GÖLGE KORUYUCULARI

By rabiqsu

306K 16.9K 16.4K

Kurbanını gölgesindeki işarete göre seçen bir katil. Aksel şehrinde insanlar kaybolmaya ve cinayetler işlenme... More

GÖLGE KORUYUCULARI
BÖLÜM 1: "YENİDEN"
BÖLÜM 2: "GECENİN CAM PERDESİ"
BÖLÜM 3: "HAYAT AĞACININ DÖKÜLEN YAPRAKLARI"
BÖLÜM 4: "İS KOKULU MASAL"
BÖLÜM 5: "HOŞ GELDİN YABANCI"
BÖLÜM 6: "KÖR GEÇMİŞ"
BÖLÜM 8: "DİRENDİĞİN ÇIKMAZ"
BÖLÜM 9: "KANDÜĞÜM"
BÖLÜM 10: "GÖRÜNENİN ARDINDAKİ"
BÖLÜM 11: "KUYUNUN BASAMAKLARI"
BÖLÜM 12: "MOR AY"
BÖLÜM 13: "BİR İÇ ÇEKİŞ"
BÖLÜM 14: "EVİNE HOŞ GELDİN YABANCI"
BÖLÜM 15: "YENİ BAŞLANGIÇLAR"
BÖLÜM 16: "YIKILAN DUVARLAR"
BÖLÜM 17: "YALANLAR KUYUSU"
BÖLÜM 18: "BOĞULDUĞUN İKİLEM"
BÖLÜM 19: "DÖVME"
BÖLÜM 20: "YARAN YARAMA YASLI"
BÖLÜM 21: "YANLIŞA İLK ADIM"
BÖLÜM 22: "ÇİFT YÜZÜ OLAN GÜÇLER"
BÖLÜM 23: "BİLİNMEYEN YOL"
BÖLÜM 24: "NEFESİNİ TUT"

BÖLÜM 7: "KARGAŞANIN İLK FİTİLİ"

9.5K 656 531
By rabiqsu

Oy verip yorum yapmayı lütfen unutmayalım. Okuyan herkese çok teşekkür ederim, inanılmaz mutlu ediyorsunuz beni. <3

İnsan, birçok şey ifade ediyor ama ifade edemedikleri altında eziliyor.

İnsan, sanatçı oluyor ama toplumun inşa ettiği beğeni kurallarına sırtını döndüğü için solup gidiyor.

İnsan, anne ve baba oluyor ama bir güzel cümle bile nasıl söylenir çocuğuna bilemiyor.

İnsan, öğrenci oluyor ama uykusuz gecelerinde sabahladığı masa dile gelip anlatsa da ne kadar emek verdiğini bir kâğıt parçasından daha fazlası olamıyor.

İnsan, kadın oluyor ama nasıl hayatta kalacağını bilemiyor...

İnsan, âşık oluyor ama kalbinde yaşattığı aşkı dile getiremiyor.

İnsan birçok şey olabiliyor ama olamadıkları altında eziliyor.

Vera Vuslat.

Vera Vuslat birçok şey ifade ediyordu: çocuk, kadın, öğrenci, arkadaş, suyu kontrol edebilen özel biri... Ama olmadığı biri gibi davranmayı beceremiyordu. Belki de çocukken defalarca kez deneyip sonunda hep kaybetmesindendi. Olmayan bir şeyi, bir yalanı söylerken yüzü onu hep ele veriyordu. Bir şeyleri saklama konusunda hiçbir zaman iyi olmadı ama son zamanlarda olmak zorundaydı.

Olduğum şeylerin bir önemi yoktu, eğer ki bunu batırırsam altında yüzlerce insan kalırdı. Artık olmam gereken kişinin çok önemi vardı. Özellikle bulunduğum ortama sırf yalan söylemek için gelmişsem.

Yüzüne sakın bir şey yansıtma, iyi bir yalancı ol.

"Siz de sanırım yeni gelmişsiniz okula?" Mina gözlerini bir anlığına önündeki menüden kaldırmıştı bunları söylerken.

"Evet," dedim elimdeki menüyü masama koyarken. Yine yalanlar silsilesi başlayacaktı. Yüzümü sabit tutmaya çalıştım. "Okulumuz kapandı. Biz de bu okula geçtik."

"Deha, sen, Arya, Buse ve Alperen hep birlikte geçtiniz sanırım. Hep bir aradasınız ya." Nazım elini masanın üzerinde birleştirmişti.

Deha birden atladı. "Sana ne, Nazım? Bundan sana ne?"

"Sakin ol. Sadece sohbet etmeye çalışıyorum."

"Tabii canım. Sadece sohbet etmeye çalışıyorsun."

"Çocukluk arkadaşıyız," dedim araya girme ihtiyacı hissederek. Her an kavga etmeye hazır gibilerdi ve bu beni inanılmaz geriyordu. "Birlikte büyüdük. Ondan hep bir aradayız."

Deha onaylamadığını belirten gözlerle bana baktı. Bakışlarını benden çekmesine sebep olan şey garsonun masamıza gelmesiydi. Deha menüdeki içeceklerin olduğu yerden rastgele bir tanesine dokundu.

"Bundan iki tane istiyoruz." Sanırım benim yerime de karar vermişti.

"Yemek yemeyecek misiniz? Vera sen de mi istemiyorsun?" diye sordum Nazım.

Ağzımı açtığım sırada Deha atlayıp konuşmaya başladı. "Gerek yok. Yemek yiyecek kadar uzun kalmayacağız."

"Peki. Biz de aynı içecekten alalım o zaman." Mina konuştuktan sonra garson gitti.

Garson gittikten sonra Deha masaya doğru eğildi. "Sen böyle her şeye burnunu sokacak mısın? Her şeyin hesabını vermememizi mi isteyeceksin? Kimsin ki sen? Kimsin?"

Nazım'ın burnundan alıp verdiği nefes sesleri sıklaşmaya başladı. Nefes sesleri çatal bıçak seslerinin arasından dahi duyuluyordu. Sinirlenmişti. "Bildiklerimden dolayı benimle iyi geçinmek yerine böyle davranman çok aptalca."

Deha yumruğunu sıkıp masaya vurdu. "Ne biliyormuşsun sen?"

Nazım'ın yüzünde bir gülümseme belirdi. "Çok fazla şey. Ama önemli olan senin, sizin neler sakladığınız. Sırları olan birine göre fazla cesursun."

"Ne böyle imalı imalı konuşuyorsun? Derdin ne senin? Neymiş o sırlar?"

Deha'nın omzuna dokundum. Nazım konuşmak içim hamle yaptığı sırada ona izin vermeyip konuşmaya başladım. "Mete'nin telefonundan bahsediyor işte Deha. Başka sır mı var ortada? Sakin ol, lütfen." Omzunu hafifçe sıktım.

Deha'nın bu agresif hareketlerine bir an önce son vermesi gerekiyordu. Resmen aklını bir köşeye bırakmıştı. Böyle kontrolsüz hareketler sergilemesine alışık değildim. Bir an önce toparlanmalıydı. Çünkü ben rol yapma konusunda iyi değildim. Onun arkasını toplayamazdım. Aksine onun benim arkamda olduğunu bilmek beni rahatlatırdı ama şimdi daha da geriyordu.

Deha gözlerini kapatıp doğruldu. Gözlerini açtıktan sonra gülümsemişti. "Kusura bakma. Arkadaşlarım konusunda çok hassasımdır. Konu onlar olunca sinirlerime hâkim olamıyorum."

"Sorun değil. Nazım da konu ben ve Engin olunca çok hassas davranıyor, çabuk sinirleniyor. Yani o da seni iyi anlıyor."

Nazım'ın gülümsemesinin ne kadar sahte olduğunu anlamak için yakınında olmanıza gerek bile yoktu. Uzaktan baksanız dahi dudaklarındaki gülümsenin ardındaki soğuk bakışları fark edebilirdiniz.

"Tabii, çok iyi anlıyorum seni."

Gerilen ortamın havası burnuma dolarken bu kokuyu dağıtmak için Mina'ya doğru döndüm. Bakışları Nazım'ın üzerinde geziniyor, hemen sonra Deha'ya sıçrıyordu.

"Mina sen Korece'yi de biliyorsun, değil mi? Yoksa unuttun mu?"

Kaşları çatıldı, ağzını açtı. Ardından hemen kapattı. Bir saniyeliğine Nazım'ın gözlerinin içine baktı. Kaşları eski halini aldıktan sonra konuşmaya başladı. "Şey unutmadım. Yani unutmamak için gerçekten çabaladım. Aileme dair bir şeylerin hâlâ benimle olduğunu bilmek iyi hissettiriyor."

Aileme dair bir şeylerin hala benimle olduğunu bilmek iyi hissettiriyor.

Boğazım düğümlendi. İçimde bir yerde kül olmuş parçanın yeniden alevlendiğini hissettim. Alev yavaş yavaş her yerimi etkisi altına alırken avuçlarım ıslanmaya başladı.

Avuçlarım ıslandı.

Kalbimin yangını ellerimin arasında çıkan suyla sönmeye çalışıyordu. Ama sönmezdi, yıllarca sönmedi. En ufak bir kıvılcımda kendini yeniden hatırlattı. İnsan yandığı yeri unutabilir miydi?

Dişlerimi sıkarak ellerimi masanın altında, eteğimin üzerine sildim. Ama durmuyordu. Akmaya devam ediyordu. Elimi eteğimden uzaklaştırıp yere doğru tuttum.

"İyi misin?" diye sordu merakla Mina.

"İyiyim. Öyle söyleyince biraz şey oldum."

Mina bana baktı. Gözlerinden geçen hüzünle beraber gülümsedi. Birbirimize öylece bakarken garson geldi, önümüze içecekleri koydu.

Ellerimden hâlâ su sızıyordu. Yumruklarımı sıkıca sıktım. Nereden olduğunu bilmediğim bir şekilde ellerime su çekiyordum, çektiğim su da avuçlarımdan zemine damlıyordu. Bunu yapmak istemiyordum ama benim kontrolüm dışında gerçekleşiyordu. Başımı hafifçe masanın altına doğru eğdim. Yerde su birikmeye başladığını görünce derin bir nefes aldım. Bir an önce buradan gitmeliydik.

Deha'nın masanın kenarında duran eline dokundum. Deha'nın eli ıslandı. Bana baktı. Elimi çektim. Gitmemiz gerektiğinin farkına umarım varmıştı, yoksa kafe su altında bile kalabilirdi. Bir de suyu ellerime çektiğim yer tehlikeli bir yer olabilirdi.

"Mete'yi biriyle telefonda konuşurken duydum. Biri onu tehdit ediyordu. Ona yardım etmek istedim ama o istemedi, bağırıp çağırdı. İşlerin daha da kötüye gideceğini bildiğimden telefonunu alıp kim olduğunu bularak yanında olmak istedim. Vera da bu konuda bana yardım etti. Olan her şey bunlar."

Aslında Mete birini kaçırdı, ismi Serhat olan okulumuzun öğrencilerinden birini. Biz de onun yerini bulabiliriz belki diye telefonunu aldık.

Nazım'ın dudaklarından histerik bir kahkaha çıktı. "Bana her şeye burnunu sokuyorsun diyen kişiye bak."

Deha eliyle burun kemerini sıktı. "Benim ne yaptığım seni hiç ilgilendirmez."

"Öyle mi? Bana kızdığın şeyin aynısını yapıyorsan gayet ilgilendirir."

"Kesin şunu. Geldiğimizden beri saçma sapan kavga ediyorsunuz." Mina bunu söylerken, Nazım'ın göğsüne dokunup onu masadan geriye doğru çekmeye çalışıyordu.

"Gerçekten. Kesin şunu. İnsanları rahatsız ediyorsunuz," dedim. İkisinin sürekli bir anda yükselmesi çok yorucuydu.

Nazım sandalyesini geriye doğru çekti. Ellerini burnunun ucunda birleştirip, başını yere eğdi. Saçlarını karıştırırken bir anda durdu, kaşları havalanmış bir şekilde başını kaldırdı.

"Yer neden su olmuş?"

Yutkunarak Deha'ya döndüm. Sinir halini bir kenara bırakmış, kontrolü yeniden eline almıştı. Oldukça sakin bir tavrı vardı. "Biz gelmeden önce bir şey dökmüşlerdir."

"Öyle olduğunu sanmıyorum." Masanın altına iyice eğildi. "Sanki şeyden geliyor..." Başını kaldırdığında direkt gözlerime baktı. Bana baktı, ardından yere eğildi. Birkaç kere tekrarladı bunu. Özellikle fark etmemi istiyor gibi tekrarladı bunu. Bana bir şey mi göstermeye çalışıyordu?

Şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım. Ellerimden su çıktığını görüyor olamazdı, değil mi? Bu imkânsızdı. Normal insanlar benim elimden su çıktığını göremezdi. Normal insanlar...

Nazım'ın normal biri olmama ihtimali var mıydı?

Ellerimi tırnaklarım avuç içime batana kadar iyice sıktım. O kadar sıkmıştım ki artık avuçlarımdan su değil, kan gelecekti. Paniklememek için kendimi içimden telkin etmeye çalıştım. Görmüş olsa daha büyük tepki verirdi. İlk kez gücümü fark ettiğimde ben bile delirmiştim.

"Kalkalım biz." Deha kolumdan dürtmüştü bunu söylerken.

"Neden? Daha çok erken," diye atıldı Mina.

"Biz gidelim, biraz işlerimiz var da. Sonra yeniden buluşuruz. Zaten okulda hep birlikteyiz."

"Oturun ya. Vera içeceğini bitirsin en azından," dedi Nazım.

Nazım hâlâ yere eğilmiş şekilde duruyordu ve bu durum beni inceden panik hale getirmeye başlamıştı.

"İçsene Vera." Nazım'ın ısrarla içmemi istemesinin sebebi gerçekten bitirmemi istiyor olması mıydı, yoksa elimi yukarı çıkarmamı istemesinden miydi? Elimi yukarı çıkarsam ışığın altında çok net görür ve incelerdi. Ama göremezdi. Normal insanlar yerdeki suyu görürdü ama benim avuçlarımdan çıktığını göremezdi.

"İç hadi."

"Oğlum sen bugün benden dayak yiyeceksin. İçmek istese içerdi zaten, niye zorluyorsun? Lütfen kalk, Vera. Yoksa bu çocuğu döveceğim."

"O biraz zor yalnız. Bu arada Mete ile ilgili anlattığınız hikâyeye asla inanmıyorum. Yalan söylediğiniz çok belli ve emin olun gerçeği bulacağım."

"O günü sabırsızlıkla bekliyorum," dedi Deha kendinden emin duruşuyla.

"Ben inanıyorum size, Deha. Yalan söylemediğinize eminim. Siz Nazım'a bakmayın. O hep böyle şüphecidir." Mina masanın üzerinde duran Deha'nın eline dokundu. Deha hızla elini çekti.

Masamızın yakınından geçen garsonu Deha durdurdu, hesabı istedi.

"Umarım hesabı ödeyeceğini düşünmüyorsundur," dedi Nazım.

"Tam da onu yapacaktım."

"Deha..." Nazım'ın sesi gerilerden gelmiş, çok baskın çıkmıştı. "Ben ödeyeceğim."

"Hayır, ben ödeyeceğim."

"Ben..."

Nazım'ın konuşmasına devam etmesine izin vermedim, cümlesini kesip konuşmaya başladım. "Ay, ikiniz de ödemeyin. Mina ile biz yarı yarıya öderiz."

"Olmaz," dedi ikisi aynı anda.

"Bal gibi de olur. İkimiz bölüşerek ödeyelim. Kavga etmek için her fırsatı değerlendiriyorlar."

"Nazım başlatıyor farkındaysan."

"Çocuk gibi şikâyet mi edeceksin, Deha? Lütfen biraz sus," dedim. Elini bir şey yapmıyorum, dercesine havaya kaldırdı. Sandalyesine iyice yaslandı.

Garsonun masamıza doğru geldiğini fark ettiğimde tırnaklarımı avuçlarımdan çektim. Elime baktığımda suyun tamamen kesildiğini gördüm. Rahatlıkla bir nefes aldım. Elimin içi tırnak izleri ile dolmuştu, yer yer kan lekeleri de vardı ama en azından su artık gelmiyordu.

Garson önümüze hesabın olduğu minik sandığı koyduğunda Mina ile birlikte uzandık. Elim hesaba uzandığında Nazım'ın bakışları direkt elime çevrilmişti. Beni rahatsız edecek boyuta gelene kadar ellerime baktı. Sanki bilerek yapıyordu.

Telefonumun arkasına koyduğum paranın bir kısmını çıkarıp sandığa koydum, Mina da kendine düşen parayı koydu. Nazım ve Deha mırın kırın etse de izin vermemiş, hesabı biz halletmiştik.

Hep birlikte ayağa kalktık, çıkışa yürüdük. Kafenin kapısının önüne durduk.

"Bugün için teşekkürler. Her ne kadar şu ikisi didişip dursa da seninle olmak güzeldi. Bir daha buluşalım ama bu seferki buluşma yanlış anlamadan dolayı olmasın."

Mina'ya gülümsedim. "Bu ikisi olmasa daha iyi vakit geçirirdik. Görüşürüz yine."

"Biz buradayız yalnız," dedi Nazım.

"İşte onu diyoruz ya biz. Keşke olmasaydınız," derken Nazım'a yaklaşmıştım.

Deha gözlerini devirdi. "İyice abarttınız."

"Aynen biz abarttık," dedi Mina kollarını göğsünde kavuşturarak.

"Neyse, hadi gidelim." Nazım bunu dedikten sonra beni belimden iteledi. Ona uyup yürümeye başladım.

"Görüşürüz," dedim onlara arkamı dönmeden hemen önce.

"Görüşürüz," diyerek elini salladı Mina.

Nazım da elini kaldırıp salladı. "Görüşürüz."

"Görüşürüz." Deha sadece Mina'ya bakıp elini sallamıştı. Nazım ile görüşmek istemediğini yeniden vurgulamıştı.

Deha ile beraber arabanın yanına geldik, arabayı açtı. Kapımı açıp koltuğa oturdum. Deha da oturduktan sonra arabayı çalıştırdı.

"Neden ellerinden su çıktı?"

"Mina'nın söyledikleri tetikledi sanırım. Ben de anlayamadım, birden avuçlarımdan su akmaya başladı."

"Durduramadın mı?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır. Kontrolü kaybettim."

"İlk defa mı oluyor?" dedi sesli bir nefes verirken dışarıya.

"Yok, bir kere daha olmuştu. Konu aile olunca benim iznim dışında gerçekleşiyor."

Bir şey demeden arabayı kullanmaya devam etti. Nazım'ın ellerime baktığını söylemeli miydim? O da fark etmemiş miydi bunu?

"Nazım ellerime uzun uzun baktı, Deha. Sanki ellerimden su çıktığını görüyor gibiydi. Yani o kadar baktı ki onun gördüğünü fark etmemi ister gibiydi. Yani... Bilemiyorum."

"Baktığını ben de fark ettim. Ama görmesi imkânsız değil mi? Belki başka bir şeye bakıyordur. Dikkatini çeken başka bir şey vardır."

Alt dudağımı iki parmağımın arasına aldım. "Başka ne olacak ki? Deha belki de o..." Emniyet kemerimi bollaştırıp yana döndüm. Deha'nın gözlerinin içine baktım. "Belki de normal insanlardan değildir. Özel gücü vardır, büyü yapıyordur ya da ne bileyim belki onun da doğaüstü bir tarafı vardır."

"Olduğunu sanmıyorum. Öyle bir şey olsa bunu bilirdik."

"Ama..."

"Vera, şimdilik bu ikimizin arasında kalsın tamam mı? Kimseye söylemeyelim. Bir bakalım, Nazım'ı gözleyelim. Ona göre diğerlerine de söyleriz. Başımızda bir sürü dert var zaten. Bir de buna odaklanmasın diğerleri."

Oflayarak, "Tamam," dedim. Geriye giderek koltukta eski pozisyonuma geldim, sırtımı koltuğa yasladım.

Araba evin önünde durduğunda arabadan indim. Kapının önüne geldiğimde kapıyı açtım. Deha da yanımda beklerken kapıyı Alperen açtı.

"Hoş geldiniz." Sırıtarak ikimize bakıyordu.

"Hoş bulduk," dedikten sonra yanından geçerek içeri girdim.

Arya evden çıkmadan önce gördüğüm gibi duruyordu. Beni görünce gülümseyerek doğruldu.

"Ee, ne yaptınız? Ne konuştunuz? Mete ile ilgili ne dediniz? Ne yediniz? İyi vakit geçirdiniz mi? Garip bir şey oldu mu? Başka..." Arya sorularını art arda sıralarken onun yerine benim nefesim tükenmişti.

"Sana da merhaba Arya," dedim sözünü keserek.

"Merhaba. Ay, hadi anlatsana."

"Önemli bir şey olmadı. Bulunduğumuz vakit boyunca Deha Nazım ile didişip durdu. Kavga etmek için fırsat kolladı. Mete ile ilgili bir şeyler söyledik işte." Söylediklerimden sonra ayağa kalktım. "Ben odama gidiyorum. İyi geceler."

Kaçarcasına merdivenlere doğru yürüdüğümde arkamda Arya'nın isyan dolu sesini işittim. "Nereye gidiyorsun? Daha sorularım var." Bir şey demeden yürümeye devam ettim, merdivenlerden çıkıp odama gittim.

Odama girdiğimde ilk olarak kıyafetimi değiştirdim. Pijamalarımı giyip yatağın üstüne atladım. Telefonumu elime alarak teyzemin numarasının üzerine basıp onu aradım. Birkaç kere çaldıktan sonra telefonu açtı.

"Alo."

"Teyzem, nasılsın?"

"Çok iyiyim, Vera. Sen nasılsın?"

"İyiyim, teyze. Kusura bakma bir ay oldu ama ben seni arayamadım." Normal şartlarda teyzem benden bir ay haber almasa her yeri ayağa kaldırırdı ama normal şartlar geride kalkalı çok olmuştu.

"Olur mu canım benim. Sen derslerinle ilgilen. Biz sonra bol bol konuşuruz. Kapatıyorum şimdi."

"Teyze..."

Bir şey söylememe izin vermeden telefonu kapattı. Benim yıllardır tanıdığım teyzemden kesinlikle farklı biriydi, en azından bana karşı. Bu kadar üzerime düşen biri nasıl bu hale gelmişti? Onunla ne zaman telefonda konuşsak zorla telefonu kapatmaya çalışırdım, teyzemin konuşması asla bitmezdi, uzun uzun konuşurdu. Şimdi ise zihninde başka biri var gibiydi. Sanırım benim sadece gölge katiline odaklanmam için doğanın yaptığı numaralardan biriydi.

Telefonumu komodinin üzerine koydum, yatağımın içine girdim. Saatlerce sağa sola dönüp kafamda kurduğum senaryolarla boğuştuktan sonra nihayet zihnim kapandı, uyuyabildim.

*******

Sabah uyandıktan sonra elimi yüzümü yıkamış, günlük ihtiyaçlarımı gidermiştim. Ardından okul kıyafetlerimi giydim, çantamı da aldıktan sonra hızlıca aşağıya, mutfağa inmiştim. Dün akşam bir şey yemediğim için gerçekten çok acıkmıştım.

Mutfakta kendime bir sandviç hazırladım. Sandviçimi alıp mutfaktan çıktım. İştahla sandviçimi yerken Arya hariç diğerleri de kapının önünde bekliyordu.

"Günaydın," dedim yanlarına geldiğimde.

"Günaydın." Alperen'in sesi uykulu çıkmıştı.

"İyi uyuyamadın mı?" diye sordum.

"Dün Arya ile gece dörde kadar sohbet ettik. Fazla uyuyamadım."

Son lokmamı da yuttuktan sonra ellerimi çırptım. "Ne konuştunuz?"

"Bir sürü şey. Konu konuyu açtı, öyle uzadı muhabbet."

"Hadi, gidelim." Arya neşeli sesiyle aramıza giriş yapmıştı.

"Baya enerjik görünüyorsun. Alperen ile konuşup geç yatmışsınız ama bir tek o etkilenmiş gibi," dedim.

"Ben uykusuz da olsam, üzgün de olsam her daim enerjik olurun canım. Tacımı hiçbir şey için düşüremem."

Kapıdan çıkarken arkamı dönüp Arya'ya sırıtarak baktım. "Bir Arya Acar kolay yetişmiyor."

"Tabii ki," derken saçlarını savurmuştu.

Arabaya bindik, Deha arabayı çalıştırdı. Okula gitmeye başladık. Buse baş parmağı ve işaret parmağını çenesinin altında kavuşturmuş, Deha'ya bakıyordu.

"Bundan sonra ne yapacağız, nasıl ilerliyoruz?" diye sordu Buse.

"Öncelikle Mete'ye odaklanıyoruz. Şu kaçırılan çocuğu ondan önce bulup çocukla konuşmalıyız. Bir de okuldaki kişilerin gölgelerine iyi bakın. İşaret olan biri olabilir. Onu korumaya almalıyız."

Buse Deha'ya biraz daha eğildi. "Onları korumak için ne yapacağız peki?"

"Onu Semavi amcaya sorarız. O bir yolunu mutlaka bulur."

"Mete'nin telefonunda bulduğumuz numarayı arayacak mıyız?" Hâlâ Buse konuşuyordu. Deha ile ikili bir diyaloğa girmişlerdi. Biz de onları dinliyorduk.

"Tabii ki arayacağız. Semavi amca ile bu konuyu konuştum. Öğle arasında okulun arkasına gidelim, orada ararız."

"Evet, gidip arayalım."

Kaşlarım çatılmış bir şekilde Buse'ye baktım. Bu tavırları çok garipti. Bir şeyler yapmak için çabalamak hiç Buse'ye göre bir şey değildi. Benim tanıdığım Buse planlara dahil olmak için can atmazdı.

"Buse, sen iyi misin?" diye sordum hayret içinde.

"Çok iyiyim. Neden sordun ki?"

"Bir şeyler yapmak için çok hevesli görünüyorsun. Alınma ama sen hep mızmızlanırdın."

"Artık böyleyim. Birlik olup insanları kurtarmamız gerek. Önemli olan bu."

Ağzım şok içinde açıldı. Bunların söyleyen Buse miydi? Bu kıza bir şey olmuştu.

"Kafana bir şey mi düştü?" dedim.

Arya söze girdi. "Kafasına bir şey mi düştü bilmem ama Semavi amca bir şeyler yaptı ona eminim. Dün siz gittikten sonra yine delirdi, ben gitmek istiyorum, bunlar çok saçma demeye başladı. Sonra Semavi amca odasına çağırdı. Artık ne konuştularsa çıktıktan sonra tüm negatifliğini orada bırakmıştı. Her şeye pozitif bakan yeni bir Buse doğmuştu."

Merakla Buse'ye döndüm. "Ne konuştunuz ki?"

"Söyleyemem ama benim için çok önemli şeyler konuştuk."

"Semavi amca Buse'ye büyü yapmış," dedikten sonra kahkaha attı Alperen. Arabada kahkaha sesleri yükseldi.

"Büyü yapmadı arkadaşlar. Büyü yapsa bu kadar etkilenmezdim emin olun."

Buse'nin söylediklerinden sonra konuştum. "Kesin büyü yaptı. Normalde senin şöyle demen lazımdı: 'Arkadaşlar bu konuda şaka yapmayın. Biraz ciddi olun. Sinirimi bozuyorsunuz.' Aynen böyle derdin."

"Öyle derdim evet." Yeniden arabada kahkaha sesleri yükseldi, bu sefer Buse de bize katılmıştı.

"Bize ortak ol da buna vesilenin ne olduğu pek önemli değil," derken Deha okulun önüne gelmiştik.

Arabadan indiğimizde yanımıza çok pahalı olduğu belli olan bir araba durdu. İçinden bir öğrenci ve orta yaşlı bir kadın indi.

"Oğlum, bak akşam sakın geç kalma. Vakıfın düzenlediği davete gideceğiz. Benim için önemli olduğunu biliyorsun, seni yanımda istiyorum."

Çocuk oflayarak, "Tamam anladım anne," dedi.

Dizilerde gördüğüm zenginlerin vakıf daveti muhabbetini karşımda yaşanırken görünce gülme isteğim gelmişti. Vay be, buna da şahit olacaktım demek. Kadını dikkatle izlerken arkamdan Alperen'in sesini duydum.

"Vera, ne bekliyorsun? Yanımıza gelsene."

Arkamı dönüp gideceğim an gördüğüm şey olduğum yerde kalmamı sağladı. Bir noktaya kilitlendim.

Kadının gölgesinde işaret vardı.

Siyah bir kurdele.

Kadın arabanın içine girip gittiğinde arkasında öylece kalakalmıştım. Gölgesinde bir işaret vardı ve bu onu korumamız gerektiğini gösteriyordu. Ne yapacağımı düşünürken kadının oğlu yanımdan geçti. Onu kolundan tutup durdurdum.

Yüzüme kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu. İçimdeki utanç hissini ötelemeye çalışarak konuşmaya başladım. "Merhaba," dedim geniş bir tebessümü dudağıma kondurarak.

"Merhaba," dedi soran bakışları eşliğinde.

"Şey, kusura bakma. Ben Vera. Az önce annenle konuşmana şahit oldum da..." Suçlu bir ifadenin yüzümde belirdiğine adım kadar emindim. "Öncelikle sizi dinlediğim için üzgünüm. Bir davete gideceğini söyledi annen, hangi davet bu?" İki elimi havaya kaldırdım. "Benim annem de bugün bir davete gelmem için zorluyor da acaba aynı davetten mi bahsediyoruz. Yalnız olacağım için biraz gerginim de."

Aferin, Vera. Güzel konuştun.

"Öncelikle bizi dinlemen hiç hoş değil." Utançla başımı eğdim. "İkincisi annem Gümüşkaya'da düzenlenecek olan davetten bahsediyor. Ve son olarak eğer annen o davetten bahsediyorsa yalnız olacaksın. Çünkü birkaç dakika görünüp ortadan kaybolacağım. Tanımadığın birine de bunu sorman rahatsız edici."

Bir şey dememe izin vermeden yürüyüp gitti. Beni bir tık azarlasa da umurumda değildi. İstediğim bilgiyi almıştım. Akşam davete gidip kadın hakkında daha fazla şey öğrenebilirdik. Onu bir şekilde korumamız lazımdı.

Arkamı döndüm, okula gitmek için adımlamaya başladım. Bizim ekip okulun kapısından bana doğru bakıyordu. Muhtemelen ne yaptığımı anlamaya çalışıyorlardı.

"Çok önemli bir şey oldu," dedim yanlarına gelmişken. Alperen ağzını açtı, bir şey söyleyecekti sonra ağzı yeniden kapandı. İkinci kez ağzı açıldığında şaşkınlıktan kocaman olmuştu. Arkamda bir yere bakıyordu. Diğerlerine göz gezdirdiğimde onlar da arkama bakıyordu. Ne vardı da onlar böyle şaşkınlık içinde arkama bakıyorlardı?

Merakla arkamı döndüm. Günün ikinci şokunu yaşadım ve bu ikinci şok beni epey sarsmıştı.

Nazım, Mina, Engin birlikte okula geliyorlardı. Yanlarında Serhat ile beraber. Mete'nin kaçırdığı çocukla beraber okula geliyorlardı!

Ağzım o kadar açıldı ki neredeyse çenem zemini öpecekti. Birlikte yanımızdan geçip gittiler, o anlar boyunca da onları izlemiştik.

"Ben mi yanlış görüyorum, yoksa kaçırıldığını düşündüğümüz çocuk az önce Nazımlarla birlikte okula mı girdi?" diye sordu Arya.

"Doğru gördün. Yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz çocuk baya elini kolunu sallaya sallaya okula girdi," dedi Buse.

Alperen şok içinde öylece duruyordu. Hiçbir tepki vermeden arkalarından bakıyordu.

Deha burnundan soluyarak konuştu. "Nazım bir haltlar olduğunu biliyordum. Bir boklar çeviriyor ama bu çocuğu nasıl buldu?"

"Bilmiyorum. Ama işin içinde sadece Nazım'ın olduğunu düşünmüyorum," dedim.

Arya üstünden atamadığı şaşkınlığıyla sordu. "Çocuk ne ara kurtuldu?"

"İnan, hiçbir fikrim yok. Hadi, sınıfa girelim. Sonra konuşuruz."

Deha'yı başımla onaylayıp yürümek için hamle yaptım. Alperen hareket etmeyince Deha onu omzundan iteklemişti. Alperen bir anda karşısında ölen birini dirilmiş halde görmüş gibi davranıyordu.

Deha, Alperen yine hareket etmeyince onu birkaç kere daha itekledi. En sonunda Alperen başını sağa sola sallayarak konuşmaya başladı. "Gördünüz mü?"

"Gördük. Serhat Nazımlarla beraber okula girdi," dedi Arya.

"Hayır, ondan bahsetmiyorum. Serhat'ın gölgesinde siyah kurdele işareti vardı. Siz de gördünüz mü?"

"Hiç dikkat etmedim," dedim.

Buse kaşları havalanmış bir şekilde konuştu. "Ben de oraya hiç odaklanmadım. Odaklandığım tek şey çocuğun sapasağlam okuldan içeri girmesiydi."

"Evet. Ben de ona hiç bakmadım." Deha da bize katılmıştı.

"Abi çok büyük şeyler dönüyor. İnanılmaz bok kokusu alıyorum."

Alperen'in sözlerinden sonra herkesin dudaklarından aynı kelime çıktı: "Bende."

Yaşadığımız şaşkınlığı ve konuşmamız gereken konuları kısa bir süreliğine erteleyip sınıfımıza yürüdük. Birlikte sınıftan içeri girdik, sıralarımızın önüne yürüdük. Sırama geldiğimde Nazım gözlerimin içine bakarak ayağa kalktı, yanında geçip oturdum. Bakışları beni korkutuyordu, sanki içimi görür gibi bakıyordu.

Çantamdan kitabımı ve defterimi çıkardım, masanın üzerine koydum. Bir yandan da acaba Nazım'a Serhat'ı sorsam mı diye düşünüyordum. Çok dikkat çeker miydi sorsam? Düşünceler zihnimden teker teker geçerken merakım üstün geldi.

"Bugün yanınızda gelen çocuk kimdi?"

Birkaç saniye dümdüz karşısına baktı. Sonra başını bana doğru çevirdi. "Ne yapacaksın?"

Yutkundum. Pot kırma korkusu tüm hücrelerimde dolaştı. "Okulda bir çocuk kaçırılmıştı. Ona çok benziyor da. Yoksa ne yapacağım?"

"Kaçırılmadı, Vera. Ailesiyle kavga edip evi terk etmiş. Ailesi de çabuk bulunması için kaçırılmış gibi konuşmuş."

Yalan söylüyordu. Bir şeyler dönüyordu. Mete bizzat o çocuğu kaçırdığını söylemişti ve Alperen de duymuştu.

"Nereden tanışıyorsunuz siz?"

"Ne yapacaksın?"

"Hiç," dedim i harfini uzatarak. "Merak ettim. Okula daha dün geldiniz ya."

Başka bir şey konuşamadan içeri hoca girdi, ders başladı. Yanımda varlığını hissetmek garip geliyordu. Bir şey saklıyordu, ben de bir şey saklıyordum. Kendi sakladığım sırlar iyi bir sebep içindi. Peki onunkiler hangi sebeptendi? Nazım Noyan aslında kimdi? Bu kadar kısa sürede nasıl aklıma kazınmıştı?

Onda bir şeyler vardı, buna eminimdim ve eninde sonunda onun gerçekte kim olduğunu öğrenecektim.

Öğle arası geldiğinde hep birlikte sözleştiğimiz gibi okulun arkasına gittik. Yanıma da telefonumu almıştım. Okulun arkasındaki bankın üstüne ben, Deha ve Arya oturduk. Alperen ve Buse ayaktaydı, birilerinin gelip gelmediğini gözlemleyeceklerdi. Şu anlık bizim dışımızda sadece iki kişi vardı, onlar da bizi duyamayacak kadar uzaktaydı.

"Gizliden mi arayacağız?" diye sordum.

Deha konuştu. "Evet."

"Ne diyeceğiz peki?" Soruyu soran Buse'ydi.

"Sesini duymamız yeterli. Semavi amca ile bu konuda konuştuğumda bana öyle dedi. Sesinden kim olduğunu tespit edebilirmiş," dedi Deha.

Şaşkınlıkla konuştum. "Oha. Nasıl yapacakmış peki bunu?"

"Bilmiyorum. Bana sadece ses kaydı getir dedi."

Deha'nın sözlerinden sonra yeniden numaraya odaklandık. Numarayı gizliden aramadan önce Deha telefonunun ses kaydını açtı.

"Bu yaptığımız suç yalnız," dedi Alperen.

"Alperen ne diyorsun ya? Takıldığın şeye bak." Arya konuşurken kollarını göğsünde bağlamıştı.

"Haklısın, kafam gitti."

Numarayı aradım. Telefonum ellerimin arasında, hoparlörü açık bir şekilde duruyordu. Üç kez çaldıktan sonra telefon açıldı.

"Alo kimsiniz?" Bir erkek sesi duyuldu.

"Alo. Biri var mı?"

"İnsanları işleten ergenlerden bıktım," dedikten sonra telefon kapandı. Deha da ses kaydını kapattı.

Arya heyecanla ayaklarını salladı. "Kim acaba bu? Meraktan çatlarım şimdi."

"Yakında öğreneceğiz," dedi Deha. "Ses kaydını Semavi amcaya şimdi atsam mı?"

"Hayır," dedim çabucak. "Bunu direkt birinci elden vermeliyiz. Oldukça önemli çünkü. Tehlikeye atmamamız lazım. Bazen mesajlarımız ona gitmiyor, onunkiler bize gelmiyor biliyorsun."

Deha beni onayladı. "Haklısın."

Sınıfa çıkmak için kalktığımız zaman aklıma gelen şeyle onları durdurdum. Avuç içimi başıma vurdum. Bunu söylemeyi nasıl unutmuştum? "Size söylemeyi unuttum. Sabah arabamızın yanına başka bir araba durmuştu ya, siz önden gittiniz, ben arkada kaldım. O zaman arabayı kullanan kadının gölgesini gördüm. Gölgesinde işaret vardı. Bugün bir davete gideceğini söylüyordu. Çocukla da o yüzden konuştum, davet Gümüşkaya diye bir yerdeymiş. Oraya gitmeliyiz, kadın hakkında daha fazla bilgi öğrenmeliyiz ve yakınında kimler var öğrenmeliyiz."

Birkaç saniye sessizlik oldu. Kısa süren sessizlikten sonra ilk konuşan Arya olmuştu.

"Acaba ne giysem davette? Siz hangi renk giyeceksiniz? Uyumlu olmalıyız."

Arya'nın söylediklerini asla beklemediğim için ağzımdan istemsiz bir kahkaha çıktı. Ben ne diyordum, bu kız ne diyordu?

Deha, Arya'ya bakarak gözlerini devirdi. "Ben tam yeri nerede bir bakayım. O davete gitmemiz iyi olur. Kadına garip bir şekilde yaklaşmaya çalışan falan olursa işimize yarayabilir. İyi gözlem yaparız."

"İçeri nasıl gireceğiz? Kesin konuk listesi vardır." Kısa bir süre sustu Alperen. "Ben güvenliklerin dikkatini dağıtırım. O sırada siz içeri girersiniz. Sonra ben de mekânın çevresini dolaşırım, bir pencere falan görürsem tırmanırım, biriniz de bana gizlice pencereyi açar. Böylece hepimiz içeri girmiş oluruz."

Deha bıkkınca bir soluk verdi dışarıya. "Oğlum sana ne kadar salak olduğunu söylemekten yoruldum. Alperen, canım arkadaşım bizim özel güçlerimiz var. Bu söylediklerinin hiçbirine gerek yok. Buse zamanı durdurur, biz de içeri gireriz. Bu kadar basit."

"Of, doğru. Ama benim söylediğim daha heyecanlı olurdu, eğlenirdik."

"Sağ ol, Alperen. Böyle bir eğlenceye hiç gerek yok," dedim.

"Peki, ne giyeceksiniz?"

Arya'nın sorusundan sonra art arda oflama sesleri duyuldu. Buse yürümeye başlarken konuştu. "Kızım konu şu an ne giyeceğimiz mi gerçekten?"

"Benim için öyle."

Deha, ben ve Arya ayağa kalktık. Arya'nın koluna girdim, birlikte sınıfımıza çıkmaya başladık. Alperen ve Buse sınıfa bizle gelmemiş, kantine gitmişti. Hepimize tost alacaklardı.

Okulun kalan bölümde önemli bir şey olmamıştı. Sıradan okul günü gibi geçmişti. Okuldan sonra her zamanki gibi arabaya binmiş, eve gelmiştik. Arabada pek bir şey konuşmamıştık. Sessiz bir şekilde geçmişti yolculuğumuz.

Alperen anahtarıyla evin kapısını açtı. Evden içeri girdik. Semavi amca ortalarda gözükmüyordu.

"Ben odama çıkıyorum. Davet nerede yapılıyor bilgisayarımdan bir araştırayım," dedi Deha. Merdivenleri çıkarken durdu, geri bizim olduğumuz yere geldi. "Ya da önce şu ses kaydını Semavi amcaya vereyim," dedikten sonra Semavi amcanın odasına gitti. Odasına girip hemen çıkmadığına göre demek ki Semavi amca odasındaydı.

Arya merdivenlere doğru adımladı. "Ben de ne giyeceğime karar vereyim."

"Ben de üstümü değiştireceğim," dedi Alperen.

"Ben de değiştireyim," dedim.

"Ben de." Buse de arkamdan geldi.

Odama girdiğimde çantamı makyaj masasının yanına koydum. Dolabıma yürüdüm, içinde eşofman ve bir tişört çıkardım. Çıkardıklarımı giydim. Yatağımın üzerine oturup telefonumu elime aldım. Mesajlarımı kontrol ederken yukarıdan gelen yeni mesaj bildirimine tıkladım.

Kimden: Telefonu Çalınca Yakalandığım Kişi

Vera, acaba sonra birlikte bir yemeğe çıkar mıyız?

Sadece ikimiz.

Özellikle Deha olmadan.

Malum benden nefret ediyor.

Ama endişelenme. Kendimi ona sevdireceğim. Sonuçta sen ona çok değer veriyorsun.

Kaşlarım çatılı şekilde mesajları okudum. Bu çocuğun derdi neydi? Benimle neden yakın olmaya çalışıyordu? Bunu öğrenmenin tek yolu oynadığı oyuna ayak uydurmaktı.

Kime: Telefonu Çalınca Yakalandığım Kişi

Olur, buluşuruz.

Deha ile anlaşmaya başlasan iyi olur.

O benim çok yakın arkadaşım.

Biraz bekledikten sonra yeniden mesaj geldi.

Kimden: Telefonu Çalınca Yakalandığım Kişi

Sevindim.

Müsait olduğun bir gün bana yaz.

Ben senin için her gün uygunum.

Histerik bir şekilde güldüm. Bu oyuna inandığımı düşünüyor muydu acaba? Sadece tamam yazıp yolladım. Telefonumdan bir dizi açıp izlemeye başladım. Davete gideceğiz zamana kadar vakit ancak böyle geçerdi.

*******

Dolabımın önünde durmuş, Arya ile birlikte bana kıyafet seçiyorduk. Arya bunu yaparken o kadar keyifliydi ki onu serbest bırakmış, ne isterse yapıyordum.

Eline aldığı kıyafete baktı. "Çok sade," dedikten sonra yatağın üzerine fırlattı. "Kızım niye bu kadar az kıyafet getirdin? Sadece üç tane elbise getirmişsin."

"O an nasıl akıl edeyim, Arya? Elime ne geçtiyse koydum."

"Doğru söylüyorsun. Ama yine de hazırlıklı olmalıydın."

Derin bir nefes aldım. "Haklısın, benim hatam."

"Seninle bir an önce alışverişe çıkmalıyız. Ay, çok güzel olmaz mı Vera? Ne kadar eğleniriz düşünsene."

"Tabii canım, çok eğleniriz. Etrafta bir katil dolaşırken eminim çok eğlenceli olur."

"Of, Vera."

Eline siyah elbisemi aldı. Kısa, sırtı iplerden oluşan bir elbiseydi. Belinin kenarında da bir büzgü vardı. "Bu idare eder," dedikten sonra elbiseyi elime uzattı. "Bunu giy ve beni bekle. Odamdan makyaj malzemelerimi getirip geliyorum." Başımla onayladım.

Arya üzerine pembe dizlerinin üzerinde bir elbise giymişti. Elbisenin belinde siyah kalın bir kemer vardı. Eteği kabarıktı. Gözüne de baya ışıltılı bir makyaj yapmıştı. Çok güzel görünüyordu.

Elbiseyi üzerime giydikten sonra yatağıma oturup Arya'yı beklemeye başladım. Arya geldikten sonra ilk olarak saçıma el atmıştı. Saçlarımı dağınık bir topuz yapmıştı, önümden de birkaç tutam sarkıyordu. Ardından makyajımı yaptı. Gözlerime buğulu bir makyaj yapmıştı, keskin bir kontür yapmış, elmacık kemiklerimde allığın altında ışıldıyordu. Dudaklarıma da parlatıcı sürmüştü. En son aynadan kendime baktığımda güzel gözüküyordum. Arya bu konuda gerçekten çok yetenekliydi.

"Giderken sana topuklu ayakkabı almamız gerekecek. Topuklu ayakkabı getirmediğine inanamıyorum."

"Arya, tatile gelmiyordum farkındaysan. Nasıl düşüneyim bunları?"

Odamdan çıkmadan önce, "Düşünmeliydin," dedi.

Aşağıya indiğimizde Deha, Alperen ve Buse koltuğa oturmuşlardı. Alperen bizi görünce ayağa kalktı. "Sonunda geldiniz."

"Abartma. Çok uzun sürmedi," dedi Arya.

"Onu bir de bize sor," derken gülüyordu Deha.

Buse benim gibi beyaz saten bir elbise giymişti, elbise dizlerine geliyordu. Tüm vücudunu sarmıştı. Saçlarını doğal halinde bırakmış, öylece salmıştı. Gözlerine pek fazla bir şey sürmemişti ama dudaklarına kırmızı bir ruj sürmüştü.

Deha ve Alperen de siyah takım elbise giymişti.

"Giderken Vera'ya topuklu ayakkabı alacağız."

"Ne gerek var?" Alperen bunu dedikten sonra muhtemelen pişman olmuştu çünkü Arya gözlerini kocaman açmış, Alperen'i bıçaklayacak gibi bakıyordu.

"Bu söylediğini hiç duymamış gibi yapıyorum."

"Topuklu gerekli mi ki? Benim de yok topuklu ayakkabım," dedi Buse.

Arya'ya ikinci kez sinir yüklendi. "Topuklu ayakkabı getirmediğine inanamıyorum."

"Aklımızda o mu vardı Arya," diyerek dışarı nefesini verdi Buse.

Arya'nın dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. "Benim aklımdan hiç çıkmıyor. Ben pek giymiyorum. Yürümesi çok kolay değil de."

Bir sessizlik geçti odadan ve o sessizlik gelip benim boğazıma yapıştı. Hayat çok acımasızdı. Bazılarımızın çok kolay elde ettiği şeyler için bazılarımız çok fazla çaba harcamak zorundaydı.

Bazılarımızın burun kıvırdığı şeyler bazılarımızın düşlerini süslüyordu.

Boğazımı temizleyip Arya'nın koluna girdim. "Hadi, gidelim. Daha Arya bize ayakkabı seçecek."

Hep birlikte gülüşerek evden çıktık. Davetin yapılacağı yere giderken yol üstündeki bir ayakkabıcıda durmuştuk. Arya, ben ve Buse için ayakkabı seçmişti. Yeniden yola çıkmıştık.

Davetin yapılacağı yerin biraz daha gerisinde Deha arabayı durdurdu. Hep birlikte arabadan indik.

"Bundan sonrasını yürüyelim. Yaklaştığımızda da Buse zamanı durdurur, hep birlikte gireriz," dedi Deha.

Alperen ona cevap verdi. "Tamamdır."

Yürümeye başladık, gitmemiz gereken yere yaklaştığımızda durduk. Çok büyük bir binanın önündeydik. Bina geçmiş zamandan kalmış gibiydi. Tarihi görünüyordu, gerçekten çok güzeldi. Önüne kırmızı, kocaman bir halı serilmişti. Binanın girişinde iki tane görevli vardı, ellerinde de tablet. Sanırım girenlere ismini sorup tabletlerinden kontrol ediyordu.

Deha Buse'ye baktı. "Şimdi."

Buse kolunu kaldırdı, kolunda bir saat belirdi. Saatte dokunduğu an zaman durdu.

Hızlı hareket ederek binaya yürümeye başladık. Etrafta sadece bizim adım seslerimiz duyuluyordu. İnsanların nefes sesleri bile kesilmişti. Hızlıca kapıdan içeri girdik.

İçeri girdiğimde büyülenmiş bir şekilde etrafıma baktım. Bir saraya girmiş gibi hissediyordum. Çok büyüktü, içine binlerce insan sığabilirdi. Her yer altın rengi ve beyaz karışımıydı. Cam masalar belirli düzene göre konulmuştu, masaların üzerinde altın rengi simler vardı. Biraz gelinin kız kardeşi gibi görünüyordu.

İçeride baya insan vardı. Etrafta gezinen fazlasıyla garson vardı. O kadını bu kalabalığın içinde nasıl bulacaktık acaba? İsmini bilmiyordum, kim olduğunu bilmiyordum. Sadece yüzünü ve gölgesini biliyordum.

Kenarda, uzun altın rengi perdelerin hemen önünde bulunan masanın çevresine dizildik. Kenar köşede olduğu için dikkat çekmezdi, bu bizim için çok iyi bir durumdu. Çünkü dikkat çekmek şu an isteyeceğimiz son şey bile değildi.

Zaman çözüldü, insanlar hareket etmeye başladı.

Gülüşme sesleri, adım sesleri, konuşma sesleri, tokuşturulan bardak sesleri... Zaman akmaya başladığı ilk an yanında sesini de getirdi. Canlılık, önce kulaklardan hissediliyordu.

"Buradan kadını nasıl izleyeceğiz? Nerede olduğunu bile bulamayız," dedi Buse, masanın üzerindeki simlere parmağını bastırırken.

"Etraf biraz daha kalabalıklaşsın ben görünmez olup her yeri dolaşırım. Bulabilirim herhalde."

Deha güldü. "Helal lan. Bir an ben çok hızlı hareket edip etrafta dolaşırım, diyeceksin sandım. Beni şaşırttın."

Hep birlikte güldük. Bakışlarım insanların arasında dolanıyor, birbirinden farklı simalarda uzun uzun geziniyordu. İleride beyaz bir eldiven takmış, eldivenin üzerine, işaret parmağında kocaman tektaş takmış kadın gözlerimin odağı haline gelmişti. Çok zarifti. Gülerken ağzını kapatması, saçlarını geri atarken ki tavırları, yanındakine bir şey söylemek için eğildiğinde yüzünde oluşan mimikleri... İnsanın izledikçe izleyesi geliyordu. Kimdi acaba?

Annenin zarifliğine benziyor, Vera. O da böyle inanılmaz nahif bir kadındı. Onun hakkında da baktıkça bakası geliyor insanın derlerdi.

Hayır, hayır benzemiyor.

Güldüğünde ağzını kapatırdı böyle. Küçücük parmaklarınla annenin ellerini ağzından çekmeye çalışırdın, gülümsemesini daha net görebilmek için.

Yutkundum. Hayır, hayır...

Omzum sertçe dürtüldüğünde başımı sağa sola sallayarak odaklandığım şeyi zihnimde silmeye çalıştım. Ensemden ince bir ağrı girmiş, boynumu dik tutmama engel oluyordu. Bu ağrıyı iyi bilirdim ben.

Ne zaman dik durmaya çalışsam, aile kelimesini boynuma bir darbe indirirdi.

"Vera, ne boş boş bakıyorsun? Şuna baksana." Alperen'in beni ısrarla dürtmesiyle bakışlarımı işaret ettiği yere çevirdim.

Bu gördüğüm Nazım mıydı, yoksa ben mi yanlış görüyordum? Yanında Mina, Engin ve tanımadığım orta yaşlarda bir adam da vardı.

"Siktir oradan. Bunların ne işi var burada?" Deha burnundan soluyarak konuştu.

"Hiçbir fikrim yok," dedim büyükçe açılmış gözlerimle beraber.

"Sürekli peşimizde olmaları enteresan değil mi?" diye sordu Buse.

"Enteresan tabii. Abi, daha iki gün olmuş tanışalı sanki yıllardır tanışıyormuş gibiyiz." Alperen'in gözlerini benim gibi büyümüştü, cümleleri dökülürken ağzından şaşkınlığı elle tutulacak derecede hissediliyordu.

Onlara bakmaya devam ederken bir bildirim sesi duyuldu. Deha ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardı.

"Semavi amcadan mesaj gelmiş," dedikten sonra telefonu ortamıza koydu, kendisi de ortamıza geçti. Hepimiz telefona doğru eğildik.

Kimden: Semavi amca

Telefondaki numaranın kime ait olduğunu buldum.

İsmi Felah.

1981 doğumlu.

*fotoğraf

Fotoğrafa baktığımda dilimden döküldü kelimeler ama dışarıdan bir kelime bile duyulmadı. Dudaklarımdan dökülen kelimeleri yuttum tek tek. Bir şeyler söylemek istedim ama ne söylesem bilemedim.

Fotoğraftaki kişi şu an Nazım'ın hemen yanında duruyordu. Nazımlarla beraber içeriye giren adamdı.

Birlikte gülüşerek sohbet etmelerini izledim.

Bir fitilin ateşi yakıldı tam ortaya, bu ateş ya bizi ya da onları yakacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

195K 8.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
483K 81.4K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...
297K 25.8K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
7.7M 447K 83
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...