HERAN

Bởi rhemelicious

1.2M 44.4K 34.2K

"Sessizliğin bu kadar gürültülü olacağını senden önce bilmezdim." (Kitap yetişkin içeriklidir.) 02.12.21 Xem Thêm

GİRİŞ
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
Ⅰ.
BÖLÜM 29
Ⅱ.
BÖLÜM 30
Ⅲ.
BÖLÜM 31
Ⅳ.
BÖLÜM 32
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 50
BÖLÜM 51
BÖLÜM 52
BÖLÜM 53
BÖLÜM 54
BÖLÜM 55
BÖLÜM 56
BÖLÜM 57
BÖLÜM 58
BÖLÜM 59
X

BÖLÜM 33

20.4K 680 437
Bởi rhemelicious

Herkese merhaba! Oldukça uzun bir bölüm, bu hafta bölümü bir gün önceden paylaşıyorum. Özel bölümü okumadıysan mutlaka oku, ondan sonra bu bölümü okuman iyi olacaktır.

Hafta boyunca Instagram üzerinden yeni bölüm alıntılarını paylaşıyor olacağım, hesabın enerjisi inanılmaz güzel, seni de aramızda görmek istiyoruz.

Kullanıcı adı: heran.wattpad

Oy verdikten sonra okumaya başlayabilirsin, yorumlarını merakla bekliyor olacağım desteklerini esirgeme lütfen

Keyifli okumalar!


☾ ☾ ☾






"Ve sen benim yanımda olduğun sürece, kimse senden de hesap soramayacak."

Kaşlarımı hızlıca çattım. "Kim benden hesap soracakmış ki?" diye sordum, fısıldaşmamızı bozmayarak.

"Ben."

"Neyin hesabını soracakmışsın?"

"Seninle kapanmamış hesabımızı kapatacağım." dedi, dudaklarıma bakıyordu. Gözlerimin parladığının farkındaydım, iyi ki gözlerime bakmıyordu. "Nasıl kapatacaksın?"

"Senin üzerinde yeni bir yöntem denemek istiyorum." Konuşurken dudaklarıma bakmaya devam ediyor, bir yandan da burnunu benim burnumun üzerine sürtüyordu.

Aşağıdan gülüşme sesleri kulağıma dolduğunda yavaşça Baran'ı iterek kendimden uzaklaştırdım. Hiç beklemeden arkamı döndükten sonra kapının yanına geldiğinde ona döndüm. "Bu gece hesabını kapatabiliriz Baran. Beni nerede bulacağını biliyorsun." dedim, kaşlarımı kaldırıp ona şımarık bir şekilde gülümseyerek merdivenlere yürüdüm.

Merdivenleri inerken alt dudağımı dişlediğimi fark edip yüzümdeki heyecanlı ifadeyi de sildim. Sonunda bahçeye çıktığımda kimsenin bana bakmadığını gördükten sonra rahatça yerime oturdum. "Mekana gidelim diyoruz," dedi Hızır, beni görür görmez.

"Saat kaç?"

"On ikiye geliyor." Cevabımı Emir'den aldıktan sonra omuz silktim. "Siz gidin. Ben gelmeyeceğim."

"Oha!" diye söylendiklerinde gözlerimi devirdim. "Ne oldu ya? Gidelim işte," Emir söylenmeye başladığında Baran'da yanımıza hiçbir şey olmamış gibi oturmuştu. Gözlerimi hızlıca ondan çekip Emir'e döndüm. "Canım istemiyor. Siz gidin,"

"Konu nedir?" Baran tekli koltuğunda yayıldıktan sonra Hızır'a ve Emir'e bakarak sormuştu. "Mekana gidelim diyoruz, Beren gelmeyeceğim diyor." dedi Emir, söylenmeye devam ederek. "Sen bari gel Baran abi."

"Siz önden gidin, benim bir işim var. Onu halledip geleceğim."

Baran bana kısa bir bakış attığında gözlerimi hızlıca onun üzerinden çekip ilgilenmiyormuş gibi yaptım. Kapanmamış hesabımızın ne olduğunu çok iyi biliyordum. Gülmemek için kendimi tutsam da içimde fırtınalar koparıyordum. Baran beni sarhoş edecek!




☾ ☾ ☾





Diğerleri arabaya binip gittiklerinde bende aşağıdaki eve inmiştim. Babamlar kendi sohbetlerine o kadar dalmışlardı ki benim de gittiğimi düşünüyorlardı. Düşüncelerini de bozmak istememiştim.

Eve geleli neredeyse kırk beş dakika oluyordu. Baran'ı beklerken kalbim ağzımda atıyor olsa da hareketlerim oldukça yavaştı. Baran'ın az sonra beni söylediği gibi sarhoş edeceğini bilsem de otururken heyecandan birkaç kadeh daha içmiştim. Acaba nasıl olacak?! Bir taraftan endişeli gibi hissediyordum bir taraftan da hemen gerçekleşmesini istiyordum. Ayrıca, ona yaptığım akıl oyununu anlamış olması beni biraz şaşırtsa da sonuçtan fazlasıyla memnundum.

Kapının sesini duyduğumda hemen arkamı dönüp kapıya baktım. Baran içeriye sessizce girdikten sonra kapıyı kapatıp kilitledi. Anahtarı cebine koyuşunu izlerken meraklı bakışlarımı ondan çektim. O konuşana kadar konuşmama kararı almıştım.

Yavaş adımlarla yanıma doğru ilerledikten sonra karşımdaki koltuğa oturdu. Meraktan ölebilirdim. Nasıl başlayacağız? Ne diyecek? Ben ne yapacağım?! Dirseğimi koltuğun köşesine dayadıktan sonra işaret parmağımı da şakaklarıma götürüp beklemeye devam ediyordum. Oturduğu yerde ceketini çıkardıktan sonra siyah gömleğinin sadece bir tane düğmesini açtı.

"Nereden başlayalım?" diye sordu, derin bir sesle.

"Bilmem, kendine çok güvenerek konuştun. Bir şeyler hazırlamışsındır." Beni izlerken yavaşça kafasını sallıyordu.

Bakışları üzerimde kalmaya devam etse de rahatsız olmamıştım. Bakması gereken yere bakıyor. Yine de bir an önce bir şeyler yapmasını istiyordum. Beni etkileyip, ateşleyecek bir şeyler yapmalıydı.

Derin bir nefes aldıktan sonra birkaç dakikalık sessizliği sonunda bozmuştu. "Karakan'ı nereden tanıyorsun?" Sorusunu duymamla kaşlarımın aşağıya düştüğünü hissetmem bir olmuştu. "Of, yine aynı şeyleri mi soracaksın! Bunları mı konuşacaktık?! Bilseydim diğerleriyle giderdim!" dedim, huysuzlanmaya başlıyordum.

"Sen ne biliyordun?" Gözlerini kısarak sorduğunda hızlıca ifademi düzelttim. "Bir şey yok ya,"

"Soracağım her şeye doğru cevap vermeni istiyorum."

"Söyledim ya Baran. Tanımıyorum."

"Söylüyorsun ama yalan söylüyorsun. Benim gerçekleri duymaya ihtiyacım var."

Ağzımdan sıkıntıyla nefes verdikten sonra bacak bacak üstüne atarak tekrar ona döndüm. "Sen tanıyor muydun bahsettiğin kişiyi?"

"Evet."

Yalan söylüyor olabilirdi. Eğer doğru söylüyorsa, Baran'da Madam'ın yanında demek oluyordu. Nasıl ya? Zihnim düşünmeye başladıkça ifadem de bozuluyordu.

"O halde tekrar söylüyorum, ona sor."

"Bende sana tekrar söylüyorum, ona sordum. Senin adını koruyor. Ama onun adamları seni korumadı. Tanıştığınızı söylüyor." dedi, kendinden emin bir şekilde.

Rahat bir nefes aldığımda yavaşça yutkundum. Baran'ın bana yalan söylediğini anlamıştım. Karakan, adamlarına benim yaptırdığımı söylemiş olamazdı. Beren! Karanlıkta kimseye güven olmaz. Evet, ama anlaşmamız vardı.

"Hadi ya, nereden tanıyorlarmış beni?"

"Adamları tanımıyor. Sadece bu görevi onlara senin verdiğini söylediler."

"İyi tamam, ben yapmışım. Ne olmuş? Ne söyleyeceksin şimdi?"

"Karakan'ı nereden tanıyorsun?" Sessizliğimi koruyarak birkaç dakika gözlerinin içine baktıktan sonra konuştum.

"Emir bana söyledi, Asya yapmış. Senin de bunu bildiğini biliyorum. Neden hala beni suçlamaya çalışıyorsun?" diye sordum, gözlerimi kısarak. Onu anlamaya çalışıyordum. Hiçbir açığım olmamasına rağmen beni neden suçluyordu, anlamıyordum. Üstelik basit bir işin arkasına neden bu kadar düşmüş olabileceğini de düşünüyordum.

"Bu senin planının parçası. Kabul ediyorum, basit ama mükemmel bir plan. Belki davetiyeler işin içinde olmasaydı, her şeyi kendinde halledebilirdin. Ama bir yandan Asya denen kızla da uğraşmak istedin. Kerim, Emir ve Hande sinirini oldukça bozmuştu. Emir'e dokunmadın çünkü Emir hem kendisi için korkacaktı hem de oklar senin üzerinde olacaktı. Çünkü bu senin göstermiş olduğun gibi Asya'nın planıysa, o basit düşünen birisi. Suçu sana atmak isterken Emir'e dokunmamış olması seni suçlu gösterecekti. Karakan, elime düştüğünde Asya'nın adını veriyor. Ve olaylara Asya'nın bakış açısından baktığımızda Karakan'ın söylediğine inanıyoruz. Bu planı Asya yaptı, neden, çünkü sen onu rezil ettin. Neden Emir'e dokunmadı, çünkü ikinizin birbirinize bir şey yapmadığını düşünüyor."

Sessizce onu dinlerken, kendimle gurur duymuştum. Baran'ın bana yaptığı en uzun konuşma olabilir. Basit bir zihin oyunuydu aslında. Uzun zaman sonra sahalara geri dönmüş olmak gurur vericiydi. Öte yandan Baran bu kadar şeyi düşündüğü için endişelenmiştim. Doğru söylüyordu, bunları düşünmüş olması bile benim adıma fazlasıyla tehlikeliydi. Ayrıca, bu kadar şeyi düşündüğüne göre onunda karışık bir zihni olmalıydı.

"Sen kendini basitçe insanlara kanıtlayabilirsin, nasıl mı, eğer sen yapmış olsaydın Emir ile de uğraşırdın. Ama Asya aranızın bozuk olduğunu bilemezdi. Karakan tehlikeli biri, Asya bunun için suçu üstlendi ve susuyor. Planın gayet güzel. Basit ve etkili. Herkese düşünmesi gerekeni gösteriyorsun."

"Geçmiş olsun Baran, bunları düşünmek bile yorucu olmalı."

"Ben Karakan'ı tanırım. Karakan'da beni iyi bilir. Bunu yapamayacağını da iyi biliyordu. Sırf senin için böyle bir şey yapıyorsa, üstelik ismini de koruyor... Özel bir bağınız olmalı."

"Şu an benim yerimde olmak istemezdin. Buradan kafayı yemiş gibi gözüküyorsun."

"Kafayı falan yemedim, sadece aranızdaki şeyi soruyorum."

"İyi. Bende senin gibi kafamdan bir şey uydurayım o halde... Karakan benim eski sevgilimmiş meğerse, bana kafayı öyle bir-"

"Alay edeceğin bir şey söylemiyorum. Konu oldukça ciddi."

"Neyi ciddi Baran? Senin kurduğun komplo teorilerini mi çözeceğiz?" Alt dudağını sinirle dişlediğinde pes edeceğini düşünsem de yanılmıştım.

"Hayır. Sen bana gizlediğin yüzünü anlatacaksın."

"Hiçbir karakterimi saklamıyorum, hepsini görmüşsündür."

"Öyle mi?" diye sordu, kaşlarını kaldırarak. Onun gibi kaşlarımı kaldırarak hızlıca tepkisini kopyaladım. "Öyle."

"Karanlıkta kimsenin yüzünü göremezsin." dedi, soğuk bir sesle. Onu duymamla ifadem bozulacak gibi olsa da kaşlarımı yukarıda tutmaya devam ettim. "Öğrenmiş olmalısın. Karanlıkta kimseyi göremezsin, kimseye güvenemezsin. Sessiz anlaşmaların olur, onlara uymak zorunda kalırsın. Aksi halde oldukça ağır bedeller ödersin. Herkesi tanıyorum diye düşünsen de karanlıkta görmediğin kişiler illaki olur. Belki sen, benim hiçbir zaman göremediğim bir kişi olmuşsundur."

NE?! Beynim, uyuşmaya başlamıştı. Konuşacağım kelimeler sanki etrafımda dönüyordu. Baran'ın bu sözleri nereden öğrendiğini düşünmeye çalışsam da başaramıyordum. Baran ya aramızda olan birisiydi ya da bunları öğrenmiş herhangi birisi. İçimden çığlıklar atıyor olsam da surat ifademi korumaya çalışırken mimiklerimi bozacağımdan da korkuyordum.

"Bana Karakan'ı anlatmak zorunda da değilsin. Başka kimleri tanıyorsun?"

"Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım." dedim, sonunda kendimi toparladığımda. Kafasını hafifçe yana yatırıp kaşlarını çatarak bana bakmaya devam etti. "Anlamadın mı yoksa nereden bildiğime mi şaşırdın?"

"Tamam, başardın. Senden korkuyorum artık." dedim, koltuğa gömülmek ister gibi sırtımı iyice koltuğa yasladım.

"Güzel. Eğer bilmiyorsan bile... Eninde sonunda anlattıklarımı öğrenecektin. Eğer karanlığın içindeysen, beni duymamış olman garip. Ya da belki de tanıyordun?" Sorar gibi, öne doğru eğildiğinde artık bakışlarından rahatsız olmuştum. Sorduğu soruyu bende kendime sorduğumda hızlı bir cevap almıştım. Sana her şeyi anlatmazlardı, sende hiç merak etmedin.

"Kerim'in olayı olmamış olsaydı, seni hiç tanımayacaktım." Doğruyu söylediğim için sesimin ilk defa düzgün çıktığını fark ederek bu ses tonunu kullanmaya devam etmem gerektiğini kendime tembihlemiştim.

"Kim için çalışıyordun?"

"Ne diyorsun Baran ya?! Aynen, ajanmışım! Ben sıkıldım, hem deli deli konuşuyorsun karşımda... Korkutma beni! Sarhoş mu oldun?" Sesimi birden yükselttiğimde kaşlarım sinirle çatılmıştı. "Deli deli konuşmaya devam edeceğim o halde. Bana Emir ile büyük ihalenizi anlatır mısın?"

"Emir anlattı ya sabah,"

"Benim öğrendiğim olayın içinde para ve belgeler var."

Kendimi kapana kısılmışım gibi rahatsız hissediyordum. Baran içeriden biri olmayabilirdi. Dışarıdan içeriye girmeye çalışıyor da olabilirdi. Her türlü tehlike altındaymışım gibi hissediyordum. Zihnim tüm uyarıları gönderiyordu, ne yapacağımı düşünmekten bayılabilirdim çünkü hayatımda ilk kez biri benden karanlıkta olmamla ilgili hesap soruyordu.

"Ne parası Baran? Saçmaladın iyice, abim bile biliyor. Gözaltına alındık o kadar."

"Sizin gözaltına alındığınız gün... Bir soygun olmuş olması tesadüf mü yani?"

"Ne soygunundan bahsediyorsun? Soygunu şimdi duyuyorum, öyle bir şey olsaydı abimin de haberi olurdu herhalde. Polis bizi götürdü, abime her şeyi anlattı. Bunu da söylerdi!"

"Şu anda ya saçma şeyler söyleyen bir adamım ya da tüm gerçeklerini bilen biriyim. Yakında tekrar tanışacağız. Belki karanlıkta tanışacağız... Sen söylemeyecek bile olsan... Merak etme, karanlıkta illaki birileri konuşur. Gerekirse herkesi deliğinden çıkarır ve sorarım. O yüzden sana son kez söylüyorum, seni soran kişi ben olduğumda başın belaya girebilir. Bana dürüst olman için son şansın."

"Burada neden bekledim biliyor musun?" diye sordum bir anda, gözlerimi kısarak yavaşça ayağa kalkmıştım. Beni bozguna uğratmıştı ama bunu içimde halledecektim. Ona karşı afallamış gözükmek istemiyordum. O yüzden konuyu değiştirmeliydim.

Kafasını hızlıca sağa çevirip sanki neden diye sorar gibi bana baktığında iyice ona yaklaşmıştım. "Diğerlerine halledilecek işinin olduğunu söylediğinde, halledilecek işinin ben olduğumu düşünmüştüm." Bacaklarının arasında dikilmeye devam ederken yüzüne yaklaşmak için belimi ona doğru eğdim.

"Sendin zaten," dedi çenesini kaldırıp kafasını bana doğru yükselttiğinde.

"Bu saçmalıkları konuşmak mıydı işin? Mekana gitmekten daha eğleneceğimiz bir şey planlamanı bekliyordum."

Baran Kamranoğlu karanlığın içinde olan biriyse, gizli kalmam gerekiyordu. Yani inkar etmeye devam edecektim. Bu fikir oldukça uzak geliyordu. O, karanlığın pis işlerini yapacak birine benzemiyordu. Baran Kamranoğlu karanlığa girmek isteyen ya da merak eden biriyse, yine gizli kalmam gerekiyordu. Yani inkar, inkar ve inkar edecektim.

Ailemi, kendimi ve sevdiklerimi korumak için bugüne kadar gizli kalmıştım. Böyle de devam edecekti. Onları korumak için bu yolu seçmeyebilirdim tabii, ama o zaman Beren olmazdı. Eğlence her zaman devam etmeliydi ama kimseyi tehlikeye atmamak gerekiyordu.

"Sana bu aptal laflarının yerine başka bir şey söyleyeyim mi?" diye sordum, yüzüne iyice eğildiğimde ellerimi oturduğu koltuğun iki köşesine yaslamıştım. Oldukça sinirli gözükürken beni izlemeye devam ediyordu. Onun bir şey söylemesini beklemeden devam ettim. "Hem de mantıklı bir şey söyleyeceğim."

Belini doğrultup elini de bacağımın arkasına götürdüğünde duraksayarak sessizce nefes aldım. O elini bacağımın alt kısmından dizimin arkasına doğru götürürken üzerine biraz daha eğildim. "Ben sana bugün bir ders verdim. Sana verilen dersi dinlemek yerine bunları mı düşünüyordun?"

"Ne dersi?" diye sorduğunda, sırtını koltuktan ayırmış bana yaklaşmaya çalışıyordu. "Neden beni balkonda sıkıştırdın?"

"Dersimi almışım demek ki," dedi, beni yine şaşırtarak. Dizimin arkasında bekleyen eliyle bacağımı kavradıktan sonra kendine doğru çekerek bacağının yanına dizimi koydu. "Güzel. Aptal şeylerini söylemeden önce bununla başlayabilirdin."

Diğer elini de sanki bana haber vermek istemiyormuş gibi yavaşça diğer dizimin arkasına götürdü. Yine bacağımı kendine çekmek istediğinde hiç direnmeden diğer dizimi de bacağının yanına yerleştirdim.

Bacaklarının iki yanında dizlerimden destek alarak dikilmeye devam ederken boynunun aşağısında bir yere dokunarak onu koltuğa yasladım. "Ne öğrendin?" diye sorarken bende onun üzerine doğru eğildim. Kafasını koltukla buluşturduğunda ellerini de dizlerimden çekmemiş, beni seyretmeye devam ediyordu. "Sözlerinin arkasında durduğunu."

Memnun olmuş bir ifadeyle gülümsedikten sonra gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Ellerimi omzuna yerleştirerek boynuna yaklaştırdım. "Bana ulaşılamaz olduğunu gösterdin, hep öyle mi kalacaksın?" Boğuklaşmış sesiyle sorduğu soruyu duyduğumda gülümsemem yüzümden hafif silinir gibi olmuştu.

"Beni özledin mi?"

Kaşlarımı kaldırarak sorumu sorduğumda alacağım cevabı beklerken nedense içim kıpır kıpırdı. Baran'ın tüm yaklaşımlarını reddetmiş olmamın bir sebebi vardı. Ona bunu az sonra söyleyecektim. Ona takındığım tavır beni oldukça tatmin etmişti. Sonuçta herkesin görebileceği bir yerde neredeyse üzerime atlamıştı. Onu kontrol edebileceğim bir ip bulmak beni mutlu etse de onu her reddettiğimde sanki bedenim de beni cezalandırmak istemişti. Bulduğum ip her ne ise ucunun bana da dokunduğu belliydi. Bedenimin onun bedenine olan hayranlığı beni de zora sokuyordu. Yine de ondan daha fazla dayanabilmiştim.

"Fazlasıyla."

"Neredeyse tüm gün yanında olmama rağmen beni özledin mi?" Gözlerini tekrar kapattığında yavaşça yutkundu. Boynundaki çıkıntının hareketini izlerken gözlerini açtığını fark edip bakışlarımı ona yönelttim. "Tüm gün yanımda olmana rağmen, seni özledim."

Tekrar gülümsediğimde bu sefer hafifçe başımı sallıyordum. "Ve sonunda bana dayanamadın," Ben konuşurken, az önce söylediği şeylerin tamamını unutmuş gibi gözüküyordu. Kafasını yatırdığı koltuktan yavaşça kaldırdığında yüzünü göğsümün üzerine yaklaştırdı. Burnu tenimin üzerine dokunduğunda bir elimi ensesine doğru götürdüm.

Derin bir nefes aldıktan sonra mırıldanır bir sesle konuştu. "Dayanamıyorum," Dudak kenarlarım gülümsediğim için kulaklarıma kadar itilmekten vazgeçmeyecek gibiydi. Zafer. Burnundan sonra dudaklarını tenime sürtmeye başladığında tadımı çıkarmasına izin veriyordum.

Nefeslerini göğsümün üzerine vermeye devam ederken dizlerimin arkasındaki ellerini yukarıya doğru götürdü. Boynunun kenarında duran elimle yüzünü tenimden ayırdığımda kafasını tekrar koltuğa yaslayarak yavaşça gözlerini açtı. "Belki seni öpmeye çoktan hazır gibi gözükebilirim, meraklınmışım gibi dolaşabilirim," dedim, onun cümlelerini tekrarlamaya başladığımda. "Ama istediğim an, her şeyimi geri çekerim."

Dudaklarına doğru eğildiğimde kalçamı biraz daha onun kasıklarına yaklaştırmış olsam da hala onun kucağına oturmuyordum. "Senin yaptığın hiçbir şey beni cesaretlendirmez. Cesaret için kimseye ihtiyacım yok."

"Tüm sorularına cevap verdim. Sende benim sorumu cevapla." dedi, yutkunduktan sonra. Ellerini tekrar dizlerimin arkasına götürdüğünde dizlerimi aniden öne doğru çekerek beni kucağına düşürdü. "Ulaşılamaz olarak mı kalacaksın?"

"Neden soruyorsun?"

"Çok şey soruyorum,"

"Ben istersem ulaşabilirsin, istemezsem... Sadece aramaya devam edersin. Elinde hiçbir şey olmadan, beni ararsın."

"Karanlıkta arayacağım gibi mi?" Birden gözlerimi devirip üzerinden kalkmaya yeltendiğimde elleriyle kalçamı kavrayıp beni kendine çekti. Kollarım göğsümüzün arasında kalmış olsa da yüzünü bana yaklaştırdı. "Karanlıkta sana ulaşmam zor olmayacak."

Dudaklarımı sinirle bastırdıktan sonra kucağında kendimi ileriye doğru ittim. Karın kasları onu kalçamın altında hissetmemle gerildiğinde alt dudağımı dişleyerek ona baktım. "Beni nerede arıyorsun bilmiyorum, olmadığım bir yerde beni bulman zor olacak."

"Seni aradığım yerde bulmak istemiyorum."

"Ne demek bu?" Soruma cevap vermek yerine kafasını yavaşça iki yana salladı. "Anlatamayacağım kadar karışık. O yüzden tek isteğim dürüst olmandı. Anlaşılan olmayacaksın."

Kucağında oturmaya devam etsem de kendimi ondan uzaklaştırarak geriye ittim. "Bana bir şey soruyorsun, cevaplıyorum. Cevabım sadece zihninde verdiğin cevaba uymadığı için bana yalancı diyorsun."

"Sana güvenmiyorum."

"Sorunun cevabını aramaya devam et o zaman. Boşuna zaman harcayacaksın."

"Hiçbir iftira, hiçbir şüphe boşuna oluşmaz. Seni karanlıkta bulmamak için sabırsızlanıyorum." Anlamamış bir ifadeyle ona bakmayı sürdürürken role girmeye hazırlanıyordum. Onun kucağında oturuyordum ama konuşmalarına bakılırsa bombanın da üzerinde oturuyor olabilirdim.

"İyi Baran... Karanlıkta bulursan ne olacakmış?" diye sordum, hem alaylı hem de masum bir şekilde.

"İşte o zaman kıyamet kopacak."

"Kopmazsa ne olacak?"

"Yine kıyamet kopabilir. Ama o kıyamet, en güzel şekilde kopacak."

"O halde sen beni bulana kadar bekleyelim," dedim, baygın bakışlarımla. İfademle ona saçmaladığını anlatmaya çalışıyordum. Hiçbir şey bilmediğime emindim, onun bu kadar şeyi nereden bildiğini öğrenmeliydim.

"Bekleyeceğiz. Çok uzun süreceğini sanmıyorum. Eğer seni karanlıkta bulamazsam karanlığa götüreceğim, o zaman bu anlattıklarım sana saçma gelmeyecek. Şu an yalan söylemiyorsan tabii. Eğer yalan söylüyorsan oldukça endişeli olmalısın. Yine de duygularını iyi gizliyorsun."

"Beni karanlığa götürmek ne demek?" diye sordum, çatık kaşlarımla. Baran, aramızda mı? Aslında tek düşündüğüm buradan uzaklaşarak kaçmaktı. Bedenim oldukça rahat olsa da zihnim hiç olmadığı kadar rahatsız hissediyordu. Düşüncelerim içimi kemirmeye başlıyordu.

"Seni karanlıkla tanıştıracağım. Beni merak ediyordun, kendimi sana orada anlatacağım." Göğsüm birden aşağı indiğinde meraklı bakışlarımı ondan çekmiyor ve ifademden bir şey anlamaması için çabalıyordum.

"Açık konuş lütfen, anlamıyorum. Kötü şeyler mi yapıyorsun yani?"

"Sana hakkımda söylenilenleri düşün. Eğer karanlıktaysan beni etrafındakilere sor. Karakan anlatmış bile olabilir-"

"Of, ben gidiyorum." dedim, dayanamayarak. Oldukça rahatsız hissediyordum. Onunla bu konuyu konuşmak beni germişti. Önce zihnimi dağıtmalıydım, odağımı değiştirmeliydim. Daha sonra onun neden böyle konuştuğunu düşünecektim.

Biri bana bildiğim bir karanlığı anlatıyordu. O karanlıktan habersizmişim gibi durmak, benim gibi iyi bir oyuncu için bile zordu.

Üzerinden kalkmak için tekrar bir hamle yaptığımda beni belimden sıkıca yakalayıp gitmeme izin vermemişti. "Nereye gideceksin?"

"Beni böyle suçlamandan sıkıldım," dedim, omuzlarımı düşürerek. Gitmeme izin vermemiş olsa da bende direnmemiştim. Ellerimi gömleğinin iki yakasına götürdükten sonra yakalarıyla oynamaya başladım. Dediğim gibi, zihnimi dağıtmam gerekiyordu. "Ayrıca, beni korkuttun." Çenemi aşağıya eğip bakışlarımı ona doğru kaldırdığımda yüzüme masum bir ifade yerleştirdim.

"Neden korkuyorsun?"

"Çünkü delirmiş gibi konuşuyorsun." dedim, iki yakasında tuttuğum ellerimle onu yavaşça koltuğa yaslarken. "Endişeleniyorum, neden böyle anlamsız konuşuyorsun ki? Hem ben karanlığı hiç sevmem."

Yumuşak sesimle konuşmaya devam ederken onunda sakinleşiyor olduğunu hissediyordum. Onun sakinleşmesiyle bende sakinleşiyor gibiydim.

"Karanlığı kimse sevmez." dedi, konuşmaya başladığında. Halbuki ben seviyordum. "Karanlıktakiler sadece para ve gücün peşindedir. Başka hiçbir şey bilmezler. Yola çıktıklarını yolda buldukları ile değişirler. Şeytandan bile daha şeytanlardır. Hayal edemeyeceğin kadar kötüler." Zaten eğlenceli olmasının sebebi buydu.

"Kötülerse senin işin ne onlarla?"

"Benim onlarla bir işim yok," dedi elleriyle belimi tutarken beni kendine doğru yaklaştırdı. "Ben karanlığı yönetiyorum."

'Senin uğraşacağın biri değil. Kamranoğlu ailesi güçlüdür. Kimse onların gücünü sorgulayamaz. Dokunulmazlardır. Baran Kamranoğlu... Daha fena.' Karakan'ın sesi kulaklarımda yankılandığında hızlıca zihnimden uzaklaştım. Yine de kalp atışlarımın hızlanmasını engelleyemiyordum.

"Madem yönetiyorsun... Dediğin gibi biri olsaydım, beni bilirdin. Suçlamalarının asılsız olduğu buradan belli."

"Belki de birileri seni benden sakladı?" dedi sorar gibi bir tavırla. Ona ne diyeceğimi bilemeyip yavaşça kafamı iki yana salladım. Gözlerimi ondan çekmek istiyordum, bana öyle bir bakıyordu ki sanki gözlerimi ondan çekemememin sebebi kendisiydi. "Karanlıktaysan, bir amacın olmalı." diye fısıldadı, belimdeki ellerini aşağıya doğru çektiğinde kalçamın üzerine geldiğinde durdu. Onun söylediklerini sindirmekle o kadar meşguldüm ki, bedenimin üzerinde her şeyi yapabilirdi. "Senin amacın ne?"

Sorusuna kaşlarımı hafifçe çatmayı aklıma getirdiğimde yine ifademi onu anlamıyormuşum gibi göstermiştim. En azından hala bunu başarabiliyordum. "Para mı? Güç mü?" Nefeslerim hızlanmaya başladığında dudak kenarlarımın titremeye başladığını hissederek yine kendimi toparlamak için zihnime emirler veriyordum. O konuşmaya devam ettikçe işim zorlaşıyordu ama onu susturacak bir şey düşünemeyecek kadar doluydum.

"Her ne istiyorsan," dedi kalçamı kendine doğru iyice çektiğinde artık göğüslerimiz birbirine değiyordu. Yakalarına tutunan ellerimi istemsizce yukarıya doğru götürerek kollarımı boynuna dolamıştım. Bedenim sanki onun bedeniyle sakinleşmek istiyordu. Zihnim ne ile sakinleşecekti bilmiyordum. "Para ya da güç... Hayal edemeyeceğin kadar fazlasına sahibim. Kimse beni sorgulayamaz. O yüzden, eğer yanımda olursan... Kimse seni de sorgulayamaz."

Yüzümü yüzüne biraz yaklaştırdığımda dudaklarıma baktı. "Baran," diye fısıldadığımda uzun süre konuşmadığım için sesim çatallı gibi çıkmıştı. "Beni gerçekten korkutuyorsun. Sana ne oldu?" Sorumu sorduğumda dudaklarımı yanağına doğru götürüp bekledim. "Hem bu dediğin ne demek yani? Bir şey mi teklif ediyorsun?"

"Şimdilik sadece duyman için söylüyorum, belki tanışmadığım yüzün ne demek istediğimi anlıyordur. Haklı olan sen isen, karanlık tarafa götürdüğümde ne demek istediğimi anlayacaksın."

Ne demek istediğini anlıyordum. Sadece mantıksız geliyordu. Madam, ortalarda yokken başa geçmeyi başarmış mıydı? Eğer öyleyse bu zamana kadar kendini sır gibi saklamış olamazdı. Madam'a oynayan biri fazlasıyla büyük oynamış olurdu ve benim kesinlikle haberim olurdu. Belki de benden şüphelendiği için yalan söylüyordur. Ama Karakan'ın sözleri?

"Sen beni hiç anlamamışsın," dedim, dudaklarım hala yanağına değerken mırıldanarak konuştum. "Sana itaat edeceğimi söyledim ya," Mırıldanarak konuşmaya başladığımda belimi fazlasıyla yavaş bir şekilde kıvırmaya başlamıştım. Belli belirsiz yaptığım hareketimle verdiği nefesini duyduğumda konuşmaya devam ettim. "Sen hangi Beren'i istersen, sana onu getireceğimi söyledim." Dudaklarımı kulağına doğru götürdüğümde o da ellerini ayak bileklerime götürerek topuklu ayakkabılarımın tokalarıyla uğraşmaya başladı.

"Beni aramana gerek yok, ben sana getireceğim. Beni yanlış mı anladın yoksa?" Ayakkabılarımın tokasını çözdükten sonra ayakkabılarımı gürültülü bir şekilde yere bıraktı. "Ve beni korkutmak için böyle şeyler mi uyduruyorsun?"

"Uydurmuyorum," dedi sertçe, kafasını bana doğru çevirdiğinde gözlerime baktı. Gözlerime olan bakışını umursamadan kafamı hafifçe eğerek dudaklarımı çenesinin etrafında yavaşça gezdirmeye başladım. Bileğimdeki elleri bacaklarımın üzerinde gezindikten sonra kalçamın üzerinde durmuştu. "Merak etme," dedim, belimin hareketini hızlandırmasam da yaptığımın baskıyı artırmıştım. "Güçten etkilendiğimi söylediğim için böyle konuşuyorsun... Ama kollarının gücü de-"

"Doyumsuz olduğunu söylemiştin. Fiziksel güç seni bir süre sonra aç bırakacaktır. Daha fazlasını istemeyecek misin?" diye sorduğunda alt dudağımı yüzünde gezdirmeye devam ederken birden durdum. "Haklısın, isteyeceğim."

"İşte o karanlıkta daha fazlasını göreceksin," Yüzümü yüzünden ayırdıktan sonra dudaklarımı sıkılmış gibi şişerek kafamı geriye yasladım. "Of, bence sen benim söylediklerimi çok düşünüp üstüne böyle şeyler kurdun kafanda." dedim, yüzünü avuçlarımın arasına alıp gözlerinin içine bakıyordum. "Çok normal, bana da öyle oluyor." Sanki yanlış konuştuğunu düşünüyormuşum gibi onu rahatlatmaya çalışsam da gözlerinden beni dinlemediğini anlıyordum. Kendi düşüncelerimden sıyrılmak için onu da düşüncelerinden ayırmam gerekiyordu.

Ellerimi yanaklarından omzuna götürdükten sonra konuştum. "Senin güçlü kolların bana yetecek, biliyorum." Sonunda ifadesini değiştirip hafifçe kaşlarını çattı. "Yetmezse ne olacak?" Yeni sorusunu duyduğumda omuzlarım aşağı düşmüştü. Zihnimi öyle karıştırmıştı ki, ona ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Konuşmak benim için zorlaşmıştı. Evet, benim için. "Yetmezse başka güçlü kollar mı arayacaksın?"

Yüzünden yavaşça uzaklaşarak birleşmiş olan göğsümüzü de ayırarak ona bakmaya devam ettim. "Ben gerçekten sıkıldım." dedim, bir elimi koltuğun köşesine yaslayıp kalkacakken beni tekrar engelledi. Elini belime götürüp beni tekrar kendine yaklaştırdıktan sonra koltukta kalçasını öne iterek koltuğun üzerine yayılır gibi oturmaya başladı.

"Neden-"

"Beni öpmeni istiyorum." dedi birden, gözlerini hiç benden çekmiyordu. Nefeslerim hızlanmıştı. Suratım somurtacak gibi olduğunda ifademi hemen toparladım.

Baran ile öpüşmüş olabilirdik. Defalarca. Hiçbirinde de onu ben öpmemiştim. Bunu bilinçli yapmıştım. Öpüşmeyi bilmiyor olduğumu bilmediği için onu hiçbir zaman ben öpmemiştim. Sadece onun beni öpmesine izin vermiş ve ona ayak uydurmuştum. Şu anda neden bunu benden istediğini de anlamış değildim. Dün gece beni hep sen öptün demiştin, o yüzden.

"Tüm bunları sana ders verdiğim için mi yapıyordun?"

"Onunla bir alakası yok. Bana bir şey anlattın ve bende anladım. Sana kendimi açıkladım, sende bana kendini açıkladın. Konu kapandı. Sadece seni bu kadar öpmüşken, senin beni hiç öpmemen... Haksızlık."

Benim ona söylemiş olduğum cümleyi, olabilecek en güzel şekilde bana iade ettiğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı.

"Benimle oynuyorsun," dedim, lafı çevirmek istemiştim. Biraz daha konuşup lafı çevirebilirsem onun beni öpmesini sağlayabilirdim. "Sana söylediğim şeyler ağır gelmiş olmalı. Önce bana söylediğin sözleri haksız çıkardım, şimdi laflarımın arkasında olduğumu söylüyorum. Bence yediremiyorsun."

"Hayır, söylediğin her şeyi kabul ediyorum. Laflarının arkasında olduğunu sen söylemeden ben söyledim. Sadece beni öpmeni istiyorum o kadar."

Ondan yine geri çekilerek kollarımı göğsümde birleştirdim. Zaten yeterince huzursuz hissediyordum, aklıma bunu sokmuş olması iyi olmamıştı. "İlk defa seninle öpüştüm diye dalga mı geçeceksin benimle?" Alakasız gibi gözükse de aklıma birden düşmüş, sormak istemiştim. Konu aramızda çoktan konuşulduğu için huysuzlandığımı sesimden de belli ediyordum.

Kafasını beni görmek için biraz daha koltuğa yaslayıp ellerini bacağımın üst tarafına yerleştirmişti, sanki yine gitmeye kalkışırsam beni tutacak gibi gözüküyordu. "Bugün senden aldığım hiçbir cevap kafamda oturmadı-"

"Ne alaka şimdi? Öpmekle bunun-"

"Belki başka bir cevap daha arıyorumdur?"

"Ne? Neyin cevabını arıyorsun?"

"Bu sefer sorumu söylememeyi tercih ediyorum. Sen beni öptüğün zaman, sorum cevaplanmış olacak." Yanaklarımı şişirip ofladıktan sonra ne yapacağımı düşünüyordum.

"Bu sefer cevap vermek istemiyorum o zaman, verdiğim cevapları beğenmedin zaten."

"Beğenmemem imkansız. Beni öpmeni istiyorum,"

"Ya bundan nasıl bir cevap alabilirsin!" diye söylendim, kaşlarımı çatarak.

"Neden sorguluyorsun ki? Sonuçta senin gözlerinde ben, saçmalayan bir adamım." Onu duyduğumda dişlerimi sinirle sıktım. "İyi! Öpeceğim seni!"

Benim aksime oldukça rahat bir tavırla kafasını hızlıca sağa çevirip bana döndü. "İstediğin kadar,"

Koltukta sanki yatar bir pozisyonda oturduğu için belimi hafifçe ona doğru eğdim. Derin nefes alırken dudaklarına bakıyordum. Gerginlikten başımın döneceğini düşünürken bir yandan da onun beni nasıl öptüğünü hatırlamaya çalışıyordum.

Elimi göğsünün ortasına yerleştirdikten sonra meraklı bakışlarımı gözlerine çevirdim. Bunu soracağım için umarım pişman olmazdım, geldiğinden beri bana öyle şeyler söylemişti ki zihnim cümlelerini etrafımda dolaştırmaya devam ediyordu. Bu yüzden beynim çalışmayı durdurmuştu. Üstelik bu isteği beni daha da zorluyordu. Çığlık atıp kaçmak istiyordum. Onu nasıl öpeceğim sorun değilmiş gibi şimdi de daha onu öpmeden sonrasını düşünmeye başlamıştım. Kaygılarımı bile kendim ateşliyordum. "Nasıl öpeceğim?" diye sordum, omuzlarımı biraz kaldırarak. Sanki çoktan öpmüşüm gibi, zihnim bana onun beğenip beğenmeyeceğini, iyi ya da kötü öpüşecek olduğumu düşündürtüyordu.

"Ben seni nasıl öpüyorsam öyle,"

"Unutmuşum Baran ya," dedim, söylenir gibi. İfademi bile bana acıması için masumlaştırıyordum. Belki bu halime dayanamayıp beni öperdi.

"Bekliyorum," dedi nefes vererek. Gitmek beni korkak gibi gösterebilirdi. Ya neden utanıyorsun?! Söyledin zaten her şeyi! Televizyondan gördüğünü bile anlattın! Yapış gitsin! Filmlerde ne gördüysen!

Yüzümü yüzüne yaklaştırdıktan sonra biraz bekledim. Dudaklarımı dudaklarına belli belirsiz dokundurduktan sonra hala ondan sert bir hamle beklesem de öylece bekliyordu. Dudaklarımla dokunmaktan vazgeçip gerçekten onu dudaklarından öpüp geri çekildim. "Öptüm,"

"Benim seni öptüğüm gibi istiyorum," dedi, bu sefer keyiflenmiş gibi gözüküyordu. Çok üstüme geldiği için fazlasıyla huzursuzken, onu sonunda keyifli gördüğüm için konuştuklarımızı unuttuğunu düşünüp bir anlığına rahatladım.

Belimi yine ona doğru eğerek yüzümü tekrar yüzüne yaklaştırdım. Biraz rahatlamış olmak sanırım zihnimde yer açmış, Baran'ın beni öptüğü birkaç an zihnimde canlanmıştı. Kendime güvenmeye çalışsam da bu seferki rolü iyi oynamayacağımın farkındaydım. Kimse bunu iyi oynayamaz.

Gözlerimi kapattıktan sonra zihnimde onun beni öptüğü anı canlandırarak yaptıklarını yapmaya çalıştım. Alt dudağını dudaklarımın arasına alıp emmeye başladığımda dudaklarını aralayarak dişlerinin arasındaki mesafeyi artırmıştı ama öpüşüme karşılık vermiyordu. Onun beni öperken dilini ağzımın içinde gezdirdiğini hatırlayarak aynı hareketini tekrarladım. Dilim onun damağında küçük bir gezinti yaptığında ona alıştığımı hissediyordum.

Öpüşüme karşılık vermiyor olmasını umursamadan dudağını biraz emiyordum daha sonra dilimi onun ağzında dolaştırıyordum. Ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu, beni öpüşü hoşuma gidiyordu ama onu öpüyor olmakta hoşuma gitmişti. Belimi istemsizce kıvırmaya başladığımda karın kasları yine kasılmıştı.

Kalçasını hafifçe kaldırıp indirdiğinde sertleşmiş olan penisini yine kalçamın altında hissetmek beni alevlendirmişti. Dudaklarını öpmeye devam ederken parmaklarımı çene hattının kenarına yerleştirdim. Bedenimin kontrolünü kaybetmiş gibiydim, belimin hareketini hızlandıracakken onun bana hala karşılık vermediğini yeni fark edebilmiştim.

Bir anda bedenimi kapatmışım gibi durup yüzümü yüzünden uzaklaştırdım. "Neden beni öpmüyorsun?" diye sorduğumda, gözlerini yavaşça açarak kafasını yavaşça iki yana sallamaya başladı. "Yine cevabı beğenmedin mi?" Beklemeden başka bir soru sorduğumda keyifle gözlerini kısarak alt dudağını dişledi.

"Keşke her sorumun cevabını bu kadar net anlasaydım,"

"Neymiş cevap?"

"Doğru."

"Ne doğru?"

"Cevap, doğru olan seçenekmiş." Bakışlarımı baygınlaştırarak ona bakmaya devam ettim.

"Baran bu halini hiç sevmedim ya, bitmeyecek olduğunu düşündüğüm libidomu ne hale getirdin." dedim, omuzlarımı düşürerek. Sesim bile yorgun çıkıyordu. Kendimi hiç seksi hissetmiyordum, oldukça kafam karışmıştı. Baran kesinlikle deli, hem de ileri zekadan dolayı delirenlerden. Sonuçta bu kadar şeyi öğrenmiş, en iyi ihtimalle kafasında kurmuştu. Korku beni her zaman yükseltmişti, ilk defa bu kadar düşürüyordu. Zihnimi dağıtmak istedikçe, söyledikleriyle tekrar zihnime yoğunlaştırıyordu. Karanlık taraftaysa, geçmiş olsun Beren.

"Çok kafamı karıştırdın." Tekrar söylendiğimde o benim aksime keyfini sürdürüyordu. Üstelik bu sefer keyiflenmesi de umurumda olmamıştı. "Neden?"

"Ne demek neden ya? Deli deli konuştun, cevap ne diyorum, doğruymuş diyorsun... Anlamadım-"

"Keşke sende benim kafamı karıştırdığında libidomu düşürebilseydin," dedi, itiraf eder gibi. Bir anda tüm ifadem hızlıca değişmiş, kıkırdamaya başlamıştım. "Doğruyu söylemek gerekirse benimki de düşmedi aslında. Sadece o kadar karıştım ki, libidomu bulamıyorum."

"Nasıl bulacağız?"

"Merak etme, fazla uzaklaşmış olamaz." dedim, sırıttıktan sonra alt dudağımı dişlemiştim. "Kendime birkaç şey hatırlatmam gerek," Göğsümde sıcaklık hissederken belimdeki ellerini yukarıya doğru ilerletip beni kendine doğru eğdi.

"Bekliyorum, ne hatırlatacaksın?"

"Bana nasıl dayanamadığını," dedim, sesim onu baştan çıkarmak ister gibi çıkarken ellerimi saçlarının arasından geçirdim. "Sana ders vermiş olsam da... Bende bir şey anladım." Gözleri kapanacakmış gibi beni izlerken ellerimi saçlarından aşağıya götürüp parmaklarımı şakaklarına koydum. "Bana dayanamadığını anladım." dedim, hafifçe şakaklarını geriye iterken hem onun rahatlamasını hem de kendimi rahatlatmak istediğimden masaj yapmaya başlamıştım. "Sende biliyorsun, güzelliğim başını döndürüyor."

Boğazından küçük bir hırıltı duyduğumda işime devam ettim. "Sana böyle dokunmam, iyi hissettiriyor... Tenimin yumuşaklığı bile seni delirtiyor..." Şakaklarından saç köklerine doğru parmaklarımı ittiğimde bu sefer oraya dokunmaya başladım. "Beni öptükten sonra tadımı aldın ama doymayacaksın değil mi?"

Nefesleri ağırlaşmış olsa da belli belirsiz kafasını salladı. "Bana doyumsuz olduğumu söylüyorsun ama sende bana doyamayacaksın," dedim, dudaklarının üzerine fısıldayarak. "Sen hep bana dokunmak istiyorsun, benimde sana dokunmamı istiyorsun... Başkalarının dokunuşu değil, sana sadece Beren dokunsun istiyorsun..." Başını koltuğa yasladıktan sonra gözlerinin hafifçe kapanır olduğunu fark ederek dudaklarımı hafifçe dudak kenarına dokundurdum. "Çünkü sende biliyorsun," dedim, belimi yavaşça hareketlendirmeye başlamıştım. Ellerimi saçlarından çekip gömleğinin yakalarına götürdüm.

Kalçamın arasında sertliğini hissederken belimi kıvırmaya devam ederken beni sarmalayan kollarının baskısını artırdı. "Sana iyi geldiğimin farkındasın... Ve daha önce hiç böyle hissetmemiştin... Sadece Beren'i istiyorsun sen," dedim, dudaklarımı dudak kenarından çekmeden konuşurken belimin hareketi yüzünden nefeslerinin sesi erkeksi bir hırıltıyla yükselmeye başlamıştı.

"Öpmediğin yerlerin de tadını merak ediyor musun?" Kafasını küçük bir hareketle çevirip dudağımı yakaladıktan sonra güçlü bir şekilde emmeye başladı. Onun öpüşü, benim az önceki acemiliğimi yüzüme vurmuş olsa da umursamadan onu öpmeye devam ettim. Ellerini aşağı götürüp kalçamı kavradığında kendine çekmek ister gibi kalçamı iyice ayırdığında sertliğini daha fazla hissettim. Boğazımdan istekli bir inilti yükseldiğinde ellerimi aşağıya götürüp gömleğinin düğmelerini açmaya başlamıştım.

Gövdelerimiz birbirine birleşik olduğundan açabildiğim tüm düğmelerini açtıktan sonra ellerimi göğsünün üzerinde gezdirdim. Parmaklarımın altında hissettiğim teni beni de delirtebilirdi. Tenine dokunduğumda bile zihnim onun güçlü olduğunu hatırlatıyordu. Vücudu sanki en sert maddeden yapılmış gibiydi.

Dudaklarını benden ayırdığında nefeslenmeye başlamıştı. Meraklı gözlerimi ona doğrulttuğumda bir şey söyleyeceğini anlamıştım. "Zihnime girmeye çalışıyorsun," dedi, beni bugün şaşırtmaya devam ediyordu. "Söylediklerini beynime işliyorsun..."

Kafamı yavaşça iki yana salladıktan sonra göğsünde gezinen elimi yukarıya doğru çıkardım. "Ne olmuş?" Bunu kabul etmem ya da inkar etmemin önemi yoktu. Zihnine girmiş olmak yeterliydi, beni istediği kadar suçlasa da kaçamayacaktı.

"Boşuna uğraşıyorsun," dedi nefeslerinin arasından, kalçamdaki elleri hareketlenmeye başlamış sanki kalçamı sıkmamak için uğraş veriyordu. "Anlattıkların zaten benim gerçeklerim." Kaşlarını kaldırarak söylediği cümleyi duyduğumda gözlerimi istemsizce kırpıştırmıştım. Dudaklarım hafifçe aralanmış ona bakarken konuşmaya devam etti. "Bana söylediklerin senin içinde geçerli. Fark etsen iyi olur," dedi nefes nefese.

Aralanmış dudaklarımı kapattıktan sonra ona meydan okuyormuşum gibi çenemi hafifçe yukarı kaldırdım. "Fark etmezsem ne olur?"

"Gösteririm," Dudaklarımla tekrar buluştuğunda beynimin zevkten patlayacağını düşünüyordum. Kalçamdaki elleriyle beni ittirdiğini anladığımda onun uğraşmasına izin vermeden farkında olmadan durdurduğum hareketime devam ettim. Dudaklarımızla birbirimizi parçalamaya çalışıyor olsak bile belimin hareketi oldukça yavaştı.

Kalp atışlarım bana söylemiş olduğu şey yüzünden hızlandığında dudaklarımı dudaklarından çektim. "Göster o zaman," dedim, boynuna eğilirken. Sanki boynunu öpmem için izin veriyor gibi kafasını geriye yasladı. "Hiç iyi bir öğrenci olmadığımı söylemiştim ama öğretmenim sen olursan..." Boynunu öptükten sonra yüzüne bakmaya çalıştım. "Sabaha kadar dinlerim,"

"Başka bir seçeneğin yok zaten," dedi, bakışlarını aşağı çevirerek bana bakmaya çalışıyordu. Hoşuma gitmiş gibi sırıttıktan sonra boynunu dudaklarımın arasına aldım. Yediğim en güzel yemeği yiyormuşum gibi istemsiz bir şekilde inlediğimde derin nefesler almaya devam ediyordu.

Kapının gürültülü sesini duymamla Baran'ın boynundan çekildiğimde, Baran'ın elleri beni daha güçlü tutmuştu. "Baran!" Hızır'ın sarhoş sesi kulağımda yükselirken dudaklarımı büzüştürüp Baran'a döndüm. "Ya," diye söylendim sessizce.

"Baran abi! Başka mekana geçeceğiz, hala gelmedin!" dedi Emir, kapının arkasından. İkisinin de sarhoş olduğu seslerinden belliydi. Sinirlenerek derin bir nefes aldığımda tam onlara bağıracakken Baran hızlıca doğrularak beni dudağımdan yakaladı.

Beni susturmuş olması ilk defa hoşuma gittiğinde dudaklarımın üstünde dudakları olmasına rağmen gülümsedim. Onun beni şehvetli öpmesine karşılık belimin hareketlerini hızlandırdım, ikisi hala kapıya vurmaya devam ediyorlardı.

"Baran, üstümü değiştirmem lazım amına koyayım! Gömlek ver bana! Gideceğiz ya hadi!"

Dudaklarından nefes almak için ayrıldığımda hiç beklemeden kafasını boynuma gömüp boyun boşluğumu öpmeye başladı. Kafamı geriye yaslayıp gözlerimi kapattığımda dudağımı sertçe dişledim. Elimi ensesine götürdükten sonra göğüslerime inmesi için kafasını aşağıya itiyordum.

"Camdan içerisi de görünmüyor ki!" Emir'in sesini duyduğumda bakışlarımı cama çevirdim. Ellerini gözlerinin iki yanına yerleştirmiş cama yaslanarak içeriye bakıyordu. Baran'ın hırıltısını duyduğumda göğüslerime inmeye başlamıştı.

"Beren! Uyanda aç kapıyı ya!"

Baran sinirle homurdanarak kalçamda gezindirdiği elleriyle beni sıkıca kavrayıp hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Beni kucağına alıp havalandığında bende kollarımı ve bacaklarımı onun bedenine dolamıştım.

"Evde mi yoklar ya?"

Hızır'ın sesini kapının önünden geçtiğimizde net bir şekilde duyduğumda Baran ilerleyerek yatak odasına girdi. Eğilerek sırtımı yatakla buluşturduktan sonra ellerini başımın iki yanından yatağa yaslayıp yüzüme baktı. "Üstünü değiştir, artık seni uyutalım." Boğuk bir sesle konuştuğunda kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzüştürdüm. Üzerimden çekilmesini engellemek için kollarımla onu hapsetmiştim.

"Gitmek için mi böyle diyorsun?"

"Gitmeyeceğim."

"O zaman üstümü de sen değiştir?" dedim, sorar gibi kaşlarımı kaldırarak. Hoşuna gitmiş gibi alt dudağını ısırdıktan sonra kafasını aşağı eğerek boynumu öptü.

"Önce sana, beni nasıl öpmen gerektiğini öğreteceğim."

"Seni öpmemi beğenmedin mi?"

"Çok beğendim,"

"Niye öyle söylüyorsun?" diye sorduğumda dudakları hala boynumda geziniyordu. Diğerleri de gitmiş olmalıydı, çünkü sesleri kesilmişti.

"Sana her şeyi göstermemi istemiyor musun?"

"İstiyorum,"

"O halde ben ne dersem onu yapacaksın," Kollarımı boynundan çekip ellerimle çenesini tutarak yüzünü kendime doğru çektim. Bana direnmeden yüzlerimizi eşitledi. "Yapacağım," dedim, dudaklarına bakarken. Dilini alt dudağının üzerinde hızlıca gezdirdikten sonra bir eliyle alnımın üzerine düşen saçlarımı itti. "Bana itaat edecek misin?" diye sorduğunda sırıttım.

"Hem de nasıl."





☾ ☾ ☾






Sonunda makyajımı bitirdiğimde aynadan kendime son kez baktım. Uyanır uyanmaz müzik eşliğinde duşumu almış, saçlarımı yapmış kıyafetlerimi giymiştim. Müziği kapatmak istemiyordum, düşünmeme izin vermediği için iyi hissediyordum. Düşüneceğim şeyler belliydi, Baran'ın söylediklerini düşünecektim.

Düşünmekle sadece kendimi daha da korkutacağımı biliyordum. O yüzden her zamanki gibi ertelemeye karar vermiştim. Ertelesem de dikkatli olmam gerekiyordu. Ve bir an önce buradan gitmeliydim. Bana tek yardım edebilecek tek bir kişi vardı. Pastacı. Karakan'ın benim adımı birine vermeyeceğini düşünsem de Baran'ın benden şüphe etmesi için bir şey duymuş olması gerekiyordu. Üstelik büyük ihalenin de karanlık tarafını biliyordu. Şarkıyı dinle.

Aynada kendime bakarken ufaktan dans etmeye başlayarak sonunda odadan ayrılıp salona yürüdüm. Kapıya doğru ilerlemeye devam ederken, Kamuran Bey ile bir gün geçirmek için oldukça isteksizdim. "Nereye?"

Küçük bir çığlık attıktan sonra sese doğru yöneldiğimde Baran ile göz göze geldim. "Sen burada mıydın?!" diye söylenirken yanıma çoktan ilerlemiş kapıyı açıyordu. "Hadi, gidelim."

Açtığı kapıdan dışarı çıkıp tekrar ona döndüğümde kapıyı kapatıp ilerlemeye başladı. Onu takip ederken söylenmeye devam ettim. "Uyandığımdan beri evde miydin? İnsan bir ses verir,"

"Ses versem, duymayacağını düşündüm. Bağıra bağıra söylediğin şarkılarda beni duyman zor olurdu." dedi, yürümeye devam ederek. Söylediğini duyduğumda kıkırdadım. Bir yandan da böyle yaptığım için sevinmiştim. Her sabah yalnız uyandığım için evi kontrol etme ihtiyacı duymamıştım, birilerini aramamış yada sesli konuşmamış olmam mucizeydi.

"Neden evdeydin?"

"İşim vardı."

"Ben bugün Kamuran Bey ile olacağım,"

"Biliyorum, önce kahvaltı edersin. Sonra dedemin yanına gidersin."

Yolun geri kalanını sessizce yürümeye devam ettikten sonra sonunda eve gelmiştik. Kapının önündeki adamlar kapıyı açtıktan sonra içeri doğru ilerledik. Ben mutfağa ilerlemeyi düşünsem de Baran yemek odasına ilerlediği için adımlarımla onu takip ettim.

Odaya girdiğimde sadece benim değil, tüm evin yiyeceği kadar şeyi masanın üzerinde görmüştüm. "Of," diye söylendim hayranlıkla, masayı gördüğümde istemsizce söylemiştim. "Herkes kahvaltı mı edecek bu saatte?"

"Hayır, diğerleri evde değil. Emir ve Hızır sabaha karşı geldiklerinden hala uyuyorlar." Kaşlarımı kaldırıp indirirken benim için bir sandalye çektiğinde hiç beklemeden oturdum. O da masanın baş köşesinde geçerek, çaprazıma oturmuştu. "Sende mi yiyeceksin?"

"Evet,"

"Kahvaltı etmedin mi hala?"

"Aç değildim."

"Karnın tok mu uyandın?" dedim, sırıtarak.

"Bölüyorum Baran Bey kusura bakmayın, çay mı içersiniz kahve mi getirelim?" Zeliha'nın sesini duyduktan sonra arkama döndüğümde Baran sorunun cevabını vermem için bana bakıyordu. "Ben çay içmek istiyorum,"

"Bana da çay getirin," Zeliha odadan dışarı çıktığında "Ben acıkmışım," dedim mırıldanarak. Masaya bakarken ne yiyeceğimi düşünüyordum. "Günaydın Baran Bey, istediğiniz başka bir şey var mı? Eksik bir şey varsa getirelim hemen." Bu sefer Hatice'nin sesini duyduğumda tekrar arkamı döndüm.

"Ne eksiği, çok şey hazırlamışsınız hatta. Bunları biz yiyemeyiz ki."

"Olsun, afiyet olsun." dedi Hatice, Hatice'nin arkasından Gülümser'i gördükten sonra onunla da göz geldim. Elindeki tepsiyle bir şeyler getiriyordu. "Neden bu kadar şey koydunuz? Yemediyseniz sizde oturun bizimle."

"Sağ olun, size afiyet olsun. Çaylarınız da geliyor şimdi." dedi Gülümser, söylediğimi geçiştirmiş gibiydi. Elindeki tepsiyi kenara koyup içindekileri masaya bırakmaya devam ediyordu. "Dedem odasında mı?" diye sordu Baran, Gülümser hızlıca kafasını salladı. "Odasında."

"İşimiz bitince yanına geleceğimizi söylersin. O zamana kadar beklesin." dedi Baran, sert bir sesle. Baran'ın sesindeki sinirden dolayı ona küçük bir bakış atsam da gözleri bende değildi. Gülümser, elindeki boş tepsiyle Baran'ı tekrar onayladığında benimle yine göz göze geldi. Ona içten bir gülümsemeyle baktıktan sonra gözlerini kırpıştırıp yanımızdan ayrıldı.

"Niye böyle konuşuyorsun ki? Gülümser seni büyütmemiş miydi? Biraz daha yumuşak konuşsana."

"Hadi... Başla bakalım, yine çok konuşuyorsun."

Önümdeki servis tabaklarında ne bulursam tabağıma bırakırken Baran'da aynı şeyi yapıyordu. "Of, Neboş'umu özledim ben ya.... Yelloz Fatma, Meloş... Hepsini çok özledim. Bence siz Gülümser, Zeliha ve Hatice'yi evde zorla tutuyorsunuz. Ben onları yanıma alacağım."

"Geleceklerini nereden biliyorsun?"

"Kimse dedenle aynı evde yaşamak istemez bence, kusura bakma." dedim, biber kızartmasını ağzıma atmadan önce. "Hem ben onlara Neboş'u anlattım, Meloş'u, Fatma'yı... Şaşırdılar ama hoşlarına gitti. Evet onlarda bize evde yardım ediyor ama ailemizin parçası hepsi. En azından ben hiçbirine senin gibi konuşmuyorum."

"Her evin kuralı farklıdır. Bunlara kafa yorma,"

"Ben dedenle takılırken sen ne yapacaksın? Sende bizimle mi olacaksın?" diye sordum, merakla. "Hayır, benim işlerim var. Akşama geleceğim."

Zeliha, elindeki çay bardaklarıyla yanıma geldiğinde ona döndüm. "Teşekkür ederim Zeliha, karnın açsa sende otursana. Diğerleri oturmuyor."

"Yok Han- Beren. Teşekkür ederim,"

"Beni Hande ile mi karıştırıyorsun? Kaç gündür yanınızdayım, ayıp ama!" dedim, yalandan kızmış gibi. Bana utanarak tebessüm ettikten sonra çayları tabaklarımızın yanına bıraktıktan sonra odadan çıktı.

"Sen varsın diye gerginler kesin. Hiç böyle değillerdi."

"Tamam artık, her şeye küçük burnunu sokma." dedi, kaşlarını kaldırıp bana bakarken şımarık bir şekilde kıkırdadım. İşaret parmağımı ona doğrulttuktan sonra sesimi değiştirerek "Ben Saadettin Teksoy, sokarım." diye söylendikten sonra gülmeye devam ettim. Ona doğrulttuğum parmağımı avuçlarının içine alıp aşağı indirdikten sonra keyifle alt dudağını dişleyerek bana bakıyordu.

"Şımarma," dedi, elimi bırakırken.

"Bırak biraz şımarayım, dedenin yanında sıkılacağım kesin."

"Programı ne bilmiyorum,"

"Önemli değil. Ayıp olmasın diye kabul ettim. Yarın döneceğim."

"Nasıl döneceksin?"

"Bilmiyorum ki... Kutay abim doğru söyledi, Barkın abimi arasam Ezgi abla yalnız kalacak... Birkan abim götürür aslında ama belli ki onlar eğleniyor. Gece Iraz'ı arayacağım. Beni almaya gelsin."

Sessizce tabağındakileri yemeye devam ederken cevap vermeyeceğini anladığımda yine ben konuştum. "Sen dönmeyecek misin?"

"Burada işlerim var, ne zaman dönerim bilmiyorum." Aklıma birden onu dokuz gün görmeyişim düşmüştü. Neden bunu hatırladığımı anlamasam da sessiz kalmayı bu sefer ben tercih ettim. "İllaki gideceksen, Çakı götürür seni."

"Ay, istemez. Onunla yol çekemem. Aziz götürsün mü?"

"Aziz'in işleri var."

"O zaman Iraz götürür."

"Şoförünle aran nasıl?"

"Sana sormak lazım Baran, anlatmıştır belki onu da."

"Ne anlatacak bana?" diye tekrar sordu kaşlarını çatarak.

"Polislere yakalandığım gün seni aramış ya,"

"Yapması gereken en doğru şeyi yapmış. Dün konuştuklarımızı hatırlıyor musun?" dedi, birden konuyu dün geceye getirdiğinde çenemi hafifçe yukarı kaldırdım. "Çok şey konuştuk, hangisi?" Konuyu dağıtmak ister gibi ateşli bir tonlamayla konuştuğumda ciddiyetini bozmadı.

"Hangisi olduğunu anladın bence. Benim hakkımda bilgi toplamaya ihtiyacın varsa, bu olayları da göz önünde bulundurabilirsin. Tanıman için önemli ipuçları..." Kaşlarını kaldırarak konuşurken, suratım asılmıştı.

"Of başladın yine," dedim, gözlerimi devirerek.

"Belki de çoktan tanıyorsun." Ona tekrar ofladıktan sonra yemeye devam etsem de susmamıştı. "Dediğim gibi, şu anda ya saçmalayan birisiyim ya da tüm gerçeklerini bilen biri."


☾ ☾ ☾






Baran, kapıyı açtıktan sonra arkasından bende Kamuran Bey'in odasına girdim. "Günaydın," dedi Kamuran Bey, bana bakarak. "Günaydın." Ona cevap verdikten sonra Baran gözlerini benden ayırıp dedesine döndü.

"Ben çıkıyorum, dün seninle konuştuğumuz konu hakkında... Unutmaman senin için iyi olur. Akşam dönerim. Döndüğümde her şeyi istemiş olduğum gibi bulmak istiyorum."

"Elimden geleni yapacağım." dedi Kamuran Bey, aynı sertlikte torununa cevap vermişti. Kaşlarım hafifçe çatılsa da bir şey sormadan beklemeye devam ettim. "Size iyi eğlenceler,"

Baran kapıdan çıktıktan sonra derin bir nefes aldım. Kamuran Bey, ayağa kalktıktan sonra bana kapıyı işaret etti. "Buyurun o halde, atlarımın yanına doğru bir gezintiye çıkalım."

Arkamı dönüp kapıyı açtıktan sonra beni takip etti. Baran'ın merdivenlere dönüşünü gördüğümde Kamuran Bey ile birlikte merdivenlere ilerliyorduk.

"Dün sizi Murat'ın resmine bakarken görmüştüm. Anlatmak istedim ama izin vermediniz." Söylediklerine sessiz kalarak merdivenleri inmeye başladığımızda devam etti. "Murat benim can dostumdu. Tüm dünya bilir dostluğumuzu."

"Sizin adınızı hiç duymamış olmam garip."

"Garip değil, bazen bir şeyler olmuyorsa, sebebi vardır." Merdivenleri bitirdikten sonra Baran'ın arabasıyla evden uzaklaştığını seyrederken Kamuran Bey'de birilerine işaret yaptı.

Bir adam koşarak ilerideki kulübeye gittikten sonra kulübeden golf arabası ile tekrar gözükmüştü. "Buyurun Beren Hanım," dedi, arabayı işaret ederek. Ben arabaya bindikten sonra yanıma oturmuştu. Arabayı süren adam, gideceğimiz yeri biliyor olmalıydı ki sormadan sürmeye başlamıştı.

"Bu evde Murat'ta yaşadı. Biliyor muydunuz?" Şaşırarak ona döndüm. "Hayır," diye mırıldandım.

"Büyük bir ev, yaşadıklarımızı bu eve bile sığdıramayız aslında... Yine de buranın her bir köşesi anılarla doludur, çok şey gördü, çok şeye şahit oldu bu ev."

Adam arabayı sürmeye devam ederken bende etrafa bakarak Kamuran Bey'i dinlemeye devam ediyordum. "Dinçer burada doğdu. Dinçer'in çocukları da burada doğdu."

"Dinçer amcalar İstanbul'a taşınmadan önce burada mı kalıyorlardı?"

"Hayır. Daha sonra taşındılar."

"Siz burada tek başınıza nasıl yaşıyorsunuz?" diye sorduğumda derin bir nefes aldı. "Tek kaldım, herkes gitti. Dostlarım toprak oldu. Bende burada onlara kavuşacağım günü bekliyorum." Üzülerek ona döndüğümde o da bana bakmadan etrafı izliyordu.

"Torunlarınız gelmiyor mu ziyarete?"

"Gelirlerdi, İstanbul'a taşındıklarından beri ilk defa geliyorlar. Onları özlemiştim. Gelmeleri bana iyi geldi."

"Siz neden İstanbul'a gelmiyorsunuz?"

"Onların işleri orada, benim işim burada... Belki de köklerimden, anılarımdan ayrılmak istemiyorum. Deden de çok söylenirdi gelmediğim için... Sonra o benim yanıma geldi."

"Eşiniz..." diye mırıldandım, haddimi aşmadan sormak isterken sormama izin vermeden kendisi anlattı.

"Vefat etti. Ben çok kayıplar yaşadım Beren Hanım. Yine de isyan etmiyorum, hala bir ailem olduğu için şükrediyorum." Araba sonunda atların olduğu alanın kapısında durduğunda bizi getiren adama teşekkür edip arabadan indim.

Kamuran Bey'in yanıma gelmesini bekledikten sonra yine adımlarımla onu takip etmeye devam ettim. "Size bir hikaye anlatacağım, size hikaye anlattığımı diğerlerine söyleyebilirsiniz. Ama onların yapacağı yoruma inanmayın. Çünkü bunu size zorunda olduğum için anlatıyorum."

"Ne yorumu yapacaklar ki?"

"Bahsederseniz anlayacaksınız... Siz benim adımı hiç duymamış olabilirsiniz. Fakat ben sizi, siz daha doğmadan biliyordum."

"Dedemin rüyası mı?" Beni kafasıyla yavaşça onayladığında ifadesi değişmişti. Anlaşılan dedemle olan bağı güçlüydü, onu ne zaman ansa ifadesi değişiyordu. "O meşhur rüya... Sadece biz değil, herkes bilir. Burada yoldan birini çevirin, o da size rüyayı anlatacaktır. Farkında mısınız bilemem, oldukça meşhursunuz. Dedeniz sizi fazlasıyla meşhur etti."

Kafasını eğerek adımlarını izleyerek konuşuyordu. Bende onu rahatsız etmemek için önüme baksam da dikkatle dinliyordum. "İnanın, burada sizi merak eden binlerce insan vardır. Babanız sizi hiçbir zaman medyaya göstermedi ama Çetin'in bir kızının olduğunu duyan herkes şaşırmıştı. Çünkü Murat herkese anlatırdı rüyasını. Hala neye benzediğiniz konuşulur, sorulur."

"Dedemin bu rüyayı herkese anlattığını duymuştum ama sizin söylediğiniz kadar ünlendiğini bilmiyordum."

"Ünlü evet, rüyasının gerçekleştiğini de siz doğduktan çok sonra herkesin haberi oldu. Murat değişik adamdı. Etrafta rüyasını öyle anlatırdı ki, sanki gerçekten olacakmış gibi... Oldu da. Dedikleri çıkardı, efsane gibi yaşadı. Herkes çocuklarını ona getirirdi, onu görmek isteyen, akıl almak isteyen bir sürü insan vardı. Burada yaşadığı vakit, kapımızın önünden insan eksik olmazdı. Onun hayır duasını bile almaya gelen olurdu."

Atların önüne yaklaşmamızla Asil'i görmüştüm. Beni gördüğünde gür bir ses çıkarttığında delirmiş gibi olduğu yerde hareketlenmeye başladı. Kamuran Bey, Asil'in sesiyle durduğunda anlatmayı bırakmıştı.

Bakışlarımı hızlıca ona çevirdim. Asil'e bakarken zorlukla yutkundu. Kafasını eğip derin bir nefes aldıktan sonra tekrar ilerlemeye başladığında bende tekrar ilerlemeye başladım.

"Asil beni çok sevdi Kamuran Bey," dedim, lafı değiştirmek istiyormuşum gibi. Asil'in önünde durduğumuzda, Asil onu sevmem için boynunu hareket ettiriyordu. Ona uzanmayı düşünsem de Kamuran Bey olduğu için hemen vazgeçtim.

Söylediğimi dinlememiş gibi konuşmaya başladığında sesi farklı çıkıyordu. "Benim... Benim aslında size anlatmam gereken çok hikaye var. Dürüst olmak gerekirse, bu hikayeleri size anlatmak için hazır değilim. Sözünü yıllar önce vermiş olsam da, o da hemen hazır olmayacağımı iyi biliyordu."

Ne söylediğini anlamasam da kafasını sanki istemsizce iki yana sallıyor, bakışlarını yerden çekmiyordu. "Kamuran Bey, bugün bana bir şeyler anlatmak zorunda değilsiniz. Bu görüşmeyi burada bitirebiliriz."

"Biliyorum, anlatmayı hiç düşünmemiştim ama Asil..." dedi, derin bir nefes aldığında cümlesini tamamlamamıştı.

"Ağam!" Necip'in seslenmesiyle ikimizde sesin geldiği tarafa döndüğümüzde elinde iki sandalyeyle bize yaklaşıyordu. "Sandalye getirdim, ayakta kalmayın diye,"

Necip, sandalyeleri yanımıza yerleştirdikten sonra kafasını eğip uzaklaşacakken ona da teşekkür ederek sandalyeye oturduğumda Kamuran Bey'de oturmuştu. İkimizde Asil'e dönmüş bir şekilde otururken konuşmasını bekliyordum.

Birkaç dakika sessizce beklemeye devam ederken Asil'de sonunda durmuştu. Necip çoktan gözden kaybolmuştu bile. "Ben," Kamuran Bey, sonunda konuştuğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Eşimi kaybettikten sonra en büyük destekçim Murat oldu. Murat'ı kaybettiğimde bana destek olacak tek kişi vardı. Ama onu kaybetmiştim işte. Onu her gün anıyorum, arıyorum ve özlüyorum." Kamuran Bey'in ellerinin titrediğini fark ettiğimde korkmaya başlamıştım. Gözlerimle Necip'i arasam da etrafta kimse yoktu.

"Murat hastaydı-" Başını öne eğdiğinde, ağlayacağını düşündüm. Dedemi anlatacağı için benim boğazıma da sanki bir şey oturmuştu. "O bize veda ederken... Çok mutluydu. Belki de mutluluğunu bozarız diye... Bize kendini hiç anlatmamış arkadaşım... Anlatsaydı, her şey kolay olacaktı. Ama o anlatmamayı tercih etti. Neden anlatmadı bilmiyorum. Ona hala kızgınım. Kızgın olduğumu biliyordur kesin! Şimdi karşıma çıksa, öyle bir kavga ederiz ki ortalık tuzla buz olur!" dedi sonlarına doğru sinirlenerek.

"Bizim kavgamız bile meşhurdur. Dost böyledir işte, kavga edeceksin. Tartıştıktan sonra yine yan yanaysan o dost olmuştur. Biz kavga da ederdik, tartışırdık da. Ama güvenimiz hiçbir zaman kırılmadı. Sevgimiz azalmadı. Kavga ederken bile birbirimizi korurduk." Gözlerinin dolduğunu hissettiğimde bakışlarımı ondan çektim.

"Hem, her şeyi benim üzerime bıraktı gitti! Onlarca sözü, yemini, her şeyi bana zoraki kabul ettirdi! Sonra öfkemle, nefretimle beni baş başa bu koca evde bırakıp gitti! Seni bile görmeden gitti! Babandan beterdi! Babandan beter kız çocuğu olsun istiyordu! Olmadı, bu sefer kız torunu olsun diye sabah akşam dua etti! Seni bilmeden sevip bağlandı! Rüyasında tanıştığı bebeği herkese anlattı! Hep seni aradı! AMA SENİ GÖRMEDEN GİTTİ!"

Kamuran Bey'in benimle konuşmadığı belliydi. Kırık çıkan sesiyle bana anlatıyordu ama dedemle konuşuyordu aslında. Bana olan hitabını bile değiştirmişti ama farkında değildi. Bende onun dedemle olan konuşması dinlerken sessizce ağlamaya başlamıştım, söylediklerinin çoğuna bende katılıyordum.

"Her yerde ünlendirdi seni! Deli oluyordu kız torunu olsun diye, sanki Çetin'in huyu babasından geçmiş gibi, o da tutturdu daha sonra! Soruyorum şimdi, ne oldu Murat diyorum?! Gittin de ne oldu?! Anlattığın torunun yanımda oturuyor! Sen?" Ellerinin hareketini kontrol edemiyormuş gibi ellerini dizlerine koyarak sıkıca dizlerini tuttu.

"Biz vedalaşırken bile anlattığın torunun yanımda, sana söz verdiğim gibi... Anlatacağım Murat! Şimdilik sadece bunu anlatacağım. Her şeyi bildiğin gibi... Bunu da bildin!" Burnunu çekip boğazını temizlediğinde ne o bana bakıyordu ne de ben ona bakıyordum. İkimizin de gözlerinden sessizce yaşlar akıyordu.

"Kocaman bir at çiftliğimiz vardı. Murat ile ortak işler yapıyorduk. Atlarımız, yarış atıydı, yarışlara girerdi, hep kazanırlardı. Çok ünlüydü atlarımız." dedi biraz bekledikten sonra. Sessizce ağlamaya devam ediyorduk ama anlatmasını istemediğimi düşündüm. "İnci ve Safir'imiz geldi daha sonra. Murat'ın kendisi almıştı. Geldiklerinde yavruydular. Safir, siyah bir attı. İnci'de bembeyazdı, adı gibiydi. İnci, uysal bir attı. Her dediğimizi yapardı, anlardı. Hiç asiliği yoktu. Antrenmanlarında bize hiç sıkıntı çıkarmazdı. Safir'de iyi bir attı fakat arada huysuzluk çıkarırdı. Çok sıkıntı vermedi, çünkü onu hep kontrolümüzde tutardık. Yine de Safir, durmak bilmezdi. Yarışlarda bile bazen gaza gelir, bitişe gelse de koşmaya devam ederdi. Sonra Asil'i getirdi Murat..."

Derin bir nefes aldığında Asil'e bakıyordum. Dedemin atıydı ve bana kendini sevdirmişti. Ağlasam da içimin ısındığını hissetmiştim. Dedem bana olan sevgisini yine göstermişti. Onun sevgisini içimde hissedebilmem... Sihir gibiydi! Oldukça özel ve farklı bir duyguydu.

"Asil'in de Safir ve İnci'den farkı yoktu. O da girdiği her yarışı kazanırdı. Sadece şımarıktı. Yarış pistinde değişik hareketleri vardı, deli deli dolanırdı bazen ama millet bayılırdı Asil'e... Sanki yarış atı değildi de şov atıydı. En çok onu görmeye gelen olurdu. Kaç milyonlar teklif edildi dedene, hepsini dinlemeden reddederdi. Asil'e çok bağlıydı deden. Kendisini hep Murat'a sevdirdi. Zaten diğerleri ona yanaşmaya korkardı. Safir ve İnci haricinde diğer atlar onu hep dışladı. Hareketlerinden korkarlardı. Murat öldüğünde birkaç ay depresyona girdi. Öleceğini düşündük. Ama bir şekilde tutundu hayata. Sonra bana alıştı. Bana alıştıktan sonra kendini sadece bana sevdirdi. Baran'ın tüm günü onun yanında geçerdi, Baran'a bile sevdirmedi. Bir kez olsun başkasının yüzüne bile bakmadı. Sadece bana yaklaştı. İhtiyacı olduğunda Necip'e izin verir."

Birkaç dakika sessizce bekledi. Anlatmak istemediğini, hazır olmadığını söylemişti. Onu böyle görmek, dediklerini kanıtlıyordu. Benim ağlamam durmuştu ama onun gözleri hala doluydu.

"Kamranoğulları, Sanberk'ler için hayvanların, sembollerin ne anlama geldiği önemlidir. İnci'yi Birkan adına aldı. Safir'ini Barkın için aldı."

Kafamı yavaşça öne eğdiğimde tekrar ağlamaya başlamıştım. Ağlamam durduğu için sevinirken bu sefer daha şiddetli ağlıyordum. Ne söyleyeceği belliydi. "Asil'i getirdiğinde herkesi eve çağırdı. O gün yemek yeniyordu çiftlikte. Herkes buraya gelmişti. Herkesi etrafında toparlayıp Asil'i getirdi."

Sustuğu için meraklı bakışlarımı ona çevirdiğimde dudaklarını birbirine bastırmış yaşlar akan gözleri hafifçe kısılmış Asil'e bakıyordu. "Asil, yanımıza gelir gelmez şahlandı, hepimizi eğlendirdi. Murat'ın gözlerinin içine bakıyoruz, nereden çıktı bu diye. Çünkü artık bitirecektik çiftliği, bitirecekken ne atı getirmiş olabilir diye meraklanıyoruz. Murat anlatmaya başladığında hepimiz bıkmıştık ama baban heyecanlanmıştı."

Yavaşça kafasını sallayıp, bakışlarını değiştirdiğinde konuşma tonunu da değiştirdi. Yapacağı konuşmada dede taklit edeceğini anlamıştım.

"Asil'i de doğacak olan kız torunum için aldım, dedi." Sert bir sesle cümlesini bitirdiğinde kendi ses tonuna dönmek için yine bekledikten sonra Asil'e bakarak konuşmaya devam etti. "Asil'i de doğmamış torunu için aldı... Onunla vedalaşmadan birkaç hafta önceydi. Onunla sohbet ediyorduk, zaten elimden tek gelen buydu. Onunla bir daha konuşamayacaktım... Sabahlara kadar konuşur, uyumazdık. Hiçte lafımız bitmezdi. O gitmeseydi, yine bitmeyecekti..."

Dedem, kanser yüzünden vefat etmişti. Tedavileri işe yaramamış ve kansere yenik düşmüştü. Herkes onunla olan son sohbetlerini bana anlatırdı.

"Asil ne olacak dedim, sen gidersen kimse ona bakamaz, sevdirmiyor bile dedim... Benim gittiğimi anlayınca biraz üzülecektir ama korkmayın dedi." Kamuran Bey, zoraki yutkunduğunda ağlaması biraz şiddetlenir gibi olmuş, sesi yine titremeye başlamıştı. "O tutunacak bir dal bulur. Belki sen olursun dalı, belki de bir başkası dedi..."

Kamuran Bey, kafasını öne eğdikten sonra gözlerini sıkıca kapattı. Gözlerini açarken kafasını kaldırıp Asil'e bakmaya devam etti. "Ama, torunumu gördüğünde kimin geldiğini anlayacak dedi."

Sözlerini duyduğumda kesik bir şekilde nefes aldım. Nefeslerimi düzensiz alıyordum, ağlarken hıçkırmaya başlamıştım. "Onunla gitmek isteyecek kesin dedi... Sen torunumu görürsün Kamuran, geldiğinde gitmek isterse bu at torunumun olacak, Asil'i ona teslim et... Emin ol gitmek isteyecek dedi."

Birkaç dakika sustu. O susarken bende nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum. Babam bile, kendi babasını bu kadar içten anlatmamıştı belki. Babamda dedemi çok seviyordu ama Kamuran Bey'in bağı daha farklı olduğu belliydi.

Ona nedense zihnimde dedemle konuştuğumu söylemek istesem de vazgeçmiştim. Bu benim sırrımdı sonuçta ve dışarıdan deli gibi gözükebilirdim.

"Bu zamana kadar ihtimal vermedim. Bana kendini öyle bir sevdirmeye başladı ki, hiçbir atımı böyle sevmemişimdir. Kimse bizi ayıramayacak, o zaten gitmek istemeyecek diye düşünüyordum. Murat bana çok şey bıraktı. Hepsi değerli, hepsinin yeri ayrı ama Asil başka. Canlı bir kere. Murat'ın bir parçası, nefes alıyor, tepki veriyor, hayatta. Murat'ı yaşatamadım ama Asil yaşadı. O yüzden Asil'in yeri bende ayrı."

Dedemi hiç görmemiş olmama rağmen, onun ben doğmadan kurmaya başladığı bağımız güçlüydü. Kamuran Bey'in anlattıklarına bende ağlamıştım ama ben mutluluktan ve içimde hissettirdiği sevgisinden dolayı ağlıyordum.

"İstemeden de olsa sahiplenmişim, sizi Asil ile gördüğümde de... Asil benim için hiç şaha kalkmadı. Seni ilk gördüğünde, benimde oraya gelmiş olmam tesadüf müydü bilmiyorum, sanki Murat bana her neredeyse, haklı olduğunu göstermek istedi... Canımı da yakmadı değil."

Sessizce ayağa kalktıktan sonra göz yaşlarını silse de ağlamaya devam ediyordu. "Asil, sizindir. Bunca yıl sizi beklemiş demek ki... Sahibini çok seviyordu, dediğini tutmuş olmalı. Murat ona hep, torunumu bekle derdi." dedi ağlarken bir yandan da Asil'i seviyordu.

"Ben dedemi hiç görmedim, o da beni görmedi. Beni nasıl sevdiyse, hala sevgisini hissedebiliyorum. Siz görmüşsünüz, onun yanında olmuşsunuz... Siz onu benden fazla hissediyorsunuzdur." Beni kafasıyla onaylarken kesik bir nefes alıp konuşmaya devam ettim.

"Ama ben dedemden hiç ayrılmadım. Sizler ondan ayrıldınız, eminim Asil'e daha fazla ihtiyacınız var. O yüzden Asil sizinle kalsın isterim."

İnanmamış gibi bana döndükten sonra yaşlı gözleriyle kaşlarını çattı. "Olmaz öyle,"

"Asil burada kalacak. Tek bir şartım var," dedim, gözlerinin içine bakarken.

"Söyleyin,"

"İstediğim zaman Asil'i görmek için geleceğim." Bana hızlıca kafasını sallarken "Tabii," dedi. "İstediğiniz zaman görebilirsiniz. Teşekkür ederim."

Gözlerimi sıkıca kapatıp, gözyaşlarımı bitirmek için uğraşırken Kamuran Bey, yavaşça yanıma oturdu. "Murat burada olsaydı, her şey çok başka olabilirdi. Onu görseydiniz, anlardınız. Bambaşka bir adamdı o... Sizi öyle seviyordu ki... Tanışsaydınız, nasıl olurdu hep merak ederim."

"Bende merak ediyorum... Sizce dedem beni, çok kötü şeyler yapmış olsaydım affeder miydi? Benim arkamda durur muydu?" diye sordum, kısık bir sesle. Bir anlığına gövdesini bana çevirmiş, daha sonra önüne dönmüştü. Derin bir nefes alıp kafasını salladığında sevindim. "Şüphesiz. O sizin ne olduğunuzu ne olacağınızı biliyordur. Öyle bir şeyi vardı, yetenek mi artık adı her ne ise. Herkesi etrafında toplamayı sever, insan ayırmazdı. Sizi görmeden bu denli sevmişse, ne yaparsanız yapın sizi ayrı tutmayacağından adım kadar eminim."

"Onun hayatta olmasını kendimi bildim bileli hep istedim. Şu sıralar daha fazla ihtiyacım var. Bu hikayeyi anlatmış olduğunuza sevindim, bana iyi geldi teşekkür ederim."

"Neden böyle söylediniz?" dedi, sesi düzeliyor gibiydi. Omuzlarımı yavaşça yukarı kaldırdım. Hangisini söyleyebilirdim ki? Çok sebebim vardı, sebeplerim çözülmüyorken bir yenisi daha ekleniyordu.

"Babam... Hep kız çocuğu olsun istemiş ama artık o isteği pişmanlığa döndü sanırım." dedim, buruk bir gülümsemeyle. Söylemek istemesem de kelimeler ağzımdan dökülmüştü. Belki de bir büyükle konuşmaya ihtiyacım vardı. Çünkü dedem bu sorularıma yanıt vermiyor.

"Böyle düşünmenizin sebebi nedir?"

Yavaşça yutkundum. "Babamı sizde tanıyorsunuzdur, dediği her şeyi yapar." Hızlıca nefes alıp verdiğinde "Yapar, bilirim." dedi, sanki sinirlenmiş gibi.

"Beni evlendireceğini söyledi... Kerim'in haberlere çıkan olayını da bildiğinizi düşünüyorum. Orada bende vardım. Olmamam gereken bir yerdeydim. Babamın da haberi yoktu. Öğrenince sinirlendi. Böyle ceza veriyor, beni evlendirerek. Aslında verdiği ceza sadece benden vazgeçtiğini gösteriyor. Ailedeki herkes, beni fazlasıyla koruyor. Belki de dedemin anlattıkları ve babamın düşkünlüğü yüzünden böyleler... Koruma içgüdüsü o kadar fazla ki... Bana verdiği cezada bile, ben artık seni koruyamam başka birisi korusun diyor. Vazgeçiyor."

Kamuran Bey, sessizce gülüp tekrar bana döndü. "Bana inanın, vazgeçmiyor. Bu sadece sizi daha fazla korumaya çalıştığını gösterir. Verdiği ceza için belki ileride teşekkür edeceksiniz." Kaşlarımı çatarak ona baktığımda bana hafifçe tebessüm ediyordu. Ne cevabı beklediğimi bilmiyordum ama bu fazlasıyla saçmalık gelmişti. Söylemen hata.

"Benim birinin korumasına ihtiyacımın olmadığını düşünmesi gerekiyor."

"Beren Hanım, hayatta o kadar kötü insan var ki... Babanız bu insanları tanımış olmalı. Ve hakkınızda endişelenmesi kadar normal bir durum olamaz. O, öyle olduğunuzu hiçbir zaman düşünmeyecek. Evladısınız sonuçta. Oldukça da özel bir evladısınız. Bazen kötülerin içinde bile ufakta olsa iyilik olur, sanırım babanız o ufak iyilikten bile mahrum olan saf kötülere rastladı. Hal böyle olunca, sizi korumak için ekstra bir çaba vermesi gerekiyor."

Sessiz kalmayı tercih ettiğimde bakışlarımı Asil'e yönelttim. Kamuran Bey'in beni anlamasını bekleyemezdim. Bunun için kafası fazla geride çalışıyordu.

"Ama haklı olabilirsiniz. Belki de korunmaya ihtiyacınız yoktur." Kendi kendine konuşur gibi söylenirken ona ne diyeceğimi bilememiştim. "Dedenizin yeri bende apayrıdır. O yüzden ona verdiğim sözleri tutacağım Beren Hanım. Diğer sözlerimi de hazır olduğumda size anlatmak isterim,"

"Bende dinlemek isterim Kamuran Bey,"

Asil'in öyküsü bana fazlasıyla iyi gelmişti. Dedem beni gireceğimden emin olduğum kaostan önce biraz rahatlatmaya çalışmıştı sanki. Bana verebileceği en güzel desteği vermişti. Teşekkür ederim.






☾ ☾ ☾






Baran gözü arkada kalmış olsa da evden ayrıldı. Kendi evi, dedesinin evine neredeyse bir saatlik bir mesafedeydi. Pastacı, çoktan gelmiş, onu bekliyordu. Ama o, Beren'in uyanmasını beklemişti. Önceki sabah yaşananlardan sonra onun yanında kalmak istemiş, yalnız uyanmasını istememişti. Bunu yaparken bir yandan da belki kalmasını sağlayabileceğini düşünse de yanılmıştı.

Beren'in erken dönecek olmasına kimsenin ses çıkarmayacağını biliyordu Baran. Çetin, Kamuran'ın böyle yapacağını bildiğinden o da Beren'in gitmesini istiyordu. Kendileri belki bir süre daha burada kalacak olabilirlerdi. Hem eski dostlarıyla görüşüyorlar, hem de işlerini hallediyorlardı. Gitmesini istemeyen tek kişi Baran'dı.

"Nerede?" diye sordu Baran, arabasının kapısını açar açmaz. Yıldırım onu kapıda karşılamıştı. "Yukarıda, salonda." Baran, anahtarı arabanın üzerinde bırakıp eve girdi. "Hızır uyanmadı mı hala?"

Adamlarından biri Baran'ın arabasını evin önünden çekerken Yıldırım, Baran'ı takip ediyordu. "Uyandı abi, gelir az sonra," dedi Yıldırım. Çakı, Emir ve ikisini sabaha karşı bir mekandan almıştı. Emir'i Kamuran'ın evine bırakmış, Hızır'ı da buraya getirmişti.

Baran hızlı adımlarıyla yukarı çıktıktan sonra salona gitmek için sağa döndü. İlerlemeye devam ederek salona girdiğinde Pastacı oturduğu yerden kalkıp kollarını biraz havalandırdı. "Selamlar," dedi, ona has ses tonuyla.

"Hoş geldin," Baran ona doğru yaklaşırken elini uzatıp hızlıca tokalaştıktan sonra sarılarak geri çekildi. "Sana yardımıma ihtiyacın olursa bana ulaş demiştim. Uzun zamandır haber gelmedi. Bir şey olmuş olmalı,"

"Bir şey oldu." dedi Baran, ikisi de karşılıklı oturmuşlardı. "Hop, hop... Mutfağa bakın hemen, pasta getirmiş mi?" Hızır, neşeyle içeri girse de halinden yorgun olduğu anlaşılıyordu. Pastacı onu görünce tekrar ayağa kalktı. "Pasta getirecek olsam... Çoktan yemiş olurdun." Hızır ve Pastacı hızlı bir şekilde selamlaştıktan sonra Hızır, Baran'ın çaprazındaki koltuğa geçmişti.

"Yoksa pasta yapmam için mi beni çağırdınız?" dedi Pastacı, merakla ikisine bakarken. Baran, lafı uzatmadan Yıldırım'a elini uzattığında Yıldırım elindeki dosyayı Baran'a verdi.

Baran dosyayı açarken Pastacı merakla izlemeye devam ediyordu. "Birkaç fotoğraf göstereceğim-"

"Hayır Baran, bu oyunu terapistimle defalarca oynadık. Hiç iyi geçmiyor." dedi Pastacı, Baran'ı bölerek. Hızır, küçük bir kahkaha attığında Baran dosyanın içinden istediği kağıtları çıkardı.

"Tanıyor musun?" diye sordu Baran, elindeki kağıtta Beren'in güvenlik kamerasına yansıyan bir görüntüsü vardı. Pastacı fotoğrafa gözlerini kısarak baktıktan sonra kağıdı almak için ayağa kalktı. Baran ona kağıdı uzattıktan sonra arkasına yaslanıp Pastacı'yı izledi.

"Bu..." Pastacı fotoğrafa bakmaya devam ederken Hızır ve Baran gözlerini bir an olsun Pastacı'dan çekmiyordu. "Bunun için mi pasta yapacağım? Bu işleri bırakalı çok oldu Baran." dedi Pastacı, hızlıca Baran'a baktığında.

"Tanıyor musun?"

"Hayır. Ama tanışmak isterim. Fazlasıyla güzel," dedi Pastacı, Hızır'a dönüp göz kırparak.

"Bir kez daha soracağım Ramis. Tanıyor musun?"

"Tanımıyorum." Baran elini Pastacı'ya uzattığında, Pastacı kağıdı Baran'a geri verdi.

"Peşindeyiz." dedi Baran, kağıdı dosyaya koyarken. "Karakan ile mekanıma adam sokmaya çalıştı."

Pastacı'nın birden ifadesi değiştiğinde yavaşça yerine oturdu. "Karakan mı?" diye sordu, kaşlarını çatarak. "Bir hata olmalı, Karakan buna cesaret edemez."

"Etti. Planlarını önceden öğrendim. Karakan'ın cesaret edemeyeceğini biliyordum, kimin uğraştığını görmek istedim. Arkasından bu kız çıktı."

"Şaşırtıcı." dedi Pastacı, dudaklarını aralayarak.

"Biliyorum. Karanlıkta benim bile görmediğim bir yüz çıktı. Madam'ın en yakınlarından biriydin, senin tanıyor olacağını düşünüyordum."

"Tanımıyorum-"

"Pastacı," dedi Hızır, sert bir tonla. Az önceki neşeli hali hızlı silinmiş, suratı da asılmıştı. "Bize yalan söyleme. Hala Madam'ın peşinden gidiyorsunuz herhalde?"

"Ben herkesle bağımı koparalı çok oldu. Madam'ın nerede olduğu bile hala bilinmiyor. Sadece Karakan'ın Baran'a sataşması... Olacak iş değil. Gösterdiğiniz kız küçük bir şeye benziyor, ufak birinin lafıyla bunu yapmayacak kadar akıllıdır Karakan."

"Ne yaptıklarını bilmiyoruz."

"Karakan'ı elinizden kaçırdınız mı?"

"Hayır. Serbest bıraktım. Bana yapacağı bir sonraki hamleyi görmek istiyorum." Pastacı, Baran'ın söylediğine kafasını iki yana salladı.

"Hiç iyi yapmamışsınız. Onu derhal bulun."

"Neden?"

"Bu Madam'ın işi olabilir. Bu kızı da kafa karıştırmak için kullanmıştır."

Baran, birden Pastacı'nın söylediklerine hak vermiş gibi olsa da şüphesi dinmemişti. "Karakan, Madam'ın yanından ayrılmış." dedi Hızır, araya girerek.

"Karakan'a güven olmaz. Onu bir an önce bulsanız iyi olur. Konuşmaz. En azından elinizde dursun."

"Göstermek istediğim biri daha var," dedi Baran, diğer kağıdı göstermeden önce. "Tanıyor musun?"

Elinde Zeynep'in bir fotoğrafını kaldırdığında Pastacı hazırlıksız yakalanmıştı. Hızlıca yutkundu Pastacı. "Tanımıyorum," dedi, sesi birden soğumuştu.

"Nevada's Angel kumarhanesinin tapusu bu kızdaymış. Nerede olduğu bilinmiyor. Madam'ın etrafında gördün mü bu kızı? Sizin aranızda olduğu kesin, soygunu onun yaptığı söyleniyor." dedi Hızır, Baran ve ikisi olayları bilinçli bir şekilde değiştirerek anlatıyordu.

"Hayır. Görmedim."

"Soygunu inkar etmiyorsun yani?" diye sordu Hızır, gözleri hala Pastacı'nın üzerindeydi. "On sekiz milyonluk soygun... İyi para."

"Para, tapu ve belgelerin Madam'ın elinde olduğunu iyi biliyorum. Soygunu bu kız gerçekleştirmedi." dedi Pastacı, soygun olduğunu itiraf etmişti.

"Soygunu gerçekleştiren kimdi?"

"Madam'ın adamları tabii ki. Bu gösterdiğiniz kişiler daha çocuk, sizce Madam onlara güvenir mi? Ayrıca tapuyu Madam'ın elinde gördüm."

Hızır'ın içine de şüphe düştüğü için Pastacı'nın üzerine gitmeye karar verdi. "Çok sağlam kaynaklarım var. Soygunu bu kız gerçekleştirmiş." dedi eliyle Zeynep'in fotoğrafını göstererek. "Bu kızın peşine düşeceğim, Madam'ın elinde kalan son birkaç tapuyu da almak istiyoruz. Bu kızı nasıl konuştururum çok iyi biliyorum, itiraf ettiğinde sana da anlatacağım."

"Boşuna arayacak olabilirsin. Madam bu işi ilk bana teklif ettiğinde, uğraşmak istemedim. Sonra başka birine teklif ettiğini duydum ama kim olduklarını hatırlamıyorum. Ayrıca size bu soygunu anlatacak bir sürü insan var. Herkese sorun, belki kimin yaptığını benim aksime hatırlıyorlardır."

"Olsun, bu kızda konuşsun bakalım... Nerede olduğu bilinmiyor ama Hızır onu istediğinde bulur, bu konuda iyi olduğumu sende biliyorsun." dedi Hızır, piç gülüşüyle gülümsemişti.

"Yalan söylemeni istemiyorum Ramis. Eğer yalanını yakalarsam, senin peşine de düşerim." Baran konuşurken sinirle kağıtları Yıldırım'a uzattığında Yıldırım fotoğrafları tekrar dosyanın içine koydu.

"Baran... Seninle en son görüştüğümde çok ciddi işlerin peşindeydin. Karakan ve bu kızların peşine düştüğünü aşağıdakiler duymasın."

"Ya da herkes duysun Ramis, bu işin altının boş olmadığını düşünüyorum. Kendin söylemiştin, bu yolda ilerledikçe bende sadece bunu gördüm. Karanlıkta kimseye güvenemeyeceğim, herkesi göremeyeceğim. Madam'ın peşine düşmemin beni yavaşlatacağını söyledin, mantıklı buldum ve uyguladım. Gördüğün gibi kendisi tekrar karşıma çıkmaya hazırlanıyor."

"Yoksa bu ikisini çoktan buldunuz mu?" diye sordu Pastacı, gözlerini kısarak.

"Bulsak sana neden soracağız?"

"Uzun zamandır karanlığı yönetiyorsun Baran, akıl oyunlarına sende katılmış olabilirsin. Biliyorum tarzın değil ama... Belki de karanlık seni alıştırdı." dedi Pastacı, eğleniyor gibi gözükerek. "Bizimkiler çok sever,"

Baran hafifçe kafasını salladığında Pastacı kafasını hafifçe sağa doğru eğip Hızır ve Baran'a bakış attı. "Beni buraya bunları tanıyıp tanımadığımı sormak için mi çağırdınız?"

"Sana yaptığım teklifi tekrarlamak için çağırdım. Madam'ın gücünü elinden aldım. Kalan gücü, benim karşıma çıkmaya yetmez. Güçlü olsun ya da olmasın... Onun varlığı tehdit olarak kalmaya devam edecek. Elinden aldığım gücünü elbette isteyecek. Karanlıkta kimseye güvenilmemesi gerektiğini Madam geldiğinde öğrendiniz... Belki bu tanımadığın insanlarla yeni karanlığını oluşturuyor bile olabilir."

"Amacın ne?"

"Madam'ı ortadan kaldırmak. Ve başa geçmiş olmama rağmen kim ona hizmet etmeye devam ediyorsa, onları da ortadan kaldıracağım. Yeni bir karanlık oluşturuyorsa, şimdiden yok etmek için hazırlanıyorum."

"Madam ile alakalı hiçbir bilgiye sahip değilim. Bir şey bilseydim, emin ol söylerdim. Teklifini tekrar geri çeviriyorum Kamranoğlu. Ben karanlıkta yeterince yoruldum. Bir daha dönmek istemiyorum."

"Peki o halde," dedi Baran, sinirlenmişti.

"Sizi görmek güzeldi, ben dönsem iyi olur. Helikopter yolculuğum oldukça güzeldi. Dönerken de keyif alacağımdan şüphem yok." Pastacı ayağa kalktıktan sonra hem Hızır ile hem de Baran ile hızlıca tokalaşıp dışarı çıkmıştı.

Baran ve Hızır oturmaya devam ederken Yıldırım Pastacı'yı geçirmek için onunla birlikte üst kata çıktı.

İkisi de koltuktan kalktıktan sonra sessizliklerini koruyarak anlaşmış gibi Baran'ın odasına ilerlemeye başladılar. Baran'ın adamları, Baran ve Hızır salondan çıktıktan sonra odaya girmişler, odanın her yerini kontrol etmeye başladıklarında ikisi çoktan Baran'ın odasına girmişti bile.

Karanlıktan kim olursa olsun, Baran'ın yanında bulunmuşsa o bölge detaylı bir şekilde aranır, yerleştirilen bir cihaz olduğu takdirde cihaz yok edilirdi. Yaşanmıştı ama hep tedbirli oldukları için tüm tehlikeleri önlemişler, yaşatan kişileri de cihazla beraber yok etmişlerdi.

Baran koltuğuna geçerken, Hızır'da kendini masanın önündeki koltuklardan birine attı.

"Üzgünüm ama... Pastacı kesin tanıyor." dedi Hızır, beklemeden. "Beren'i tanıyor mu emin değilim. Zeynep'i net tanıyor."

"Bence ikisini de tanıyor."

"Orada bunların gözaltına alınıp aynı zamanda soygun olması bir tesadüf olamaz."

"Değil zaten."

"Baran, belki de Madam her şeyi Pastacı'ya anlattı? Belki de oradan tanıyor. Bu da olabilir. Pastacı kızları tanısa bile kızlar Pastacı'yı bilmiyor olabilir... Of, bu psikopat herif hala Madam'ın yanında olmasın?"

"Bekleyeceğiz Hızır. Yanındaysa, her şeyi anlatacaktır. Atacakları ilk adımda onları yakalarız."

Kapı çaldığında ikisi de kapıya döndüler. Yıldırım biraz bekledikten sonra kapıyı açtı. "Abi, misafirin gitti. Birde evden aradılar, akşam yemeğini dışarıda yiyeceklermiş. Sana sormamı istediler."

"Herkes gidiyor mu?"

"Evet abi gidecekmiş."

"Beni beklemesinler." Yıldırım kafasıyla Baran'ı onayladıktan sonra Baran parmaklarını dudaklarının üzerine götürerek düşüncelerine kaldığı yerden kaybolmaya devam etti.

"Yine emin değiliz bir şeyden," dedi Hızır, nefes vererek.

"Bu Zeynep denen kızın bir an önce peşine düşeceksin. Onu nasıl konuşturursun bilmiyorum. Ama konuşturmadan gelme."

"Çoktan buldum bile yerini. Bir hastanede tedavi görüyor. Bağımlılığı oldukça ileri düzeydeymiş. Oldukça yoksunluk çekiyormuş ve hasta bakıcılarından gizli hala kullanmaya devam ediyormuş. Londra'daymış. Hemen gideceğim. Merak etme, bu sefer kısa sürer. Uyuşturucu etkisinde olan birini konuşturmak oldukça kolay olacak."

"Umarım karanlıkta olan sadece o kızdır. Diğerlerini orada bulmak istemiyorum."

"Ne olacak bulduğunda?"

"Bilmiyorum... Madam'ı anlatacağım onlara."

"Belki Madam çoktan her şeyi anlattı?"

"Hızır, bir şey bilmeden ihtimaller üzerine konuşmaktan yoruldum. Her şey net olduğunda konuşmak istiyorum."

"Beren ile ne durumdasınız? Dün gece kapıları açmamalar falan..." Baran sinirli bakışlarını Hızır'ın üzerinde birkaç saniye beklettikten sonra gözlerini kaçırdı. Anlatmak istemiyordu. Aslında durumun ciddi olduğunun farkındaydı, kendisi için endişeliydi.

Beren onun zihnine girmeye çalışıyordu. Fark etmişti ama bunu yapmasına bile gerek yoktu. Zaten anlattığı durumu yaşıyordu. Neredeyse emindi Beren'den. O, mutlaka karanlık taraftaydı, sadece somut bir kanıt gerekiyordu. Düşüncelerinden ziyade birine ihtiyacı vardı. Güvenilecek birinin konuşması, bir şey görmesi gerekiyordu.

Beren'in zihnine girmeye çalışması, onun karanlık tarafa olan yatkınlığını gösteriyordu. En iyi ihtimalle sadece benzeyen bir huydu. Aksi takdirde ona anlatılan kan dondurucu hikayeler, hep bununla başlıyordu çünkü.

Baran tüm gerçekleri zihninde tutuyor olsa da Beren'i görünce her şeyi unutması onun bocalamasına neden oluyordu. Onu gördüğünde de ılımlı davranışlarına dikkat etmeliydi. Zira Beren, onun koruması gereken her şeyden habersiz kız olmayabilirdi.

Bu hisleriyle yaşadığı zorluğu kimseyle çözemezdi Baran. Kime anlatırsa anlatsın herkes ona geçmişi hatırlatacaktı. Onunla tanışmasından beri yaşamadığı şeyleri yaşıyordu. Başkalarının anlattığı duyguları, şimdi yaşıyordu ve onların ne anlattığını yeni anlayabiliyordu. Baran, terapiye gitmeyi bile düşünüyordu. Emin değildi kararından, bunu yapması sadece Beren'in üstünde kurmaya başladığı hakimiyeti kabullenmiş olması anlamına da geliyordu. Kendini daha önce hiçbir zaman çaresiz hissetmemişti. Bu da yeni öğrendiği duygulardan biriydi. Çöktüğünü hissediyordu. En azından onun yanında değilken.

"Baran. Bana anlatabilirsin. Bu kadar işimizin arasında, her şeyle sen ilgilenemezsin. Yardım etmemize, konuşmamıza izin ver."

"Ne söyleyeceksin ki Hızır?"

"Ne olursa olsun dikkat et. Şu an senin yanında ama yarın boş vermek zorunda kalacağın biri olabilir. En azından her şey netlik kazanana kadar. Eğer her şeyi bile bile Madam'ın yanındaysa, zaten Madam kazanmış demektir. Evliliği de bozacaksınız. Çokta kaptırma kendini bu evlilik muhabbetine."




☾ ☾ ☾





"Aziz arıyor," dedi Baran, masanın üzerindeki telefonunun ekranına bakarak. Gece saat bire gelmesine rağmen hala eve dönmemiş, Hızır ile işlerini ayarlıyorlardı. "Söyle," diye açtı telefonu Baran.

"Abi," Aziz, uzatarak konuştuğunda sesi nefes nefese geliyordu. Bir yerde koşturduğu belliydi. Sesindeki endişeyi anladığında Baran oturduğu yerde doğruldu. "Ne var lan söylesene!"

"Abi," Aziz yine uzatarak aynı şeyi söylediğinde Baran dudaklarını birbirine bastırdı. "AZİZ KONUŞSANA! BİR ŞEY Mİ OLDU?!" Baran bağırdığında Hızır'da kafasını sonunda telefondan kaldırmış, Baran'a bakıyordu.

Baran, Aziz'i eve yollamıştı. Diğerlerinin hala yemekte olduğunu bildiğinden kendisi de eve dönmemişti. "Abi-"

"Siktirme belanı AZİZ!"

"Abi Beren yok!"

"Ne demek yok lan?! Yemekte değil mi?"

"Yok abi, yok! Çetin Bey'e gelmek istemediğini söylemiş. Babası da tamam demiş. Senin hediyeni getirdim bende şimdi. Az önce Hatice abla söyledi. Odasından çıkmamış, çağırmışlar ama uyuyacağını söylemiş. Ama yok abi hiçbir yerde! Güvenlikte görmedik diyor! Senin evde de yok! Denize indim yok, her yere baktım..."

"Telefonu benim evimde olduğunu gösteriyor." dedi Baran, o konuşurken Beren'in telefonundan aldığı konumu kontrol etmişti. Aziz derin bir nefes verdikten sonra rahat bir tavırla "İyi abi ya, kaçtı sandım... Söylesene benim yanıma geldi diye-"

"APTAL! ORADAKİ EVDE GÖSTERİYOR! TELEFONU YANINDA DEĞİL!" Baran'ın sinirden elleri titremeye başladığında ayağa kalktı. "Her yere bak, kameraları kontrol edin. Geliyorum."

Baran, Aziz ile daha fazla konuşmamak için telefonu kapattıktan sonra kapıya ilerledi. "Sen gelme Hızır. Sana dediğimi yap,"

Hızır'ın cevabını beklemeden aşağı indi Baran. Bir yandan Beren'in oradan nasıl ve nereye kaçacağını düşünüyordu.


Neredeyse bir saat süren yolu gazdan ayağını çekmeden yarım saatte bitirmişti. O kadar şey düşünmüştü ki yola dikkatini vermeden gelmişti, kaza yapmamış olması mucize gibiydi. 'Kendini ifşaladığı için kaçtı, Pastacı'nın geldiğini öğrendi ve onu öldüreceğini düşündü, eve gitmek istiyordu ve gitti, Kamuran ile kavga etti...' Baran'ın zihninden o kadar çok sebep geçmişti ki, o sebeplerin altına yazdığı senaryolara kendisi bile şaşırdı. Beren yüzünden fazlasıyla düşünüyordu. Karanlığın yönetimini ele alırken bile bu kadar düşünmemişti.

Eve girdikten sonra arabayı bıraktıktan sonra güvenliklere yöneldi. Güvenlikler de onu hiç görmediğini söylemişti. Eğer kaçmışsa, Beren'i takdir etmesi gerekiyordu. Sadece kapıda bile yedi adamı vardı.

Aşağıya doğru koşmaya başladığında evin ışıklarının kapalı olduğunu gördü. Evin önüne geldiğinde, evin çevresinde hızlı bir tur attıktan sonra aşağıya yürümeye devam etti. Bir yandan onu bulmak için dua ediyordu. İnanmamasına rağmen dua etmeye başladığında atların olduğu yere doğru ilerledi. Oldukça karanlıktı, ışıkları yanmıyordu.

İç güdüleri onu atların olduğu yere götürmeye devam ederken çitin kapısını açtıktan sonra ilerlemeye devam etti.

Beren'in uzakta bir sandalyede oturuyor olduğunu gördüğünde olduğu yerde durdu. Hiç nefes almamış gibi hissettiğinden durduğu gibi derin bir nefes alarak gözlerini yavaşça kapattı. Onun kaçmış olmasını neden düşündüğünü sorguladığında bir cevap bulamamıştı. Halbuki gitmek istediğini zaten söylemişti. Neden bu kadar endişelendiğine de anlam verememişti. Düşüncelerinden uzaklaşarak ağzından sesli bir şekilde nefes verip yürümeye devam etti.

Oturduğu yerin üzerindeki küçük ampul, Beren'i az da olsa aydınlatmıştı. Bu sayede Baran onu görebiliyordu. Elinde her zamanki gibi bir şarap şişesi tutuyordu. Yüzünü hala görememişti. Omuzları arada bir titrediğinden Baran onun ağladığını düşünüp bir anlığına sinirlendi. Dedesini suçladı zihninde. Kesin bir şey olmuştu.

"İyi misin sen?" diye sordu Baran, fark edilmek için söylese de gecenin karanlığında onu korkutmamak için ses tonuna dikkat etmişti. Beren kafasını hızlıca sese doğru çevirdiğinde gözlerini kıstı. Baran onun yüzünü sonunda görebildiğinde ağladığına emin olup adımlarını hızlandırdı.

"Neden ağlıyorsun?"

"Baran!" Adını ağlamasına rağmen sevinçli bir şekilde söylediğinde Baran'ın kaşları hafifçe çatılmış, Beren'in yanına ulaşması için az bir adımı kalmıştı.

"İyi misin?" diye sordu tekrar, onun sesinden fazlasıyla sarhoş olduğunu anlamıştı. Neden içtiğini çözemiyordu. Beren hızlıca kafa sallarken bunun sarhoşluğuna kötü geleceğini düşünüp durdu. Ayağa kalkamayacak kadar sarhoştu o yüzden oturmaya devam ediyordu. "Hadi kalk, dönüyoruz." dedi birden. Dedesine sinirlenmişti. Aniden Beren'i götürmeye karar verdi.

Baran söylense de Beren onu dinlemiyordu. Elini zoraki Asil'e doğru kaldırırken, Baran çoktan onun yanına gelmiş, Beren'in dizinin dibine doğru yere çökmüştü. "Bu benimmiş meğerse! Ondan seviyormuş beni!" dedi Beren, bir yandan da hıçkırmaya devam ediyordu.

"Biliyorum," dedi Baran, yumuşak bir sesle. Ellerini Beren'in bacaklarının iki yanına koyduğunda sanki onu tutmaya çalışıyordu. "Benim dedem bana almış!"

"Evet, çok uzun zaman önce." Baran, bir elini Beren'in bacağından çekip elini tuttuktan sonra Beren'in parmaklarını dudaklarına bastırdı. Ellerinin üşüdüğünü fark etmişti.

"Deden... Deden dedi ki," Baran, kafasını hafifçe geriye yaslayıp onu izlerken onun ne zamandır ağladığını kestiremiyordu ama anlaşılan uzun süredir ağlıyordu. Hem hıçkırıyor hem de nefesi kesiliyordu. "Deden bana dedi ki... Asil senin, götürebilirsin."

"Murat Sanberk, ona böyle söyledi çünkü. Anlaşılan Asil gerçekten seni bekliyordu." Beren, ağlamaktan şişmiş dudaklarını büzüştürdükten sonra yavaşça kafasını salladı. "Evet. Beklemiş beni. Bak, dedem bana sürpriz yaptı!"

Baran, onun ağlamasının şiddetlendiğini fark ettiğinde Beren'de kafasını eğdi. İki elini de tuttu bu sefer Baran. Ağlamasını nasıl engelleyebileceğini düşünüyordu. Onun elini tekrar dudaklarına götürdüğünde Beren konuşmak için dudaklarını araladı.

"Bende Asil'i dedene hediye ettim." Baran, duyduklarına şaşırdığını belli etmeden "Neden?" diye sordu. "Çünkü... Çünkü deden de Asil'i seviyor. Hem de deden burada yalnız kalmasın... Asil- Asil onun arkadaşı olsun diye."

Baran'ın onu gördüğünde her şeyi unutuyor olması sadece Baran'ın suçu değildi. Beren'in karşısında kim olursa olsun, böyle konuşan birinin kötü şeyler yapmasına imkan yoktu. Onu soktuğu tarafın içinde herhangi birinin böyle konuştuğunu bile kimse hayal edemezdi.

Beren'i duyduğunda içi ısınmıştı sanki. Şaşırmıştı, dedesine bırakacağını düşünmüyordu. Yaptığı açıklama, Beren'i yine masallardan bile eşsiz yapıyordu.

"Onu bırakacağın için mi ağlıyorsun?"

Beren hızlıca kafasını salladığında göz yaşlarını dindirebilmek için gözlerini sıkıca kapattı. Açtığında Baran'a söyleyeceklerini sarhoşluktan unutmuştu. "Ne sormuştun?" dedi, kızaran gözleriyle bakışlarını ona doğru indirdi.

"Onu bırakacağın için mi ağlıyorsun?"

"Hayır. Çok... Çok düşündüğüm için ağladım."

"Neyi düşündün?"

"Kendimi."

"Kendini nasıl düşündün?" diye sordu Baran sabırla. Beren'in gözlerinin içine bakarken bir yanda ellerini hafifçe öpüyordu.

"Ben evleniyorum artık." Baran sanki gülmesini bastırır gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Oldukça keyifli hissetti kendini. Beren'in umutsuz bir şekilde söylenirken, gerçeklerden habersiz olarak böyle konuşması onu eğlendirmişti. "Kiminle?" diye sordu Baran gözlerini kısarak. Onun hızlı değiştirdiği duygularına alışmıştı. Sarhoşken kendini daha da belli ediyordu. Aslında bu seferki duygu değişimi Baran'ın işine gelmişti. Beren'in ağlaması bir anda dinmiş, Asil'i unutmuştu.

"Biriyle konuşuyorum." Beren kaşlarını çatmış sanki ciddi olduğunu böyle göstermeye çalışıyordu. Baran, yalan söylediğini biliyordu. Konuşmadığından emindi, hakkında en önemli şeyi hala öğrenememesine rağmen bunu takip edebiliyordu.

"Ben ne olacağım?" diye sordu Baran alayla. Beren bile sesindeki alaylı tonu anlamıştı ama sarhoş olduğu için kendisine öyle geliyor olduğunu düşündü. "Sen... Nasıl sen yani?"

"Hadi gel," Baran onun daha fazla üşüyeceğini düşünerek dizlerinin üzerinde doğrulduktan sonra Beren'in üzerine eğilip bacaklarını tuttu.

Beren ona direnmeden hızlıca kollarını boynuna dolayıp bacaklarıyla da belini sarmaladığında Baran belini doğrulttuktan sonra kucağında Beren ile yürümeye başladı.

Çiftliğin çitinin kapısına sert bir tekme savurup kapıyı açtıktan sonra beton yola çıkarak yürümeye devam etti.

"HAH! YÜCE RABBİM, ŞÜKÜRLER OLSUN YA! BEREN NEREDESİN KIZIM SEN?!" Aziz, onların arkasından seslendiğinde Baran sinirle arkasını döndü. Beren, Aziz'in sesini duyduğunda heyecanla Baran'ın kucağında kıpırdanarak kafasını arkaya çevirdi. "Aziz, siktir git! Beceriksiz! Gözüme gözükme!" dedi Baran, hızlıca.

Beren, gözünde daha yaşları kurumadan gülmeye başladığında Aziz, eline göğsüne doğru götürdü. "Aklım çıktı abi! Nereden bileyim ben atların yanında olduğunu? Karanlıktı orası, orada değildir diye bakmadım."

Baran sinirle nefes verip önüne dönerek yürümeye devam ederken Beren çenesini Baran'ın omzuna dayadı. Aziz bu sırada ikisini arkalarından takip ediyordu. "Baran... Daha dün demiştin bak, karanlıkta kimse gözükmüyordu değil mi?" Beren'in eğlenir gibi sorduğu sorudan rahatsız olmuştu. "Ama bak, beni bulmuşsun!" dedi Beren, sinirlenerek.

"Abi, yorulduysan ben taşıyayım Beren'i. Sen yorulma-"

Baran olduğu yerde aniden durduktan sonra Aziz'de durmuştu. "Ne diyorsun oğlum sen?!" dedi, dişlerini sıkarak. Aziz ne söylediğini yeni fark ettiğinde kafasını hızlıca eğdi. Baran tekrar yürümeye başladığında Beren, Aziz ile göz göze gelmişti. Aziz'e sırıtmaya başladığında Aziz'i de gülümsetmişti ama Aziz dudaklarını birbirine bastırarak gülmemeye çalışıyordu.

"Aziz," dedi Beren uzatarak Aziz'e seslenirken. "Dolapta dondurma," Beren tekerlemeyi değiştirerek söylemeye başladığında Aziz parmağını 'sus' dermiş gibi dudağına götürdü. "Yala yala bitmez." Beren mırıldanır gibi söylenirken Baran yine Aziz'e bağırdı.

"Aziz, kaybol!"

Aziz, onların yanından hızlıca önlerine geçerek müştemilata doğru ilerlediğinde Baran kafasını Beren'in saçlarına doğru yaklaştırarak ensesine öpücük kondurdu. "Ne yapacağım ben seninle ya?" diye söylense de Beren duymamıştı.

Evin önüne geldiklerinde "Bana sıkı tutun tamam mı?" dedi Baran, cebinden anahtarını alacaktı. Beren ona tüm gücüyle sarıldığında Baran bir elini serbest bırakıp cebine götürdükten sonra anahtarını alıp kapıyı açtı.

İçeri girip ayağıyla kapıyı kapattıktan sonra Beren'i taşımaya devam ederek yatak odasına götürdü. Beren'in bir şeyler mırıldandığını duyduğunda onu yatağa yatırmak yerine yatağa kendisi oturmuş, Beren'i de kucağından indirmemişti.

"Benim... Her şeyi... Her şeyi öğrenmem lazım," Baran, onu dinlerken sesini çıkarmadan dinlemeye devam ediyordu. Beren'in bir şeyler itiraf etmesini umuyor olsa da Emir ile ikisi bu konuda kendilerini çok iyi eğitmişlerdi. Asla anlatmazdı.

"Duyuyor musun Baran?" diye sordu uykulu bir sesle.

"Neyi öğrenmen lazım?" Baran onun ayakkabılarını çıkardığında Beren rahatladığını hissetti.

"Senin öğreteceğin her şeyi öğrenmem lazım. Bir an önce öğretsen iyi olur." Beren, yüzünü Baran'ın omzundan uzaklaştırdığında dengesini kaybetmemek için bu sefer Baran'ın omuzlarına tutunarak gözlerinin içine bakıyordu.

"Evleniyormuşsun, artık kocan öğretsin." dedi Baran, kaşlarını kaldırarak. Sohbet onu oldukça keyiflendirmişti. Beren kafasını iki yana sallayarak mızmızlanır gibi "Anlamıyorsun ya," diye söylendi.

"Ne?"

"Öğreteceksin. Sen öğreteceksin ki, bende kocamın aklını başından alacağım! Evlendiğimde salak gibi gözükmek istemiyorum."

"Kocan kıskanmayacak mı?" Baran, sorusunu sorduktan sonra Beren onu omuzlarından tutarak yatağa itti. Baran, direnmeden yatağa uzandığında Beren'i de tutarak yatağın ortasına doğru kaymıştı.

"Kıskansın, sana ne ki? Seninle kıskandıracağım işte."

"Olmaz öyle," Beren gözlerini devirdikten sonra düşecekmiş gibi Baran'ın üzerine eğildiğinde Baran onu tutarak yavaşlatmıştı. Beren düşecek olduğundan habersiz dudaklarını Baran'ın boynuna götürdü. "Olur, boş ver sen.... İkimizi kıskansın o,"

"Anlatacak mısın benim yaptıklarımı?" Baran bugün hiç olmadığı kadar keyifliydi. Beren onu umursamıyormuş gibi mırıldanarak onayladığında onun boynunu öpüp, kokusunu içine çekmekle meşguldü.

"Benim öğrettiklerimle kocana ne yapacaksın?" Baran yeniden sorduğunda, Beren yüzünü boynundan uzaklaştırıp Baran'ın dudak kenarlarını öpmeye başladı. "Onu... Delirteceğim... Zevkten dört köşe olacak... Bende onu sarhoş edeceğim,"

Baran yavaşça onu yatakta döndürüp üzerine çıktı. "Kocanı ben kıskanırsam ne olacak?"

"O da senin sorunun," dedi Beren, oldukça umursamaz gözüküyordu. "Zaten benim kocamı herkes kıskanacak... Çünkü o Beren Sanberk'in kocası!"

Baran, Beren'in yüzüne gelen saçları geriye iterken duyduğu şey onu öyle bir keyiflendirmişti ki gülümsemesine engel olamamıştı. "Beren Sanberk'in kocası buymuş diyecekler... Of, ne şanslı adammış diyecekler ona bakıp. Çünkü yanında beni de görecekler."

"Sen şanslı olmayacak mısın?" dedi Baran, hala gülümsüyordu. Gülümserken dudaklarını Beren'in çene kemiğinin üzerine götürmüş dudaklarının altında tenini hissettikçe rahatladığını hissediyordu. "Bilmiyorum ki, sence olur muyum?"

Baran, Beren'e cevap vermek yerine dişlerini hafifçe tenine batırdı. Beren ellerini onun ensesine götürmüş, tırnaklarını dolaştırıyordu. "Kocam çok havalı bir şey olur umarım,"

Dişleri hala onun çenesinde olmasına rağmen Baran hafifçe kıkırdadı. "Umarım havalı bir şeydir." Bununla eğleneceğini düşünemezdi.

"Öyle olsa iyi olur, o kadar hazırlanıyorum onun için."

"Nasıl yani?"

"Baksana... Senden ders alacağım işte. Kendimi kocam için hazırlıyor gibiyim." Baran sonunda kafasını kaldırıp Beren ile yüzlerini eşitledi. "Seni sadece kocama hazırlanmak için kullanacağım."

"Demek öyle,"

"Öyle tabii. Kocam dururken sana bakmam bile söz konusu olamaz." Baran keyifle alt dudağını dişledikten sonra Beren'in kızarmış dudaklarına kısa bir bakış attı.

"Sen hep kocana bak o zaman. Çünkü o da hep sana bakacak."



Baran dayanamayarak sonunda dudaklarını Beren'in dudaklarıyla buluşturdu. Zihninde onu bir melekten farksız görüyordu. Ağlarken ona anlattıkları yüzünden yine şüphelerini unutmuştu. Şüpheleri gerçek olsa, bunu düşünemezdi Beren. Yine de ikiye ayrılmış zihni çoktan girmiş olduğu yolda onu daha fazla zorlayacaktı. Şüphelerinin peşinden gidiyordu ama o meleği kaybetmemek umuduyla gidiyordu. Aksi halde ne yapacağını biliyor gibi gözükse de kendinden hiçte emin değildi. Belki de şüphelerini takip ettiği yolda kaybolacaktı.


En azından meleğini hiç kaybetmeyecek olabilirdi.


Sonuçta şeytan, bir zamanlar melekti.








☾ ☾ ☾



Bölümü nasıl buldun?

Beren ile karanlıkta tanışmaya hazır mısın?

Baran hazır mı?

Beren ve Baran'ın arasındaki iletişim sence nasıl?

Asil'in öyküsü hakkında ne düşünüyorsun? Okurken neler hissettin?

Beren'in sarhoş haliyle saçmalamasına bayılıyorum!

Sence Hızır, Zeynep'i konuşturabilir mi?

Pastacı? Beren'i fazlasıyla korumaya almış gibi gözüküyor.

Bölümü umarım beğenmişsindir. Özel bölümü okumayanlar, mutlaka okumalı!

Yeni bölümlerde görüşürüz! Kendine iyi bak, öptüm

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

1.4K 424 15
Bir kelebeğin ömrü kadar kısaydı geçirdikleri vakit. Peki ya unutmaları, o ne kadar sürecekti? Adam sevecek kadın bilmeyecek, adam her bedende kadın...
47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
5.2M 281K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
Uyanış Bởi Tuğçe

Viễn tưởng

16.5K 1.1K 32
Kleopatra: Pekala, madem gerçekten aşıksın, o zaman, ne kadar, onu söyle! Antonius: Ölçülebilen aşk zavallı bir aşktır. Kleopatra: Peki, ya ben ölçme...