm."

"Emin ol seni ele geçiren Jeon Jungkook daha tehlikelidir..."

"Bundan şüphem yok," diyen Taehyung, Jungkook'un ıslak saçlarıyla oynamaya başladı. "Ama biraz yorulmuş gibisin..."

"Hayır, bu sefer sözümü tutacağım. Seni bin defa öpeceğim."

Taehyung, Jungkook'un kucağından indiğinde onun gözlerinin içine bakarak geriye doğru yüzmeye başladı. Jungkook da onun üstüne doğru yüzdü. İnsanlardan iyice uzaklaştıklarında Taehyung, "Biraz da karada öp," dedi. "Çok fazla su yuttum."

"Görürler..."

"Görmezler, çok uzaklaştık. Hatta biraz daha uzaklaşırsak helikopterle bizi aramaya çıkacaklar!"

Jungkook kahkaha atarak iki eliyle Taehyung'un güzel yüzünü kavradı. Dudaklarını kapattığında dahi gülüşü bozulmamıştı. Öpmeden önce onun dudağındaki beni biraz inceledi. Ufacık ben, Taehyung'un alt dudağına eşsiz bir güzellik vermişti. Önce o benin üzerine masum bir öpücük kondurdu. Ardından suratını geriye çekti ve onun kahverengi gözlerinin güzelliğinde kaybolurken şöyle fısıldadı, "Eğer isteseydin seninle burada bile yaşardım."

"Delirmişsin! Balık olsaydın beni üç saniye anca hatırlardın."

"Üç saniye hatırlayabiliyorsam yirmi dört saat içinde her üç saniyede bir sana aşık olsam... Bir günde kaç kez sana aşık olmuş olurum? Hesaplayalım..."

"Jungkook, sen suyun altında yeterince oksijen alamadığın için düzgün düşünemiyorsun şu an..."

***

Güzel bir yemekle karnını doyurmuş olan Taehyung, Jungkook'un önerisiyle birlikte bir taksiye bindi ve yolun kenarına bıraktığı arabasını buldu.

Elindeki limonata bardağıyla taksiden indiğinde farların yardımıyla arabasının son durumuna şöyle bir göz gezdirdi. Şanslıydı ki kimse arabasına çarpmamıştı.

Taksi gittiğinde yine Jungkook'la birlikte karanlıkta yalnız kaldılar.

Artık bu durum hoşlarına gidiyordu.

"Arabam güvende..." diye mırıldandı Taehyung. "Ama yol yardım hattını aramalıyız. Burada kalamaz. Çekmeliler."

Jungkook Taehyung'u onayladıktan sonra telefonunu çıkartıp yol yardım hattını aradı. Bu esnada pipetle limonatasını yudumlayan Taehyung, arabasının kapısını açtı ve içeri girdi. Ön koltuğa oturduğunda koltuğunu geriye yatırdı. Arabanın koltuğu çok rahattı ve bolca yemek yediği için bir yük kamyonundan daha ağır hissediyordu. Öylece koltuğa yayılmasının üzerinden iki ya da üç dakika geçmişti ki sürücü koltuğuna Jungkook'un yerleştiğini fark etti. Yorgun gözlerle yanındaki adamı süzdükten sonra, "Ne oldu?" diye sordu. "Aradın mı?"

"İki saat sonra yardım etmek için geleceklermiş."

"İki saat mi? Hımm... Yani iki saat daha yalnız kalabileceğiz."

Jungkook, "Yalnız sayılmayız," dediği anda bir arabanın uzun farları onların gözlerine temas etti. Araba, hızlıca yanlarından geçip gittiğinde ikisi de memnuniyetsiz bir tavırla yüzlerini buruşturmuşlardı.

"Sürücüler bizi görebilirler," diye ekledi Jungkook.

"Güneşlikleri camlara takmamız yeterli olur. Böylece arabanın içinde neler olduğunu kimse göremez."

Bir anda ağzından çıkan sözlerin iki tutkulu aşık için masumiyetten uzak bir anlam taşıdığını fark etti. Masum yavru köpek bakışlarını Jungkook'a diktiğinde onun da aynı şeyi düşündüğünü hissetti. Taehyung'un içinde isyan eden ve dışarı çıkmak isteyen yoğun bir arzu vardı. Elleri titreyerek kapıyı açtığında hızlıca arabadan aşağı indi. Aceleci hareketleri bagajı açtığında Jungkook'un da sessizce ona yaklaştığını fark etti.

Jungkook, Taehyung'a camlara koyu gri güneşlik geçirmesi için yardımcı oldu. Birlikte daha hızlı yapmışlardı. Arada Jungkook'un da elleri titriyor, kalbi heyecandan patlayacakmış atıyordu. "Aynı şeyi düşündük," diye aklından geçirdi Taehyung. "Bir an için gerçekten benimle arabada sevişmek istedi. Kendini nasıl kastığını gördüm..."

Daha şimdiden boynundan yanaklarına doğru uzanan ateşlere maruz kalmıştı. Soğuk havanın etkisiyle üşüyen parmak uçlarıyla boynunu ovaladı. Çok sıcaktı.

Jungkook tekrar sürücü koltuğuna yerleştiğinde kapıların kapanmasıyla birlikte arabanın ne kadar karanlık olduğunu fark etti.

Gözlerini kapattı ve koltuğunu geriye doğru itti. Taehyung hiçbir hamle yapmadığı için yanlış düşündüğünü zannetmişti. "Sevişmek istese bile çok yorgun," diye içinden geçirdi. "Gereksiz yere heveslendim. Uyumasına izin vermeliyim." O, içinden konuşurken ön koltukta oturan Taehyung da kaçamak bakışlarla sık sık onu izliyor, neden harekete geçmediğini düşünüyordu.

"Ah, limonatayı içmeyi unuttum," dedi Taehyung. "Geri kalanını sen içmek ister misin?" Jungkook'un sessizliğini bozarak ortamı rahatlatmaya çalışıyordu. Yarım limonata bardağını kavradığında pipeti Jungkook'un kapalı dudaklarına doğru uzattı.

Jungkook, Taehyung'un bardak tutan elini nazikçe kavradı ve limonata bardağını kendine doğru yaklaştırdı. Taehyung'un dişleriyle ezdiği pipeti dudaklarının arasına aldı.

Pipet ağzındayken aşağıdan yukarıya doğru Taehyung'a attığı yaramaz bakış, esmerin midesinde volkanların patlamasına sebep oldu.

"Garip," diye mırıldandı Jungkook. "Ağzımdaki tuz tadı bir türlü geçmiyor. O yüzden limonata da garip geldi."

Taehyung, büyülenmiş gibi gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. Kendine gelebilmeyi başardığında bakışlarını Jungkook'un suratına dikti ve pipeti tekrardan ağzına aldı. Jungkook'un dudaklarının değdiği yeri emdikten sonra, "Bence lezzetli..." diye mırıldandı.

Jungkook'un gözleri Taehyung'un pipeti emmeye devam eden pembe dudaklarına kaydı. "Arabanın aküsü bittiğine göre araç kamerası artık çalışmıyor demektir, değil mi?" diye sordu.

"Evet," dedi Taehyung büyük bir heyecanla. "Hükümet bizi göremiyor."

Jungkook onu onaylayan sesler çıkartarak tekrardan arkasına yaslandığında Taehyung onun yorgun olduğuna emin oldu. "Sanırım istemiyor," diye düşünüp o da koltuğuna yaslanarak limonatasını içmeyi sürdürdü. Biraz üzülmüştü ve bunu gizleyemiyordu. Sevişmek için başka ne zaman bir alan yaratabilirlerdi ki? Burası hükümetten uzak kalabilecekleri en iyi yerdi. Bakışlarını aşağı indiren Taehyung, limonata bardağında son bir yudum kaldığını fark etti. Jungkook'un limonatayı beğenmiş olacağını düşünerek bardağı ona doğru uzattı. Ancak onun yüzüne bakmadı. Biraz kırılgan bir ses tonuyla, "Beraber bitirelim," dedi.

Jungkook, "Kes şunu..." dedi kısık ve hırıltılı çıkan sesiyle. Taehyung bu ses tonunu biliyordu. Hafifçe kalınlaşan o ses, sadece Jungkook'la yaşadıkları tutkulu anlara özeldi. Bir şifreydi. Teslim olmak istediğine dair aralarında kendiliğinden oluşmuş bir şifre...

İki kelimeyi beyninde evirip çevirirken vücudu çoktan bu sese tepki vermişti. Bacakları hafifçe kasılmış, karnında karıncalanmalar başlamıştı. Jungkook elinin tersiyle limonata bardağına vurduğunda bardak yeri boyladı. Taehyung'un irileşen gözleri yerdeki bardağa kaydı ancak uzun uzun bakmaya vakit bulamadı. Boşta kalan eli, Jungkook'un eli tarafından sıkıca tutuldu. Ardından ensesi de Jungkook'un büyük ve damarlı eli tarafından esir alındı. Bir mıknatısın zıt kutbunu bulması gibi Jungkook'a doğru kuvvetlice çekildi.

Dudakları, büyük bir açlıkla öpülüyor ve ensesi sıkıca tutuluyordu. Taehyung, teslim bayrağını en tepeye kadar çekti. Tek elini Jungkook'un sol göğsüne yerleştirdi. Onun düzensiz kalp atışlarını avuç içinde hissediyordu. Onun spor salonunda büyük bir emek harcadığı büyük göğsünü ağır ağır okşayarak yukarıya doğru çıktı. Önce boynuna, ardından yüzüne dokundu. Baş parmağını onun yanağında gezdirdi. Esmerin dokunuşları ne kadar yumuşak ve hassas ise Jungkook'un öpücükleri de bir o kadar sertti.

Jungkook geri çekildiğinde dahi Taehyung'un ensesini ve sıkı sıkıya tuttuğu elini bir an olsun bırakmadı. Gözlerini kapattı ve alnını Taehyung'un alnına yasladı. "Neden bugün açık sözlü değilsin?" diye sordu. "Daha dün gece benimle sevişmek istediğini açıkça söylemiştin. Sarhoştum bahanesini kabul etmiyorum. Ayıkken de söyledin. Bugün neden kapalı bir kutu gibisin?"

Esmer adam şok içinde onun gözlerine bakakaldı. "İstemediğini düşündüm."

"Buna nasıl karar verdin ki? Pipeti ağzıma aldığım an beni öpmeliydin. Seni beklerken karın ağrısı çektim resmen... Boş geçirdiğimiz her dakika aleyhimize işliyor."

"Anlayamadım... Nasıl yaklaşacağımı bilemedim. Ayrıca ne olmuş?!" Taehyung geriye çekildi ve baygın bakışlarını Jungkook'un gözlerine çevirdi. Hafifçe kızarmış ve şişmiş dudakları Jungkook'u fena halde tahrik ediyordu. Bunu bilerek, dudaklarını öne doğru büzerek, konuşmaya devam etti:

"Son birkaç seferdir sevişmek isteyen kişi benim. Senden bir hamle beklemem gayet normal. İstemediğini sandım işte."

"Buraya gel," dedi, onu bir kez daha kendine çeken Jungkook, "Benden uzaklaşma sakın." Bir kez daha dudaklarını öptü. Ardından çenesine öpücükler bırakmaya başladı. Daha sonrasında hassas ve zarif görünen boynuna yöneldi. Ellerini Taehyung'un kızıl saçlarına çıkarttığında boynunu öpüyor, ısırıyor ve emiyordu. Taehyung, hayatında daha iyi bir duygu tatmamış gibi kendisine ait olamayacak kadar şehvetli bir tonda inliyor, daha fazlası için yalvarıyordu. Hevesli ve muhtaç olan Taehyung, Jungkook'a daha ahlaksız bir teklifte bulundu, "Arka koltukta birbirimize daha yakın olabiliriz."

Jungkook, geriye çekildi ve titreyen eliyle arabanın kapısını açtı. Hızlı adımlarla arka kapıya yöneldiğinde Taehyung'un biraz oyalandığını fark etti. İşin gerçeği, uzaktaki bir arabanın geçip gitmesini bekliyordu. Jungkook'un aceleci tavrına karşılık Taehyung bugün daha sağlam adımlar atmayı deniyordu. Jungkook, arabanın önünden dolaşarak Taehyung'a ulaştığında yanından geçen arabayı dahi fark etmedi. Sadece onun kapısını açtı ve dışarı çıkmasını bekledi.

"Arabanın geçmesini bekliyordum," dedi dışarı çıkan Taehyung. "Bu yüzden-" Sözü, Jungkook'un aceleci dudaklarıyla kesildi. Belinden sıkıca kavrandığında arkasındaki kapının sertçe kapatıldığını duydu ve irkildi. Jungkook'u ilk defa bu kadar aç görüyordu. Onun aceleci tavırları kasıklarına bir ateş düşürüyordu. Hızlıca sona ulaşma isteği vücudundaki adrenalin hormonunun da salgılanmasına sebep oluyordu. Kalbi küt küt atarken biraz önce kapanmış olan kapıya kalçası yaslandı.

Jungkook, büyük bir risk alıyor, her an arabanın geçme ihtimaline karşı Taehyung'u arabanın dışında öpüyordu. Vücudundaki bütün kan, beynine değil de Taehyung'un kasıklarına sürttüğü penisine gittiği için olsa gerek, sadece onun çıplak tenine duyduğu özlemi düşünebiliyordu. Esmer adamın gömleğinin düğmelerini tek eliyle çözmeye başladı. İşin tuhaf tarafı biraz önce mantıklı düşünebilen, arabanın geçmesini uzun uzun bekleyen Taehyung, arabaya yaslanarak öpülmeyi ve soyulmayı gayet normal karşılıyordu. Bunları ne çiftlikte anlatırlardı ne de filmde... Asla mükemmel olmayan insan beyni, düğmelerin açılmasıyla birlikte devredışı kalırdı.

Beyaz gömlek yeri boyladıktan hemen sonra Jungkook arka koltuğun kapısını açtı. Bu esnada anca dudaklarını Taehyung'dan ayırmış, beynine oksijen gidebilmesi için derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. "İçeri gir," dedi kalınlaşan sesiyle. İşte bu tonda Taehyung'un aklını başından alıyordu. Bayılacakmış gibi görünen, suratı kıpkırmızı olan Taehyung, kalçasını arka koltuğa yerleştirdi ve yavaş yavaş geriye doğru kayarak Jungkook'a yer açtı.

Jungkook arka koltuğa yerleştiğinde Taehyung'un göğsünü ve karnını aceleyle okşadı. "Kucağıma gel, güzelim." Elleri, onun beline kaydığında kucağına çıkmasına yardımcı oldu.

Taehyung, bacaklarını iki yana iyice açarak onun kucağındaki yerini aldığında, "Gömleğim..." diye sızlandı. "Dışarıda kaldı."

"Umurumda değil," diyen Jungkook, Taehyung'un köprücük kemiklerine öpücükler bıraktı. Bu durumdan fazlasıyla hoşlanan Taehyung, gözlerini kapattı ve başını geriye doğru attı. Derin bir inlemenin ardından, "Beni ne kadar özlediğini şimdi daha iyi görüyorum," dedi. Jungkook'un dudakları onun göğüslerine kayarken şöyle ekledi, "Fakat ben haklıydım... Ah... Ben... Haklıydım..." Jungkook'un sıcak ve yumuşak dilini meme uçlarının etrafında hissederken bütün vücudu elektriğe maruz kalmış gibi titredi ve bacaklarını kapatma arzusuyla onun kucağında hareket etti. Ona sürtündü. "Davranışlar..." dedi, gözleri kaymışken, "Kelimelerden daha etkili." Bunları söylemeyi önceden planlamıştı. Jungkook, onun meme uçlarını emmeye ve yalamaya başlamadan hemen önce düşünmüştü. Şimdi ise ağzından çıkan kelimelerinin anlamlarını dahi unutmuştu. Ne dediğini bilemeyecek duruma gelmişti.

Jungkook'un sertleştiği gerçeğini aralarındaki pantolon engellerine rağmen net bir biçimde hissetti. Bu, baş döndürücü bir histi. Jungkook'un onun vücudundan etkilenmesine ve her anlamda kontrolünü kaybetmesine bayılıyordu.

Parmaklarıyla altındaki adamın pantolonunun düğmesini açtı. Fermuarını aşağı indirdi. Elini pantolonundan içeri soktu ve iç çamaşırının üzerinden penisini okşadı. Sıcak ve sertleşmiş penisi okşarken kendinden geçti. Beyni allak bullak olduğu için istemsizce ağzı sulanıyor, gözlerini kapatarak onun içine girdiğini düşlüyordu.

"Ruodian," dedi Jungkook ve ikisi için de dünya birkaç saniyeliğine dönmeyi bıraktı. Taehyung elini geriye çekti. Kulakları uğuldarken yanlış bir şey duyduğunu zannetti. "Ne?" dedi, göğsü arzudan titrerken. "Ne dedin?"

"Ruodian, dedim. Bu sana vereceğim isim. Sana böyle seslenmek istiyorum."

"Bunun anlamı ne?"

"Zaaf," dediğinde Taehyung'un pantolonuna parmaklarını indirdi. Düğmesini çözdü ve fermuarı aşağıya çekiştirdi. Ardından onun kalçalarını kavrayarak hafifçe yukarıya kalkmasını sağladı. Böylece onun pantolonunu aşağıya çekiştirip onu çıplak bırakabildi. "Beğendin mi, güzelim?"

"Çok hoşuma gitti. Ruodian... Bu isim senin dudaklarına yakışıyor."

"Onu kabul edebilir misin?"

"Evet, kabul ederim."

"Hükümet bilmeyecek, sadece bizim aramızda olacak."

"Başım dönüyor..."

"Merak etme, seni ilgisiz bırakmayacağım." Onun ereksiyonunu kavradı. "Biraz daha ilgisiz bırakırsam zaten erkekliğin pantolonunu yırtacaktı."

Taehyung cilveli bir kahkaha attı. "Ahh... Bundan hoşlandım. Sana dair her şeyden çok hoşlanıyorum. Bana ne söylersen kabulüm..."

"Her zamanki gibisin. Orgazm anında tam bir kedisin."

"Yalancı... denizdeyken orgazm olmamıştım. Sana olan sevgimi belli ediyordum."

"Şaka yapıyordum, alınma."

Taehyung, Jungkook'un elini iterek kısa bir şok yaşattı. "Bu sefer ikimizle ben ilgileneceğim," Jungkook'un pantolonunu aşağıya çekiştirmeye başladı. Jungkook da kalçalarını hafifçe kaldırarak Taehyung'a yardımcı oldu. Taehyung, uzun parmaklarıyla onun erkekliğini kavradığında biraz önce söylediği gibi hem kendisiyle hem de onunla güzelce ilgilenmeye başladı. Başlarda ağır ağır okşasa da bir süre sonra elini yaladı ve ıslaklıkla birlikte daha hızlı sıvazlamaya başladı. Jungkook artık gözlerini açık tutamıyordu. Başını geriye yaslamış, kontrolünü Taehyung'a teslim etmenin tadını çıkartıyordu.

Jungkook'un zevkten karnı kasılıyor ve karın kasları ortaya çıkıyordu. Taehyung, iştahla onu vücudunun nasıl altında kıvrandığını izliyor, gözlerini tatmin ediyordu.

Jungkook, "Buna daha fazla tahammül edemem," dedi boğuk bir tonda. Taehyung'un bileklerini kavradı. "Seni hazırlayacağım."

"Bekle," dedi Taehyung, elleri titrerken koltuğun hemen yanındaki eşyaları aceleyle karıştırdı. Gözlerinin önü bulanıktı ancak kremin pembe olduğunu az buçuk görebiliyordu. Yağlı ve çilek kokulu el kremini Jungkook'un avucuna tutuşturdu. "Bunu kullan."

"Bu çok sevimli, Ruodian..." derken onun gözlerinin içine bakıyor, iki parmağına çilekli krem döküyordu. Parmaklarını ovaladı ve Taehyung'un deliğini buldu. "Kalçalarını geriye yasla Ruodian, deliğini rahatlatmam gerekiyor."

Taehyung, kalçalarını geriye verdiğinde Jungkook'un yaramaz parmaklarıyla buluştu. O parmaklar önce deliği okşadı ve kremle yumuşattı. Ardından içeri girdi ve dar duvarlarla buluştu. "Ah, bu sıcaklık hissi..." diye mırıldandı Jungkook. "O kadar özledim ki..."

Baş dönmesiyle uğraşan Taehyung, dengesini sağlayabilmek için inleyerek Jungkook'un boynuna sarıldı. Tek eliyle onun saçlarını kavrayıp asıldı. Bunun üzerine Jungkook, onu bekletmemek adına hareketlerini hızlandırdı.

"Ben de seni hazırlamak istiyorum..." diye mırıldandı Taehyung.

Jungkook bu isteği değerlendirmeden önce onun sol omzunu defalarca kez öptü. Bunun üzerine Taehyung kıkırdayarak, "Tuz tadı alıyor olmalısın," dedi. "Duş jeli olmadan sadece sıcak suyla duş aldım."

"Hayır, güzelim. Almıyorum."

"Yalancı... Ah... Benim de seni hazırlamama izin ver artık!"

"Yalan söylemiyorum ki," dedi sırıtarak. "En son vücudundan tuz tadı aldığım günde çiftlikteydik. Masanın altından seni o kadar çok yalamıştım ki ağzıma boşalmıştın. O günden beri tadını unutmadım."

Taehyung, başını geriye atarak kahkaha attı ve Jungkook'un bileğini kavradı. "Sana hayatının en iyi deneyimini yaşattığım için unutmamışsın işte, hafızanı öveceğimi düşünüyorsan çok yanılıyorsun."

"Bu doğru, ağzımı çok iyi becerdin. Hâlâ unutamadım."

"Şimdi sıra bende," dediğinde avucuna krem döktü ve Jungkook'un sertliğini kavradı. Ona güzel bir masaj yaparken araba çilek kokusuyla dolup taştı. "Kucağından inmek istemiyorum."

"Hımm..." dedi, penisini okşayan eli düşünürken Jungkook. "Evet. Aynen."

"Beni kucağından indirmeyeceksin değil mi?"

"Hımm..."

"Jungkook..." dedi kıkırdayarak. Onun çenesine bir öpücük bıraktı. "Beni dinle... Dünyadan ayrılma."

Koltukta oturan adam, başını geriye doğru yaslayıp inlediğinde dünyadan koptuğunu belli etmişti. Taehyung önce güldü ardından onun boynunu öpmeye başladı. "Daha içime girmeden beni hayal ederek aklını kaybediyorsun... Bana dokunmaya o kadar alışık değilsin ki... Uyan artık, kucağındayım."

Jungkook, "Rüya gibi..." diye mırıldandı. Ardından Taehyung'un kalçalarını kavradı. Avuçları yumuşak bir hisle dolup taşmıştı. Onun kalçalarını sıktı ve bedeninin yukarıya kalkmasına sebep oldu. Taehyung elini Jungkook'un penisinden çekmişti ve iki eliyle onun omuzlarına tutunmuştu.

"İşte bu, bizden zorla aldıkları şey..." dedi Jungkook. Kucağındaki esmer adamı, sertliğinin üzerine yerleştirdi. Uzunluğunun yarısını onun içine gömdü. İkisi de zevk ve özlemle inlediler. Taehyung bir kez daha Jungkook'un dudaklarına kapandı. Kalçalarını ağır ağır hareket ettiriyor, kasılan deliğini Jungkook'a alıştırmaya çalışıyordu. Vücudu yukarıya kalktığında gevşiyor, aşağıya inip uzunluğun daha fazlasını içine gömdüğünde kasılıp titriyordu.

"Sımsıkısın..." diye mırıldandı Jungkook. Ellerini onun kalçalarına yerleştirmiş, ona hareket etmesi için yardımcı oluyordu.

"Tamamını alamıyorum," dedi ağlamaklı bir tonda.

"Farkındayım, güzelim. Ağırdan alıyoruz sadece. Kendini zorlama. Ben her pozisyonunda, her hareketinde kendimi çok iyi hissediyorum."

Jungkook'un yumuşacık sesi, Taehyung'un içini hoş etti. Onun sayesinde kendine olan güveni ve cesareti kırılmadı. Ona sarıldı ve sol yanağından başlayarak kulak memesine doğru öpücüklerle bir yol izledi. Kulak memesini defalarca kez öptü ve emdi. Jungkook inlerken istemsizce kalçalarını yukarıya doğru kaldırarak kendini hafif hafif Taehyung'un içine itiyordu. En sonunda Taehyung onu tamamen içine almayı başardı. Jungkook, penisinin tamamen Taehyung'un içinde olduğunu anlayınca gözlerini açık tutamadı. "Siktir..." diye mırıldandı.

Taehyung hareket etmeye cesaret edemedi. İçi dopdoluydu ve hareket ederse bu anın çabucak bitmesinden endişe duyuyordu. Çok güzel hissediyordu. Çabucak onun kucağından ayrılmak istemiyordu. Bu yüzden kalçalarını yavaş yavaş sallayarak Jungkook'u tahrik etmeyi sürdürdü.

"Senin yalvarmanı hayal etmiştim," dedi Jungkook. "Ancak şu anda ben sana yalvaracağım."

"Söyle," dedi Taehyung. Göğsü titriyordu. "Nasıl yalvaracaksın?"

"Lütfen... Beni sür. Ben içine boşalana dek beni sür."

"Hımm? Ne yapmalıyım?"

"Yalvarırım hareket et, Ruodian."

Taehyung, kendi ismini tekrarladı, "Ruodian... Bu isimden çok hoşlanıyorum." İyice genişlediğine emin olduğunda kalçalarını hareket ettirmeye başladı. Zevk alacağı o ritmi ararken acı çekti. Jungkook içini öyle bir doldurmuştu ki bazı saniyelerde kalçasındaki büyüklüğe ve yoğunluğa dayanamayacağını düşündü. O, vücudunu indirip kaldırırken araba da onunla aynı ritimde hareket ediyor hatta bir yatak gibi gıcırdıyordu.

"Bu senin için yeterli mi?" diye sordu Taehyung. "Yoksa daha fazlasını ister misin?"

"Sakın durma, Ruodian."

Taehyung daha sert bir biçimde yukarı aşağı zıplamayı sürdürdü. Avuçları terlemişti. Jungkook'un omuzlarına tutunmaya çalıştıkça elleri aşağıya kayıyordu. Refleks olarak bir yere tutunma muhtaçlığıyla elini cama yasladı.

"Ah... Ruodian... Ah... Seni o kadar çok seviyorum ki..." Jungkook, iniltileri arasından yine ona olan aşkını itiraf ediyordu. Ve Ruodian... Bu ismi her söylediğinde kulağına bir öncekinden daha ateşli geliyordu.

Taehyung içindeki baskıya dayanamadığı için çığlık atıyordu. Her seferinde zevk noktasına vurulduğu için gözyaşlarına hakim olamıyordu.

Jungkook'un penisi zonkluyordu. Vücudu kırmızı alarm veriyordu. İkisi de sona yaklaşıyorlardı.

"Adımı söyle," dedi Taehyung. Herkesin bildiği o isimden bahsetmiyordu.

Jungkook, "Ruodian..." dedi boğuk sesiyle.

"Evet..." dedi nefes nefese kalmış olan Taehyung. "Evet... Tekrar söyle."

"Ruodian, gelmek üzereyim. Ah... Ben..." Daha fazla sevdiği adamın güzelliğine dayanamadığı için onun içine boşaldı. Taehyung ise hareketlerini yavaşlattı. Her hareketinde içine biraz daha yoğun bir sıvı yayılıyordu. Jungkook tamamen bütün arzusunu ve şehvetini onun içine bırakmıştı.

Bundan fazlasıyla memnun olan Taehyung, kendisiyle ilgilenmek için elini erkekliğine attı ancak Jungkook buna izin vermedi. Onun bileğini tuttu ve avuç içini öptü. Daha sonrasında onun için okşamaya başladı.

"Seninle oynadığımda çok hoşlanıyorsun," dedi Jungkook, "bunu bir daha tek başına yapmaya kalkışma."

Taehyung, onun ismiyle inlediğinde sesi ağlamaklı çıktı. Artık karnını çukurlaştırıyor, kalçalarını titretiyor ve sıkıyordu. Bunlar son kasılmalarıydı. Deli gibi zevk aldığı anlardı. Kusursuza yakın hislerle kuşatıldığında Jungkook'un eline ve karın kaslarının üzerine boşaldı. Kendini öne doğru attı. Jungkook'un nefeslerini göğsünde hissediyordu. Jungkook onu ödüllendiriyormuş gibi göğsüne öpücükler bırakmaya başladı.

"Elindekini yalayacak mısın?" diye sordu Taehyung.

"İstemiyor musun?"

"Bilmiyorum. Çok müstehcen bir durum. Benim tadımı bilmen... Garip."

"Utandığını söyleme bana... Hâlâ kucağımdasın. Hâlâ içindeyim..."

Taehyung kıkırdadı. "Bu çok güzel."

"Kucağımdan inmeyecek misin?"

"Hem elini hem de vücudunu mahvettim. Sana bir peçete bulmak benim sorumluluğum. İnmeliyim." Jungkook'tan ayrıldığı anda bacaklarındaki ve kalçasındaki ağrıyla yüzleşti. Hastalıktan ötürü böyle bir ağrı çekseydi doktora gidip ona bir ağrı kesici veya vücudunu uyuşturacak bir şeyler yazması için yalvarırdı.

Acıdan dolayı kısık kısık inledi. Jungkook bunu fark etti. Ona ağrı kesici almayı düşündü.

Taehyung, torpidodan bir kutu peçete almak için eğildiğinde deliğinden beyaz ve yoğun bir sıvı aktı. Jungkook bunu fark ettiğinde sırıtarak Taehyung'un kalça yanaklarını sıkıca kavradı. Baş parmağıyla dışarıya akan meniyi tekrardan deliğe itti.

"Ben de senin her zerreni mahvettim, Ruodian," dedi Jungkook. "Benim daha büyük bir sorumluluk almam gerekiyor."

Taehyung onun ne söylediğini anlayamadı. Vücudunun ağırlığını kalçasına değil de dizlerine ve bacaklarına vererek oturdu. Jungkook'un vücudunu temizlemeye başladı. Bu esnada kalçasından sevdiği adamın zevk sıvısı akıyordu. O kaşıntı hissi hoşuna gittiği için sırıtıyordu.

"Mutlusun..." dedi Jungkook. "Seni nadiren mutlu görüyorum."

"Beni nadiren mutlu ediyorsun da o yüzden."

"Yine çok sertsin."

"Doğruları söylüyorum."

"Bu yüzden mi sevişmek istiyordun?"

"Ne?"

"Sana iyi davranacağım tek an, birleşeceğimiz andı. Bu yüzden ısrarla sevişmek istiyordun, değil mi?"

"Öyle olmalı. Bilmiyorum. Sadece seni sevdiğim için yapmak istediğimi biliyorum, o kadar."

"Bu en temel sebebimiz, ancak daha fazlası olmalı."

"Sanırım senin dediğin gibi... Bana iyi davrandığın fazla zaman yok. Ben de sana iyi davranmadığımı kabul ediyorum. Ne zaman öpüşsek biraz yumuşuyoruz. Bu yüzden sık sık sevişmek istemiş olabilirim."

"Seni mutlu etmeye çalışacağım, Ruodian."

"Nefes aldığın sürece mutlu olacağım. Kendine iyi davran, Jungkook."

Jungkook, bu konuda bir şey söylememeyi tercih etti. Ne sözünü tutabiliyordu ne de Taehyung'u teselli edebilecek iki-üç kelime söyleyebiliyordu. Bunun yerine üzerini giyinmek için bir hamle yaptı. "Arabanın dışında kalan gömleğini alalım. Yol yardım ekibi birazdan burada olur. Onları çıplak karşılamak istemezsin, değil mi?"

Taehyung başını iyi yana salladı. Yerdeki pantolonunu giydi ve Jungkook'un yerden aldığı griye boyanmış gömleğini üzerinde geçirdi.

Vücudu normal ısısına ulaşırken Jungkook'un omzuna başını yasladı. Kimseye yaptıkları konusunda hesap vermemenin tadı, özgürlük gibiydi.

***

Seks sonrası üstlerine çöken yorgunlukla birlikte kısa bir uykuya dalan ikili, oturdukları zeminin sarsılmasıyla gözlerini araladılar. Araba, altı büyüklüğünde depreme uğramış gibi sallanıyordu. Üstün bir güç ile yukarıya doğru kaldırıldıklarını hissettiklerinde yürekleri ağızlarına geldi. Taehyung, can havliyle Jungkook'un bileğine sarıldığında, "Neler oluyor?!" diye bağırdı.

Jungkook, telaşla hemen yanındaki camın güneşliğini söktü ve dışarıya göz attı. Araba birkaç santim yukarıya kalkmıştı ve kendiliğinden hareket ediyordu.

"Yol yardım ekibi gelmiş olmalı," dedi. Ardından Taehyung'u rahatlatmak için iki eliyle onun yüzünü kavrayıp yorgun gözlerini onun gözlerine dikti. "Bir şey yok, bir tanem. Korkma."

Taehyung göğsüne yayılan bir ferahlıkla birlikte başını yeniden Jungkook'un omzuna yasladı. "Oh, rahatladım. Uyku sersemliğiyle aklıma her türlü fantastik senaryo gelmişti."

Jungkook kıkırdayınca Taehyung da onunla birlikte hiçbir şey olmamış gibi gülmeye başladı. Bir telefonun zil sesi de onların tatlı kıkırtılarına eşlik etti.

İkisi aynı anda arka koltukta telefon aramaya başladılar. Önce ceplerini kontrol ettiler ardından koltuk kenarlarını ve yerleri... En sonunda iki koltuğun birleşme yerine sıkışmış olan telefonu bulduklarında bunun Jungkook'a ait olduğunu fark ettiler.

Jungkook hiç tereddüt etmeden telefonu açtığında Taehyung biraz merakla biraz da korkuyla Jungkook'un dudaklarından çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyordu.

"Evet, arabayı çektiğinizin farkındayız," dedi Jungkook. İki gözünü uzun süre kapatıp hafifçe gülümseyerek Taehyung'a her şeyin yolunda olduğunu belli etti. "Çünkü biz de şu anda sürüklediğiniz arabanın içindeyiz."

Jungkook, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında Taehyung da eliyle ağzını kapattı ve tıpkı bowling lobutu gibi kendini sıkmaktan geriye doğru devrildi.

"Evet..." dedi telefondaki kişiye karşı. "Dikkatli sürün lütfen. Sizi izliyoruz."

Jungkook telefonu kapatır kapatmaz Taehyung gülüşünü tutamadı ve kahkahayı bastı. "İnanamıyorum... Bizi fark etmediler mi?!"

"Keşke çiftlikteyken de bu kadar profesyonel davransaydık. Gece vaktinde güneşlikleri taktığımızdan ötürü arabayı terk edip gittiğimizi zannetmişler."

"Ne güzel..." dedi Taehyung. Jungkook'un koluna girdi ve uzun parmaklarını onun parmaklarının arasına geçirdi. "Bize gözlerden uzak kalmamız için biraz daha zaman vermiş oldular."

"Aynen öyle, güzelim." Dudaklarını Taehyung'un alnına yasladı ve onu uzun uzun öptü. Ardından çenesini onun başının üzerine yasladı. "Canın yanıyor mu?"

"Ne? Ah... Hayır, pek sayılmaz. Dayanılmayacak kadar kötü değil. Yine de mutluluk sarhoşluğu geçtiğinde belki acım artabilir. Eczaneye uğramaktan zarar gelmez."

"O halde eczaneye gidene kadar senin aklını başından alacağım."

Taehyung'un dudaklarına yaklaştığında Taehyung kıkırdayarak geri çekildi. "Dur... Dur! Önce güneşliği tak!"

Jungkook, gözlerini Taehyung'un dudaklarından ayırmadan tek eliyle güneşliği cama yapıştırdığında, "Şimdi oldu mu?" diye sordu.

Kısık sesi Taehyung'u yeni yangınlara davet ediyordu. "Evet, bebeğim..." diye mırıldandı Taehyung. Gözkapaklarını ağır ağır kapattı. "Oldu."

Jungkook, hafif sarhoş biri gibi hareket ederek onun dudaklarını öpmeye başladı. Nemli saçlarını kavradı ve okşadı. Öpücüklerinin arasından, "Bu geceyi asla unutma," dedi.

Taehyung, boğazına keskin bir bıçak yerleşmiş gibi hissetti. "Neden unutacağımı düşündün bebeğim?"

"Bu bir uyarıydı."

"Beni uyarmana ihtiyacım yok." Bu sefer Taehyung, Jungkook'u öptü. "Tabii kucağında olduğum zamanlar hariç... O vakitlerde beni her anlamda uyarabilirsin."

Jungkook kıkırdadı. "Yaramaz çocuk." Onun dudaklarına daha sert kapandı. "Kalbim patlayacak sanki Taehyung... Senin dudaklarına karşı ne kadar aç olduğumu bilemezsin."

"Dudaklarım sızlıyor," dedi Taehyung. "O yüzden biliyorum."

"Hayır, bu hayal ettiklerimin yanında hiçbir şey..." Onun alt dudağını emdi ve ısırdı. "Bütün bunlar hiçbir şey... Seni çok seviyorum."

"Uyanır uyanmaz bunları tekrarlaman çok hoş, bebeğim."

Jungkook gülümseyerek kollarını onun bedenine doladı. Sımsıkı sarılırken suratını da onun boynuna gömdü.

"Nasıl?" diye sordu Jungkook. Bir anlığına kendi kendini sorguladığı için sesi çok kısık çıkmıştı, ancak birkaç saniye sonra bunu Taehyung'a da söyleme cesaretinde bulundu, "Nasıl seks sonrasında bu kadar güzel kokuyorsun? Kokun başımı döndürüyor. Bu... feromon mu?"

"Belgesellerimi izlemişsin."

"Evet, izledim. Hepsini izledim."

"Sonunda itiraf ettin."

"Bütün röportajlarını da izledim. İki sene boyunca yayınlanan her işini izledim Taehyung."

"Ben de seni televizyonda izledim. Yavaş yavaş nasıl medyaya haber olduğunu izledim. Mecliste ettiğin kavgalara kadar her şeyi izledim... Nasıl büyüdüğüne şahit oldum. Yan yanayken pek fark etmiyordum sonuçta yaşlarımız birbirine yakındı. Kendi telaşımdan senin büyüdüğünü göremiyordum. Şimdi görebiliyorum. Jeon Jungkook büyüdü ve korkularıyla savaşmayı çok iyi bilen bir yetişkin oldu."

Jungkook, Taehyung'la yüz yüze geldiğinde kollarını onun vücudundan ayırmamıştı. Göğüsleri birbirine çok yakındı. "Gerçekten izledin mi?" diye sordu.

"Elbette!"

"Buna çok sevindim. Beni görmeni hep istemiştim..."

"Hükümet partinin baskısı altındayken büyümeye çalışan Jeon Jungkook ile gurur duyuyorum."

Jungkook'un gözleri doldu. "Ben... Gurur duyulacak pek bir şey yapmadım... Yani... Şey, sanırım yapmadım."

Kafasının içindeki ses, aynı kelimeyi defalarca kez tekrar etmeye başladı:

Bebek.

Bebek.

Bebek.

Jungkook, onu susturmaya çalıştı. Sadece Taehyung'a odaklanmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. O ses, artık tek kelimeyle yetinmiyor, uzun cümleler kurarak onu rahatsız ediyordu.

Bebekten bahsetmeliyim, benimle gurur duyuyor.

Eminim bebekten bahsedersem yine gurur duyacaktır.

Mutlu olacaktır.

Şimdi bahsetmeliyim, hâlâ aşk sarhoşluğu yaşıyor, kızacaksa bile çok az kızar...

Bahsetmeliyim...

Bahsetmek zorundayım.

"Jungkook?" dedi Taehyung. Onun iç hesaplaşmasını duyamıyor olsa da yüzünden okuyabiliyordu. "Ne oldu?"

"Hiç," dedi Jungkook. "Ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum."

Söyleyemedim, diye içinden geçirdi Jungkook. Bu mutlu anımızı bozmaktan korktum. Oysaki ben bir bebek için koskoca şehrin özgürlüğünü bir kez daha kısıtlayacak hamleyi yaptım. Tam bir aptalım. Hâlâ öyleyim. 

"Çok tatlısın..." Ona sıkıca sarıldı ve konu öylece kapandı. "Çok huzurluyum. Vücudun sıcacık."

Stresten ateşi çıkmıştı. Taehyung bunu bilmediği için aptal aptal gülümsüyordu. Jungkook da iki kelimeyi bir araya getirecek cesareti bulamadığı için kendine kızıyordu.

***

Su Jeong'u bir akşam vaktinde, evinde dinlenirken, rahatsız eden kişi sekreteriydi. Su Jeong, camlarla kaplanmış bir duvarın önünde, tek kişilik koltuğunda oturuyordu. Dirseklerini koltuğun iki kenarına dayamışken parmaklarıyla şakaklarına masaj yapıyordu. Tekli koltuğun hemen yanında ufacık bir yuvarlak sehpa ve sehpanın üzerinde de ilaçları vardı. İnsan ömrünün zorunlu olarak elli seneye indirildiğini düşünürsek, Su Jeong'un otuzlu yaşlarda bu kadar güçsüz düşmesi ve bolca ilaç kullanmaya başlaması anormal değildi.

"Sizi rahatsız ettim," dedi sekreter. Liderin tam karşısında ayakta dikiliyordu. Elinde ince bir dosya vardı. Dosyayı sıkı sıkıya tutuyor, tedirgin tavırlarıyla bir an önce her şeyi lideri anlatıp kurtulmak istiyordu.

Lider, güçsüz çıkan sesiyle, "Sorun yok," dedi. "Seni bekliyordum. Oturabilirsin."

Sekreter, yuvarlak sehpanın yanındaki boş olan tekli koltuğa yerleştiğinde, "Çiftlikteki doktorlardan bir tanesiyle görüştüm," dedi. Dosyayı açtı ve liderin görebileceği bir pozisyona getirdi. Lider, göz ucuyla ufacık siyah yazılara baktı. Hem bulanık görünüyordu hem de baş ağrısı yüzünden okumaya üşeniyordu.

"Ne olmuş?" diye sordu sakin bir tonda. "Neden görüştün?"

"Aslında benimle görüşmeyi doktor istedi. Size söylemesi gerekenler varmış. Çiftlikten ayrılacak vakti olmadığı için onun yanına ben gittim. Bana bu kağıtları verdi."

"Ne yazıyormuş? Oku."

"Elimizde bazı istatistikler var. İntihar oranları ele alınmış. Meselemiz elli yaşındaki vasıfsız bireylerin intihar etmesi değil. Meselemiz yirmi veya otuz yaşlarındaki iş gücü yüksek bireylerin intihar etmesi." 

Su Jeong damarına basılmış gibi aniden kağıtları çekip aldı. Öfkeyle ilk sayfada gözlerini gezdirdikten sonra, "Bu ne saçmalık!" diye bağırdı. "Ben bu insanlara her şeyi verdim! Yüz sene önce çalışacak iş bulamıyorlardı! Biz verdik! Yiyecek yemek bulamıyorlardı, onu da biz verdik! Ailelerinin zararlı etkileri yüzünden travma geçiriyorlardı, onu da kaldırdık. Zehirli romantik ilişkiler yüzünden hayata küsüyorlardı, ilişkileri yasakladık! Her şeyi yaptık! İnsan dediğin mutlu olmayı beceremiyor ki! Halkımız hiçbir şeyden keyif almıyor. Hep daha fazlasını istiyorlar, sanki daha fazlasını yapabilmek mümkünmüş gibi... Nedir bu şımarıklığın sebebi? Başka ne istiyorlarmış? Söylesinler, onu da yaparız!"

"Aslında meselenin arkasında ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Doktorların bizlere sunduğu verilere göre intihar edenlerin tamamı çiftlikte elektroşok tedavisi almış insanlarmış."

Su Jeong önce şaşırdı, ardından hatasını asla kabul etmemek üzere duruşunu dikleştirdi. Ukala bir tavırla, "Şimdi anlaşıldı bu şımarıklığın sebebi..." dedi. "İlaç kullanmayanlar intihar ediyorlarmış. Sebep neymiş? Daha iyi bir dünya mı hayal ediyorlarmış? Buyursunlar, yapsınlar daha iyisini... Onların yaptıklarını da gördük! Onların partilerinin iktidarda kaldığı günleri de gördük! Savaş her yerdeydi! Biz olmasaydık dünya üzerinde bir tane bile insan kalmazdı. Hâlâ utanmadan başka partileri savunuyorlar..."

"Hayır, mesele siyaset değil. Son üç senede çiftlikten mezun olan kişilerden yirmisi elektroşok tedavisi aldı. Bu yirmi kişiden on sekizi intihar ettiler. Doktor, bunun ciddi bir durum olduğunu ve harekete geçmemiz gerektiğini söylüyor. Bu sadece üç senelik bir istatistik. Eğer beş veya altı senelik istatistik çıkartırsak sayı artar ve sonuçlar gözümüze daha da korkunç görünür. Bunun medyaya yansıdığını düşünsenize..."

"Sus! Kabuslarını anlatma bana!"

"Bir şeyler yapmamız gerekiyor. Bu intihar vakalarının önünü kesmeliyiz. Yoksa halkınız bundan huylanmaya başlayacak. Biliyorsunuz, halkın en büyük korkusu ölümdür. Konu ölüm olunca herkes isyan eder. Şehrimizi yasaklı kitaplardaki cennete çevirsek dahi ölümü engelleyemeyiz. İnsanlar da cennetten farksız olan şehrimizde bir tek ölümden korkuyorlar. Geçmişteki liderler, ölüm oranlarıyla doğum oranlarını çok iyi bir şekilde dengeledikleri için iktidarı sürdürebildiler."

"Bana tarih anlatmana gerek yok. Ben zaten tarih yazanlardan bir tanesiyim. Kimseden akıl alacak değilim! Bu intihar oranlarının yükselme sebeplerini de çok iyi biliyorum zaten. Muhalefet partiler, bizi iktidardan düşürmek için oyun oynuyorlar."

"Doktora göre bu olayın siyasetle gerçekten bir ilgisi yok. Tamamen ilaç kullanamayan bireylerin yavaş yavaş kendilerini öldürmeye karar vermeleriyle alakalı. Elektroşok tedavisi, ilaç kullanamayan insanlar için bulabildiğimiz en iyi çözümdü. Fakat elektroşok tedavisinin yan etkilerini hesaba katmadık. Doktor bunu şöyle açıklıyor, bozuk bir kabloyu bantla sağlamlaştırdıktan kısa bir süre sonra kablo yeniden bozulur, çünkü iyi bir çözüm yolu bulunamadı ve yapıştırılan bant, bir süre sonra etkisini yitirdi. Buradaki bozuk kablo, çiftlik çocukları oluyor. Yapıştırılan bant ise elektroşok tedavisi. Bant gibi kolay ve zahmetsizce yapıştırılan hızlı tedavi(elektroşok), bir süre sonra etkisini yitirdi ve kablo(çocuklar) kullanılamayacak bir duruma geldiler. Bunun sorumluluğunu almalıyız."

"Parti üyeleriyle konuşacağım. Tek başıma bir karar vermem mümkün değil."

"Sağ kalan iki kişinin de fikrini alabilirsiniz," diyen sekreter, liderin önünde iki kişinin özgeçmişini bıraktı. Lider, önce doktorun asistanını gördü. Asistan, bu çalışmanın başlamasında bir rol oynamış olmalıydı. Fakat liderin en çok dikkatini çeken kişi, ikinci özgeçmiş kağıdıydı. Jungkook'a aitti. Defalarca kez onun geçmişini okuyup düşündüğü için artık her şeyini ezberlemişti.

"Doğru... Milletvekili Jeon da elektroşok tedavisi almıştı," dedi lider.

"Milletvekili Jeon'un mecliste olması büyük bir şans. Böylece toplantı esnasında olaylara onun gözünden bakarak daha iyi bir karar alabilirsiniz. Tabii doktorun fikri hiçbir şekilde değişecek gibi görünmüyor ama..."

"Doktoru da toplantıya çağırırız. Sorun yok. Peki, doktorun fikri nedir?"

"Ah... Muhtemelen hoşunuza gitmeyecektir."

"Söyle bakalım."

"Yeniden elektroşok tedavisi almalarını istiyor."

-BÖLÜM SONU-

Oy vermeyi ihmal etmeyin hoçça ğalın *Mariah'dan Sonsuz Kalpler*

Continue lendo

Você também vai gostar

218K 9K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
1.5K 408 13
Kistik fibrozis hastası olup yıllardır nakil bekleyen kim taehyung ve onun bir tanecik hemşiresi jeon jungkook. taekook 240124
139K 14.9K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
89.8K 3.6K 30
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...