Ergenekon

By isimsizzz35-1

14.7K 5.4K 12.1K

Tarihler teknoloji çağını göstermeye başladığında devletin düşmanı mert, savaştığı kılıç kalkan değildi. Yen... More

Murat Korkmaz
Masumiyet
-Yüzleşme-
yeni kapağımız
-Yüzleşme 2-
-YAŞAMAK-
Cehennemin dibi
Gölge
-Sahte Ölümler-
Omuzlardaki Yük
Sonun başlangıcı
-Cendere-
Kendi kanında boğulmak.
Karanlık Sular
İyi ki
İtalyan Rüzgarı...
-Tandık yabancılar
-Ölüm portresi-
-Kalpleri ısıtan duman-
-Bardağı taşıran son damla-
-Zehirlenmiş vicdan-
-Kurt, Kuzu, Çakal-
Pandora'nın Kutusu
-Zıtlıkların Dünyası
-Avuçlarında koz saklayanlar- Final 1
Kapanan Perde -Final 2
2.Kısım-Karanlığın Şafağı
Acıların Üstüne
-Erimek
-Yeni dünya düzeni-

Depresyon

5.2K 260 1.7K
By isimsizzz35-1

*Dikkat! Hikaye paralel bir zamanda geçmektedir. Okurken günümüz ile aynı değildir. İyi okumalar

Şu hayatta öğrendiği ilk yalan her şey yolunda cümlesiydi. Öyle ki bu cümleyi ne zaman duysa mutlaka bir felaket gelip onu bulurdu

********* 

1. Kısım -Karanlık Sular

Karanlık...

Göz alabildiğine karanlığın tam ortasında süzülen bir beden. Bu bedeni sarmalayan soğuk bir su. Hissediyordu her yanı ıslak ve soğuk tarafından kuşanmışken, dibe çekildiğinin farkındaydı. Ters giden işler olmalıydı, çünkü olması gereken yer burası değildi.

Sahi buraya ne zaman gelmişti? Nasıl gelmişti? Kim getirmişti? Hiçlik. Her şey tıpkı gözlerini açmadan da hissedebildiği karanlık gibiydi. Bilinmezliğin tam ortasındaydı. Belki de çoktan ölmüştü ondandı bu boşluk hissi. Yok, ölmüş olamazdı. Ölmüş olsaydı şayet suyu hissedemezdi oysa o buzdan farksız suyu da tenindeki izlerini de hissediyordu.

Kimdi? Adı neydi? Suyun yüzüne onu bekleyeni var mıydı? Belki de onlar itmişti buraya. Belki de faili meçhul cinayetin kurbanıydı. Ya da görmemesi gerekenleri gören duymaması gerekenleri duyan varlığı yüzünden buraya kendi gelmişti.

Su gittikçe derinleşirken nefes almadığını anlamıştı. Evet nefes almıyordu ama bu durum onu zorlamıyordu. Hatta bedeniyle ilgili hiçbir zorluk yaşamıyordu. Gözleri kapalıydı ama karanlıkta olduğunun farkındaydı. Kulakları suyla dolmuştu belki ama kalbinin atışının, denizin engin sessizliği bozmak için çıkardığı seslerin farkındaydı.

Göz kapakları sanki bir tatilden dönermiş gibi geriye çekilirken az önceki karanlık perdeden pek de farklı olmayan gerçek karşılamıştı. Tek fark kendinden metrelerce öte olmasına rağmen ışığını gördüğü aydı. Dolunay bu gece ne güzel de parlıyordu.

"Güzel bir manzara ile öleceğim anlaşılan." Dedi kendi kendine. Ağzını açtığı anda dudaklarında hissettiği o tuzlu suyu dilinde de hissedecekti. Bu kadar dibe battığı halde neden ölmemişti anlamıyordu. "İnsanı ölümden eceli korur" dediklerinden olsa gerek metrelerce suyun altında kim bilir kaç saattir yüzüyordu. Şimdiye ölmüş, bedeni su yüzünden şişmiş hatta gözleri balıklar tarafından yenmiş olmalıydı.

Kafasını sağa sola çevirirken bedenindeki hissin döndüğünü de anladı. Belki de hiç kaybetmemişti. İyi bir yüzücü olmanın verdiği avantaj ile önce suyun içinde dik bir konuma gelmeye çalıştı. Bu sırada üzerindeki gömleğin uçları ve saçları da harekete katıldı. Suyla olan bu büyük dansta ellerini kafasının üzerine çıkarıp yüzeye doğru kıvırıldı.

Düzenli yüzmenin, vaktiyle iyi bir beden eğitimi almış olmanın sonucunda güçlü kolları onu nihayet yüzeye çektiğinde kafasını sudan çıkarttı. Beyaz teni ay ışığına kavuşurken etrafını incelemeyi de unutmadı kadın. Bir tarafı ağaçların esaretine teslim olmuş kara parçasıyken diğer yanı alabildiğine denizdi.

Buraya nasıl geldiğine bir kez daha şaştı. Böylesine bir ormanın varlığını bilmiyordu. Kaldı ki böylesine bir orman kalmış olsa dahi elini kolunu sallayan giremezdi. Hükümetin çıkardığı yasa ile ayakta kalan ormanlara giriş yasaklanmıştı. Sadece belli başlı insanların girebildiği ormanlar özel görüntüleme teknikleri ile korunurken bu iş için yetiştirilmiş orman koruma memurları vardı.

Ormana nasıl geldiğini düşünmeyi bırakıp kıyıya doğru yüzmeye başladı. Birkaç dakika içinde nihayet kıyıya vardığında üzerinden saçlarından süzülen sulara aldırmadan sahilin ıslak kumlarına çıplak ayaklarıyla bastı.

Bağırıp çağırmadan önce bir etrafı dört döndü. Sessizliğin bile bir köşede oturduğu orman sanılanın aksine ürkütücü değildi. Ya da korkusuzluğu zorla öğrenen kadın için öyleydi bilinmezdi. Biraz ipucu bulmak adına ormana doğru yürürken duyduğu bir ses onu durdurmuştu.

"Anne!"

Duyduğu ses ince bir kız çocuğunun korku dolu sesine benziyordu. Kadın duyduğu sesle birlikte arkasını döndüğü esnada yaşadığı şaşkınlık ağzını açık bırakmaya yetmişti. Hatta şaşkınlık sesine bile taşmıştı.

"Nazlı" dedi ve dizleri üzerine çökerek iki kolunu açtı. Küçük kız kendisine açılan kollara hemen koşup sarıldığında annesinin teninin aksine sıcacık ve kupkuruydu. Kadın ıslak olmasını umursamadan sarılırken, boncuk mavi gözler yağmur indirmişti kadının göğüsüne.

"Anne gidelim buradan korkuyorum."

Kadın daha da sıkı sarıldı kızına. Hayatında kalan son dalını da kaybedemezdi. Onun için yaşamayı bırakmamışsa, şimdi de bırakmazdı onu. Derin derin nefesler alırken bir yandan da çocuğunu sakinleştirmeyi denedi.

"Tamam kızım, tamam balım. Bitti, korkma artık. Buradan çıkıp gene evimize gideceğiz. Sana söz veriyorum." Dedi ve kızını sakinleştirmek adına kendisininki gibi uzun ve kahverengi saçlarını öpüp okşadı. Sonrasında onu da kucağına olarak ayağı kalktı.

Bir şekilde buradan çıkmaları gerekiyordu. Bilmediği halde ormana dalarak yolunu bulma umudu ile yürümeye başladı. Attığı her adımda kızına telkin vermeyi unutmuyor, çıplak ayağına batan otların açtığı yaraları umursamadan yoluna devam ediyordu.

"Anne korkuyorum."

"Korkma bebeğim şimdi bitecek. Gene anneannene gideceğiz." Dese de kendi de korkuyordu. Buradan çıkamamaktan değildi. Kızının başına bir şey geleceği korkusu sarıp sarmalasa da emin adımlarla yürümeyi sürdürdü. Ağaçların azaldığı ve bir patikanın onlara gülümsediği alana geldiğinde bir parça olsun kalbi bir koşucu gibi atmayı bırakıp sakinleşmeye durdu.

"Benden kaçabileceğini mi sandın?" dedi bir ses. Onu durdurmaya yetecek olan bu boğuk ses karşısında yapabileceği pek fazla şey yoktu. Kim olduğunu az çok bildiğinden derin bir nefes alıp arkasına döndü.

"Bak senin derdin benimle biliyorum ama şimdi değil anlıyor musun? Şimdi olmaz. Kızım yanımdayken sana teslim olmamam. Bırak beni gideyim. Sonrasında öldürüyor musun yoksa esir mi alıyorsun bilmem ama şimdi bırak." dediğinde konuşmaları duyan kız annesinin boynuna daha da sıkı sarılırken kadının yaptığı da kızını daha iyi sarmaktı.

Bu sırada kafasına kapşonlu giyinmiş adam gülmüştü. Yüz ifadesini kafasındaki maskeden dolayı göremese de kahkahasının sesini duymuştu. Siyahlara bürünen adam belinden gülüş renkli ölüm makinesini çıkarırken konuştu.

"Gençliğinde böyle değildin ama vatanı, hatta dünyayı kurtarmaya hazırdın. Ne değişti Sevde Yıldıray Korkmaz? Yıllar senden cesaretini çalmış gibi."

Sevde isminin bilinmesine şaşırmadı. Bu adamın kendi yaşamından biri olduğunun farkındaydı. İmali soru karşısında tebessüm etti. "Yıllar benden çok şey çaldı doğru ama verdi de. Önceden bir fedaiydim ama artık bir anneyim. Kızım, cesaretimin önünde artık." Dedi.

"Peki kızın kocanın intikamının da mı önüne geçti?"

Sevde kafasını gökyüzüne kaldırırken kollarındaki kızın uykuya daldığını gevşeyen ellerinden anlamıştı. Çocuk olmak vardı bu dünyada anasının kucağında uyuyor olmak için nelerini vermezdi ki şimdi.

"Evet! Hem kocamın intikamı seni ilgilendirmez! Onun katilleri çoktan cehennemin dibine gitti!" dedi Söz konusu o olunca sakinliği korumak bir hayal oluyordu. Soğuk teninin sıcak gözyaşı ile olan teması acısının dün gibi sakin olduğunu söylerken adam silahını çıkardı.

"Belki de sana yeni bir intikam gereklidir." Dedi ve silahını Nazlı'nın bedenine çevirdi. Niyeti bozmuştu minnacık bir bedene kıyacaktı. Sevde kızını korumak adına arkasına döndü ve mümkün olduğunca hızlı koşmak için bacaklarına yüklendi ancak orman sakinlerini uyandıran silah sesi ve sırtında hissettiği acı onu durdurdu.

"Güle güle doktor. Kocana selam söyle!"

****

28 Nisan 2035

Gözlerini gerçeğe açtığında panikle yatağından kalktı Sevde. Üzerindeki füme rengi tişörtün yaka kısımları terden nasiplenerek koyu gri olmuşken derin bir nefes alıp neler olduğuna baktı. Odasındaydı, yatağında bir başına başlamıştı güne her zamanki gibi. Az öncekine nazaran düzene giren nefesleri arasında etrafına bakarken dizini kendine çekip dirseğini dayadı. Dirseğini dayadığı elini anlına değdirdiğinde kabusundaki gibi su içindeydi.

"Günaydın Sevde Hanım" dedi bir ses. Sevde tebessüm ederek evin içindeki sese karşılık verdi.

"Günaydın Ançmay." Yüzünde buruk bir tebessüm ile üzerindeki pikeden kurtulup ayaklarını yere değdirdi. Uyumuş olmasına rağmen yorgun olan kadının uyuşukluğu sürerken Ançmay konuştu.

"Sevde Hanım, bu gece 4 saat uyudunuz. Bunun kırk dakikası Rem kalan 200 dakikası NREM uykusu olarak kaydedildi. Nabzınız en düşük 60 en yüksek 120 atım/ dakikaydı. Tansiyonunuz ise ortalama 135mmHg diyastol, 90 mmHg sistol kaydedildi. Solunum sayınız dakikada 18. Vucüt ısınız ise 36.5. Bugün işe gitmek için gayet sağlıklısınız."

Evin yapay zekası Ançmay her sabah yaptığı gibi önce hayati değerleri saymışken Sevde de çoktan ayaklanmış ve uyuşuk adımlarla banyoya geçmişti. Üzerinde eski gri bir tişört ayağında ise giyinilmekten diz yapmış, üzerinde her türlü lekenin olduğu bir pijama hâkimiyet sürüyordu.

"Teşekkürler Ançmay. Fiziksel olarak iyi olmak iyi geldi."dedi ve içeri geçti. Bu andan sonra Ançmay konuşmayı bırakıp ona verilmiş emir doğrulusunda evin pencerelerini açtı. Geceden hazırlan kahve makinasını açarken bir yandan da panelde Sevde'nin en son çalıştığı dosyayı hazırlıyordu.

Ançmay, Sevde ve onun gibilerinin her türlü alanda kullandığı bir yapay zeka programıydı. Başlangıçta sadece çalıştığı kurumda kullanılması planlanan bu yapay zeka, şimdilerde kişisel bir asistandan, dev bir kütüphaneye kadar her şeydi.

Binanın çevresindeki kameraları 24 saat takip edip, evdekilerin sağlığını takip edebilirdi. Sevde tarafından emredilen analizleri yapıp, gerekli veriyi ona sunabilir yeri geldiğinde Sevde'nin aldığı notları bir düzende ona geri sunabilirdi. Telefonlarını bağlar, günlük aktivitelerini yazardı. Hatta bazen gerçek bir insan gibi sohbet de edebilirdi. Yeri geldiğinde araba bile kullanabilen bu yazılım evin yalnızca tuvalet ve banyoya erişimi bulunmazdı.

Evde bunları yapan bu teknoloji aslında Sevde'nin çalıştığı kurumdaki ana teknolojinin çocuğu gibiydi bir yerde. Ana yapay zekâ olan Yıldız'dan aldığı verileri getirirken aynı şekilde bu da ona veri gönderirdi. Hatta yıldız üzerinden bu yapay zekâ ağında olan diğer alt yapay zekalara da erişilirdi.

Yıldız tüm sistemin anasıyken çalışanların elindekiler sadece birer çocuk olunca, Yıldız'ın yaptıkları elbette daha büyüktü. Koca bir devletin İHA'larını, SİHA!larını gemilerini, savaş uçaklarını, sağlık sistemini, banka verilerini, kamera sistemlerini, terminallerini her şeyi ama her şeyi yönetirdi.

İki yapay zeka her şeyi çözebilirdi ancak şu anda aynadan baktığı kadının yaşadıklarına çare olamazdı. Kendini hesaba çeken Sevde aynaya bakarken karşısındakini tanımakta zorlanıyordu. Saçları yağlanıp birbirine dolaşmıştı. İri badem gözleri az uyumaktan durgunlaşıp kızarmış, göz altları torba torba keder yüklenmiş kendini siyaha boyamıştı. Uykusuzluğun izleriydi bunlar. Tüm gece uyumamıştı. Son beş yılda olanları kaldırmakta zorlanıyordu ve kimsenin onu anlamadığına emindi.

Gördüğü kâbusu düşündü. Bu aynı hafta içinde üçüncü olmuştu. İçten içe bir ses geri çekilme vaktinin geldiğini eskisi kadar genç olmadığını haykırırken şimdi aynada ona el sallayan kaz ayakları da tempo tutuyordu isyana. Saçlarındaki ufak tefek beyazlar ona yaşamın armağanıydı.

Lavabodaki kendi ile bakışmayı keserken hayatın onu haksız davrandığını düşündü. Özellikle de son beş yılı o kadar ağırdı ki yaşı otuzdu belki ama ruhu altmışını devirmişti çoktan. Nihayet banyodan çıkarken minik koridora oradan da mutfağına geçti. Kahve makinasının demlik kısmında biriken koyu renkli kahveyi tezgahın üzerine bıraktığı dev fincana doldurup kendini salondaki koltuğa attı.

"Dünden beri yeterli enerjiyi almıyorsunuz efendim. Bu şekilde giderseniz hızla sağlığınız bozulacak. Çok fazla kafein" diye varlığını belli ederken Sevde kafasını geriye attı. "Bazen çok konuşuyorsun Ançmay. Annem gibi davranma lütfen."

"Anneniz gibi davranamam efendim, benim insanlar gibi duygularım yoktur ancak veriler..."

"Veriler yemek yemem gerektiğini söylüyor. Hatırlat bir ara yeriz!" dedi ve yeniden kahvesinden bir yudum aldığında dizlerini kucağında toplayarak koltuğun karşısındaki dev ekrana baktı.

"Bugün tüm aramaları ve planları iptal et Ançmay. Bugün 28 Nisan ve ben izinliyim." Dediğinde Ançmay "Elbette" diye cevap verip çoktan ulaşım ağını kapatmıştı. 28 Nisan protokolü de dediği bu olayda Sevde adeta bir hayalet olurdu. Çünkü hayatının en ağır darbesinin yıl dönümüydü bu tarih. Ta çocukluğunda aşık olduğu, aynı sıralarda eğitim aldığı adamın gözünün önünde öldürüldüğü tarihti 28 Nisan. Arkadaşı, sırdaşı, yoldaşı, eşi ve kızının babası Yapay Zeka mühendisi Murat Korkmaz. Sırf Ergenekonda güvenlik birimi görevlisi diye arabası havaya uçurulan şehit edilmiş bir adam. Son projesini karısının avuçlarında bırakıp gitmiş bir hain.

"Ançmay, Murat klasörünü açıp panele yansıt!" dedi burukça. Ekran açılıp mavi bir zemin üzerinde beyaz yazılar çıktıktan birkaç saniye sonrasında dediği klasör açılırken o da kahvesini krem rengi ama silinmediği için daha koyu duran sehpanın üzerine bırakıp kahve koltuğuna uzandı. Üzerine bir şey alma ihtiyacı hissetmezken ilk fotoğraf salonun ortasında bir hologram olarak belirdi.

İlk fotoğraf, özel bir yetenek sınavını geçip Ergenekona seçildikleri gün çekilmişti. Devletin uygulamakta sakınca görmediği bir politikaydı bu. Her çocuk 6 yaşında eğitim sistemine alınıp 15 yaşına kadar aynı eğitimden geçtikten sonra, devletin yetenek sınavına tabi tutulurdu. Farklı becerilerden oluşan bu sınav sonunda çocuğun seçebileceği alan ve meslekler belirlenerek o alanda alanına özgü eğitimler alırdı. Eğitimler biter bitmez gene devlet eliyle işe yerleştirilir, ilk üç yıl maaşının bir kısmı da bu eğitim çarkının dönmesi için vergi olarak alınırdı.

Yetenek sınavları son yıllarda meyvesini her alanda verirken belki de en önemli faydası artık bir çok karpuzun bir koltukta taşınması gereken dönemde seçilen altın çocuklarıydı. Aynı anda bir çok alanda başarı gösteren çocuklar diğerlerinden farklı bir eğitim programına alınıp hem alanında ileri düzeyde eğitim hem de bir ajan eğitimi verirdi. Toplamda 8 yıl süren eğitimden mevzun olunduğunda hem bir ajan hem de bir doktordu Sevde. İlk yılını sadece güvenlik üzerine harcayan kadının yedi yılı kendi mesleğini öğrenmekle geçmişti. Aynı bölümü sivil okuyan insanların 6 yıllık bilgisini 3 yılda öğrenmişti çünkü egenekon için seçilen çocukların eğitim süresi günlük 10 saatti.

İşte böylesine yoğun bir eğitim programının ilk günü tanışmıştı gelecekteki kocasıyla Sevde. Bir merhaba ile başlayan maceraları sonrasında dinlenme zamanları beraber kahve içmeye, yemek yemeye derken yirmi iki yaşındayken Murat'la evlenmeyi kabul etmiş iki sene içinde evlenmişti. Evliliklerinin henüz başındayken hamile kalan kadın, kızını 35.haftasında doğurduğunda felaketleri de başlamıştı. Öyle ki kızının doğumdan bir ay sonrasında kocasını, kocasından üç ay sonra da babasını kaybetmişti. Bir başına verdiği hayat mücadelesinde şimdi beş yaşında bir kızın annesi, bir doktor ve güvenlik birimi ajanıydı.

Ana görevi ajanlık olan kadın için doktorluk ilk başlarda geride kalmış olsa da son bir yılın pandemisi ile doktorluğu ön plana çıkmış, şimdilerde Ergenekon'da tedavi gören hastalardan sorumlu ekibin başına getirilmişti.

Sorumlu olmasına rağmen her ay üç gün izin hakkı vardı. Toplam beş kişiden oluşan ekipte bu izinlere dönüşümlü çıkarlardı ve Sevde genelde en son izne çıkan kişi olurdu. Ya da iznini hafta sonu ile birleştirip beş günlük tatili kızıyla harcaydı. Kızı, hayatındaki en önemli varlığı olan kızıyla ne kadar istese de beraber yaşayamıyordu. Hala daha gizemini koruyan hastalık ve yoğunlaşan iş hayatı ile kızını annesine emanet etmişti.

Her şeyi ıskaladığı gibi Nazlı'nın da hayatını ıskalıyordu. Yaşama zar zor tutunduğu için babası ismini nazlı koymuştu ama ne kızının yürüyüşünü ne de şimdiki hallerini biliyordu. Fotoğraflar birer birer akarken çoktan fotoğrafları bırakıp kızının ileride yaşayacağı mahsunluğa üzüldü. Kendi babası bir güvenlik ajanıydı. Babasının ajanlıkla birlikte ziraat üzerine çalıştığını hatırlıyordu. Eskisi gibi doğal sebze üzerine hayatını vermişti.

Tıpkı Murat'ın, yapay zekayı geliştirmeye ömrünü adaması gibi.

Sahi şu anda evde kullandığı Ançmay'ın ismini Murat takmıştı. Bundan yüzyıllar önce yaşanmış olduğu söylenen üç taş efsanesinin isimlerinden biriydi. Türüt Devletinin bikesi olan Ançmay, hem babası gibi Han olup ordu yönetmiş hem de annesi Umay gibi öz taşının koruyucusu olarak Erlik'le mücadele etmişti.

Devletlerinin kuruluş efsanesiydi. Her ne kadar bir kadının insanın ruhuna girip onu yönlendirmesi garip gelse de efsane efsaneydi işte. Belki de gerçekti bilmiyordu. Gerçek olsaydı şu anda işleri acayip kolaylaşır, mücadele ettikleri suç kısa süre içinde tükenirdi. Ne var ki efsaneler gerçek değildi. Hatta hiçbir şey gerçek değildi. Umudun bile sahte olduğu bir devirdeydi.

Ne zaman biri ona her şey yolunda dediyse o zaman ölüm gelip binmişti yakasına.

Dikkatini yeniden salonunun ortasında üç boyutlu ve her an hareket edecekmiş gibi duran hologramlara verdiğinde birlikte çekildikleri son fotoğrafa gelmişti. Ölmeden birkaç saat önce çekildikleri fotoğrafa. Fotoğraf geçtikten sonra sıra videoya gelmişti. Video oynamaya başladığında o günün kana bulanmasına rağmen aklına kazındığı aşikardı.

******

28 Nisan 2030

"Ya Murat çekmesene! Benim canım burnumda sen hala fotoğraf peşindesin!" demişti sahte bir kızgınlıkla kadın. Yavaşça eğilip düz taban ayakkabılarını giyinmeye çalışıyordu. Doğum yapalı bir ay olmuş olmasına rağmen dikişlerini hala korumak zorundaydı.

"Evet Nazlı, burada annen bana kızıyor her zaman ki gibi. Eminim bunu izlerken de biz aynısını düşüneceğiz ve annen bize sinirli olmadığını kanıtlamaya çalışacak." Demişti adam. Mavi gözlerinde umudun her tonunu barındıran adam sonrasında gidip karısına sarıldı. Anlından öperken bir yandan da havada uçan minik drone'a bakmayı sürdürüyordu.

"Ama ne olursa olsun annen dünyanın en güzel kadını ve ben onu çok seviyorum. Şimdi içeride duramayıp erken doğduğun için hastanedesin ve biz de seni görmeye geliyoruz. Sakin durduğuma bakma kızım seni göreceğim için çok heyecanlıyım. Dönüşte görüşürüz." Diyerek göz kırptıktan sonra karısına döndü.

"Annesi sen de heyecanlı mısın?" dediğinde Sevde kafasını salladı. "Seni o kadar merak ediyorduk ki kızım dayanamayıp erkenden geldin. Evet, şimdi hastanede seni göreceğim ve inşallah sonraki videoda beraber olacağız. Seni hep çok seveceğim." Diyerek öpücük attı.

"Ançmay kaydı kapat" dedi Murat. Onun talimatıyla kayıt kapanıp dron da olduğu yere iniş yaparken karısına laf atmayı unutmadı Bu sırada çoktan dışarı çıkmışlar kapı da otomatik kapanmıştı.

"Demek kızını hep seveceksin ha? Kusura bakmayın hanımefendi ama kızımız en çok beni sevecek seni değil.  Rüşvet vermek yerine şimdiden alış." Dediğinde Sevde asansöre doğru yürümeye başlamıştı başlamıştı. Tamamen camdan olan asansör kabinine geçtiklerinde ellerini birbirine bağladı.

"Hiç sanmıyorum Murat efendi. Bir kere ana kız bağı başkadır. Asıl sen kıskanacaksın bizi." Dediğinde hareketlerinin çocukça olduğunun farkındaydı. Murat kolunu, aşık olduğu karısının omzuna atarken bu sefer de şakağından öptü.

"Tek çocukla kalmayacağımız için sıkıntı yok hayatım. Nazlı ilk çocuk olarak seni sevebilir ama sonrakilerinin favorisi ben olacağım." Demiş ve şeytani bir gülüş sunmuştu karısına. Sevde kafasını sağa sola sallayıp omzundaki kola vurdu.

"Terbiyesiz" diyerek açılan kabinden kata geçti.

*****

O video klasörün son öğesiydi ve ondan sonra klasör kendiliğinden kapandı. Sonrasında erkan da kapanırken Sevde yeniden sonsuz bir sessizliğe gömüldü. Birazdan kalkacaktı ve mezarlığa gidecekti. Her ne kadar devletin imkanları sonsuz olsa da ölüme çare olamadığı için mezarlıklar varlığını sürdürüyordu. Gerçi Murat'ın bir mezarı olduğu da söylenemezdi. Mezar dediğinin içinde ceset olurdu. O mezarın içinde ceset değil de yanmış bir arabadan geriye kalan küller vardı.

"Sevde Hanım, annenizden bir arama var" sesi ile kendine gelirken ne zaman aktığını anlamadığı göz yaşını sildi. Annesinin bugün aramayacağını biliyordu aradıysa demek ki önemli bir şey olmuş olmalıydı ya da Nazlı'nın tutturmasıydı.

"Kabul et! Görüntüyü erkana aktar!" dediğinde hala daha yüzünü düzeltmeye çalışıyordu. Saçlarını da rastgele toplarken derin bir nefes aldı. Nazlı'nın karşısında güçlü durmalıydı. Güçlü filan değildi. Bataklığında boğuluyordu ama kızı için güçlüydü.

"Günaydın anne!" sesi ile gülümsedi. Beş yaşında mavi gözlü kızının saçları iki yana örülüp kırmızı bir jile giydirilmişti. Tam bir bahar çiçeği gibiydi. Sesiyle bile annesinin başındaki kara bulutları dağıtmıştı.

"Günaydın meleğim. Nasılsın bakalım?"dedi ve gülümsedi. Allah'tan kendisinin yansıyan görüntüsünde düzeltme vardı da kızcağız annesinin görüntüsünü canlı görüyordu. Yoksa anneme bir şey olmuş diye oturup saatlerce ağlardı.

"İyiyim anne. Sen nasılsın? Bu hafta sonu gelecek misin?" Dediğinde Sevde zorlukla güldü. Bu gece yola çıkmayı umuyorum kızım. Sen uyandığında yanında olmuş olurum." Demesi ile birlikte Nazlı heyecanlanarak ellerini çırptı.

"Ama yarın Perşembe ve geliyorsun anne bu sefer dört gün mü kalacaksın yanımda?" demesiyle birlikte annesi kafasını salladı.

"Evet benim minik farem bu sefer dört gün kalacağım. Hem belki okula da gitmezsin. Tüm günü beraber geçiririz. Söyle bakalım istediğin bir şey var mı?" dediğinde Nazlı kafasını salladı. "Evet anne bu sefer var." dedi.

"Söyle meleğim." Nazlı annesinin yarasından habersiz masumane bir istekte bulundu.

"Anne gelirken babamı da getirir misin? "dediğinde kadın buz kesti. Al işte gene başlıyordu. Dönüp dolaşıp buraya gelmek dünyanın en yorucu işiydi. Derin bir nefes alıp "Nazlı bu ko-"diyecekken Nazlı üsteledi.

"Ama anne yarın okulda çocuklar ve babalar etkinliği var. Herkesin babası gelecek. Benim babam da bir kere gelsin bir daha gelmesin. Ne olur sadece bir kere gelsin." Dediğinde Sevde doğru cevabı aradı.

"Anneciğim seninle daha önce konuştuk baban gelemeyecek kadar uzakta. Hem vakti gelince biz ona gide- "

Nazlı kaşlarını çatıp öfkeyle annesine bağırdı.

"Sen o kadar uzaktan geliyorsun da o da gelsin! Hiç mi sevmiyor beni babam? Söyle ona yarın seninle gelmezse bir daha onu sevmeyeceğim. Hem de hiç. Bebeklerimi de vermeyeceğim. Ona çiçek de toplamayacağım!"

Sevde dişlerini sıkarken imdadına annesi yetişti. Görüntüde o da belli olduğunda Nazlı'yı tuttu.

"Aaa Nazlı ama anneyi üzmek yoktu hani? Hadi bak teyzen orada seni bekliyor. Gidip birkaç deney yapın." Diyerek görüntüden çıkardığında Sevde de tırnağını kemirmeye başladı. Her şeyi aşmanın yolu vardı ama kızına ölümü anlatmanın yoktu.

Annesi gözleri dolu bir biçimde kızına bakarken kelimeler boğazından cımbızla çıkıyordu.

" Sevde... kızım... O daha küçük biliyorsun. Zamanla seni anlayacaktır. Biraz daha sabret olur mu güzel gözlü kızım." Dedi. Sarılmaya en çok ihtiyacı olduğu anda yapayalnızdı. Annesinin söylediği sözlerden sonra kendini daha fazla tutamadı ve gözyaşlarının birer birer elmacık kemiklerinden çenesine doğru süzülmesine izin verdi. O da özlemişti Murat'ı . Onu her düşündüğünde kalbi sızlıyor ve onu ne kadar özlediğini bir kez daha hatırlatıyor, geçmeyen yarasının zamanında ne kadar ağır sızladığını hatırlatıyordu.

"Keşke onu geri getirebilsem anne. Keşke tekrar sarılıp o gözlerine baksam, kokusunu içime çekebilsem ama..."

Ağlamasının boyutu hıçkırığa döndüğünde cümlesine daha fazla devam edemedi ve sadece ağlamayı seçti.

"Gelmiyor işte. Dönemeyeceğini biliyorum. Geri zekalı herif, çekip gitti." Dedi Gözündeki yaşı tek eli ile silerken sesi titriyordu. Öfkesini koltuğun yastığından çıkarırken bir eliyle de gözünün yaşını sildi. "Neyse anne kapatmalıyım, Nazlı sana emanet."diyerek telefonu kapattı. Genç kadın derin bir nefes alırken yüreğinin kanadığını hissediyordu. Bu sırada evin içine girip salon kapısının önünde kendini bekleyen kadına döndü.

"Hoş geldin Elif!" dedi ve yalandan güldü. Karşısındaki kadın ise gülümseye karşılık şaşkın gözlerle baktı karşısındaki kadına. "Doğru söyle Sevde! Hakkında söylenenler doğru mu?" 

Sevde ise güldü. "Doğru"   

**** 

Merhabalar arkadaşlar yeni bir türle daha karşınızdayım. Fantastikten sonra en büyük isteğim bilim kurgu yazmaktı. Açıkcası bir türlü cesaret edemedim kurgumu yazmak bu güne nasip oldu.  Bakalım bu olacak mı? 

Hikayedeki karekterler aslında eski karekterlerim. Murat ve Sevde benim yazdığım ilk hikayenin baş karekterleriydi. Hatta Murat serinin dört farklı hikayesinde de bulunmuş, yaşlanmasına kadar yazdığım bir adamdı. Sonrasında tabi ben o kurguda saçma sapan şeyleri yazdığımı fark edip dört kurguyu da silmiştim. Niyetim aslında başlangıç kurgusunu düzenleyip yeniden yazmaktı ama kendimi geliştirme politikam gereği  neden onları bilim kurguya uyarlamayayım dedim. 

Fark ettiğiniz üzere hikaye paralel bir evrende geçiyor.  Ülke Türkiye değil o yüzden kıyaslama doğru olmaz. Hikayenin geçtiği evren aslında şu anda basılı olan kitabım Umay: Başlangıç evreninin iki bin üç bin yıl sonrası ara ara oraya referanslar yapacağım bilginize.  İşte Göktürk devletinden -Türkiye Cumhuriyeti Devletine kadar yaşanan sürece benzer bir sürecin geçtiğini düşünebilirsiniz. Oraya ara ara referans yapacağım bilginize. 

Son olarak hikaye hakkında yorumlarınızı bekliyorum. 

Continue Reading

You'll Also Like

825 62 5
Bir kadının kalbi elmas gibidir. Değerli, biricik, paha biçilemez... Tıpkı bir elmas gibi de topraktan bedeninin derinliklerinde gömülüdür. Yüreği...
52.4K 2.6K 29
#romantizm10 28.07.1019 #romantizm14 24.04.2019 Şeytan, ilk sevabını işlediği gün girdi Meleğin dünyasına... Küçük Meleğin küçük dünyasına...
13.5K 659 30
Dört Renk Tek Ton'un devam kitabıdır! Ve sen onun cesedinin olduğu mezarda gözyaşlarını dökmüş, son vedanı etmiştin. En başa dönmüştük ve onu elde e...