𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂

By matenoya

3K 542 400

Ölü ruhum şuan bir çöplüğe yaslıydı ve terkedilmişti. Ev sıcaktı. Bakışlarım bir anda salonun her köşesinde d... More

Giriş.
IVV1:
IVV2
IVV3
IVV4
IVV5
IVV6
IVV7
IVV8
IVV9
IVV10
IVV11
IVV12
IVV13
IVV14
IVV15
IVV16
IVV17
IVV18
IVV19
IVV20
IVV22
IVV23
IVV24
IVV25
IVV26
IVV27
IVV28
IVV29
IVV30
IVV31
IVV32
IVV33
IVV34
IVV35

IVV21

50 12 9
By matenoya


    İnsanların bir vecizeye göre; dünyada ki ortaya atılmış tüm izmlerin kendi düşüncelerini büyük oranda etkileyebileceğini düşünüyorum. Bizi biz yapan temel unsurların, biz harici yakın çevreden daha fazla etkilenip şekillendiği kanaatine inanıyorum ve beni tüm bu fikir dalaşının içine çeken; cam tavanın yarım saat önce iki panel halinde açılıp çatıdan eğilen devasa ağaçların arasından açık gökyüzünü izlerken geçiriyorum aklımdan.

     Dudaklarım mayhoşlukla yanağıma eşit miktarda yayılırken hiç acele etmeden gözlerimi rutin bir şekilde açıp kapatıyorum. Kulağımda yakınlarda akıntısını duyduğum nehir, kuş cıvıltısı ah bir de tepemde ki çınarın kalın dallarında yumuşakça sallanan yaprakların sesi. Uzandığım yerde biraz daha genleşerek rahatlatırken kendimi, cam panel kumandanın aldığı komutla tekrar kapanmıştı. Varlığını unuttuğum kişi boğazını temizlerken aynı zamanda kendime çeki düzen vermemi de alttan alttan ima ediyordu.

    "Uyuman için yapmıyorum bunu sana." Yana dönüp üst bedenimi dik tutarak kolumu altımdaki yumuşak yatağa yaslayıp yumruk yaptığım elimi de çenemin altına yerleştirmiştim. "Kliniğe gitsek daha iyi, sana rahat ortam hazırlayalım dedik ama ağzından tek bir cümle çıkmadı." Mısra tepesinden kafasının iki yanına ayırdığı saçlarını hemen ense dibinde topuz yapmış, keskin sivri burnunu ortaya çıkarmıştı, onun saçına takılan bakışlarım aslında odağımın söylediklerinden çok uzak olduğunu belirttiğinde elini saçlarına atıp bozulmamış tellerinin üzerinden geçirerek çukurlu gözlerini bana çevirmişti.

"Ne anlatayım istersin?"

"İçinde kilitlere vurduğun bir çok konuyu."

"Böyle genelleme yaparsan aklıma bir şey gelmez, siz psikologlar hep mi aynısınız?" Hiç bozulmadan göz temasımızı kurarak sorusuna cevap bekledi.

"Nasıl hissediyorsun?"

 "Hiç olmadığım kadar iyi. Arkamda kimseleri bırakmadan- Ulas'ı saymazsak tabii, yine hep yekim anlayacağın. Beni düşünen, hayatıma müdahale eden kimseler yok. Bir ben bir de inancımın sahibi var." Elim göğsüme dokunurken bakışlarım kapalı cam tavana çıktı. Kendimi biraz daha zorlasam tasavvufiye bürünüp dünyadan da el çeker yalnızca kendime dönerdim.

"Kendinle olmak zor gelmiyor mu sana?" Soruyu ciddiye alarak düşündüm ve kafamı sağa sola sallayarak; "Böyle daha iyiyim. Kimselere ihtiyaç duymadan da yaşamaya devam ederim."

"Kendini neden yalnızlığa alıştırıyorsun?"

"Ben kendimi bildim bileli buna alışığım." Acele etmeden parmaklarının sardığı kalem küçük ince kaplı not defterinde hareket edip uzun sürmeden durdu. "Söyle bana Mısra, ben zaten tek yaşayan bir adam değil miyim? Birine hiç ihtiyaç duyduğumu gördün mü?"

"Öncelikle Milhan şunu söylemek isterim, birilerine ihtiyaç duyduğumuz için yanımızda tutmayız, onların varlığı ve desteğiyle hayatımızı daha kolay yaşarız. Kendinde ihtiyaç duymadığını dile getirirken bu durumdan muzdarip olduğunu gayet iyi görüyorum. Kendine, hayatı daha anlamlı ve kolay yaşamak için bu yolda bir arkadaş olsa iyi olur demelisin. " Küçük bir kuş cam tavana konduğunda, Mısra'yı sinirlendirmemek adına kaçamak bakışlarla çatıdaki kuşun küçük ayaklarından çıkardığı seslere dikkat kesiliyordum.

"Hayatına iyi anlamda yön verebilecek arkadaşlar katmanın sana iyi geleceğini düşünüyorum, sosyalleşmek göründüğü kadar göz korkutan bir şey değil."

"Okulda yeteri kadar sosyalim zaten."

"Özel hayatında peki?" Tek kaşı kalktığında omuz silkip. "O da benim özelim, müsaade et de gizlimde kalsın sana anlatacak değilim."

"Yakında evleniyorsun da haberimiz mi yok?" Tatlı çehresinden imalı bakışlarını espriyle karışık cümlesiyle bana vurduğunda iç çeksem de sırıtmamla karşılık verdim.

"Evlenmek iyi bir halt olsaydı öncesinde sen ve Özdemir ayrılmazdınız. Birbirinize ölüp bittiğiniz halde hem de." Parmakları ritim tutturduğu kalem çevirme işine devam ederken kesinlikle dediğimden etkilenmemişti belki de hünerlerini gösterip kendinde şu psikolojik krizi yönetiyor olabilirdi. "Arkadaşlık içinde geçerli bu, eğer sağlam bir olay olsaydı Özdemir beni yarı yolda bırakmazdı."

"Desene aynı adam tarafından terk edilmişiz." İkimizde söylediğine ne kadar kırgınlığımız olsa da gülmüştük.

"Özdemir'i çok kırdım ben Mısra. Bencilliğim onu çok yıprattı. Bakıldığında yanımda kalmak zorunda değildi ama ben sanki o bu sorumluluğu almak zorundaymış gibi davrandım." Çukurlu göz çevresini ferah bir parlatıcıyla aydınlatmaya çalışsa da bakışlarında ki o yorgunluğu netlikle okuyordum. Eğdiği kafasını yazı yazma bahanesine sakladığını anlıyordum ama bunu dert etmedim sonuçta beni onaylamak zorunda değildi.

"Özdemir sana hep hayranlık duyardı. Onunla her iki üç kelimemizde senin bahsini araya sıkıştırır başarılarından, tavırlarından anlatırdı. Bazen seni babasının eksikliğine koyduğunu ve sana bu yüzden daha fazla düşkün olduğunu söylerdi hep." Şimdi kafasını eğme sırası bendeydi, uzandığım yatakta dikelip oturdum ve bağdaş kurduğum bacaklarımın arasına ellerimi bıraktım.

"Özdemir'den önce aramızdaki bağı ilk terk eden ben olmuşum. Ne diyebilirim ki Mısra? Onun adına mutluyum, benden kurtuldu ki haklı olarak yaptı bunu."

"Haklı, Özdemir kendisine zarar vermeden önce hayatından en sevdiklerini çıkarabilen biri. Umarım, onu gerçekten hak eden insanlarla karşılaşır."

"Sakın önümde ağlayayım deme."

"O kadar kolay lokma değilim. Benimde kendimde dizginleyebildiğim durumlar var." Mısra gülümseyip sanki omuzlarında saçı varmış gibi elini havada savurup havalı bakışını attı.

"Pekâlâ dönelim diğer konuya."

"Hangisine?" Özdemir defterini hızla kapattığında bir sonrasında anlatacağım şeyin boşluğuna düştüm. Haddinden fazla konu vardı lâkin hiç biri açılıp konuşulacak kadar değildi, can sıkan ve hüznü peşinden sürükleyendi hepsi.

"Tabloların?"

"Benim sahip olduğum bir tablo yok." Yine o kömür karası irislerinden bana yardımcı olabilecek bir nebze ifade aradım ama nafileydi çünkü Mısra kendinden olaya yansıyabilecek hiç bir etkiye izin vermezdi.

"Ne oldu peki eskiden(?) sahip olduğun tablolar?"

"Bilmiyorum en son çöpe atmıştım."

"Çöpten birileri almış ve yarışmaya katılmış." Bildiği gerçekleri kulaktan duyma anlattığında kaşlarımı çatıp kelime oyununa girişen müstakbel psikoloğuma baktım.

"Vefa'nın artık o tablolar. Üçüncü oldu ve ödül aldı sonrasında ne yapar bilmiyorum, iletişimim yok." Kalemi yine deftere gerekli anahtar kelimeleri not aldığında sanki o icradan kapanmış gibi duran ağzım açılmış ve bir daha hiç susmayacak üzere konuşmaya başladı.

"Vefa'yla neden iletişimini kestin?"

"Gerek duymuyorum, bunca zaman yanımda duranlarda vakti gelince gidiyor. Yeni birine ne lüzum var?" Yarıya kadar indirdiğim göz kapak çizgimde sabit tuttuğum bakışlarım Mısra'nın beni çözmek için yanıp tutuşan gözlerinde durdu.

"Vefa'nın burnu iyileşti mi?" Ters taraftan soru geldiğinde renk vermeden; "İyileşiyor." Dedim ama içten içe bir kibritle daha ateşe verilmiştim.

"Vefa seni neden affetti?" Eğer şansım olsa bunu direkt Vefa'ya sormak isterdim. Pişmanlığımı mı görmüştü yoksa aslında zihnen benden uzak bir eylem gerçekleştiği için mi mantığını kullanıp affına ihsan etmişti? Karambole gelmişim de aslında en perişan durumu ben mi çekiyordum?

"Bilmiyorum. Belki de işin ucunda tablolar vardı ve benimle iş birliği yapmak zorunda kaldığı için affettiğini söylemiştir."

"Seni affetmesine sevindin mi?"

"Vefa'yı konuşmak istemiyorum Mısra."

"Seçeneklerimiz çok yok, ya abinden devam edersin ya da Vefa'yı biraz daha konuşuruz."

"Kafa dinlemek istiyorum şuan. İzin verirsen eğer uyuyacağım burada" saatin öğlen vaktine gittiği bu vakitte kendimde kalıp uyumak istiyorum ama Mısra'nın nedense pek gidesi yoktu hatta merakı üzerine bin bir soru daha dizmiş benden alabileceği hamleleri bekliyordu.

"Tamam seni yalnız bırakacağım." Beni şaşırtarak seansa son verdi. Defterini kapattı ve dar kot pantolonunun sardığı cılız bacağını diğer bacağı üzerinden indirip ayağı kalktı. Tam gideceği vakit durup onu inceleyen gözlerime baktı. "Milhan, senin o kalbinde kırıkların var oldukça tam anlamıyla iyileşebileceğini düşünmüyorum. Korkularınla yüzleşip göğüs germen çok başarılı ama tüm bunları içine atarak hallettiğini düşünürsen yanılırsın." Bluzunun eteklerini hafiften çekiştirip düzelttiğinde artık arkadaşım olarak bakıyordu yüzüme, öylesine şefkatli ve merhametli. "Sana inanıyorum, tüm o kaybettiklerini bir gün geri kazanacaksın." Belli belirsiz kafamı salladığımda daha fazla orada dikilmeyi kesip odasından çıktı.

      Bir hastane odasını kıskandıracak kadar beyazın hükmettiği odada gözüm renkli panolara, kırık krem renkli perdelerde gezindi durdu. Neredeyse iç mahkememe gireceğim vakit odanın diğer ucundan ayırt edemediğim bir takım sesler işittim. Mısra'nın yatağından inip kulak kabarttığım sese doğru ilerledim. Bir çırpınıştı aynı zamanda sanki çizilme sesleri çıkarıyordu lâkin hâlâ sesin neyden geldiğini çözememiştim. Adımlarım artan sesi hapseden köşede durduğunda önümde gül kurusu saten bir örtü vardı hiç zaman kaybetmeden elimi atıp örtüyü çektiğimde gördüğüm şeyle afallamıştım.

    Şöyle gerisin geriye dönüp baktığımda odanın içinde yalnızlığım devam ediyordu. Tahmini yarım metre boyunda dikdörtgen kesimli cam yapının önünde dizlerim üzerinde çöküp gözlerimi kamaştıran canlılara baktım, onlar; mavi ve mor tonlarını kıl kadar ince uzun gövdelerinde ve geniş yelpazeli çift kanatlarında can veriyorlardı. Sayabildiğim kadarıyla on yahut on iki tane yusufçuk karşımda cam kafesin içine yerleştirilmiş yalancı yeşillikte harikulade bir şekilde uçuşuyordu. Daha önce bu muazzam uçan böcekleri bir deste aynı ortamda görmemiştim. 

    Parmaklarım temiz camın üzerinde yerini alırken yusufçuklar aksi yöne kaçıp havada asılı kalarak uçmaya devam ettiler. İçimi kıpır kıpır eden çok nadir şeylerden biri olabilirdi bilhassa kalbimin ritmi normalin üzerinde seyir ederken onları avuçlarıma alma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Her biri çarpışmadan, parmağımı hafiften vurduğum köşelerden kaçışıyor ve beni tarifi olmaz sevinçle dolduruyordu.

Mısra'nın bir yusufçuk koleksiyonuna sahip olduğunu bilmiyordum keza bilsem kesinlikle çok daha önceden evine gelirdim.

Yusufçuk,

  Alnımın ortasında hissettiğim müthiş ağrıyla parmaklarım camdan kayıp hızla kafamı çevreleyip tuttuğunda ağrı kafa tasımın çeperinde yayıldıkça yayıldı. Gözlerim acıyla sımsıkı kapanırken bağırmamak için etime geçirdiğim dişlerim sıkılaşıyordu. Zihnime aşırı parlak ve aynı tepetaklak derece kör zifiri karanlıktan imgeler şekillendi. Bildiğim hatta üzerine çokça kez düşündüğüm bir görüntüydü hatırladım. Deniz'i hastanede ki yatağında görüyordum, elini uzatmış, o kuru halsiz dudaklardan düşen cümleler tekrar etti;

Cellat olan bu ellerimin cezasını, acıları hissedene kadar ölümsüzlüğe mühürledim.

İşaret parmağını sol avuç içine yaptırdığı yusufçuk sembolüne bastırdı ve son kez: Her şeyi ben yaptım, dedi.

     Gözlerimi aniden açtım. Kulaklarımda sağır eden bir uğultu ve elimin altında belli belirsiz, yusufçukların uçuşlarından dolayı sallanan cam kafesin titremesi. Neredeyse her şeyin farkına varmış gibiydim ama tam anlamıyla neyi bildiğimi çözemiyordum. Şimdi ellerimde yalnızca onlarca yapboz parçası birbirine bağlanmayı bekliyordu. Anlamadığım kısım ise neden böyle bir hadiseyi hatırladığımdı. Mısra'nın evinde yusufçuk koleksiyonu vardı, zihnimde ise; kanserin son evrelerinde yaşamaktan acı çeken o adamın el içindeki sembol vardı. İkisinin birbirini tanımadığına dair yeminler dahi ederdim ama nasıl olurda şimdi aynı imgede buluşurlardı?

"Milhan uyuyor musun?" Kapının ardından duyduğum sesle yerimden sıçrayıp saten örtüyü el çabukluğuyla cam kafesin üzerine örttüm. Kapı kulpu aşağı inmeden önce bir tez tıklatıldı ve ben parmak ucunda koşarak bedenimi bir çuval misali yatağın üzerine attım. Kalbim ağzımda teklerken Mısra araladığı kapıdan kafasını uzatarak içeri baktı. Yüzümü gömdüğüm örtüye derin soluklarımı verirken Mısra'nın adımlarının yatağıma doğru ilerleyişini dinledim. Sakin ve tereddüt etmeden çıplak ayakları tahta zemine yapışa yapışa yürümeye devam etti.

   Şimdi tam tepemde duruyor ve beni izliyordu, gözlerim kapalı olsa dahi bunu hissediyordum. Bedenini henüz üzerime eğmeden bir süre orada beni izledi. Nefesim boğazıma takıldıkça kızarıyor ve öksürmemek için kendimi sıkıyordum. Kes artık izlemeyi!

   Beklemediğim bir anda hamlesini üzerime doğru yöneldiğinde kaskatı kesilmiştim. Saçları yüzüme ve kollarıma doğru dökülürken yüzümde seyirmemesi için tüm kaslarımı sıkıyordum. Neler oluyordu? Neden sadece uyuduğuma ikna olup gitmiyordu?

    Dudakları bir karıştan az mesafede kulağıma yakın durdu. Ne halt ediyor? Hafif ve sakince aldığı nefesi kulağıma çarpıyordu, göğsüm derin soluklarımla gerilirken orada bulunduğum durumda ölüden farksızdım. Neredeyse bir dakikanın sonunda aniden saçları ve nefesi üzerimden çekildi, adımları odanın başka yerine ilerledi. Mısra'nın ne yaptığını anlayabilmek adına pür dikkat yaptıklarına odaklanmıştım. Küçük bir iki hareketle anlam veremediğim sesler duydum çok gecikmeden bu seslerin cam kafesten geldiğini anlamıştım. Küçük tekerlekler cam kafesi zeminde kolayca sürükleyip taşırken Mısra'nın henüz o kafesten bana bahsetme gereği duymadan ve benim uyuduğuma emin olduğu anda götürüyor olması, beni elleriyle boşluğa atmış gibi hissettirmişti. Gıcırtılar ve tekerleğin yağlanmamış kısımlarından çıkan seslerle kafes odadan dışarı çıktı. Kapı arkamdan kapatıldı ardından koridorun sonunda Mısra'nın adımlarıyla cam kefesin zemini süren sesi son buldu. İliklerime kadar ürpermiştim.

    Terlerin göz kapaklarımdan düşmesini önemsemeden gözlerimi açıp sıkıca sarıldığım örtüyü serbest bıraktım. Hem sinirlerim bozulmuş hem de kafamın içine dolan sorularla allak bullak olmuştum. Tüm bu olanlar neydi böyle? Yusufçuklarının olduğunu, bilmemi neden istemiyordu? Böyle düşünüyordum çünkü sabah evine habersiz gelmiştim ve kendimi direkt odasına atmıştım bariz ki o da uyuduğum anı fırsat bilip kafesi ortadan kaldırıyordu.

    Yatağın içinden çıkıp kasılan kollarımı ovuştururken koridordan tekrar sesler gelmeye başladı, pek anlamasam da Mısra biriyle konuşuyordu daha doğrusu sadece onun sesini duyduğum için bu konuşmanın yalnızca telefondan yapıldığını fark ettim. Salona geçtiği anda yerimden kalkıp kapıya ilerledim ve sesin salonda sabit kaldığında kapıyı açıp bedenimi koridora attım. Koridorun sonunda ki dış kapıya ardından diğer uçta kalan banyoya baktım, hiç bir değişiklik yoktu. Adımlarım salona doğru giderken Mısra'nın mutfağa geçtiğini duydum gerçi artık ne konuştuğunu işittiğim için nerede durduğunun bir önemi yoktu.

"Zaten o da hastane istemiyor burada toparlamaya çalışacak." Kaşlarım dediğine karşın çatılırken duvarın dibine sinmiş benden bahsettiği kişiye ne anlattığını dinlemeye devam ettim. "Ne zaman dönersin?" Kimle konuşuyordu? Özdemir olabilir miydi? Ama Mısra'yı o kadar tembihlemiştim kesinlikle Özdemir'i rahatsız etmeyecekti benim konularımı açarak. O halde kimdi?

    Düşüncelerimi bölen kırılma sesiyle duvarın kenarından neler olduğuna baktım lakin göremedim sanırım bardak kırılmıştı. "Hayır tamam kapatma, bak ne olursun gel ve artık bu olaya bir son verelim. Ben tek başıma yapamıyorum." Cam kırıkları fayansa çarpa çarpa alınırken görmediklerimi tahmin etmeye çalışıyordum. "Lütfen," Mısra'nın sesi titredi ve kısa bir süre tek kelime izah edemedi. Yere tekrar cam kırıkları atıldığında bedenimi duvar dibinde ayırıp mutfağa doğru ilerledim. Ne halt dönüyordu burada?

    Mutfağın içini görebildiğim mesafede durup sesimi çıkartmadan izlemeye koyuldum. Mısra yere oturmuş sırtı hafiften bana dönüktü, önünde kırılmış cam parçaları ve hafiften titreyen omuzlarıyla orada mutfağın ortasında çaresizliğe sarılmış duruyordu.

"Her şey sizin yüzünüzden oldu ama biz kahrını çekiyoruz. Hiç mi vicdanınız yok.. ona da yazık ettiniz bana da. Şimdi geriye sen kaldın gelip yıktığın ne varsa düzelteceksin." Hırsından sıktığı dişleriyle sesini alçak tutmaya çalışsa da ahizenin diğer ucunda ki kişi Mısra'yı bir hayli alt üst ediyor gibiydi. Son dediğinin ardından bir daha konuşmadı ve bir süre kulağında telefonu tutup yere diktiği gözlerini hiç ayırmadı. Tekrar koridora geçip boğazımı temizledikten sonra:

"Mısra neredesin?" Dedim henüz yeni uyanmış ve her şeyden bihaber halde gerçi her türlü bilinmezin içindeydim zaten. Tabanlarımı yere biraz daha sert basıp salona geçtiğimde Mısra hemen mutfaktan çıkmıştı. Gözleri durulansa da kızarıklığı hâlâ oradaydı. Ensemi kaşırken olabildiğince sakin davranıyordum.

"Uyuyamadın mı?" Dönüp mutfağa sonra bana baktığında yüzünde kendinden emin gülümsemesi vardı yine maskesini yüzüne indirmişti. 

"Uyudum da kabus gördüm yine, yatamadım tekrardan." Mutfağa gittiğinde bende hemen peşine takılıp oraya geçtim. Küçük elektrikli süpürgesini çalıştırmadan önce peçeteye topladığı kırıkları çöp kutusuna attı.

"Ne oldu burada?"

"Sakarlığım işte, elimden kaydı kırıldı. Dikkat et sende bir yerine batmasın." Kafamı belli belirsiz sallarken göz ucuyla onu inceliyordum. Öylesine saklıyordu ki ifadesini hemen öncesinde neler olduğunu bilmesem gerçekten onda hiç bir sıkıntının var olduğunu anlayamayacaktım.

    Küçük mutfağın yine aynı minyonlukta ki masasının kenarında ki sandalyeyi çekip oturduğum da süpürgenin sesi etrafı mesken tuttu. Temizliği bittiğinde benimle göz teması kurmadan süpürgeyi salona götürdü, tekrar yanıma döndüğünde masamın karşısında ki diğer sandalyeyi çekip oturdu.

"Abini mi gördün?" Gözlerimi yüzüne dikmiş irdeleyerek bakıyorken, uydurduğum yalanımdan kabusuma konu açtığında onun gibi oynayıp kafamı belli belirsiz salladım.

"Anlatmak ister misin? Hem seansımıza da devam etmiş oluruz." Kafamı belli belirsiz salladım ve daha öncelerde gördüğüm kabuslarımdan bahsi açtım.

"Her zamanki gibi benden yana sitem ediyordu. Onun istediklerini yapmadığım için ayrıca kızdı ama bu defa çok başka bir şey gördüm." Kollarımı masanın üzerinden çekip geriye yaslandım ve sorgu mahalimi Mısra'nın üzerine doğrulttum. "Abim değil de onun arkadaşını gördüm." Göz kapakları üst üste kırpılırken yerinden kalkıp: "Defteri getirsem iyi olacak." Dedi, çok sürmeden defterini alıp tekrar mutfağa döndüğünde yine o sıfır duygulu ifadesiyle karşımdaydı.

"Gördüğüm bir semboldü." Elimi havaya kaldırıp avucumun içini işaret ettiğimde, boğazından geçen bir iki yutkunuşu anında fark ettim. "Çok tuhaftı, bir dövme ya da bir yanık izi gibi ama o sembolün neye benzediğini çözemedim." Kafamı yana yatırıp avuç içime baktığımda "Sence eskiye dair bir şeyleri hatırlamaya mı başladım?" Şimdi gözlerim onun gözlerindeydi.

"Belki de! Bu iyi bir şey Milhan ama kendini çok yormanı ya da zorlamanı istemiyorum. Bırak her şey olurunda gelsin zihnine."

"Haklısın." Tek kaşımı kaldırdığım da Mısra defterine bir şeyler yazıyordu. Elleri sabit ve bedeni gayet rahattı. Belki de anlattıklarımla hiç bir alakası yoktu her şey benim kuruntularımdan ibaretti yine. Ama bunların kuruntudan başka bir şey olmadığına da inanmam gerekiyordu bu yüzden konuyu bir türlü o yusufçuklara getirmeliydim.

"Ulas'ı özledim kim bilir şimdi ne yapıyordur." Defterini hızla kapattığında sahte olacağına yeminler basacağım gülümsemesiyle yüzüme baktı.

"Yiyip içiyor ve uyuyordur ne olacak, hayvanların bizim gibi yaşamdan derin beklentileri yoktur."

"Sen böyle düşünüyorsun çünkü bir hayvanı sahiplenmedin hiç ama ben öyle bakmıyorum olaya." Tezgaha yüzünü döndüğünde ikimiz için kahve yapmaya başlamıştı.

"Haklısın Milhan'cım benim hayvanlarla pek aram yok onların ne hissettiği de umurumda değil." Neredeyse dudağımı ısırıp koparacaktım, Mısra'nın hayvanlarla ilgisi yok öyle mi? Peki ya içeride ki bir düzüne yusufçuk neyin nesiydi?

"Bu kadar kaba olma bence sende kedi falan sahiplenmelisin." Söylediğime karşın omuz silktiğinde elimi yeni yeni uzayan kirli sakalıma atıp oynarken gözlerimi sonuna kadar kısmış bir umut Mısra'nın o ağzından odasında ki yusufçuklar hakkında konuşacak bir iki kelam bekliyordum.

"Yok be ne işim var hayvanla zaten yeteri kadar insanla uğraşıyorum bir de hayvanlar için vakit öldüremem." Siktir. Milyonlarca kez kahrolası siktirden. Mısra düpedüz saklıyordu.

"Anladım." İki seramik işlemeli fincanda kahve masanın üzerinde yerini alırken hemen karşıma da Mısra oturmuştu iç duvarıma kanıt olacak resimleri asmış bir birine bağlayacak ipleri geçirmiştim ama kesinlikle o bağların arasında olanı çözemiyordum.

"Abini ne kadar hatırlıyorsun bir bakalım, şimdi bana abinin fiziksel özelliklerini, onu tam olarak nasıl hatırladığını hangi tarz giyindiğini kısacası abini tanımlayacak her şeyi bana anlatmanı istiyorum." Keyfim öyle kaçıktı ki çantamı toplayıp çekip gitmek istiyordum. Hiç bitmeyecek bir öfkenin uç safhalarındaydım yine de gidebildiği kadar gidip üzerimde oynanan, anlamsız sırra kadem basmış oyunu devam ettirmeye çalıştım -ki her ne kadar canıma tak etse de renk vermemeliydim.

"Boyu ortalamanın biraz üstünde, kemerli okka burun, ince dudak." Ezbere saydığımda gözümün önüne getirdiğim figürün gözlerine baktığımda istemsizce yutkunmuştum. "Kehribar." Stresle birbirine dolanan ellerimi ayırıp dizlerimin üstüne koydum ve daha şimdiden kuruyan ağzım gırtlağımda çatlak ses çıkarıyordu. "Kehribar gözleri."

"Alçun'u kendi yapan en belirgin özelliği," Gözlerim şaşkınlıkla genişlerken dalgınca söylediğine kanaat getirdiğim Mısra tekrardan defterini açmış o sinir bozucu notlarını sanki bir deneymişim gibi yazıyordu. Hemen göz kapaklarım aşağı indi ve yere baktım. Dehşet verici bir durumun içindeydim.. çünkü ben hayatımın hiç bir alanında abimin ismini bırak birine anlatmayı ağzıma dahi almazdım. Mısra abimin ismini bilmesini geçtim üstüne üstlük anlamını bilhassa ifade etmişti. Mısra abimi tanıyor muydu?

"Evet devam et." Elimi tişörtümün boğaz kısmına atıp aşağı çekmemek için direniyor içten içe kendimi paralıyordum, sonuna kadar beklemeli ve sabırla küçükte olsa bir şeyleri öğrenip açığa çıkarmalıydım.

"Çok hırslıydı, kendine gördüğü tüm akranlarını fark etmeksizin büyük küçük kim varsa rakip görürdü." Terli avuçlarımı pantolonumun kotuna sildiğimde söylediklerimle düşündüklerimin çelişiğinde kontrolü elimde tutmaya çalışıyordum. Kendime döndüğümde Mısra'yı sorguluyordum dışa vuruşumsa kendimi ele vermeden Mısra ne soruyorsa o soruları cevaplıyordu ve bunları yaparken iki karakteri de bedenimde yaşatıyor gibi hissediyordum.

"Ne birini sevdi ne de onu sevenlere izin verdi. Abim onun biri tarafından sevilebileceğini hiç düşünmezdi bu yüzden ben aileye dahil olduğumda; onu en kötü ihtimalle aile bağından ötürü sevebileceğime inandı." Onu gün içerisinde sayısızca öpüp, saçlarıyla oynayıp ve hiç bir nedene sığınmaksızın her fırsatta ona sarılmamı isterdi. Abimi sevebilmem tamamen zorunluydu bu yüzden başlarda hediyelerle ödüllendirirken bir süre sonra sadece o sert yüzünü gösterip emirlerini yerine getirmemi güderdi. Ondan nefret ediyorum, etimle kemiğimle illet bir nefretle.

"Sen abini sever miydin?" Koca bir espri patlatılmış misali ardı ardına seslice gülmek istedim. O adamı sevmek ne mümkündü? Ben merkezli, otoriter, iyi düşünmeyen ve daha bir çok fütürsüzlüğü baş gösterirken nasıl olurda sevebilirdim? İnsan, ölümüne kadar korktuğu birini sevebilir miydi?"

"Tabii ki onu seviyordum, kim abisini sevmez?" İnce bir çizginin hal aldığı dudaklarım yalanı nehir gibi akıtıyordu.

    Mısra gözlerimin içine baktı tekrar ama kendisinin iyi bir halde olduğunu söyleyemezdim keza onu mutfaktaki telefon konuşmasından sonra çokça kez dalgın gördüm öyle ki bazen ne dediğini bilmiyordu.

"Bir gün abimle odasındaydım, okulda dalga geçmişler ama nedenini hatırlamıyorum. Beni kucağına çekti ve sımsıkı sarıldı." Tekleyen cümlelerimi düzeltmek adına kısa bir es verdim ardından tekrar hatırlamaktan içimi parçalayacak o anının detaylarını düşündüm. "İlk ölüm planını o gün yaptı ve o 14 yaşlarındaydı. Bir çocuktan bahsetti, tanıyordum o çocuğu eskiden iyi arkadaşlardı çünkü.. tüm ayrıntıları anlattı bana, ona kötü laflar eden ağzına kancalar geçirdi sonra o yalvaran nefesi kesmek adına ipleri doladı çocuğun boynuna, zihninde oluşturduğu mahal yerinde." Göz bağımız hiç ayrılmadı, Mısra dikkatle yüzümü inceliyorken ben irislerinde sabittim. "Ben belki 6 belki 7 yaşlarındaydım Mısra. Ve ben, kirli vahşi bir düşünceyi saatlerce dinledim. Rüyalarımda hep abimin gidip o çocuğu anlattığı gibi öldürdüğünü görüyordum. Ben her seferinde koşarak o kumların üzerinde düşe düşe yetişmeye çalışıyordum da her seferinde dizlerim parça parça, çocuğun ölü bedenini ve tepesinde pişkince gülen abimi görüyordum rüyalarımda. Sonra uyanıyordum ama ne faydası olabilir ki her seferinde birinin ölebileceğini zihnimin en karanlık köşesinde tutuyorken?"

"Hiç abinin tarafından düşündün mü? Yalnız bir çocuk olarak sosyal hayatta ilerlemek kolay değil. Öz güven eksikliği, belki biraz anksiyete. Atikifobisi aşırı yüksek mesela, çevresi içerisinde var olamıyor. Milhan belki iyi şeyler duymadın abinden ama hiç düşündün mü, abinin yalnızca seninle iletişim halinde olabileceğini? Belki de tek konuştuğu sendin ve sana güvenip kendince bir şeyler anlattı." Kaşlarım çatılırken nereden bakılırsa bakılsın iyi yönü görülmeyecek abimin nasıl bu kadar anlayışla karışlandığını çözmeye çalışıyordum.

"Sen," Öne doğru eğilip Mısra'nın aldığı soluktan dahi açık vereceği anda hızla sezebilme umuduyla yaklaştım. "Abimi tanıyor gibi konuşuyorsun."

"Abini anlatan sensin, bir takım davranışların altında yatan nedene teşhis koymam çok zor değil benim için." Tekrarı olan bir başka sessizlik. Karşımda ciddi anlamda zeki bir kadın oturuyordu ve benden kat be kat daha iyiydi. Aslında onun böyle davranması yeniden içime çekilip tereddütle baş başa bırakıyordu beni. Olasılığım düşüyordu, belki deyle başlıyordum cümleme sonrasında; kendimce kurduğum şeylerden biri daha, diyorum.

"Haklısın." Haklıydı çünkü ona abimi anlatan bendim, Mısra abimi tanımıyordu ayrıca nereden tanıyacaktı ki? Mısra'yla tanıştığımız yıllarda abim çoktan ölmüştü.

"Abin sadece hırsına yenik düşmüş biri Milhan, umarım onun tüm o cinayetleri işlediğini düşünmüyorsundur."

"Hayır düşünmüyorum, aramızda ki bağ zorunlu sevgiye döndüğünde ve abi kardeş ilişkisi dışına çıktığımızda küçük bir anlaşma yaptık. Eğer onun kurduğu beş ölümü eksiksiz çizersem bu düşüncelerden vaz geçecekti, kesinlikle kimseye zararı dokunmayacaktı. İnanır mısın bilmem tüm bu anlaşmayı el sıkışmayla yaptık." Büyüdüğüm ve onun ilk ölüm planı yaptığı yaşa geldiğimde; 14'üm de artık bu gerçeklikten kaçamayacağımı anlayıp zekice bir anlaşma yaparak abimin zihnini temizlemek istedim, abim o zamanlar üniversitedeydi ve olgunluğunun da verdiği fırsatla bana inanıp anlaşmayı kabul etmişti. Şükür ki ben de ona inanmıştım, anlaşmamız beş kişiyi hayata bağlamıştı.

"Bu süreçte anne ve baban ne haldeydi? Sizi hiç görmediler mi ya da konuşmalarınıza tanıklık etmediler mi? Bu sadece ikinizin sırrı mıydı?"

"İkisini de hatırlamıyorum. Abimin üniversite zamanında bir arkadaşı vardı," Durup açtığım konunun dalgınlığıyla kalakaldım, yine aklıma o adamla Mısra'nın arasında ortak olan yusufçuğu düşündüm. Kahretsin kendimi çıkmazın içinde buluyordum yine. Eğer kelime oyunu yaparsam belki Mısra'dan yana elime koz geçebilirdi.

Ama bir dakika.. bunu gerçekten arkadaşıma yapacak mıyım? Ondan şüphelenmem ne kadar doğruydu? Bana yardımcı olmaya çalışan biriydi ama içimde bin bir türlü kuruntuyu düşürende yine oydu. Neden o yusufçukları sır gibi saklıyor yahut telefonda konuştuğu kişiden bahsetmiyor bana? Mısra kesinlikle şüpheli birisi ve ona inanmam için sonun kadar denemeliyim.

"Arkadaşı iyi biriydi adı gibi güzel kalbe sahipti, adı da çok iyi hatırlıyorum Rauf'du." Abimin orta son yıllarında ölmesini istediği çocuğun adıydı Rauf. Kaya çıkmazında acıyla can vermesini isterdi. Mısra'nın kaşları havalandığında ağzının içine bakıyordum çünkü birazdan söyleyeceği cümle ya şüphelerimi desteklerdi ya da beni utanca sürükleyip arkadaşıma güvenmediğim için belki de perişan olacaktım.

"Rauf, kaya çıkmazında ölen çocuk değil miydi Milhan?" Dünya'nın, büyük patlamada milyonlarca parçaya bölünmesi ve hemen sonra bir bütün olması gibi dağıldım nefesim tutukken, öyle bir şeydi ki benim için şu an; kalbime dek işlevime son verildi, nasıl oldu bilmiyorum lakin tuttuğum nefesimi verdiğim de kulağımda ki çınlama da son buldu. Yüreğim bir iki kasılmada tekrar atarken Mısra'yla olduğum ana döndüm ve şüphesiz kırgınlıklarım kat kat oldu mabedimde. Mısra katiyen abimin ilk ölüm planına dahil ettiği o çocuğu tanıyamazdı hele ki kaya çıkmazında kurgulanan hadiseyi hiç bir şekilde bilemezdi ama görüyorum ki o her şeye hakimdi.

"Hayır Mısra, Rauf abimin üniversite yıllarından arkadaşıydı." Lafı çarpıtıp ondan yana bir şeyleri daha fark ederim diye bekledim. Damağıma yapışan dilimi ağzımda zorlukla hareket ettirirken Mısra'nın az önce söylediğine hiç takılmamışım gibi davranmayı tercih ettim.

"Alçun'un, Deniz'den başka bir arkadaşı daha mı vardı?" Mısra hayretle yüzüme baktığında ne yazık ki ona karşılık olarak sunduğum tek ifadem hayal kırıklığıydı. Kendimi sıkabildiğim kadar sıkıyor ve ters bir şey dememek için yanağımın içini kemiriyordum. Mısra.. abimin tek arkadaşı olan Deniz'i de tanıyordu. O halde Deniz'in avuç içinde ki yusufçuk ne yazık ki Mısra'nın yusufçuklarıyla bağlantılıydı.

"Deniz kim? Hatırlamıyorum onu, benim bildiğim tek kişi Rauf." Hayal kırıklığımın üzerine sinirlenişim şerit gibi çekilirken Mısra'ya olan saygım da, dostluk sevgim de tuzla buz olmuştu. Karşımda oturan kişi tanıdığım şahıstan çok uzakta bir yabancıydı. Mısra benim şu anlık çözemesem de bir şeyleri- geçmişim ve yaşadıklarımın da dahil olduğu- hakkında her şeyi biliyordu aynı zamanda bugüne dek sır gibi saklayıp benden muhafaza etmişti. Ama neden?

"Bilmiyorum." Gözlerinin rengi koyulaştığında kendine geldiğini fark ettim. Bilmeze yatışı onu köprüden önceki dönüşten çevirse de ben çoktan anlamıştım, artık çok geçti. "Bilmiyorum sen bir ara bahsetmiştin o adamdan." Yalan söyleme Mısra.. farkındayım artık, sen benden çok fazla şeyi saklıyorsun. "Neyse bugünlük bu kadar yeter hadi yemek yap bize hünerlerini görelim." Gözlerimi gözlerine kitlediğim için benden kaçamaya çalışsa da faydası yoktu. Uyuşan dizlerim sızladığında bir süredir parmaklarımla kavradığım diz kapağımı sıktığımı yeni yeni görüyordum. Mısra gülümsediğinde altımdaki sandalyeyi arkaya itip ayağı kalktım ve buz dolabına doğru yürüdüm. "Yapalım o halde." Onun gibi davranıp bilmeze yattım aslında dediklerine inandığımı düşünmesini istiyordum böylece daha kolay olurdu dönen dolapların aslını öğrenmek. 

    Aklımı dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı bilhassa şuan ona kendimi belli ettirmek istemiyordum ayrıca soğukkanlılığım bu tür durumlarda benden önce atılıp bedenime kalkan oluyor, tabiri caizse kamufle ediyordu. Buzlukta poşetlenmiş etlerin üzerinde parmaklarımı gezdirip doğru parçayı bulduğumda "Biftek çabuk pişer." Tamamen kendimle konuşuyordum ama Mısra üzerine alınıp sandalyesinde daha rahat otururken bakışlarım uzaktan ona çarptı. Nasıl olurda bu kadar rahat olabilirdi hem de sakladığı onca şey varken? Ayrıca gözümün içine baka baka yalan söylemesi cabasıydı. Buz dolabını kapatıp küçük tezgaha geçtim ve tezgah üzerinde duran mikrodalga fırında eti çözdürdüm. Mutfak dar olsa da Mısra'yla arama uzun hayali bir duvar örmüş ve yeni öğrendiğim şeylerin bağlantısını kurmaya çalıştım.

"Milhan sorudan mı kaçıyorsun yoksa?" Düşüncelerim yağ gibi çekilirken dönüp Mısra'ya anlamsızca baktım.

"Ne?"

"Kaç defa tekrarlayacağım?" Parlayan siyah irisleri kısılan göz kapakları arasında kaybolurken her ne kadar samimi olarak sunsa da gram samimi gelmeyen gülümsemesine baktım, neyi ima ettiğini anlamadığımı fark ettiğinde dişlerini gösteren gülüşü arasından "Hayat arkadaşı diyorum, seni bildim bileli yalnız bir hayat sürüyorsun. Neden kimseye şans vermiyorsun?" Mahkeme duvarını andıran yüzüme tabiri caizse adaletin mülkiyetinden bahsi geçen o yazıdan da asmak isterdim lakin ne yeri ne de sırasıydı. Tekrar önüme dönüp fırından çıkardığım eti kısa sürede de olsa biraz sirke ve limonla marine edip kenara bıraktım. "Ben kendime adam akıllı sahip çıkamıyorum, bir başkasını yanıma nasıl koyayım?" Tezgahın altında yer alan kapakları açıp patates aramaya başladım, "Patates nerede?" Mısra yerinden kalkıp evinin tek balkonu olan kısma geçip elinde üç dört patatesle yanıma geldi. Onun yüzüne bakmayı kendimce reddedip getirdiği patatesleri yıkamaya başladım.

"Mısra, hemen hemen her duyguyu baktığın anda anlar mısın?" Dedim, sertçe ovaladığım patatesleri tencereye yine aynı hırçınlıkla atarken. Tekrar sandalyesine geçmiş ve orada keyfine bakarken o kıkırtısını duymuştum. Gözlerimi kısa bir an sıkıca kapatıp derince soluduktan sonra açıp son patatesi de yıkayıp tencereye bıraktım.

"Yani evet, bazen tahmin ettiğim ya da aksi çıkan çok duygu var ama bu daha çok karşımda ki kişinin ne kadar kendini kamufle edebileceğine bağlı." Eli çenesinin altında oyalanırken "Mesela kişinin genetik yatkınlığı yahut biyolojik yatkınlığına bağlıdır bu durumlar." Cevaplamasını kafasını sallayarak onaylayıp kendi verdiği cevabın tatminliğiyle tekrar yüzüme baktı ama ben hemen önüme döndüm en azından bir süre ikimiz içinde en önemlisi buydu. 

''Birinin ihanet ettiğini anlar mısın ?'' Hızlı çıkışımla çok afallamadan cevap verdi.

''Bu çokta kolay değil ayrıca nerden çıktı bu? İhanete uğradığını mı düşünüyorsun?'' Evet, ne yazık ki evet.. Belimi tezgaha yaslayıp iletişimimizde kopma olmasın diye yüzüne baktım.

''Belki de. Hatta kendime karşı yapıyorum bu ihaneti. Hatırlayabilseydim unutmamam gerekenleri o zaman daha kontrollü olurdum açıkçası kimselere de körü körüne inanmazdım.'' 

''Peyami Safa'nın bir sözünü hatırladım bak, şöyle söylüyordu; Her hastalık evvela ruhta başlayıp sonra vücuda sirayet etmiş bir isyandır."

"Doğru demiş, önce ruhtan kirleniyoruz az önce de dediğim gibi ben daha normal bir hayat yaşayabilirdim ama  büyük tranvam olunca içten içe çürümeye başladım."

Haşlanmaya koyduğum patatesler piştiğinde ve marilediğim bifteği çok pişirmeden mühürledikten sonra kendimce bir şeyler hazırlamaya çalıştım daha doğrusu uğraşabileceğim ne varsa el atıp oyalanıyor Mısra'nın sohbetlerine kısa cevaplar vererek geçirmeye çalışıyordum. Sonunda yapacak bir şeyim olmadığında sandalyemi çekip oturdum. Tabağımda ki yemeği ağız tadıyla yemeyeceğimi bile bile sanki büyük bir iştahım varmış gibi çatalımla dürtüyordum. 

''Milhan,'' Kafamı kaldırıp Mısra'ya baktım, ''Şimdi bana az önceden beri neden farklı davrandığını söyle.'' Çatal ve bıçağımı hareket ettirmeyi bıraktığımda Mısra'nın keskin bakışlarında hizaya getirmiştim kendimi.

''Nereden çıktı şimdi bu?''

''Çok bariz Milhan, söyle de içine atma yine. Neyden şüpheleniyorsun?'' Ağzımda ki tatsızlık beni daha da karartırken kartları açık oynama vakti gelmişti. Maskemi tıpkı onun gibi yüzümden indirdim ve tüm ciddiyetimle irislerine takılı kaldım. Bir az sonra burada hiçte iyi şeyler olmayacağını bildiğim konuya giriş yapacağım anda zil çalmıştı. Mısra hızla omuzunun üzerinden dönüp dış kapının olduğu yere baktığında bende çoktan gözlerimi ondan ayırıp odağının olduğu yöne dikkatimi verdim.

''O geldi..'' Mısra'dan duyduğum tek cümle bu olmuştu. Çok düşünmeme gerek yoktu, telefon konuşması yaptığı kişinin gelmesini istediğini anımsıyorum. Konuştuğu kişi kimdi bilmiyorum ama beni dahi tedirgin etmeye yetmişti ve sanırım ikinci kere ısrarla çaldığı zille o kişi buradaydı.


____________

Continue Reading

You'll Also Like

267K 9.1K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
3.6K 258 11
Fransız mafyasımı ? Evinde çalışan korumaya aşık olur. Fakat o bir koruma değil Fransız mafyasıdır. Okan, Hazelin babasından gerekli belgeleri almak...
7 Numara By Beril Sancar

Mystery / Thriller

8.2K 752 6
Sevdiği adamla geçirdiği bir gece sonucu hamile kalan Umay Uzel, Yiğit Ali'yle evlenir. Kocasının da onu sevdiğini düşünerek sürdürdüğü evliliğini ve...
3.6M 85.7K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...