GÖLGE KANI

By yzrperest12

227K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER

4K 408 276
By yzrperest12

       
Hellloooooo!

Sizlere üzücü bir bölümle geldim :)

Umarım beğenirsiniz!

Oy ve yorumlarınız lütfen eksik etmeyinn! Emeğime karşılık gelemsi beni çooooook mutlu ediyorrr!

İyi okumalar dilerimmmm!

🌜🌚🌛


"Gülümsüyorum; İçimdeki yara ve acıları gülümsetebilmek için."

🌜🌚🌛

   Kalbim yerinde zonkluyordu. Atmaya devam ediyordu. Pompaladığı şey ise tam bir belirsizlikti. Kız Caleb'a daha sıkı sarılırken içim acıdı. "Sarılsana!" diye inledi kız. Gözlerini açtı. Abisinden ayrıldı. Öylece onlara bakıyordum. Bir tepki veremiyordum. Algılaması zordu. Bu Caleb olamazdı.

Bu kişi Caleb değildi.

Benim arkadaşım olan, her şeyimde yanımda olan Caleb bu karşımdaki değildi. Bu kişi tamamen bir yabancıydı.

Kızın deniz mavisi gözleri beni buldu. Bana öylece bakakaldı. Tepkisiz bir şekilde kıza baktım. Ben bunu algılamak istemiyordum. Ben bunu da yaşamak istemiyordum. Gözlerim burada en güvendiğim kişiyi buldu. Ona da güvenebilirdim değil mi? "Marcus evimizdeki bu kişiler de kim?" Marcus öylece bana bakıyordu. Herkes gibi. "Evimize niye yabancıları alıyorsun ki?" Sesim sakindi. Caleb tamamen bana doğru döndü.

Gözlerim ona kaydı. "Eleanor, beni dinle." dedi yalvarırcasına. Kalbim kasılıyordu. Yavaş yavaş duygularım kendini göstermeye başladı. Önlerine geçemedim. Gözlerim dolu dolu olurken bakışlarım buğulandı.

"Bu o kız mı?" diye sordu yanındaki kız sessizce.

"Ben yabancıları dinlemem." dedim titrek bir sesle.

"Beni dinlersen anlayacaksın."  Bir damla gözyaşı umarsızca doldurdu göz altımı. "Yemin ederim, söyleyemezdim."

Buğu dinerken yüzümdeki ıslaklığı hissedebiliyordum. Yanağımın üzerinden ılık, yakıcı bir sıvı iniyordu. Bunu saniyeler sonra anlayabilmiştim. Konuşamadım. Bütün kelimeler, ağzımdan çıkacak her ses kayboldu beynimde. Kıza baktım. Birbirlerine benziyorlardı. Bana onlarca yalan sıralamıştı. Kendine de tamamen başka bir Caleb yaratmış ve bana pazarlamıştı. "Dinlemek mi?" dedim belirsiz bir yüz ifadesi ile. Bir anda histerik bir şekilde güldüm. "Dinlemek mi?" dedim gülerek. Ellerim titriyordu.

"İyi gözükmüyor." diyen bir ses vardı ama beynim bunu algılayabilecek kadar açık değildi. "Eleanor." Aynı ses. Gözlerim Caleb'taydı. 19 yaşıma kadar ,hayatta olan, hayatımda değer verdim diyebileceğim kişiye baktım.
Bana doğru bir adım attı. Benden uzakta olmasına rağmen hemen geriye doğru çekildim. Nefes alamıyordum. İçime derin derin nefesler çekiyordum. "Neden?" dedim sık nefeslerimin arasından. Onun da gözleri dolmuştu. Ya da benim görüşüm yüzünden öyleydi. O böyle durumlarda ağlar mıydı? Yarattığı Caleb'ın gözleri dolardı.

"Bayılacak gibi duruyor." diyen kişi önceki sesten farklıydı. Ağız oynatmasından dolayı onun Caleb'ın kız kardeşi olduğunu biliyordum. "Bence onu tutun."

Bacaklarım tutmayacak sanıyordum ama hâlâ ayaktaydım. Dünyada tek başımaydım. Yapayalnızdım. Öylece kalakalmıştım. Neden beni kimse sevmiyordu ki? Marcus beni sadece öpmüştü. Belki o da hayatımdaki her şey gibi yalandı. Arkaya doğru sendeledim. Yalnızdım.

Kimsem yoktu.

Hiç kimsem yoktu.

"Yalan." dedim. Ya da öyle söyledim zannettim. Her şey bulanıktı. Tek net olan şey gerçeklerdi. "Her şey yalandı öyle mi?" Geriye doğru sendeledim. Bana doğru yaklaşan birini gördüm. Başka gölgeler de oynamıştı ama ilk davranan o olmuştu. Ondan da uzaklaştım. Gözleri gözlerime çarptı. Her şey mi yalandı?

Herkes mi yalandı?

"Benim." dedi şefkatli ses. Ama alt tonunu ayırt edebiliyordum; Öfke. Derin bir öfke. "Buradayım, Eleanor. " Sesi silindi. Düşüncelerim beni esir aldı.

Gözyaşlarım artık hissedemeyeceğim kadar çok akmıştı. Hem de birkaç dakika içinde. Artık tüm vücudum titriyordu. Gerçekler çok sert çarpmıştı. "Ne yani benim hayatım koca bir yalandı öyle mi? Ben hep yalnızdım ama yalancı bir birlikle mı sınandım?" Cümlem ağzımdan öylece çıkmıştı. Yerde olan gözlerim zar zor yukarı doğru tırmandı. Bana daha fazla yaklaştı. Elimi öne doğru uzatarak onu kendimden uzak tuttum. İçime bir daha nefes alamayacakmışım gibi derin bir nefes çektim. "Yaklaşma. Kimse bana yaklaşmasın. Hiç kimse." Arkaya doğru ilerledim mi sendeledim mi bilmiyorum. Sadece araya giren daha fazla mesafeden bunu anlamıştım.

"Bak ben anlatmak istedim. Ama yapamazdım." Yalancı. Pis yalancı!

"Sana sordum." Bir hıçkırık boğazımı yarıp geçti. "O gün sordum. Sakladığın bir şey varsa söyle dedim." Arkamdaki şeye doğru yaslandım. Ne olduğunu kavrayamıyordum. Ellerim titriyordu. Vücudum zangır zangır titriyordu. Vücudum hasta değildi ama ruhen vebayı çoktan kapmıştım.

"Söyleyemedim." Gözünden akan yaşı seçebildim. "Seni tamamen kaybederdim." Kaşlarım havalandı.

"Şimdi ne oldu?" Sesim kısık kısık çıkıyordu.

"Kendine hakim ol, Marcus." diyen temkinli sesi tanıyordum.

"Eleanor seni kaybedemem." Histerik bir şekilde gözyaşlarımın arasında güldüm. Canım acıyordu. Daha bugün bileğim kırılmıştı. Bu bilek kırığından daha can yakıcıydı. Bunu da enerjimle düzeltebilir miydim?

"Sen bir yabancısın." İçimden sinirli bir hüzün dalgası yayıldı. Bundan güç oldu. "Sen bir yalancısın!" diye bağırdım var gücümle. "Hayatımı tamamen yalana çevirdin. Tamamen. Zaten zar zor ayakta durabildiğim darmadağın hayatımı tamamen yalana çevirdin. Tamamen." Ayaklarım artık vücudumu çok zor taşıyordu. Arkamda bir varlık aradım. Düz, pürüzsüz bir zemine elimi yasladım.

Biri yine bana yaklaşmaya çalıştı. Gözlerim onu seçti. Bu kişi yine Marcus'tu. "Gel, hadi odana çıkalım." diyerek bana doğru bir adım attı.

"Yaklaşma!" dedim arkamdaki düz zeminden destek alarak. "Hepiniz yalancısınız. Derdiniz sadece mevki, güç!" Sesim iğrendiğimi belli ediyordu. "Kimseyi sevdiğiniz için yanınızda tutmuyorsunuz. Hepiniz yalancı, bencil pisliklerin tekisiniz." Marcus'un yüzü afalladı. Onu ilk defa herkesin içinde böylesine açık görüyordum ama buna aldırış etmedim. O da tıpkı herkes gibi yalancıydı. Yoksa beni neden öpseydi ki? "Kimse bana yaklaşmasın." dedim tükenmiş bir ses tonuyla. Arkamdaki masa diye tahmin ettiğim şey olmasaydı muhakkak çoktan yerde dizlerimin üstüne çökmüş olurdum.

"Saçmalama Eleanor. Bak biz buradayız." diyerek yaklaşan kişi Alissa idi. Marcus hâlâ öylece bana bakıyordu.

"Siz kimsiniz?" dedim haykırdım bir hıçkırığın ardından. "Ben daha onu tanıyamadım. Siz kimsiniz?" Hıçkırıklarım artaraken artık nefes alabildiğim şüpheliydi. "Neden?!" diye inledim. "Niye herkes üzmek için beni seçiyor?" Gözyaşlarım diner zannettim ama dinmediler. Ağlıyordum. Herkesin içinde gardımı düşürmüştüm.

"Ne oluyor burada?" diyen bir ses duydum. Bu hıçkırıklarımın daha fazla artmasına sebebiyet verdi. Ben tam olarak bir geri zekâlıydım! Ona güvendiğim için geri zekâlıydım! Onlara güvendiğim için geri zekâlıydım! Eninde sonunda terk edileceğimi bilerek onu sevdiğim için geri zekâlıydım!

"Eleanor, iyi misin?" diyen temkinli ses Blanca'ya aitti.

"Ben iyiyim. Ama siz çok kötüsünüz. Hepiniz içi saf karanlıkla dolmuş." Islak kirpiklerimin arasından, buğulu gözlerimle onun gözlerini seçebiliyordum. İçime derin bir soluk çektim yine.

"Ona ne yaptınız?!" diyerek kükreyen ses Carlos'a aitti. Kendimi daha fazla masaya yasladım. Ellerim titriyordu. Hıçkırıklarımı dindirmek, gözyaşlarımı kesmek istiyordum ama olmuyordu. O benim gözyaşlarıma değmezdi. Bende bu kadar güçlü bir sevgi yarattığın senden nefret ediyorum!

Gözlerimi Caleb'a çevirdim. Gözlerinin içine baktım. "Madem bu kadar sert çarpacaktın kendini neden bu kadar sevdirdin? Daha fazla canım yansın diye mi?" Başını hiddetle iki yana salladı. İçime her seferinde daha derin bir nefes çekiyordum.

"Hayır, Eleanor ben seni sevdim." Bana yaklaşmakta olan Carlos'u fark ettim.

"Yaklaşma." dedim elimi öne uzatarak. "Hiçbirimiz bana yakın olmayı hak etmiyorsunuz." Benim hayatım yalan mıydı? Caleb yalandı. Her şeyi yalandı. Bana karşı olan her şeyi yalandı. Ben yapayalnızdım. Hiç kimsem olmamıştı. Koskoca hayatta sahip olduğum hiçbir şeyim yoktu. Hiç olmamıştı. Hepsi sadece bir gösteriydi. Hepsi sadece bir oyundu. Beni bir oyun olarak görmüşlerdi. "Beni yalnız olmadığıma inandırdın. Buna izin verdim. Beni inandırmana izin verdim."

"Sen yalnız değilsin zaten Eleanor." Sarah'ın çime yeşili gözlerine baktım. Ne diyordu bu kız böyle? Yalancılar!

"Her şey için beni suçlarken bana yalan söyleme." İçime derin bir nefes çektim.

"Onlar geride..."

"Yalancısınız!" diye bağırdım hıçkırıklarımın arasından. "Hepiniz güç istiyorsunuz. Tek derdiniz güç. Hepiniz yalancısınız." Ben yapayalnızdım. Dünyam vardı ama içinde ben dışında kimse yoktu.

Ellerimi sertçe saçımın arasından geçirdim. "Ben buradayım Eleanor." diyen yumuşak ses Marcus'a aitti. Gözlerim ona doğru uzandı. Bana içi gidiyormuş gibi bakıyordu. Bana doğru bir adım attı. Hiçbir şey demedim.

"Her şeyim yalan çıktı." dedim acıyla. "Benim hayatımdaki tek kişi oydu. O da yalan çıktı." Hıçkırabilecek kadar kuvvettim kalmamıştı. "Siz de çıkacaksınız." Başını iki yana salladı.

"Ben sana zarar verecek hiçbir şey yapmam." Bu sefer de ben başımı iki yana salladım.

"Yaparsın." Gözlerim Caleb'a kaydı. "O yaptıysa sen de yaparsın. Herkes yapar. Anlamıyorsunuz." Bir adım daha yaklaştı. "Uzaklaş." dedim kısık bir sesle. Gözlerim gidiyordu. Ruhum henüz bu yükü sırtlanabilecek kadar güçlenmemişti.

"Anlamama yardım et o hâlde." Bana doğru bir adım daha attı. Uzuvlarımı kaybederken Marcus'a doğru düştüm. Gözlerim kapandı. Beynimin işlevi hâlâ yerindeydi ama vücuduma komut gönderbilecek cesaretli değildi artık. Marcus'un ellerini çevremde hissettim. Havaya doğru kalktığımı hissettim.

"Bundan sonra neler olacak kim bilir." diyen kişi Sarah'a aitti.

"Onu daha önce hiç böyle görmemiştim." Alissa sessizce konuşmuştu. Marcus ilerlemiyordu.

"Caleb'a bakarsak o da daha önce hiç görmemiş." Barton'ın sesini ilk defa duydum. Onun sesinde de bir duygu vardı. Ondan beklemediğim bir duygu; Merhamet.

"Senin yüzünden hayatı boyunca, yani belki de yüzyıllar boyunca hiç kimseye güvenemeyecek." diyen acımasız ses Sharon'a aitti.

"Sen ne zamandan beri Eleanor'u bu kadar önemsiyorsun Sharon?" dedi Caleb bitik bir sesle. Kalbim zonkladı. Beynime doğru derin bir acı saçıldı.

"Gözlerini dikerek ona bakman hiçbir fayda sağlamayacak Marcus." Blanca'nın uyarısı ile neden hâlâ burada beklediğimizi öğrenmiş oldum.

"Bir daha Eleanor'a yaklaşmayacaksın. Bir daha senin yüzünden bir damla gözyaşı daha dökmeyecek Caleb." deyip hareketlendi. Onun lafının üzerine kimse konuşmadı. Beynim zonkluyordu.
Kendimi artık hayattan daha güvenli hissettiren karanlığın kollarına bıraktım.

🌜🌚🌛

Ne kadar öylece yatakta durmuştum bilmiyordum. Bir süre sonra ayağa kalmıştım. Sonra pencerenin önüne geçmiştim. Kararan gökyüzüne baktım çaresizce. Kapımın açılıp kapanma sesini duysam da arkama dönmedim. Gökyüzünde parlayan kutup yıldızı canımı acıtmak istercesine daha da parladı. Gözümden süzülen yaş damlasına içimden lanet okudum. Bu dünyaya girdim gireli ne de çok ağlamıştım. Ayak sesleri daha da yaklaştı. Tam yanımda durdu. Eliyle süzülen yaşımı sildi. "Ağlama."

Yutkundum. "Biliyordun."

"Sen ağlayınca büyün dünya bana küsüyormuş gibi hissediyorum. Bunu bana yapma." Soluduğu derin nefesi duydum. "Gözlerine gülmek çok yakışıyor."

Akan damlalara rağmen genişçe gülümsedim. Bakmasını ve görmesini biliyordu lakin ben anlamasını istedim. "Gülümsüyorum; İçimdeki yara ve acıları gülümsetebilmek için." Sesim isteğimden bağımsız olarak titremişti.

Tam gözyaşımının düştüğü yerden öptü dudakları. Gözlerimi kapattım. Tekrar düştüler düşen yerde onu tutan kişinin kim olduğunu umursamadan. "O yaraları beraber sarabiliriz." Alnını alnıma yasladı. Gözlerine baktım. Sanki gözyaşlarıma baktıkça acı çekiyordu. Gözleri tamamen siyaha gömülmüştü.

"Bazı yaralara sarılmak iyi gelmez. Bazı pansumanlar daha kötü yapar yarayı." Acı acı gülümsedim. Gözleri dudaklarıma doğru yol aldı. "Denedim. Olmuyor."

"Bir de ben denesem?" dedi çocuk mağsumluğunda çıkan sesiyle. Bu yüzümde sahici bir gülümseme açtırdı. Koskoca Çim Biçme Makinası gelmiş yaralarımı sarmak için benden izin istiyordu.

"Böyle sorunca bilemedim şimdi." En azından bir kişi beni umursuyor gibi gözüküyordu.

Geriye çekildi. Yüz ifademi uzunca süzdü. Bakışlarında gizli bir şefkat vardı. Daha da siyahlaşan gözlerine parıltılar eklenmişti. Gerçekten gülümsemem onu mutlu ediyor gibi görünüyordu. "Dediklerinde ciddi miydin?" Şimdi sesi yorgun çıkıyordu. Yüz ifadesi çökmüştü. "Tamam, belki başlarda sana çok sert davranmış olabilirim ama seni hiçbir zaman yanımda gücün için tutmadım. Marcus olarak."

"Bakıyorum da yine egonu konuşturuyorsunuz Sayın Çim Biçem Makinası." Benden gerçek bir cevap bekliyordu ama bunu demeden geçemeyecektim. "Biliyorum, güçlerimiz oranlanmış bir şekilde. Seni onlar gibi görmüyorum Marcus Alaric Russel, daha doğrusu bakmak istesem de göremiyorum." Kalbim inatla karşı çıkıyordu. "Sadece çok fazla bunalmıştım. Hepsini o yüzden söyledim." Gözyaşlarım çoktan dinmişti. Gardımı en fazla bu kadar indirebilirdim. Karşımdaki kim olursa olsun bu artık bende bir huya dönüşmüştü. Gözyaşlarım herkesten daha değerliydi.

Kimi kandırıyordum ki? O benim hayatımda değer verdiğim tek kişiydi. Geçmişimdi, şimdimdi, geleceğimdi. Ben ona küs kalmayı beceremezdim ki. Benden halamın ölümünü saklamıştı, benden kendini saklamıştı, benden her şeyi saklamıştı. Ama içimdeki bir taraf ondan asla vazgeçemeyeceğimi biliyordu. Kim ailesini öylece bir anda sırtını çevirebilirdi ki? En azından ben yapamazdım. Ne kadar da acınası!

"Benden yaralarını saklamaya kalkışma Eleanor. Görebiliyorum." Ağlamamlıydım ama dünyam yalan çıkmıştı. Her şeyim olarak gördüğüm insan tamamıyla yalandan ibaretti. Benden kurt adam olduğunu sakladığında kızamadığım çocuk benden her şeyimi saklamıştı.

O çocuk bir yalandı.

"Ben ona kurt adam olduğunu öğrendiğimde dahi kızmamıştım." Kelimeler boğazımı tıkıyordu. Gözlerim yeniden dolu dolu olmuştu. "Ben ona sadece benden kendi gerçeğimi sakladığı için kızmıştım. Onu anlamak için çok çabaladım ama o sürekli olarak beni yanıltıyor. Belki verdiğim tepki hepinize fazla geliyor ama o bana tam olarak bu şekilde yaklaştı. Bana o da benim gibi ölümü yaşadığını söyleyerek yaklaştı. Ben ona bunda inandım. Ben Caleb'ı böyle tanıdım. Kurt adam olsa da o benim arkadaşım olan Caleb'dı ama şimdi... Hayatım yalanmış gibi hissediyorum. Beni yıllardır tek seven kişi oydu. Şimdi de bu sevginin bir yalan olduğunu öğreniyorum. Çünkü Caleb'ın kendisi yalan çıktı. Kendimi salak gibi hissediyorum." Titrek bir nefes aldım. "Kendimi çok yalnız hissediyorum." Beni kendine doğru çekti ve sıkı sıkı sardı. Sert değildi, canımı acıtmıyordu ama beni sanki içine sokmak istercesine saran parmaklarını hissedebiliyordum. Ben de kollarımı onun etrafına sardım.

"Sen ben olduğum sürece asla yalnız olmayacaksın." Saçlarımın üzerinde hissettiğim baskı ile saçlarımı öptüğünü anladım. "Siyah ve beyaz hep iç içedir. Onları doğa dahi ayıramaz. Unuttun mu?"

Daha sıkı sarılırken gözyaşlarım usulca siyah t-shirtünü ıslatıyordu. Kokusunu içime çektim. Orman kokuyordu. Yağmur yağdığında ıslanan orman gibi kokuyordu. Doğduğumdan beri en sevdiğim koku buydu.

🌜🌚🌛

İçime titrek bir nefes çektim. Gelip geçen herkes bana nefret dolu bakışlar atıyordu. Kavgalarda tek pes eden kişi bendim. Yenilenler de vardı ama hiç kimse pes etmemişti. Yine tüm nefretler üzerimde toplanmıştı.

Dün gece Marcus ile geçen ağlama seansında sonra kendimi çok daha iyi hissediyordum. Anlamadığım bir şekilde kalp ritimleri beni sakinleştirmişti. Gece boyunca öylece oturmuştuk. İkimiz de konuşmamıştık. İkimiz de sorular sorarak birbirimizi yormamıştık. Sadece susmuştuk ve sessizliğin bize eşlik etmesini izin vermiştik. Sessizlikten bu kadar keyif alacağım hiç aklıma gelmezdi.

Bitkindim ve şu an hiç içerinin havasını solumak istemiyordum. Aiden yanımdan ayrılmıştı. Hiçbir şey dememişti. Ben de ona hiçbir şey sormamıştım. Öyle ki onu inceleyecek kuvveti dahi kendimde bulamamıştım. Uykusuzdum ama uyku beni dürtmüyordu. Aklımdaki tüm planlar sıyrılıp gitmişti. Kendimi onları anlatacak kadar güçlü hissetmiyordum. Yapabilecek kadar güçlü ise hiç değil. Soğuk hava yüzüm çarparken üzerimde olmayan montumu hiç aramadım. İnsanın içi alev alev olunca dışı pek de soğuğu takmıyordu.

Öylece ağaçların arasına geçip nemli olan toprağı umursamadan oturdum. Gözlerimi kapatıp havanın tadına varmaya, düşüncelerimi bir kenara silip atmayı amaçladım. Kulağıma cam ağacı sesleri, ayak sesleri, hışırtı sesleri geliyorudu. Rüzgar tenimi yalayıp geçiyordu. Dudaklarım kıvrıldı. Hangi tehlike gelirse gelsin ben hâlâ hayattaydım.

Ben hâlâ güçlüydüm.

Ben gerçekten güçlüydüm.

Ben hâlâ hayattaydım ve savaşmak zorundaydım.

Yaklaşan ayak sesleriyle gözlerimi araladım. Gelen kişiye baktığımda Sharon'u gördüm. "Korkma, benim." dedi yanıma gelip o da benim gibi oturarak.

"Daha fazla korkmam gerekiyor bence." dedim dudak büzerek. Bahçede konuşan arkadaş gruplarına doğru baktı.

"Senin çok az şeyden korktuğunu gördüm." dedi durgun bir sesle. Ya da ben öyleymiş gibi yapıyordum. "Tıpkı Marcus gibi." Kaşlarım çatıldı.

"Nereye varacaksın cidden merak ediyorum." Beni yandan süzdü. Gözlerinde bir duyguyu yakalayabildim; İmrenme.

"Gerçekten çok güçlüsün. Bize göre bile." Onu süzdüm. Yorulmuş gözüküyordu. "Bir abim var. Meclis'te oldukça iyi bir yere sahip. Ben ise ailenin en güçsüzüyüm." Gözlerim şokla açıldı.

"Sen mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Ailenin." diye belirtti gülerek. "Üstelik Meclis'te öyle kadınlara pek önem veren yoktur. Okulların müdürleri bile erkek. Eğer saygı istiyorsan Meclis'te iyi bir yeri olan birinin karısı olmalısın. Sonra bir çocuk. Değerlisin. Meclis'te bir kadın ne kadar değerli olabilirse." Meclis salak mıydı acaba?

"Bu devirde kadın erkek ayrımcılığı mı kaldı?" Histerik bir şekilde güldü.

"Kadınların küçümsenmesi devir fark etmeksizin hep aynı. Devrin değil zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bizleri hâlâ bir obje olarak görüyorlar. Kim olursan ol." diye atıfta bulundu gölge olmama. "Çoğunluk hâlen böyle. Babam da benim için plan kurarak Marcus'un eşi yapmaya çalışıyor. Yaklaşık yedi yaşımdan beri. Rakiplerim de var tabii. Her zaman ona yanaşması gereken biri olarak görürler beni. Tüm Meclis, babam, abim... Kendi babam beni sadece bir eşyaymışım gibi görüyor." Alayla kahkaha attı. Kendilerini bize bakmamak için zorlayan birkaç kişi de bununla beraber baktı. Onu çok fazla ezmişlerdi. "Hayatımı bu doğrultuda yaşadım. Babama ya da abime baş kaldıramazdım." Gözlerini bana verdi. "Ama kaldırabilirmişin. Seninle tanışınca anladım bunu. Kimin çocuğu olduğumun ya da gücümün önemi yok. Benim önemim var. Bunu yapabilirdim. Ama yapamadım, o kadar cesaretli değildim."

"O kadar cesaretlisin aslında." dedim gözlerinin içine bakarak. "Ama bunu onlara gösteremeyecek kadar..."

"Güce düşkünüm." dedi yüzündeki buruk gülümseme ile.  "Dediklerinde haklıydın. Hem de hepsinde. Burada gördüğün herkes güç ve mevki için her şeyi yapabilirler. Ama Eleanor ben artık bunlar için değil kendim için savaşacağım. Beni buna inandırdın." Yüzümde gerçek bir gülümseme belirdi.

"Yani bana olan düşmanlığından vaz mı geçiyorsun?" Gözleri dolmuştu.

"Ben Marcus'tan vazgeçtim, Eleanor. Benim senden nefret etmek için iki sebebim vardı; Biri Marcus, biri de kıskançlığım. Bu kıskançlık Marcus yüzünden olan bir kıskançlık değil. Sana olan kıskançlığımdı. Kişiliğine karşı olan kıskançlığım, masumluğuna imrenişimdi." Sen babasından sevgi bekleyen küçük hırslı bir kızsın Sharon. "Bir şeyleri daha şimdiden görebiliyorum. Sen bizim aramızda büyümedin. İnsanlık, masumiyet, sevgi, birlik taşıyorsun içinde. Güçlüsün. Bu fark etmek istemediğim bir detaydı ama bunu es geçemedim. Daha şimdiden tarihi kendi ellerinle yazıyorsun." Elini elimin üstüne koydu. "Senin arkandayım. Bizi üste çıkaran kişi olacağını biliyorum."

Sesi gerçekten samimi geliyordu. Ben şimdiden bir şeyleri mi değiştirmiştim? Gözümün önünde her şey aynıydı sanki. "Sen sadece kendi için çabalayan bir kızsın. Sevilmek için çabalayan bir kız. Bana birini hatırlatıyor." Beni. Ama ben birileri beni sevsin diye kendimi zorlamazdım.

"Marcus'un sana olan bakışlarını hepimiz görüyoruz Eleanor." dedi saçını arkaya attırarak. Bunu içinde hiçbir kıskançlık belirtisi olmayan sesiyle söylemişti. "Dün sen o sözleri söyleyince belki onu göremedin ama ben gördüm, biz gördük. Ben hayatımda ilk defa Marcus'un böylesine bir afallama yaşadığını, gözlerine hüznün yansıdığını gördüm. O on yaşındayken bile sert bir kaya gibiydi. Seni öyle görünce çok kötü oldu. Marcus en fazla ne kadar kötü olabilirse." deyip güldü. Gözlerini gözlerime sabitledi. "Bunun değerini bil. Ben bunun için senelerce çabaladım. Ama başaramadım. İyi ki de başaramamışım."

"Bana ne söylemek istiyorsun Sharon?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Sadece içimdekileri bir defa da olsa dökmek istedim. Bunun için de seni uygun gördüm." Ayağa kalktı. "Sen güçlü bir kadınsın, bunu asla kaybetme. Üstelik artık evde benim için rahatsız olma. O evden artık gidemem. Ama orada senin için çaba harcayabilirim." Ona garip bir şekilde bakıyordum. Bana gelip neden böyle davrandığını açıklamış sonrasında ise artık düşman olmayı geç dost olduğumuzu söylüyordu. Bu bende şok etkisi yaratmıştı.

İnsanların arasına doğru adımlarken etraftaki insanlar bizi izliyordu. Muhtemelen etrafa bir duyulmama büyüsü yapmıştı. Yutkundum. Yeri izlemeye koyuldum. Her şey birbirine giriyordu. Artık beynim bir çorbaya dönmüştü. Belki de dün beni o hâlde gördükten sonra bana acıyıp benimle arkadaş olmaya karar vermişti. Saçma. Eminim ki Sharon benden çok daha kötü hâlde olan kişileri görmüştür.

Üzerimdeki göz sayısı saniyeler geçtikçe artıyordu. Daha fazla burada durmamaya karar vererek ayağa kalktım. Siyah kot pantolonumun arkasını silkelerken kimse umurumda değildi. Sadece ben ve düşüncelerim vardı. Ben ne yapacaktım?

Ben bu karanlıkta ne yapacaktım?

Bu kadar ışığın yolunu kaybetmişken ben nasıl yürümeye devam edecektim?

Yürümeye başladım. Bunları düşünmek çok saçmaydı. Evet, belki beni hayata geri getiren isim olmuştu Caleb ama hâlâ hayatta kalmam onun sayesinde değildi. Ben onsuz da vardım, onsuz da olurdum.
Olur muydum?

Sert bir rüzgar esti. Burnumun ucu sızladı. Hayır, burada ağlamayacaktım. Herkesin gözü bendeyken oturup ağlamayacaktım. Onun yerine kendimce güldüm. Bu ağlamaktan çok daha kolaydı.

Kahkaha atarken yine herkes bana kötü kötü bakıyordu. Kahkaham dinerken kendimi tuvalete doğru giderken buldum. Gözlerim dolmaya başlıyordu. İçime derin bir nefes çekip başımı eğdikten sonra yaşların geri gitmesi için gözlerimi yukarıya doğru çıkardım. Yani en azından başım eğikken aşağı doğru eğdim.

Tuvalete hızla giderken beklemeden boş olan bir kabine girdim. İçeride makyajlarını tazeleyen kızları takmadım. Klozet otururken saçlarımı ellerimin arasına aldım. Çok sessiz bir şekilde fısıldadım. "Keşke beni duymasalar." Bu Marcusgil'i takip ederken söylediğim bir çift dilekti.

O gün...

Hayatımın dönüm noktası.

Keşke o günü yaşamasaydım demeyecektim. Ben her türlü bu belalara giriş yapacaktım. En azından bu belaları Marcus yanımdayken karşılamak daha kolaydı. İyi ki o gün onları takip etmiştim. Yoksa o iğrenç insanların eline düşebilirdim. Beni canavara dönüştürmek isteyebilirlerdi.

Ama keşke anne ve babam o gün ölmeseydi. Keşke hayatımda onlar olsaydı. Babam beni korurdu. Annem bana her ne kadar kızsa da şefkat gösterirdi. "Neredesiniz?" diye sordum gözümde bir damla yaş düşerken. Onlar beni Caleb'ın yalanlarından da zihnime tuzaklar kuran kişilerden de korurlardı. Ben yalnız olmazdım. Kimsesiz olmazdım. "Neden?" Sizi kim öldürdü? Size kim kıydı? O anlar gözümün önünde saniyelerce tekrarlandı. Annemin boğazına sürekli olarak bir şey dayanıyordu ama yüzler bulanıktı. Bulanık olmayan şeyler silikti. Anne ve babamın yüzü ve kurtların hâli. Beynim bunları tarayacak kadar iyi çalışmıyordu.

Kaç dakika orada öylece gözlerimden yaş boşalırken durmuştum bilmiyordum. Gözyaşlarım sonunda dinmişti. Öylece tuvaletin beyaz kapısına bakıyordum. Her şey darmadağındı. Neyi toparlayacağımı bilmiyordum. Tuvaletin kapısı tıklatıldı. "Eleanor iyi misin?" diye soran sesi tanıyordum. Ellerim hızla gözlerime gitti. Zaten kuru olan gözlerimi hızla tekrar temizledim. Daha sert tıklatıldı. "Eleanor! Yaklaşık bir buçuk saattir oradasın."

"Yeter. Kenara çekil." diyen sert ve endişeli ses Marcus'a aitti. Kapıya oldukça şiddetli yumruklar indi. Gözlerimi büyüterek kapıya baktım.

Boğazımı temizlerken, "Keşke beni duysalar." dedim sessizce. Ben onları hiç düşünmemiştim. "Ben buradayım. Ve inanın ki iyiyim." diye bağırdım. Bu sefer çok daha şiddetli bir yumruk indi kapıya

"Aç şu kapıyı." Hep bir emir kipi zaten!

Ayağa kalktım. "Kapıyı kıracaksın." dedim huysuz bir sesle. Kapının kilidini döndürüp açacakken kapı bir anda hızlıca açıldı. Geriye doğru sendelerken bir el beni tutup düşmemi engelledi. Bu sinirden köpüren Marcus'tu. Yüzüne şokla baktım. Oldukça sinirli görünüyordu.

"Kendini bir kapının ardına kitleyip saatlerce orada durmak da ne demek?!" diyerek kükredi. Bileğimi ondan kurtardım. Sert tutmuyordu ama bu bana özgürlüğümü kısıtlanmış gibi hissettiriyordu.

Diğerlerinin yüzüne baktım. Hepsinde endişe vardı. Bakmayı es geçtiğim yüzü umursamadım. Kendime bir şey yapacağından korkmuşlardı. "Seni her yerde aradık Eleanor! Ne kadar korktuğumuzdan haberin var mı?!" Lauren da öfkeli gözüküyordu. Hatta öyleydi ki buz mavisi gözleri griye çalar olmuştu.

"Siz ciddi misiniz?" diye sordum şaşkınlıkla. "Ben kendime zarar vermem.  Ki veremem de zaten. Ne olursa olsun bunu yapmam." Hepsi durmuş öylece bana bakıyorlardı. Hiçbirinin yüzünde öfke eksikliği yoktu. "Yoksa yapabilir miyim?" dedim anlamamış bir ifade ile.

"Şunu şakaya almayı bırak." dedi dişlerinin arasından Marcus. Gözlerini kapatıp sakinleşmek adına nefes aldı. Bunu inip kalkan göğsünden anladım. "Hepiniz dışarı çıkın." Bunu daha sakin bir sesle söylemişti. Artık aramızda bir şeyler olduğunu yukarıya çıkıp bağırabilirdik.

Birkaç saniyenin ardına hepsi dışarı çıktı. Kapıyı arkalarından örterken huysuzca Marcus'a baktım. Zaten çoktan ses engelleme büyüsü yapmış olduğunu bildiğimden rahatça konuştum. "İstersen çatıya çıkıp bizim aramızda..." demeye kalmadan elleri yanaklarımda yerini buldu, dudakları dudaklarımdaki yerini kanıtladı. Ben şokla kalırken Marcus nazik bir sertlikle beni öpüyordu. Bunu nasıl başarabiliyordu?

Yumuşak dudakları dudaklarımı ıslatırken ellerim saçlarının arasındaki yerini buldu. Ona acemice ayak uydurmaya çalışırken beni arkamdaki ne ara kapandığını bilmediğim tuvalet kapısına yavaşça yasladı. Dudakları alt dudağımı hapsederken elimde olmadan saçını çekiştiriyordum. Benden ayrılırken gözlerimi açıp ona baktım. Şaşkınlığım kesinlikle tüm yüzüme yayılmıştı. Nefeslerim hızlıydı. Yüzümün kızardığına emindim.

Gözleri dudaklarımdaydı. En koyu tonu alan gözlerinin içinde arsız parıltılar vardı. Kalbim olabildiğince hızlı atıyordu. Gözleri yüzümdeki her detayı incelerken ben içimdeki heyecan yüzünden hiçbir tepki veremiyor öylece ona bakıyordum. "Kırmızı sana çok yakışıyor." Gözlerindeki arsız parıltılar daha da artarken gözleri yeniden dudaklarıma kaydı. "Dudaklarına daha fazla yakıştı."

Gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyordum. Sonra çok saçma bir şey yaparak cümlemi tamamladım. "...şeyler olduğunu bağıralım." Belki hâlâ kızgın olmasaydı bu saçmalığıma gülerdi ama yüzündeki herhangi bir değişim olmadı. Kara hareleri ela harelerimi sahiplendi. Ela harelerim kara harelerini sahiplendi.

"Biz bir şey değiliz Eleanor. Sevgiliyiz." Üzerimdeki şaşkınlığın yavaş yavaş gittiğinin işareti olarak tepki olarak kaşlarım havalandı.

"Öyle mi?" dedim alayla. "Ben bana hiç çıkma teklifi geldiğini hatırlamıyorum." Bir elini sağ tarafıma yerleştirdi. Başını başıma yaklaştırdı. Hızlı atan kalbim daha da hızlanırken tekledi. Kalbimin boğazımda attığımı söyleyebilir ama kanıtlayamazdım.

"Sana sormuştum." Burnunun ucu burnumun ucuna sürtündü.

"Herhâlde ben o anı kaçırmışım." dedim gözlerine odaklanarak. Dudaklarına bakmamalıydım!

"Kimse olmamak isterim dedim." dedi dudaklarını dudaklarıma sürterek. "Sen de diyorsun dedin." Dudakları artık dudaklarıma değiyordu her kıpırdadığında. "Sonra biz..."

Kafamı birkaç santim geriye çektim. Bilerek yapıyordu. Benim onu öpmemi istiyordu. "Ama çıkma teklifi etmedin."

Sık kirpikleri birbirine yaklaştı, tıpkı başlarımızın aynı mesafeye gelmesi gibi. Dudakları tekrar dudaklarımı süpürdü.  "İstersen hemen ederim." dedi dudaklarıma bakarak.

"Yok, istemez." diyerek başımı çevirdim. Dudaklarını yanağıma bastırdı.

Dudaklarını yanağımda oynattı. "O hâlde sevgiliyiz diye düşünüyorum."

"İyi, düşünebilirsin." dedim huysuz bir sesle. Diğer eliyle saçımı kulağımın arkasına attı. Dudakları tenimde hareket ederek tam kulağımın başladığı yerde durdu.

"Bence olmalıyız." Nefesi kulağımı yalayıp geçiyordu. Huylanıyordum ama belli etmedim. Ben cevap vermeyince dudaklarını kulağımın başlangıcına bastırdı.

"Tamam, tamam oluruz." Dudakları olduğu yerde iki yana açıldı. Bir anda kolunun altından çıktım. "Senin sinirin ne ara geçti? Daha demin sinirden kapıyı neredeyse kıracaktın." Artık klasikleşmiş hareketini yaparak arkasındaki kapıya yaslandı.

"Seni öpünce geçti." Sesli dile gelince içimde bir yer kıpır kıpır oldu.

"O kadar çabuk sinir mi geçermiş?" dedim ne dediğimin farkına varmadan. Yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. "Hayır, bunu başka bir tarafa çekemezsin. Üstelik sen kızlar tuvaletindesin. Çıksana."

Olduğu yerde dikleşti. İşte şimdi o ciddi Marcus'a dönmüştü. Bana doğru geldi yine. "Bir daha bizi, beni bu kadar habersiz bırakma Eleanor. Yaralarını bana göstermekten sakınma." Gözleri gözlerimi delip geçti. O an ikna oldum; Benim yaralarıma kabuk olabileceğine.

🌜🌚🌛

Kütüphaneye elimdeki iki ağır kitap ile yol alıyordum. Marcus'un odasına gidip kitapları almıştım. Onların da dersini mahvetmiştim, zaten ben derse girmemiştim. En iyisi bu kitapları yerli yerince vermekti. Boş vaktimde. En iyisi buydu.

Kütüphanenin girişine birkaç adım kala içimdeki her duygu dikleşti. Hislerim aynı şeyleri dememi söylüyordu. "Keşke kimse beni duymasa." dedim ağzımı kıpırdatarak. Girişe doğru sessizce adımladım. İçimdeki dürtü yine duyularını elli kat daha iyi yapmıştı.

Gözlerim onca raf arasında sağ üçüncü blok, en son sıraya kaydı. Buradan tam olarak görüş açımdaydılar. Aiden ve kütüphaneci kızı gördüm. Kütüphaneci kız Aiden'ı sıkıştırıyordu. Belki müdahale etmem gerekiyordu ama içimdeki dürtüler buna şiddetle karşı çıktılar. Sesleri kulaklarıma kadar uzandı. Bir şeyi kırarak geliyorlardı. "Aiden sana son kez söylüyorum. Günlerdir seni koruyorum ama bu kadarı fazla."

"Sana öyle bir şey yok diyorum." Kız ciddiyetle Aiden'a bakmaya devam etti. Üzerine doğru bir adım attı.

"Bunu ben değil Meclis soruyor." Meclis mi? Kaşlarım çatılırken büyüyen gözlerimle ikisini izliyordum. Bunu yapmamış ol, Aiden. Ben sana çaresizce güvenirken bunu yapmamış ol. "O kız gölge mi? Meclis net bir cevap istiyor."

Meclis gölge olmamdan mı şüpheleniyordu?

🌜🌚🌛

Hemmmmeeeeen bu paragrafa "Biliyordum!"cuları alabiliriiiiiizzzz!

Bölümü nasıl buldunuz?

Aiden'dan böyle bir hamle bekliyor muydunuz?

Peki kütühaneci kız da kim?

Bu iş nereye varacak sizce?

En sevdiğiniz sahne diye sorsam ;)

Veeeeee son üç geri sayımı diyoruuuuuummm!

Hikayenin çoğu kişinin istediği gibi gitmediğini biliyorum. Herkes Eleanor'dan ultra bir patlama istiyor ama şimdiden söylemek istiyorum ki öyle bir şey olmayacak çünkü bir anda Eleanor pat diye güçlenemez. Evet, hâlâ soy dedemizden ders alıyor ama bunları hayatında bilmeden yerine getiriyor. Mesela Marcus ve Alissa'nın sesini duyabilmesi gibi.

İlk kitap olaylara girdiğimiz, karakterleri tanıdığımız ve gelecekle ilgili bize ipucu veren bir kitap. Eleanor ilk kitapta bu dünyaya alışma aşamasında. Pat diye alışamaz. Pat diye güçlenemez. Şimdi diyeceksiniz fantastik yazıyorsun gerçekliği bu kadar takamazsın diye. Ama bu hikayenin gerçekten temelden bir kurgusu var. İlk kitaptaki neredeyse her olay ilerideki olaylar için tasarlandı.

Haaa 2. kitapta güçlü bir Eleanor olacak mı diye sorarasanız da, 2. kitaptaki Eleanor tamamıyla zekâsıyla ön plana çıkacak. Güçleriyle de desteklenecek tabii. Biz Eleanor'un tam gelişimini serinin sonunda göreceğiz. Biliyorum çoğunuz Eleanor'u salak olarak görüyor ama Eleanor esasında zeki ama afallayan bir karakter. Güçlü ama ne yapacağını bilmeyen bir karakter, ilk kitapta.

Sizlere söz veriyorum 3. kitabın sonunda Eleanor'un ne kadar geliştiğini göreceğiz :)

Lütfen okuduğunuz emeğe karşın oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

45.8K 22.2K 28
🏆Wattys2021 Yarı Finalisti🏆 Tüm polisiye kurgularda önemli olan olayı ya da cinayeti çözmek ve suçluyu yakalamaktır. Peki hayran kaldığımız polis...
119K 10.2K 47
Zaman hızlı akıyor demiştim ya hani. Hissetmiyordum artık zamanın aktığını, nasıl geçtiğini. Artık korkmuyordum mesela kendimden. Yaptıklarım, yapaca...
759K 37.5K 62
Torn Galaksisi tüm galaksiye karanlık çağı getiren Beşen Yeri'ni mühürle hapsettikten sonra Kahin Tivon'ın yaptığı karanlık kehanet yeni çağ gölge dü...
223K 27.6K 50
[ TAMAMLANDI.] #Fantastik 1 #Savaş 1 Hey, ben deliyim! En az senin kadar... Jessie; çılgın, deli dolu ve köy tarafından dışlanmış üstün güçleri...