GÜMÜŞ TAHT (+18)

By deppworth

605K 26.7K 15.6K

Yetişkin içerik! (FANTASTİK DEĞİL, DARK ROMANCE) WATTYS 2022 KAZANANI! Hera ve Lucas'ın yolları kesiştiğinde... More

Giriş
Bölüm 1 - Başlangıç
Bölüm 2 - Hırs ve Güç
Bölüm 3 - Karışıklık
Bölüm 4 - Şaşırtıcı Gelişmeler
Bölüm 5 - Beklenmeyen Misafir
Bölüm 6 - Karmaşa
Bölüm 7 - Yeni Ortaklık
Bölüm 8 - Görev her şeyden önce gelir
Bölüm 9 - Benimle misin?
Bölüm 10 - İmkânsız olan ne?
Bölüm 11 - Daha Yeni Başlıyoruz
🔥Benim Gözümden Karakterler!🔥
Bölüm 12 - Yeni Planlar
Bölüm 13 - İkisi Aynı Şey Değil
Bölüm 14 - Bazı Şeyler Değişti
Bölüm 15 - Biz ve Bu Şehir
Bölüm 16 - Yeni Bir Başlangıç
16. Bölüme Ek Sahne
Bölüm 17 - Aşk
Bölüm 18 - Ölüm Bizden Korksun
Bölüm 19 - Kan ve Aşk
Bölüm 20 - Kimsin Sen?
Minik bir balkon konuşması...
Bölüm 21 - Sürpriz!
Bölüm 23 - Burada Bitmeyecek
1. KİTAP FİNAL - SONUN BAŞLANGICI
İKİNCİ KİTAP: 1. Bölüm - Sil Baştan
İkinci Kitap: 2. Bölüm - Bitti mi Sanıyorsun?
İkinci Kitap: 3. Bölüm - Beklenmedik Haberler
İkinci Kitap: 4. Bölüm - Yanlış Zaman Doğru İnsan
İkinci Kitap 5. Bölüm - Yeni Bir Düşman
İkinci Kitap 6. Bölüm - Sürpriz Misafir
İkinci Kitap 7. Bölüm - Yalanlar ve Çıkarlar
İkinci kitap 8. Bölüm - Yeni Bilgiler
İkinci Kitap 9. Bölüm: Düşmanı Uzakta Arama

Bölüm 22- Yalanlar ve Planlar

7.7K 513 202
By deppworth

Bölümü okuduğunuz tarihi buraya yazmayı unutmayın!! ❤️
Oylarınız ve yorumlarınız çok önemli, onları da lütfen esirgemeyin.🥰

BÖLÜM 22– YALANLAR VE GERÇEKLER

LUCAS

Uyandığımda yatakta yalnızdım. Gözlerimi birkaç sefer kırpıştırdım. Karanlığa odaklanmam fazladan birkaç saniyemi aldı. Görüşüm netleşince etrafa kısaca göz attım. Odada Hera'dan iz yoktu. Uykunun verdiği ağırlık ve günlerdir beni kasıp kavuran yorgunlukla bir süre daha yatakta uzanarak soluklandım.

Doğrulup sırtımı yatağın başlığına dayadığımda dönüp saate göz attım. Sabahın dördüydü. Hera normalde de çok uyuyan bir kadın değildi ama beraber olduğumuz süreç içerisinde onun bu saatte kalkıp gittiğine hiç şahit olmamıştım.

Dün yaşadıkları ve tuhaf sessizliği, gergin bakışları beni endişelendiriyordu. Bir şey sakladığını biliyordum. Bana söylediklerinden, anlattıklarından çok daha fazlasının o güzel beynini yorduğunu biliyordum. Fakat onun ağzından bir şey almak imkansızdı. Bana bir daha aramızda sırlar olmayacağına dair söz verse bile bu imkansızdı.

Kolay kolay bir şey için bu kadar endişelenmeyeceğini bilecek kadar tanıyordum onu. Söylemediği şey her ne ise bir şekilde ucu ya bana ya da bir başkasına dokunuyordu. Ne olduğunu öğrenebileceğim tek bir kişi vardı. O kişinin Hera'ya bağlılık yemini ettiğini elbette biliyordum ancak benim de kendime has yöntemlerim vardı.

Yataktan kalkıp yerdeki boxerıma uzandım ve hızla bacaklarımdan geçirdim. Hera'nın odasından çıkıp evin içerisinde dolaşmaya başladım. Mutfakta demlenen kahvenin kokusunu alabiliyordum. Oraya doğru yöneldim ancak içeride yoktu. Koridora çıkıp en uçtaki spor salonuna doğru gittiğimde içeriden müzik sesinin geldiğini duydum.

Kapıyı yavaşça araladım. İlk önce hiçbir şey göremedim. Kapıyı biraz daha açıp içeriye adım attığımda görüş alanıma girdi. Sanki hayatı buna bağlıymış ve eğer o kum torbasını parçalamazsa ölecekmiş gibi kum torbasına saldırıyordu.

Neyin var, prenses?

Sana ne söyledi?

Kaşlarımı çatıp başımı iki yana salladım ve ona doğru ilerledim. Geldiğimi anlayarak durdu ve iki eliyle kum torbasını tutup soluklanmak için başını yasladı. Kıvırcık saçları terden yüzünün etrafına ve sırtına yapışmıştı. Duruşu her zamanki özgüveninden iz taşımıyordu.

Daha kırık döküktü.

Daha tereddütlü.

Hera gibi değildi. Benim Hera'm gibi değildi.

Arkasından yaklaşıp kollarımı beline doladım ve sırtını göğsüme çektim. Kolları aynı şekilde kollarıma dolandı ve göğsü aldığı nefeslerle inip kalkarken başını bana yasladı.

"Bu saatte kum torbasının canına okuyacak kadar ne derdin var, güzelim?"

Hera hafifçe kıkırdadı ve ruh halini belli etmemek için kollarımın arasında dönüp yüzünü göğsüme gömdü.

Ellerimi saçlarında gezdirip bir süre daha soluklanmasına izin verdim.

"Benim en büyük derdim sensin, sarışın. Başıma ne geldiyse senin yüzünden."

Esprili bir tonda söylemişti. Ancak ben altında yatan imayı hissetmiştim.

"Bundan şikayetçi gibisin. İstiyorsan gidebilirim," dedim kollarından sıyrılıp geriye doğru adım atarken.

Hera beni belimden yakalayıp kendine çekti.

"Benden gidemezsin, Luc. Ne olursa olsun benden gidemeyeceksin."

Neler oluyor?

"Bu senin için de geçerli, prenses." Kulağına doğru eğilip fısıldadım. "Kaçamayacağın tek yer, kollarım. Ait olduğun tek yer kalbim. Her şeyinle benimsin ve öyle de kalacaksın."

İç çekerek gülümsedi ve dudaklarıma bir öpücük bıraktı.

"Dün olanlar yüzünden ve yapacağımız planla alakalı düşündüğüm için uyuyamadım. Antrenmanın bana iyi geleceğini düşündüm." Omuzlarını silkti. Maskesini taktığını görebiliyordum. Üstüne gitmemem gerektiğini çoktan öğrenmişti. Üstelemek yerine sadece başımı salladım.

"Sanırım kahve de demlemiştin, değil mi? Kokusu beni fazlasıyla cezbetti."

Elini tutarak yürümeye başladım. Uzun adımlarıma çabucak yetişti.

"Evet. Zaten birkaç saat sonra şirkete gideceğiz ve uzun bir gün bizi bekliyor olacak. Kahve bizi ayakta tutacaktır. Hem kafeinden daha iyi ne var ki? Senin viskin hariç elbette."

Saçmalıyordu ve ben saçmalamasına istediği kadar izin verecektim.

"Hadi o zaman. Birer kahve içip duşa girelim."

"Duşa ha? Aklında neler var?" Kocaman sırıttı. İşte bu tamamen gerçekti.

"Ah bir bilsen."

***

Şirkete geldiğimizde herkes kendi işine gömülmüştü. Hera Martin'le bir şeyler konuşuyor, Natalie bilgisayarında planlamalar yapıyordu. Bense yaptığım birkaç görüşmeyle dikkatleri üzerime çekmemeye çalışıyordum ancak tüm dikkatim Hera ve Martin'indeydi.

Ne konuşuyorlardı?

Tartıştıkları şey her neyse yoğun bir konuydu ve elbette İspanyolca konuşuyorlardı. Nat'in yanına gidip kulağına doğru eğildim.

"Ne konuştukları hakkında bir fikrin var mı?"

Nat kaşlarını çatıp bana baktı.

"İspanyolcam o kadar iyi değil. Kullandıkları kelimeler daha iç kesimlerin kullandıkları gibi. Bugün biraz da aksanlı konuşuyorlar."

Bu bile şüphelerimi körükleyecek bir sebepti.

Natalie ne düşündüğümü anlayarak gerildi.

"Bir şeyler çevirdiklerini düşünüyorsun."

"Kesinlikle. Konuşmalarından dahi anlaşılmıyor mu sence de? Bu detayları yakalayan sensin."

Nat başını salladı. Yüzü düşünceli bir ifadeye bürünürken arkasına yaslandı.

"Yulia ile alakalı olduğunu düşünüyorsun değil mi?"

"Evet. Dün ben Hera'nın yanına gidene kadar ne yaşandıysa onunla ilgili. Bir şey var ve Hera bunu benden saklıyor."

"Geçerli bir sebebi olduğuna eminim."

"Buna ben de eminim, Nat. Ama beni sinirlendirecek bir şey olduğuna da eminim."

Derin bir nefes alıp iki parmağımla burun kemerimi sıktım.

"Çözmenin tek bir yolu var."

Nat ne demek istediğimi hemen anladı.

"Martin."

"Evet."

"Sana asla bir şey söylemeyecektir."

"Söyletebileceğim bazı yöntemlerim var güzel kardeşim. Sana âşık olması büyük şans."

Natalie gözlerini kısarak bana baktı.

"Sana inanamıyorum."

"Hiçbir zaman temiz oynamadığımı biliyorsun."

"Maalesef biliyorum.

Natalie'ye göz kırpıp Hera'nın yanına doğru sakin adımlarla ilerlemeye başladım. Geldiğimi gördüklerinde ikisi de konuşmayı kesip bana döndü.

"Plan konusunda genel bir toparlama yapalım diyorum, ne dersiniz?"

Hera omuzlarını silkti.

"Zaten fazla teferruatlı değil. Ona istediğini vereceğimizi söyleyeceğiz. Buraya çağıracağız. Hatta öyle resmi görünecek ki avukatların hazırladığı evrakları bile önüne sunacağız. Kendi adamlarının içeride olmasına izin vereceğiz. Fakat Martin ve senin ekibinin etrafa dağıldıklarından haberleri olmayacak."

Tekrar omuzlarını silkip yüzüme baktı.

"Hangi detayın üstünden geçmemiz gerekiyor?"

Başımı yana yatırıp yüzünü inceledim. Sabahki kırılganlığı yoktu ve bana, ilk tanıştığımız zamanki Hera'yı hatırlatıyordu. Soğuk ve mesafeli.

"Üstünden geçilip konuşulması gereken çok detay var prenses, sessizlikten ve bilinmezlikten ne kadar rahatsız olduğumu biliyorsun. Her şey dört dörtlük olmalı ki hiçbir şey kaybetmeyelim."

Yaptığım imayla yüzü bariz bir şekilde gerildi ancak kendini hızla toparladı.

"Nasıl istersen. Siz toparlanın ben bir kahve alıp geleceğim."

Hera ofisten çıktıktan sonra adımlarımı mini barıma doğru yönlendirdim. Önce kendime daha sonra Martin'e bir bardak viski koydum.

"Bana viski ikram edeceğin aklıma gelmezdi."

"Seninle konuşmamız gereken şeyler var, Martin. Terasa geçelim mi?"

Martin tek kaşını kaldırıp beni süzdü. Dönüp Nat'e baktı. Ondan bir işaret bekliyor gibiydi ancak kendisi Hera'ya ne kadar sadıksa Nat'de bana aynı sadakatle bağlıydı.

"Tamam, konuşalım."

San Francisco'nun kışı daima çetin geçiyordu. Teras artık uzun süre durabileceğiniz kadar ılık bir esintiye değil, kemiklerinizi donduracak kadar soğuk rüzgarlara sahipti. Ben çok fazla üşüyen biri olmamama rağmen içimin titremesine engel olamadım.

Martin'de aynı görünüyordu. İki eliyle avuçlarını ovuşturup içlerine üfledi.

"Hızlıca konuşsak iyi olur. Hava buz gibi."

Konuyu uzatma gereği duymadan, "Ne işler çeviriyorsunuz?" dedim.

Martin bir an kıpırtısız kaldıktan sonra sırtını dikleştirip yüzüme baktı. Gözlerinin yeşili üstündeki hâkî tonda cekete uyarcasına karardı.

"Ne konuda?"

"Ne demek istediğimi biliyorsun, Martin. Beni seni konuşana kadar en uç noktaya getirtmek zorunda bırakma. Aptal bir adam değilim. Sakin görünüyor olmam yapabileceklerimi minimum seviyede tutacağım anlamına gelmez." Ona doğru bir adım attım. "Hera'ya ne oldu?"

Martin bir süre yüzüme baktıktan sonra gülmeye başladı. Öyle bir gülüştü ki kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Dişlerimi sıkarak içimden ona kadar saydım.

"Biliyor musun, ikiniz gerçekten çok benziyorsunuz." Derin bir nefes alıp terasın duvarına doğru döndü ve bardağı bırakıp ellerini kenara dayayarak manzaraya bakmaya başladı.

"Sana normalde hiçbir cevap borçlu değilim ve bana söyleyeceğin hiçbir şey sana Hera'yla olan sırlarımı söyletemez. Konu Natalie dahi olsa."

Pislik herif.

"Konuşacak mısın?"

"Sana tek diyeceğim şey, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır Lucas. Hera'yı çok iyi tanıyorsun değil mi?"

"Tanıdığımı biliyorsun."

"O zaman sorun yok."

İçeriye doğru yöneldiğinde onu durdurmadım. Konuşmayacağını biliyordum ve lanet olsun ki ona bir şey yaparsam Hera'nın beni öldüreceğini de biliyordum. Sinirle yumruklarımı sıktım.

"Bu arada," dedi kapıdan içeri girmeden önce. "Bazı sırlar aslında çok açıktır. Bakmayı ve dinlemeyi bilirsen çözemeyeceğin sır, öğrenemeyeceğin detay yoktur. Zeki bir adam olmasan bu kadar şüpheci yaklaşmazsın. Ve ben senin ona olan sevgine inanmasam sana bu kadar fazla şey dahi söylemezdim. Gözlerini ve algılarını açık tut, Lucas. Sana doğruyu göstereceklerdir."

Başka bir şey söylemeden içeriye adım attı. Şu an Hera'nın evindeki kum torbasının burada olmasını öyle çok istiyordum ki... Lanet olsun! Hayatım boyunca, hiçbir zaman bu kadar muamma içinde kalmamıştım ve hiçbir zaman bu kadar bilinmezliğin ortasında kendimi bulmamıştım.

Yulia. Bu kadar hınç bu kadar hırs ve bu kadar nefrete sahip olabileceğini düşünmemiştim. Kahretsin ki ölümüne inanmıştım. Her zaman her şeyden emin olan bir insan olarak bundan da emin olmalıydım. Buna da bir şekilde el atmalıydım ama yapmamıştım.

Ve bu, hayatımın en büyük hatası olmuştu.

Hera'yı neredeyse kaybetmeme sebep olmuştu.

Hera Allen.

Sevdiğim kadın.

Her şeyimi verdiğim kadın.

Benim sonum olan kadın.

Yaptığım seçim sonucu beni binlerce bilinmezliğe atan kadın.

Seni kaybetmeyeceğim. Sen benim kurtuluşum, kıyametim ve tek gerçeğimsin.

Düşüncelerimin yoğunluğuyla beraber ofise girdim. Hera benimle aynı anda içeriye girdiğinde elinde iki tane kahve vardı. Birini götürüp Nat'e verdi. Nat ona sıcacık bir gülümseme sundu ve Hera'da aynı şekilde gülümsedi.

Başını çevirip bana baktığında gülümsemesi solarak yüzünü özlem dolu bir ifade aldı. Buz mavisi bakışları sıcacık, yoğun akan bir lavdan farksızmışçasına yüreğimi yaktı. İçimde ne varsa eritti.

Ona doğru ilerlerken o da bana doğru geldi ve ortada buluştuk.

"Bu akşam bana gel," dedim tereddütsüzce. İçimden bir his, çok fazla baskın olan ve yanılmayacağıma emin olduğum bir his bu gecenin değerini bilmem gerektiğini söylüyordu. Onu tutabildiğim kadar yakınımda tutmam gerektiğini ve onun için çok daha fazla savaşmam gerektiğini söylüyordu.

Titrek nefesi ve kısık sesi kulaklarıma doldu.

"Seninle her yere gelirim, sarışın. Bunu biliyorsun."

"Seni bırakmayacağım, prenses."

Ona bu cümleyi sayamayacağım kadar fazla kurmuştum. Ama her defasında dilimde yeniymiş gibi bir tat bırakıyordu. Onun da ilk kez duyuyor gibi hissettiğini, yumuşayan bakışlarından ve kaybolan o baskın sert mizacından anlayabiliyordum.

"En azından deneyeceğini biliyorum, koca adam. Hadi şu planın üzerinden geçelim. Sonra tamamen benimsin."

"Seninim," dedim bir saniye dahi tereddüt etmeden.

HERA

"Evet, biliyorum. Her şey konuştuğumuz gibi olacak. Sen sadece söylediğimiz saatte şirkette ol yeter. Sonrasında nasıl olmasını istiyorsan öyle devam edecek. Fakat bu gece beni bir kere daha rahatsız etmeni istemiyorum. Yapmam gerekeni yapacağım ve senin saçma sapan telefonlarını cevaplamak gibi bir niyetim yok."

Cümlemi bitirip telefonu kapattım. Yulia sürekli bir şeylerin raporunu almak için beni arıyordu. Kendini benim patronum zannediyordu. Hayal kırıklığına uğrayacağından, onu kendi oyununda yok edeceğimden haberi yoktu. Beni bu kadar süre takip ederek, inceleyerek tanıdığını iddia etmişti. Yanılıyordu.

Şirketin lavabosundan çıkıp Lucas'ın odasına doğru yöneldim. Kapıdan gireceğim sırada Lucas dışarı çıktı. Elinde çantam ve ceketim vardı. Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Ne bu acele?"

"Sana yemek yapacağım. O yüzden bolca vakte ihtiyacımız olacak."

Gülerek başımı iki yana salladım.

"Demek bana yemek yapacaksın."

"Sana her konuda iyi olduğumu söylemiştim."

Bakışları tüm yüzümde dolaştı. Koyu mavi gözleri hiç görmediğim kadar canlı bakıyordu. Yapacaklarım ona ne kadar sarsardı... sarsacaktı? Benden ne kadar nefret edecekti? Öğrendiğinde bana ne kadar kızacaktı?

Bana sevgimden asla şüphe etme demişti.

Beni asla bırakmayacağını söylemişti.

Ne olursa olsun bana inanacağını söylemişti.

Bunların kaçına sadık kalacaktı?

Yüzüm bulutlanırken Lucas şüpheyle beni süzdü.

"Hera," sesi mırıltıdan farksızdı, "neler oluyor? Konuşa benimle, güzelim."

Elimi ona doğru uzattım. Parmakları parmaklarıma dolandı ve yürümeye başladık.

"Sana her şeyi anlatacağım ama şu an değil, henüz değil. Bana güveniyor musun, Lucas?"

"Güvendiğimi biliyorsun."

"Bu söylediğini asla unutma."

Asansöre bindiğimizde bir elini belime dolayıp beni kendine çekti.

"Sana söylediğim bir şeyi unutmam sence mümkün mü?"

"Biliyorsun, unutursan eğer..." bileğimi kaldırıp çakımı gösterdim. "Seni kesmekten çekinmem."

"Ölümüm ellerinden olacaksa itiraz etmeyeceğimi daha önce söylemiştim."

"Ukalanın tekisin."

"Sen de resmen bir cadısın ama ben şikâyet etmiyorum."

Beni güldürmek için böyle konuştuğunu biliyordum ve açıkçası işe de yarıyordu.

Lucas'ın evine geldiğimizde içerisi beklediğimden sıcaktı. Benim çok üşüdüğümü biliyordu ve son gelişimizde de evin ısısından şikâyet etmiştim.

"Daha iyi mi?" dedi aklımı okuyarak.

"Çok daha iyi."

Ceketimi ve hatta giydiğim kazağı çıkardım. İçimde sadece sporcu atletim vardı. Bugün hazırlanacak, şirketin havasına uygun giyinecek ne vaktim olmuştu ne de onun için keyfim.

"Buraya giyecek bir şeyler bırakmalısın."

"Neden olmasın."

İçimden bir sürü şey söylemek geçiyordu. Çaresiz kalmanın her bir detayını, batan her bir dikenini ona anlatmak geliyordu. Ama yapmayacaktım. Onu tehlikeye atmaktansa ölmeyi tercih ederdim. Nasıl olsa beni anlayacaktı. Belki fazlasıyla zaman alacaktı ama Lucas beni anlayacaktı.

"Evet," dedi ellerini ovuşturup bana çarpık gülüşüyle bakarak. "Söyle bakalım, ne yemek istersin?"

Seni.

İçimden geçirdiğim bu sözcük gözlerime yansırken Lucas'ın bakışları kısıldı. Aynı bakışlarla bana karşılık verirken nabzım tüm bedenimde attı.

"Ateşle oynuyorsun, prenses."

"Yanmaktan korktuğum söylenemez. Ateşe çırılçıplak dalacak kadar cesaretli olduğum düşünülürse..."

Ona doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Ben yürürken Lucas ceketini üstünden çıkardı ve gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı.

Onu istiyordum. Hayatımın her saniyesinde, her dakikasında istiyordum. Savaşırken onunla sırt sırta vermek, sevişirken birbirimize hükmetmek istiyordum.

Beraber geçireceğimiz son birkaç günü saçma sapan konularla doldurmak yerine onunla dolmak istiyordum. O tekrar benim olana kadar onu tenimde taşımak istiyordum. Lucas benim için bir hazineydi. Ona bunu çok fazla gösteremesem de öyleydi. Hızla hayatıma girmiş, kalbime sahip olmuş ve beni dünyasına hapsetmişti. Onu kendi dünyamın üstüne koyacak kadar...

"Sanırım yemek faslını geçiyoruz," dedi yanına gelip tam önünde durduğumda.

"Aksine, çok lezzetli bir şeyler yiyeceğimi düşünüyorum."

Elimi karın kaslarının üzerine koyup hafifçe okşadım. Lucas sert bir nefes çekip gözlerini kapattı. Parmaklarım karnından pantolonuna doğru kaydı ve kumaşın üzerinden fermuarını zorlayan sertliğini okşadım.

"Tanrım, Hera..."

Üzerindeki gücümü seviyordum. Bundan haz duyuyordum.

İki elimle kemerini tutup onu daha çok kendime çektim. Parmaklarım hızla kemerini çözüp pantolonunu yere indirdi. Elimi boxerından içeri sokup onu avuçladığımda Lucas ayakta durmakta zorlanıyordu.

Elimi aletinden çekip elinden tuttum ve o, hızla pantolonunu bir köşeye fırlatırken yatak odasına doğru gittik. Odaya girdiğimizde bir saniye dahi kaybetmeden onu yatağa ittirdim. Önünde diz çöküp ellerimi bacaklarına koyduğumda bana puslu gözlerle bakıyordu.

Ellerimi tekrar aletine sardım. Sert ve sıcaktı. Başından akan sıvının tadını almak için eğildim ve dilimi üzerinde gezdirdim. Lucas inleyerek öne doğru uzandı, iki eli de saçlarımı buldu ve beni kendisine doğru çekti.

Uzunluğunu birkaç kez sıvazladıktan sonra boydan boya yaladım. Bedeni dokunuşum ve dilimin temasıyla titredi.

"Ağzına al, güzelim. Hepsini al."

"Ah, zevkle, sarışın."

Ve dediğini yaptım. Onu tamamen ağzıma aldığımda Lucas elleriyle başımı tutup sertçe ağzımı becermeye başladı. O kadar yoğun, o kadar tatlı ve o kadar sertti ki gözlerimin gerisinde yaşlar birikti.

Acımadan, hayatı buna bağlıymışçasına ağzımı becerdi. Sanki bunu yapmazsa ölecekmiş gibi ve sanki ben ellerinin arasından kayıp gidecekmişim gibi. Ben de ona izin verdim. Beni istediği gibi kullanmasına izin verdim.

Hırıltılı nefeslerinin arkasından boğazından sert bir bir ses çıkardı ve şiddetle ağzıma boşaldı. Bana verdiği, vermekten çekinmediği her şeyi seve seve kabul ettim.

Kendini yatakta geriye bıraktı. Soluklarının sesini duyarken ayağa kalktım ve üzerimde ne varsa çıkararak soyundum.

Lucas hala uzanırken yatağa tırmanıp karnına oturdum. Aleti kıçımın altında tekrar büyüyordu. Sanki az önce her şeyini bana vermemiş gibi birkaç saniye içerisinde tekrar sertleşmişti.

Doğrulup kollarını belime doladığında ona doğru uzanıp alt dudağını dişledim.

"Seviş benimle, Morrison."

Benimle sevişmesini istiyorum. Beni becermesini değil. Hiç yapmadığımız gibi, tatlı tatlı bir birleşmeyle sevişmesini istiyordum. Bana taptığını, bana olan sevgisini göstererek benimle sevişmesini istiyordum. Çünkü biliyordum ki her şey birbirine girmeden önce son kez böyle sevişecektik. Çünkü her şey ortaya çıktıktan sonra benimle tatlı tatlı sevişmek yerine benden hıncını alırcasına beni becerecekti. Canımı yakmaktan korkan bu adam, kalbimi elleriyle yok ederek, bedenimi bedeniyle ezerek beni becerecekti. Beni tüketene kadar. Benden intikam alana kadar.

"Sadece seviş benimle. Kalbinle, ruhunla seviş," dedim tekrar. Lucas bir elini belimden çekip saçlarıma götürdü ve yüzüme düşen bukleleri kulaklarımın arkasına sıkıştırdı.

"Seni severek sevişeceğim, güzelim. Seni her bir hücremle seveceğim."

Beni ters çevirip yavaşça üzerime uzandı. Elleri sanki narin bir inci tanesine dokunuyormuş gibi tenimin üzerinde dolaşmaya başladı. Parmak uçlarının tüy kadar hafifliği, her bir sinir hücreme dokunuyordu. Vücuduma ürpertiler gönderen türden, içime hiç tatmadığım hisleri dolduran türden bir dokunuştu bu.

Dudakları dudaklarıma kısacık bir süre dokundu. Çenemden boynuma, göğüslerime ve karnıma doğru ilerleyen öpücükleri, dudaklarının hafif hafif sürtünmesinden ibaretti. Benim gibi sert bir kadından çok kırılgan, porselen bir bebeğe dokunur gibi.

Ağzı bacaklarımın arasındaki yerini bulduğunda klitorisimdeki zonklama her zamankinden çok daha yoğundu. Başım yastığa, ellerim karman çorman olmuş saçlarına gömüldü. Sarı tutamları tek tek çekiştirirken dili de beni işgal ediyordu. Her bir darbe içimden binlerce parça koparıyordu. Sanki dünya bacaklarımın arasındaydı ve Lucas, ona tamamen sahip olmazsa çıldıracaktı.

Zirveye ulaşırken görüşüm karardı ve dudaklarımdan adı döküldü.

"Lucas, Lucas, Lucas... sevgilim."

"Buradayım aşkım, seninleyim."

Dudakları karnıma değerek tekrar yukarıya çıktı ve sağ mememi öperek dişledi. Ucunu ağzına alıp emdiğinde orgazmın etkilerinden daha yeni sıyrılmaya başlamıştım.

Ölüyordum. Haz beni öldürüyordu.

"Seni içimde hissetmeye ihtiyacım var. Lucas, lütfen."

Gördüğüm en tatlı gülümsemesiyle bana baktı. Yine sanki 30 yaşında bir adam gibi değil de 18 yaşındaki genç bir çocuk gibi gözüküyordu. Olacaklardan, yaşanacaklardan sonra bu görüntüden çok uzak olacağını biliyordum. Telafisinin zor olacağını biliyordum.

"Sen ne istersen, güzelim. Ne istersen."

Bacaklarımı kollarıyla kaldırıp beline doladı. Ayak bileklerimi arkasında kenetleyip kollarımı boynuna doladım ve dudaklarıyla buluşmak için onu kendime doğru çektim.

Lucas kendini girişime dayayıp birkaç kez sürtündü ve yavaş yavaş, beni eritecek türden bir ağırlıkla içime girdi. Beni tamamen doldurduğunda kalınlığına alışmam için birkaç saniye bekledi.

"Seni seviyorum, prenses."

"Seni seviyorum, sarışın."

Ve hareket etmeye başladı. Önce yavaş yavaş içimde gidip geldi. Beni iyice genişleterek ve ben daha fazlası için yalvarana dek sakince hareket etti. Ondan istediğim her şeyi o an bana veriyordu. Benimle sevişerek beni seviyordu. Fakat yetmiyordu.

"Hızlı, daha hızlı."

Durup yüzüme baktı ve tek kaşını kaldırdı.

"Seninle tatlı tatlı sevişmemi istediğini sanıyordum."

Öyleydi, benimle tatlı tatlı da sevişmişti. Ancak daha fazlasına ihtiyacım vardı ve bu benim için asla yeterli değildi.

Hızlı, tek bir hamleyle onu ittirip üstüne çıktım. Bunu yaparken içimden çıkmasına fırsat dahi tanımamıştım. Üzerinde otururken ellerimi göğsüne dayadım ve bu pozisyonun yoğunluğuyla başımı geriye atıp inledim.

"Daha fazlasına ihtiyacım var, koca adam. Tatlı tatlı sevişmekten daha fazlasına."

Üzerinde sertçe hareket etmeye başladım. Lucas parmaklarını kalçalarıma geçirip beni sıkıca kavradı ve hareketlerimle buluşmak için kalçasını yukarı doğru ittirmeye başladı. Ne o ne de ben duramayacak kadar hızlı hareket ediyorduk. Her darbede daha derine giriyor sanki beni ikiye bölecekmiş gibi sertçe altımda hareket ediyordu.

Bir süre sonra kontrolü tamamen ona bıraktım ve geriye doğru eğilerek ellerimi bacaklarına dayadım. Lucas tek elini kalçamdan çekip bacaklarımın arasına götürdü ve orgazmımı zirveye taşıyan, o çok ihtiyaç duyduğum dokunuşu bana vererek klitorisimi okşamaya başladı.

Orgazmın, hissettiğim akıl almaz hazzın patlamasını yaşarken kendimi Lucas'ın üstüne bıraktım. Hemen ardımdan, birkaç darbe sonra o da içime boşaldı. Öyle yoğundu ki onu ağzıma aldığımda bana verdiğinden çok daha fazlaydı. Bedeni bedenimin altında sarsılırken ona sarıldım. Karşılık olarak kollarını sırtıma doladı ve saçlarıma bir öpücük bıraktı.

"Bu sefer çakınla beni kesmedin."

İstem dışı güldüm.

"Hımm... Bu masum bir sevişmeydi. Kesmemi istiyorsan bunu hala yapabilirim."

"Bana her şeyi yapabilirsin, sesimin çıkmayacağını biliyorsun."

Bu sözleri irkilmeme sebep oldu. Ne anlama geldiklerini bilmeme rağmen içimin buz kesmesine engel olmadım. Yavaşta doğruldum ve bir süre yüzüne baktım. Bakışları kısılıp ifademi çözmeye çalışırken başım iki yana sallayarak üzerinden kalktım, yatağın kenarına oturdum.

"Hera?"

"Şimdi değil, Lucas."

Sabrının tükendiğini belirten bir nefes verdi.

"Benden ne saklıyorsun? Bana söylemediğin ne var?"

Sustum. Çünkü söyleyeceğim her kelime onu daha fazlasını sormaya itecekti.

"Gitsem iyi olacak."

Ayağa kalkıp yerdeki kıyafetlerime uzandım. Lucas elbette kıyafetleri elimden alıp yatağa fırlattı.

"Benimle seviştikten sonra çekip gidemezsin. Bana aramızda sırlar olmayacağını söyledikten sonra benden bir şeyler saklayamazsın. Bana verdiğin sözleri tutacaksın, Allen."

Soyadımı söyleyiş şekliyle irkilerek bir adım geri çekildim.

"Bana güvendiğini söyledin."

"Güveniyorum."

"O zaman sorgulama!" Bağırmak istememiştim ancak sesim beklediğimden yüksek çıkmıştı.

"Lanet olası kadın! Çektiğin sıkıntıya ve gözlerime bakarken hissettiğin suçluluk duygusuna bir anlam bulmaya çalışıyorum. Ben aptal bir adam değilim. Beni bu şekilde sessizlikle bırakamazsın!"

Ona her şeyi şu an anlatabilirdim. Ona Yulia ve tehditlerini, onun için ona ihanet edebilmeyi göze aldığımı söyleyebilirdim. Ancak Lucas sakin kalmazdı. Kalamazdı. Gösterdiği ani bir tepki ikimizin de canına mal olabilirdi. Binanın birçok yerinde, bulunduğumuz yerde Yulia'nın adamları olduğunu biliyordum. Buraya gelirken bana gönderdiği fotoğraflar, videolar ve tehdit dolu mesajlar bile bunu bilmem için yeterliydi.

Bu işi çözmek için sessizliğimi korumak zorundaydım. Kendime karşı bile sessiz olmak zorundaydım. Çünkü yapmayı planladığım şey ya hepimizi kurtaracak ya da hepimizin hayatına mal olacaktı. Sustuğum, kendime dahi anlatmadığım bu plan ya elimde patlayacak ya da bizi kurtuluşa götürecekti.

Lucas hala benden cevap bekliyordu ve sabrının tükendiğini görebiliyordum. Hiç düşünmeden ona doğru uzandım ve kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne dayadım. Bir süre hareket etmedi ama bana dayanamadığını bildiğim için kollarının beni sarması uzun sürmedi.

"Söz veriyorum açıklayacağım. Lütfen sadece bekle, Luc. Beni bekle. Bana inan. Bana güven. Eğer beni gerçekten seviyorsan bunu benim için yap."

Çenesini başıma dayadı ve kollarıyla beni daha çok sarmaladı. Kokusuyla tüm hücrelerim rahatlarken sıcak nefesi yanağıma değdi.

"Bir başkası olsa, böyle bir şeye izin vermeyi bırak onu öldürürdüm, prenses. Ama sen, sen her duvarımı yıkıyorsun. Sesinde duyduğum tek bir çaresizlik tınısı dahi beni dizlerimin üstüne çökmeye sevk ediyor. Çaresizliğinle beni çaresiz kılıyorsun. Ve ben seni buna göz yumacak kadar seviyorum."

Seni senden hatta kendimden koruyacak kadar seviyorum.

Bu sözleri içimden söyledim ve bana söylediği her şeyle canımın defalarca yanmasına izin verdim. Yapmak üzere olduğum şey akıl almazdı. Öngörülemezdi. Yargılanamazdı.

Ben hiçbir zaman doğruları yapan bir kadın olmamıştım.

Hiçbir zaman doğrular için savaşmamıştım.

İstediğimi alırdım.

Lucas'da istediğini alırdı.

İkimize de istediğini verecektim.

Çünkü ben bu hikâyenin kötüsü olmaktan asla çekinmemiştim ve çekinmeyecektim.

İLK KİTABIN FİNALİNE AZ KALDI! Teorileriniz varsa duymak isterim. 🥰

200 oy kotamız devam ediyor. 200 oy sınırı geçilmezse o hafta maalesef bölüm gelmeyecek. Beni anlayacağınızı düşünerek, emeğime destek olmanızı istiyorum ve sizleri seviyorum! ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

67K 5.2K 30
"Bu gece günceme yazacağım." "Neyi?" "Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini."
4.3M 34.1K 8
"Sana sevgimi verdiğimde..." Cümlelerim duraksadı. "Ruhumu paramparça edeceğini bilmiyordum." "İnsan bazen parçalanmalı, bazen parçalanmalı." Dedi r...
2.3M 87.8K 40
Kitapta eksikler var farkındayım en yakın zamanda yeni baştan düzenlenecektir. Konusu; Zengin bir kız beş parasız kalırsa ? Peki bunun sebebi babası...
712 81 4
Dinleyeni değil, anlayanı olmayan yalnızdır.