HERAN

By rhemelicious

1.2M 43.9K 33.9K

"Sessizliğin bu kadar gürültülü olacağını senden önce bilmezdim." (Kitap yetişkin içeriklidir.) 02.12.21 More

GİRİŞ
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
Ⅰ.
BÖLÜM 29
Ⅱ.
BÖLÜM 30
Ⅲ.
BÖLÜM 31
Ⅳ.
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 50
BÖLÜM 51
BÖLÜM 52
BÖLÜM 53
BÖLÜM 54
BÖLÜM 55
BÖLÜM 56
BÖLÜM 57
BÖLÜM 58
BÖLÜM 59
X

BÖLÜM 28

22.9K 734 1.1K
By rhemelicious

Kitabın yeni bölümleri her hafta cuma yayınlanıyor olacak. Haftada sadece bir bölüm. İleride bazı haftalarda özel bölümler gelecek. Özel bölümlerin geldiği haftalarda yine cuma günü de bölüm eklenecektir. Şuan ki isteğim bu şekilde, umarım başarabilirim.

Bölümler uzun, oldukça emek veriyorum ve zaman harcıyorum. Senden tek ricam, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmaman. Desteklerin için şimdiden teşekkür ederim ♥️

Bu kitapta her çeşit insanı okuyabilirsiniz arkadaşlar. Kitapta LGBT karakterleri de var. Rahatsız olacaklar okumayabilir ♥️

Ayrıca 'bir şey anlamadım, yeter, her şey açığa kavuşsun...' vb gibi sinir krizlerinizi görüyor fakat müdahale edemiyorum. Müdahale etmem de mümkün değil. Sinir krizi geçirenlerin acilen bir doktora görünmesini tavsiye ediyorum, özel bölümler gelmeye başladıkça birkaç hafta daha bu durum sürecektir ♥️ Emniyet kemerlerinizi kontrol etmeyi ve yanınızda bir şişe kolonya bulundurmayı ihmal etmeyiniz ♥️ Bölüm sonunda biraz sohbet ettim seninle, mutlaka oku.

Özel bölümlerin iki tanesi hazır. Bombaları bırakacağım yakında!

Oy verdiysen, keyifli okumalar dilerim yorumlarda buluşmak dileğiyle ♥️



☾ ☾ ☾




Tek bir şeyden emindim. Edward kesinlikle bir vampirdi. Of, şaka şaka... Tek bir şeyden emindim, o da Baran'ı öperken başka birisine dönüştüğümdü. O an düşündüklerim aklıma geldikçe yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Üstelik bu sefer kendimi tutamamıştım. Az önce resmen adama kucak dansı yapmış olan ben, şimdi onun kapıları kilitlemesini hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi izliyordum. Zaten bu zihni nasıl ciddiye alabilirim ki, olur olmadık durumda kendimle konuşurken aklıma gelene bak.

Neredeyse beş dakika önce dudaklarımı gezdirdiğim suratı şimdi de bana dönmüştü. Dudaklarını oynattığını fark ettiğimde onu duymaya çalıştım. "Hadi, gidiyoruz." Beni beklemeden bahçeye doğru yürümeye başladığında onu takip ettim. "Of," Bir anlığına uzun süre oflasam da ağzımdan kaçırmıştım.

Olduğu yerde durup kafasını bana çevirdi, şimdi sorun ne dermiş gibi bakarken "Ne oldu?" diye sorduğunda birkaç saniye duraksadıktan sonra söylemeye karar verdim. "Aşağıdaki şaraplardan alacaktım," Dudak kenarlarını yukarıya doğru sinirle kaldırdıktan sonra yürümeye devam etti. "Gönderirim sonra,"

"Kaç tane göndereceksin?" dedim, aynı zamanda adımlarımı hızlandırıp yanına geldiğimde. "Kaç tane istiyorsun?"

"Bilmem... On tane!"

"Tüm mahzeni göndereyim?" dedi, bana yandan bir bakış atıp kapıya doğru yürümeye devam etti. Dilimi damağıma vurup 'cık' sesi çıkarttıktan sonra zihnim onun koluna girmemi söylese de duymazlıktan geldim. Bir dur artık ya!

"İstemez, ya da vazgeçtim, hiçbir şey istemiyorum." Aklıma birden Dinçer Kamranoğlu'na olan sinirim geldiğinde eş zamanlı olarak Neboş'u da düşünmeye başlamıştım. Baran, beni umursamadan anahtarı korumalardan birine uzattığında, koruma hafifçe belini aşağı eğerek anahtarı Baran'ın elinden aldı. Her şeyden habersiz kapının önünde beklemiş olmaları bir an beni keyiflendirmişti. Biz içeride neler yaptık bir bilseniz...

Herkese anlatmak istesem de susmak zorundaydım. Hande'ye anlattığımda atacağı çığlıklar ve beni karalama seansı kaç saat sürecekti kim bilir... Anlatmayı düşünmüyordum gerçi. Onlarla aramı biraz daha soğuk tutacaktım. Kerim ve Hande'den bir yalvarma konuşması duymam gerekiyordu.

Baran'ın korumalarla yaptığı sohbeti beklemeden buraya geldiğim arabaya doğru yürümeye başladım. Direksiyonun olduğu kapıyı kendime çektiğimde kapının kilitlendiğini fark ederek hala konuşmaya devam eden Baran ve korumaya döndüm. "Anahtarımı mı aldınız ya?! Ver anahtarımı!"

Baran bakışlarını benden çekip korumaya döndükten sonra dudaklarımı birbirine bastırdım. Koruma bana bakmamıştı bile. "Hişşt, sana diyorum! Arabanın içindeydi anahtar!" dedim, topuğumu yere hırsla vurarak. İkisinin de beni umursamaması sinirimi bozmaya başlıyordu.

Koruma, Baran'ın dediği şeye kafasını salladıktan sonra arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Baran da ağır adımlarla sonunda yanıma doğru yaklaşırken kaşlarımı çattım. "Anahtarımı almışlar Baran,"

"Benimle geliyorsun," dedi sesli verdiği nefesten sonra. Nedenini sormak yerine sertçe "Hayır" cevabımı verdiğimde kendi arabasına doğru ilerlemeye devam etti. "Başka bir seçeneğin yoktu," Gözlerimi devirip arabamın önüne doğru yürüdükten sonra popomu kaputun üzerine yasladım.

Benim gelmediğimi gördüğünde kapısının koluna koyduğu eliyle kapıyı açmaktan vazgeçip bana baktı. "Boşuna zorluk çıkarma, seni bekliyorlar. Diğerlerinin yanına gideceğiz. Çiftlik evindeler." Gözlerimi devirdikten sonra bakışlarımı ondan çektim. "Sonra gelirim, işim var."

"Beni alakadar etmiyor,"

"Senin işin de beni alakadar etmiyor! Gitmem lazım diyorum!" Sesimi yükseltirken ona baktığımda ifadesiz suratıyla yanıma geliyordu. "Nebahat Hanım'ın yanına mı gideceksin?" diye sordu, düşüncelerimi okumaya başlamış gibi. Kızmış ifademi şaşırarak birden serbest bıraktım. "Evet," dedim, sanki itiraf ediyor gibi.

"İlaçlara direnip uyumamış. Sen yanına gittiğinde uyuyabilmiş. Hala uyumaya devam ediyormuş, ilaçlar onu bir müddet uyutabilirmiş. İki kez sakinleştirici iğne olmuş. Sen eve dönene kadar da uyanmamış olur."

"Telefonum bu arabada kaldı." Neboş'un durumunu öğrenmek beni rahatlatmıştı. Bana arkasını dönerken cevap verdi. "Eşyaların benim arabamda." Hızlıca yaslandığım yerden doğrularak onu takip ettim. "Kapım?" diye sordum, direksiyon koltuğuna ilerlediğini gördüğümde. Tek kaşını kaldırıp hesap sorar gibi kafasını bana çevirdiğinde ona bakıyordum. "Kapımı açmayacak mısın?" Dudak kenarlarını yukarıya doğru kaldırıp sola doğru ilerlemeye başlayarak kapımı açtı.

Yapmacık bir gülümsemeyle yanından geçip koltuğa oturduktan sonra önümde duran telefonumu elime aldım. O kapımı kapatırken bende umursamazca bildirimlerimi okumaya başladım. Neredeyse herkes aramıştı. İyi haberdi, bir şey anlatmama gerek kalmamıştı.

Baran da çoktan kendi koltuğuna otururken telefonumu kucağıma bırakıp emniyet kemerimi bağladım. "Neboş'un durumunu kimden öğrendin?"

"Buraya gelirken bilgi istedim, abinler de bakmaya gitmişler." Birkan ve Barkın abimin de Neboş'un yanına gitmiş olmasını öğrenmek içimi biraz daha rahatlatmıştı.

Zihnimde sürekli konuşacak bir şey arasam da bulamamıştım. Az önce çok ileriye gitmiştim, kesinlikle onu öperken başkasına dönüşüyordum. Ne düşündüğünü merak etsem de susmayı seçiyordum. Konuyu onun açmasını bekleyecektim ama o da susacak gibi gözüküyordu.

Kendime o kadar şaşırıyordum ki, Baran beni durdurmuş olmasaydı yolun sonu hiçte hazır olmadığım bir yere çıkacaktı. Onu kışkırttığım için beni öptüğünü biliyordum. Zaten o da benim düşündüğüm gibi düşünseydi beni öpmeye devam ederdi. Bunun yerine onun kucağındayken beni de tutup ayağa kalktıktan sonra üzerinden indirmişti. Hatta o ayağa kalktığında yatak odasına falan gideceğimizi düşünsem de beni indirdikten sonra dudaklarımı bırakıp "Anlaşma oluşturuldu, unutma." demişti. Dinçer Kamranoğlu'nun özür dilemesi hakkında iddiaya girdiğimizi sonradan hatırladığımda o çoktan beni salonda yalnız bırakmış, tuvalete gitmişti.

Birkaç dakika sonra içeriye geri geldiğinde beni hala bıraktığı yerde görmüş olsa da önümden ilerleyerek dışarı çıkmıştı. Kendimi hızlıca toparlayıp onun arkasından gittikten sonra kapıyı kilitlemeye başlamıştı. Sahi, neden tuvalete gitti? Yoksa...

"Ne düşünüyorsun?" Kafamı hızlıca ona çevirdiğimde bir bana bir de yola bakıyordu. "Hiçbir şey," dedim, omuzlarımı silkerek. "Bacağını sallamaya başladın yine." Derin bir nefes alıp bacağımı sabit bıraktıktan sonra kolumu cama dayayıp, elimi de çeneme yasladım. Yarım kalmış işini mi bitirdi içeride? Bunu ona sormak kulağa eğlenceli gelse de beni de utandırabilirdi.

"Neye gülüyorsun?" dedi, merakla.

"Tuvalete gitmene," Konuşur konuşmaz gözlerim birden büyümüştü. Of, aklımı... Hemen kafamı ona çevirip tepkisini izledim.

Yüzünün sadece sağ tarafını görsem de dudağının kenarı memnuniyetle geri ittiğinde dişleri biraz da olsa gözükmüştü. Oha, güldü mü o?! Ağzımdan istemsizce sesli bir nefes aldığımda gövdemi öne doğru götürüp yüzüne bakmaya çalıştım. Gülüyordu! Dilini hızlıca üst dişlerinin altında gezdirip dudaklarını kapatarak gülmemeye çalışır gibi dudağının köşesini ısırdı. "İlk. Defa. Güldün." Dehşete düşmüş gibi konuştuktan sonra küçük bir kahkaha attım.

"Şu beton suratını ilk defa gülerken gördüm," dedim arkama yaslanırken. Kafamı nedense iki yana sallıyordum. Salaklaştım. Gülümseme bile sayılmazdı. Güler gibi olmuştu ama yine de gülme ifadesine en yakın halini görmüştüm. Neden salaklaştığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. İfadesi sanki ruhuma işlemişti.

O dikkatle yola bakmayı sürdürürken gövdemi saran kemerimi biraz bollaştırıp ona yaklaştım. İşaret parmağımı dudak köşesine koyduktan sonra keyifle yukarı ittirmeye çalıştım. "Bir kerecik daha güler misin?" dedim, sesimi incelterek. Kafasını arkaya çekerek benden kurtulmak istese de izin vermiyordum. Kıkırdamaya devam ederken, "Kurban olduğum, ne güzel gülüyorsun." dedim yine aynı tonda, parmaklarımla onu gülümsüyor gibi gösterebilmiştim.

Yüzünü benden kurtarabildiğinde elimi üzerinden çekip tekrar arkama yaslandım. Kendi kendime gülmeye devam ederken ona bakmayı sürdürüyordum. "Eee? Acımıştır yüz kasların. Kullanmıyorsun ya," Sıkılmış gibi nefes alsa da gülmemi durdurmakla uğraşmıyordum. "O kadar espri yapıyorum, buna gülmen gerçekten kırıcı oldu." Kafamı geriye atarak gülmeye devam ederken tamamen dünyadan kopmuştum.

"Seni bu kadar güldürdüğüne göre..." Koltukta gülmekten sallanmaya devam ederken zorlukla konuşuyordum. "Tuvalette eğlenceli vakitler geçirmiş olmalısın." Cümlemi bitirdiğimde gülmem şiddetlenmişti. O da sanki kendini tutamamış gibi uygunsuz söylemlerime kafasını yana çevirerek ağzından nefes verip tekrar gülümsemişti.

Onun yine birkaç saniyelik gülümsemesini gördüğümde kahkahalarımı azalttım. Aslında gülümsemiş sayılmazdı, sadece sırıtmıştı. "Bak, yine güldün... Sanırım kıyamet yaklaşıyor." İfadesini çoktan değiştirmiş olsa da konuşmaya devam ettim. "Gerçekten elin seni mutlu ediyor olmalı," Sonunda gülmemi bastırsam da arada kıkırdamaya devam ediyordum.

"Tercihim değil, zorunda kaldım." dedi, keyiflenmişti. "Yalan söylüyorsun, senin kucağındayken bile gülmedin!" Sustuktan sonra yavaşça önüme dönüp dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanaklarımın ısındığını fark ettiğimde içimden sövmeye devam ettim.

"Yoracağını anlamıştım, şimdiki neşeli halin az sonra muhtemelen silinip gidecek." Baran'ın konuyu değiştirmesine sevinmiştim. Dediği gibi dakikalar sonra diğerlerini gördüğümde her şeyi unutacaktım. Ayrıca bu konuyu yine açmamış olması beni düşündürmeye başlamıştı.

"Önemli olan anı yaşamak. Ruh halime güvenme zaten,"

"Sana güvenmiyorum," dedi, vurgulayarak. Yaşananlardan dolayı böyle söylediğini bilsem de yavaşça ofladım. Bende o konuyu açmayacaktım. "Bugün ilkler yaşanıyor desene, seni gülerken gördüm, Dinçer Kamranoğlu özür dileyecek..." İlklerin yaşandığı bir zamandaydım. Öpüştüm, birine kucak dansı yaptım, utanmadan bir de inledim...

"Başka da aklıma gelmedi." dedim, lafımı bitirerek. Zihnimden saydıklarımı söyleyecek halim yoktu. "Babam özür dilemeyecek. Dilemez. Dilemedi. O işin peşine düşme, boşuna uğraşacaksın."

"Uğraşmayacağım," dedim, son heceyi uzatarak. Sıkıntıyla nefes verdikten sonra elini cebine götürerek sigara paketini çıkardı. "Çiftlikte beni yine ata bindirsene,"

Paketinden tek eliyle çıkardığı sigarayı dudaklarına götürdükten sonra paketi cebine geri koydu. "Nasıl bir ortama gireceğimizi bilmiyorum, at sürmenin sırası olmayabilir." Sigarasının ucunu yaktıktan sonra çakmağı da vitesin yanına attı.

"Of, ben sana olacakları anlatayım. Babam beni görüp daha da köpürecektir, laflar, laflar, laflar, bağırma, Kerim bana yaptığın gereksizdi ama yine yanımda olduğun teşekkür ederim diyecek, laflar, laflar... Abimler ve Kutay abimin lafları, kızlar Kerim ve Dilan'ı konuşur, Hande bizi evde bırakıp kaçtın diye azarlamaya çalışır... Başka... Yine birileri bana laf söyler, Emir'de oradaysa söylediği bir şey yüzünden ona da laf söylerler kesin... Aklıma bunlar geldi. Sonra at binmeye gideriz işte."

"Silah konusunu söylemedin?"

"Lafların içinde o da var."

"İyi silah kullanıyorsun."

"Biliyorum, yine de teşekkürler." dedim, kafamla onu onaylayarak.

"Silahını bırakarak gitmen bir hata ayrıca. Sana mı ait?" Aynen, hata. Bunu bilmeyecek kadar bilgisizim... Sinirden fırlatmış olsam da bunun bir savaş olmadığını bildiğimden silahın peşine düşmemiştim. "Büyük ihtimalle babamın."

Bir an duraksayıp ona döndüm. "Bir ilk daha. Bana iltifat ettin. Senden aldığım ilk iltifatın bu olması üzücü."

"İltifat değil, gözlemimi söyledim." Sigaradan tekrar nefes çektikten sonra camını biraz araladı. "Silahlara alışık olduğunu gördüm, buna da şaşırmamam lazımdı." Konuyu tekrar o geceye getirdiğinde başımı cama çevirerek yolu izlemeye başladım. Benim meraklandığım konuyu açmaması işime gelse de bir tarafım konuşmasını istiyordu. O konuşsa ben ne konuşacaktım bilmiyordum. Sadece onu duymak istiyordum.


☾   ☾   ☾


Baran arabayı durdurduktan sonra bahçedeki araçlara bakarak derin bir nefes aldım. Herkes burada gözüküyordu. Baki amca ve Soner amcanın arabasını görememiştim sadece. Bilmediğim bir tane araba vardı. Kamranoğlu olmalıydı. Sonuçta kapısının önündeki tekerini indirdiğim arabalarla gelemezlerdi.

Kemerimi çözüp kapıyı açtıktan sonra temiz hava yüzüme hemen çarpmıştı. Arabanın kapısını kapattığımda Baran yanına gelmem için beni bekliyordu. "Sen önden yürümeye başla, ben havalı bir giriş yapmak istiyorum." dedim, sırıtarak. Dudaklarını birbirine bastırıp yürümeye başladığında arkasından onu takip etmeye başladım. Topuklu ayakkabılarım çimlerin içine batsa da dikkatle yürümeye devam ediyordum.

"Sen delirdin mi ha?!" Babam, sinirden kırmızıya dönmüş suratı ile bahçeye gidilen yolda birden belirerek bana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Onu gördüğümde duraksamadan aynı hızda yürümeye devam ediyordum.

"Nasıl silahla kapıya dayanırsın sen?!" Babam kükremeye devam ederken, Baran sanki barikat gibi babamın önüne dikildi.

"Sana mı kaldı bu işi düzeltmek! Ya bir şey gelseydi başına?! Birine yanlışlıkla zarar verseydin ne olacaktı?!" Baran'ın babamın önünden çekilmemiş olması sinirlerimi bozduğunda onların yanına biraz daha yaklaşıyordum.

"Şuan söylediklerini dün gece söylemen gerekiyordu," dedim, büyük bir rahatlıkla. Baran'ın sırtına hafifçe dokunup gitmesini ister gibi ittim. Baran sağa doğru bir adım attığında babam tam karşımdaydı. Baran bizden uzaklaşırken, bahçenin girişinde diğerlerine gözüm değmişti. Hepsi arkada toplanmış, babamla kavgamızı izliyordu. Özlemiş olmalıydılar. "Kızım, sen aklını mı yedin?! Sana karışma demedim mi? Bir yerine bir şey olsaydı, zarar görseydin? Ne yapacaktın?! Biz ne yapacaktık?!"

"Bak karşındayım, sapasağlam duruyorum." Sadece kolum biraz ağrıyordu. O da paslandığım için olmalıydı.

"Ne zaman akıllanacaksın sen?!-"

"Yeter!" diye bağırdım en sonunda. "Senin bana bu yüzden bağırmanı dinlemeyeceğim. Evime gelip önce Erhan amcaya silah dayıyor, sonra da Kerim'e! Dinlemeseydi belki öldürecekti! Bu konuşmalarını ayna karşısında yap! Bunları bize öğreten sizlerdiniz! Ben yapmam gerekeni çoktan yaptım, yine yaşanırsa daha kötülerini de yaparım! Kimseden de korkmuyorum. Senin gibi yalandan mutlu olmaya çalışamam. Vicdanım o kadar rahat değil!" Babamın yüzüne son gücümle bağırdıktan sonra yanından geçerek bahçeye doğru yürümeye başladım.

Diğerlerine biraz daha yaklaştığımda kenarda dikilen annemi gördüm. Onun yanından da geçip ilerlemeye devam edecekken konuşmasıyla duraksadım. "Abinler yukarıda. Seni bekliyorlar." Nefesimi verdikten sonra tekrar yürümeye başladığımda evin içine girdim. Nurhan teyzeyi gördükten sonra merdivenlerin önünde durarak ona döndüm. "Dünkü silah olayını, benim yaptıklarımı kimseden duymayacağım." dedim, kimden bahsettiğimi biliyordu. Neboş, Meloş ve Yelloz Fatma'ya bir şey söylemeyeceğine dair onu uyardığımda kafasını salladığını görerek merdivenleri çıkmaya başladım.

"Buraya gel," Birkan abimin soğumuş sesini duyduğumda kafamı sağa çevirdim. Kapının önünden bana seslendiğini görmemle onların olduğu odaya girerek kapıyı da kapattım. Kerim'in abisi Kutay abim ve kendi abilerim sert bakışlarıyla bana bakıyordu.

"Ne yaptın sen?" diye sordu Barkın abim, çatılmış kaşlarıyla. "Duymuşsunuz işte, nesini anlatayım?" Kollarımı göğsümde birleştirirken Kutay abim de ayağa kalktı.

"Elinde silahla, Kamranoğlu'nun kapısına dayandın, havaya ateş ettin, tekerlerini indirdin, dedikoduyu başlatan kızı da onlara bırakıp gittin mi yani?" Kutay abim gözlerini kısmış bana olanları anlatırken umursamazca kafamı salladım.

"Abi, ben dayanamayacağım." dedi Barkın abim, Birkan abime bakarak. "Kısa keselim."

Onları anlamaya çalıştığımdan ifadem biraz da olsa bozulmuş, onlara bakıyordum. Kutay abim dudaklarını birbirine bastırıp en sonunda gülmeye başladığında kollarını iki yana açarak bana sarıldı. "Aferin kız,"

Kaşları çatılan bu sefer ben olmuştum. Kutay abim ifadesini bozmasıyla abimler de yanımıza gelmiş, gülüyorlardı. "Ne oluyor ya?" diye sordum merakla.

Kutay abi benden ayrıldığında bu sefer Barkın abim kolları arasında beni sıkıştırmaya başladı. "Aferin sana, yanlış hiçbir şey yapmadın." dedi Birkan abim, çenesini yukarı kaldırarak. "Biliyorum da... Siz dalga mı geçiyorsunuz?!"

"Yapman gerekeni yaptın, ailemizi korudun." dedi, Barkın abim benden ayrılırken. Boşta kaldığımı görür görmez Birkan abim kollarını bana doğru açtığında ona da sarıldım. "Herhalde! Babama kalsa, o an olayı kapatacaktı. Dün bile bunun çeyreği kadar bağırmadı." Tepkilerinden dolayı afallamış olsam da belli etmemiştim.

"Babam senin için endişelendi. Kaza falan çıkar diye." Birkan abim benden ayrıldıktan sonra saçlarımın tepesini eliyle karıştırdığında ondan kurtulup koltuklardan birine oturdum. "Umurumda değil endişesi, şovunu bana yapmasın."

"Dinçer amca da haklı olabilirdi, silahla kardeşimi ve babamı tehdit etmesi onu haksız yapıyor." Kutay abi konuşurken karşıma oturduğunda Barkın abim alt dudağını ısırarak kafasını iki yana sallamaya başladı. "Tarih, bu sabahı kesin yazacak... Beren, efsane olacaksın resmen." Barkın abim konuştuktan sonra birden ciddileşmiş, Birkan abime kısa bir bakış atmıştı.

"Ne oldu? Nesini yazacak?" diye sordum merakla. Birkan abim derin bir nefes aldıktan sonra pencerenin kenarına yaslanıp bana döndü. "Kamranoğlu ailesi soylu bir ailedir. Dokunulmaz oldukları söylenir. Onlara silah çekersen alenen tehdit etmiş olursun. Ya da onlardan birine dokunursan. Birde mallarına zarar vermişsin,"

"Ne olmuş yani soylularsa? Ne gelecek başıma şimdi? Hem onlar silah çektiğinde bir şey olmuyor mu?"

"Eğer bir Kamranoğlu seni gördüğünde silahına dayanmışsa, büyük tehlike altındasın demektir. Onlar boşuna silah kaldırmazlar."

"Onlar kim? Dinçer amca, Baran, Cihan mı?" Birkan abim sorumu duyduğunda kaşlarını hayır dermiş gibi kaldırdı. "Baran ayrı, o daha başkadır."

"Nasıl yani?" Birkan abim, Kutay abime ve Barkın abime baktıktan sonra bana döndü. "Kamranoğullarını sana sonra anlatırım ben, şimdi-" Kapı çalındığında, Birkan abim durdu. "Evet?"

"Müsaade var mı?" diye sordu Erhan amca, kafasını açtığı kapıdan çıkarıp. "Gel baba," Kutay abinin söylemiyle içeri girerken arkasından Sevda teyze de geliyordu.

Erhan amca içeri girdiğinde ayağa kalkıp odanın ortasına doğru iki adım attım. Ciddi ifadesiyle bana bakarken kızdığı her halinden belliydi. Onunla konuşmaya hazırlanmak için derin bir nefes aldığımda birden hazır duruşa geçip elini alnına yaklaştırarak asker selamı verdi.

Emir ve ben evin yaramaz çocukları olduğumuzdan bize 'Küçük Orgeneraller' derdi. Çocukluğumda onu gördüğümde bana böyle selam verirdi. Bazen yaramazlık yaptığımızda ders vermek için önce sertçe konuşur, sonra bizi üzmemek için asker selamı verip güldürerek aramızı yumuşatırdı. Bazen de Emir ile beni yanına çekerek kendince öğüt verdikten sonra yanından ayrılacağımız zamanda asker selamını verip öyle gönderirdi.

Eskileri hatırladığımda alt dudağımı bükmüş, onun gibi asker selamı vermiştim. Diğerleri bize gülerken, evde ilk Erhan amcadan duyduğum ve diğerleri de sürekli söylediği için aklıma kazınan cümleyi söylemeye hazırlandım. "Asla aileye karşı gelme," dedim, fısıldar gibi. Beni duyduğunda yavaşça kafasını aşağı yukarı sallayarak beni tekrarladı. "Asla aileye karşı gelme." Elini aşağıya götürdükten sonra bana doğru ilerleyip sarıldı. "Gurur duydum, korktum tabii de... Neyse ki bir şey olmamış. Çocuk oyuncağı silah sana zaten, boşuna buralarda atış yaptırmamışız!"

Sevda teyze de bana sarılıp yanaklarımdan öptükten sonra geri çekildi. "Aferin, hep ailenizi koruyacaksınız."

"Onlar da aileden artık canım... Dinçer hata etti silahıyla gelerek. Haklıydı, inanılır bunlara, herkesin çocuğu değerli sonuçta. Leyla teyzenizin dediğine göre Dilan biraz ürkekmiş... Söylemeye benim de dilim varmıyor da, Kerim kandırdı sanmış. Söylenen, duyulan şeyler hiç hoş şeyler değil. Bir anlık siniriyle gelmiş bize de. Tüm ailesi özür diledi. Dinçer'i daha görmedik ama-"

"Dinçer amca burada değil mi?" diye sordum Erhan amcaya.

"Değil, gelecekmiş az sonra ama... Bu olayı burada kapatacağız. Dinçer de anlamıştır hatasını, aileye karşı gelinmeyeceğini iyi bilir ama konuyu o da açmak istemeyecektir." Gözlerimi devirdiğimde Barkın abim gülerek araya girdi.

"Tarih, Beren'i yazacak diyor abim," dedi, keyifle. Erhan amcayla Sevda teyzede duyduklarını beğenmişler gibi gülümsediğinde Erhan amca abimlere doğru baktı.

"Bir günde Çetin'e ve Dinçer'e karşı geldi Beren. Beren tarihi değiştirecek."

"Beni bir görecektiniz var ya..." dedim, kendi taklidimi yapmaya başladığımda. "O Nazlı salağı zaten tir tir titredi, bende böyle silahı Dinçer amcanın başına bir doğrulttum, böyle laflarımı söyledim söyledim, sonra arabalarının lastiklerini indirdim, saçlarımı sallaya sallaya arabama bindim."

"Şımarık," diye söylendi Birkan abim. "Anlattı Cihan'la Serena... Onlar da şok olmuşlar tabii seni öyle görünce... Neyse hadi aşağıya inelim. Ayıp olacak. Babana da sakın sana böyle konuştuğumuzu söyleme bak!" Erhan amca beni uyarıp arkasına döndükten sonra bir şey hatırlamış gibi bana tekrar döndü. "Babanı korumak için söylemiyorum, kendisi söylemese de o da bizim gibi takdir etti seni, babanı en eski ben tanırım, sözlerime güven. Silah doğrulttuğun için kızgın. Olayı daha fazla büyütmemek için, baban olduğu için sana kızıyor. Zaten duyduğunda çok endişelendi. Dinçer amcanda fazlasıyla üzgün. Normalde asla yapmayacağını biliyorum, yine de bir anlık gaflete düşmüş. Hem... Görünen o ki, bizim oğlan kızına sevdalanmış... Onların mutluluğu içinde aramızın iyi olması gerek."

"Tamam Erhan amca," dedim, sıkılmış gibi. "Bende biliyorum bunları. Ben sadece uyarmak için gittim. Bir daha da yapacağını sanmıyorum, aile arasında ders vermek olur." Erhan amca iyice yaklaşıp yanaklarımı sıktırdıktan sonra öpüp kapıya ilerledi. Kapıyı açtıktan sonra Sevda teyze ve Erhan amca koridora çıktığında "Gelin, gelin... İçerideler." diye seslenmişti Erhan amca.

Açık kapının önünde Serena belirdiğinde Kutay abimin oturduğu tekli koltuğun köşesine oturup ona döndüm. Serena'nın arkasından Cihan ve Baran da içeri girdiğinde Serena hiç beklemeden konuştu. "Beren... Sen deli hapı mı içtin?" Cihan, Barkın abimin yanına otururken Baran'da sağ omzunu duvara yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi.

"Vitamin diyelim," dedim, alayla.

"Baban kızdı çünkü bizim korumalarımızın sana zarar verebileceğini bilir. Benim bile seni öyle görünce, korumalara emir vermek aklıma gelmedi. Neyse ki abim vardı da...-"

"Cihan, babamı mı anlatacaksın bana? Ya da korumalardan başlayıp soyadını mı anlatacaksın?" Sıkılmış gibi nefes verdikten sonra konuştuğumda Cihan dediğime hak verir gibi dudaklarını kapattı. "Söylediğin şey için geldim, babam kimseden özür dilemez. Aşağıdakilere siz gelmeden söyledim, bunu üsteleme lütfen, olaylar daha kızışmasın. Dilan'ı üzmemek için böyle söylüyorum."

"Üstelemeyeceğim ki, Dinçer amca geldiğinde özür dileyecek." Merak etme Cihan, yokluğunda Baran yüz kez söyledi.

Serena kaşlarını kaldırıp indirdiğinde Barkın abim bana döndü. "Dinçer amca da babamla benziyor." dediğinde içimden ona hak versem de bir şey söylemedim. Odada kısa süren sessizliği yine Cihan bozmuştu.

"Benim de tekerleri indirdin, yeni taktırmıştım birde," dedi gülecek gibi konuşurken. "Babanı durdurabilirdin Cihan, çok geç geldin."

"Ben bu iftiraların peşindeydim, inanmadım zaten. Dilan arayınca yoldan döndüm-"

"Onlar nerede?"

"Kerim, Hande ve Dilan atların yanına gitti." dedi Kutay abim. Kaşlarımı çatarak diğerlerine baktım. "Emir nerede?"

"Gelir az sonra, evde. Şoförü onu getirecek. Baki babamlarla, Soner amcalar da şehir dışına çıktı, iş için." dedi Barkın abim.

"Abimin arabasına bir şey yapamadın tabii, mermin bitti..." Cihan tekrar olaya döndüğünde başımı salladım. "Şanslıymış," dedim, Baran'a dönerek. Baran bir şey demeden sessizliğe gömüldüğünde aşağıdan Nurhan teyzenin sesi duyuldu.

"Dinçer Bey geldi, herkes toplansın istiyor, hadi kuzularım, aşağıya gelin." Odadaki herkes Nurhan teyzenin sesiyle ayaklandığında oturmaya devam ederken Baran'da hala aynı şekilde beni izliyordu. "Hadi," diye söylendi Cihan, en son kapıdan çıkarken.

Sonunda ayağa kalktığımda kapıya doğru yöneldim. "İzle, nasıl kaybediyorsun." Baran benden önce davranıp kapıyı tuttuğunda "Senin renkli rüyalarına benzemez bu," dedi, alayla. Dişlerimi sıkıp merdivenlere ilerlerken arkamdan yürümeye başladı.

Merdivenleri bitirdikten sonra hızla bahçeye çıkarken, herkesin masada oturmuş olduğunu ve Dinçer amcanın da ayakta beklediğini görmüştüm. "Oturun bakalım," dedi Dinçer amca.

Ezgi abla ve Hazal ablanın arasındaki boş sandalyeyi kendime çekerken, Baran'da tam karşıma geçmek için masanın etrafında ağır adımlarla yürümeye devam ediyordu. Hazal abla, masaya oturduğum gibi bacağıma benimle dalga geçer gibi ittirmişti. Anlaşılan babam hariç herkes beni haklı görüyordu. İlginç... Masaya oturduktan sonra gözlerimle hemen Kerim'i aradım. O da masanın karşı tarafında oturuyordu. Gözlerimiz buluştuğunda o çoktan bana bakıyordu.

Benim ona bakmamla birlikte tek gözünü kırpıp belli belirsiz gülümsedi. Dün geceye göre daha iyi gözüküyordu. "Dün gece yaşanan olaylardan dolayı konuşmak istedim." Dinçer amca sözlerine başladığında herkes ona dönmüştü. "Yaptığımın savunulacak bir tarafı olmadığını biliyorum. Söz konusu kızım olunca ve hala söylemediğim bazı ağır ithamları duyduğumda deliye döndüm. İşin içinde siz de olduğunuzdan aklıma bile gelmemesi gereken bir şeyi yaptım. O gece sizleri korkutup üzdüğümün farkındayım. Bu sabah..." Dinçer Kamranoğlu, bakışlarını bana çevirdiğimde oturduğum sandalyede kendimi dikleştirdikten sonra çenemi de hafifçe yukarı doğru kaldırdım. Herkesin bana da bakacak olduğunu bildiğimden hemen poz kesmiştim.

"Bu sabah Beren evime geldiğinde de, gittiğinde de ona asla kızmadım. Beren haklıdır. Suçumu kabul ediyorum. Beren'in aklından geçenleri anlıyorum, bende aynı duygularla eve gelmiştim. Bana ders vermek istedi, verdin de Beren. Yaptığımı bana yaşattığın için teşekkür ederim. Bu çirkin iftiraları atanı karşıma getirip, Kerim oğlumu ve Dilan kızımın suçsuz olduğunu ispatladığın için teşekkür ederim."

Dinçer amca bana bakarak konuşmaya devam etse de bir anlığına bakışlarımı babama yönelttim. İfadesizce o da beni izliyordu. Duruşumu bozmadan gözlerimi babamdan çekip tekrar Dinçer amcaya döndüm.

"Dediklerinde hiçbir yanlış yoktu. Yapılması gerekeni... Karşında ben bile olsam yaptın. Doğru söyledin, aile her şeyden üstündür." Duraksayıp bakışlarını benden çektiğinde neredeyse on beş saniye kadar bekledi.

Gövdesini birden Erhan amcaya çevirdikten sonra bastırdığı dudaklarını aralayıp gözlerini de Erhan amcaya yöneltti. "Önce senden Erhan... Öncelikle senden özür dilerim." Masada şaşkınlıktan bir uğultu başlasa da kısa sürmüştü. "Kusuruma bakma. Her babanın, çocuğuna böyle söylenmesi canını yakar. Benim de canım yandığından anlamamışım... Senin iki oğlunu da ne kadar iyi yetiştirdiğin ortada. İnanarak kapına gelmek benim hatamdı." Yanak içlerimi gülümsememek için ısırdığımda Baran'a baktım. Kaşlarını çatmış, babasını izliyordu. Şaşırdığı belli olmasa da kendi lafına yenilmesi kesinlikle onu bozmuştu.

"Kerim... Özür dilerim oğlum, seni ilk tanıdığım günden beri efendi olduğunu görmüş ve anlamıştım. Yaşıtlarından farklısın, onlar gibi olmadığın belli. Şimdi düşündüğümde... Nasıl inanmışım diyorum, gözlerim görememiş. Senin gibi birinin onurunu kırmış olabilirim. Öyleyse, beni affetmeni isterim. Bil ki, senin gibi gururlu bir adamın böyle bir şeyi yapmış olduğunu düşündüğüm için ben kendimi hiç affetmeyeceğim ve hep kızacağım. Bu olay hep aklımda kalacak," Dinçer amcanın gözleri dolmaya başladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Kafamı çevirdiğimde Leyla teyzenin, Sevda teyzenin ağladığını gördüm. Of, Beren farkındaysan yaptığın her şey zirvede sonuçlanıyor. Nereden bilebilirdim böyle uzun uzun konuşacağını?! Şimdi onlar ağlıyor diye üzüleceğim neredeyse!

"Ve bir tanecik kızım Dilan," dedi Dinçer amca, Dilan'a döndüğünde. Dilan'ı görmesem bile burnunu çektiğini duymuştum. "Senin bu dünya için fazla iyi niyetli biri olduğunu biliyorum. Sana gelecek en ufak bir zararda bile bu dünyayı yakacağımı biliyordum, yine de özür dilerim kızım. Seni üzdüğüm, dinlemediğim, konuşmadığım ve inanmadığım için beni affet."

Dinçer amca kızıyla konuşurken bende babama bakıyordum. Babam da bana bakıyordu. Dediği hiçbir şeyden dönüşünün olmayacağını biliyordum. Sözlerini geri almak için konuşmayacaktı. O sadece bu konuyu kapatacaktı.

Biz babamla ilk defa kavga etmiyorduk. Her zaman kavga ederdik. Döndüğümden beri sadece onu anlamaya çalışıyordum. Hiç çalışmamıştım daha önce. Her zaman anlardım babamı. O hep benim için endişe ederdi, değişen bir şey vardı onda... Çünkü bu seferki endişeli halini ilk defa görüyordum. Ben babamı ne zaman görsem, onu öper, sıkıştırır, sarılırdım. Babam gülmeye başlardı, her hareketime gülerdi... O gülerken göbeğiyle oynar biraz daha eğlenirdim. Benim odaya girdiğimi görünce kafasını kaldırır güzel sözler söylemeye başlardı. 'Güzel kızım benim, biriciğim, küçük divam...' Kötü bir şey yaptığımda bile, en sonunda 'Gel şimdi, sarıl babana da öyle git' derdi. O adam mıydı benim babam yoksa şu an gözlerine baktığım adam mı babamdı?

Bana anlatılan hikayelerde, benim doğmamla birlikte babamı bugüne kadar kimsenin öyle mutlu görmediği anlatılırdı. En büyük isteği gerçekleşmişti, bir kızı dünyaya gelmişti. Beni her şımarttığında herkesten tepki alsa da kimseyi aramıza sokmazmış. 'Şımartacağım, benim sadece bir tane kızım var!' dermiş. Diyordu da, ben çocukken de böyle söylerdi. Ailemizin diğer kızları babama küsüp, alınsa da babam onların gönlünü alıp, kulağıma 'En çok seni seviyorum, onlara söyleme. Sen benim kanımsın.' diye fısıldar, göz kırpardı. Başarmıştı da beni şımartmayı. Sanırım artık hem isteğinden hem de şımarttığından pişmandı.

"Kerim'in aklımdan çıkmayacağı gibi, sana yaşattıklarımda aklımdan çıkmayacak. Kızımı kendi kendime üzdüğüm için kendimi affetmeyeceğim. Yine herkesin huzurunda, hepinizden özür diliyorum. Ailemin evine gelip böyle bir şey yaşatmaya hakkım yoktu. Kamranoğlu ailesi de aranıza girdiyse, kurallarınıza uyacaktır. Bizimde kitabımızda benim yaptığım şey yoktur, yaptığım yanlıştır. Tekrardan özür dilerim."

"Biz seni biliriz Dinçer, dilediğin özür de kabul edilmiştir. İşin içinde çocuklarımız olunca bizde öyle tepki verirdik belki de, yaşamayan bilemez." dedi Erhan amca, Dinçer amcaya dönerek. Dinçer amca kafasını usulca salladıktan sonra bana tekrar döndü.

"Ayrıca, buraya geç gelmemin sebebini de anlatmak isterim. Buraya gelmeden önce bir eve daha uğramam gerekti. Nebahat Hanım'ı da ziyaret ettim. Kadıncağız, benim yüzümden kötüleşmiş. Bir saat kadar sohbet ettik, daha fazla yormadım onu. Ondan da özür diledim, umarım o da beni affedecektir." Ona cevap vermediğimde bu sefer araya Kerim girdi.

"Hiç birimiz, içimizden birine asla zarar vermez Dinçer amca. Söz konusu bile olamaz. Bundan emin olabilirsin. Biz bir aileyiz. Bunun içine sizin ailenizi katarak söylüyorum. Birbirimize güvenir, korur, destekleriz. Şartlar ne olursa olsun birbirimize sahip çıkarız. Senin de güvenmeni isteriz."

"Güveniyorum oğlum, güveniyorum. Bu sabahtan sonra iyice anladım güvendiğimi. Beren'in gelip kapıma dayanması güvenmem gerektiğini iyice göstermiş oldu. Tekrar özür dilerim." Masada tekrar bir sessizlik oluştuğunda Dinçer amca da sandalyesini çekip oturdu. "Yaptığımı örtbas etmek için değil de gönlümden geldiği için, herkesin evine hediyeler bıraktırdım. Umarım beğenirsiniz-"

"Ne oluyor lan?! Lan Beren Dinçer amcayı mı vurmuş yoksa?! AMINA KOYAYIM BEREN ÖLDÜRMÜŞ MÜ YOKSA?! NE OLMUŞ YOKSA YA?!" Evin ön tarafından her yeri inleten bir ses duyulduğunda ayağa bile kalkamamışken sesin kimden geldiğini görmüştük. "Beren! Ne yaptın kızım sen!"

"Höyt!" diye bağırdı Erhan amca, klasik bağırışıydı. "Anam! Altıma sıçtım! Erhan başkan... Bağırma şöyle ya!"

"Oğlum, derdin ne? Ne bu halin?" Annem, merakla sorduğunda bende gülmeye başlamıştım. "Ben size dedim Defne teyze! Beren delidir dedim! Damarına basmayın dedim! Tersi pistir dedim! Dinlemediniz ki beni! SUS LAN ZEVZEK! Ben ne zaman ağzımı açsam, biri saldırır biri böyle bağırır!"

Emir Candaşlar, nerdeyse herkesin önüne sarhoş bir şekilde giriş yapmıştı. Her zaman şekil verdiği saçları bu sefer oldukça dağınık gözüküyordu. Alt kirpikleri kızarmış, göz altları da mora dönmeye başlamıştı. Muhtemelen uyumamış ve geceden beri içiyordu.

Bir elinde tuttuğu sigarasından dertli bir nefes çekip dumanını üfledi. "Sigara içiyorum ayrıca! Haberiniz olsun! Hem de günde iki paket!" Bunu babamlara söylemişti. Onların yanında içmezdik. Bilseler de ses çıkarmazlardı. Sigarasını yere attıktan sonra diğer elindeki lolipopu görmüştüm. Lolipop yalamasına anlam veremesem de kıkırdamaya devam ettim. "Dün bana Kerim söyledi... Kerim anlattı... Tüm gece Kerim ile içtik. DEĞİL Mİ KERİM?! KAÇ ŞİŞE BİTİRDİK LAN! OF, BABAM AĞZIMA SIÇACAK YA!"

Emir'in hala adını bile bilmediğim şoförü, onu bizim yanımıza taşımaya devam ederken bağırmaya devam ediyordu. "Çetin amca... Bana bitirdiğimiz şişelerden al ya... Yerine koyayım... Ya da dur..." Emir, elini şoförün göğsüne doğru götürüp vurmaya başladı. "Sen... Aslanım, senin suçuna atayım... Kovsun seni... Bir şey olmaz... Bana laf edeceğine seni kovsun." Yalpalayarak yürümeye devam ederken birden gülmeye başladı. "Ulan Beren... Alem kızsın ya! SİLAH ÇEKMİŞ SİLAH! Barkın abim anlatmasa haberim yine olmayacaktı! Birde beni neden çağırdınız?! Ben bu sefer hiçbir şey yapmadım. Yemin ederim!"

Hande, oturduğu yerden Emir'in yanına giderken bir yandan söyleniyordu. "Söylenme Hande şimdi! Oh, hepinize iyi oldu! İnşallah ayrılırsın Yağız'la! Senin yüzünden Yağız ile görüşemiyorum!" Hande, şoförün elinden Emir'i yanına çektikten sonra Emir'in kolunu kendi omzuna getirmeye çalışarak masaya ilerlemeye başladı. "Bir görsen Leyla teyze, her gün konuşuyor, buluşuyor... Arkadaşımla konuşamıyorum ya! Hayır, ikisi de arkadaşım! İkisi de kayboldu... İyi oldu hepinize! Siz o gece yaşadıklarınızı hak ettiniz!"

Hande, Emir'i oturttuktan sonra diğerleri de keyiflenmiş Emir'i dinliyordu. Normalde ona kızacak olsalar da az önceki garip bir şekilde duygusallaşacak anın havasını bozması iyi gelmişti. "Kerim?" dedi Emir, gözlerini iyice kısıp Kerim'e döndüğünde. "Efendim Emir?"

Emir, Kerim'den cevap aldığında arkasına yaslanarak yatar gibi sandalyede oturmaya başladı. "Kerim... Oğlum sen... MALSIN! Sıçmışsın... Herkesin içinde mi söyledin Dilan'a aşık olduğunu?! Bilmiyor musun bizimkileri?! Bir ara Cihan'ım vardı... Seren'le tanıştırdım, listeden silindi... Sen vardın, Dilan'ı getirdik sende gittin... Kaldım tek başıma." Göz kapaklarını açmaya çalışırken söyledikleri yüzünden masayı tekrar sinirlendirmişti. Gözlerimle Baran'ı kontrol ettiğimde kaşları geriye doğru itilmiş, dudaklarını içeriden sinirle ısırıyordu. Daha sonra Kerim'e döndüğünde kızaran suratıyla karşılaşıp tekrar güldüm. Evet, masada artık tek gülen bendim. Ona en gülmemesi gereken kişi ben olmama rağmen, gülüyordum.

"Dilan... Kaptın mis gibi oğlanı. Salak falan ama olsun... MAL ama olsun..." Emir gevşek gevşek gülerken bende gülüyordum. Gülmesini durdurup sanki sadece kendi başına oturuyormuş gibi lolipopunu ağzına soktu. "Defne teyze ya..." Annemi nasıl görüyordu bilmiyordum, gözleri kapanacak gibi olsa da arada kafasını geriye doğru atarak göz kapaklarının açık kısmından etrafı görmeye çalışıyordu. "Defne teyze, evde oturup bilgisayar oyunu oynamaktan ciğerim soldu. Oyunda kızlar da oluyor ama sesinden anlayamazsın ki güzel mi değil mi?" Oflamaya başladığında tişörtünün yakasını aşağı kadar çekip bıraktı. "Bilgisayar başında oturmaktan götüm düzleşiyor benim!" dedi, burnunu çekerek.

"BARAN ABİNİN MEKANINDA BİR TANE KIZLA BİLE KONUŞAMADIM!" Lolipopu büyük bir şapırtıyla ağzından çektikten sonra konuştuğunda babam oturduğu yerde doğruldu. "Hande, susturun şunu. Götürün hadi, açılsın."

"BEREN!" Emir, bana gereksiz bir bağırışla seslendiğinde bakışlarımı babamdan çekip ona döndüm. "Efendim?"

"Şu masada... En çok sevdiğim sensin." dedi, durgunlaşarak. Dudak kenarları aşağıya doğru büküldüğünde dudaklarını birbirine bastırdı. "En çok sevdiğim sensin," Ağlayacağını anladığımda bir anda korku tüm bedenimi kaplamıştı. Emir hiç iyi değil. Derin bir nefes alırken yüzümdeki gülümseme kaybolmuştu. "Biliyorum," dedim, susmasını ister gibi hızlı konuştum. Bana bile bakmıyordu, kendinden geçmiş gibi kafasını yavaşça sallamaya devam ediyordu.

"Hepiniz Beren'e kızıyordunuz yine değil mi? Beren'e kızıyordunuz ama... DEĞİL Mİ ÇETİN AMCA?! Sen de Beren'e kızıyorsun... O ne yaptı? Ne yaptı Kerim?! Seni korudu. Hiçbirinizin de götü yemedi kapıya dayanmaya... Beren ne yaptı? Silahını aldığı gibi gitmiş... Kim için gitti? Kerim için! İki gündür tanıdığı kız, Dilan için! Erhan amca için! Neboş için! İşte ona bu yüzden kızıp duruyorsunuz."

"Neden en sevdiğim sensin biliyor musun?" Dolan gözlerini sıkıca kapattıktan sonra kafasını öne eğdi. Dudaklarını bükmemek için çabalıyordu. "Çünkü sen benim her şeyimsin." dedi, sesi detone olduğunda içten içe ağladığı anlaşılıyordu. "Suç ortağımsın, çocukluğumsun, anılarımsın." Benimde gözlerim dolmaya başladığında tepkisiz bir şekilde onu izlemeye devam ettim. "Açılışta benim başıma birini sarmadın, EVET BAŞIMA HİÇBİR OLAY GELMEDİ!" Ezgi abla, Hande'ye eliyle işaret yapıp kardeşini götürmesini bir kez daha tembihlese de Hande'de durmuş Emir'i dinliyordu. Kimse Emir'i engellemeye çalışmıyordu, sanki içini dökmesi için izin veriyorlardı.

Baran'ın bacağı, benim bacağıma dokunduğunda ona dönmemiştim bile. Ağlayacağımı anlamıştım, ona bakmak istemiyordum. Emir içlenmiş gibi nefes aldıktan sonra, mırıldanarak konuşmaya başladı. "O gün benim yanımda olmaman... Bana yetti zaten." Birkaç saniye sessiz kalıp burnunu çekerek devam etti.

"Eğlenmedik ya, insanlara sataşmadık... Ben kendimi başka biri sen başka biri tanıtmadın... Yaşanmamış olaylar anlatarak birilerini etkilemeye çalışmadık... Rutin dansımızı edemedik... Sana saçma bir şey yüzünden kızamadım... Erkekler başına üşüştüğünde kavga edemedim... Başımızı belaya sokamadık... Ne bileyim, sana gay taklidi yapmadım..." Emir gözlerini tekrar kapattığında gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Benimde gözlerime yaşlar dolmuştu, görüşüm bulanıklaşmaya başlasa da gözlerimi kırpmamak için yemin etmiş gibiydim.

"Ben seni çok özledim arkadaşım be!"

Emir sanki isyan eder gibi konuştuğunda yüz ifademi zorlukla tutmaya çalışsam da gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile. İfadesizce ağlamaya başladığımda ellerimle hızlıca gözlerimi sildim. "Ben seni çok özledim, ikimizi özledim. Güldüğümüz günleri özledim, birbirimizi dinlediğimiz zamanları özledim, eğlendiğimiz günleri özledim, dertleştiğimiz günleri özledim, kaçtığımız günleri özledim. Daha kimseye anlatamadığımız olaylarımızı özledim. Biz gittik kızım... Çok uzaklaştık... Ama gelmeyeceğimizi çok iyi biliyorum." Hande'nin de ağladığını Emir'i kaldırmaya çalışırken anlamıştım. "Biz bir daha yan yana gelemeyeceğiz sanki arkadaşım, neden böyle olduk... Biz miydik ki o kadar şey yaşayan? Ben Beren'i kaybettim... Neredesin arkadaşım? Hiçbir yerde de bulamıyorum, arkadaşım nerede bilmiyorum."

"Emir, gel hadi içeri götüreceğim seni, Kerim yardım etsene."

"Bana kimse yardım edemez Hande," dedi Emir, peltekleşen diliyle. "Bizde Beren'e yardım etmedik, o bize kızgın olsa bile yine yardıma ilk koşan kendisiydi. Ben bu arkadaşımı özledim işte..." Kerim'de masadan kalktığında yüzünün aldığı şekilden üzüldüğünü görmemek için aptal olmanız gerekiyordu.

Hazal abla kolunu bana doğru atıp arkamdan sarıldığında, Emir'de Hande ve Kerim sayesinde ayağa kalkabilmişti. "Beren, ben seni çok özledim arkadaşım." dedi bana acı içinde bakarak. Gözlerimi ondan çekebildikten sonra masaya döndüm.

"Ezgi'm..." dedi Emir, ablasına seslenerek. "Efendim ablam?"

"Abla..." Emir'in ağlaması şiddetlendiğini anladığımda masaya dirseklerimi koyarak kafamı aşağı eğip ellerimle alnımı tuttum. Emir acilen sussun. Alnıma götürdüğüm parmaklarımla yüzümü gizlemeye çalışıyordum. Ağladığımı kimse görmesin istiyordum, masadan kalkacak gücüm yoktu. "Her gece dua ediyorum abla ben..."

"Et ablacım, ne duası ediyorsun?" Ezgi ablanın sesinin çatallandığını duyduğumda bende burnumu çektim. "Bebek geliyor ya abla... Hem sağlıklı olsun diye dua ediyorum. Hem de benim arkadaşımla kopan bağlarımı belki o geri getirir. Ailemizi eski haline getirsin istiyorum abla, çünkü çok karıştık."

Boğazımın düğümlendiğini anladığımda hıçkıra hıçkıra ağlamam gerektiğini fark etsem de kendimi tutmaya devam ettim. "Düzelecek ablacım," Ezgi ablanın ağlayan sesini duyduğumda gözlerimi sıkıca kapattım. Kafamı hala kaldırmamıştım.

"Abla, çok şanslı olacak o bebek. Dünyanın en havalı dayısıyla halası onun olacak çünkü."

"Emir, gel ablacım, içeride bir yüzünü yıkayalım." Sezin abla da araya girdiğinde, kardeşini bu sefer kendi götürmek istemişti. "Sezin abla, Ezgi'nin bebeği Küçük Beren olacaksa sizde Küçük Emir yapın." Emir'i duyduğumda bu sefer gülümsemiştim. "Kutay abi, ayarlayın o işi be! Sezin'imin de bir Küçük boy Emir'i olsun... Yakışıklılığını hem senden alsın... Hem benden... Of ne yakışıklı olur bizim çocuğumuz Kutay abi! Hiçbir kız hayır diyemez!" Kutay abi gülmeye başladığında göz yaşlarımı durdurabilmiştim. Yine de biraz böyle bekleyecektim.

"Olur ablam olur, senden yakışıklı olmaz kimse merak etme." Onların uzaklaştığını anladığımda Ezgi ablanın burnunu çektiğini duymamla yavaşça yüzümü ona çevirdim. "Ezgi, neden ağlıyorsun kızım?" diye sordu babam, sesi üzüntülü geliyordu.

"Ne bileyim, hormondan herhalde..." Gövdemi Ezgi ablaya çevirdikten sonra ona sarıldım.

"Nasıl içerlemiş, kıyamam ben oğluma... Mahvetti beni de. Normalde olsa kızardık, içtin mi diye. Bir konuştu bir şey diyemedik." Sevda teyze kendi kendine söylenirken babam araya girdi. "Baki'yle Meltem'in yanında anlatmayın. Üzülmesinler."

"Nasıl bağlanmışlar birbirlerine..." dedi Leyla teyze mırıldanarak. Ezgi abla, ufak ufak hıçkırmaya devam ederken başını okşamaya başladım.

"Onlar ayrılmaz ikilidir. Emir, Beren doğduğundan beri onun başında bekledi. Sorardı hep, ne zaman oyun oynayacak benimle, derdi. Sonra bir başladılar oynamaya, hiç ayrılmadılar. Hande ve Kerim'de biz büyüğüz diye aralarına almadı onları çocukken. Hoş, onlarda kimseyi istemedi." dedi annem, aralarında konuşsalar da duyuyordum.

Tepemde Barkın abimin dikildiğini gördüğümde ellerimi Ezgi abladan yavaşça ayırdım. "Ezgi, gel bir yüzünü yıkayalım. Bir şey olur bebeğe, ağlama artık. Kendine gelince konuşuruz." Ezgi abla, abimin elini tutup kalkarken bende ses çıkarmadan ayağa kalkıp masaya arkamı dönerek evin ön tarafına doğru ilerlemeye başladım.

Evin ön bahçesine geldiğimde rüzgar esmeye başlamıştı. Rüzgar, vücudumu sararken kollarımı göğsümde birleştirdim. Emir'in söylediklerinin hepsi benim ağzımdan çıkmış gibiydi. Bende özlemiştim, bende arkadaşımı özlemiştim. Özlesem de beni iten bir şey vardı. Ne olduğunu bende bilmiyordum. Onlar biliyordu. Düzeleceğimizi düşünsem de bu fikir bana da uzak geliyordu. Sanki onca şeyi ikimiz yaşamamış gibiydik, takım arkadaşım değildi sanki, suç ortağım hiç olmamıştı.

"Konuşalım mı?" Kafamı sese doğru çevirdiğimde Dinçer amcaya tekrar sırtımı döndüm. "Olur," dedim isteksizce. "Gel,"

Ona doğru döndükten sonra evin yanındaki ikili sandalyeye doğru ilerledim. O oturduktan sonra yanına oturduğumda elindeki sigara paketinden bana da bir sigara uzattı. Hiç düşünmeden sigarayı aldıktan sonra dudaklarıma yerleştirdim. Çakmağı sigarama yaklaştırdıktan sonra kendi sigarasını da yaktı.

"İlk tanıştığımızdan beri babanın, abilerinin hatta tüm ailenin neden sana kızdığını, neden senden korktuğunu, tahmin edemediklerini, neden öyle laflar ettiklerini bu sabah neredeyse on beş dakikada anladım. On beş dakika. Aslında birini tanımak için kısa bir süre. Ben her şeyi anladım o sürede."

"Memnun oldum Dinçer amca," İkimizde karşıya bakıyorduk, daha öğle saatlerinde olmamıza rağmen gün bitmiş kadar yorgun olabilirdik. Söylediğime ağzından nefes verip yavaşça güldükten sonra sigarasını tekrar dudaklarına yerleştirdi.

"Baran'ı kandırdığın için sana çok gülmüştük hatırlıyor musun? Size geldiğimiz ilk gece."

"Hatırlıyorum, ne diye bu kadar güldüler diye düşünmüştüm."

"Güldük, Baran yokken evde aramızda anlatır, yine güleriz. Söyleme Baran'a..."

"Söylemem."

"Baran'ı bile kandırabildiğin aklıma geldikçe babanların söyledikleri az çok mantıklı geliyordu. Bugün sadece emin oldum. Kendi gözlerimle gördüm. Baran'ı kandırdın, benim oğlum kolay inanan biri değildir. Şaşırmamam lazımmış, bana da hayatımda ilk defa bir şeyi yapmama vesile oldun."

"Özür dilemek mi?" dedim, küçümser gibi. O kadar boş vermiştim ki, yanında sigara içmek bile umurumda değildi.

"Bazı insanlar özür dilemekten çekinmez,"

"Ben hiç çekinmiyorum. Eğer dilemem gerekirse, dilerim."

"Böylelerine özür arsızı denir." Söylediğine güldüğümde o da hafifçe gülümseyip devam etti. Bende kendime böyle söylerdim zaten. İkimizde gülüyorduk ama içimiz buruk gibiydi. "Özür dileyecek çok şey yapmıştır, o hislere alışmıştır. Önemsizleşmiştir. Söyleyeyim kurtulayım diye düşünür. Bir şeyi çok söylersen önemi kalmaz. Yine de özür arsızının da gerçekten özür dilediği anlaşılır. Çünkü gerçekler zordur, yalan sadece kolaya kaçmaktır." Haklıydı, iyi bir oyuncu olmama rağmen insanlar özürlerimi ciddiye almazlardı.

"Ama biri özür dilemekte zorlanıyorsa, o bu hayatı hata yapmadan yaşıyordur ya da hata yapmamaya çabalıyordur. O yüzden hata yaptığında da kabullenemez. Kelimeler boğazına dizilir. Bana daha önce yapmadığım bir şeyi yaptırdın. Emir haklıydı. Kimse kapıma gelmeye cesaret edemeyecekti. Bende hatamı kabullenmemeye devam edecektim. Konu kapanarak, belki araya mesafe sokarak devam edecektik hayata. Ama sen geldin... Hem de kendi başına gelsen bile tüm ailenle oradaydın. Herkesi temsil ettin. Bana kimsenin kuramayacağı cümlelerle konuştun. Çetin'in kızı diyeceğim ama... Çetin bile söylemezdi böyle. Başka biri olduğun belli." Tekrar burukça gülümsediğimde sessiz kalmayı tercih ederek sigaramdan nefes aldım.

"Sende gördüğüm cesaretle, bende hatamı kabul ettim. Soyadımın büyüklüğüne sığındım, küçüldüm. Hatamı kabul etmek istemedim, çünkü bende bunları kendime yakıştıramadım. Beni de ailenden görmeye devam et, bu ileride beni de ailemi de böyle koruyacağın anlamına gelir. Sen bir ilki başardın, seni hep böyle görmek isterim."

"Bende seni hep böyle görmek isterim Dinçer amca," dedim zoraki konuşarak. "O gece beni korkuttun, gözlerinle bile birini yaralayacak gibiydin. Herkese sağır olmuştun sanki... Oysa ben seni tonton bir amca olarak görüyordum. Üstelik beni de çok sevdiğini düşünüyordum. Hatta en çok beni sevdiğini biliyordum." Sonlara doğru şımarık bir şekilde konuştuğumda Dinçer amca, kafasını arkaya atarak küçük bir kahkaha attı. Gülmesi kısa sürdüğünde biten sigaramı kenara atıp başımı omzuna yaslayarak konuşmaya devam ettim.

"O gece korktum, birine bir şey yapsaydın diye düşündüm. Yapmadın. Ama seni tehdit olarak gördüm, bu kadar şok olmasaydım o gece dayanırdım kapına. Sonra Dilan'ın yanında olmam gerektiğini hissettim. Ertesi gün gelecektim yanına. Sabah Neboş'u öğrenir öğrenmez kalkıp çıktım. Belki telefon gelmeseydi, şu sıralar kapında olacaktım." Burnumu çektikten sonra Dinçer amca eliyle, elimin üstüne doğru vurdu.

"Dediğim gibi... Ben seni her şeye gülen, neşeli, beni çok seven, hatta babamın aksine her şeye izin verdiğin için havalı bir amcam olduğunu düşünürdüm. Zihnim bir anda senin yerini değiştirdiğinde aklıma ilk geleni yaptım."

"İyi ki de yaptın, yüzüme silah doğrultmuş bir düşman, sırtımdan bıçaklayacak bir dosttan iyidir. Hiç merak etme, bir daha o halimi görmeyeceksin."

"Görmek istemiyorum Dinçer amca, çok yabancıydın, çok uzaktın. Seni de böyle tanımışken, gözümün önünde yabancılaşmanı istemem. Babam gibi sende yabancılaşma." Derin bir nefes aldıktan sonra birkaç saniye bekleyip konuşup konuşmamayı düşündü.

"Yorum yapmana gerek yok. Ayrıca pişman olduğunu anladım. Seni affettim. Ama hala sözlerim geçerli. Bir şey yaşanırsa-"

"Merak etme, yaşanmayacak. Bende senin gözlerini gördüm. Ateş fışkırıyordu."

"Çok havalıydım değil mi Dinçer amca?" Bana tekrar güldüğünde benimde yüzümde sersem bir gülümseme belirmişti. "Havalıydın tabii, kim öğretti sana silah kullanmayı?"

"Babam, Birkan abim, Erhan amcam..." Ah, madam... En havalı hareketleri o göstermişti.

"Sizin ailenin kanında vardı zaten. Deden de çok iyi silah kullanırdı."

"Dedemi tanıyor muydun?"

"Tanımayan mı var kızım dedeni? Eskiden benim babamla, senin deden çok iyi arkadaşlardı. Kısa süreliğine ortak oldular. Tüm bu işleri onlar büyüttü. Deden vefat ettikten sonra babamda işlerini bana devretti. Hatta bizde babalarımız gibi Çetin ile ortak olduk. Sen yoktun o zaman... Sonra ayrıldık, ben taşındım, ama bak yine buradayız." Zihnimi biraz zorlamaya çalışsam da başaramamıştım, daha doğrusu kolay pes etmiştim. Büyük ihtimalle babam anlatmıştı.

"Belki anlatmışlardır, bazen o kadar çok konuşuyorlar ki beynimi kapatıyorum." Birden duraksadığımda ağzımdan sesli bir nefes alıp Dinçer amcaya döndüm. "Ben sana bir şey için daha kızgınım!" dedim, başımı hala omzuna yaslamaya devam ediyordum.

"Ne yapmışım yine?"

"Koskoca mahzenin varmış Dinçer amca! Neden bana söylemedin?! Bak o kadar çok konuşuyorsunuz, insan bunu anlatmaz mı! Elimde sürekli şarapla geziyorum, sende biliyorsun sevdiğimi... Hiçte demedin gel iç diye, evinin altı madenmiş!" Ben konuştukça gülmesi şiddetlenirken bir eliyle dizine vurdu. "İlahi Beren! Hiç güleceğim yoktu bugün. Unutmuşum, doğru dedin. Göndereceğim sana da. Satışa çıkaracaktık da vazgeçtik sonra, beklesin nasıl olsa şarap."

"Hala üretiliyor mu?"

"Üretiliyor. Dursun bakalım, şarap yıllandıkça değerlenir zaten." Derin bir nefes aldığında kalkacağını hissederek kafamı omzundan kaldırdım. "Ben içeriye geçeceğim, sende gel hadi."

"Yok, biraz daha oturacağım burada."

"Peki," Kollarını bana açtığında onu hiç bekletmeden sarıldım. "İyi oldu, bunları yaşamak, bunları konuşmak... İyi ki oldu." dedi, benden ayrılırken. Onu kafamla usulca onayladıktan sonra ayağa kalkıp eve döndü. Birkaç adım attıktan sonra duraksadığında ona baktım.

"Baran, sende mi geliyordun?" Dinçer amca kendi kendine söylenir gibi bahçeye ilerlerken evin duvarının arkasından Baran belirdiğinde kafamı tekrar karşıya çevirdim.

"Bizi mi dinledin?" diye sordum, ondan cevap gelmediğinde ona baktım. Yanıma geleceğini düşünürken, ilerleyerek hızlı adımlarla benden uzaklaşıyordu.

Bir anda ayağa kalktığımda ne yaptığımı fark edip duraksayarak tekrar yerime oturdum. Gidiyor mu? Arabasının olduğu yere doğru ilerliyordu. Muhtemelen gidecekti. Bana görüşürüz demeden mi... Bana görüşürüz demeden mi gidiyor?!

"Beren? Konuşabilir miyiz?" Yanımda birden Kerim'in sesini duyduğumda olduğum yerde irkildim. "Ödümü kopardın,"

Hande ve Dilan'da görüş alanıma girdiğinde gözlerim Baran'ı takip edemez olmuştu. Tam karşıma geçmeselerdi belki görebilecektim. "Konuşulacak bir şey yok ki, konu halledildi. Emir'de son sözü söyledi."

"Ama-"

"Gerçekten çok yoruldum, konuşmak istiyorsanız sonra konuşalım." Kerim'in lafını böldüğümde derin bir nefes aldı. "Haklısın. Yine de teşekkür edeceğim. Yanımda olduğun için teşekkür ederim." Başımı biraz daha arkaya eğerek tepemde dikilmiş Kerim'e ters bir bakış attım. "Herhalde yanında olacağım Kerim. Ne biçim konuşuyorsun?"

"Biliyorum, yine de söylemek istedim. Bugün herkese çok şey duyurdun." dedi Kerim, memnun bir ifadeyle.

"Babamın ilk defa özür dilediğini gördük. Bir ilki başardın. Her şey için teşekkürler." Dilan'a da yavaşça kafamı salladım. "Her şeyi gözünüzde büyütmeyin, zaman alan tek kısım Nazlı'ya herkesi teker teker aratmak oldu."

"Beren'in büyüsü... Demiştim ben," dedi Hande, gülerek. "Biraz kafamı dinleyeceğim, sonra söyleyin ne diyeceksiniz."

"Tamam tamam... Akşama yemek yiyelim dediler, biz bir şeyler almaya gideceğiz. Gelecek misin?" diye sordu Kerim. "Hayır,"

"Peki o zaman. Görüşürüz," Onlar uzaklaşırken sinirle dudaklarımı birbirine bastırdım. E, şimdi akıllarına geliyordu Beren. Gereksizce konuşmaları yetmiyormuş gibi Baran'ın da nereye gittiğini görememiştim. Ayağa kalkıp yavaşça yürümeye başladığımda arabasının olmadığını gördüm.

Oturduğum yere geri gidecekken, birden yönümü değiştirip haraya doğru ilerlemeye başladım. Baran bana görüşürüz bile demedi... Kaybettiği için sinirlenmiş miydi? Babasının özür dilemesine neden sinirlensin ki? Ya ortadan yine kaybolursa? Doğru, onu gördüğüm için dokuz günü unutmuştum bile. Bir dokuz gün daha mı bekleyeceğim? Ya da daha uzun... Belki de kısa. Of, bana ne ya! İsterse sonsuza kadar kaybolsun.

Düşüncelerimde boğulurken, haranın içine girdiğimi yeni fark edebilmiştim. Kerhane, topuklu ayakkabılarımın sesinden hemen kafasını çıkarmıştı bile. Gülerek onun yanına ilerledim. "Kerhane, iyileştin mi yoksa?" diye sordum, boynunu okşamaya başladığımda. Atlarla hep dışımdan konuşurdum. Onların insanları anladığını düşünüyordum. "Hala Kerim'i ya da Hande'yi üstünden atmanı bekliyorum. Çok zarar vermesen de olur. Biraz korkut. Onları gezdirirken şöyle bir şaha kalk. Sonra da üstünden at bir şekilde. Ama çok uzağa götürdükten sonra üzerinden fırlat bir yerlere..." Kerhane kafasını hafifçe aşağı eğdiğinde küçük bir kahkaha attım. Sanki beni anladığını söylüyordu. "Anlaşma oluşturuldu." dedim, gözlerinin içine bakarak. Kate'in sesini duyduğumda kafamı çevirdim. Ona gidecekken yanında Baran'ın atıyla göz göze geldim. Bana öylece baktıktan sonra önce boynunu daha sonra gövdesini çevirerek, tamamen bana arkasını döndü.

"Sen ne kadar kendini beğenmişsin ya!" Kaşlarımı çatarak Baran'ın atına söylendiğimde Kate'in yanına gittim. "Kate... Emir bugün bir içmiş... Salak tam ya. Ağlatıyordu beni az kalsın. Of, tamam azıcık ağlattı. Gelmiyor değil mi yanına? Benimde gelmedi. Ona söyleyemedim ama onu çok özledim. Bende özledim ama bir şey yapamıyorum. Biraz kendimi dinleyeceğim, ondan sonra bakarız." Baran'ın atı gürültülü bir ses çıkardığında irkilerek ona döndüm. Başını olduğu yerden iyice uzatmış bana bakıyordu.

Vücudumu ona dönüp yanına doğru bir adım attığımda tekrar başını arkaya çevirdi. "Ne var ya? Hani beni sevmiştin?" dedim, kapısının önüne geldiğimde. Duvardaki isim levhasına baktığımda hala boş olduğunu gördüm. "Senin ismini vermediler mi hala? Sahibin sana bakmadı herhalde." Ona elimi uzatıp yanıma çağırdım. "Gel hadi, seni de seveyim gideceğim."

Boynunu geriye doğru atarak tekrar ses çıkardığında gözlerimi devirdim. "Of, seninle mi uğraşacağım ya?! Bağırıp durma, sevdirmezsen sevdirme!"

Kate'in yanına tekrar gideceğim anda bana dönmüş, kulaklarını dikmişti. "Beni tehlike mi gördün yani?! Beni gezdirmiştin ya üstünde? Hani sen sakindin? Hiçte sakin falan değilsin." Delirmiş gibi bir bana dönüyor, daha sonra arkasına dönüp tekrar başını duvara çevirerek kuyruğunu sallıyordu. Onun sevdirmek istemediğini anladığım için bir adım daha Kate'in yanına yaklaştığımda tekrar büyük bir gürültüyle ses çıkardı. Ona döndüğümde yine bana bakıyordu. Bana dönmesini fırsat bilip, elimi gözlerinin arasına yavaşça dokundurdum. "Sıkıldın mı burada yoksa?"

Nefesini yüzüme yaklaşarak hızlı hızlı vermeye devam ederken iyice yanına gelip ona yaklaştım. "Almadılar mı seni aralarına? Bak bu Kerhane, Kerim ve Hande'nin atı... Bu Kate, yan komşun. Emir'in atı. Karşıdaki Rapunzel, Kutay abimin atı. Yanındaki Romi, Birkan abimle Hazal ablanın atı. Kate'in yanında Likör var. Barkın abimle Ezgi ablanın atı... Of, atlarına Likör adını koyan kim bilir çocuğunun adına ne koyar," dedim, kendi kendime tekrar gülerek.

Baran'ın atının hala bana kendini sevdirdiğini gördüğümde ellerimi yelelerine götürdüm. "Senin adın yok mu hala?" Attan cevap beklermişim gibi bekledikten sonra derin bir nefes aldım. "Saçların harika bu arada, en güzel saç sendeymiş... Adına ne koysak senin ya..." Bana kendini sevdirmeye devam ederken küçük bir ses çıkardığında ellerimi bir anlık yelesinden çekip tekrar dokundum. "Of tamam... Sahibin koysun adını. Ben çok havalı bir şey bulurdum kesin. Sahibin kim bilir ne koyacak..."

Ağzımdan bir şey püskürtür gibi güldükten sonra keyiflendim. "Kesin Karabaş falan koyar adını... Ya da Karamel... Ya da dur... Karakız... Boncuk koyarmış..." Durduğu yerde ön ve arka bacaklarını koşacakmış gibi kaldırıp indirdiğinde gülmemi bastırıp elimi kendime çektim. "Aman tamam ya, demedim bir şey. Başına geleceği söylüyorum. Büyük ihtimalle en güzel at sensin, iğrenç bir isim koyup güzelliğini lekeleyebilir. Bu şovlarını sahibine yaparsın,"

"Yapıyor merak etme," Bugün ikinci kez korktuğumda kaşlarımı çatarak Baran'a döndüm. At bu kadar sohbetime dile gelmemişti tabii ki. "Hala anlamadın mı?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. "Neyi? Hem sen... Neyse,"

"Gitmedim." dedi, zihnimi okumuş gibi. "Atım sana benzemiyor mu?" Bakışlarımı atına çevirdiğimde gözlerinin içine baktım. "Aynı senin gibi... Naz yapıyor, oyun oynuyor, asiliği tutuyor, çok şımarık, çok bağırıyor, o sevilsin diye uğraşıyor, sevmeyince de dikkat çekmeye çalışıyor işte."

"Sakin diyordun ya?" Büyük ihtimalle ben buraya geldiğimden beri beni dinliyordu. Yine de bir şey demeden atı okşamaya devam ettim. "Yanılmışım."

"Sevmedin mi yani atını?" diye sordum. Sevmemiş olmasına üzülmüştüm. Birden onun yalnız kalacağını düşündüğümde tüm bedenimi korku sarmıştı. Hem korkmuş hem hüzünlenmiştim. Sevmemişse, ben alacaktım. Benim atım olsun. Zaten bu kadar güzel bir atı, Baran hak etmemeliydi.

"Sen sevmediysen benim olsun mu? Aslında şimdi sevdiriyor da... Baksana," dedim, yelelerini okşamaya başladığımda. Sanki ona atını satmak istiyor gibi konuştuğumda kafamı Baran'a çevirdim. O da atının diğer tarafına yürümeye başladı. "Sevdirir, yeleleri okşanırken, kendini sevdirirken sakin. İlgi arsızı işte,"

"Sevmedin mi yani atını?" Sorumu tekrarladığımda, Baran'ın hangi ara buraya gelip atını tanıyacak fırsatının olduğunu düşünüyordum.

"Delirdin mi?" diye sordu, o da atın diğer tarafında onu sevmeye başlamıştı. Çatılan kaşlarımla ona baktığımda atına baktığını gördüm. "Sevdim tabii," Ellerimi yelelerinden çekip tekrar gözlerinin arasına okşamaya başladığımda Baran'ı da dinlemeye devam ediyordum. "Baksana en güzeli, benim."

Atı sevmeyi bırakıp birkaç adım geriye çekildiğinde bana döndü. "Bırakmaya da hiç niyetim yok." Söyledikleri içimi rahatlatmıştı, bir anlığına ona bakmayacağını düşünmüştüm.

"Bırakma zaten," dedim mırıldanarak. "Atlar her şeyi hissederler. Çok duygusallardır. Enerjini alır, en hisli hayvan onlar bence. Konuşmak bile iyi geliyor. Hem de onlar insanları çok sever, yalnız kalmaktan hoşlanmaz. Bana verseydin, muhtemelen terk edildiğini bilecekti."

"Benimleyken, zarar gelmeyecek." Atın, iyice sakinleştiğini düşündüğümde parmak uçlarımda hafifçe yükselip gözlerinin alt kısmından öptüm. "İsmi yok hala."

"Karabaş, Karamel... Hangisi?" dedi, beni dinlediğini hatırlatarak. Kafamı sağa doğru eğerek ona baktığımda güldüm. "Ne? Öyle bir şey koyarsın kesin!"

"Sana benzediği için belki sen koymak istersin adını."

"Seninmiş ya, sen koy."

"Huyunu tam anladığımda aslında bir isim aklıma geldi, anlamını bilmiyorum gerçi."

"Ne?"

"Diana."

"Baksana anlamına," Baran telefonunu çıkarırken, at birden benden uzaklaşmış yanındaki yem kaplarına doğru giderek su içmeye başlamıştı. Kollarımı birleştirip Baran'ı beklerken, birden telefonunu bana uzattı. "Sanırım aklıma gelen isim tam ona uyacak."

Diana: Azimli, hırslı ve vazgeçmeyi sevmeyen bir kişiliği temsil ettiği görülür. Bununla birlikte duyguları uç noktalarda yaşamayı sevdiği de bilinir. Neşeli, sosyal, enerjik, güçlü, hırslı, kendine güvenen, iş bitiren kişilikleri vardır. Ayrıca eğlenceyi seven, engel tanımayan, cömert, dürüst, iddialı, yaratıcı, ön planda olmayı seven...

Okumayı yarıda kesip telefonunu ona geri uzattım. "Araştırdın mı bunu? Senin aklına böyle gelecekte..."

"Araştırmadım, aklıma geldi. Yalan söylemem." Telefonunu aldıktan sonra ekranı tekrar okumaya başladı. "Tutturmuşum ama... Anlamam böyle işleri aslında, bak ne yazıyor... eski Roma'da avcı, av tanrıçası demekmiş..."

"Tanrıça mı? A, bu da yakıştı bence."

"Kadın avcı anlamı da varmış," Baran'ın saydığı özellikleri duyduğumda gülümsüyordum. Güçlü bir ismi olacağı için seviniyordum. "Evlenmek istemeyen kadın anlamına da geliyormuş," dedi en son, onu duymamla kafamı ona çevirdiğimde hafif çatılmış kaşlarıyla telefonuna bakmayı sürdürüyordu.

Gülümseyen suratım, yavaşça asıldığında ona fark ettirmeden ata doğru döndüm. "Çağır bakalım ismini beğenecek mi," dedim yavaşça geri çekilerek. Diana ismi başlı başına beni anlatıyordu. Evlenmek istemeyen kadın...

Baran telefonunu cebine sıkıştırdıktan sonra atının karşısına geçtiğinde at hala yemini büyük bir keyifle bitirmeye çalışıyordu. "Diana," diye seslendi gür sesiyle. Seslenirken, dilindeki aksanını duymuştum. İyi İngilizce konuşuyor olmalıydı.

At, ona seslenilmesiyle birlikte önce ağzını yem kabından kaldırdı. Kafasını geriye atıp küçük bir ses çıkardıktan sonra Baran'ın karşısına geçip boynunu birkaç kez arkaya doğru itti. Sonra kafasını tekrar Baran'a eğip, onu ittiriyor gibi bir hareket yaptığında Baran'a bakıyordum. "Sevdi mi?"

"Diana," Baran tekrar seslendiğinde aynı hareketi bir kez daha yaptı. Sevmişti. Ona bir kez daha baktığımda dudak kenarlarım istemsizce aşağı eğilmişti. "Benim olsun bu at, ne olur." dedim, ata bakmaya devam ederken. Bana benzediğini şimdi anlıyordum. Oysa ilk gördüğümde hiçte öyle düşünmemiştim. İsmini koyduktan sonra daha havalı olmuştu. "Olmaz,"

"Ama baksana gerçekten aynı ben, benim olması lazım. Senin olmasın." Ağlar gibi konuştuğumda bana döndü. "Benim artık. Çoktandır benim hatta,"

Bana doğru iki adım attıktan sonra tam önümde durmuştu. Alt dudağımı büküp yanaklarımı şişirdiğimde hala atı izliyordum. Artık Diana'yı... Bende at istiyorum.

Baran'ın ellerini belimin iki yanında hissettiğimde bakışlarımı hızlıca ona çevirdim. Ellerini bel kıvrımıma doğru yukarı çıkarırken beni de biraz kendine çekmişti. Ne yaptığını anlamaya çalışırken kalbim hızlanmaya başlamıştı. "İyi misin?" Kaşlarımı hafifçe çattığımda gözlerim de kısılmıştı. "Neden soruyorsun?" dedim, sorusuna soruyla karşılık vererek. İstemsizce ellerimi kolunun üzerine koyduğumda belimde ona doğru biraz kıvrılmıştı.

"Emir'in söyledikleri-"

"İyiyim." Ciddi bir ifadeye bürünüp sözünü kestiğimde, konuşmak istemediğimi anlamasını umuyordum. Emir'in yüzündeki acı ve söyledikleri yine zihnimde canlandığında derin bir nefes aldım. Yüzümden sevmediğim ifademi hemen silip kafamı hafifçe sağa doğru yatırıp sağ omzumu havaya kaldırdım. "Kaybettin ayrıca, ben haklı çıktım. Beren'in büyüsü yine tuttu." dedim, gülümseyerek.

Dudakları düz bir çizgi haline geldiğinde beni kafasıyla onayladı. "Kaybettim. Beni şaşırttın,"

"Şaşırtırım demiştim,"

"İyi ki şaşırttın. Bu sabah sadece evdekileri büyülemedin. Bende de büyünü tutturmuş olabilirsin."

İşte şimdi sıçmıştım. Sıçmıştım çünkü söylediği şey, önüme iki farklı yol çıkarmıştı. Eve silahla gelip, babasına silah çektiğim için mi etkilenmişti yoksa... Of, yoksa kucak dansıma mı diyor? Umarım kucak dansım ve öpüşüm için etkilenmiştir. Ev basıp silah çekmeye herkes etkilenir. Ne güzel çalışıyor kafam ya, bulduğum yollara bak.

"Dengeleri bozacak gibisin," dedi, eğilerek yüzüme yaklaşırken. "Bu olayda da haklı bir kişi yok. İkinizin de yaptığı yanlıştı." Dudakları yavaşça çene kemiğimi takip ederek kulağıma giden bir yol izliyordu. Sakalları yüzüme batarken sesimin düzgün çıkması için çabalayarak "Ben yapmam gerekeni yaptım," dedim.

"İyi ki yaptın." dedi, dudakları kulağımın altına geldiğinde. "Neyi başardığının farkında değilsin," Söylediği hoşuma gitmiş gibi yüzümde aptal bir gülümseme belirdiğinde dudaklarını boynuma bastırdı. Gözlerimi kapattığımda öpücüğünün, vücuduma ne kadar güçlü hissettirebildiğine şaşırıyordum. "Anlaşmayı kazandın, ne istiyorsun?"

Topuklu ayakkabılarım olduğu için şanslıydı, aksi takdirde bana daha fazla eğilmesi gerekecekti ve muhtemelen boynumda uzun süre bekleyemeyecekti. Ya da ben şanslıyımdır.

"Söyle... Ne istiyorsan yapacağım." dedi derinleşen sesiyle, burnunu da boynumda dolaştırırken. Konuşurken bile dudak kenarları boynuma çarpıyordu.

"Düşüneceğim," Birkaç saniye daha bekledikten sonra önce başını benden uzaklaştırdı. Bana tepeden bakmaya devam ederken, ellerini de benden yavaşça çekti. "Peki," dedi, nefes vererek. Kafasıyla Diana'yı işaret ettikten sonra alt dudağını diliyle ıslattı. "Hadi, at binmek istiyordun. Binelim,"

"Saçmalama Baran. Hem yorgunum hem de üzerimde elbise var." Bu teklifi ona ben yapmış olsam da elbisemin olduğu aklıma yeni gelmişti. Beni gözleriyle süzdükten sonra derin bir nefes alıp yerinde kıpırdandı. "Gidelim o zaman," Kafamı salladığımda, sola doğru dönerek birkaç adım attı. Bende onun arkasından ilerlerken bir anda durduğumda o da durmuştu.

Hızlıca geriye dönerek Diana'ya son bir kez daha baktım. İşaret parmağımı ona doğrulttuğumda hafifçe boynunu kaldırdı. "Diana, o kuyruğunu dik tutacaksın! Anlaştık mı?" dedim, komut verir gibi. Birden boynunu geriye atıp ses çıkarttığında mutluluktan ağzım istemsizce açılmış, Baran'a dönmüştüm.

"Gördün mü?!" diye seslendim, sesimden bile coşkulu olduğum anlaşılıyordu. Baran keyiflenmiş gibi beni izlerken dilini yanağının içinde gezdirdi. "Gördüm." Boğazımdan neye benzediğini anlamadığım sesler çıkarırken Diana'ya doğru birkaç adım atıp boynuna sarıldıktan sonra öptüm. "Ya, ben seni çok seviyorum artık." dedim, mırıldanarak.

"Hadi hadi," Diana'ya bu kez parmaklarımı öpüp el salladıktan sonra hızla Baran'ın yanına ilerledim. "Gerçekten aynı ben, baksana konuşacak neredeyse benimle." dedim, heyecanla.

"Eğitime gidecek. Seni de gönderelim,"

"Ha ha. Gerçekten espri yapmakta gelişmeye başladın. O da sayemde."

Birkaç dakika sessizce yürümeye devam ettiğimizde bana olan bakışlarını yakalayıp kafamı ona doğru kaldırdım. "Ne?"

"Kerim ve Dilan... Durumları ne?" Onu duyduğumda nedense yanaklarım kızarmıştı. Başımı geriye yaslayarak güçlü bir kahkaha attım.

"Durumları stabil doktor bey, uyutmaya devam ediyoruz." Bana cevap vermediğinde dilini yanağının içinde gezdirip dudak kenarlarını geriye itti. "Durumları... Aa, sen bilmiyorsun herhalde. Dün zaten Kerim ilan-"

"Biliyorum,"

"Sevgili olamadan evlenecekler. Babamların yanında söyledi. Başka şansları yok."

"Sevgili mi olmaları lazım?"

"Tabii ki, başkasına yarın evleniyoruz desen evlenir mi sence? Kerim bu evde işlerin nasıl yürüdüğünü biliyor, Dilan bilmiyor olabilir ama bu artık onların sorunu." Evlilik muhabbetini açtığım için kalbimde çarpıntı başlamıştı. Hep böyle oluyor. Ertelediğim sorunlar, aklıma geldikçe vücudum katılaşıyor gibi hissederdim.

"Evlensinler işte, boşa zaman geçirmesinler." Yüzümü buruşturarak bakışlarımı ondan çektim. "Iy, nasıl geri konuşuyorsun ya..." dedim, iğrenir gibi.

"Beren!" Birkan abimin sesini duymamla ona döndüm. "Efendim?" Biz Birkan abimin yanına doğru ilerlerken, o da bize doğru yürüyordu. "Siz konuşun, ben geçiyorum diğerlerinin yanına." Baran adımlarını hızlandırdığında bende olduğum yerde durup abimi bekledim.

Birkan abim, teşekkür eder gibi Baran'a kafasını salladıktan sonra bana iyice yaklaştığında durdu. "Emir..." dedi, nefeslenerek. "Tanıdık geldi mi hali?" Kafamı yavaşça eğip sessiz kalmayı tercih ettim.

"Hadi, bir konuş. Kahve içirmişler, kendine gelir az sonra. Yukarıda yatıyor. Sana konuşmak iyi gelmişti. Belki ona da gelir."

En son çiftliğe geldiğimde, Emir'in halinin başka bir versiyonunu yaşamıştım. Birkan abimin hatırlatmasına gerek yoktu. Onu öyle gördüğümde aklıma sadece o halim gelmişti.

Yanaklarımı şişirdikten sonra abime baktım. "Tamam," dedim, mırıldanarak. Beni kolunun altına sıkıştırıp eve doğru yürümeye başladı. "Abi... Kerim ve Dilan ne olacak?"

"Konuşuyorlar şimdi, ne bekliyorsun ki bizimkilerden? Dinçer amca babamın kopyası zaten."

"Kerim evet der zaten, Dilan'ı bilmiyorum da... Bakalım Dinçer amca da babam gibi Dilan'ı evlendireceğim diye tutturacak mı?"

"Göreceğiz bakalım. Hadi, hadi... Üst katta." Abim, evin yanına geldiğimizde beni kapıya doğru omzumdan ittirdikten sonra kendisi bahçeye ilerlemeye devam etti.

Hiç beklemeden üst kata çıkarak, Emir'in olduğunu düşündüğüm odanın kapısını açtım. Yanılmamıştım. Buraya geldiğimizde bu odada kalmak için sürekli kavga ederdik.

Yatağın üzerinde, sırtını kapıya dönmüş yatıyordu. Belki de uyuyordu. Kapıyı açtığımda bile tepki vermemişti. Bir şey demeden kapıyı kapattım. Yanına gelmek için bir adım attığımda yine oralı olmamıştı.

"Senin kafanın arkası neden pembe?" diye sordum, yavaşça. Sesimle irkilerek birden bana döndü. "Ananı-" Beni gördükten sonra dudaklarını birbirine bastırıp tekrar yattı. "Saçımı boyattım."

"Pembeye mi?" dedim, yatağın baş köşesine oturduktan sonra. "Ayrıca neden boyattın?" Ben yatağa oturduğumda yavaşça bana doğru dönüp yatmaya devam etti. Alkol kanından çekilmemiş ama yine de açılmış gibiydi. Hala sersemlemiş gözüküyordu.

"İnternette okudum ya, moral bozukluğuna saç boyatmak iyi geliyormuş. Bende kendi saç rengimi aldım sandım, pembeymiş... Koyu kestane yazanı alacaktım ya... Bu daha pahalı diye aldım. Paketi de kahveli siyahlı diye. Neyse işte, akıttık sonra boyayı."

"Kim yaptı onu?"

"Erto,"

"Benim kuaförüme mi gittin?" Bana yavaşça kafasını salladığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Eee, ne konuştunuz? Ne yapıyormuş Erto?"

"Bir şey yok ya, hiç dedikodusu yoktu." dedi, zorla döndürdüğü diliyle. Ben saçlarımı boyatmaya gittiğimde, Emir'de onu çağırmamama rağmen yanıma gelir, Erto ve çalışanlarıyla orta kahveleri eşliğinde dedikodu yaparlardı. "Emir, internette okuduğun o şey kadınlar için yazılmış. Erkekler saçını boyatmaya gitmez."

"Lan bende diyordum, neden bu kadar çok kadın resmi var! Sonra doğru yerde olduğumu düşündüm... Neyse ya, bu kalanlarda geçecekmiş."

Odadaki saçma sessizliği bozmak için "Kerim ve Dilan..." dedim, fısıltıyla.

"Salaklık etti."

"Net."

"Aralarını sen yaptın sayılır." Karşımda o da dudaklarını birbirine bastırmış, gülmemek için zor duruyor gibi bir hali vardı. Bakışlarımı ondan çekip yatağın başlığına sırtımı yaslayarak bacaklarımı yatağa uzattım. "Dilan'a yalan yanlış şeyler söyleyip, Kerim için alevlendirdin. Kerim'e de başka şeyler anlatıp onu sadece ikileme düşürebildin. Yine de ikisi de duygularını anlamıştır. Kerim salak ya... Söylemeyecekti bunu." Emir kendi kendine konuşuyor gibi gözükmeye başladığında sesimi çıkarmadan onu dinlemeye devam ettim. "Bıktım bu çocuğun iyi aile triplerinden ya... Gelinliği de kendisi giyer kesin. Kesin altı yaşından beri düğününü hayal ediyordur! Kesin telefonunda albüm falan yapmıştır... Keşfeti düğünle dolmuştur şimdi." dedi, kendini doldurur gibi konuşurken.

Onun ciddiyetine rağmen küçük bir kahkaha attım. Ters bakışlarını bir an bana çevirdiğinde onun ifadesi de yumuşamıştı. "Hatırlıyor musun?" diye sordu, sırıtarak. Hatırlıyordum.

"Kerim ve Dilan evleniyor," dedim o kanalları karıştırırken. "Öbür aya kesin nikah dairesindeler." Ona kıkırdadığımda bir kanalda durmuştu. Saçma sapan bir savaş filmi vardı. "Aralarını sen mi yaparsın ben mi?" diye sordum. "Kimseye karışmayacağım artık. Kerim'e suç atıyorlar, kimsenin olayla alakası yok, yine suçlu biz olduk. Bizim büyük ihalede bile bu kadar yasak gelmemişti." dedi, Emir homurdanarak.

"Oha... Öbür ay demiştin, gerçekten evlenecekler." Beni kafasıyla onaylayarak dalgın bakışlarını üzerimden çekti. Hayat gerçekten garipti. Kerim'in uyuşturucu işinden günler sonra, buraya gelmiştik. Hasta olduğumu hatırlıyordum. Bu yatakta yatarken, Emir yanıma gelmişti.

"Babam beni evlendirirse ne yapacağım?" Bunu düşünmemek için elimden geleni yapıyordum ama beynim her zaman hatırlatıyordu. "Bilmiyorum. Tek bildiğim vazgeçmeyeceği." Sonunda gözlerimi kapatıp öyle konuşmaya devam etmiştim. "Ne ağlarım, ne yalvarırım. Ama kurtulmayı bir şekilde başarırım. Değil mi?" Emir elini başımın üstüne koymuştu. "Başarırsın ama zor olur. Seninle evlenmek istemeyecek bir kişi bile yoktur. O kişi de seninle evleneceğini duyduğunda kaçmaman için elinden geleni yapacaktır. Fazladan ayak bağı olacak."

"İzin veriyorum. Onu dövebilirsin." dedim ciddiyetle. "Emin olabilirsin, isterse haber kameraları karşımda olsun, haberlere çıkıp rezil olalım... Tüm aile orada olsa bile herkesin içinde ona kafa göz dalacağım." demişti aynı ciddiyetle. "Anlaşma oluşturuldu." dedim elimi ona uzatarak. "Anlaşma oluşturuldu." dedi elimi sıkarken.

"Anlaşmamızı hatırlıyor musun?" diye sordum.

"Aklımdan bile çıkmadı." Ben derin bir iç çektiğimde o da sırtını yatakla birleştirmiş, tavanı izlemeye başlamıştı. "Şuan o günlere gitmek için her şeyimi verirdim." Aşağı bükülen dudaklarını yukarıya çekmeye çalıştığında gözlerimi ondan çekip duvarı seyretmeye karar verdim.

"Hatta o güne de değil. Londra'ya geri dönmek isterdim... Hatta o güne de değil. Las Vegas'a, Los Angeles'a... Terör estirdiğimiz günlere gitmek isterdim. Beren ve Emir olduğumuz zamana. Ortaklar geldi dedikleri zamana," Derin bir nefes alıp bana döndüğünde bende ona baktım. Bende o günlere gitmek için her şeyimi verirdim.

"Neler yaşadın be," dedi gülerek bana döndüğünde. Yaptığı Seda Sayan taklidine güldükten sonra onu düzelttim. "Yaşadık." O da güldükten sonra bir anda gözlerini kıstı. Yatakta ellerinin üzerine doğrulup kısık gözleriyle boynuma yaklaştıktan sonra geri çekildi.

"Ne bu?" dedi, kafasıyla kolyemi işaret ederek. Boynumu eğip kolyeme baktıktan sonra kolyemin ucundaki B harfini tuttum. "O... O gelenek mi ne varmış ya... O zaman aldılar. Hediyeymiş. Hatta bunu da Baran gösterdi. Güzel mi? Bak, kurtla aslan var kenarlarında."

"İyi ya, anlamam ben böyle şeyden."

Kafasını tekrar yastığa koyduktan sonra dalgın bakışlarıyla kapıyı izlemeye devam etti. Konuşmak istesem de konuşamıyordum. Bir şey sormaya korkuyordum çünkü yine kaçacağından emindim. Bunu yapmak sadece zihnime zarar verecekti.

"Planımı düşündün mü?" diye sordu, boğuk çıkan sesiyle.

"Düşündüm. Mantıklı gelmeye başladı. Ama şimdi Kerim ve Dilan araya girdi. Yine beni unuturlar. Babamın aklına gelmez diye düşünüyorum."

"Belli olmaz. Evlilik konuları açılacak şimdi. Belki seni de araya katarlar."

"Sanmıyorum. Kerim ve Dilan ile aynı anda düğün mü yaptıracak babam? Barkın abimle Kutay abinin düğünlerinde bile beklendi."

"Doğru... Yine de çok uzatma eğer yapacaksan. Akıllarına sokalım."

Sohbetimizin sürekli tıkanmasından rahatsız olmaya başlamıştım. Odada sessizlik çöktüğünde kendimi gergin hissediyordum, bu hiç iyi bir şey değil. Üstelik Emir ve benim için.

Omuzlarımı aşağı düşürdükten sonra derin bir nefes aldım.

"Merhaba, Beren ben." dedim, gülümseyerek. Dudaklarının köşeleri yine aşağı çekilmeye başladığında gözlerimi devirdim. "Hadi ya," Tekrar söylendiğimde ağlamaması ya da duygulanmaması için elimden geleni yapsam da gözleri dolmuştu.

Yutkunup elime baktıktan sonra düşünceli bir şekilde elimi avuçları arasına aldı. "Emir Candaşlar, sizi daha önce görmemiştim."

"Bende, aynaya her baktığımda hala şaşırıyorum."

"İyi miyiz artık?" diye sordu, yalvarır gibi. Burukça gülümsedim ona. İyi değildim hala, o da iyi değildi. Arkamdan döndürdükleri şey her ne ise, bir gün açığa çıkacaktı. Gülümsediğim suratım sadece ağrı kesicisiydi. Etkisi bir süre devam edecek, etki ortadan kalktığında ağrı tekrar başlayacaktı.

Bu yaptıklarım sadece başlangıçtı. Onlara ısınma turları yaptırıyordum. Aynen, evleniyor Kerim ve Dilan, ısınmaya böyle başladıysan... Neyse ki hatalarımı kabullenmeyi öğreneli çok olmuştu. Hata yapmaktan korkmuyordum. Nazlı Sardun'u oyuna sokmam da başlı başına bir hataydı. Çok riskli olduğunu bilsem de oyuna dahil etmiştim. Hatamı kabullenip, düzeltmiştim de.

Hatalarım beni her zaman daha iyi hale getirmişti.


☾ ☾ ☾


"Evet, aradım Neboş'u. Uyanmış. Gideceğim yanına. Kerim'i de istiyor. Siz konuştuktan sonra gideriz." dedim, anneme cevap vererek.

Yemekler yenmiş, tabaklar hala masadaydı. Herkesin tahmini doğruydu, babam her zamanki gibi lafı evliliğe getirmişti. Masada benim konum hiç açılmadığı için hala içimden dua ediyordum. Dinçer amca ve Erhan amca son sözlerini söyleyip, kararı Kerim ve Dilan'a vermişti. Masada gözlerimi devirmekten, göz kaslarım yorulmuştu.

Kararı ne Kerim'e ne de Dilan'a bırakmışlardı. Sadece ne olacağını söyleyip, formaliteden de olsa aranızda bir fiskos yapın dermiş gibi söylemişlerdi.

Anlamsız bulduğum tek şey, Dilan'ın yüzündeki sevinçti. Daha hayatı öğrenmeden, evliliğe bu kadar sevinmesini garipsemiştim. Belki de Kerim ile daha rahat olacağını düşündüğünden seviniyordu. Ben bile bunca yaptığım şeye rağmen doymadığımı düşünüyordum. Öğrenecek, deneyimleyecek, keşfedecek çok şeyim vardı.

Dilan ve Kerim'in içeriden masaya doğru ilerlediklerini gördüklerinde herkes birden sessizleşmişti. Sıkılmış gibi oflayarak, masaya eğilip şarap kadehimi elime aldım. "İki gelinde masaya yaklaşıyor," dedi Emir, mırıldanarak. Karşımda oturuyordu, kolaylıkla duymuştum. Kendine biraz gelmiş olsa da yemekte tekrar içmeye başladığından yine kafası güzelleşmişti. İçmesine kimse bir şey dememişti. Sanırım herkes keyfinin olmadığını anlamıştı.

Ağzımın içindeki şarabı tutarak gülmemeye çalıştığımda herkes bir anlığına bana döndü. Şarabı zorlukla boğazımdan geçirdikten sonra öksürmeye başladım. Kutay abi sırtıma yavaşça vurduğunda elimi kaldırarak onu durdurdum. "Geçti, geçti..."

"Biz konuştuk." dedi Kerim, masanın kenarında Dilan ile yan yana dikiliyordu.

"Evlenmeyi mi konuştunuz yoksa davetli listesini mi hazırladınız?" Emir boşluğa bakarak konuşurken, kendi kendine kıkırdıyordu. Barkın abim yavaşça, "Oğlum sus lan," diyerek onu susturdu.

"Söylediklerinizi uygun gördük. Sadece... Her şeyi usulüne göre yapmak istiyoruz. Hiçbir şeyi aceleye getirmek istemiyoruz. Bu süreçte de dediklerinizi uygulayacağız."

"Herhalde acele olmaz Kerim... Sana gelinlik dikmek kolay mı?"

"Emir bak ağzına çakarım iki tane! Yeter lan, sesimizi çıkarmadık diye yine başladın!" Kerim, Emir'e bağırsa da Emir sanki komik bir şey duymuş gibi kahkahalarla gülmeye başladı.

"Belki sizde beni nikah şahidiniz yaparsınız,"

"Emir!" diye uyardı Erhan amca sert bir dille.

"Ne var ya?" Emir'in gevşek gevşek konuşurken, neredeyse yatacak olduğu sandalyede kıpırdandı. Eliyle Cihan'ı işaret ettikten sonra alkolün vermiş olduğu yavaşlıkta konuşmaya başladığında bende gülmeye başlamıştım. "Cihan'ın nikah şahidi bendim... Kerim'in en yakın arkadaşı benim zaten... Onların da nikahına şahit olurum..."

Emir'in baygın bakışlarıyla masaya eğilmiş konuşurken en son Baran'ı işaret etti. "Baran abim... Sende beni nikah şahidi yaparsın... Oh be, Kamranoğullarını evlendiriyorum valla... En iyi bildiğim şey zaten bu... İmzamı her yerin altına atarım ben... Siz yeter ki evlenin..." Emir'in hali komik geldiği için gülmeye devam etsem de tek gülen bendim. Diğerleri sinirle Emir'e bakmaya devam ediyordu. Onlar zaten Emir'i komik bulmazlardı.

"Siz en doğru kararı verdiniz çocuklar." diye lafa girdi babam. Emir'in dalga geçer gibi söyledikleri sinirini bozmuş olmalıydı. Evliliğe olan takıntısından mıdır bilemiyordum, böyle işlerle alay edilmesini sevmezdi. Diğerlerinin evlilik konularında da hiçbir zaman şaka yaptırmamıştı.

"O halde, buyurun gelin Erhan." Babamdan sonra Dinçer amca konuşmaya başladığında kadehimdeki şarabı bitirip masaya bıraktım. "Gelin, kızımızı isteyin bakalım. Yalnız bizi biliyorsun. Dilan'ı babamdan da isteyeceksin."

"Peki siz isterseniz... Siz kimden istemeye gidiyorsunuz Dinçer amca?" Emir, çarpık gülüşüyle eğilerek Dinçer amcaya baktığında, cevabını babamdan almıştı bile.

"Emir, konuşmaya devam edeceksen siktir git!" dedi sinirle. Emir gülmeye devam ederek arkasını yaslandı. O arkasına yaslandığında diğer yanında oturan annem, Emir'in başını göğsüne yaslayarak yüzünü saklayıp okşamaya başladı. Babamın sinirlenmesini önlemek için, Emir'i susturmaya çalışıyordu.

"Geleceğiz. Hafta sonuna kalmadan gelelim, bu iki hafta iş olarak yoğun geçecek. Bir an önce bunu halledelim." dedi Erhan amca, konuşulanları duymazlıktan gelmişti.

"O halde, yarın yola çıkalım. Ben akşam babamlara haber vereyim, hafta sonuna kadar kalalım İzmir'de. Hem çocuklar da tatil yapmış olur."

"Ben gelemem," dedim hızlıca, Dinçer amcanın arkasından.

"Hayırdır kızım?" Babam masaya eğildiğinde, ona bağırışımdan sonra ilk kez benimle konuşmuştu. "Yarın akşam Neboş'la işimiz var."

"Ne işiymiş bu? Onlara izin vereceğim hem, evde olmayacaklar." dedi babam, merakla.

"İzin alabilir, yine de işimiz var."

"Yalan söylüyor," dedi Emir son heceyi uzatarak, boğuk sesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırıp Emir'e baksam da annemin kucağında uyukluyordu.

"Ne işiymiş bu Beren? Kerim'e kız istemeye gidiyoruz... Sen olmayacak mısın?" Sezin abla da araya girdiğinde benim konuşmama izin vermeden babam konuştu. Dudaklarını sinirle geriye ittirdiğinde bana baktı.

"Ev boş olacak ya-"

"Yarın akşama kadar bekle istersen başımda. Diyeceğimi dedim. Kerim'de beni bir akşamlık bekleyebilir. Dilan kaçmıyor ya," Hırçın bir şekilde arkama yaslandıktan sonra kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Gerçekten Beren, daha iyi bir yalan bulabilirdin. Neboş bu halde birde senin işinle mi uğraşacak?" Hande, gözlerini büyütüp 'işinle' derken elleriyle tırnak içine alarak söylemiş, yalan söylediğimi vurgulamaya çalışıyordu.

"Evet Hande. İşim. Bu sabah olduğu gibi işim." dedim, onun taklidini dramatik bir şekilde yaparak. Alevlerimin yükseldiğini hissediyordum. İşime gelir, bu gece lazım olacak.

"Bu sefer kime doğrultacaksın silahını?" Dişlerimi sıkmaya başladığımda sinirle Hande'ye baktım. "Hande. Tamam artık," dedi babam, araya girerek.

"Aaa, hayret! Biri Akıllı Hande'sine itiraz etti. Gerçekten ilklerin yaşandığı bir gün ya!"

"Beren, boşuna sinirlenme. Aklında ne var bilmiyorum ama başka bir oyun sergileyeceksen, dinlemeye vaktim kalmadı. Kendine gel artık," dedi Hande, tıslar gibi konuştuğunda gözlerini de kısmıştı.

"Tamam kızlar, sesinizi alçaltın artık. Yarın herkes yolda olacak. Babam herkesi eksiksiz görmek isteyecektir." Dinçer amca, keskin bir sesle susturmaya çalışsa da sinirli bakışlarımı bu sefer ona çevirdim.

"Kimse bana ne yapacağımı söylemesin artık! Döndüğümden beri sizi dinlediğim yetti! Eski Beren'i özlemişsiniz, belli. Sizi dinleseydim, bugün burada bile birlikte oturamayacaktınız!" Bakışlarımı önce Dinçer amcada sonra da babamın üzerinde gezdirdikten sonra Hande'ye döndüm.

"Ne yapsaydım Hande?! Senin gibi götümün üstünde oturup, 'Yağız aramıyor, merak etme Dilan, bu konuyu kapatıyoruz, of sevgilimle ayrıldım, Dilan her şey güzel olacak ama' diye masal mı anlatsaydım? Bence sen kendine gel, aç gözünü artık!" dedim, onun taklidini de cümleme ekleyerek.

"Kendime nasıl geleyim Beren? Getirsene kendime." Hande, yüzüne alaylı bir ifade takınıp başını hafifçe sallayarak konuştuğunda gözlerimi devirip önümdeki su bardağına uzandım.

"Al, önce bir yüzünü yıka, uyanırsın." dedim, bardaktaki suyu yüzüne fırlatırken. Hande'nin iki tarafında oturan, Cihan ve Barkın abim de suyun üstlerine sıçramasıyla Hande ile birlikte irkildiğinde, diğerleri de arkadan şaşırdıklarını belli eden sesler çıkarıyordu.

Yavaşça ayağa kalktıktan sonra masadan telefonumu alıp bahçe kapısına doğru yürümeye başladım. "Kerim, arabanı alıyorum. Bul kendine birini eve öyle gidersin." dedim, yanından ilerlerken. Aklıma geldiğinde, durmak yerine yürümeye devam ederken tekrar konuştum. "Hah, tebrikler ayrıca. Çok mutlu olun. Ve önemli değil... Yaptıklarım hiç önemli olmadı zaten."

Diğerleri bile babamdan gizli teşekkür etmişti. Duyurulmalıydı, sadece Dinçer amca değil, herkes doğruyu yaptığımı söylemeliydi. Beni övmelerini beklemiyordum, sadece babam yüzünden böyle davranmaları saçmaydı.

"Oh, canıma değsin! Sıçsın Beren ağzınıza sizin!"

Emir'i duyduğumda, arkamın onlara dönük olmasını fırsat bilip güldüm. Öyle olacaktı da.


☾ ☾ ☾


Saat dört on yedi olmuş bile. Karanlık yolda ilerlerken arabayı gereğinden fazla uzağa park ettiğimi fark etmiştim. Yorgundum. Bugün hala bitmiyordu. Uykusuzluktan başım ağrımaya çoktan başlamış, üstelik başım ara sıra dönüyordu. Yine de yanına gitmekten çekinmemiştim.

"Sonunda Beren! İki saattir bekliyorum seni, yine çağırıp gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım."

Karanlıktan gelen sesini duyduğumda sırıttım. Dilimi damağıma vurarak 'cık' sesleri çıkarırken yanına ilerliyordum. "Ne zaman öyle şeyler yaptım ben?" dedim, ağlamaklı bir sesle.

Biraz sessiz kaldıktan sonra gülmeye başladım. "Bekle... Her zaman?" Onu sonunda görebildiğimde bir ışık süzmesi yüzüne vuruyordu, suratını gördüğümde kaşlarım şaşkınlıkla çatılmıştı. Bana sinirle gözlerini devirdikten sonra ellerini cebine soktu. Her zamanki gibi motorcu ceketi üzerindeydi. Omuzlarını geniş gösteriyor olduğu için giydiğine emindim. Yoksa kim motor sürer ki?

"Evet, çoğu zaman. Şunu bunu yap diyorsun, sonra ortadan kayboluyorsun ya! Telefona da cevap verme..." Tam karşısında durduğumda kollarımı göğsümde birleştirdim. "Yüzünün hali ne?" diye sordum, beklemeden.

"Senin eserin, sağ ol." Dudaklarımı büzdükten sonra omuzlarımı düşürmüştüm. Burnu şişmiş, yüzünün belirli kısımlarında çürükler oluşmuş, yüzü mor, kırmızı ve yeşilin tonlarından oluşuyordu. Saçlarının favori kısmından kulağının bittiği yere kadar atılmış dikişleri gördüğümde incelemeyi bıraktım. Ceketinin önünü boynuna kadar kapattığından vücudunu göremiyordum.

"Benim eserim mi?! Aptal bir planı yapamadım, üstelik birde yakalandım diyemiyorsun da... Sahi nasıl yakalandın ya?" Meraklanmıştım, Karakan'ı bulduklarını önceden öğrenip şaşırsam da endişelenmemiştim. O her zaman kaçış yolunu bilse de yakalanırsa ne yapacağını da söylemiştim. Tüm ihtimallere bir çözümüm vardı. Bazı ihtimaller gözümden kaçsa da... Hata yapmaktan korkmuyorum.

"Sen... Baran Kamranoğlu'nu tanıyor muydun?" Yüzüme salak bir ifade takındım. Söyleme. Herhalde söylemeyeceğim.

"Tanımıyorum," dedim, afallamış bir sesle. Ayrıca, zihnimdeki o gür sesi de duymayalı uzun zaman olmuş gibiydi. Bende seni özledim... Neredeydin? Dikkatli ol.

"Yalan söylüyorsun Beren,"

"Neyden bahsediyorsun Karakan? Sinirlenmeye başlıyorum... Kimmiş Baran Kamranoğlu?"

"Lan içeriye adam soktuğun mekanın sahibi! Kamran gece kulübünün sahibi amına koyayım! Tanımıyorum deme!"

"Ha... Kamran..." Kafamı yavaşça sallarken mevzuya yeni uyanmış gibi boşluğa baktıktan sonra ona döndüm. "Adam mekana adını koymuş demek ki."

Karakan gözlerini sıkıca kapatıp saniyeler sonra açtığında büyümüş gözlerimle ona bakmayı sürdürdüm. Salağa yatarken insanların delirmesini izlemek keyifliydi.

"Beren." Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Yalan söyleme. Nereden tanıyorsun? Sen nasıl o açılışa katılabildin-" Bana bağırmaya başladığında yüzümü ekşittim.

"Eh, sus be! Eskiden her gecemiz o mekanda geçerdi. Emir ile davetliydik. Eski sahibi çağırdı bizi. Nereden bileyim o kim, bu kim?!" Dediklerimi sindirmeye çalışırken biraz sakinleşmişti.

"Bu yüzden tehlikelisin işte Beren! Kimin ne olduğunu bilmediğin için her yere burnunu sokuyorsun! Dediğin gibi aptal planından dolayı canımı zor kurtardım! O mekana bırak içeriye birini sokmayı, kapısının önünde ondan izinsiz nefes bile alamazsın."

"Karakan, korkmuş gibisin... Buna inanacağımı bekleme. Neye sinirlendin söyle, alt tarafı yangın çıkarıp içeriye üç kişiyi soktun." dedim, onu sinirlendirerek konuşmasını istediğim için. Bana anlatmayacağını bilsem de bir tarafım konuşacağını düşünüyordu.

"Evet ve beni nasıl bıraktıklarını düşünüyorum. Şans olamayacak kadar imkansız. Hatta bırak kurtulmayı, planı uygulayabilmem bile... İmkansız. İmkansızdı." Düşünüyor gibi gözüktüğünde bende düşünmeye başladım. Sanırım Baran doğru söylemişti. Haberi gerçekten vardı.

"Neden yaptın madem? Ellerini açıp dua edecek kadar korkmuşsun. Yapmasaydın."

"Yemini bozamazdım! Seni günlerce aradım yapmamak için. Telefonlarına cevap vermedin! Başka çarem yoktu. Bunu bile bile yapmak bile delilik! Onu tanımadığını düşünmüştüm zaten. Yoksa sende yapmazdın. Şu yüzümün haline bak!"

"Kim ya Baran Kamranoğlu? Çok havalı birine benziyor..." dedim, alt dudağımı dişleyerek. "Tanışmak lazım onunla. Açılışta var mıydı acaba?" Gözlerimi kısarak, sanki çok büyülenmişim gibi konuşmaya devam ederken Karakan bana alayla gülmeye başladı.

"Aynen... Tanışırsın. Seninle benimle uğraşmaz o adam."

"Seninle uğraşmış, benimle kesin uğraşır."

"Yüzümü bu hale o getirmedi. Görmedim bile adamı. Allah biliyor ya... Sanki nefesi ensemdeydi ama." Karakan'ın gerçekten korktuğunu anlasam da bozuntuya vermedim.

"Yakışıklı mı bari?" Bana gözlerini devirdikten sonra sıkıntıyla nefes verdi. "Kızım, dalga mı geçiyorsun ya?"

"Soruyorum işte, kimmiş Baran Kamranoğlu?"

"Senin uğraşacağın biri değil." dedi, hızlıca. "Kamranoğlu ailesi güçlüdür. Kimse onların gücünü sorgulayamaz. Dokunulmazlardır. Baran Kamranoğlu... Daha fena," Bugün milyonuncu kez dinlediğim hikayenin üzerine ifademi sabit tutmaya çalışıyordum.

"Nasıl kurtuldun o zaman? Umarım beni öne sürüp-"

"Delirmedim herhalde. Dediğim gibi, yemini bozmadım. Söylediğin gibi Asya Bilginer'i bulduk. Tehdit ettik, üstlenecektir. Beni bu hale getirdilerse, ona ne yapacaklar bilmiyorum." dedi, bakışlarını uzağa çevirip düşünürken. Karakan'ın konuşmalarından benim adımın geçmediğine emin olmuştum. Demek ki, diğerleri de beni ona sormamıştı. Yine de merakıma yenik düşmüştüm.

"Benim adım falan geçmedi değil mi? Nazlı içeri girerken bende o kapıdaydım, gizliydim ama belki görmüşlerdir."

"Gizlenmeyi başarmışsın. Adın bile geçmedi. Hem senin adını verseydim, burada konuşuyor olmazdık." Gözlerimi devirip uzunca ofladım.

"Alt tarafını yüzünü boyamışlar işte Karakan, abartma." Sinirle bana baktıktan sonra eğilerek pantolonunun paçasını tutup çekebildiği kadar çekti. "Adamları tüm derimi soydu! Diğer bacağımın da üst tarafını... Yüz tane dikiş var herhalde vücudumda. Sırtımın, kollarımın halini anlatmıyorum bile!" Bakışlarımı bacağına çevirdiğimde, dizine kadar sarılmış sargıların üzerinde bile kan lekesi olduğunu gördüm.

"Bunu senden duyacağım, o yüzden arkadaşına küçük bir ders verip göndereceğim." Baran'ın sesi kulağımda çınladığında nefesim düzensizleşmeye başladı.

"Yapmasaydın! Bende tanımıyordum adamı, nereden bilebilirim?" dedim, pişman olmuş gibi.

"Bana yaptığın iyilikten sonra sana borçluydum. Onları tanımadığını düşünsem de bir tarafım belki de iyiliğinin karşılığı olarak bunu istemiş olacağını düşündürttü. Hem de yemini bozmamak için yaptım işte."

"Siz gibi iyilik yaptığımda karşılık istemem. Yine iyilik yapmış oldum ama... Söylediğin gibi biriyse, ellerinden kurtulman seni kahraman gösterecektir."

"Aynen Beren! Anlatır mıyım sanıyorsun? Duyulursa sadece aptal olduğumu söylerler."

"Neden? Of, anlatsana işte! Bu adam yoksa mafya falan mı?" Karakan korkmuş suratını düzeltip tekrar alayla güldü.

"He, mafya... Her neyse. Bunun için konuşmak istemedim seninle." dedi, derin bir nefes aldıktan sonra ciddileşerek konuşmaya devam etti. "Anlaşma bitti Beren. Ben artık yokum."

"Ne?!"

"Sen gittiğinden beri düşünüyordum zaten. Ben artık arkanı kollamayacağım. Madam ortalıkta gözükmüyor hala. Geri geldiğinde peşime düşecektir. Ayrıca bu sefer seni dinlemeyecektir. Son yaptıklarından sonra Madam'ı kızdırmış olmalısın. Sana tolerans göstereceğini hiç sanmıyorum."

"Sen gerçekten korkakmışsın... Tasmanı çözmeseymişim keşke!" diye bağırdım sinirle.

"Mantıklı ol Beren. Madam döndüğünde ben olmayacağım. Madam'ın sana olan düşkünlüğüne güvenip büyük oynadın. Bu kadar şeye onun yine ses çıkarmayacağını düşünüyorsan, yanılıyorsun."

"Madam beni kızdırdığı için yaptım. Böyle yapacağımı çoktan ön görmüş olmalıydı."

"Hiç kimse. Hiç kimse ön görmedi. Hala aynı şeyi söylüyorsun ya! Ne kadar para kaybetti senin yüzünden! Hala ortalıkta olmaması ve seni bulmaması bile garip. Bence öğrenmiştir senin yaptığını. Yine saklanmayı başarıyorsun gerçi... Madam'ın öldüğünü bile söyleyenler var ama ölseydi haberimiz olurdu... Ayrıca seni bu kadarda kızdırmış olamaz, ne olursa olsun... Karşına Madam'ı aldın."

"Beni mi korkutuyorsun şimdi de? Madam'ın hakkını ödeyemem, evet. Tanıdığım en güçlü kadınlardan biri ama o gücü bile beni ezmeye yetmeyecek." Karakan, karşımda sessizce gülerken dişlerimi sıkıyordum. Davranışlarından beni ciddiye almadığı belliydi.

"Madam ile aranızda farklı bir bağ kurduğunu biliyoruz. Yine de bazı şeyleri değiştiremezsin. Özür mü dilemeyi düşünüyorsun yoksa? Küçük konuşmanı yapmana bile izin vermeyecektir. Sana zarar verir mi bilmiyorum ama senin yaptığın gibi onunda can yakacağından eminim."

"Yaksın o halde! Madam'a sizin gibi korku beslemiyorum."

"Herhalde beslemezsin Beren, onun gücünü kullanmana izin verdi. Madam'ın ismini söyleyerek her yerden kurtuldun." Yüzüme alaylı bir gülümseme yerleştirdikten sonra ona bir adım daha yaklaştım.

"İstediğim oluncaya kadar yaptığım hiçbir şeyde bir sakınca görmüyorum. Ayrıca..." Sakin konuşamayacağımı anladığımda sesimi birden yükseltip devam ettim. "Senin de şahit olduğun gibi, onun gücü olmadan da her şeyi yapabiliyorum! Tasmanı çözüp seni serbest bıraktığımı unutma Karakan! Yukarıya çıkarken üzerine bastığım bir basamaksınız! İkinizde!"

Ondan bir adım geri çekildikten sonra arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

"Sende ortalıktan kaybolsan iyi olur Karakan, Madam'ı yaktığım gibi seni de yakacağım."

☾ ☾ ☾


Sadece iki saat uyuyabilmiştim. Yorgun hissediyordum. Zihnim hala yorulmamıştı ama vücudumu kıpırdatacak halim yoktu. Çiftlik evinden döndüğümde Karakan ile buluşmak için uyumamıştım. Karakan ile görüştükten sonra eve tekrar dönsem de zoraki uyumuştum. Evden çıkarken kimseye yakalanmamıştım.

Sabahın ilk ışıklarında eve gelmiştim. Babamların öğle saatlerinde İzmir'e gidecek olması konuşulsa da sabah yola çıkmışlardı. Onlara gelmeyeceğimi dün söylemiş olsam da sabah Neboş ile konuşmalarını duymuştum. Iraz'ın beni yarın alacağını haber vermişti. Neboş'a onunla olan işimizi de sormamıştı. Bana yine kırgın gibi davranacağını anlamıştım.

Babamlar gittikten sonra yorgunluktan uyuyakalmıştım ama kısa sürmüştü. Gözlerimi açtığımda hala sersem gibiydim. Uyumak istiyordum, uyuyamıyordum. Emir'e, Karakan'ın bana söylediklerini anlatmak istiyordum. Anlatamazdım, Emir'e dün geceki olayları anlatmam tüm olayların arkasında benim olduğumu itiraf etmek olacaktı.

Tüm gün sersem gibi evin içinde dolandıktan sonra akşam saat sekiz kırk beşte Neboş ile olan işimizi halletmek için evden çıkmıştık. Lütfü amca bizi götürmüştü, şimdi de bizi almış eve dönüyorduk.

"Kalbi güzel kuzum benim, ne iyi oldu bak... Çok sevindiler seni görünce," Neboş beni arabanın arka koltuğunda sıkıştırırken gülümsedim. "Fark ettim. Sen neden gelmeyeceğimi söyledin ki onlara? Gelecektim zaten."

"Aman, ne bileyim ben? Sana belli mi oluyor... Bugün uyumadım doğru düzgün. Huysuzsun diye gitmezsin sandım." Gözlerimi devirdikten sonra kafamı cama çevirdim. Eve yaklaşmak üzereydik.

"Of, söz verdik ya Neboş. Herhalde gidecektim. Hem oğlanı da gerçekte merak ettim. Fotoğrafları çok kötüydü."

"Ne konuştun sen ona? Annesini epey bir güldürdün." dedi keyifle. O keyiflendiğinde bende zoraki güldüm. "Kızı üzersen seni gebertirim dedim."

Neboş ile gülmeye devam ederken Lütfü amca hafifçe frene bastığında ona döndüm. "Ne oluyor?" diye sordum kafamı iki koltuğun arasından uzatıp, ön camdan bakmaya çalışıyordum.

"Bahçenin ışığı açık. Korumalar da kapının önünde ama..." Lütfü amca mırıldanarak konuşurken evin ön tarafına baktığımda kimse gözükmüyordu. Birden gerilmiştim. Kalbim çarpıntı yapmaya başladığında "Hadi, bas gaza." dedim, aceleyle. Kapıdaki korumalara sinirlenmeye başlamıştım bile.

Korumalar bizi gördüğünde kapıyı açarken bende merakla içeriye bakıyordum. "Neden gelmiş ki?" Neboş'un söylenmeleri kulağıma dolarken Lütfü amca da arabayı durdurmuştu.

Hiç beklemeden arabadan indikten sonra elbisemin eteğini tutarak korumalara ilerlemeye başladım. "Siz hiçbir şeyden anlamaz mısınız?! Ne dedim ben size bu sabah ya!" dedim, çığlık atar gibi bağırırken korumalar da kafalarını öne eğdi.

"Siz bir boka yaramayacak mısınız ya! Yalı kazığı gibi dikilecek misiniz orada!" Lütfü amcanın ve Neboş'un beni durdurmak için seslendiklerini duysam da sinirden umursamıyordum. "Niye aldınız bunu içeri?! Bana neden söylemiyorsunuz!"

Yaşananlardan sonra, tüm korumalara aynı komutu vermiştim. Kim gelirse gelsin, kapı açılmadan önce bana soracaksınız. Yaşananları hatırlatarak onlara emir verirken, başka bir Kamranoğlu'nu kapımda görmek, bana edilmiş bir küfürdü.

Uykusuzluğumun üzerine sinirlerim de gerildiğinde dudaklarımın çevresi karıncalanmış, vücudum alevlenmişti. Alt dudağımı sinirle dişleyerek topuklu ayakkabılarımın ikisini de çıkarmak için eğildim.

"Hoş geldin oğlum," dedi Neboş. Evin yanından duyduğum sakin sesi, beni iyice sinirlendirmişti.

"Beren, dur kızım!" Lütfü amca kollarımı tutsa da hırçınlıkla kollarımı ondan çekip elimdeki topuklu ayakkabılarımı sıkıca tuttum.

"Kafanıza göre iş mi yapacaksınız siz?!" diye bağırdım, ayakkabılardan birini tüm gücümle korumaya fırlattıktan sonra. "Bir gün olsun işe yarayın!" Diğer ayakkabıyı da yanındaki korumaya fırlattıktan sonra çıplak ayakkabılarımla eve doğru ilerlemeye başladım.

"Sen niye geldin?!" diye sordum, aynı sinirle yanına yaklaşırken. Arabanın önünde dikilmiş, ellerini de cebine sokmuş beni izliyordu. "Seni almaya."

Göz bebeklerimi yukarı doğru kaldırıp tekrar ona baktım. "Yarın geleceğim! Yarın! Yarın! Ne bu aptal aceleniz ya?! Kendin git,"

Onun yanından uzaklaşıp eve girerken Neboş'un başka bir fısıltısını duydum. "Hiç uyumadı oğlum, ondan böyle."

Bağırdığım için boğazlarım acısa da öksürmemek için direniyordum. Lütfü amca koşar adımlarla yanıma geldiği gibi anahtarı kapı kilidine yerleştirip kapıyı açmaya çalışıyordu. Onu beklerken bile yerimde duramadığım için sinirle olduğum yerde ara sıra ayaklarımı yere vuruyordum.

"Neredeydiniz?" Sesini duyduğumda gözlerimi sıkıca kapattıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırıp ona döndüm. "Sana ne!" diye bağırdım, üstelik bana bile sormamıştı. "Cehennemin dibindeydim!"

Lütfü amca asırlar geçtikten sonra kapıyı nihayet açabilmişti. Kapıya elimle ittirdikten sonra merdivenlere yöneldim. Kapının duvara çarpmasıyla büyük bir gürültü çıksa da aynı gürültüyü kendi odama girdiğimde de çıkarmıştım.

Tüm gün boyunca uykusuzluktan yanan gözlerimi kırpıştırıp odamın içinde sinirle yürümeye devam ediyordum. Kapıdaki korumalar bile onlara söylediğim şeyi dinlemiyordu. Yarın geleceğimi söylememe rağmen kapıma birini gönderiyorlardı. İki saat neşelenmemi evren çok görmüş olmalıydı ki, hemen yeni bir drama yaratıyordu. Hızlı duygu değiştirmek, zaten yorgun olan vücudumu daha fazla yoruyordu.

Kendimi sakinleştirmek adına elimi göğsüme koyup dikkatli bir şekilde burnumdan nefes alıp ağzımdan vermeye başladım. Kendimi sakinleştirmeyi kısa sürede unutmuştum. Yatağımın ucuna koyduğum bavulumu gördüğümde sinirle bir tekme savurup bavulun kapıya doğru gittiğini izledikten sonra bavulu çekiştirip giyinme odama sürükledim. Of, bıktım kolay sinirlenmekten.

Dişlerimi sıkmaya devam ederken olduğum yere çöküp bavulun fermuarını açtım. İçindeki kıyafetlerimi hırslanmış gibi bavuldan çıkarırken kapımın açıldığını duydum. "Ne yapıyorsun?" O çoktan giyinme odamın başında belirdiğinde arkasından kapımın kapanma sesi duyulmuştu.

"Çık odamdan!" Beni engellemek ister gibi yere attığım kıyafetlerimi aldıktan sonra bavulun içine bıraktı. "Bıraksana! Çık odamdan! Gelmeyeceğim!"

Bavulun içine koyduğu elbiseleri de tüm hırçınlığımla odanın etrafına atmaya devam ederken ellerimi tutup beni durdurmaya çalıştı.

Tırnaklarımı kolunun içine batırdıktan sonra bileğine kadar tüm gücümle çizdim. Onu engellemişe benzemiyordum, iki elimi birbirine yaklaştırdıktan sonra beni yukarı kaldırıp kendine çekti.

"Gidiyoruz. Yolda tek bir kelime bile etmeyeceksin." Sinirli halini yeni fark edebilmiştim. Onun neye sinirli olduğunu bilmiyordum. Hızlı nefeslerinin arasından yüzüme eğilmiş söylendiğinde kendi kızgınlığım kaybolmuş gibiydi. Gözlerimin içine nefretle bakıyordu.

"Sen gidiyorsun. Siktirip gidiyorsun. Ben gelmeyeceğim." dedim, bastıra bastıra konuşarak. Küfürlü konuşmamı beğenmemiş olacaktı ki, vücudu sinirden titremeye başlamıştı. İki elimi de bileklerimden tek eliyle tutmaya devam etse de canımı acıtmıyordu. Bana zarar vermemek için sinirini vücuduna yaymış gibiydi. Ah, ne kadar centilmen...

"Dediğimi. Yapacaksın. Sesini bile duymayacağım." Yüzünü, benim yüzüme iyice yaklaştırdıktan sonra konuştuğunda gözlerimi bir an olsun ondan çekmiyordum.

"Gelmeyeceğim, kendiniz ne bok yiyorsanız yiyin! Kaybol evimden!" dedim, elimi aşağı çekerek ondan kurtulmaya çalışırken. Bileklerimi eli ve göğsünün arasına sıkıştırdıktan sonra biraz daha bana yaklaştı. "Yorma," Alt dudağımı dişledikten sonra gülmeye başladım.

"Ne olur yorulursan?" dedim, delirmiş gibi attığım kahkahayı durdurarak.

"Seninle uğraşmak istemiyorum." Sert bir tonda konuşurken, kahkahalarım iyice sinirini bozmuş gibiydi. Çenemi yukarı kaldırdıktan sonra bende yüzümü ona yaklaştırdım. "Uğraşma. Siktir git diyorum ya," dedim, dişlerimin arkasından.

Göğsünü kabartarak derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini hafifçe kıstı. "Ne bu halin? Üstündekiler ne?" dedi, küçümser gibi bakışlarla. Küfürlü konuşmamı göz ardı etmek ister gibi laf değiştirdiğini düşünüyordum. Keyifle kıkırdamaya başladığımda sinirli hali azalmıyordu, aksine beni öldürecek gibi bakıyordu. "Biliyorum, üstümde bir şey olmadan beni görmek istiyorsun."

Burnunu sinirle kırıştırdıktan sonra üzerime doğru yürüdüğünde bende geriye adımlamak zorunda kalmıştım. Kalçam makyaj masama çarptığında durmuştum. Bana doğru eğilip boşta olan elini de makyaj masama dayadı. Eliyle neyi ittirdiğini bilmiyordum ama masamın üzerinden birkaç şey yere düşüp gürültü çıkarmıştı. Umarım bir şeyimi kırmamıştır.

"Ne oldu? Seni istemeden azdırdım mı yoksa?" dedim, kaşlarımı yukarı kaldırdıktan sonra kafamı hafifçe sağa eğdim. Hala kızgındım, hareketimi kısıtlamış olduğundan bir şey yapmıyordum. Daha doğrusu kurtulmak için uğraşmıyordum. Sakin gibi gözüksem de sesimin tonundan içimdeki ateş kendini belli ediyordu.

"Benimle düzgün konuş," dedi, derinleşmeye başlayan sesiyle.

"Tabii, dediklerimi anlarsan konuşacağım. Siktirip gitmeni söylüyorum. Odamdan da evimden de çık!" Sesimi tekrar yükselttikten sonra dudaklarını birbirine bastırıp bileklerimi tutan elini biraz sıktırdı.

"Seni götürmenin meraklısı değilim. Başıma yeteri kadar iş açtın zaten."

"Meraklısı gibi gözüküyorsun," O hala sinirle solumaya devam ederken benim umurumda değilmiş gibi gözükse de sabrımın sınırlarını zorluyordum. "Gideceğiz. Olay çıkarma."

"Öpsene beni," dedim, hızlıca. Bakışlarımı dudağına çevirdikten sonra keyifle alt dudağımı dişledim. "Hadi, ateşli bir tartışma olsun, öp beni." İstekli bir şekilde konuşurken bir yandan da ona yüzümü yaklaştırmaya çalışıyordum.

"Sen..." Kafasını iki yana sallamaya başladığında alt dudağımı dişlemeye devam ediyordum. Sinirimi dudaklarımdan çıkarmak ister gibi dişliyordum. Benim sabrım sınırlarında dolaşırken, onu da daha fazla sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. "Sen psikopatsın."

"Sosyopat bile olabilirim, senin için fark eder mi? Her halim..." Çenemi biraz daha yukarı kaldırıp göğsümü onun gövdesine yapıştırdım. Aramızdaki tek engel ellerimiz olmuştu. "Seni azdırmayı başarıyor." dedim, baştan çıkaran bir tonla.

Ellerimi ondan kurtarmaya tekrar çalışsam da elinin gücünü biraz daha artırmıştı. Ellerimi tamamen kilitlediğinde bir bacağımı kaldırıp onun arka bacaklarına sürttüm. "Hadisene, zor olmuyor mu dayanmak?"

"Yürü gidiyoruz," dedi boğuklaşan sesiyle.

"Sen kendi haline bak." Zihnimi başka biri ele geçirmiş gibi ne diyeceğimi bilmeden ve düşünmeden konuşmaya başladım. "Bana dokunmadan duramıyorsun... Halbuki temastan hoşlanmayan sendin." Ona meydan okur gibi konuşurken bir an duraksamıştı.

"Çeneni kapatmanı söyledim. Yolda da sesini duymayacağım."

Bileklerimi tutan eliyle beni kendine çekip geriye bir adım attığında makyaj masasından uzaklaştık. "Yolda beni nasıl susturacaksın? Daha burada susturamadın." dedim, alayla. Yüzü hala bana eğilmiş bir şekilde duruyordu. Bacaklarını hafifçe kırdığında beni kucağına alacağını anlamıştım.

Yüzlerimiz biraz da olsa eşitlendiğinde onu engellemek için çenesine doğru yükselip ağzımı açarak dişlerimi çenesine geçirdim.

Kafasını hızlıca geriye attıktan sonra sinirli bir homurtu çıkararak bileklerimi tutan elini bırakmadan iyice eğilip bacaklarımı tuttu. Bir eliyle bacaklarımı tutup kavramış, bileklerimi omzunun üzerinden geçirip sırtının yanında tutmuştu. Saniyeler içinde gövdemi bir omzuna alarak beni havalandırmış, odanın kapısına doğru ilerliyordu.

Kafamı kaldırmamam için bileklerimden aşağı çekmeye devam ederken hızla ayaklarımı sallamaya başladım. Bir ayağımla yüzüne vurmak istesem de ulaşamıyordum bile. "Bırak! Hayvan mısın sen!" diyerek, acıyla bağırdığımda odamdan çıkmıştı.

Merdivenlerin başına geldiğimizde bileğimdeki ellerini çekti. Ellerimin sonunda özgür kaldığını fırsat bilip omzuna yaslanmış karnımı yukarı doğru kaldırmaya çalıştım. Gövdemi biraz kafasına çevirdikten sonra elimle kafasını tutup, dişlerimi bu sefer kafasına geçirdim.

"Beren! Ne yapıyorsun kızım?! Aman oğlum, düşme." Neboş'u duyduğumda, Baran da sinirle nefes almaya devam ediyordu. "Beren, ayıp kuzum, ısırmasana!"

"Eşyaları yukarıda. Her şeyi toparlayıp getirirseniz iyi olur," dedi sertçe. Bende onun kafasını ısırmaya devam ederken boğazımdan sinirli hırıltılar çıkarıyordum.

Evin dışına çıktığında bu sefer saçlarını da çekiştirmeye başladım. Ondan bir tepki alamadıkça daha da hırslanıyordum. Bir elimi aşağı indirip tırnaklarımla boynunu ve ensesini çizmeye başladığımda Lütfü amcanın sesini duydum.

"Aman Beren! Kızım! Kusura bakmayın Baran Bey, uyumamış bugün o." Lütfü amcanın söylediklerini duyduğumda uyumadığımı hatırlayıp iyice sinirlenmiş, dişlerimi biraz daha batırmıştım. Tüm gücümle ona saldırmaya çalışırken başım ağrımaya başlamıştı. Sanki çekiçle biri başıma vuruyor ve beynimin içi sarsılıyordu.

Arabanın kapıları açıldığında bacaklarını kırıp aşağı eğildiğinde kafamı bir eliyle sıkıca tutarak arabanın içine soktu. Benden ayrılmaya çalışsa da hala kafasını tutmaya çalışıyordum.

"Abi halledelim mi?"

Aziz'in sesini duyduğumda bir anlık afallamamı fırsat bilerek Baran'da kafasını hızlıca dışarıya çıkarmış, kapıyı üzerime kapatmıştı.

Hızlıca koltukta kayıp kapıyı açmaya yeltendiğimde sürücü koltuğunda oturan Çakı, kapıları kilitlemişti. "Gördün mü Çakı abi? Konuşarak hallettim." dedi Aziz, Çakı'nın yanında oturuyordu.

"Aç kapıyı!" diye bağırdım Çakı'ya.

"Baran Kamranoğlu böyle emretti."

"Senin de Baran Kamranoğlu'nun da-"

"Şşt, Beren! Aman ha!" Aziz araya girip beni susturduğunda sırtımı koltuğun oturma kısmına yaslayıp cama ayaklarımla vurmaya başladım. "Gitmeyeceğim! Gitmeyeceğim işte!"

"Beren o camı kıramazsın, hem bak sakin ol, zaten Baran abim de sinirli birde sen sinirlendirme." dedi Aziz, ikisi de beni umursamıyordu. Cama çıplak ayaklarımla vurmaya devam etsem de arabayı bile sarsamamıştım. Camı kıramayacağımı anladığımda sinirle yattığım yerden doğrulup ön koltukların arkasındaki bölmeden gövdemi sarkıttım. Çakı'nın solunda duran kilit tuşlarına elimi uzattığımda, Çakı tepkisiz bir şekilde kolunu tuşların üzerine koydu.

"Abinizden bana ne!"

"Beren, bir rahat dur ya!" Aziz, beni çekiştirmeye çalışırken elimin tersiyle gelişigüzel bir şekilde ona vurduğumda nereye vurduğumu bile bilmiyordum. Acıyla dişlerini sıkıp ağzından nefes aldığında söylenmeye başladı. "Bak Baran abi de sinirli diyorum! Sen sinirlisin, Baran abi sinirli! İmparator da sinirli! Herkesle uğraştık bir de sen uğraştırma ya! Gözüm yırtıldı sanırım,"

Tuşlara ulaşamadığımda sinirle elimi yumruk yapıp, yumruğumun altıyla hırsla Çakı'nın tuşları gizlediği koluna vurdum. Geriye çekilip sertçe sırtımı koluma yasladığımda Baran ve Neboş evden çıkıyordu.

"Yarın gelecektin zaten..." dedi Aziz acıyla mırıldanarak, eliyle yüzünü tutmaya devam ediyordu. "İmparatoru sinirlendirdin. Seni çağırıyor."

"O kim ya?!" diye bağırdım, sinirle. Git. Zihnimde gür sesini tekrar duyduğumda keyiflenmek istesem de kızgınlığımdan dolayı keyiflenememiştim. Aziz, sıkıntıyla ofladıktan sonra bana döndü. Kafamı biraz eğsem de bakışlarımı ona doğrultmuştum. Yüzünü yeni görüyordum. Tırnağım tam gözünün altından burnuna kadar yüzünü çizmişti.


"Kamuran Kamranoğlu, seni çağırdı."


☾   ☾   ☾


Beren, Madam'ı seviyorum demesine rağmen nasıl kızdırmış olabilir?

Bu bölümde, Emir ve Beren kısmındaki iki alıntıyı hatırlamak isteyenler için: 9. Bölüm

Emir... Kıyamıyorum Emir'e... Gelen vuruyor, giden vuruyor!

Yazarken biraz ağlamıştım ben, sen neler hissettin acaba?

'Beren ve Emir olduğumuz zamanlar' Sanırım bu ikilinin güzel hikayeleri var, baksana Los Angeles falan diyorlar?

Kamuran Kamranoğlu, tanıyor musunuz? İmparator diyorlarmış ona...

Beren'in zihnindeki ses kime ait olabilir?

Eski Beren. Artık burada.


Birkaç şey söylemek istiyorum ayrıca. Görüyorum ki, Baran karakterinin görüntüsünden bıkmışsınız... Şaşırdım. Sonradan fark ettim ki sanırım fazla kullanılmış. Bende beğendiğimden koymuştum aslında... Biraz aşk olabilir bende, kıro vesaire gibi yorumlarınızı görüyor ve katılıyorum fakat bende bazı fotoğraflarında verdiği enerjiyi beğeniyorum. Değiştirmeyi düşünmüyorum. Yine de ona ait görseller koymaya devam edeceğim. Herkese her şeyi beğendirmek imkansız biliyorsunuz ki, bu yüzden ben onun görselini kullandığımda gözleri kapatabiliriz. Herkes Baran'ı kendi hayalinde resmetmeye devam edebilir.

Aslında bu yüzden ilk bölümlerde karakterleri çok fazla betimlemedim. Herkes kendi dünyasında onları resmedebilsin diye kısıtlama koymak istemedim. Yakında Beren'i de göreceksiniz. Özel bölümde görecek olacağınız için orada çok fazla duyuru ya da bilgilendirme yazmayacağım o yüzden şimdiden söyleyeyim, Beren'in resimlerini oynanmış olarak göreceğiz. Onun karakterine uygun biri bulmakta çok zorlandım. Bende çözümü böyle buldum. Yine de görsellere bakarak 'Hani böyleydi, burası şöyleydi...' diyecek olursanız her zaman hikayede yazılanlar geçerlidir. Elimden geldiği kadar uyumu yakalamaya çalışacağım. Beğenmediğiniz takdirde, Baran için söylediklerim Beren için de geçerli.

TikTok hesabımızı kontrol etmeyi unutmayın, bölümü okuduysan paylaştığım videoyu izleyebilirsin. Kitap için gelecek kliplerde, fotoğraflarda da karakterlerin dışında görüntüler kullanılabilir. Onlar sadece aradaki ilişkileri ve bağlantıları temsilen konulacaktır ♥️

Sizden birkaç istek geldiği içinde karakterlerin hepsini göstereceğim hatta bazı karakterlerin Instagram hesapları oluşturuldu. Yakında aktif hale gelecekler umarım orada onları rahat bırakmazsınız ♥️

Bölüm hakkındaki düşüncelerini buraya yazabilirsin.

Kendine iyi bak, seni seviyorum ♥️ Öptüm ♥️

Continue Reading

You'll Also Like

911K 59.9K 76
*Yetişkin içerik!* Yaralarından köşe bucak kaçmaya çalışan küçük bir kızın hayatına aniden kimliği belirsiz bir adam girmişti. Gözü karaydı adamın...
552 98 15
Bir cennet parçasıydı. O gökyüzünün cennetiydi ama onun yerini almak isteyen vardı. Cennet değişmezdi ya cehennem olurdu ya da hiç. Cennetin sahibi d...
1.1M 36.2K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
706K 41.5K 43
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.