𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂

By matenoya

3K 542 400

Ölü ruhum şuan bir çöplüğe yaslıydı ve terkedilmişti. Ev sıcaktı. Bakışlarım bir anda salonun her köşesinde d... More

Giriş.
IVV1:
IVV2
IVV3
IVV4
IVV5
IVV6
IVV7
IVV8
IVV9
IVV10
IVV11
IVV12
IVV13
IVV14
IVV15
IVV16
IVV17
IVV18
IVV19
IVV20
IVV21
IVV22
IVV23
IVV24
IVV25
IVV27
IVV28
IVV29
IVV30
IVV31
IVV32
IVV33
IVV34
IVV35

IVV26

41 13 0
By matenoya



     Kendime dokunuyorum, kendimi hissediyorum. Ellerim tanımak adına sert çene hattımdan çıkık elmacığıma uzanıyor, ama gözlerim henüz kapalı. Avuç içime acıtmadan batan az uzamış sakallarım batıyor lakin bundan rahatsızlık duymuyorum. İşaret parmağımın ucuna kirpiklerim değerken, küçük parmağım burnumla dudaklarım arasında ki boşluğa düşüyor. Dudaklarım parmağımı hafiften arasında tutuyor, daha çok öper gibi ama değil hayır bu daha çok hissetmek için. Göğsümde anlam veremediğim bir gerilme meydana geldiğinde parmaklarım yüzümde ki hareketine kaldığı yerden devam etti. Kendimi dinliyorum, kalp atışım biraz durak ve göğsüm ritmini kaçırmış hızda. Diğer elim tam yüzümün ortasında yerini alıyor ve usulca çıkıntılı hatlara göre inişli çıkışlı yolu izliyor.

 Tenim soğuk.

    Hayra alamet midir bilinmez ama hiç sıcak olmamıştı çehrem, şakaklarımdan ağrılar vuruluyor da alnım yanarken dahi yüzüm, yanaklarım hiç ısınmıyor. Genetik olabilir miydi? Daha öncesinde hiç annemin yüzüne dokunamadım yahut babamın alnına, onlarda da bu tür durumlar gerçekleşir miydi? Onlarında hep elleri üşür müydü yaz kış demeden, bilmiyordum. İkisinin de siması yoktu aklımda. 

Parmaklarım benden habersiz yüzümde ki bir başka turunu tekrarlarken, ince sıralı kaşlarım yumuşak bir halde elimin altından kaydı. Belki de akrabalarımdan birinde böyle bir fiziki özellik olabilirdi. Onları tanıyor olabilseydim, bilinmezliğin çaresizliğinde bu kadar aciz düşmezdim.

Tak tak! Dış kapının dibine çektiğim tekli koltukta yarı uyur vaziyette duruyordum. Bugün tam bir hafta olacaktı ve ben kapı eşiğinde uyuma huyunu edinmiştim. Tak tak!Geldi. Gözlerimi yavaşça açıp tıklatılan sağlam tahta kapıya baktım. Ayaklarımı yere daha sert basıp ayağı kalktım ve hemen uzanıp kapıyı açtım.

"Merhaba," ilkbahara geçiş yapan marta kapı açmışım da o yüzümü yalayan ılık esinti içeri dolmuştu. "Geç kaldın." Bir adım geri atıp ona içeri geçmesi için yer açarken dört basamaklı alçak enlice merdiveni yüzünde ki tebessümle çıkıp içeri girdi. Bileğinde biten botlarını soyunurken, tavır alan bakışlarım onun yeni kesilmiş saçlarındaydı. Bukleleri neredeyse yok olmuş favorilerinden ensesine kadar üçe vurulmuş saçları üstlerde hatırı sayılır uzunluğunu baki bırakmıştı. "Üzgünüm, otobüs geç geldi." Tek kaşım hafiften kalkıp tekrar inerken ona kesinlikle sabrım yokcasına bakmayı kesip, kapının önüne çektiğim tekli koltuğu gerisin geri iterek eski yerine bıraktım, o sırada Vefa çoktan ince montunu ve çantasını çıkarıp salona geçmişti.

"Mısra yok mu?" Koltuğa oturup kollarımı göğsümde salık bir şekilde bağladım ve karşımda ki adamın değişen başka neyi var diye kontrol etmeye başladım olabildiğince dikkatli davranarak. "Yok." Gözlerim yüzünden, giyindiği poların omuzlarının arkasında kat kat duran şapkasına, serbest yutkunuşunda yukarı çekilip ardından inen adem elmasına ve tekrar dudakları hizasından gözlerini bulmuştu.

O kendini tanıyor muydu? Kendinin farkında mıydı?

"Sana iyi haberim var, canlı yayında yapılan program başarılı geçti. Sana izletmemi ister misin?" Bahsettiği kaydı yayınlandığı andan bu sabaha kadar kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum ama neredeyse tekerrür eden cümleleri hemen şimdi sırası şaşmaz şekilde söyleyebilirdim lakin istifimi bozmadan, umurumda olmadığını belirterek kafamı hafiften dikeltip reddettim. "Pekâlâ yine de haberin olsun, senin itibarını düşürecek bir şey yapmadım." Kendinden emin bir şekilde gülümsüyor olsa da, koltuğun ucunda diken üstünde durur gibi oturmaya devam ettikçe rahat olmadığı kanaati devam edecekti.

"Bu gün ne için geldin?" Dün akşamdan mesaj atmış yalnızca geleceğini bildirmiş, nedeninden bahsetmemişti. O açıklama yapmak adına ağzını açtığında ellerinde ki karmaşayla ilgileniyordum. "Şuan bir program yok sadece," birbirine doladığı ellerinde ki hareketlilik durduğunda bakışlarımı oradan çekip gözlerine yönlendirdim. "Senin yanında olmak istedim." Daha fazla dayanamadı ve gözlerini kaçıran ilk o oldu. Zaten ne zaman göz göze gelsek yarı yolda bırakan o oluyordu. "Biliyorsun, işbirliğimiz." Tekrar durakladı ve canını sıkan cümlenin altında ezilirken yüzünü ekşitmekten geri durmadı. "Sadece benim menfaatim doğrultusunda ilerleyemeyiz. Sana söz verdiğim gibi, yanında olmak istiyorum." Bu yazılmamış kurala ne çok inanıyordu öyle. Hiç gocunmuyor tek bir rahatsızlık belirtisi geçmiyordu üzerinden.

"Bir şeyi hatırlamak için ne yaparsın?" Sorum onu afallatırken, elleri yeni kesilmiş, olmayan buklelerinin yerini almış kumral saçlarında gezindi. Dudağı hafiften büküldü ve omuz silkti. "Bilmem, galiba onu hatırlatacak imgeleri canlandırırım gözümde." Kehribarları odanın her ucunda gezinirken verdiği cevabın yetersiz olduğunu kendisi de pekala biliyordu. Ayağımı ayağımın üzerine atıp sırtımı dikleştirdim, "İmge yok. O şeyi hiç görmemişim gibi, varlığı net lakin onu şekillendirecek hiç bir görsel yok." Dağınık bakışlar tekrar ifadesiz yüzüme çarptı. "O halde, onu hatırlamamı sağlayacak bir isime bir fotoğrafa bakarım. Anılar," doğru cümleyi bulmak için biraz düşündü ama pek bir şey çıkacağına inanmaya inanmaya, "Benzer anılar yaşandığında, dejavu yahut-" "Saydığın hiç bir şey mevcut değil." Alçak çıkan sesim onun cümlesini bıçak gibi kestiğinde artık köşeye sıkışmıştı. "O halde neyi hatırladığını nereden bileceksin?" Ciddilik yatan yüzü gerilmiş ve damağında ki o tat ekşimişti. Artık gözlerinin dahi kaçabileceği fırsatı yoktu.

  Ona bir ipucu verip vermeme arasında dokuduğum süre de, yüzümü daha doğrusu yüzümün ardına yatırdığım durağan ifadeyi okumaya çalışıyordu lakin yine becerebileceği iş değildi. Vefa'nın baştan tırnağa çok eksiği vardı, ifade okumakta zorlanırdı, duygusal bakardı, hırslarına yenik düşerdi ve niceleri. Mükemmeliyetçi birinin göz nizamına bırakılan en talihsiz manzaraydı. Yine de.. "Neyi hatırlamak istiyorsun?" Şimdi belki de adımları başka bir yoldaydı ama az önce ki teknik hatasına oranla iyiydi. Bir kez daha baskı yapmak istedim bu yüzden yüreğimi yakan kelime dudaklarıma ulaşınca önemsiz çıktı; "Kendimi." Yanımda olmayı istiyorsa o halde elinden geleni yapmalıydı, bana bir tutam iyiliği dokunmalıydı ya da huzurlu hissettirmeliydi keza ben onu her kapıma geldiğinde tatmin dolu bir yüzle uğurluyordum. Vefa, bana artık elde tutulur bir şeyler vermeliydi. Seğiren çenesi dilbaz gibi gerilirken onun eksik olduğu yerden üstünlük sağlamama gizlemeden kuru tavrını bıraktı.

"Cevabım yok." Zavallı adam. Şu dünya için verebileceği pek bir şey yoktu. Kendine de kattığı bir şeyler olduğu söylenemezdi. Göğsüme sardığım kollarımın bağını açıp ayağı kalktım, bu hareketimle şimdi mecazen bakışlarım altında eziliyordu. Tepeden bakmak, ne ulu şeydi öyle? "Beklediğim gibi. Başka diyeceğin bir şey yoksa evine dönebilirsin." Hafif yan duruşum ve ona çevirmeye tenezzül etmediğim kafamı dikeltim. "Senin için buradayım," bir fısıltı mı yoksa bir mırıldanma mıydı ayırt edememiştim ama sesini nihayetinde duyurmuştu bana, kırıkları arasında. Göz ucuyla ona baktığım da koltuktan güç alıp ayağı kalktığında bedeninde titreme sezdim. Sinirli miydi yoksa aptal oluşunu kendine yediremiyor muydu? "Dört, hayır neredeyse beş saattir yoldayım ve sen gitmemi mi söylüyorsun?" Çatlayan sesini saymazsak alelade bir sinir yoktu tonunda daha çok, kırılmıştı. Öyleydi değil mi? Bilhassa umursamadığım için fark etme lüzumu görmüyorum. "Bir haftadır aynı yolu gidip geliyorsun şimdi mi farkına vardın?" Hayrete bulanmış ifadesine karşın tek kaşımı kaldırıp bir türlü toparlayamadığı o tutuk sesini yeniden bana duyurarak, "Onca yolu senden aşağılayıcı kelamlar duymaya gelmedim Milhan." Titreyen eli havaya kalktı lakin bu sarsıntıyı görmemi istemediği için tekrar aşağı indirip parmaklarını avuç içlerine katlayarak sıktı. "Hiç mi vicdanın yok? İnsan," burnundan solarken aniden nefesi kesildi ve sözü yarıda kaldı. Geriye dönüp sakinleşmek adına aldığı havayla bozulmuş asabına zaman tanıdı.

"En basit soruma cevabın dahi yok." Sakin çıkan sesimle birlikte tekrar yüzünü döndü ve histerik bir gülüş dudağından kayıp gitti. "Bana sorduğun soru normal mi sence? Nasıl bileyim senin kendini hatırlaman için doğru yolu? Nasıl bulayım seni, bu katı duvarların ardında? Milhan ben sana yaklaşamıyorum bile, ne düşünüyorsun bilmiyorum. Bazen yüzünü dahi göstermeye tenezzül etmiyorsun." Konuşurken birbirine çarpan dişlerini ve çatılıp duran kaşlarını görebiliyordum; gözleri çakmak çakmak ve yüzü kızarıktı. Tamamen bedenimi ona doğru döndüm, "O halde yanımda durabileceğini söyleyerek büyük laflar etme." Bembeyaz kesilen avucunu uyuşukluğunu umursamadan açıp bileğimi kavradı tüm o titreyen haline nazaran nazik olmaya çalışırken. Adımları ilerledi ve gözlerinde kendimi görebileceğim raddede durdu. Kehribarları orada, yüzünün aksine daha çok anlam ifade edebiliyor ve dimdik ayakta tutuyordu cüssesini. Şimdi içten içe ürperen bendim.

"İzin versen, hiç gitmem." Düşürdüğü konuşmasını duymaya çalışırken dudakları acele etmeden bir şeyler daha fısıldadı lakin bunu daha çok kendine açıklıyor gibi, kendine duyurdu yalnızca. Parmakları avucuma dokunduğunda irkildim ve dengem bir anda şaştı. Bu ilk defa gözlerimi çekişimdi ama yenilgi değildi. "Kendini bulmak istiyorsan geçmişe gitmene gerek yok. Seni görmemize izin ver, biz sana anlatırız. Mısra, hastanedekiler belki olursa Özdemir'e bu fırsatı ver." Elimin içinde gezinen parmakları dokunduğu yeri uyuştururken o sabit duran kehribarlarda aynı cesareti göstermeye çalıştı. "Bana izin ver." Yine sesi mırıltıya geçiş yapmıştı. Aynı nefesi dahi solamayacağımız kadar aramıza mesafe bıraktım. "Peşimden gel." Keskin bakışlarım altında onu davet edebileceğim yere- birazda olsa bana ait olduğunu hissettiğim balkona ilerledim, onunda adımlarını duyup arkamdan takip ederken. 

Küçük balkonun demir yeşil korkuluğu vardı, iki büyük minder ve bir katlı battaniyeden ibaretti. Eski tip lambadan iple asılı tahta süs olabildiğince renk katıyordu. Koluna hafiften dokunup yere oturmasını işaret ettim, beni sükunetle dinleyip gösterdiğim yere oturdu. Hemen karşısında yerimi alırken gözlerini; yola ve onun kenarında epeyce uzaklara giden tarlalarda geziniyordu.

"Kimseye güvenmiyorum." Ne kadar yakınından girersem konuya o kadar kolay gelirdi dilime. Vefa, henüz bana bakma gereği duymadan sessizliğin hüküm sürdüğü yolu izledi. "Mısra bana yalan söylüyor." Kaşları çatıldı ve kendini daha fazla başka yerlere bakmaya zorlayamayarak ağır ağır parlayan yüzünü seyirime çevirdi. "Ne demek oluyor bu?" Sert mizaçla bakan gözlerine karşın gidebileceğim yolu santim santim ölçtüm. Üstün körü anlatmalıydım belki de vazgeçişin kıyısından dönmeliyim. "Onu duydum," hafiften öne doğru eğilip yalnızca onun duyabileceği tonda yaklaştım. "Benden gizli konuşmaları oluyor." Hafiften kafasını yan tutup beni duymaya çalışırken jestlerini görmüyordum ama beni can kulağıyla dinlediğini bildiğim için devam ettim. "Benden bir başkasına bahsediyor. Durumumu anlatıyor ve kimle konuşuyorsa o kişinin bir an önce gelmesini istiyor." Mısra'yı mutfakta aciz bir halde gördüğüm anı hatırladım, birini suçluyordu ama kimdi bilmiyorum. Tutkulu konuşmaya devam ettiğimde duruşumuz değişmemişti. "Odasın da yusufçuklar vardı." Kuruyan dudaklarımı ıslattığım da yakınımda olan kafasını aniden çevirip bana baktığında burunlarımız çarpmıştı. "Milhan," yüzüne işlediği bu talihsiz ifade neydi bilmiyorum lakin canımı sıkmış, anlattığıma bin pişman etmişti. "Bu dediklerinden emin misin?" İşte şimdi kanımda ki kaynama sinirlerimi yakıyordu. "Sonuna kadar eminim. Kiminle konuştuğunu tahmin ediyorum," nokta koyup kapatmaktı amacım amma velakin yüzüme öyle bakıyordu ki kendimi artık kanıtlamam gereken bir işin içinde hissediyordum. Geri çekildiğim de sırtım soğuk duvara yaslanmış ve ellerim dizlerim üzerinde yerini almıştı. "Abimi tanıyor, aradığı kişi de o. Benden gizlemesi için başka neden yok." Bir süredir iç dünyamda kurduğum mahkememde çokça tez atmış çoğunu daha en başında çürütmüştüm lakin artık emindim, abim beni bulmuş Mısra'yla da iletişime geçmişti.

"Milhan, abinin nerede olduğunu biliyorsun değil mi?" Bana neden böyle acınası bakıyordu? Gözlerinde gezinen bu doluluk sebebi neydi? Kendisi de iyi biliyor ki abimi uzun zamandır görmedim. Kayıp mı, kaçak mı hiç bir fikrim yok ama her neredeyse artık orada değil. Abim geri döndü, burada ve doğru zamanı bulduğunda benimle iletişime geçmekten kaçınmayacak. Gözlerim dalgınlığından uyandığında karşımda ki adamın yüzünü kirleten o hayal kırıklığı git gide rahatsız ediyordu beni. Sorusunu havada daha fazla tutmadan kendisi cevapladı, dili henüz bunu söylemek için uyuşukluğunu atamamıştı, cümleleri de tükenmiş gibiydi ve kehribarları koruma kalkanı açmıştı mabedime. "Abin vefat etti Milhan. Üzgünüm.. on bir yıl önce, yani uzun bir zaman geçti." Kafamı belli belirsiz salladığım da elime dokundu ve donuk bakışlarım irislerine çevrildi. "Ailen de aynı şekilde." Sanki herkes bu zorlu görevi üstlenmemek için yıllarca susmuş ama Vefa artık açıklaması gerektiğini düşünüyordu. "Sen nereden biliyorsun?" Sertçe kaşlarımı çattım lakin, iç savaşım anında son buldu ve ifademden silindi. Vefa, geçmiş hayatımı biliyor muydu? Beni öncesinde tanıyor olabilir miydi?

Sıkıntıyla iç çektiğinde yola bakmış ve tam o sırada yoldan kasabanın yerlilerinden bir grup insan sohbet eşliğinde işlerine gidiyordu. Gün onlar için yeni başlıyordu, dün ki gibi aynı saatte ve aynı kişilerle gidip yine aynı işi yapıyorlardı, yarında eğer izinleri yoksa tekerrürden ibaretti. Sahi neden zorluk çektikleri ve her güne aynılığı yazılmış işlerine bu kadar dinç bilhassa şen şakrak gidebiliyorlardı? Eş, dostun desteği, muhabbeti bir insanı en zor işlerin altından kaldıracak güce sahip olabilir miydi?

O halde o insanlar gibi emir altında, güneşi karı kışı demeden ellerime nasırlar bağlansın isterdim. İyi olacaksam, o insanlara imrenmekten alıkoymazdım kendimi. "Aileni bir yangında kaybetmişsin, sanırım senin de bahsettiğin o travmanın nedeni bu. Mısra, hakkında bazı şeyleri söyledi." Sesi hâlâ nazikti, belki de söyleyeceklerinin bana acı dokunuşları olacağını düşünüp öyle yaklaşıyordu ama hiçbir şey hissetmiyordum. Eğer bana bu kadar acıyacağını bilmesem önce ki günlerde intihar girişiminde bulunduğumu da anlatmak isterdim lakin.. onun gözünde bu kadar alçak, güçsüz biri olmak istemiyordum. Mısra belki de bahsetmiş olabilirdi çünkü sık sık Vefa onu arar uzunca konuşurlardı. Belki de.. Vefa bu yüzden çıkıp gelmişti yanıma. O zaten bana acıyor ve aciz görüyordu beni değil mi?

"Mısra senin iyiliğini düşünüyor. Tedavin için elinden geleni yapıyor, o senin kötülüğüne bir şey yapmaz." Kısa zamanda tanıdığı kişi hakkında bu kadar emin konuşması biraz şüphelendirmişti beni ama çok üzerinde durmak istemedim. "İnanmak istemiyorsun değil mi?" Vefa'ya bakarken görüşüm bulanıklaşıyor pekâlâ pınarlarımda anlayamadığım yanmalar oluşuyordu. Adamın ne anlattığının pek önemi yoktu lisanım da ama büyük bir ihtiyaçla anlattıklarını dinleyebilirdim. Şimdi de ihtiyaç duyduğum kişi Vefa mıydı? Ne aciz bir adamım ben böyle.

"Kaybettiğimizi kabul edelim mi Milhan?" Kafası omuzuna eğik ama gözleri asla üzerimden çekilmeden, kendisini dinletmeyi becerebilmiş ve benimle kurduğu iletişimden müthiş zevk almış gibiydi. "Benim kaybım yok." Hafiften gülümsediğini sandım ama bunu sergileyebilecek havasında değildi. "Kendime hep şunu söylüyorum, annemi kaybetmiş olsam da hâlâ ellerimden tutan iki canım daha var." yutkunup hemen sonra devam etti; "Gidenleri bilmem de ben hep geride kalıp üzülen kişiydim. Eğer bende gidersem, kardeşim ve babama geri de kalmışlığın acısını nasıl yüklerdim? Tarif edilmez bir acı bu ve ben aynısını onlara yaşatamam." Artık emindim, intiharımdan haberdardı.      Aramızdan kaldırıp bana uzattığı eline baktığımda kafamı geri çektim ama mani olup, "İzin ver," dedi emrivaki konuşmasına karşın verdiğim tek jest asık bir surattı. Dikkatle yüzüme adım adım yaklaşan elinden önce parmakları yanağıma dokundu temkinle ardından tüm avucunu yüzümün bir kısmına bastırıp kavradı. Bunu neden yaptığını anlamasam da çok sürmeden tenimin okşanması gözlerime uyku düşürdü. Diğer eli de çenemde baskısını uyguladığında kafamı daha çok eline yatırdı. "Sana ne oldu bilmiyorum, çocukluğun nasıl geçti ya da ailen nasıl insanlardı hiç bilmiyorum. Acıların çok ama bunu görebiliyorum." Son takatinde gezinen gözlerim yavaş yavaş kapanırken, dediklerini duymaya çalıştım. "Belki de yaratıcının merhametine denk gelmişsindir ve hayatının en acı anlarını silmiştir ezhan sayfandan." Parmaklarının geçtiği yolların feraha erişinin yarattığı karmaşa içinde dalıp gidiyordum.

"Ama bende isterdim aileni hatırlamanı, evini yurdunu bilmeni. Onlardan geriye bir tek sen kalmış olsan da geldiğin yeri öğrenmeni dilerdim Milhan." Bileklerine belli belirsiz dokunup, ellerine bıraktığım ipleri almaya çalıştım ama ona dokunmak sandığım kadar kolay değildi. Titreyen göz kapaklarım üzerinde gezinin parmakları kenardan süzülüp şakaklarıma çıktığında tamamen uyuşmuştum. "Çok acımasızca geliyor sana değil mi?" Konuşmama izin vermeden -ki zaten buna mecalim yoktu- kendisi süregeldi; "Farkındayım ama inan bana bu akıl oyunlarından kurtulacaksın. Kimseler gibi değilsin, özgünsün. Zarif ama bir o kadar pandora; ayın iki yüzü gibi, karanlığın kadar aydınlığın var Milhan. Baktığında," gözlerim usulca açıldığında yakınımda beni izleyen adamın yüzünü seçmeye çalıştım, beni hemen yarı yolda karşılayıp gülümsediğin de "Baktığında, gözlerinin seçtiği yer sırr-ı mühim." Bileklerini kavradığım da ellerini çekti yüzümden, çok sürmeden bileklerinden sıyırılan ellerimde geri döndüğünde bana artık gözle görülür bir bağ kalmamıştı ortada.

"Neden buradasın?" Kaşları hafiften yukarı kalkarken onun aksine daha karanlık yüze sahiptim. Çenemle geriye gitmesini işaret ederken çabucak dinleyip dizlerini yere sürterek geriye gitti ve aramızda ki bariz mesafeden yüzüme baktı. "Senin yanında olmak için." Aklımın gerisinde ne arıyordu bilmiyorum ama irdeleyen bakışlarına daha fazla maruz kalmamak adına hışımla ayağı kalktım. "İşbirliğimiz doğrultusunda herhangi dış unsurla buraya bir daha gelmeni istemiyorum." Bana aşağıdan çözemediğim bir halden bakınırken, kendime neden onu içeri aldığımı sorguluyordum. 

"Neler oluyor Milhan? Neden şimdi.." alnımın ortasında hissettiğim ağrıya rağmen kaşlarım daha fazla ileri gidip kavislenirken bu defa ona ayağı kalkması için işaret verdim. Endişemi fark edenin o olması umurumda değildi, beni kendince yargılıyor da olabilirdi yine de zatında düşe getirdiği hiç bir şeyin aslı yoktu bende ve katiyen onun gözünü korkutuyor olmak rahatsız etmiyordu beni. Dediğim gibi ayağı kalktığında, geçip gitmek yerine önümde dikilmeye devam etti. "Şu an oluyor olamaz değil mi?" Yüzüme baksa da kendi kendine soruyordu. "Milhan içeri geçip otur, bende gideceğim emin ol." Ellerimde oluşan uyuşukluğu gidermek adına parmaklarımı açıp kapatırken, tam da şu anı düşünüyordum. Gergimdim ve şakaklarımı zorlayan ağrı, dizlerimin üzerine yığılıp düşmeme neden olabilecek boyuttaydı. 

"Kendini sıkma ve derin nefes al." Vefa'nın beni sakinleşmem adına dizdiği cümlelerin kimisini duyuyor kimisini henüz ağzından çıkmadan kulaklarımın tıkanmasıyla işitme şansımı kaybediyordum. Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve balkonun korkuluğuna ellerimi yaslayıp ciğerlerime nizami bir şekilde havayı doldurdum, bu nefes alışverişim bir müddet daha devam etti. Vefa, ısrarla kolumdan tutup beni balkonda uzaklaştırmaya çalışıyor bense onu geri itiyordum. "Milhan bak bir şey olacak orada durma tehlikeli." Tekrar koluma tutunduğunda tüm gücümle onu yana savurup duvar dibine düşürdüm. "Çekil." Boğazıma kadar çıkan baskın hissi atmalıydım ama bunu yapmak söylediğim yahut zihnimde planladığım kadar imtisal değildi. Kendim, yetersiz nefesim ve Vefa'yla çebelleştiğim o saliselik anda yolun neredeyse kör noktasında kalan ormanlık arazinin içinde bir çift kehribarı fark ettim. Çok kısa bir ana tekabüldü, göz göze geldik. Kanım dondu, bedenim kas katı kesildi ve gördüğüm bedenin bir göz yanılması olduğuna inanmak istedim lakin orada, olduğu yerde -ağacın yaşlı kabuklu gövdesi arkasında- burayı izliyordu. 

"Milhan? Milhan ne oldu? Kendine gel, kahretsin atak mı geçiyorsun? Ne yapacağım ben?" Kulağımda uğuldayan sesin sahibi yanımda endişeli bir halde beni sıkıca tutuyorken, dikkatim tamamen o silüetteydi. Ne kadar uzakta da olsa, tanırdım o gözleri de, doldurduğu bakışları da öyle ki etkisinden titreyen bedenim gördüğümü kanıtlıyordu. Dişlerim sıkı sıkıya, bedenim mıh gibi çakılmış hareket sınırım neredeyse nötrdü. 

"İçeri gir." Kendimi zorlayabildiğimde yapabildiğim tek şey basit bir cümleydi. Korkuyordum. Vefa'yı görmesinden, onu yakınımda biri olduğuna inanmasından korkuyordum. "Vefa, içeri gir." Gözlerimi ayırırsam kaybolurdu lakin bu defa onu görmemi ister niyetinde gibiydi. Abim, ne zamandan beri oradaydı? Mısra'ya bir şey yapmış olabilir miydi? Peki ya Özdemir? Geri döndüğü anda onun ötesine geçirdiğim herkese zarar vermekten çekinmezdi. Gözüm hemen oradayken ani bir atakla Vefa'yı kendime doğru çektim ve elimi kafasının arkasına yaslayıp yüzünü olabildiğince ondan sakındım. 

"Milhan? Korkutma beni, ne yapıyorsun?" "Vefa, abim burada. Sakın kafanı kaldırma görmemeli seni." Kollarım arasında zorlukla nefes alan adam bitap düşmüş ve uyum sağlamaya çalışarak kollarını belime sarmıştı. "Abin buraya gelemez Milhan." Boğuk sesi bana ulaştığında kafasının arkasına biraz daha baskı uyguladım ve artık gözlerimi kırpmaya dahi fırsat vermeden pür dikkat ileri ki ağaçların ardında ki adama baktım. 

"Şşş, sesini çıkarma. Onu gördüğümü fark etti ama seni göstermeyeceğim ona." Kafasını hafiften kaldırıp omuzumun hizasında tuttuğunda derin nefesleri kulağımda esiyordu. "O halde içeri geçelim, burası tehlikeli." Kafamı belli belirsiz salladığım da; "Hayır, eğer gözümü ayırırsam gider." Dudaklarımı dahi neredeyse kıpırdatmıyor, Vefa'nın duyabileceği tonda konuşuyordum. Ağaçların arkasından çıktı ve tamamen görüş alanıma girdi. Onu fark etmemi istiyordu. "Abi." Tekleyen sesime mukayyet olamadığım için kendime kızmıyordum çünkü uzun zamandır onu görmemiş, hayaline bir deniz kenarında veda etmiştim lakin şimdi ki canıyla kanıyla karşımdaydı, hayal değildi. 

"Ona bakmama izin ver." Kulağıma hafiften değen dudaklarından dökülen cümleyle sinirlerim gerilmişti. Neden sadece sözümü dinlemiyordu? "Olmaz." Beni, belime koyduğu ellerinden destek alarak itmeye çalıştığında kolumu daha sıkı boynuna sardım. "Ne halt ediyorsun?" Dişlerim arasından sertçe itham etmiştim. "Bırak beni. Orada kimse yok, abin yok. Kendine gel artık Allah aşkına." Kolumdan aniden sıyrılıp çıktığında yüzü tamamen kızarmış ve saçları dağılıp alnına yapışmıştı. Onu göğsünden içeri- mutfağa doğru ittim ve tekrar kafamı çevirip ağaçlık alana baktığımda abimin arkasını dönüp gittiğini gördüm. 

"Gidiyor." Mutfağa kendimi attığımda Vefa'ya çarpmış lakin hızım azalmadan koşar adımlarla dışarı çıktım. Boş yolun ormana açılan tali yoluna yöneldiğimde silahtan ateş edilmiş kör kurşun gibiydim, görüş açım bazen bulanıklaşıyor bazen yüzüme yediğim rüzgar nedeniyle gözlerim mecburen kapanıyordu ama koşmaktan vazgeçmiyordum, odaklandığım gibi; tam ileriye O'na doğru. 

"Milhan!" Arkamdan duyduğum feryatla Vefa'nın da peşimden geldiğini anladım. Bu adam beni çileden çıkarıyordu, ben onu esirgedikçe o abimin ağına kurban olmak adına geliyordu. Tek bir hamleyle arkamdan sarılıp geriye çekti beni. "Yapma Milhan ne olur! Kimse yok orada." Kollarımı kasarak onu geriye savurmaya çalıştım ama göğsümde yumruk yapıp birbirine kenetlediği elleri biraz daha yormuştu beni. 

"Bırak beni. Vefa bırak, peşinden gitmeliyim." Elleri omuzlarıma asıldı ve daha sıkı sarıldı. Yolun ortasında girdiğimiz arbede daha fazla sinirlenmeme alt yapı olurken Vefa'nın beni tutamayacağını anladığımda, geriye döner gibi yapıp göğsünün sırtımdan ayrılmasını sağladım. "Sakın arkamdan gelme." Yere düşen adama kesik nefesim arasında göz dağı verip ardından ileri atılıp hızla ormana doğru koşmaya devam ettim. Abim ortada görünmüyordu ama bu yoldan gittiğine adım gibi emindim. Burnum akıyor ve nefes almaktan açık kalan ağzımdan kontrol edemediğim bir şekilde sular akıyordu. Göğsüm hemen şimdi yarılacak ve delice atan kalbim benden önde gidecekti.

 "Milhan dur artık."

 "Gelme peşimden!" Bunu yapmamalıydım. Koşarken daha doğrusu ölçülemez bir hızla koşarken konuşmamalıydım öyle ki göğsüme ağır bir baskı yedim ve anlık bir iç geçmesiyle yere yığıldım. Şuurum yerindeydi gel gör ki bedenim artık hali kalmamıştı. Hemen sonra yanıma resmen kayarak düşen Vefa'yı fark ettim. Gözlerime şeffaf bir perde inmiş gökyüzüne siper olan ağaçlar üzerime bükülmüştü. Seçemiyordum ama farkındaydım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen!" Gür sesi kulağımda patladığında yüzümü buruşturup peşin sıra gelen öksürükle cebelleştim. Boğazım her öksürüşümde daha çok kuruyor ve artık dayanılmaz hale geliyordu. 

"Yardım edin!" Koca alanda uğuldayan medet sesini duyduğumda Vefa, başımın altına koyduğu elinden destek verip bedenimi ayağı kaldırmaya çalışıyordu. "Yardım edin ne olur!" Hüznünde oluşan kara bulutlar şişmiş ve fırtınalara eşik olan soğukla üzerime yağmur gibi akmıştı. Kaskatı kesilen çehreme düşen göz yaşlarına karşın göz kapaklarımı dahi kıpırdatamıyordum. Elleri kafamı kolları arasına çektiğinde şoke olmuş bedenim biraz daha kasılmıştı. 

''Kaldır ellerini!'' Bu da kimdi? Tanımadığım sert komut ormanda Vefa'yla yalnız olmadığımızı kanıtlamıştı lakin neden görüş alanıma bir silahın girdiğini ve namlunun ucunda Vefa'nın olduğunu anlayamıyordum.

''Ne oluyor? Ne yaptığını sanıyorsun sen?'' Kafamı yavaşça kolları arasından çeken Vefa ayaklanıp o titreyen bacakları üzerinde doğrulmuş ona silahı çekinmeden uzatan kişiye bakıyordu. 

''Hemen dediğimi yap, adamdan uzaklaş Vefa Kaner.'' Artık daha sakin çıkan sesin emri ciddiye alınmayacak gibi değildi. Ellerimi zorlukla yere koyup uzandığım yerden kalkıp oturdum, göğsümde inanılmaz bir ağrı vardı ve nefes alırken acıyla yüzüm geriliyordu. Kafamı çevirip Vefa'ya silahını uzatmış kadına baktım ve tek elimi kaldırıp sorun olmadığını belirtmeye çalıştım.

''Yapmayın, indirin lütfen silahınızı,'' habersiz bir öksürük boğazıma takıldığında Vefa bana doğru yakınlaşıp yardım etmeye çalışsa da kadın buna katiyen izin vermedi. ''İyi misiniz beyefendi?'' Gelen soruya hızla kafamı sallayıp onay verdiğimde çatılmış kaşlarıyla gerçekten iyi olup olmadığımı kontrol etti. ''Ben iyiyim, yanlış anlaşılma oldu. Vefa beni öldürme niyetinde değildi sadece ben,'' Dönüp ormanın diğer ucuna baktım.

''Hanımefendi, arkadaşımın psikolojik rahatsızlığı var. Ailesinden birini gördüğünü sandı ve bende ona engel olmaya çalışıyordum. Rica ediyorum indirin artık şu silahı.'' Dedi Vefa, arada bana değdirdiği kehribarları istikrarli bir şekilde kadına yöneltip durumun izahını yaptı. Kadın bir kez daha beni kontrol ettiğinde sonunda ikna olmuş ve silahın kilidini kapatıp kot pantolonunun arkasına sokuşturdu. Bu andan fırsat bulan Vefa hızla bana eğilip beni olduğum yerden dikkatle kaldırdı. Elleri belim ve kolumu sıkıca tutuyordu sanki her an yine ardıma bakmadan koşup gidecekmişim gibi. 

''Zümrüt başko,'' Arkadan koşarak gelen başka bir adam kadının aniden dönüp ona bakmasıyla son bulmuştu. İkisi de buranın yerlisi gibi görünmüyordu ve onlardan yana gelen enerjinin negatifliği tadımı kaçırmıştı. ''İyi misiniz?'' Adam, ben ve Vefa'yı incelerken sormuştu. O sıra Vefa hafiften kafasını bana doğru çevirip; ''Bunlar kim Milhan?'' Diye sordu hala ara ara titreyen bedeninin aksine sabit tuttuğu sesiyle.

''Afedersiniz, siz kimsiniz ve arkadaşımın ismini nereden biliyorsunuz?'' Şimdi kadın o gergin ifadesiyle yüzünü bana göstermiş, sorduğum soruyla arkasında ki adam bir adım daha kadına yaklaşmıştı. Hızlı bir değişimle dudaklarına oturttuğu gülümsemeyle elini bana uzatıp, ''Ben Zümrüt, ileri de ki çevre yolunun orada oturuyorum. Kusura bakmayın, ikinizi ormana doğru koşarken görünce bir sıkıntı olduğunu sandım.'' İrislerim henüz tutmadığım elinden sahte olduğuna adım gibi emin olduğum yüzünde gidip geldiğinde Vefa benden önce davranıp kadının elini nazikçe kavramıştı.

''Haklısınız dışarıdan bakıldığında pek.. hoş görünmüş olmayabiliriz.'' Başım dönüyor, parmak uçlarıma kadar toplanan kan şimdi diken diken batıyordu içten. Vefa'nın omuzuna elimi atıp ayakta durmaya direndim. Son kez arkama dönüp ormanın sıkı ağaçların dizildiği toprak yoluna baktım. ''Bu arada sizi tanımamak mümkün değil, sosyal medyada büyük yankı oldunuz.'' Kadın, Vefa'nın dikkat kesilebileceği konuya girmişti. Şimdi stresimden ötürü midemde ki asit yükselmiş ve ağzıma kadar gelmişti. 

''İyi misiniz?'' Uyuşan parmaklarımla can havliyle Vefa'ya tutunduğumda yer ayaklarım altından kayıyordu sanki. Boğazıma kadar yanıyordum, başım zonkluyor nefesim yeteri kadar ihtiyacımı gidermiyordu. ''Milhan,'' Uğultular, gözlerime inen karartılarla çoğalırken tamamen uyuşmuştum. 

Göz kapaklarının ardına uzunca baktınız mı hiç? Orada olup bitenleri gördünüz mü daha önce? Yüzünüz ışığa döndüğünde ve irisleriniz göz kapaklarınızın altında gizlenirken işte tam o sınırdan açılıyor pencereniz. Belki sarı belki de turuncuya çalan o görsel uyandırıyor sizi ve kendinizi zihninizin en uç noktalarında buluyorsunuz. Işık hareket ediyor, akıl oyunları sürüyor ve aniden karanlığa düşüyorsunuz. Bazen iyi ki de gözlerimiz istediğimiz zamanlarda kapanıyor diye geçiriyorum içimden, kapanmasa; görmekten korktuğumuz şeylere tanıklık etmemiz ne acı olurdu ama.

"Şu anlık reboksetin kullanıyor, henüz bir haftalık takipte." Bana yıllardır bir uykunun kaburgasına hapsolmuş gibi gelen yerden duyduğum ses uyandırmıştı. Henüz beynimin komutu bedenime işlevsiz gelse de parmaklarım azimle hareket etti. Şuurum açıktı ve konuşmaları ayırt etmem kolaylaşmıştı.

"Neden şuan yatışı verilmedi?" Kesinlikle bu sesi de anımsıyordum. Silahlı kadındı. Olduğum yere çok uzakta değillerdi ve sesleri net bir şekilde duyuluyordu. Gözlerimi yavaşça aralayıp irislerime dokunan ışığa alışmaya çalıştım, kaşlarım göz kapaklarımın aksine aşağı düşüyor ve baş ağrımı azdıran çatılmasıyla kavisleniyordu.

"Rutin kontrolde, şuan için tab boyuta çıkmadı rahatsızlığı ama kötü bir ilerleme olursa kesinlikle yatışı verilecek." Kafamı yana eğip yastığın soğuk kısmına düşürdüm. Mısra'nın odasındaydım ve onlarda büyük ihtimalle salonda konuşuyordu bilhassa açık kapıdan net bir şekilde duymam yalnızca bu şekilde olabilirdi.

"Anladım, umarım iyi bir gelişme olur. Sizinle tanıştığıma memnun oldum Mısra hanım." Dirseklerimden güç alarak yatakta geriye kaydım ve oturdum. Şakaklarıma vuran ağrıyla ellerim hızla kafamı kavradı.

"Bende öyle, Zümrüt hanım. Komşuyuz ne de olsa bir gün tekrar görüşelim." Parmaklarım arasından ters bakışımı açık kapıya doğru attığımda salonda peş peşe atılmış adım seslerini duyunca huysuzluğumu ses çıkarmadan dizginleyip dışa kapının açılıp birilerinin gitmesini sükunetle dinledim. Kapı kapandı ve tam ağzımı açacağım vakit duyduğum başka sesle hareket etmemi dahi kestim.

"Sence onlar sadece ileri de ki evde oturan sıradan kişiler mi?" Vefa. Henüz gitmemişti ve benim gibi o da bu insanlardan şüpheleniyordu. Bir iki adım ve ardından çakmağın çakılma sesini işittim.

"Bilmiyorum inan umurumda da değil. Bana şu olayı anlat, Milhan'a ne oldu?" Derin bir iç çekiş ve kısa sessizlik. Vefa ilk defa bu halime tanıklık etmişti, öncesinde talihsiz bir kazamız olsa da bu defa ki başkaydı. Ayrıca intihar ettiğimi de biliyordu şimdide abimi görmem kafamdan uydurduğum bir kurgu sanıyordu ama değildi. Bu defa değildi. Abim ölmedi, bir mezarı olsa dahi abim geri döndü.

"Balkondaydık, bir anda abisini gördüğünü söyledi. Ormanın içinde bizi izlediğini, beni görürse zarar vereceğini belirtti. Bilmiyorum ben," Ellerimi kafamdan çekip kucağıma düşürdüm ve girdiğim ağır ruh haliyle onu dinledim. "Gerçekten korktum. Kendini kaybetti, o an sağlıklı düşünmüyordu zaten. Beni sürekli abisinden(?) korumaya çalışıyordu. Yani, Mısra?" Bir anda anlatmayı yarıda kesip Mısra'ya seslendiğinde kafamı kaldırıp tekrar kapıya baktım. "Ne oldu? Niye gergin duruyorsun? Rengin kaçmış resmen." Yataktan inip kapı pervazına ilerledim ve salona doğru bakmaya çalıştım lakin koridorun duvarları buna izin vermedi.

"Hiç. Korktum bende, öyle aceleyle aramanız sonra Milhan'ı o şekilde görmem etkiledi beni." Bir adım daha atıp koridora çıktım, çiftli koltukta Vefa ve karşısında Mısra oturuyordu. İkisinin benden sakladığı bir şey olabilir miydi?

"Anlıyorum, haklısın kusura bakma o durumda ne yapacağımı bilemedim. Bana böyle bir atakta ne yapmam gerektiğini öğretmelisin." Stresli el sendromu. Vefa'nın başa çıkamadığı şeydi birbirine dolanmış elleriyle mücadelesi, onda bariz olan bir kusurdu.

"Gerek yok Vefa. Bugün varsın yarın yoksun. Röportaj işlerin bittiğinde aranızda ki bağda bitecek. O yüzden lüzumu yok." Mısra elinde ki son raddesine gelmiş sigaradan dumanı hızla çekip ardından izmariti cam masanın üzerinde ki kültablasın da söndürdü. Sırtımı duvara yaslayıp görüş açımdan çıkmalarını sağladım. Mısra ne yapmaya çalışıyordu kestiremesem de bilmesini isterdim ki, şu sıralar yanımda olmasına ihtiyaç duyduğum tek kişi Vefa'ydı. Hepsinin aksine yalnızca o kalsa bir şeylerin üstesinden gelebileceğime inanıyordum. Koşulsuz şartsız beni yargılamadan kabul edebilecek biriydi.

"Sende mi böyle düşünüyorsun?" Kırık ton. Ses tellerini belki de zedeleyen tek ton buydu, boğazda ilmik ilmiş kurulmuş ukteler artık yutulmaz hale geldiğinde meydana gelirdi kırık ses.

"Öyle. Bak Vefa, ikiniz arasında ne geçiyor bilmiyorum ama gerçekçi bakmalısın, en azından bunu sen yapmalısın çünkü Milhan'ın hali ortada. Onunla yaşamak kolay değildir, kırıp döken dili karşısında susmak da aynı şekilde. Kendine kurduğu dünyasına da uyum sağlanmaz, çektiği duvarlara da." Yumruklarım kendiliğinden sıkıldığında, bakışlarım parmak uçlarıma düşmüştü. Hissettiğim tek şey sinirdi. Mısra'nın sarf ettiği her cümleye karşın büyüyen bir sinirle dişlerim şimdi sıkı sıkıyaydı.

"Onu yalnızlaştırıyorsun farkında mısın?" Titreyen irilerim yukarı yöneldi ve tedirgin adımımın öne yönelmesiyle Vefa'nın olduğu yere baktım. "Herkesin akıl sağlığı yerinde olsun yahut olmasın, zor tarafı vardır. Herkesin fıtratı gereği değişik tavırları olur. Mısra üzgünüm ama Milhan'ı bu şekilde anlatman hoşuma gitmedi. O adam kolay şeyler yaşamadı." Gözlerimde ki hayretle ileride duran adamı izledim. Başını çoktan eğdiği yerden kaldırmış, inandığı tezi göğüsleyerek kanıtlamaya çalışıyor gibiydi.

"Duygusal bakıyorsun. Bu adam geçen gün intihar etmeye kalktı Vefa. Gerçek ve hayali ayırt edemiyor. Geçmişinde ki intiharını hatırlarken kapalı zihinle pencereme çıktı. Yetişmesem adımını çoktan atmıştı." Mısra'nın talihsizlikle anlattığı durumuma karşın bir kez daha çatılmıştı kaşlarım. Yumruk yaptığım ellerimin tırnakları avuç içime batıyor ve bedenimde yer yer kasılmalar meydana geliyordu.

"Gidip Milhan'a bakacağım." Vefa koltuktan kalktığı anda geri çekilip sırtımı tekrar duvara yasladım ve gelmesini bekledim. Çok sürmeden koridorun sonunda göz göze gelmiştik, asık suratı ve düşürdüğü omuzlarıyla geriye ufak bir bakış atıp ardından tekrar bana döndü. Her şeyden haberdar olduğumu anladığı için saklamaya kalkışabileceği bir durum söz konusu olamazdı. Adımları tam karşımda durduğunda benim gibi sırtını duvara yaslayıp göz temasımızı sabit tuttu.

"İyi misin?" İyi olmadığımı görüyordu. Yarıya kadar düşürdüğüm gözlerim onun kasılmış çenesinde gezinirken ellerini ceplerine yerleştirdi. "Onun dedikleri umurumda değil, düşüncelerim söylediklerinin çok daha aksi." Açıklamasını da yaptığında belli belirsiz kafamı sallayıp karşımda ki adamı onayladım.

"Haksız sayılmaz." Dedim, istemesem de Mısra'nın haklı olduğunu biliyordum. Bazı gerçekler can sıksa da gerçekti işte. ''Ben bile atacağım adımlarımdan bihaberim.''

"Yine de umurumda değil." Omuz silktiğin de nedensiz inatçılığına karşın gülmüştüm. Vefa'da deli cesareti ya da sağır olma problemi vardı sanırım çünkü bu tutarsızlığına yakıştırabileceğim başka tabir olamazdı. ''Elinden geleni yapıyorsun, buraya ne için geldin? Tedavi olup iyileşmek için. İyi olmak için çabalayan bir adamı yalnız bırakamam, üzgünüm.'' Ben başlı başına tehlikeydim ki kendisi bu yönümden hakkına düşeni öncesinde almış biriydi ama kulaklarını tıkayıp duymak istemediği şeyler canıyla kanıyla gerçekti.

"Abim buradaydı." Onun inancını zedelemek adına inandığım en temel hususu önüne serdim lakin yüzünden tek bir ifade dahi geçmedi. "Seni gördü, burada da resmine bakıyordu. Benim için önemli olan her şeye kafasını takıyor." Beni usulca geri çevirip olumsuzlukla kafasını salladı.

"Abin vefat etti Milhan ve beni tanımıyor." Yüzünde rahat bir hal vardı ve hiç sıkılmadan o cümleyi kurabilecek sabra sahipti. Elinin tekini cebinden çıkarıp öne doğru bir adım attı ve bileğimi nazik kavrayışıyla tutup beni Mısra'nın odasına götürdü. "Otur hadi, yorgunluğun gitmeden ayakta çok durma." Kararmış gözlerimle pür dikkat ona bakıyordum. İçeri gidip bir iki dakika sonra elinde bir bardak suyla ve ilaçla geri dönmüştü. "Saatin geçmiş, ilaç almayı unutuyorsan telefonuna alarm kurabilirsin." Suyla birlikte ilacı ellerime bıraktı.

"Bana acıyor musun sen?" Burnumda solarken, avuç içimde sıkıca tuttuğum ilaç kırılmıştı hiç umursamadan ilacı yere fırlattım ardından yeri boylayan su dolu bardak olmuştu. Gözümü dahi kırpmadan sertçe baktığım bakışlardan da aynı sabitlik barizdi. Elinde tuttuğu ilaç kutusunu komodinin üzerine bırakıp tepeden baktı gözlerime.

"Sana acıyabilecek vaziyette değilim. Senden medet uman bir adam olarak nasıl bu şekilde bakabilirim sana?" Oturduğum yerden kalkıp onunla burun buruna geldiğimde dudaklarıma sürülen gülümseme göründüğü kadar parlak değildi.

"Çık git bu evden. Her şeyi kendi başına da halledebiliyorsun zaten." Mısra haklıydı, Vefa bu noktadan sonra geride durmalı ve kendi hayatına odaklanmalıydı keza bu benim meselemdi ve yanımda birini daha çürütemezdim. Kehribarları öyle dolu bakıyordu ki neredeyse altında ezilecektim. Göz bebeği büyümüş, pınarları biraz daha parlamıştı, kırgınlığı artık gün yüzüne çıkmıştı. Ondan bir iki santim uzun olduğum için kafasını kaldırmış tek çizgi haline gelmiş ağzı ardından dişlerini sıktığını pekâlâ anlayabiliyordum.

"İşte şimdi aciz bir adam oldun. Söylesene Milhan Ziyad," İşaret parmağını şakağıma sertçe vurup; "Burada bir şeyleri bitirmeden, beni kovman ne kadar işe yarayacak?" Sıcak nefesi yüzüme çarparken, kehribarları ateşten bir çemberdi. İki eli göğsüme baskı uygulayıp ittiğinde "Buradan atamadığın birini kovarak hayatından çıkabileceğini mi sanıyorsun?" Afallayan bedenim düşmekten son anda, bacaklarım yatağın kenarına çarptığında kurtulmuştu. Sinilerim hat safhada yüzerken hışımla öne atılıp elimi boğazına sardım. Zıvanadan çıkmak öyle değil de böyle oluyordu. Parmaklarım gırtladığında kat kar inen kemiği daha sıkı kavrarken iki eli de bileğime tutunup elimi aşağı çekmeye çabaladı.

"Düşündüğün kadar aciz değilim." Zorlukla nefes alırken dudaklarında sinir bozucu bir gülümseme vardı. Parmaklarım boğazından kayıp çenesine tutunduğunda yüzünü yüzümün dibine çekip gözlerinde büyüttüğü o karamsar ateşe daha yakından baktım. "Hayatımdan çık Vefa. Git babanla ve kız kardeşinle ilgilen bana burada ilaç taşıyıp bakıcılık yapacağına." Kesik nefeslerini soluyordum. Onunla birlikte kasılıyor bilhassa ödüm koparcasına endişeleniyordum. En azından onun yarı yoldan dönüp hayatını kurtarmasını istiyordum.

"Bırak." Kızarmış yüzünden bakışlarım dudaklarına indiğinde bir kez daha tekrar etti "Bırak beni." Fısıltıdan farksız cümleleri dudaklarından okuduğumda aniden müthiş bir acı hissetim. Hemen kulak hizamdan boynuma doğru tenimi yakan bir acı.

"Geri çekil Vefa." Gözlerimi zorlukla kaldırıp Vefa'nın arkasında duran bedene baktım, elinde ince gövdeli enjekteyle duran Mısra düz bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Tenimin altında yayılan sıvı geçtiği her milimi yakarken elimi Vefa'dan çekip kendi boynuma sardım. Görüş açımda bulanıklaşma meydana gelirken Vefa sıkıca bedenimi tutup beni yatağa uzattı.

"Ne yaptın ona?" Kulağım çınladı ve nefesim burnumdan öteye gidemedi.

"Merak etme sakinleşmesi için yaptım." Önce kasıldı bedenim sonra karıncalar gezmeye başladı uyuşan uzuvlarımda. "Umarım artık ne demek istediğimi anlamışsındır Vefa. Artık gerçekleri görmelisin." Vefa'ya tutunan ellerim omuzlarından kollarına ve oradan da yatağa kayıp düştüğünde hâlâ bedenimi saran kollarının var olduğunu düşünüyordum ya da belki de sanrıydı hepsi. Bilmiyorum. Eğer tamamen içim geçmeseydi, Vefa'nın en son söylediklerini duymak isterdim. 

___________

Continue Reading

You'll Also Like

107K 7.8K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
109K 6.6K 38
Her şey koyu bir homofobiğe, oynadığı takımdan birinin aşk itirafı yapmasıyla başladı. İtirafı yapanın kim olduğunu, Çağrı'dan önce bulabilecek misin...
165K 2.6K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
33K 1.3K 27
"Nereye kaçıyorsun küçük hanım, daha senle çok işimiz var."