𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂

Door matenoya

3K 542 400

Ölü ruhum şuan bir çöplüğe yaslıydı ve terkedilmişti. Ev sıcaktı. Bakışlarım bir anda salonun her köşesinde d... Meer

Giriş.
IVV1:
IVV2
IVV3
IVV4
IVV5
IVV6
IVV7
IVV8
IVV9
IVV10
IVV11
IVV12
IVV13
IVV14
IVV15
IVV16
IVV17
IVV18
IVV19
IVV20
IVV21
IVV22
IVV23
IVV25
IVV26
IVV27
IVV28
IVV29
IVV30
IVV31
IVV32
IVV33
IVV34
IVV35

IVV24

44 13 2
Door matenoya


Bir his, 

dudaklarımdan önce zihnim okudu ve gözlerim usulca kapandı. Olduğum yer aslında bir hastane bahçesiydi lakin ruhumun başka bir anda olduğunu seziyordum. Ben bugündeydim, ruhum ise geçmişte ki bir çocuğun göğsünde yeniden var olmuştu. Rüzgar sıcak esişini yüzümde dalgalandırdığında burnumun sızladığını hissettim. Anlamlandıramadığım bir duygu yükünün altında eziliyordum. Öylesine acizdim ki saçlarıma dokunan rüzgarın okşayışı bana şefkati hatırlatıyordu, daha önce hiç bilmediğim bir şefkati özletiyordu.

Bir his, diye başlıyordu cümleye. İçinde bir his olmakla, bir hissin içinde olmak zannedildiği kadar yakın haller değildi.

  Kendimde arayışıma dönüyordum gizliden gizliye, bedenim hafiflerken tüm yükü şuraya bırakıyordum- parmaklarım yanağımdan şakağıma çıkıp mecazen aklımı gösterdi- biliyordum ki uzaktan bakan birinin bana acıması mümkün dışı değildi.

  Rüzgar ansızın estiğinde elimde tuttuğum kitabın yaprakları tenessür olup etrafa saçıldı. Refleks olarak sıkıca tuttuğum kitaba başımı eğip baktığımda öncesinde üzerini çizdiğim bir sözü gördüm. Bu satırların gelmesi gereken an değildi, yersizlik ediyordu çünkü ihtiyacım olan bir şeyleri hissedebiliyor olmamdı lakin nasıl da asabımı bozmuştu şu satırlar. Edebiyatçılar şüphesiz böyleydi, yeri zamanı olmadan kelam ilmiyle insanın aklını karıştıran şiiri, sözü söylerdi. 

  Hiç bir zaman onları anlamayacaktım, özellikle bu vasıf yolunda ilerlemek isteyen o adamı. Belki de çoktan evin önünde oturmuş geri dönmemi bekliyordur. Öncesin de umursamazdım lakin artık alelade bir husumetsizlik yaratıyordu.

"Milhan," Avuçlarım arasında sıkıp kırışıklık verdiğim kitaptan ancak bana seslenildiğinde el çekmiştim. Mısra üzerinde ki beyaz önlüğünün ceplerine ellerini sokmuş ağır adımlarla bana doğru yaklaşıyordu. "Biraz daha iyi misin?" Bir saate aşkın öncesinde yukarıda seansım arasında fenalaşmış, doktordan aldığım mahcup bir izinle bahçeye inmiştim, bana iyi geleceğine emin olduğum kitapta doğru ana geçerken ne yazık ki o da sinirlerime dokunmuştu.

"Bugünü iptal etsek?" İstek değil de daha çok ihtiyaçtı bilhassa artık eve dönmek istiyordum. Mısra bankta ki boş kısma oturup hafiften bana döndü ve kafasını benimle göz teması kurmak adına eğdi.

"Sen seansını bitirmeden Eylül hoca gitmez. Ayrıca senin yüzünden diğer hastalarına da geçemiyor, prestijli bir kadındır kendisi." Küçük tohumlu- beyaz bahar çiçekleri tepemizden düşerken, havada bir tanesini kapıp avucumun içine hapsettim o sırada bulabileceğim bir bahane arıyordum ama doğru bir plan şekillenmiyordu aklımda hatta bazen ne söyleyeceğimi kuramıyordum. Kendimde yitirdiğimi fark ettiğim en berbat olay buydu işte; darmadağındım.

"Üzerime biraz daha gelirse onu öldüreceğimden emin ol." Dedim düz ve jestsiz.

"Cezada almazsın bak." Aynı ciddiyetle konuştuğunda gözlerim benden bağımsız yana kayıp ters ters ona baktı. Dudakların da sıkıntılı bir gülümseme peyda ederken koluma elini dolayıp bedenimi biraz zorlansa da ayağı kaldırmıştı. "Aslında söylememem gerek ama yine de bir sakınca görmüyorum," Bahçenin bahar kokusundan uzaklaştıkça genzime iyodoform kokusu doluyordu ve bu da bedenimi hastalıklı biri ilan ederdi. Gerçekliğe sıyrılmak gibi ya da uykudan uyanmak, sıkıntılı tarafı ise; istenmeyen bir hayatı yaşamaktı. "Özdemir aradı," ilgimi anında kendisine çektiğini anladığında devam etti, "Seni sordu, tedavinin nasıl ilerlediğini ve senin zorlanıp zorlanmadığını." Mısra'nın bir çok kez gizliden gizliye kısa kestiği konuşmaları yakalamıştım ama onları Özdemir'le yapıyor olabileceğine inanmamıştım. "Sana hâlâ kırgın olduğu için belli ettirmek istemedi kendisini ama gizli gizli arıyor beni seni merak ettiği için." Kolumu elinden hafifçe çekip kurtardığımda bana yana eğdiği yüzünden bakıyordu. Kısa bir tebessüm merasimi yapıp; "Sevindim." Dedim, inanmadığım lakin inanmak istediğim şeye karşın.

 Soluk soluğa çıktığım odaya yeniden girdiğimde doktor sıcak çayını yudumluyordu. Beni gördüğünde yakın gözlüğünü çıkarıp, eliyle masasının iki tarafına konumlandırılmış sandalyelerden birini işaret ederek, "Buyur gel, bende seni bekliyordum." Dedi. Mısra sırtıma dokunup içeri girmeme destek olduğunda adımlarım tutuk bir şekilde odaya adımladı.

"Hocam, seansınızda odada durabilir miyim?" Mısra bana güven vermek adına hafiften gülümseyip, ricasını sunduğunda doktor ellerini beyaz çay fincanından ayırıp; "Uygun olmaz Mısra daha sonrasında istişare edebiliriz ama." Mısra'ya bakıp sorun olmadığını belirterek çıkmasını ifade ettiğimde o da daha fazlasına ısrarcı olmadan odadan çıkmıştı.

  Sandalyeye daha rahat oturup ayağımı ayağımın üzerine attım, geniş gövdeli sandalyenin işlemeli kolunda yaslı olan dirseğimin yukarı uzanan eli kafamın hizasında duruyor ve işaret parmağım orta parmağımla şakağıma basık yerini almıştı. Kişisel algılanması istemem ama psikiyatrilerin tedavilerinin sınırlı olduğunu düşünüyordum, sadece oturdukları yerden dinleyip stabil sorular sorarak belirli belirtilerden yola çıkarak işin sonunu ilaca bağlamalarından da bunu anlayabilirdik.

Daha fazlasını görecek kadar kabiliyetleri yoktu.

"Şimdi nasıl hissediyorsun?" Turuncuya çalan saçları jilet gibi omuzunda dümdüz, keskin hatlı yüzünde kapatmaya çalıştığı çilleriyle biraz daha yumuşamış lakin gözleri disiplinli bakıyordu.

"Beni tekrar neden çağırdınız?" Ağır hareketleri dönen sandalyesini hafiften sarstığında sabit tuttuğu bakışlarının aksine elinin altına bir kağıt çekip ezbere bildiği yöne uzanarak kalemini aldı.

"Henüz bitmedi seansımız o yüzden gelmenizi bekledim, isterseniz kaldığımız yerden devam edelim?" Kaşlarım çatılır gibi oldu ama tekrar ifadesizliğine geri döndü. Parmaklarım bir süredir uzatmaya karar verdiğim yine de çok fazlasına çıkmayan kısa kirli sakalıma ulaştığında onun gözlerini takip ediyordum, gerçekten ne kadar dikkatli ya da kontrollüydü ölçmeye çalışıyordum.

"Bana ilaç yazıp gönderebilirsiniz. Zamanınızı çalmak istemem." Dudak kenarı hafiften yana büküldü ve gözlerine parlaklık geldi.

"Henüz sizde ki olağan duruma teşhis koyamadan nasıl ilaç yazabilirim?"

"Ben size anlatayım; geçmişten kalan bir travmam var aynı zamanda geçmişe dair hatırladıklarım avuç içini bile doldurmaz. Mısra öncesinde de tedavime tanıklık etmiş biri, eski teşhisim amnezi ve bir de olmayan anıları kurup durduğum için konfobulasyon." Öz bilgimi bu kadar kısa anlatmış olmam biraz hayrete düşürse de beni, düz ifademden taviz vermedim.

"Bu kadar eminsen, neden uygun tedaviyi de kendine uygulayamadın Milhan bey?" Çenemi dikleştirip, söyleyebilecek bir somut kanıt aradım lakin ellerim bomboştu. "Anlıyorum, demek ki doğru bir yol izlenmemiş sizde." Önüne ince dosyayı çekip sayfalarını göz ucuyla okuyup çevirdi ardından asıl yeri bulduğunda şeffaf dosyadan çıkarılan kağıt önüme bırakıldı.

"Önceki tedavilerinizin epikrizi. İki kere olmak üzere hastaneye yatırılmış lakin kısa sürede tedavinize karar verilmiş." İşaret parmağının gösterdiği cümleyi okuduğumda benim adıma devralıp sesli bir şekilde; "Şok tedavisi gördüğünüzü biliyor muydunuz?" Göz kapaklarım kırpılmayı, nefesim ciğerime gitmeyi yarıda kesmiş tabiri caizse dona kalmıştım. Ne okuduğum cümlelerden çekebiliyordum bakışlarımı ne de konuşmaya itebiliyordum kendimi. Yalnızca kesik kesik kafam sallanıp durdu. "Milhan bey, sizin şuan yaşadığınız sıkıntılı unutkanlığın altında yıllar önce tedavide şok kullanılmasından kaynaklanıyor. Şimdi sizden pekâlâ ne hatırlıyorsanız anlatmanızı istiyorum." Kağıdı önümden çektiğinde zorlukla kafamı kaldırıp yüzüne baktım ve kesinlikle alay eden yahut küçük düşüren bir ifade yoktu aksine olabildiğince net ve ciddiydi.

"Bunu neden şimdi öğreniyorum?" Kime soruyordum? Kendime mi yoksa henüz yeni tedavimle ilgilenen psikiyatriye mi? Burada olmuş olsaydı direkt Mısra'ya sorardım çünkü bu zamana kadar ne konusunu açmış ne de bilgilendirmişti beni. Tahmin dahi edemezdim. Güvenmiştim ona, benim en hassas eksikliğimi bilen biriydi tedavi sürecimde de yanımdaydı ama şimdi öğrendiğim şeyde neydi böyle? Zihnim resetlenmiş ve bunun eksikliğiyle aciz kalmıştım.

Psikiyatrist, yüzüne düşürmekten korkmadığı hüzünle gözlerini benden çekip kapıya doğru baktı, onunda bu konu hakkında zanlı tuttuğu ilk kişi Mısra'ydı bunu anlayabiliyordum lakin artık arkadaşım hakkında öğrendiğim yeni şeyler kırmıyordu beni aksine tam da beklediğim gibi üst üste kartları açılıyordu.

"Mısra belki de senin iyiliğin için söylememiştir." Kendisi de söylediği yalanı dibine kadar biliyor lakin inanılması için olabildiğince ciddiyetini tutuyordu.

"Ben hakkımda en önemli olan hususu şuan öğreniyorum Eylül hanım. Mısra'ya güvendiğim için kendim adıma hiç bir araştırma yapmadım." Sert bir mizaç değildi, tahammülsüz bir tavırdı. Kendime yediremiyordum daha doğrusu kabul edebileceğim tek bir neden yoktu. Ne affedilebilirdi ne de göz ardı. "Rica ediyorum hakkımda öğrenmem gereken başka bir şey varsa şimdi söyleyin."

  Boynunda boncuklu iplerle astığı gözlüğünü burun ucuna yerleştirip; "İkimiz de birbirimize dürüst olalım Milhan." Bana bakmasa da kafamı belli belirsiz salladım ve söyleyeceği kelimelere pür dikkatimi verdim. "Yirmi yaşlarında bu hastaneye Alçun Ziyad tarafından getirilmişsiniz. Tanıyor musunuz kendisini?" Teğet etmek adına saniyelik olarak kafasını kaldırmadan yalnızca gözlerini dikti yüzüme. "Abim." Tükenmiş son soluklu bir nefesle mırıldandım, şükür ki anlayıp tekrar ettirmemişti. Göz kapakları aşağı düştü kağıdın üzerinde acele etmeden ilerledi. "Pekâlâ," Gözlüğünü aniden çıkarıp dosyayı kapattı ve yüzünü bana çevirdi.

"Ne oldu? Başka bir şey yok mu?" Elleri masanın kenarında birbirine geçirildi, zor ki yüzünde ki ifade okunmayacak kadar belirsizdi.

"Bu bir belge olduğu için başka notu yok." Yalan söylüyor. Orada sadece bundan bahsediliyor olamazdı. Mısra gibi yalan söylüyor, kendini kapalı kutuya gizliyordu.

Bir his, tam göğsüm ve aklım arasında. Güvenim kırık bilhassa kendimi dahi suale tutmamak için dişlerimi sıkıyorum. Dişlerim baş ağrıtıcı bir ses çıkardığında yanak içime geçirip etlerimi koparıyorum. Stres, ruhum tarafından geçişini onaylatıp afet gibi zelzele yaratıyor hasmımda. Ellerimi kontrol edemiyorum şu sıralar, parmaklarımın ucunda tarifi olmaz karıncalanmalar bir süre sonra diken diken bakıyor. Sanırım hemen şimdi, terlerin yığın olduğu yüzümde gerginliği gösteriyor olmalıydım ki karşımda ki kadın kaşlarını çatıp inceledi ifademi.

"Su ister misiniz? Solgun görünüyorsunuz, bana sıkıntınızı anlatır mısınız?" Dudaklarım yapış yapış aralandı ama boğazımda ki yersiz ağrı konuşmama izin vermedi. Aslında ne söyleyebileceğim de belirsizlik denizinde dibe çekilenlerdendi.

"Ailem," Yutkundum, peşin sıra tekrar bir yutkunuş geçti gırtlağımdan. Gözlerini kısıp söylediğim cümleyi anlamaya çalıştı lakin ben henüz bir şeyler söyleyememiştim sadece duraklarım savsakça hareket ediyordu ama çıkan tek bir kelam yoktu.

"Aileniz mi?"

"Ailem nerede?" İkimizde kulak sağır eden beyaz acı kokulu odanın havasını sessizlikle soluduk. Doğru kişiye mi sordum bilmiyorum ama kimsesiz bir adamın hâlâ kendini dinlettirebileceği insanlara denk geliyorsa bu fırsatı kaçırmak istemezdi, bende tam olarak bunu yapmaya çalışıyordum işte.

"Bana bunu siz söyleyebilir misiniz? Ailenize ne olduğunu hatırlıyor musunuz?" Kafamı çevirip eğdiğim yerden avuç içlerime baktım. Soğuk ve bembeyazdı. Sırtımdan akan terde bu hisle aynıydı. Göz çevremde hissettiğim acıyla, burnumda ve kulaklarımda sızlama hissettim. Nefesimin ritmi ağırlaşırken gözlerim gözlerine doğru kalktı,

"Ben, hatırlayamıyorum." Cümlemin sonunda kopan nefesimi duyduğum da dumura uğramıştım. Bu, beklemediğim bir eylemdi. Yüzümü yalayan yaşları da ellerimi yanaklarıma bastırdığımda hissetmiştim, kendimden neredeyse habersizdim sanki ruhu olduğum bu beden bir başkasınındı ve onun sonrasında ne yapacağını kestiremiyordum.

"Pekâlâ sorun değil. Size bu konuda yardımcı olacağımdan emin olmanızı istiyorum." Psikiyatristin arkasında kalan duvara ilgimi verdim, orada sayamadığım kadar çerçeveletilmiş başarı belgeleri, dört tane üst üste duvara monte edilmiş cam raflarda ödüller ve şahsı adına yazdığı kitapları sergileniyordu. Sonra odanın tamamını inceleme şansım vardı, yabancı bir yerdeydim. Karşımda ki kadına içimde kopan fırtınanın izahını dahi açıklamak istemiyordum. Sadece,

"Nereye gidiyorsunuz?" Ayağı kalkıp sandalyenin etrafından dolaşarak kapıya doğru ilerledim. Nereye gidiyordum?

"Daha sonra geleceğim." Elim kapı kulunu kavradığında henüz kapıyı açamadan nutkumu kesen cümleyle yerime mıh gibi çakıldım.

"Sen biliyorsun." İki kelime, basit bir şekilde odanın içinde yankılandı. Bakışlarımdan önce üstüme çektiğim kara bulutlarda defalarca kez şiddetli çarpışmalar meydana geldi ve gök yarılıp yeri sarstı. İnsanın hiç parmak uçları kopar gibi içten içe batar mıydı? Yanar mıydı, boğazına kadar?

"Zihninde saklanmış anıların var. Birilerinden cevap beklemene gerek yok, tümüyle sende her şey." Psikiyatrist bir kez daha konuşacağı zaman masasının üzerinde antika süslü telefonu çaldı, gövdesinden ayrılan telefon gürültüyle yukarı kaldırıp ahizeyi kulağına yasladı. Sırtımı kapıya yaslayıp düşünülebilecek ufak kırıntılı güvenim dahi olmayacak kadına baktım tepeden. "Bugünlük Rana hanıma yönlendirin, hasta tedavim uzayacak. Kimseyi sakın içeri alma." Dedi, telefonun diğer ucundaki kişiye ve aynı çeviklikle telefonu kapatıp ona dönen yüzüme, çenesini hafiften dikleştirip baktı. Parmaklarım yaslandığım kapının üzerinde yerine oturtulmuş anahtara ulaştı ve tek çevirişte kapıyı kilitledim.

"Sana güvenmiyorum." Ağzımda yankılanan sesim kabaca ortamıza yayılıp iletişim tellerini kurmuştu. Ondan sadece onay sunan kabullenişi gördüğümde adımlarım tekrar masasına yönlendi, bu defa sandalyemi çekip dikenlerin üzerinde oturur gibi temkinle yaklaştım.

"Güvenmeni istemiyorum. İyi bir iletişim ve sonucunda da elde tutulur bir netice varmamızı istiyorsan, iş birliği yapmalıyız." Sandalyesinde öne doğru kayıp benimle birebir göz temasını kurdu. "Sorun çıkarmazsan da bu işin altından kolayca kalkabilirsin. Yani anlayacağın her şey yine senin ellerinde." İpleri avuç içlerime bıraktığında kendi cephemden buz kütlesi kırılıp eriyerek imha oldu.

"Tek şartım var. Nasıl bir ilerlemem varsa bana, bir tek bana söyleyeceksin. Eksiğim de fazlamda ben harici kimseye bildirilmeyecek." Hızlı bir onay aldığımda sırtımı koltuğun sert gövdesine yasladım. İnancım neredeyse yoktu ama kendim için taşın altına elimi uzatmaktan kaçınmayacaktım.

"Ne kadar eskiye gidersen o kadar kazanırız. Bu hemen olmaz lakin senin azmine göre hızlanabilir." Sandalyesinden kalkarken, "Lütfen karşı da ki terapi koltuğuna geç daha rahat olmanı istiyorum." Eliyle gösterdiği yere baktım, kafa kısmı yatırılmış oturduğum koltuğa nazaran daha rahat duran kadife dokulu freud koltuğun üzerimde nasıl bir alameti olacağını düşünerek geçip dediği gibi koltuğa yarı uzanır halde oturdum. Şuan dahi parmak uçlarımda kasılmalar hissediyordum.

"Milhan, en çok neyi hatırlama ihtiyacı duyuyorsun?" Parmakları göz kapaklarım üzerine dokunur gibi olduğunda refleks olarak gözlerimi kapattım ve nereye koyacağını bilmediğim ellerimi bacaklarımın kenarlarına sıkıştırıp koltuğun üzerinde sabitledim. Tekrar sorduğunda kendime düşünmek için zaman tanıdım. Hatırlamak istediğim neydi? Geçmişten neyi koparıp almalıydım kendime? Nerede olmalıydım şu anda? Düşündükçe sorularım artıyor, cevapsızlıklarıyla tepemde bir bulut gibi asılıyordu. Algılarımı tamamen açıp Eylül hanımın da yerine geçip geçmediğini sezmeye çalıştım lakin girdiğim düşünce denizi öylesine derindi ki gerçeklikten yavaş yavaş uzaklaşıyor ve ellerimde sinir boşalması olmaya başlıyordu.

"Bir." Bir mi?? Duyduğum ses daha doğrusu algıladığım tek tını buydu. Bir geri sayımdı, peşin sıra kulağımda git gel yapan ritmik bir metalik ses beni olduğum yerden boşluğa bıraktı. Vücuduma kilit vurulmuşta hareketim sınırlanmış gibiydi, ne çok belirsizlik vardı saliselik vaziyette ama ben boşlukta yürüyordum yahut öyle sanıyordum. Artık bedenim hakkında hiç bir şey hissetmiyordum.

  Gözlerim usulca açıldığında karakoldaydım. Önümde ki koltukta abim ve karşısında Deniz oturuyordu. Karşılarında ise mevkisine yeni atanmış bir polis. Buradaydım ama gözler beni görmüyor, umursamıyordu.

Kim bunlar? Zihnimde yankılanan sese karşın, temkinli davranarak; "Abim ve arkadaşı Deniz." Dedim. 

"Deniz, bunu yapmam çok fazla sıkıntıya sokar bizi." Polis sanki mevkisini bir kenara bırakmış, karşısında ki adama kendini sıkıntıyla anlatmaya çalışıyordu. Neler oluyordu?

"Ne işime yarıyorsun o zaman? Burada söz hakkın dahi yoksa seninle işim olmaz." Ellerimi bacaklarım arasına sıkıştırıp tenimde gezinen ürpertiyle neler olduğunu çözmeye çalışıyordum. "Elimde olan bir şey değil Deniz ne olur anla beni. Hayatım biter." Polis biraz daha eğilip sesini olabildiğince alçakta tuttuğunda Deniz sıktığı yumruğunu masaya vurup ayağı kalktı. "Benim hayatım bittiğinde sen nasıl devam edeceksin çok merak ediyorum." Polisten gözlerini çekip abime doğru çevirdiğinde ancak o zaman abimi inceleme şansım olmuştu; yüzünde ki karmaşa sakinliğinden ötürüydü. Oturuşu dik ve elleri koltuğun iki yanında serbestçe duruyordu. Gölgeli bakışlarının yerini anlayamadığım bir ifade almıştı. Onun burada ne işi vardı bilmiyorum ama konunun ucunda oturduğu aşikardı.

"Dışarıda konuşalım." Duyduğum sesle dönüp polis ve Deniz'e baktım yeniden. Deniz'in üstünlüğü benim bile ruhuma baskı uyguluyordu. Bu polis kim? Diye sordum kendi kendime ardından zihnimde bir başka ses yankılandı;  Polis mi? Şuan tam olarak neredesin Milhan?

"Şimdi olmaz, akşam evde konuşuruz." Öyle dalıp gitmiştim ki irislerime denk gelen gözlerle neredeyse korkuyla titreyecektim, Deniz beni fark etmişti. Bana bakıyordu ve aklından geçenleri çok iyi biliyordum; 'bu çocuk bizim için tehlike' dudaklarının tek çizgi oluşu ve gözlerinin ağır ağır kısılması tam olarak bunu gösteriyordu. Bu an çok fazla tanıdıktı ve dejavu yaşıyor gibiydim.

 Deniz varlığımdan olduğunca rahatsızdı. Bana doğru bir adım attığında oturduğum koltuğa her an sinebilirdim lakin ikinci adımına fırsat olmadan önümde görüşümü tamamen kapatacak bir set çekildi. Abim önüme geçmiş ve ayakta farzı misal duvar gibi durmuştu. Arkasına doğru uzattığı elinin işaret parmağı dik bir şekilde dururken diğer parmakları avuç içine kapalı duruyordu. Bir durum vardı, anlayamasam da korkum ciddi anlamda ritmi bozulmuş kalbimi zorluyordu.

"Alçun, bu çocuk bizim için tehlike." Az önce zihnimde söylenen sözler şimdi eksiksiz Deniz'in ağzından dökülmüştü. 

"Bizim için bir tehlike varsa o da; O'nun beceriksizliğinden olur." Abim hedefi benden şaşırtıp polise karşı atıfta bulunmuştu. Kafamı yukarı kaldırıp geniş omuzları tutan sırtına baktım. Hissettiğim bu duygu neydi böyle? Onun tarafından korunmak beni bu kadar çok mu etkilemişti? Abim beni, diğerlerinden sakınıyordu. Aslında değer verdiği biri miydim ben onun gözünde? Ben nasıl farkına varamadım bunca zaman?

"O halde tüm olup bitenleri neden saklıyorsun kardeşinden?" Deniz'in hedefi ise benden şaşmamıştı. Tam abimin yanından kafamı uzatıp onlara bakacaktım ki; abim arkasında sakladığı elinin işaret parmağını kapıya doğru çevirdi. Bu kesinlikle almam gereken tek işaretti. Az önceden beri sıkı sıkıya birbirine bastırdığım bacaklarıma can gelmiş ve oturduğum sandalyenin yere düşmesini umursamadan yerimden fırlayıp aralı kapıdan bedenimi sıyırarak çıkarmıştım.



"Milhan, ne konuşuyorlar?" Su altı boğukluğunda yankılanan ses kulak içimde gittikçe yakınlaşırken gözlerim aniden açıldı, nefesim ise gerilmiş ciğerime hışımla dolduğunda derin solukla uzandığım koltuktan kalktım.

"Sakin ol Milhan, gördüklerin sadece birer anıydı. Şuan buradasın, bak odadasın." Eylül hanım bana, geri dönmem için olduğumuz anı hatırlatırken şaşkınlıktan nerede sabit kalacağını şaşırmış gözlerim beyaz duvarlarda geziniyordu.

"Ne oldu?" Elimin altındaki kadife yumuşaklık dikkatime mani olurken sonunda Eylül hanımın karşıma geçmesiyle ona kaldırdım bakışlarımı.

"Bir polisten bahsettin. Abin ve Deniz diye biriyle karakoldaydın." İki elinde tuttuğu kalemin uçlarıyla oynarken iç çekip hâlâ oturduğum koltuğun kenarına kurulmuştu. "Bana neler olduğunu anlat Milhan." Sesi o kadar sakindi ki, yeniden bir düşün içinde olup olmadığımı anlamak adına parmaklarımı dizlerime bastırıp içimden kendimi dizginlemekle uğraştım.

"Polisi tanıyorlar." Ağzımdan çıkan cümleyle kaşlarımı çatıp, boğumları beyazlaşmış parmaklarıma baktım.

"Pekâlâ, bana gördüğün her detayı anlatır mısın?" Dişlerim dil ucumu ezerken gördüklerimi tekrar düşündüm. Polis ve Deniz birbirini tanıyordu ama abim onlardan soyutlanmış gibiydi daha doğrusu onlarla bir hukuku olduğunu belli ettirmeme taraftarıydı. Neden oradaydık bilmiyorum ama eğer abim yüzündense bu hadiseyi nasıl Eylül hanıma anlatabilirdim? Düşünmeliydim, öylece anlatabileceğim bir şey değil bu. Önce neler olduğunu kendimce çözmeliydim.

"Seni dinliyorum Milhan," kolumda hissettiğim destek dokunuşuyla hızla aklımda kurabildiğim en basit senaryoyu kurdum.

"Pek emin değilim, abim ve Deniz'le oradaydım. Polis memuruyla Deniz arasında bir husumet vardı bir şey üzerine tartışıyorlardı ama abim konuşmuyordu." Her nefes almak için sustuğumda kulağıma basınç yapan sığ sessizlikten ötürü rahatsızca kıpırdandım. "Sonra benim duymamı istemediler ve çıkmamı söylediler."

"Neden o ana gittin?" Gözlerime kadar düşmeye meyilli kaşlarım çatıldıkça yavaşça başımı kaldırıp Eylül hanıma bakmıştım. "Nereden bileyim ben? Ayrıca bana burada ne yaptın anlamadım. Konuşacaktık ama sen beni uyuttun." Sarsılmış güvenim boynuma bir halat gibi geçirilmiş sallanırken, alabildiğim en gergin hatlarımla bağırmamak için zor tutuyordum kendimi. Ayağı kalktığım da bana oranla gayet sakin olan Eylül hanım sadece; "Böyle her istediğinde kaçamazsınız Milhan bey," dedi ve hemen arkasından, "Başka kaçar yolu yok üzgünüm, anlaşmamıza sadık kalırsanız ikimiz içinde kolay olur." Katlanmış paçalarımı düzeltip sandalyenin üzerinden küçük el çantamı aldım ve yüzümden aniden o korkunç ifadeyi silip hafiften gülümseyerek.

"Bunun bilincindeyim Eylül hanım, bugün için teşekkür ediyorum." Bana umutsuzca baktığında; "Lütfen bir sonra ki seansımıza kadar bana izin verin." Elini hafiften öne uzatıp yarı ikna olmuşluğuyla, ince dudaklarına silik tebessümünü bırakarak, "Tabii ki, sonra ki seansımızda sizi bekliyor olacağım." Zora ki gülümseme dudaklarım da tek çizgi halini alırken tamamen düşüp rengimi belli etmeden kapının kilidini açıp dışarı çıktım.

"Milhan ne oldu, ne konuştunuz?" Kapının pervazında bekleyen Mısra'yı aniden önüme çıktığında fark etmiştim, kendimi kontrol edemeden irkilmiştim. Zaten düşmeye isteği olan dudaklarım daha çok gerilmiş ve sırtım refleksle duvara yaslanmıştı.

"Sakin ol Mısra, bir şey olduğu yok. Ayrıca sen gitmemiş miydin, ne işin var burada?" Ellerini üstünde ki beyaz önlüğün derin olmayan ceplerine yerleştirdiğinde tam da bu soruyu bekliyormuş gibi kendinden emin bir halde karşımda durdu.

"Senin için tabii ki. Ben harici başka bir doktorla konuşmamıştın o yüzden gergin olacağını düşündüm, seni yalnız bırakmak istemedim." Yarıya kadar düşürdüğüm kapaklarım gözlerime ancak açıklık vermiş ve aralıktan ifademi arkama saklayarak düz bir şekilde ona bakmıştım. Adını sanını bildiğim bu kadın kimdi? Ona şimdi hemen burada; bana neden yalan söyledin yahut şok tedavisini benden neden gizlediğini sormak istiyordum. Cevapsız kalacağını bilsem dahi ona daha bir çok soruyu sert bir dille söylemek istiyorum.

"Milhan?" Elini gözümün önünde bir tur salladığında karanlık düşüncelerimin perdesi gözümden kalktı. ''İyi misin?'' Gülümsemesi hala oradaydı ama bana hiç bir şekilde geçmiyordu.

"Eve gidip dinleneceğim." Ondan yana söylenecek hiç bir sözü duymadan hızlı adımlarla yanından ayrıldım.

-

Dizlerim karnıma kadar çekili, elim yüzümü kavramış diğer elim dirseğime sarılı. Ayaklarım birbirine dolanmış çekilmişim bana ait olmayan köşeye; bazen düşünüyor bazen o yetimi de kaybediyorum. Yalnızlık dahi uzak benden, ben esiri olmuşum fikrime işlenmiş cümlelere. En çokta yersiz yurtsuzluğuma doluyor gözlerim, kendimi bile unuttuğum anlara, kimsesizliğime. Duygularımdan geriye kalan öfkeme ağlamak istiyorum, başlangıcını göremediğim kinime; ah o kinim ki nasıl acılı içten içe kemiriyor mühecimi. Manevi zevklerimden kırıntılar arıyorum lakin ruhani derinliğim acımasızca boğuyordu.

"İçinde bir his olmakla, bir hissin içinde olmak birbirine zannedildiği kadar yakın haller değildi." Dudakları yine eşsiz bir şarkıyı okur gibi okumuştu şiiri. Moderatör utangaç bir gülümseme sergilerken, televizyonun ekranına yansıyan Vefa kendinden emin bir halde bakıyordu. Bu işi nasıl yapacağını biliyordu çünkü. Şiir onun konuşma üslubuydu bu yüzden nerede hangi kıssayı söyleyeceğini şüphe etmeden iletirdi. "Bu etkileyici. Vefa bey, şiire olan ilginiz sanki sizi daha çok tanımlıyor gibi." Moderatör elinde tuttuğu kağıda kısa bir bakış attıktan sonra Vefa'yla göz temasını sürdürdü.

"Nazan Bekiroğlu'nun kaleminden. Ben yalnızca onların eserlerine ses olabilirim," Sona doğru durgunlaşan halini düzeltmeye çalışsa da dudak kıvrımları artık gülümseme tadında değildi. Kehribarları parlak, göz yaşını lehine kullanıyordu. Onun içinde farklı bir kimlikle yaşamak kolay değildi, farkındaydım ama umursamıyordum çünkü bu yaşamı kendisi istemiş bilhassa kurmuştu. "Ben sanatı yalnızca resimde hissediyorum aslen." Dilinin yandığını anladım. Cümleler benim adıma doğruydu ama onun için giyebileceği bir kaftan değildi. Şimdi ekranda yansıyan görüntüsü çok daha içler acısıydı ama konuşmaya devam etti. "Şiir bir yere kadar. Şairler, okudukça herkesin farklı hissetmesini ister ama ben net bir şekilde insanların görmesi gereken eserler üzerinde çalışıyorum." Bedenen orada Vefa vardı ama cümleleri tamamıyla bana aitti ve şuan ondan bunları duymak hüsrana uğratıyordu beni. İnsan dışarıdan kendini izleyebilseydi belki daha dikkatli olurdu her eyleminde. Kendimi onda görmek, korkarım ki daha çok acıma hissine bürünüyordu bende. 

"Bunu sizden çok kez duydum Vefa bey, yaptığınız eserlerde ortak bir duygu çıkarımı olsun istiyorsunuz, neden?" Sessizce programı izlerken kendimce soruyu cevapladım;

Çünkü eğer acı doluysa bir eser, insanın gözlerini yakmalı; canına değmeli o ateş ve yalnızca acı duymalı. Kim ayrılığın resmin de aşkı arar? Kim ölüm de yalnızlığı hisseder? Eserlerim de herkes aynı şeyi hissetmeli çünkü bir ölüm herkesi korkutmalı, bir ayrılık herkesi kaygılandırmalı. Aynı tadı tattıramazsam, baştan kusurludur o eser.

Elim, avuç içini çene çizgime paralel olarak yerleştirirken moderatörün sorusuna, elleri birbirine dolanmış Vefa kısa düşünmesinden sonra kırık gülümsemesi eşliğinde; "Görmelerini istiyorum, acılarımı, hüznümü, özlem duyduğum mutluluğu. Eğer ben ruhuma kadar yanıyorsam eserlerimde, yanmalı bakan herkes. Ben özlüyorsam, tablolarımı inceleyen gözler yalnızca özlemeli." Bilgisayarın ekranına sinirle bakıyordum. Bu doğru değildi. Vefa nasıl izah ediyordu? Biliyordu bu konuda ki hassasiyetimin neden olduğunu ama orada kurduğu cümlelerde neydi öyle? Ben böyle mi istiyordum yani? Gözünde çok yanlış görmüş beni.

"O tablolar benim Gülşah hanım, ben acı kaybım için ağlıyorken biri mutluluktan ağladığımı sansa ne kadar doğru olur? Bu yüzden hassasım bu konuda" Uzanıp bilgisayarın ekranını kapatacağım vakit kamera direkt Vefa'nın yüzünü kadraja aldı ve kehribarlar benimkilere denk geldi. "Aynı tadı tattırmazsam, zaten kusurludur o eser." Dedi. Göğsüm neredeyse yerini terk edecek ve geri dönmesi için sakinliğin suyuna yatırılmam gerekiyordu. Bir elim bilgisayarın ekranında, yüzümde ki ifade gibi donuk duruyordu.

"Bakış açınız çok farklı Vefa bey, bakın şu an bizlere bir çok mesaj geliyor hakkınız da gerçekten herkesin ilgisini hak ettiniz." Moderatör kendini tutamayıp alkışladığın da geniş açıdan alınmış görüntüde hâlâ Vefa'ya bakıyordum. Vefa bende bunu mu görmüştü?

"Burada olduğunda adamın yüzüne dahi bakmıyorsun." Duyduğum sesle bilgisayarın ekranını hızla kapatıp yerime geçtim. Mısra arkamdan dolanıp mutfağa girdiğinde ellerim yüzümü sıvazlıyordu. Sandalyeden sarkıttığım ayağımı yere basıp kafamı geriye atarak tavana baktım ve o aralıkta nefesimi düzene sokup intibahdan arındım. Önüme bir tabak yemek bırakıldığında pekâlâ kafamı kaldırıp yanıma sandalye çeken kadına baktım.

"Onu bu kadar önemsiyorsan, ifade edebilirsin." Suyundan bir yudum alıp aynı zamanda yemeğimi işaret ettiğinde pek oralı olmadan derhal söylediğini itiraz etmek adına; "Onu neden önemseyeyim?"

"Bilemiyorum, ne zaman görsem onu izliyorsun." Omuz silktiğinde, yüzüme oturmasını istediğim sert ifadenin yerinde hiç bir jest yoktu.

"İzlemek zorundayım, yanlış bir konuşma yapabilir. Onunla işbirliğim var, beni temsilen de orada duruyor. İtibarımı korumam gerekiyor." Söylediğime güldüğün de dönüp tekrar ekranın kapalı olup olmadığını kontrol ettim sanki daha ne kadar saklayabilme şansım olabilirmiş gibi.

"İtibarın mı? Orada ismin dahi geçmiyor Milhan. Sen bir gölgesin, insanların gördüğü ise sadece o." Kapalı ekranda gezinen gözlerimi daha fazla yormadan oradan çekip tekrar muhatabıma çevirdim o sırada yüzümü düşürecek başka bir laf çıkmıştı ağzından.

"İçine kapanma işin yormuyor mu seni?" Elinde ki küçük diyet sandviçini ısırıp yana eğdiği kafasıyla samimi bir halde göz temasımızı kurdu. Ona güvenmiyorum ama bazen ağzıma dolan ne varsa konuşup kurtulmak istiyordum.

"Yıllardır yaptığım için zorlanmıyorum." Kapalı kutu. En doğrusu buydu keza başka türlü ilerleyemezdim.

"Milhan," eli kendime çektiğim dizimin üzerinde yerini aldı. "Güzel dostum, lütfen daha fazlasını yükleme kendine." Elini iteceğim vakit avucumun içine itti elini ve sıkıca tuttu. "Bir adamın, koca dünyada bir başına kalması kolay değil. Ailesiz kalmak, eskiyi hatırlayamamak. Duyguların körelmesi, kendine ve her şeye yabancılaşmak. Bunların hiç biri kolay lokma değil." Siyah irislerinin yarısına kadar dolan gözlerini sükunetle izledim. Burun ucuna kadar kızardı ve yüzüne acıma hissini düşürmekten geri durmadı. "Çok güzel bir adamsın, eğer kat kat kara perdeler çekilmeseydi önüne aynı güzellikle bakardın hayata." Parmağı elimin içini okşadığında, bana hiç bir şeyin geçmediğini fark ettim. Kayıp giden yaşantımın tekrar gün yüzüne çıkıp anlatılması hiç bir şey hissettirmiyordu artık. 

"Özür dilerim," Eğilip hiç beklemeden boynuma sarıldığında bakışlarım açık pencerenin dışında devam eden hayata bakıyordu. "Bana güvenmediğini biliyorum artık ve ben bunun içinde özür dilerim." Sarsılan bedeni hıçkırığıyla birlikte titriyor ve sesi bir o kadar gürültülü çıkıyordu.

"Benden özür dileme, bundan sonra yapabileceğin tek şey bana bildiklerini anlatman olur." Net, sakin çıkan sesimin ağırlığı zamanla üst üste örülmüş alışkanlığımdan dolayıydı, nasıl tabir edilir bilmiyorum; aynı şeyleri yaşadıkça hem inancım hem de duygularım yitirilmişti işte.

"Tüm bildiklerim bu kadar." Onu omuzlarından itip ağlamaktan kızaran yüzüne baktım, şimdi iliklerime kadar hissettiğim o güçlü şey sinirdi.

"Son ver artık! Söyle bana, şok tedavim hakkında bir halt söyle. Bana her fırsatta neden yalan söylediğini açıkla." Göğsünde birleştirdiği elleri sıkılaştıkça dediklerime karşın kafasını olumsuz anlamda sallıyordu. "Bana, ne olduğunu biliyorsun." Sesimde ki gerginlik boynumdaki damarlarımı zorlamıştı. Tenim yanıyor ve aklım bir adım ötesini düşünemeyecek kadar kapalıydı. 

Yumruk yaptığı ellerini tutup bedenini sarstığım da ondan duyduğum tek şey ardı ardına kaçırdığı hıçkırıklardı. "Abimi nerden tanıyorsun?" Korkuyla açılan gözleri, yaşları kusarken çoktan kararan gözlerimi bulmuştu. "Milhan," Ellerim, ellerinden kayıp boğazına sarıldığında hıçkırıklarının yerini hırıltılı bir ses almıştı. "Deniz'le alakan ne?"

Onun yüzünden mi yoksa sinirlerim boşaldığı için mi bilinmez, tepeden tırnağa titriyordum. Dişlerim birbirine geçirilmiş, kasılan bedenime ayak uydururken zihnimde mantığa dayalı tek bir dürtü yoktu. "Bırak," başı ve sonu tekleyen kelime kafamda bir yerlerde dank ediyordu lakin bunu idrak etmek pek zamanımı alırdı. 

"Benden ne istiyorsunuz?" Keşke hepsinin karşısına geçip aynı şekilde sorabilseydim. Elimin üzerine bir medetle tutunan elin teki yanağıma dokunduğun da girdiğim dalgın girdaptan hızla çıktım. Ne yapıyordum ben? Mısra'nın moraran yüzüne baktığımda neredeyse korkudan küçük dilimi yutacaktım. Allah aşkına ne halt ediyorum ben?

"Mısra?" Boğazını sıkan ellerimi çekip bedenimi geriye attım. Mısra yere düşüp boğazını tutarken ses tellerini zorlayacak kadar öksürüp derin derin nefesler alıyordu. Bir başka adımım geriye yönlendiğin de kendine yeni yeni gelen Mısra elini kaldırıp gitmemem için işaret ettiğinde sadece olduğum yerden hayretle vaziyetini izledim. İçime işlenen doruk noktasında ki duyguya karşın ellerimi sıkarak karşı çıkmaya çalışıyordum. İfadesi zor bir şekilde rahatsızlık duyduğum şu anı içten içe nefesimi kesen hazla karşılıyordum. Şaşkınlığım içimde yaşattığım duyguya mıydı yoksa kendime hakim olamayışıma mıydı ayırt edemiyordum. Hem endişeden dudağım uçuklayacak hem de ruhuma büyük bir zevk işleniyordu. 

"Korkma," zoraki konuşmasının arasına giren hırıltılı öksürüğün ardından tamamen kızaran yüzünü bana çevirdi. "Sen, yapmak istemedin. Sorun yok." Titreyen elinden güç alıp ayağı kalkacağı vakit bileği büküldü ve kaybettiği dengesiyle tekrar yere düştü. Kaskatı kesilmiş bedenime, küstahça gülümseyen ruhuma neredeyse hayal kırıklığıyla bakacaktım. Bundan nasıl zevk alırdı? Onu öldürebilirdim ama içten içe bunun verdiği hazdan parmak uçlarım karıncalanıyordu. Ben, böyle biri miydim? İnsanların zayıflıklarından, düşüşlerinden hatta daha ilerisine sebebiyet verecek kadar acımasız mıydım? Kimdi bu içimde yaşayan kişi?

Tek dizim üzerinde eğilip yere oturdum ve elimi hâlâ nefes almakta zorlanan kadına uzattım. Kendime dönmeye ihtiyacım vardı. Ben bu değildim.  "Gel buraya." Titreyen eli, parmaklarıma tutunduğun da onu yakınıma çekip yüzüne baktım. "İyi misin?" Varlığını uzun zamandır hissetmediğim vicdanım şimdi tam göğsümde kor ateşe dolanmış kendini fark ettiriyordu lakin anlam veremediğim bir başka his endişelendiriyordu beni.

"İyi olurum birazdan." Zayıf bedenini göğsüme yaslayıp sığındığında, içgüdüsel olarak sarıldı kollarım etrafına. Unuttum diyebileceğim her ne varsa, unutmak istedim aslın da. Böyle oluru olmazdı işlerin. Sanki yetmiyor muydu bu buhranım bir de vicdanıma liman alacaktım.

"Bir suçum yok Milhan, abin seni hastaneye getirdiğinde henüz stajyerdim." Zedelenmiş sesi elverdiği kadarıyla açılma yaparken elime değen saç uçlarını okşamaya çalıştım. "Şok tedavin hakkında hiç bir bilgim yoktu, ayrıca sana ilk tedavinde bunu açıklamıştım ama sen unutmuşsun." Göğsümde hükmünü süren ağırlık, sanki bir yalana inanıyormuşum gibi sitem ediyordu bana ama şu andan itibaren Mısra'nın bana yalan söyleyebileceğini sanmıyordum.  

''Kime inanacağımı bilmiyorum artık.'' Dedim, en çok inancımı yitirdiğim kadının saçlarını  okşarken. Kollarını etrafıma daha sıkı sardı ve defalarca kez akan burnunu çekip nefes almaya çalıştı.

''İnan bana hakkında başka bildiğim bir şey yok.'' Kafasını kaldırıp direkt gözlerimin içine baktı, ''Abini de yalnızca hastaneye bir kaç kez gelişinde görmüştüm, onun haricinde tanımıyorum.'' 

''Deniz'le bağlantın ne?'' Bunu inkar edemezdi çünkü onunla bir bağı olduğuna neredeyse emindim. Bir süre bekledi ama daha fazla sessiz kalmasına zamanı olmadığını anladığı vakit mecburen ketum ağzını açtı.

''Deniz,'' O adamın ismini duymak artık daha gerçekçi hissettirmişti. ''Deniz, benim abim Milhan.''


________________

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

TUTSAK Door Elsa

Mysterie / Thriller

76.1K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
12:30 SEANSI Door damy

Mysterie / Thriller

1.6M 99.8K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...
726K 22.5K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
101K 7.4K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!