BAYAN MOO: KATİLİN PEŞİNDE

By birincitanesii

4K 300 3.5K

Evrenin henüz Dünya tarafından bilinmeyen bir gezegeninde cinayet işlendi. Hulari'de bu cinayet bir ilkti ve... More

"BAYAN MOO"
⭐GEZEGEN REHBERİ⭐
BİRİNCİ BÖLÜM: "BAYAN MOO VE CİNAYET"
İKİNCİ BÖLÜM: "PES ETMEK İLE KAYBETMEK"
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "SORGU"
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "SIRRI KABUL ETMEK"
BEŞİNCİ BÖLÜM: "GİZEMLİ PALŞİN KASABASI"
ALTINCI BÖLÜM: "İŞKENCE"
YEDİNCİ BÖLÜM: "ARAYIŞ|PART BİR"
SEKİZİNCİ BÖLÜM: ARAYIŞIN ARDINDA|PART İKİ.
DOKUZUNCU BÖLÜM: "ORMAN VE ŞİFACININ EVİ"
ONUNCU BÖLÜM: "BÜYÜ VE MEKTUP"
ON BİRİNCİ BÖLÜM: "GİZEMLİ MEKTUP"
ON İKİNCİ BÖLÜM: "BÜYÜCÜNÜN AVUCUNDA YANAN EVREN"
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "GÜCÜN PEŞİNDE"
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "GÜCÜN KALBİ"
ON BEŞİNCİ BÖLÜM: "KAVUŞMAK VE SAVAŞMAK"
ON ALTINCI BÖLÜM: "SARDİNYA'NIN LANETİ"
ON YEDİNCİ BÖLÜM: "KANİCE SIRADAĞLARI"
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM: "PİYAKKALARIN İNİNDE"
ON DOKUZUNCU BÖLÜM: "MİNBA'NIN KURTULUŞU"
YİRMİNCİ BÖLÜM: "AXKAR KALESİ"
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM: "GEÇMİŞ ZAMANIN BİRİNDE"
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM: "BÜYÜYE KAVUŞMAK"
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "VARLIK ve YOKLUK"
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "KRAL'IN YOLU"
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM: "SAVAŞIN ZEHRİ"
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM: "RUH DÜĞÜMÜ"
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "DÜNYA'DA BİR GÜN"
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM: "GERÇEKLİĞİN ZIRHIYLA MÜCADELE"
OTUZUNCU BÖLÜM\FİNAL: "BİR SONUN BAŞLANGICI"
*SON SÖZ*

YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM: "GÜÇLERİN SAVAŞI"

51 1 0
By birincitanesii

****

MİNBA'NIN GÖZÜNDEN...

Bir büyücü başka bir büyücüyü nasıl tanırdı?

Bunun aslında birçok yolu vardı. Bakışından, kanından, görünüşünden hatta duyularının hassasiyetinden. Her şekilde bir büyücü başka bir büyücüyü tanırdı. Tabi bunu antik kitaplar söylüyordu ben ise bunu yeni keşfediyordum. Daha önce bir büyücüyü -aile üyelerimden başka- tanıma fırsatım hiç olmamıştı. Aklım bazı şeyleri bir türlü almıyordu. Nasıl bu zamana kadar hayatta kalabilmişti bu ahmak? Çocukluğuma dair bazı anıları yokladığımda zar zor kaçtığımızı hatırlıyorum. Kimse yaşamıyor demişti bana büyükbabam, bizlerden kimse kalmadığını da. O nasıl bir yaşam sürmüştü? Belki de acınası duygularının kalbinde çoğunlukla yer etmesinin sebebi yalnız başına kendini ehlileştirmeye çalışmasından bile olabilirdi.

Olasılıklar binlerceydi ve olasılıklar hiçbir zaman bitmez; göz ardı edilemezdi.

Moo'yu kaybettiğim yerde uzun bir zaman arayışa çıktım. Yerin dibine girme ihtimallerini bile düşündüm. Çoğu deliğe baktım hatta bakılmayacak genişlikte olanlara bile sırt çevirmeden baktım. Her şey ama her şey olasılıklar dahilinde geliyordu bana. Bir büyücü bir büyücüyü kanından tanırdı ama kandan korkadabilirdi. Çünkü her kan kendine özel damarlarla beslenir, kendi gücünü kendi yaratırdı.

Onu normal bir arayışla bulamayacağım kesindi.

Çaresizdim. Ne yapacaktım?

Bedenime çarpan hava ve kanatlıgillerin gökyüzünde döndürdüğü sohbetlerden başka ses yoktu.

Sonra bedenime bir şey oldu. Aklımda ansızın akıl danışabileceğim bir isim belirdi. Bu isim sanki gözlerimin önünde bir yazıyla canlanmış gibiydi.

Michael.

Ona ulaşılıyor...

Ne? Kime, kime?

Sakin bir yer bulmalıydım. En azından boşa dönüp durmaz açık bir hedef olmadan kenarda bir yerde soluk alırdım. Zihnim kendi kendine konuşuyor olamazdı...

Kanıma güvenmekten başka çarem yoktu.

Gün batışı başlıyordu. Gökyüzünün eflatunluğu yerini koyu rengine bırakırken Michael denen kişiyi düşündüm. O da kimdi ve zihnime nasıl bulaşabilmişti. Michael'ın kim olduğunu hatırlamaya çalıştığımdaysa başıma şiddetli bir ağrı saplandı.

Hafıza taranıyor...

Geçmiş anılara rastlanılmadı...

Taranıyor, zihin taranıyor...

Güç parçacıkları açığa çıktı. Aktifleştirilmiş. Herhangi duyu organında kayıp yok.

Taranıyor...

Organlarda kayıp yok.

Michael'a bağlantı isteği ulaşıyor...

Ne isteğinden bahsediyordu bu garip ses?

"Çıkamayacağın bir deliğe mi girdin?"

Yutkundum cevap versem duyar mıydı? Ayrıca bu kendi sesim değildi. İçimdeki ses kaybedeceğim bir şey olmayacağını söyledi. Moo'yu kurtarmak için her şeyi yapacaktım.

"Delik denilmesinden hoşlanmadım ancak çıkmazın içinde olduğumu kabul ediyorum."

Karşı taraftaki kahkaha sesi zihnimin derinliklerinde yankılandı, zihnimdeki her odanın kapısına çartığını ürpertiyle hissettim.

"Hâlâ bu özelliğini bırakmamış olmana şaşırmıyorum, seni adi..."

"Kimsin sen Michael?" Bunu sorgulamaya kalktığımda bedenime saplanan ağrı iyiye işaret değildi.

"Kim olduğumu bilirsen Moo'yu bulamazsın, şimdilik bilmemen daha iyi."

Pekâlâ Moo'yu nereden tanıdığını da sormayacaktım.

"Yardım alabileceğimiz kişilere ulaştım. Şanslı pislik sponsorlar size destek olmak için çıldırıyor..."

"Sponsor da ne? Ne saçmalıyorsun sen?"

"Ah, evet unuttum ben bazı şeyleri işte..." Bir şeyler gevelediğinde duymaya çalıştım ama ses gelmemişti.

"Şimdi beni iyi dinle Minba."

"Zaten onu yapmıyor muyum enayi..."

Derin bir nefes alma sesi."Sponsorun mesajına ve hediyesine dikkat et. Tek bir hakkın var. İyi kullanamazsan her şey biter beni anlıyor musun? Sonunuz gelir. Kaçışın sonuna gelmiş bile olabilirsiniz. Senaryonun bittiğine dair söylentiler de var tabi..."

Sessizlik oldu, Gözlerimi açıp irtibatı sonlandıracağım an ses yankılanmaya başladı.

"Sonunuzu yazmak sizin elinizde. Lütfen yenilmemeye çalış, dostum. Aksi olursa her şey çöp olur..."

Ses bıçak kesiği gibi kesildiğinde gözlerimi açtım.

Bacaklarımın üzerinde bir baskı vardı.

Baskının kaynağını anlamaya çalıştığım zaman silik bir nesnenin oluşmaya başladığını gördüm Bu nesne oluşmaya devam etti. Oluşum esnasından ne zaman dokunmaya kalksam parmak uçlarımı kızartacak şiddette bir acı saplandı. Oluşum sonuna kadar bekledim.

Küçük ebatlı, avucumu kaplayacak kahverengi bir kutuydu. 

Kutuyu açtım, içinde küçük bir parşömen vardı. Taze olduğu belliydi çünkü burnuma buram buram ağaç kokusu geliyordu. Altında küçük bir şişe ve Moo da olduğunu düşündüğüm camdan taş mevcuttu.

Tanrım bu boyut değiştireni nasıl unutmuştuk biz! Oysaki onu saklamamız gerekiyordu!

Notta şunlar yazılıydı:

Merhaba Minba,
Benim favorim...

Bana ihtiyacın olduğunu düşündüm. İnan bana Moo en az senin kadar endişeli bir vaziyette. Biz bu durumun vermiş olduğu adrenalinden oldukça mutluyuz ama elbette seni için bu kabul edilebilir olmayacaktır. İhtiyacın olduğunu düşündüklerimi gönderdiğimi düşünüyorum, bilmiyorum öyle mi? Şişenin içinde boyut değiştirici güç saklı. Dikkatli içmeni tavsiye ederim. İçtiğinde sadece boyut değil, güçlerini de tazeleyeceksin. Artık şov izlemememizin zamanı geldi. Kovalamaca da bir yere kadar heyecanlı gelir değil mi sevgili favorim. Gerçek bir mücadele görmek istiyorum. Gerekirse canını al, sana müsaade benden hahahaha. Güzel dedektifimiz için zaman haddinden fazla işlemeye başladı. Elini çabuk tut, bizi eğlendir favorim unutma başından beri seni izliyorum, seni tutuyorum...

Sevgilerle,

Ell...

Zihnimin içinde sonu gelmeyen bir koridordaydım. Koştukça koşuyordum. Bir ipucu arıyordum ama dikkat edeceğim o kadar nokta vardı ki ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yazılan her cümlenin anlamı derindi. Bilmediğim şeyler dönüyordu. Aniden şişeyi kaptım, dediği gibi yapacaktım. Moo'ya ne olduğunu biliyordu. Moo'ya anlatmak istediklerim gözlerimin önünden geçti, tıpkı bir hayat hikayesi gibi. Ona dediklerim, diyeceklerim, dokunduklarım, dokunuşlarım ve dokunacaklarım vardı. Şişeyi dudaklarıma yasladım ve ağır bir yudum aldım, bekledim. Hiçbir şey olmadı. Biraz daha yudum aldım. Dönüşümün başladığını hissetmeye başladı. Vücudumu ayakta tutan her bir parçam ses vermeye başladı.

Biraz daha, dediler sanki.

Biraz daha içtim.

Daha hızlı, daha, daha!

Daha hızlı içtim. Kana susamış gibi güce susamıştım.

Onun için dedim kendi kendime. Kendimi, damarlarımı gücümü her şeyimi patlatmaya hazırım.

Gerekirse yok olmaya hazırsın, dedi içimdeki bambaşka bir ses. Bu ses ürkütücü bir gerçeği fısıldadı bana. Geçmişte bana söylenen sözcükleri anımsadım, kana kana bir türlü bitmeyen şişenin dibini görene kadar içtim. Biri için yok olmak demek, birini kendinden çok önemsiyor olmak demekti.

Kendinden daha çok onu seviyor olmak demekti...

Dönüştüm.

Cüssem kilolarca yemiş yutmuşum gibi şişti. Sarımsı tenimin apaçık bir renge dönüştüğünü hissiz gözlerle izledim. Kanımın rengini gördüm, şeffaflaşan derimin altından atıyordu. Uzun saçlarım kısalıyordu. Ensemin altında bitiyordu.

Karakter dönüşümü tamamlandı...

Mekân seçimi analiz ediliyor.

Karakterlerin mekânı saptanıyor... Mekân bulundu.

Gözlerimi kapattım, madem beni sözcükler kurtarıyordu. Öyleyse sözcüklerin gücüne inanacaktım. Sözcükler en güçlü silahtı.

Mekâna karakter taşınıyor...

Gözlerim kapandığında bambaşka biriydim açıldığındaysa bambaşka bir yerde.

****

Gözlerimi açtım, bana nasıl bir iksir verdiklerini bilmiyordum ama aç kalan vücudumu bu kadar dinç hissettireceğini tahmin dahi edemezdim. Ayağa kalktım. Bulunduğum yeri incelemek istedim. Soğuk bir odadaydım. Odanın içinde eşya yoktu, nefes alınacak bir alan dahi yoktu. Ben, nefes alışveriş sesim ve kapı. Kapıyı dinlemek için kulağımı yasladım. Dışarıdan da ses gelmiyordu. Belki de bir oyunun içine düşmüştüm, kandırılıyor olabilirdim.

Sandığımın aksine büyü yeteneklerine sahip iki kişi olmayabilirdik.

Büyücünün akıl yutmalarından birinin içinde olabilirdim.

Beni kendi aklımın içine hapsetmiş dahi olabilirdi!

En basitinden bir yaratık olabilirdi.

Bedenimden güç toplayabilmek için avuçlarımı sıktım. Yumruğumun üzerinde beliren kuvvetli ışığa tutundum, işte benim umudum!

Nefes bile almadan kapıyı dinledim. Ses yoktu. Kapıyı yavaşça açtım, beni kıvrımlı bir merdiven karşıladı. Tırabzanlara yaklaşıp aşağıya bakmak istediğim sırada omzumun üzerinde soluk alıp verme sesleri işittim.

"Çok yanlış yerdesin küçük..."

Aniden önüme döndüm ve yumruğumda biriken enerjiyi savurdum.

Bir Dinaorus'tu bu.  

İlk kez görmüyordum. Dinaourslar genelde küçükken annelerinden koparılır ehlileştirilebilenler iş gücü olarak kullanılmak üzere pazarlanırdı. Ben bebek bir Dinaorus'u beslemiştim.

Birçok türü vardı, genel hatlarıyla birbirlerine benziyorlardı. Keskin uzun kulaklar, tüylü kaslı bir beden ve sinirlendiğinde kendi boyunun üç katı yükselebilmeleri... Onları birbirinden ayıran renkleri ve ruhlarıydı. Sarı, yeşil, eflatun, mor ve kızıl/kahve renklere sahiplerdi.  Renklerine göre ruhları oluşum gösterirdi. Sarı huzur getirendi, yeşil mutluluk, eflatun huzursuzluk, mor ve kızıl/kahve koruyucu ve ölüm getirenlerden oluşurdu.

En acımasızı kızıl/kahve tüylü olanlarıydı ve şansıma buranın koruyucusu da o'ydu.

Onu ikna edemezsem bana istedikleri yardımı gönderseler bile bir hiç olacaktı.

Çekik mor gözlerini uzaklaşan bedenime dikti. "Yerinde dur." Emriyle sarsıldım, vücudum bunu reddetmek istedi ama başarısız kaldım. Yerimde bir heykel gibi dikildim. Dibime girdi, yeni dönüşüm geçiren bedenime yüzünü yaklaştırdı. Tanrı Okalina aşkına! Göz bebeklerinin içinde parlayıp sönen sarı noktacıklar beynimdeki kan akışını kesiyordu! "Kimsin sen?" Havayı kokladı. Karşısında küçücük kalan bedenime eğildi, burnunu boynuma uzattı. Kokumu taradı, hafızama ulaşmaya çalışıyordu bunu engellemeye çalışmıştım ama yerimden kıpırdamadan bunu yapmam olanaksızdı.

Bir kez daha baktı ve beynimin içindeki bazı anılara ulaşmak için adımlarını attı.

"Demek öyle, ha?" Diye hırladı. "Efendime ulaşmaya çalışıyorsun?" Baktığı şeyleri sorduğuna göre kafasını kurcaklayacak şeyler görmüştü.

"Efendin kim inan bana bilmiyorum," Ruhsallığa bağımlı bir canlıyı en iyi duygularından vurabilirdim. "Size saygısızlık etmek istemedim."

"Söyle buraya nasıl geldin o zaman!" Parlayıp söndü.

"Bil... bil..."

Ağzından koyu kahve salyalar akıyordu. Bu kan istiyor demekti! Arkamı döndüm ve hızla merdivenlerden inmek için harekete geçtim. Lanet olasıca merdivenler hipnoz ediciydi! İndikçe çoğalıyordu ve kapılar ardından değişik varlıklar peşime takılmıştı! Bir iki tanesi kitaplardan tanıdık gelmişti ama sonuncusuna daha önce ne kitaplardan ne de gerçek hayatta rastgelmemiştim.

"Buraya gel, seni lezzetli yemeğim!"

"Git kendine başka yem bul yaratık!"

Kanatlı bir yaratık kafama dadandı, avuçlarımdan çıkan alevden sarmaşığı tüylerinin arasına daldırıp vücuduna sardım. Kendime doğru çekip bir mancınık gibi diğer iki yaratığa doğru fırlattım. Toplam dört yaratıklardı ve benimle kafayı bulmuşlardı resmen! 

"Seni sahibimin önüne atıp önce kafandan yemeğe başlayacağım!"

"Bu kadar öfkeli olmak neyine yarıyor acaba!" Diğer iki yaratığın üzerine uçan tüylü kanatlıgil ikiz gagalı iki kuşun üzerine uçtu. Böylece üçünden de kurtulabilmiştim. Sonuncusuyla işimiz vardı belli ki.

"Sahibin kim yaratık?"

"Benim bir adım var!" Hırlayarak üst merdivenden üzerime atladı.

İçgüdüsel olarak ellerimi başımın üzerine uzattım.

İnce bir zarın üzerine çarpan Dinaorus olduğu yere geri uçtu. Bense bu bitmeyen merdivenlerden inmeye devam ettim. Aramızda biraz mesafe oluşturabildim derken merdivenler birden çatladı ve ayağım kayıverdi.

Kaç metre merdivenden düştüğümü hatırlamıyorum.

Merdivenlerin sonunda ki o karanlığı ve içindeki nokta kadar ışığı...

Belki de kaç anıyı gözlerimde eskittiğimi de.

Bir yere yüz üstü çakıldığımda ıslak bir yerde yattığımı fark edebildim sadece. Soğuk, damarlarımdaki kanımı soğutacak kadar soğuktu. Boyutlar arası bir geçiş miydi bu pek anlayamamıştım. Yaratıklar yoktu. Sadece derin bir sessizlik vardı. İlk bulunduğum alana benziyordu burası, ancak orada odacıklar vardı ve peşimde uyanmış yaratıklara bakarsak yaratıkların kaldığı bir mahzendi.

Sahibim, demişti Dinaourus. Geldiğim mekanların birbirlerinden farklı ama ortak yanlarının olması büyücüye ait bir oluşumun içinde olduğumu gösteriyordu. Kim bilir bu tip kaç oluşum oluşturmuştu.

Yine merdivenler, bitmeyen merdivenler...

Bu aptalın kesinlikle merdivenlerle bir alıp veremediği vardı.

Kaç odaya girdiğimi bilemiyorum. Sayısı o kadar fazlaydı ki saymayı unuttum bir süre sonra. Her merdivenin bulunduğu katta beş oda vardı. Kimi odalara girdiğimde beni garip oluşumlu ya da daha yavru, oluşum aşamasında yaratıklar karşıladı. Birisi saçlarıma üflediği nefesiyle az kalsın beni yakıyordu. Kendimi nasıl dışarıya attığıma şaşırıyordum. Kaç gün geçmişti sahi? Bir gün doğumu ve gün batışı, lanet olsun ki hiçbir odada Moo'ya ya veya kayda değer bir şey yoktu.

Oysa ruhum en ufak bir umuda sıkı sıkı tutunmak için bekliyordu.

Gücümü boşa harcıyordum. Zaman demişti o asılsız ses, daraldıkça daralıyordu.

Merdivenlerin sonuna ulaşmam lazımdı. Eminim bu labirentin sonu esas istediğim yere beni götürecekti.  Büyükbabamın eski kitabını hatırlamalıydım.

Ne yazıyordu; "Zihni kilitleyen labirentler büyücülük için esas anahtarı oluşturur, bir labirentin sonuna varmak için kendi sonunu düşünmek gerekir. Her labirentin sonunu büyüyü yapan büyücü belirler ama labirentteki bir büyücüyse kendi sonunu kendi belirler. Tıpkı doğumundan ölüm anına kadar olduğu gibi, iyi duygularına hakim olursa kurtuluşa kötülere hakim olursa hazin bir sona hazır olur..."

Tırabzana yaslandım.

Bu sefer damarlarımdan akan kanın gücüne değil, kalbimde çarpan isimden gücümü aldım. Sonum ona çıksın istedim.

İs kokusu, bedenimde canlanan ve yükselen alevler...

Hisset, sadece hisset Minba.

Moo'nun güzel yüzü.

Bana bakan anlamlı gözleri...

Güzel kelimeleri, ciddi ifadeleri, huzursuz uykuları...

Oluyordu!

Bir ışık karanlık merdivenlerden bana doğru yükseliyordu!

Anlamıştım, ışık kalbimle bağlantılıydı ve kalp yalan söylemeyen tek organdı. Duygularım açığa çıktıkça ferahlıyordum.

Işık beni yuttu. Bir süre hiçbir şey göremedim. Eğik başımı kaldırdığımda beyaz ışıkla beraber bir bulutüsün üzerinde oturduğumu ve etrafımdaki ince bulutüs tabakalarının yavaşça sıyrıldığını fark ettim. 

Ve onu gördüm.
Ağlamak istedim. Özlem, mutluluk, hüzün... Karmakarışıktım. En çok da sarılma arzusu duyuyordum.

Onu kaybetmekten deli gibi korkmuştum.

Moo'ya doğru hareket eden büyücünün sürpriz hediye paketiydim! Bakalım beni beğenecek miydi?

"Neden dişine uygun biriyle karşı karşıyaya gelmiyorsun?"

"Kokundan seni tanıdım soydaşım ve emin ol dişlerim fazla sivridir."

Moo, kanlar içinde yerde yatıyordu. Geldiğimi fark etmiş miydi? Tırnaklarıyla soğuk zemini eşelerken duraksadı ve bayılması tam o an da oldu. 

Simsiyah bedeni kanlar içindeydi. Bir an bu kan Moo'ya ait sandım ama kan kuruyalı epey olmuş gibi görünüyordu. Yüzündeki taze kan lekeleri için onu boğazlamak istedim.

Moo'nun baygın bedenine baktı, bembeyaz göz bebeklerin de şimşekler çakıyordu.

"Moo'ya ulaşmak için önce beni çiğnemelisin!"

Pislik herif kahkaha attı. Yanıma geliyordu. Omzunun üzerinden Moo'nun durumunu görmek adına hamle yaptığımda kurumuş kanın sebebini buldum. Masum birisi hayatından olmuştu.  Belki de biri değil birileri...

"Senin başını daha önce ezmeliydim."

Ses tonu kalınlaşıyordu.

Çok daha yakınındaydım. Kollarımı çarprazlama bağladım. Bedenimi koruyan ince bir zar tabakası oluşturdum. Nasıl oluyordu bilmiyordum sadece içgüdüsel çıkan fikirlerime uyum sağlıyordum.

"Sırf soydaşım olduğun için sana kurtulman için şans verdim!"

Aman ne iyiydi, ona itaat mi etmemimi bekliyordu. Çok beklerdi.

"Beni kâle almadığını biliyorum!" Kaç kere etkisiz olduğumu belirtmişti.

Büyücü beyaz gözlerini bedenimde dolaştırdı. Sırtıma bir acı saplandı.

"Beni nasıl hatırlamazsın," dedi.

Ne hatırlaması? Zar tabakası kenarlarından çatlamaya başlamıştı. Gücüm tükeniyordu. Tabaka zorlanmalarıma dayanamarak kırıldı, bedenim odanın köşesine savruldu. Avuçlarımı birbirine bakacak şekilde yaklaştırdım. Büyücü o sırada avuçlarının arasında oluşturduğu karanlık dumana fısıldıyordu.

"Vesvedo, vesoi."

Kızıl cehennemime karşı kara bir duman mücadele edecekti.

Bedenim havaya yükselmeye başladı, engel olmak adına avuçlarımdaki alevi fırlattım, göğsüne isabet etti. Bu onu afallatmıştı.

"Sonun geldi artık!

"Moo benim, Minba!" Dedi, ismimi ağzına alarak. Alevlerime karşılık etrafta koyu dumanları dolanıyordu, odanın ortasında bir mücadeleye tutulmuşlardı. Işık, ışığın ortasında alev ve aleve karışan kara dumanlar... Yüzü gözü simsiyah kan içindeydi. Göğsüne yediği darbenin etkisiyle gözlerinden akan kan yanaklarına akıyordu.

Sol kolumu artık hissedemez hale gelmiştim. Sağ kolumdan destek aldım.

Oysa o, çok rahattı.

"Kinimin sebebini sorguladın mı hiç!" Kara dumanlar alevleri etkisi altına alıyordu.

"Aptal bir büyücüsün! Sebebi de bu!"

Güldü, omuzlarımdan kuvvet alarak yükseldim. "Mennosa," dedim. Bu sönmeye yüz tutmuş alevlerimi az da olsa canlandırdı.

Dumanları biraz da olsa ona doğru çevirebilmiştim.

Az kaldı dayan Minba, dedi içimdeki ses. Moo'ya zarar vermenin cezasını çekecekti!

"Yok alacaksın!"

Daha kuvevetli söyledim sözcükleri.
"Bir daha kimseye zarar veremeyeceksin!"
Oluyordu! Ateşim onu eziyordu!
İnlemeye kollarını birbirine yaklaştırarak bana engel olmaya başladı.

"Öldüğümde sanıyor musun ki her şey bitecek, Minba!" Bağırıyordu. Alevler, simsiyah tenini yakmaya başladı. Bedeni eriyordu.

"Her şey yeni başlayacak! Bu surata iyi bak!

İnledim, yüklenmeye devam ettim.

"Bu suratı hatırlayacaksın! İstesen de istemesen de!"

Bedeni yanmaya başladı. Önce yüzü eridi. Çıtı bile çıkmıyordu. Sonra alevlerimi bacaklarına çevirdim. Avuçlarımın arasında yaşam kaynağıymışçasına sınırsızca akmaya devam etti.

"Görüşmek üzere, Marvin..." Dedi, Marvin kimdi ya da neydi? Bunu sonra anlayacaktım. Bedeninden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Şaşırdım. Alevler kesildi. Dumanlar dağıldı ve bir ses soğuk odada yankılanmaya başladı.

Galibiyet oyuncuların! Oyun kurucular geriye dönüş işlemini başlatıyor... Karakterlerin boyutlar arası taş tecrübesi bekleniyor. Zaman sınırlı...

Ellerim benden izin almadan hareket etti. Moo'ya verdiğim şeffaf camdan taşı avuçlarımın arasına aldım.

En son hatırladığım Moo'nun çığlıkları, ve oradan oraya savrulan bedenlerimizdi.

****
BÖLÜM SONU!!

Nasıldı? Şaşırdık mı?
Beğenip beğenmediğiniz yerleri belirtmeyi unutmayın :)

Simge.

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 104K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
1.8M 94.6K 30
Cennetteki ırmağı kirleten her kötülüğe... "Vicdan, varlığında tedirgin ederken yokluğunda ağır gelirdi. En savunmasız anınızda içinizde yükselip tüm...
2.8K 452 11
Üniversiteye giden her genç gibi Rachel'ın da tek derdi geçmesi gereken finallerdi ama her gün uğradığı kahve dükkanında silahlı saldırıya uğrayınca...
1.7K 289 18
Sıradanların dünyasında, yüzyıllardır varlığını koruyan, geçmişin mirasını bugüne taşıyan ve en önemlisi güce olan saplantılığıyla tarihe adını yazdı...