BELKİ DE

By AylinAkkaya07

67.2K 2.8K 146

16 yaşında olmasına bakmayarak, bir çok insana kan yutturan, küçüklüğünde evlat edindiği ihtiyarın sayesinde... More

TANITIM
1. KÜÇÜK KUZNOTSOV
2. CANAVARLAR
3. İYİ SEVKİYATLAR
4. GELMEDİ
5. ÇOK GÜZELLER
6. SESSİZ
7. YOLA ÇIKMAMALISIN
8. İKİZİ İLE
9. ERKEKLERDEN HOŞLANMAM
10. BİLETİNİ KENDİM KESECEĞİM
11. SAĞ ÇIKAMAYACAKSIN
12. ŞİDDETE BAĞLIYIM
13. EN BÜYÜK ARMAĞAN
14. SAKLILAR
15. KLON
16. UYGUN GÖRDÜ
17. 'NEDEN' DEMİŞTİ
18. DENGEMİ BOZUYOR
20. KONU KAPANDI
21. ZEKİ DEĞİLLER
22. GÜÇLÜ KADIN
23. BELKİ
24. SAVAŞÇI
25. SORUMLULUKLAR
26. İSTEMEDİĞİM İÇİN
27. KIRMIZI MASA
28. HIZLANDI
29. İHTİYACI YOK
30. TOKAT
31. BORÇLUSUNUZ
32. KAN LEKESİ
33. KİRALIK KATİL
34. İSTERDİN
35. KÜÇÜK CANAVARLAR
36. GÖRECEĞİZ
37. FORMÜL
38. ÖZEL SÜİT
39. PARÇA
40. ÖDEŞME
41. KISKANÇLIK
42. İKİMİZ
43. BELKİ DE
11 Kasım 2022
&

19. GÜZEL YOLLARLA

1.3K 63 1
By AylinAkkaya07








"Evet, Alin hanım. Sizi en kısa sürede setimizde görmek isteriz. Detaylar telefonunuza mail olarak gönderilecektir." Diyen reklam müdürüne bininci kez:
"Teşekkürler. Verdiğiniz her hangi tarihte beni de bilgilendirirseniz, sevinirim." Diyerek kapattım. Uzun süredir reklam çekimlerine girmiyordum. Birileri yerimi almaya çalışıyor, fakat sadece çalışmakla yetiniyordu. Ben de sahalardan ayrılmadığımı gelen en iyi teklifle gösterecek, ayaklarını denk almaları gerektiğini gösterecektim.

Reklam telefon tanıtımı çekimiydi, fakat ünlü şirket sırf benim oynamam için sahibi tarafından teklif göndermişti.

Son zamanların en ünlü markasının telefon reklamında oynamak tabiki de cemiyet içinde büyük ses getirecek, kıskananlar bu sefer kuduracaktı!

Reklam fazlasıyla aksiyonlu ve cool'du.
Küçük bir savaş sahnesinin içinden yüzünde küçük çamur parçaları, bazı yerleri yırtılmış asker formasının içinde toz dumanın arasından ben çıkıyorum. Bazı yerinde dövüş yeteneklerini kullanarak bir ajan oluyorum siyah kıyafetlerin içinde. Ve dahası! Rusyaya döndüğüm an çekimlere başlayacağız ama  önce başımdaki belaları atmam gerektiğini hatırlamak tüm mood'umu düşürüyordu.

Elimdeki tablette mekanın dekorasyonunun çizimlerine ince çizgileri geçirerek, yatağa fırlattım.
Mekanın şekli, düzeni akıl alacak derecede harika olmuştu. Tek problem bu çizimleri ortaklara göstermek ve mekan bulmaktı!
 

Saatin 02:00 olmasına rağmen beni arayan müdüre bir süre fırça çekmiş, sonra da uyuyamamış bulunmak çok berbat bir şeydi. Fakat, ben uyurken bile beyin uyuduğunu algılıyor, rüyalarımı yönetiyordu. Yani, normal insanlar uyurken beyin de dinleniyor, fakat ben her seferinde uyurken bile bir şeyler düşünüyor ve bunları icra etmeye çalıştığım için uyanınca başım feci şekilde ağrıyordu. Gerçekten berbat bir şey, çünkü günün geri kalanında da ruh gibi dolaşıyorum. Artık beni tanıyanlar alıştığı için bir problem olmuyor, fakat tüm baş ağrısını her gün çeken ben olduğum için gözlerimin her an kapanabilme ihtimali beni geriyor!

Bir az balkona çıkıp hava almanın bana iyi geleceği düşüncesi ile önce mutfağa  geçip, starbucks tariflerinden olan bir kahve yaptım. Bunu sadece kafamı meşgul etmek için yaptığım doğrudur, çünkü baş ağrımı unutmak için meşgul olmaktan başka çarem kalmıyordu.

Uzun bardaktaki kahveyi alıp, balkona geçtiğimde akşam rüzgarı tenimle buluşarak, ürpertmişti.
Balkondaki salıncağa oturup, yıldızları izlemeye başladım.

Bazen cidden düşünüyorum, insan adlanan varlıklar iyi ve ya kötü, bu mucizeleri hakediyor mu diye... Pek din insanı değildim, fakat Tanrı'nın bir bildiği varmış diyerek tüm düşüncelerimin üzerine perde çekiyordum. Bir gün düşüncesiyle yaşar ya insan... Bir gün döner, bir gün affeder, bir gün anlar, ya da bir gün başarırım. Benim hayatımda dediğim tek 'bir gün' lü   cümlem: "Bir gün öğreneceğim". Bir gün öğreneceğim insanın varoluş nedenini. Bir gün öğreneceğim neden Tanrı böyle güzellikleri bu kadar iğrenç insanlığa bahşetti. Öğreneceğim ve o günün öldüğüm gün olması canımı sıkıyordu. Ne zaman öleceğimi bilmiyorum, fakat çabuk ölmekti dileğim. Kaybettiklerimle, kazandıklarımla, nereye gideceğimi bilmeden günahlarımla. Cehenneme mi? Varlığından emin değilim. Cennete mi? Bundan da emin değilim. Çok sorum var. Eğer Tanrı insanları eşit tutuyorsa, her kulunu aynı derecede seviyor ve alın yazısını doğduğu an yazmışsa, şeytan nasıl o yazının içine dahil olabiliyor? Alın yazısını mı bozuyor? Cennet, Cehennem kavramları mantıksız bana göre. Ve ya Cehennem ateşi. İnsan madem o ateşte ölmüyor, acı çekiyorsa bu ruhen acı mı, fiziksel acı mı?

Cehennem dediğimiz zaman gözümüze ateş görüntüsü geliyor, peki Cehennem adlandırdığımız o yer sadece günahlarımızla yüzleşip, kendimizi önce Tanrıya, sonra kendimize affettirme aşamasıysa? Her şey fazla soru altında kalıyor.

Bir de Araf var! Ne ironik ama! Günah ve sevapları aynı olan varlıkların olduğu yer.
İyiler cennete gider. Her kesin yanlışı, günahı olurken yaptığı iyilik baskınlık yaratıyorsa acı çekmeyeceği, ibadet edeceği bir yere gidiyor insan... Günahı olmuş biri nasıl kusursuz adlandırılarak cennete gönderilir ki? O kadar mantığı olmayan ve cevaplanası sorular oluyor ki kafamda... Her şey bir birinden alakasız. Tanrıdan bahsederken aklıma gelen geometri sorusu, mekanlar hakkında düşünürken aklıma yıllar önce yaşadığım aile sorunu gelir. Her şeyin zinciri bir birinden bu kadar kopukken doğru cevapları da o anlarda bulmam da beynimde fazlasıyla merak uyandırıcı bir etki bırakıyor.

Kahvenin bittiğini farkettiğim an sanki derin bir uykudan uyanmışım gibi irkildim. Düşünceler beni yiyip bitirecekti!
 

Gözlerim uzun uzun yeniden yıldızları izlemeye devam ederken telefonumdan gelen sesle bıkkınca nefes verdim. Arayan Kevin'di. Bu saatte n'olmuştu da beni rahatsız etme gereksimi duymuştu?
Telefonu açıp, bu sefer airpod'suz olan kulağıma götürürken derin bir nefes aldım.
"Alin!" Dedi heyecanla.
"Dinliyorum, Kevin?" Dediğimde derin bir nefes alarak konuşmaya başladı:
"Kızım, sen şaka mısın?! Bizim ortaklık ettiğimiz markayla reklam anlaşması imzalamışsın! Neden bana söylemedin?! İsmini görünce çok heyecanlandım lan! Demek Kuznotsova, ha? Biliyordum öyle konuşunca önemli soydan olduğunu!"
"Bitti mi?" Dediğimde derin nefesler alıp veriyordu. Tek nefeste konuşmuştu aptal.
"Evet, evet, bitti."
"Dünyada kaç tane Alin var, sen benim olduğumu da nereden çıkardın?"
"Sen galiba beni fazla küçümsüyorsun? Fotoğraflarını ve diğer reklam videolarını gösterdiler. Ben de diyorum nereden tanıyorum bu kızı. " Dediğinde derin bir nefes eşliğinde göz devirdim.
"Ee, napabilirim?" Dediğimde göz devirdiğini hissettim, çünkü ben olsam göz devirirdim.
"Bir şey yap diye aramadım. Sadece diyorum ki, reklam işin elimde, elimde!"Dedi heyecanla. Galiba beni gözünde fazla büyümüştü. Ki büyüttüğünden daha fazlasıyım.
"Kevin, sen galiba sözleşme şartını okumadın?" Dediğimde:
"Neden, ne vardı ki?"
"Eğer taraflardan her hangi biri fes ederse, yüklü miktarda para ödenecek. Bol sıfırlı bir miktar hem de. Bir de, sizin bu şirketle sadece 20'lik hissede ortaklığınız olduğunu duymuştum." Dedim içten içe sırıtarak.
"Yuh ama ya! Artık ailenizin mafya olduğuna inanmamak için bir sebebim kalmadı! Hatta sen de dahilsin!" Dediğinde gözlerimi devirdim.
"Evet, Kevin, ondan Kevin. Haklısın Kevin." Dedim bıkkınca.
"Beni geçiştirmeye çalışma! Rusyaya gelince görüşelim mi?" Dediğinde manipüle yeteneğinin yerlerde olduğunu kanıtlamış oldu.
"Kevin, biz arkadaş değiliz." Dedim yüzümü buruşturarak.
"Ne? Arkadaşlıktan fazlasını mı isterdin? Malesef, bebeğim. Çok küçüksün. Belki bir az büyüyünce." Dediğinde bezmişçe ofladım.
"Sen gerçekten çok konuşuyorsun!" Dedim.
"Seni geçemem ki, bebeğim! Baksana, konuşmama izin vermiyorsun, tıkıyorsun ağzıma kelimeleri!" Dedi alayla.
"Hala arkadaş değiliz." Dedim direterek.
"Ama olabiliriz!" Dediğinde derince nefes aldım.
"Gece gece cinler mi dürttü seni yatağında, be adam?! Ne bu enerji?!" Dedim öfkeyle.
"Küçük civciv sinirlendi!" Dediğinde:
"Bana bak, Kevin! Türkiye Rusya umursamam, uçakla 3 saatlik yolu boş geçip, kendim uçarak gelip senin o özenle taradığın saçlarını tek tek kökünden yakıp, keserim! Laflarına dikkat et!" Diye öfkeyle konuştuğumda güçlü bir yutkunma sesi geldi telefonun diğer ucundaki Kevin'dan.
"Tamam, Alin, en büyük sensin, Alin. Galiba şu anda en gergin de sensin. Ben sana iyi geceler dileyerek, şu arkadaşlık konusunu gözden geçirmeni, aksi taktirde yakandan düşmeyeceğimi bil istedim. Sonunda ölüm bile olsa!" Diyerek kapattığında oflamakla yetindim. Yani bu kadarı da yapışkanlığa dahil olmuyor muydu?

Kevin hakkında yaptığım küçük çaplı araştırma sonucu şahsi hayatında defalarca arkadaşlar tarafından ihanete uğramış, bir kaç kere sevgilileriyle fazla dramatik şekilde ayrılmış, babasıyla sayamayacağım kadar çok kavga etmiş, fakat sonuçta 'evlat bu, atsan atılmaz, satsan satılmaz' prensibine göre babası Klown Lean şirketlerine genel müdür vazifesine yükseltmişti. Annesi amerikan, babası Rus, yuvarlanıp giderken, 15 yaşında annesini öğrenemediğim, fakat azıcık çabalasam bulabileceğim bir sebepten ani şekilde kaybetmiş.

Sonrasında günlerle terapi görmüş, askere gittikten sonra kendine gelebilmiş. Orada da normal olarak insanın acısını bırak  kendi bile aklından çıkar, yani.
Saatin ilerlemesiyle 04:50 olunca, bu kadar oturmak yeter diyerek, sosyal medyada post paylaşarak, uzun kahve koyduğum bardağı alıp, aşağı kata indim.

Bardağı makineye koyup, lavaboda elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama geçerek, eşofman ve sporcu atleti giyip, saçımı sıkı bir at kuyruğu yaparak, spor odasına geçtim. Bu sefer ısınmak için dumbell'lara yüz tuttum.



*


Altımdan kalkmayı bir yana bırak, kanlar içinde sonunu bekleyen adamın görüntüsü yavaş yavaş silikleşirken başımı iki yana sallayıp, 4D gözlüğü çıkardım. Terler damla halinde yüzümde süzülürken, kapının kenarına yaslanıp, beni izleyen Arkhip'i farkederek, bakışlarımı ona çevirdim.
"Söylediğin adamın kim olduğunu buldum." Dediğinde derin bir nefes alarak:
"Sonunda!" Dedim sadece ve ona doğru ilerledim.
"Bence bir duş alıp gelsen, daha iyi olur." Dedi yüzümde boncuk boncuk olan ter damlalarını kast ederek. Fakat, bunu rahatsız olarak söylememişti,  rahatsız olacağımı bildiği için söylemişti.
Başımı sallayıp,odama çıkarak kısa süreli bir duş aldım.
  Bugün hastaneye gideceğimiz için üzerime rahat edeceğim pantolon, t-shirt ve kareli gömlek giyindim.

  Aşağı indiğimde Arkhip salonda, koltukta oturmuş, kahvesini yudumluyordu. Eve haftada 3 kere gelen çalışan sağ olsun, evi öğrenci evi yapmaktan yırtmıştı. Yoksa, bizim elimize kalan ev, evden başka benzetilecek en iğrenç şeylerden olurdu.
Amcamın yanına gidip, yanına oturduğumda yanındaki belgeleri bana uzattı.

O, dikkatle tepkilerimi izlerken, dosyanın kapağını açtığım an adamın kocaman resmi karşıladı beni.
Gözlerimi kısıp, fotoğrafa bakarken:
"Dosyaya baktın ?" Dedim.
"Hayır, ilk defa böyle bir şey istedin. Özel olabileceğini düşündüm." Dediğinde keyiflendim.
"Sağ ol, Arkhip!" Diyip  dosyayı kapatıp, ayağa kalktım ve amcamın yanağından makas alıp, odama koştum. Bakalım, kimin adamısın, aptal adam..
Çalışma masama oturup, dosyanın kapağını açtım tekrardan ve kenarda duran not defterimi ve kalemi alarak, önemli kısımları yazmaya başladım.
Tahmin ettiğim gibi, iri yarı bir adamdı. Temiz ve beyaz yüz, kumral saç ve uzun boy.  Bunun dışında son bir yıla kadar her şeyi normal insan hayatı olarak gidiyor:
Bir annesi var, babası annesi ve kendisini zamanında terk etmiş, klişe olay: anne çocuğuna bakıyor, sonradan çocuk üniversite okuyup, annesine bakmaya başlıyor, fakat garip tarafı 1 yıl öncesinden sonra başlıyor. Annesi ölüyor ve ardından hiç bir arkadaşı tarafından görülmemiş.
 

Bir sıra cinayet olaylarında DNA'sı bulunsa da, üzeri esrarengiz şekilde kapatılmış. Tabi bu cinayetleri bulabilmek her kişinin harcı değil.

Rus. Nerede yaşadığı bilinmiyor, fakat ara sıra uğradığı bir bar var. Fakat  barın iç görüntüleri hiç de 1 yıl içinde ara sıra olan bir zamana denk gelmiyor.

Bara büyük ihtimalle arka kapıdan giriş yapıyor, garip çıkmasın diye bazı, zamanlarda ön kapıdan giriyor.

Son satırı da yazarak, not defterini kapattım. Bu kadar bilgi yeterdi. Son olarak Rusyaya döndüğümde icabına bakmam gerekiyordu. Bakalım, kimin nesiymiş.

Hastaneye gitmek için odadan çıkıp, salona indim. Amcam da hazırlanmıştı.
"Çıkalım ?" Dediğinde başımı salladım.
"Arabaya geçsen mi?" Dediğinde yüzümü buruşturdum.
"Ne zaman ne olacağı belli olmaz. Ben motorumu alayım." Dediğimde derin nefes alıp, başını iki yana salladı. Bu 'sen iflah olmazsın' deme şekliydi.

Motoruma geçip, kaskımı da takarak motoru gazladım.  Günlerdir gidip geldiğim hastane yolunu tutarak, kablosuz kulaklığımdan müziğin beynime sızarak bazı sesleri susturmasına izin verdim.
Bu bir şekilde beynimi uyuşturma taktiğiydi. Bir kaç dakikalığına bile olsa.


*


Hastane koridorunda sabırsızca beklerken, Güçlü ailesinin bir kaç üyesinin gözü bendeydi. Sözde iş ortaklarının ameliyatında destek olmak için gelmişlerdi! Sanki ameliyatı yapacaklardı.
Gözümü duvardan ayırıp, çalan telefonumu elime aldığımda Kevin'in aradığını görerek, ayağa kalktım ve koridordan uzaklaştım. Daha az insan olan yere geçerek, telefonu açtım.
"Alin, tüm magazin sitelerinde fotoğrafların var! Ameliyatta olan adam kim? Neden elini tutuyordun?" Dediğinde kaşlarımı çattım. Cevap vermeden telefonu kapattım ve sosyal medyaya girdim. Haber 28 dakika önce yapılmıştı, fakat şimdiden binlerce görüntüleme almıştı.

Ünlü adamı Arseny Kuznotsov'un ameliyata girmeden görüntülenen fotoğrafları kafalarda soru işareti bıraktı. Gitmeden önce elini tuttuğu kızın kim olduğu tamamen boşluk. Büyük Kuznotsov'un ne problemi olduğu hala meçhul.

Güncel haberler için takipte kalın.

Sinirle magazin sayfasının numarasını tuşladım.
"Bu ne hadsizlik?!" Dedim öfkeyle hastaneden çıkarken.
"Efendim, bir problem mi vardı?" Gelen ince kadın sesi sadece öfkemi harlıyordu.
"Kuznotsov'un bilgisi dışında haberini yapmak ne haddinize?!" Diye tekrarladım sesimden bariz çıkan öfkeyle. Hastanenin bahçesinde yürürken bakan gözleri umursamayarak öfkeyle attığım adımlar gelen cevapla kesildi:
"Bu bizim işimiz..."
"Siz Kuznotsov'dan habersiz ne işi yapabilirsiniz, ahmaklar, siteniz Kuznotsov sayesinde varken?!" Dediğimde kadının yutkunma sesi geldi kulaklarıma.
"Derhal şu anda o haberi siliyor, açıklama olarak eski bir fotoğraf olduğunu yazıyorsunuz." Dedim.
"Ama, efendim..."
"Ne efendimi?! Dediğimi yapın, yoksa sitenizi daha pis şeylerle insanların gözünden düşürürüm. Anladınız mı ?!" Dedim sesimdeki öfke gram azalmazken.
"P-peki, efendim. Derhal." Dediğinde telefonu kapattım. Sinirle yan tarafımdaki banka tekme attım. Bir kaç göz bana dönerken, hiç birini umursamadan telefonu tekrar elime aldım.

Bu sayfanın numarası sayılı kişilerde vardı. Kim olduğumu bilmeseler de, numaralarının bendeki varlığı onları korkuya düşürmüş olmalıydı ki, haber saniyeler içinde silinmiş, yerine yanlış anlaşılma olduğu konusunda yazılmış başka bir haber gelmişti.

 

*

Sert ve kendimden emin adımlarla tanıdık koridorun önüne geldiğimde bir kişiye gözüm dahi kaymadan sandalyeye oturdum. Fakat, bu sefer Ali de yanıma oturmuştu.
"Bir problem mi var?" Dedi utana sıkıla.
"Yok." Diyerek cebimden telefonu tekrar çıkardım ve magazin haberlerine tekrardan göz gezdirdim. Haberler tüm sayfalardan tek tek kaldırılmıştı. Yerine, son yapılan açıklama eklenmiş, hatta bazıları sayfalar uygun bir dille sövülmüştü.

Her ne kadar sayfaların itibari zedelenmiş olsa da, umurumda olduğu pek söylenemezdi.
 

Kuznotsov'lara ait özel numaralı telefonum çaldığında kaşlarımı çatarak,  telefonu elime aldım. Şimdi normalde kullandığımla özel kullandığım telefon, bir de hiç bir halta yaramayan ve bazen oyun oynamak için kullandığım telefonun cebimdeki varlığı aklıma gelince gülüşümü bastırarak, kaşlarım çatık halde sadece kurulun üst üyelerinde olan telefonumu açtım. Kuznotsov'un kızı olduğumu sadece üst üyeler biliyordu ve ölünesi derecede önemli bir şey olmadığında beni aramazlardı, ki bu ilk arayışlarıydı.
Amcam da bu telefonuma gelen aramayı merak etmiş olmalıydı ki, ayağa kalktığımda o da benle kalkıp, koridordan çıkacakken Helin hanım:
"Bir sorun mu var?" Diye sordu Helin hanım. Arkhip'in cevap vermesine müsade ederek, koridordan çıktım ve telefonu açtım. Arkhip de arkamda gelirken airpod'umdan kulağıma en yaşlı üye olan Chris'in sesi geldi.
"Alin Kuznotsova?" Dedi emin olmak istercesine.
"Benim." Dedim ciddiyetle.
"Baban hakkında yayılan haberleri gördün ?" Dediğinde:
"Gördüm. Mümkün olan en kısa sürede de halletmeye çalıştım." Dediğimde sıkıntıyla nefesini verdi.
"Fakat bu yeraltında seni öğrenmelerini engellemedi." Dediğinde gözlerimi sinirle açıldı.
"Ne kadar adam öğrendi?" Yeraltı böyleydi işte. Ufacık ipucuda her halt ortaya dökülebilirdi.
"Neredeyse her kes. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabildin?" Dedi beni düşündüğünü belirten bir cümle kurarak.
"Babam ameliyata girerken çekilmiş. Bilmiyorum, bu aralar fazla garip şeyler oluyor. Babamı bunlarla yormak istemiyorum ama-"
"Rusyaya döndüğün an yanıma gel. Ne olduğunu anlatacaksın. Ama, olanları babana da anlat kendine geldiğinde. Bilmemesi onu öfkelendirir."
"Peki." Dediğimde konuşmayı sonlandırdığında ellerimi öfkeyle saçlarımı geçirerek çekiştirdim.
"Ne olduğunu anlatacak mısın?" Dedi Arkhip kaşları çatık şekilde.
"Bana sadece 2 dakika ver." Diyip, gözlerimi kapattım ve bir az ilerideki sandalyeye doğru ilerleyerek oturdum. Arkhip de zaman kaybetmeden yanıma oturdu konuşmayarak.
Çok dikkatsizlik etmiştim. O fotoğraf uzaktan çekilmiş olsaydı bile, bu kadar rahat olmuş olamazlardı. O kadar sivil korumanın hiç biri mi görmedi yani? Birileri yardım etmiş olmalıydı. Kim, kim, kim?
"İki dakikan doldu. N'olduğunu anlat şimdi." Dediğinde derin nefes alarak gözlerimi açtım. Yanımıza doğru adımlayan Poyraz'ı aldırmadan:
"Yeraltı Kuznotsov kızı olduğumu öğrenmiş." Dediğimde Arkhip'le birlikte Poyraz da dediğimi duymuştu.
Arkhip'ten öfkeli bir: "Ne?!" Nidası çıkarken, Poyraz sakince bana bakıyordu.
"Evet, haberi geldi. Nasıl oldu?" Dedi Poyraz.
"Sen karışma. İş ortağının ameliyatına destek olmak için geldin. Ailevi sorunlarımızı çözmek için değil." Diyerek ayağa kalktım ve karşılık vermesini beklemeden hastaneden çıkmak için merdivenlere yöneldim.

Arkhip Poyraz'a bir kaç şey söyleyip, arkamdan gelirken kafamda bir kaç şey tartıyordum.

Poyraz'ı belli etmese de kırdığımın farkındaydım, en çok da ailevi dememe, ama ne bana bir şeye deme yetkisi vardı, ne de hesap sorma. O yüzden susuyordu, çünkü ben izin vermediğim sürece kimse benim hakkımda ağzını bile açamazdı. Fakat, ağzını açamayanlar elini kolunu açmaya çalışıyordu. Ama, ben o çalışan eli de, kolu da güzel yollarla kesmesini de bilmez miydim?
"Nasıl olmuş, Alin?!" Dediğinde amcam derin nefes alarak, telefondan görüntüsünü aldığım haberi gösterdim. Her cümlesini okudukça kaşları daha da çatılıyor, sinirlerinin gerilediğini hissedebiliyordum.
"Fotoğraf çok uzaktan çekilmiş, ama aydın gözüküyor kare. Kim yapmış olabilir? Kuznotsov kızı olduğunu üst üyelerden başka kimse bilmiyordu? Birilerine mi söyledin?" Dediğinde öfkeyle yüzüne baktım.
"Amca, sen ciddi misin? Aramızda bunu söyleme ihtimali yüksek olan biri varsa o da sensin, ama ben bile bunu sana imâ etmemişken, soruyor musun cidden bu soruyu?" Her cümlemde alnındaki damar bir az daha belirginleşti, fakat sinir hastası birine çatmak istemediği için sustu.
"Öfkelisin diye bir şey demiyorum-" diye başladığı cümleyi:
una sinir hastası birini çekmek istemiyorum desene!" Diyerek kestim. Bakışları yumuşarken, derin nefes aldı ve bana bir anda sıkıca sarıldı.
"Bırak beni!" Dedim, fakat bırakması için bir hamlede bulunmadım. İsteseydim çıkardım halbuki o kollardan. Niye çıkmıyorum? Sebep ne?
İhtiyaç... Sinirlensem de, üzülsem de, kırılsam da, ki bunların hiç birini asla yaşamamış olmak benim duygusuz olduğumu gösteriyor, fakat, hangisini yaşarsam yaşayayım, bildiğim tek bir şey varsa, o da sıcak 2 kolun bedenimi sıkıca sarması tüm hepsini yutmama neden olur. İnsan dışı eğitimler, en iyisi olmak, her kesten mükemmel olmak istediğim için her şeye katlanmıştım. Asla şikayetçi olmadım güçlü olmaktan. Hep daha fazlası, hep en iyisi.

Peki, bundan sonra? Sonra ne olacaktı?
"Ne olacak şimdi?" Dedi Arkhip sıkıca sardığı kolları bir an bile gevşemezken, benim de kendime sorduğum soruyu seslendirerek.
"Önce bir babam çıksın. Sonrasına bakacağız." Dedim ayrılarak.
"Sanki abim çıkana kadar bir şeyler düşünmeyeceğini bilmiyorum." Dediğinde göz devirdim.
"Gidelim." Diyerek, aynı sert ve güçlü adımlarla botlarım eşliğinde ameliyathanenin önüne geldik. Fakat, önünde gördüğümüz telaşlı hemşire kalabalığı kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

Saniyeler içinde kalabalık yerini boşluğa bırakırken amcam telaşla Kaan bey'in yanına gitti.
"Bir şey mi oldu ona? Neden öyle telaşlıydılar?"Dediğinde Kaan bey:
"Bilmiyorum. Sorduk, cevap vermediler. Telaşlanacak bir şey olmasa gerek. Hızlı toparladılar." Dediğinde rahatladım. Aynı sandalyeye oturarak, ameliyatın bitmesini beklemekten başka çarem olmadığı aklıma gelirken, başımızda olan belayı nasıl atacağım konusunda düşünmek cazip geliyordu o an.

Ve çıkılmaz bir düşünce selinin beni esir almasına izin verdim...
























Seni o kadar çok özledim ki, anlatırken gözlerim dolar, ama... Gelsen git derim.

















(A.A)

Continue Reading

You'll Also Like

104K 1.2K 4
Klasik karıştırmış bebekler hikayesi... Bakalım Alina bunu nasıl karşılayacak?.. DÜZENLEMEDE
1.9K 331 19
Deva yıllar sonra varlığından bihaber olduğu meşhur babasından mektup alır ve onun tehlikelerle dolu dünyasına adım atar. Ancak ortada ne iz vardır n...
257K 15.7K 27
Zamanla duygularından arınmış bir kız düşünün. Babası sandığı adamın, Ali Karan'ın onu bu hale getirmesi de ayrı bir konu. Gülmeyi unutmuş bu kızın b...
ERÇİL By s'

Teen Fiction

509K 23.7K 41
Anne ve babanın ayrılması sonucunda dört erkek çocuğu babaya ikizler ise anneye verilmiştir... Lise iki de erkek kardeşinin kurduğu çeteden sonra ara...