ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

Por ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... Mais

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde

11.8K 1.2K 1.2K
Por ozcelikdilaraa

Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde

Biraz önce Meadros'un cansız bedeninin durduğu yerde beliren zeytin ağacına bakarken içimdeki kuytu derinliklerden yükselen sonsuz öfkem onu hissedebileceğim kadar belirgin hale geldi.

Başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Geriye doğru bir adım attım ama içimde uyanan güç beni öyle hızlı ve sert çarptı ki dizlerimin üzerine çöktüm. Sanki bedenimi aşarak dışarı taşmak, beni ortadan ikiye yarmak istiyordu.

Ellerim kum zeminin içine dalarken gerilerde bir yerlerde Rae'nin adımı seslendiğini duyabiliyordum. Ama neden yanıma gelmiyordu? Neden beni düştüğüm yerde kaldırmıyordu? Ben neden tek başıma kalkamıyordum? Bedenim kontrolünün elimden yitip gittiğine emindim ve elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Kendimi canımı yakacak kadar yere biraz daha bastırırken kumun içine gömülmüş parmaklarımda çatırdayan güç parçalarını gördüm. Şimşekler zeminden kollarıma, oradan gövdeme yayılırken etrafımdaki havaya titreştirdi.

Bana şu an için zarar vermiyordu ama bu başkalarına zarar vermeyeceği anlamına gelmiyordu.

İşte o zaman Rae'nin bana neden yaklaşamadığını gördüm. Etrafımı saran alevden çembere sürtünen şimşekler gücümün çizdiği sınırları geçmek için tüm gücüyle savaşırken soluklarım boğazımdan ağzıma yükseliyor ve oradan da isli bir duman şeklinde çıkıyordu.

Sonra her şey boğuldu. Ateş şimşekle karışıp havaya yükselirken kolyem ısındı, gümüş dumanım da onlara katıldı.

Hakimiyetimi kaybettiğimi tam o anda anlamıştım. Ayağa kalktığımda artık ben gücüme değil gücüm bana hükmediyordu. Ruhum bedenimin içine hapsolmuş gibi hissederek savaş alanına baktım. Benden korkuyorlar diye düşündüm ama bunu düşünen aslında ben değildim. Gücümün kendisiydi.

Rae tam karşımda, karanlığını bedeninin etrafına bir koruma kalkanı gibi sararken dimdik duruyordu. Gücü onu benden koruyordu. Gücü beni herkesten koruyordu. Karr hemen arkasında, suratında anlam veremediğim bir ifadeyle izliyor, tartıyordu. Hangimizi koruması gerektiğini düşündüğünü biliyordum. Gücüm Rae'nin üzerine akarsa kendini hangimize siper etmesi gerektiğini bilmemek onun için karmaşık olmalıydı.

Aptal. Önceliği her zaman Rae olmalıydı, ben değil.

Tara ise Karr'ın aksine kendinden emindi. Okunu doğrudan bana çevirmişti ve en ufak bir hareketimle yayından serbest bırakacağını belli edercesine bedeni kaskatı kesilmişti. Güldüm, oku parmaklarının arasında yanıp kül olurken bir an bile olsun kıpırdamadan beklemeye devam etti, yayda yeni bir ok belirdi. Onu da yakabilirdim ama şu an için uğraşmaya değmezdi.

"Mara." Rae'nin bana seslenişinde o an için anlayamadığım bir şeyler vardı. Bana her zaman farklı şekillerde ve imalarla Mara diye seslendiği olmuştu. Bazen kızgın olurdu duygularını yansıttığı sesi bazen ise arzu dolu. Ama hiç şu anki gibi seslendiği olmamıştı bana.

Sesinin karanlık kıvrımlarındaki korkunun tadını neredeyse alabiliyordum. Ah, neredeyse. Sanki ağzımı açsam o sonsuz korku yemişinden bir ısırık alsam tüm sorunlarım çözülecek gibiydi.

İçimdeki güç bundan tatmin oldu. Benden korkuyorlardı. Güzel çünkü ben de o an için kendimden korkuyordum. Çok uzun zamandır korkan bendim ve nihayet ilk defa dimdik durabilen ben olmuştum.

İleri doğru bir adım attım ama Rae'nin karanlığı anında önümü kesti. Gücü bir duvar gibi önümde yükselirken başımı yana eğdim. "Benden korkuyor musun?" diye sordum ama soruyu soran kesinlikle ben değildim, başka biriydi. Benim sesim hiçbir zaman bu kadar uhrevi olmamıştı. Ben hiçbir zaman kelimeleri bu kadar baskın ve acımasız telaffuz etmemiştim. Aksanımdaki ince tını doğma büyüme Troyalı olan bir kadına aitti, kendi şehrinde konuşulan daha yayvan aksanın aksine onunki daha kıvrak ve ölümcüldü.

Rae'nin karanlığı dalgalandı ama yine de orada kalmaya devam etti. Bana engel oluyordu. Şimdi savaş alanındaki tüm askerler geri dönmüş, Troyalılar şehrin duvarlarının ardına uzanıp savunmaya geçmişti. Savaş alanının ortasında sadece biz vardık. Başından beri aynı safta çarpışmış üç tanrı ve ben vardık.

Ben bir taraf mıydım yoksa bir silah mıydım o an için bundan bile emin değildim. Ölümcül hissediyordum, istediğim her şeyi o anda yapabilecek kadar güçlü ve yok edici.

Ne zamandır bu kadar dizginlenemez bir gücü içimde barındırıyordum?

Rae'nin karanlığı zayıflarken bakışları doğrudan benimkileri buldu. "Arsız ölümlü," diye fısıldadı. "İzin ver geçeyim."

O anda aslında Rae'nin karanlığının önümde dikilmesinin sebebinin beni durdurmak değil bana ulaşmak olduğunu anladım. Herkes benden kaçabilirdi ama o bunu yapmazdı. Rae hiçbir zaman benden vazgeçmezdi. Kendisiyle benim aramda bir seçim yapması gerekse hiç düşünmeden beni tercih ederdi. Beni.

Zihnim ve ruhum ona geçit vermek istiyordu ama gücüm bunu kabullenmiyordu. Gücüm öfkeliydi. Gücüm kendi mevcudiyetini kullanarak onu ezip geçmek isteği için Rae'nin karanlığına kızgındı ve bana yaklaşmasına izin vermeyecekti. Onun en güçlü yaratılış olduğunu bilmesine rağmen yine de ona kafa tutuyordu.

Tanıdık bir nal sesi duyduğumda etrafımdaki ateşten çember harlandı, yerden birkaç baş kadar yükselip gövdeme kadar ulaştı.

Phoiniks'in bedeni göründüğünde güç içimde kükredi. Onu çok iyi tanıyordu. Karşısında duran bu adam onu yönetmeyi ve ehlileştirmeyi çok iyi biliyordu. "Uzak dur," dedim yine bana ait olmayan o sesle. Konuşan gücümün kendisiydi, buna emindim. "Bastırılmaktan sıkıldım artık."

Phoinks'in toynaklarının öfkeyle yere sürttüğünü ateşten çemberimin arasından güçlükle de olsa gördüm. Gücüm beni onlardan ayırmaya çalışıyordu. Bana dokunmalarını istemiyordu. Yeniden kopup geldiği o köşelere zincirlenmek istemiyordu. "Kiminle konuşuyorum şu anda?" diye sorduğunda sesi dikkatli bir şekilde sakindi. Beni öfkelendirmeden neler olduğunu anlamaya çalıştığını biliyordum. "Eğittiğim kızla konuşmadığıma eminim."

Güldüm. "Ben hep o kızdım," dedim. "Sadece uzun süredir beni bastırmak için uğraşıyordu. Ama artık Leda öldü ve bu da dizginlerimden biri koptu demek oluyor."

Bedenimin içine hapsolmuş zihnim çığlık attı. Leda benden önceki gelindi, Seus'un annesiydi. Onun öldüğünü gücümün nasıl olup da bildiğine emin olamasam da doğruyu söylediğine emindim.

Bir ölüm daha. Neden bilmiyorum ama bu ölümün de benimle bir ilgisi olduğunu hissediyordum ve sebep olduğu acı ruhuma inen hançerler gibi keskin bir etki bırakmıştı.

Gücüm hissettiğim dehşetin kokusunu almış gibi kıkırdadı. "Aynen öyle," diyerek kendi kendimi yanıtlarken bedenim kavruluyor gibi hissediyordum. "Apollon'un asıl istediğinin o olmadığını hep biliyordu ama zamanın geldiğini anladığında cesur bir savaşçı gibi kendi canını aldı."

Görüşüm bulanıklaştı. Tek görebildiğim ateşti. Sürekli harlanan, içinden şimşekler akan o ateş. Öfkemin, dehşetimin ve çaresizliğimin harladığı o ateş.

Verdiğim cevap Phoiniks'i gafil avlamış olmalıydı çünkü birkaç kalp atımı süre boyunca olsa da afallamış göründü. Ama kendini yeniden toparladığında suratında öncekinden de ifadesiz bir maske vardı. "Demek Leda öldü," dedi. "Peki sen bunu nasıl biliyorsun?"

Yeniden güldüğümde dudaklarımdan ıslığa benzer bir ses döküldü. "Ben her şeyi bilirim, mesela senin yıllar önce Akhilleus'u eğitirken ne kadar başarısız olduğunu bildiğim gibi. Söylesene at adam, neden yaşlılıktan öleceği uzun bir ömür seçme şansı varken bir kahraman olup ölmesini tercih ettin? Tanrılar ona bir seçim şansı vermişti ama sonsuza kadar genç kalacak savaşçı bunu elinin tersiyle itti." Ateş şimdi geri çekilip bedenimin etrafına dolanırken vücudumun şeklini almıştı. Parmaklarımı düşünür gibi çeneme koydum. "Dur tahmin edeyim, ancak bir kahraman olursa sen de ünlü olacaktın değil mi?" Ateş bedenime biraz daha yaklaştı ama beni yakmak yerine güçle dolduruyordu. "Haklıyım, haklı olduğunu biliyorsun."

Rae, Phoiniks'in yanında durdu, evrenlerin parçalanıp yeniden birleştiği gözlerini benimkilere dikti. Rae bir şey söylemek için ağzını açtı ama Phoiniks elini kaldırarak onu susturdu. Bu konuşmaya kimseyi dahil etmeyecekti. "Hiç kimse kan dökmeden kahraman olamaz kızım," derken sesi yılların bilgisi ve dehşetiyle yoğrulmuştu. "Kimse bu yolun güllerle bezeli olduğunu söylemedi. Söylemiş olsa bile o güllerin dikeni var kızım ve bazen o yoldan geçerken ayağını kanatacağını bilmene rağmen yürümeye devam etmen gerekir."

Nefesimi o kadar güçlü verdim ki burnumdan öfkemin yansıması olan bir ses çıktı. "Güllerden nefret ederim ve onların yollarını sikerim," derken güç içimde harıl harıl yanıyordu. "Ben bir kurban olmayacağım, bir kahraman olmak için ölmeyeceğim."

Phoiniks tek kaşını kaldırdı. "Kimse sana kahraman olmak için ölmen gerektiğini söylemedi kızım." Şimşeklerim çatırdadığında başını iki yana salladı. "Sen o çeşit bir kahraman değilsin."

Ateş şimdi bedenime yapışmıştı. Etrafım sıcacıktı ama bundan rahatsız olmadım. Aksine kendimi rahatlamış hissediyordum. Hiç olmadığım kadar güçlüydüm ben. Hem de hiç olmadığım kadar ve bu bağımlılık yapıcıydı. "Bilmediğimi mi sanıyorsun?" diye tısladım ona. "Kaderimin ne ile düğümlendiğini fark etmediğimi mi sanıyorsun?"

"Hangi kaderden bahsediyorsun?" Phoiniks bana doğru bir adım daha yaklaşırken artık Rae'yi göremez oldum. Sanırım sevdiği kadını bu halde görmeye daha fazla dayanamayarak benden uzaklaşmıştı. Peki. Bu da kabul. "Kendi işlediğin kaderinden mi yoksa tanrıların senin için biçtiği ömürden mi bahsediyorsun?"

"Hangi tanrılar? Şu anda şehrimin topraklarında kan akıtan tanrılar mı yoksa korkak bir tavuk gibi dağlarının zirvelerinde dolaşan tanrılar mı?" Güldüm, bu hayatımda duyduğum en komik şakaydı çünkü. "Onlar da en az insanlar kadar beter değil mi? Bize yardım etmeleri gerekirken kanımızı dökmeleri onları da en az bizim kadar insan yapmıyor mu? Yoksa bizi en az onlar kadar tanrı mı yapıyor?"

Phoiniks'in insansı gövdesi dikleşti. "Nasıl hissediyorsan, nasıl görünüyorsan osun. İster bir tanrı olduğunu ister bir insan olduğunu düşün."

Başımı iki yana salladım. "Ben göründüğümden çok daha fazlasıyım," derken gerçekten de öyle olduğumu biliyordum. "Benim nelere muktedir olduğumu bilseydiniz hepiniz dizlerinizin üzerine çöker bana tapardınız." Omuzlarım kendinden emin bir tavırla havaya kalktı, çenem dikildi. "Kanatlı tanrı benim ne olduğumu biliyor."

Diyecek daha fazla sözüm vardı ama karanlık bedenimin etrafına çöküp gücümü boğarken dizlerimin üzerine çöktüm. Tam o anda güçlü bir beden beni arkadan sardı, tanıdık bir koku burun deliklerime doldu. Onun kokusunu içime çekmek gecenin karanlığında bir ormanın derinliklerinde yürümek gibiydi. Rae beni sıkıca sararken ateşim ona karşılık vermeye çalıştı ama en sonunda karanlığı gücümü tamamen yuttu. "Geçti tatlı Mara," diye fısıldarken dudaklarını şakağıma bastırdı. "Ben daima buradayım, geçti."

Gücün getirdiği delilik kaybolurken omuzlarım ciğerlerimden sökülürcesine çıkan çığlığın altında sallandı. Yaşlar gözlerimden kurtulup kumlara akarken her biri zeminde yuvarlak delikler açtı.

Rae üzerime biraz daha kapandı, göğsünü sırtımla tamamen birleştirirken beni kendine doğru çekti. "Seni seviyorum," diye fısıldadı. "Sonsuzluğun her iki tarafında da seviyorum Mara."

Ağlamaların şiddetlenirken tam önümde duran adamın sandaletlerini gördüm. Karr önüme diz çöküp bana sıkıca sarıldığında Tara da hiç vakit kaybetmeden Karr'ın yanına çöküp bana sarıldı.

Bir anda kendimi bedenlerden oluşan bir halkanın içinde bulurken ateşin ve delilik halinin beni tamamen terk ettiğini hissettim. Karr kıkırdadığında gülüşü kulağımın dibinde patladı. "Şu anda hepinizi ne kadar sevdiğimi söylesem biraz tuhaf kaçar değil mi?" diye sorduğunda Tara homurdandı. "Lanet kadın, her söylediğimi bel altı algılamaktan ne zaman vazgeçeceksin?"

Karr ve Tara geri çekilirken Rae beni hala sıkıca tutmaya devam ediyordu. Tara ondan beklenmeyecek bir hamleyle eğilip suratımdaki gözyaşlarını sildi. "Seni vurmayacaktım," dediğinde okunun bana doğrultulduğu anın taze hatırası zihnimde uyandı. "Sadece seni korkutmaya çalışıyordum.

Karr'ın dudaklarından bir hayret nidası döküldü. "Bana da böyle dokunman için gücümün beni parçalamasına razıyım," derken suratında çapkın bir gülümseme belirdi.

Tara onu sakince süzdü. "Gücünü kıçına sok Karr," dedi ama yine de gülümsemeden edemedi.

Rae en sonunda titremelerim durduğunda geri çekildi ama yine de benden fazla uzaklaşmadı. Omuzlarımı sıkıca tutup bana baktığında durum değerlendirmesi yaptığını anladım. "Buradasın," dedi bundan emin olmaya çalışarak. "Benimlesin."

Ona sadece başımı sallayarak yanıt verebildim çünkü boğazımda ne kadar yutkunursam yutkunayım öfkeden ve ateşten geride kalan rahatsız edici bir his vardı. Ne kadar yutkunursam yutkunayım bir türlü o hissi bastırmayı başarmıyordum.

Phoiniks elini bana uzattığında o ele tutundum ve beni ayağa kaldırmasına izin verdim. "Özür dilerim," dedim utanarak. "Söylediklerimi-" diye devam edecek olsam da beni susturdu.

"Hayır kızım, konuşanın sen olmadığını, gücünün özü olduğunu bilecek kadar çok yaşadım," dedi. "Beni endişelendiren gücün durdurulamaz şekilde dile gelmesine yol açan olay."

Nihayet ayakta tek başıma duracak kadar kendimi toparlamayı başarmıştım. Cevabından emin olsam da, "Seus'un annesi gerçekten öldü mü?" diye sorduğumda bu soru boğazımı sardı, beni içten içe yakarak tüketecek gibi derinden ilerledi. Gözlerimin önünde Meadros'un cansız bedeninin görüntüsü belirdi; suratındaki ifade ve göğe dönmüş bakışlarını bir ömür hafızamdan silemeyeceğime emindim.

Karr, "Apollon gerçek olup olmadığını biliyor olmalı," dediğinde gerildim. "Onunla konuşmak zorunda değilsin, bu işi ben halledebilirim." Beni korumaya çalışıyordu. Herkes beni bir şeylerden korumaya çalışıyordu ama ben buna değip değmeyeceğime emin bile değildim.

Başımı iki yana salladım. "Onunla konuşacağım," derken sesim her nasılsa biraz sonra bayılacakmışım gibi hissetmeme rağmen kendinden emin bir şekilde çıkmıştı. "Leda'nın ölümünün içimdeki gücü nasıl dile getirdiğini ona sorması gereken benim."

☽✩☽

Apollon'un Hector'un sarayına girdiğinde gördüğü görüntünün ne olduğunu çok iyi biliyordum çünkü bu görüntüyü itinayla hazırlamıştık. Kendi sarayımızdakine benzeyen ama daha küçük taht odasındaydık. Yerler ve duvarlar mozaiklerle kaplıydı ve içeri dolan sıcak rüzgar tavandan sarkan kumaşları dalgalandırıyordu. Rae kendisininkine oranla daha gösterişsiz tahta yayvan bir tavırla yayılırken ben tam arkasında, elim omzuna bırakılmış bir şekilde duruyordum.

Apollon içeri girdiğinde ilahi formunda değildi hatta neredeyse insani göründüğünü bile söylemem mümkündü. Geniş kanatları yoktu ve güneş gözleri her zamankinin aksine daha çok açık kehribara dönüktü. Açık renk tuniğinin üzerindeki altın işlemeler bile daha az daha gösterişten uzaktı.

Ama yine de o Apollon'du. İstediği kadar gizlensin, o odada dururken güneş daima onun üzerine doğuyordu.

İçeri girdiğinde onu davet etmemize şaşırsa bile bunu belli etmeyecek kadar ciddi bir tavır takınmıştı. Başıyla bizi hafifçe selamladı ve hemen arkamızda silahlarını kuşanmış bir şekilde bekleyen Karr ve Tara'ya baktı. "Daha fazla korumanız olacağını düşünüyordum," derken aynı zarafetle onlara da başını salladı. "Bundan bana güvendiğinizi düşünerek gurur mu duyayım yoksa bu kadar tehlikesiz olduğumu ima ettiğiniz için hakaret olarak mı kabul edeyim emin değilim."

Lafı dolandırmaya hiç niyetim yoktu. "Leda öldü mü?"

Apollon'un gözlerinde buz gibi bir ifade belirdi. "Demek böyle olacak." Omuz silkti. "Bunu neden merak ediyorsun?"

Ona dişlerimi göstererek sırıttım. "Demek inkar etmiyorsun?"

Apollon kendini geri doğru bıraktığında yere düşmeden hemen önce geniş bir sedir altında belirdi. "Yalan konuşmayı sevmem Mara," derken sesi her türlü duygudan yoksundu. "Bu yüzden evet, onun öldüğünü sana söyleyebilirim."

Rae oturduğu tahtta rahatsız bir şekilde kımıldadı. "Neden Mara'yı istiyorsun?" Sorusu havaya bir külçe gibi çöktü. "Madem zaman dürüstlük zamanı, o halde gerçekleri konuşmaya biraz daha devam edebilirsin."

Apollon dikkatli bir tavırla tırnaklarını inceledi. "Kendimce sebeplerim olduğunu söyleyebilirim kardeşim ve her geçen gün ne kadar haklı olduğumu biraz daha anlıyorum. Onun sahip olduğu gücün farkında değilsin ama ben farkındayım." Gözleri Rae'ninkilere dikildi. "Farkında olmadığın şeylerle baş etmek güç değil mi sence de?"

Rae oturduğu yerden kalktı, tahtın önündeki basamakları yavaşça indi. Apollon'un tam karşısına geçip durduğunda, "Her zaman senin yanındaydım," dedi. Sesi gücenmiş hatta hayal kırıklığına uğramış gibi çıkmıştı. "Ama sen ilk fırsatta bana ihanet ettin."

Apollon'un gözleri parladı. "Ben de her zaman senin yanındaydım kardeşim," derken o da oturduğu yerden kalktı, suratlarının arasında yalnızca bir kol kadar mesafe bırakana kadar Rae'ye yaklaştı.

Rae tatsız bir şekilde güldü. "Şu anda tam olarak karşımdasın," dedi. "Bana karşı yer alıyor, bana karşı savaşıyorsun."

Apollon başını iki yana salladı. "Belki tam arkandayımdır Rae," derken gülümsedi. "Yalnızca sen bunu fark edemiyorsundur."

Tahtın arkasından çıkıp onlara yaklaştığımda Karr da ileri doğru bir adım attı ama elimi kaldırarak onu durdurdum. Rae ikizinin suratını inceledi. "Ben gördüğüme inanırım."

Apollon rahat bir tavırla omuz silkti. "Yoksa sana gösterilene mi?"

İkisini karşı karşıya gelmiş bir şekilde izlerken birbirlerine taban tabana zıt olduklarını fark etmemek mümkün değildi. Apollon gerçekten günse Rae de geceydi. Biri aydınlığın her bir zerresini kuşanırken öbürü karanlığın kayıp dehlizlerinde dolanmayı tercih ediyordu. Birbirinden bu kadar farklı görünürken bunu söylemek beni huzursuz hissettirse de birbirlerini tamamladıklarını biliyordum.

Kusursuz iki parçaydılar ve bir araya geldiklerinde ürkütücü bir tamamlama yaşadıkları şüphesizdi. Ama yine de bu birbirlerinin yörüngesine girdiklerinde birinden birinin parçalanmayacağı anlamına gelmiyordu.

Boğazımı temizlediğimde ikisinin de dikkati benim üzerime çekildi. "Leda'nın ölmesi neden gücümü tetikledi?"

Apollon dikkatli gözleriyle önce Rae'ye sonra da bana baktı. "Cevaplarını almaya hazır olmadığınız hiçbir sorunuzun bir önemi yok." Ellerini iki yanında açtı. "Bazı cevapları ise yaşayıp görmek gerekir. Yalnızca Leda'nın bir hiç uğruna ölmediğini bilmeniz kafi." Apollon bir anda sustu, bakışları arkamda bir yerlere odaklanmıştı.

Yere düşen metalin şıngırtısı taht odasında yankılanırken yavaşça arkamı döndüm. Seus çaresiz bir ifadeyle Apollon'a, babasına bakıyordu. "Annem," diye fısıldadı ama hemen sonra kendine gelerek yere düşen kılıcını hızla aldı, bize doğru koşarken ne Karr ne de Tara onu durdurmak için bir hamle yaptı.

Seus Rae ve benim aramdan geçip doğrudan Apollon'un karşısına dikildi ve kılıcını temiz bir hamleyle tanrının karnına geçirdi. Kılıcın ucu Apollon'un sırtından çıkarken dudaklarından kan sızdı. Gülümsedi ve oğluna bakarak, "Bu biraz gıdıkladı," dedi. Seus öfkeyle kılıcı geri çekip bir daha soktu. Ve bir daha. Apollon'u delik deşik ettiğinde ise yere, babasının kanıyla ıslanmış zemine çöktü.

Kılıç hala Apollon'un karnında duruyordu. Apollon ağzındaki kanı tükürdükten sonra sakin bir tavırla kılıcı kabzasından çekip çıkarttı ve yere attı. Yaraları gözle görülür bir hızla iyileşirken kanatları genişçe açıldı. "Acını anlıyorum," dedi ayaklarının dibinde duran Seus'a bakarak. "Fakat annen ölümü kendi seçti, onu hiçbir şey için zorlamadım."

Seus kafasını kaldırıp Apollon'a öyle büyük bir öfkeyle baktı ki öfkesinin bir yansıması olsaydı eğer tüm odanın ya buz tutacağına ya da alevler içinde kalacağına emindim. "Onu en sonunda benden tamamen aldın," dedi fısıltıdan farksız sesiyle.

Apollon'un arkasını dönüp gitmesini bekledim çünkü gözümdeki konumuna bu yakışırdı. Ama bunu yerine o da dizlerinin üzerine, kendi kanının içine çöktü. Seus'un kollarını sıkıca tutup oğlunu ona bakmaya zorladı. "Anneni gerçekten sevdim," dedi fısıldayarak, kendi kendinden gizlediği bir şeyi bile itiraf eder gibi. "Ama kader karşısında sevginin bir önemi yok. Annenin kaderi buydu ve onu ne kadar seversem seveyim bu değişmeyecek."

Seus'un gözleri alev alev yanarak babasınınkilere dikildi. "Sen kimseyi sevemezsin," dedi nefretle geri çekilerek. "Sevmek için kalp gerekir ve işte o da sen de yok." Apollon'un tutuşundan kurtuldu ve ayağa kalktı. Yerde kan gölünün içinde duran kılıcına şöyle bir baksa da eğilip onu almadı ve öfkeli adımlarla bizden uzaklaştı.

Karr'ın onu tutmaya çalıştığını gördüm ama kolunu sallayarak ondan da uzaklaştı. Seus taht odasından çıkarken Karr'la göz göze geldik. "Peşinden git," dediğimde başını sallayarak hızla kırgın savaşçının arkasından gitti.

Apollon ayağa kalktı, kendi kanıyla kirlenmiş tuniğinin eteklerine yine de ellerini sildi. "Söylenecek başka bir şey kalmadığını varsayıyorum," dedikten sonra kanatlarını sıkıca kapatarak taht odasından çıktı.

Haklıydı. Artık kelimelerin tükendiğini, yaşadıklarımızı anlatmaya yetmediğini ben de hissedebiliyordum.

☽✩☽

"Burada ne yapıyorsun?" Tara'nın sesini duyduğumda irkilsem de oturuşumu bozmadım. Yukarı yanıma tırmandı ve kendisi için de bir yer bulunca oturdu. "Artık çatılara mı çıkmaya başladın Mara.

Güldüm ama içten olmadığımın ikimiz de farkındaydık. "Buradan sahil daha iyi görünüyor," dedim düşman askerlerinin gemilerine bakarak. Dalgaların etkisiyle ahşap gövdelerinin sarsıldığının ayın ışığının altına rahatlıkla görüyordum. "O gemileri yaksam ne olur?"

Tara ellerini arkasına dayayarak yaslandı, benim gibi gemileri izlemeye başladı. "Onlara savaşmak için daha fazla neden verirsin," dedi. "Artık yalnızca kazanmak için değil eve dönmek için de savaşırlar."

Yanımda getirdiğim şarap testisini ona uzattığımda beni geri çevirmedi, büyük bir yudum aldıktan sonra diliyle dudaklarında kalan şarabı sildi. "Şuna bak," dedi testiyi içmem için bana geri uzatırken. "Sanırım en sonunda kız kardeşler olmayı başardık."

Bana bu yakınlığı başka bir zamanda göstermiş olsaydı onun benimle dalga geçtiğini düşünebilirdim. Ama bugün bana sarılmış ve gözlerimdeki yaşları silmişti. Bu yüzden gerçekten de böyle hissettiğine emindim. Şaraptan bir yudum aldım, damlalardan biri toprak ağızdan sızarak gecelik tuniğimi kirletse de bunu umursamadım.

"Daima onu seçmelisin," dedim konuşmadan önce bir yudum daha şarap alırken. "Ne olursa olsun seçimin ondan yana olmalı."

Tara sessiz kaldı. Gözlerini denize ve oradaki gemilere doğru çevirdi. "Ama onun seçimi daima senden yana."

Karanlık kalbime giderek çörekleniyordu. Her ölümü kaldırabilirdim. Her ceset için Kharon'a sikke verebilirdim. Ama o olmazdı, Rae olmazdı. "Sanırım onu ilk gördüğüm anda anlamıştım," dedim. "Garipti, başka bir tanrıyı çağırdığımı düşünürken bir anda onu karşımda bulmuştum. Ama sanırım o anda aslında çağırmam gereken tanrıyı çağırdığımı anlamıştım."

Tara yeniden bana baktı, Rae'ninkilere benzeyen koyu renk gözleri ölçülü bir tavırla suratımda gezindi. "Sana bir şey olması onu öldürür," dedi.

Başımı iki yana salladım. "Beş asır boyunca onu hayatta tutmayı başardınız." Dudaklarım o kadar kurumuştu ki dilimle ıslatmak zorunda kaldım. "O bizim değişim karşısındaki tek umudumuz, Zeus karşısındaki tek kozumuz."

Tara rahatsız hissederek uzandığı yerde kıpırdandı. "Kendini onun için ateşe mi atacaksın?"

Hiç düşünmeden, "Hepimiz atmaz mıyız?" diye sordum. "Rae baş tanrı olursa artık bilinmeyen tanrılar olmak zorunda kalmazsınız. Tanrılar Olympos'ta kıçlarına bile sallamadıkları insanların dualarıyla güçlenirken siz gücünüzü korumak için içlerinde yaşıyorsunuz. Bunu fark etmediğimi mi düşünmüştün?"

Bu bir süredir farkında olduğum bir gerçekti. Onların insanların arasında olmaktan mutluluk duyduğunu biliyordum ama tek nedenin bu olmadığının bir süredir farkındaydım. Kendi toplumlarıyla, kendi tapınaklarının içinde yaşıyorlardı. Çünkü onların hükmedecekleri bir Olympos'ları yoktu. Onların halkları bizzat kutsal dağın kendisiydi.

Duaların onlara ulaşmasını bekleyecek güçleri yoktu bu yüzden bizzat duanın kendisine dönüşmüşlerdi.

Tara şaraba uzandı. "İlk savaşı kaybedip Olympos'tan atıldığımızda hepimiz güçten düştük. Uzun zamandır zaten insanların içinde yaşıyorduk ama ilahi formlarımızı onlara göstermiyorduk." Koyu renk gözlerinden acı dolu bir ifade geçti. "Savaştan sonra Rae uzun süre kendine gelemedi ve hepimiz çaresizdik. İşte o zaman Hades gelip bize kendisinin gücünü beslediği yolu öğretti."

Anlattıkları ilgimi çektiği için sırtımı dikleştirdim. "Hades mi?"

Tara alt dudağını ısırdı. "Evet. Bir Olymposlu olsa da hiçbir zaman onlardan olmadı. Gücünü dünyanın merkezinden aldığı için yeraltında kaldığı sürece gücü oradan çekmeyi öğrendi. Biz de gücümüzü dualardan aldığımıza göre daima insanların arasında ilahlar olarak gezinmemiz ve dualarını almamız yeterliydi."

Bakışlarımı kaldırıp karanlık gökyüzüne baktım. "Peki ya Rae, tüm bu süre boyunca o gücünü korumayı nasıl başardı?" diye sordum.

Tara da benimle birlikte göğe bakarken, "Çünkü o gücünü bizzat karanlığın kendisinden alıyor," dedi. "O farklı Mara, söylediklerinde haklısın. Baş tanrı olmayı asıl hak eden o ama hiçbir zaman hak ettiği şey için savaşmadı."

İçim sıkıldı. "Bunu neden yapmadı?"

Tara güldüğünde sesi kulağıma kederli bir melodi gibi doldu. "Çünkü o babamıza olan sadakatine daima önem verirdi. Babamız onu özel olarak yarattı, yaratılışında hepimizden farklı bir kudret gizli. Hiçbirimizin olamayacağı kadar Olymposlu ama yine de Zeus'un altı." Tırnakları çatının taşları arasında gezindi, bir kısmını kazıdı. "Ama sen ölünce artık sadakatin de bir önemi kalmadı."

Çatıya tamamen uzandım, gecenin havasını ciğerlerime çektim. Bu Rae'yi çok yakından koklamak gibiydi. "Bir gün Rae baş tanrı olacak," dedim kendimden emin bir sesle. "O gün mutlaka gelecek."

Tara da beni taklit ederek çatıya tamamen uzandı. "Bu bir kehanet mi Mara?"

"Hayır," dedim ve gülümsedim. "Bunu bilmem için bir kehanete ihtiyacım yok."

☽✩☽

"Hayır," dedi Rae kesin bir sesle ve öfkesinin yansıması olarak odamızdaki çömleklerden biri daha kırıldı. "Benden bunu kabul etmemi bekleme."

Öfkesinin dinmesini beklemek için yaslandığım sütundan ayrılarak ona yaklaştım. "Benimle geleceksin," dedi. "Sana söz veriyorum güneş batmadan dönmüş olacağız."

Rae'nin gözleri öfkeyle parladı. "Bana öyle bakma," dedi keskin bir şekilde.

Gözlerimi kırpıştırdım. "Nasıl bakmayayım?"

Rae ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Böyle işte," derken bu sefer bir testinin kırılma sesi odayı doldurdu. Gölgeleri odanın içinde geziniyor, önüne gelen ne varsa parçalıyordu. "Bu bakışın dizlerimin üzerine çöküp bana istediğin her şeyi yaptırabilir ve sen bunu biliyorsun arsız kadın."

Gülerek ona yaklaştım, ellerimi göğsünün üzerine koyarak sıcaklığını hissettim. Başımı yavaşça kaldırıp kirpiklerimin arasından onu süzdüm. "Lütfen?"

"Sikerler." Rae çenemi tutup beni kendine çekti ama dudaklarımız arasında bir nefeslik mesafe kaldığında durdu. "Ne zaman benim üzerimde bu kadar büyük bir etkiye sahip oldun?"

Sorusuna cevap vermedim, beni öpmeye çalıştığında işe başımı geri çektim. "Kabul ediyor musun yani?"

Rae sert bir hareket beni kendine çekip kasıklarına bastırdı, kıvranarak ondan uzaklaşmaya çalışmamın da pek de yardımı olduğunu söylemeyeceğim. Dişlerini göstererek sırıttı. "Benim tam olarak orada ne yapmamı bekliyorsun? Merhaba ben Rae, hani şu gizli gizli tapmaya devam ettiğiniz tanrı. Bu arada ben ölen oğlunuzun karısını kaçırdım ve onunla evlenmeyi planlıyorum mu?" Çenemi bıraktı. "O anda bana edeceği küfürlerin Olympos'tan bile duyulacağına eminim."

Meadros'un ölümünün üzerinden on gün geçmişti ve kayıp vermeye devam ediyorduk. Askerler çarpışıyor ve ölüyorlardı. Hepimiz elimizden geleni yapsak da ölümlere bir son veremiyorduk ve benim vicdanım rahat değildi. Timons iyi bir adamdı ve bir taziyeyi hak ediyordu.

Bir kez daha ona bakarak, "Lütfen," diyerek tekrarladım. "Lütfen Rae."

Rae teslim olarak benden uzaklaştı. "Gün batımından önce dönmüş olacağız," dedi şehrinden daha fazla uzun süre ayrı kalmayacağını belli ederek. Savaşta bu kadar ağır kayıplar vermeye başlamışken onun bu kadarını kabul etmesi bile şaşırtıcıydı.

Sanırım gerçekten de bana karşı koymakta güçlük çekiyordu.

Sabah kadar her şeyi hazırlattı ve şafak vaktinde tapınağının oradaki geçidin önünde duruyorduk. Yola yalnızca ikimiz çıkacaktık, plan bu yöndeydi. Gün batımından önce de mutlaka dönmüş olacaktık.

Karr ve Hermes etrafı kolaçan ederken Rae Seus'la konuşuyordu. Kendi oğlu olmasa da onu oğlu gibi gördüğünü biliyordum. Bu yüzden yalnızca kısa bir süreliğine şehirden gidecek olsa da onun iyi olduğundan emin olmak istiyordu.

Tara sessizce yanıma yanaştı. "Baş tanrı için," diye fısıldadıktan sonra geri çekildi.

Rae Seus'u Karr'a emanet ettikten sonra birlikte suya girdik, diğer zamana geçmeden önce Karr ve Hermes'e dönüp başımı salladım, onlar da aynı şekilde bana karşılık verdiler.

Suya daldığımızda Rae bana tutundu, kolyem ısındı. Kolyem hem düşüncelerimi hem de etrafımızdaki her şeyden bizi korudu.

Benim geldiğim zamanda belirdiğimizde Rae geçitlerin diğer taraftan Kirke'den öğrendiğim büyüyle kapatıldığını ve ben diyene kadar da açılmayacağını fark etmedi.

Her şey baş tanrı içindi. Benim tanrım içindi.

Hello yarım milyonluk ordu hello!!!!!! Bu hafta 500.000 olduk. Daha üç yüz kişi oturup Rae ve Mara'nın sevişmesini beklediğimiz günler aklımda slhodjpsğfd Ne sürünmüştük ama be zfdpdjsdfsfsf.

Geçen hafta bölüm yoktu neden yoktu çünkü sınırı geçmediniz??????? Sınır hala 350 oy ve 700 yorum. Haftaya kaos, smut allah ne verdiyse var bu yüzden bence sınırı geçin sldosf. Rae'nin heybetli bir taraflarını özleyen herkesten oy bekliyorum yoksa iki hafta sonra görüşürük skdfnds

BU ARADA APOLLON NASIL AMA TAŞ MÜBAREK TAŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞ. Kendisi Lethe 2'ye geldi:) Mara ve Rae de geldi hatta Karr bile geldi zdlospdfs. Onun gelişi baya epik oldu. Hala okumayan varsa Mara ve Rae gelmeden ilk kitabı alıp okusun pls lsdfpdsj

10 bin okunur dediğim kurgunun yarım milyon olması şoku sdsopdsdkhsşd. Hala şaşkınım. Çok soran var kitap olsun diye. İlk iki kitabı burada tamamlayacağım kararım kesin. Yaklaşık bir buçuk yıl daha  buradayız yani. Buranın kaosunun tadı ayrı oluyor çünkü. Şaka bir yana bu piyasada ben kimseye 70 lira verin kitabımı alın diyemem. Hepiniz öğrencisiniz ve benim vicdanım buna elvermez. Zamanı geldiğinde artık telif mi almam ne yaparım bilmiyorum ama yine piyasaya göre uygun çıkartmaya çalışacağım kitabı. Ama öncelik şu an burada sizinle olmam... Bana bu daha özel geliyor.

Yarım milyon kere öpüyom sizi. Umarım haftaya görüşürüz beni delirtmeyin aklımda güzel bir smut var sdfjdsf

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum.

-Kaos.

Continuar a ler

Também vai Gostar

10.2K 592 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...
182K 15.2K 40
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
15.9K 198 17
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
264K 23.2K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...