Happiness Virus〆JHS

By amourelita

5K 1K 1.5K

"Her şey bitmek için başlar." Bizim hikayemiz de böyle başladı... Sonunda biteceğini biliyorduk, yine de başl... More

|1|
|2|
|3|
|4|
|5|
|6|
|7|
|8|
|9|
|10|
|11|
|12|
|13|
|14|
|15|
|16|
|17|
|18|
|20|
|21|
|22|
|23|
|24|
|25|
|26|
|27|
|Final¹|
|Final²|

|19|

125 29 56
By amourelita

♪Jimin×Ha Sungwoon-With You♪

Hoseok başını göğsüme yaslamış, kesik kesik nefes alıp verirken ben de onu rahatlatmak istercesine saçlarını okşuyordum. Bir süre aynı pozisyonda kaldık, güneş de yavaş yavaş bulutların arkasına saklanmaya başlamıştı ve havada turuncu, pembe ve mavi renkleri güzel bir karışım oluşturarak harika bir manzara sunuyordu bize.

Kapının çalınmasıyla ikimiz de pozisyonumuzu değiştirmeden sadece gözlerimizi çevirdik. Yoongi, ardından da diğerlerinin girmesiyle elimi çekmiştim ama Hoseok başını kaldırmamış aksine gözlerini yumarak başını daha da yaslamıştı. Ben de elimi geri saçlarına götürdüm, aynı zamanda da girenlere bir gülümseme sunmuştum.

Yoongi'in yüzünde saklamaya çalıştığı belli olan bir gülümseme vardı. Jin ve Namjoon'sa Yoongi'nin aksine kocaman kocaman sırıtıyorlardı. Hoseok'un iyi olması onları da mutlu etmiş olmalıydı.

Jin "Bölmüyoruzdur umarım, eğer öyleyse üzgünüz." diyerek koltuğa oturdu. Yoongi de yanına oturmuştu. Namjoon ise yatak ucunda, ayakta duruyordu. "Üzgünseniz geri çıkabilirsiniz." Hoseok'un aksi bir sesle söylediği sözlere karşılık hepimiz güldük. Gözlerimi çevirip dışarıyı izlerken deklanşöre basılma sesi duydum. Başım anında Namjoon'un tarafa kayarken o, elindeki fotoğraf makinesini indirmiş, yarı gülümser bir şekilde çektiği fotoğrafa bakıyordu.

Hoseok gülerek "N'apıyorsun?" diye sordu ve başını kaldırdı. Ben de elimi çekip bacaklarımın üstüne koydum. Namjoon bize dönerken fotoğraf makinesini de boynuna asmıştı. "Güzel bir kareydi. Ben de çekmek istedim. Arada böyle, anı olsun diye fotoğraf çekmeme izin var mı?"

Namjoon her ikimize de bakıp cevap beklerken Hoseok direkt onaylamıştı zaten. Zamanımızın ne kadar kaldığı belli değildi, ne zamana kadar yaşardık, ne kadar çok güzel anlarımız olurdu bilinmez. O yüzden bu fotoğraflarla anı ölümsüzleştirmek oldukça iyi bir fikirdi. Zira bu, bir daha yaşanıp yaşanmayacağı belli olmayan mutlu anlar çok değerliydi.

Ben de gülümseyerek onayladım ve ayaklarımı yataktan sarkıtarak terlikleri giydim. Gözlerim dalıp giderken buruk bir gülümseme oluştu yüzümde. Terlik giymeyi sevmezdim ama şimdi durmadan terlik giyiyor, hastane önlüğü de genelde hep üzerimde duruyordu. Başka kıyafetlerimi nadiren giyebiliyordum ve onları giyince içimde garip bir heyecan oluşurdu hep. Hastane bahçesine çıksam bile önlüğü çıkarıp kendi kıyafetlerimi giyince sanki gayet sağlıklıyım da gezmeye gidecekmiş gibi hissediyordum.

Geri kendime gelip başımı silkeledim ve ayağa kalkarak pencereye doğru ilerledim. Dışarıya hafiften sarkarken bir yandan da etrafa bakınıyordum. Hafif bir rüzgar saçlarımı savuruyor, sonbaharın kokusu adeta dışarıya davet ediyordu. Hevesle arkamı döndüğümde Hoseok'un ayağa kalkmış olduğunu gördüm.

"Sanırım çiçeğimiz dışarıya çıkmak istiyor?"

Beni cidden iyi anlıyordu. Jin "Hana'yla en sonunda oldunuz mu?" diye pişkin pişkin sorarken Yoongi de hafiften sırıtıyordu. Ben kaşlarımı hafiften kaldırmış, Hoseok'a bakarken o elini ensesine götürüp hafiften kaşıdı. Alttan alttan bakarak gülümsemeyi de eksik etmiyordu. "Evet."

"Onların haberi var mıydı?"

Namjoon anında söze atlayınca ona döndüm. "Tabi ki. Bizi geceleri görüntülü arayıp seni anlattığı günler az değil." Ağzım şaşkınlıktan o şeklini almış, tek tek her birine bakıyordum. Jin de kafasıyla onaylayıp konuştu. "Biz ona sağlığını soruyoruz. Kalbim heyecandan ağrıyor diye cevap veriyor. Hatta senden ilham alarak şar-"

Yoongi hemen öne atılıp Jin'in ağzını kapatırken Hoseok uyarı manasıyla boğazını temizlemişti. Kaşlarımı çatıp anlamaya çalıştım. "Ne oldu, neden susturdunuz onu?"

Hoseok elini omzuma koyup beni kapıya doğru sürüklemeye başladı. Bir yandan da "Boş konuşuyor ya işte, biz seninle dışarı çıkalım." diye cevaplamıştı. Kafamı arkaya çevirip durmaya çalıştım. "E onlar? Onlar da gelsin bizimle." Jin atlayacak gibi oldu ama Yoongi onu yine durdurmayı başarmıştı. Namjoon da Jin'in yanına gidip omzunu sıktı ve bize gülen bir yüzle döndü. "Siz çıkın, biz de zaten gidecektik. Daha sonra yine görüşürüz, kendinize dikkat edin!"

Henüz görüşürüz bile diyemeden Hoseok beni odadan çıkarttı ve arkamızdan da kapıyı geri kapattı. Somurtup ona çevirdim yüzümü. "Ne bu acele ya? Sanki atlı kovalıyor arkandan." Hope gülerek koluma girdi ve bu sefer beklemeden asansöre doğru gitmeye başladık. "Hava iyice soğumadan dışarı çıkıp yürüyelim biraz. Yoksa burnumuzu çıkartıp soğuğu içimize çektikten sonra yine çıktığımız gibi gireriz."

Haklıydı. Bir şey demeden omuzlarımı düşürdüm ve ona ayak uydurdum. Jin'in söylemek istediklerini deli gibi merak etsem de artık bekleyecektim. Elbet bir gün çıkardı kokusu. En sonunda dışarıya adımımızı attık. Yüzümde anında gülücükler açmıştı. Hoseok da beni görmüş ve güzel bir gülümseme sunmuştu.

Tek kolunu bana dolayıp kendine çekti ve yavaş adımlarla bahçede yürümeye başladık. Bir süre sessizlik ve huzurla geçen zamanın ardından ona baktım. "Nasıl hissediyorsun kendini?"

Bana dönmeyip karşıya bakmaya devam etti ama bu sefer yüzündeki sırıtış büyümüştü. "Bana neyin iyi geleceğini bulmuşum."

Kaşlarım muzipçe havaya kalkarken "Yaa..neymiş o?" diye sordum. Kısa bir süreliğine gözlerini yumdu ve havayı içine çekti. Geri gözlerini açtığında yüzünü bana çevirmişti. "Tabi ki yürüyüş yapmak."

Dudaklarımı büzüp gözlerimi başka yere çevirdim ve ondan uzaklaştım. "İyi, bensiz de bol bol yürüyüş yaparsın." Ben hızlı hızlı yürümeye devam ederken Hoseok'un kahkaha atan sesi kulaklarımla buluştu. Çok geçmeden de zaten yanımda bitmiş, beni geri kendine doğru çekmişti. "Şaka şaka. Sen olmayınca yaptığım güzel şeyler pek de anlamlı olmuyor. Onlara güzellik katan senmişsin. Aldın mı şimdi cevabını, mutlu oldun mu?"

Sırıtıp kolumu beline doladım ve başımı yasladım ona. "Oldum." Gülüp omzumu sıvazladı ve "Deli." diye söylendi. Bense ağzım kulaklarımda, etrafa gülücükler saçarak yürümeye devam ediyordum.

Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Önceden sevgilim oldu ama şimdi Hoseok'la sevgili olunca asıl sevgi, asıl aşk bu muymuş diye kendi kendime sormadan edemiyordum. Seo Jun'la mutluydum, evet ama...bu mutluluğun boyutu farklıydı sanki. Şu an onu hiç özlemiyor, aklıma bile gelmiyordu. Onunlayken eğleniyordum ama eksikliğini çok da aramıyordum. Normal bir arkadaş gibiydi sanki. Fakat Hope'la tanıştığımdan beri geçen zaman ışık hızında ilerliyor, ondan ayrılır ayrılmaz onu özlemeye başlıyordum. Geceleri saymıyorum bile.

Mutluyken onu görmek istiyor, üzgün zamanlarda da başımı onun omzuna yaslamak istiyordum. Ondan güç almak, aynı zamanda onun için de bir destekçi olmak istiyordum. İlk tanıştığımız günlerde pek öyle hissetmiyordum, normal biriydi. Ancak onunla konuştukça, onun ruhunu tanımaya başladıkça, gözlerini gördükçe içimde kıpır kıpır bir şeyler oluşuyordu. Farklı hisleri tattıran ilk insandı. Sonradan farkına vardım benim için anlamını. Aynı zamanda Seo Jun'unla geçirdiğim, onun için üzüldüğüm zamanların da nasıl anlamsız olduğunu...

Yanımıza gelen, yaşça bizden küçük olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk (büyük ihtimal lisedeydi) dikkatimi çekince kafamı çevirdim. Bana utangaç bakışlarla karşılık veriyor ve elinde bir kağıdı çevirip duruyordu. Hosoek'a gözlerim kayınca onun kaşlarını çatarak sorgular bir ifadeyle çocuğu izlediğini fark ettim. Bu tepkisi içimde kıkırdama isteği oluştursa da kendimi tutup hafiften gülümsemekle yetindim ve geri bana bir şey demeye çalışan çocuğa döndüm. Elindeki kağıdı uzatırken gözlerini da kaçırmıştı. Elimi kaldırıp ben de kağıdı aldım ve içinde yazılanı okumaya başladım.

"Şey..çok güzelsin. Mutlu ol hep."

Utangaç bakışlarla son kez gözlerime baktı ve kocaman gülümsedi. Ardından koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşmaya başladı.

"Neden burdaki insanlar bu kadar açık sözlü ve direkt hareket ediyor?"

Hoseok sinirle, giden çocuğun arkasından bakarken ben de elime tutuşturduğu kağıda bakarak ona cevap verdim. "Çünkü hastanedeki insanlar biraz daha farklı oluyor genelde. Zaten kaybedecekleri başka bir şey yok. Sanırım pişman olmadan yaşamak istiyorlar. İstediklerini söyleyip, bunu davranışlarına dökmekten de pek çekinmiyorlar. İçinde tutmak hiçbir işe yaramaz sonuçta." Benim de bazen gelişine konuştuğum ve bu yüzden Hope'un söylendiği zamanlar aklıma gelince gülümsemeden edemedim.

"Ben öyle değilim ama ben de hastanede kalan bir bireyim."

Sırıtıp ona baktım ve "Senin kimyan bozuk." dedim. Kaşlarını kaldırıp "Yok yaa, asıl.." dedi ve gözden çoktan kaybolmuş çocuğu ima ederek elini yola doğru uzattı. "o bozuk."

"Sen yoksa kıskandın mı beni?"

Anında karşı atağa geçip "Yoo ne alakası var?" diyince gözlerimi devirmeden edemedim.

"Ya bi kere de kabul edin. 'He kıskandım' diyin. Bi saklama çabaları falan. Kıskanıyorsunuz işte, bariz ortada. Neden saklarsın ki?"

J-hope en sonunda "He kıskandım, var mı bi diyeceğin?" diye cevap verince ufak bir kahkaha attım. İşte bunu beklemiyordum.

Bir şey demeden somurtarak hızlı hızlı yürümeye başlamasıyla ben de kahkahama son verip onu takip ettim. Yine de yüzümdeki kocaman gülümsemeyi silemiyordum.

Jung Hoseok'un kıskanç halleri de pek bi tatlıymış.

~Hoseok~

Dudaklarımı büzerek ellerimi hastane önlüğünün ceplerine sokuşturdum. Önüme gelen bir taşa vururken bir yandan da söyleniyordum. "Kıskandığımızı da söyledik, iyi mi?"

Ben yürümeye devam ederken Hana sessizce beni takip ediyordu. Aslında yanıma gelebilirdi, o kadar hızlı yürümüyordum. Bir nevi yanıma gelsin diye de hızımı yavaşlatmıştım ama o arkamdan gelmeyi tercih etmişti anlaşılan.

Arada kıkırtısı kulaklarıma doluyordu. En sonunda ben de kaşlarımı düzelttim ve dudaklarımda bir gülümsemenin yer edinmesine engel olamadım daha fazla. Onun yanında uzun bir süre somurtamıyordum. Bir şekilde kalbimi delicesine attırmayı ve beni gülümsetmeyi başarıyordu.

Onu ilk gördüğüm zaman aklıma gelince derin bir nefes çektim içime. İlk başta giyim tarzı olsun, duruşu olsun dikkatimi çekmişti. Siyah giyinirdi genelde. Kulaklarında kulaklık, öylece oturarak yeri seyrederdi. Omuzları taşıdığı yüklerin ağırlığını anlatmak istercesine çökük, başı yorgunca yere dönüktü. O zaman yüzünü pek görememiştim fakat onun hakkında ufak tahminlerim oluşmuştu. Hayatın ona gösterdiklerinden dolayı belki..siyahı seviyordu. Renkli kıyafetlerle de görmüştüm ama çoğunlukla siyah takılıyordu. Bazen siyah oje sürüyordu, telefon kılıfı ve kulaklığı da siyahtı.

Ve bir gün olur da cesaretimi toplayıp onunla tanışabilirsem ilk sözümü vermiştim kendime: Onun hayatına bir şekilde renk katacaktım.

Bir gece de onu bahçede gördüm. Genelde zaten ya akşamüstü ya da geceleri geliyordu hastaneye. O zamanlar bunun nedenini hep merak etmiştim ama şimdi keşke o merakımı giderecek cevabı hiç duymasaydım diyorum veya en çok istediğim şey..keşke onun cevabı bu olmasaydı.

Üzüntü ve çaresizlik o anda üstüme üstüme gelmeye başlayınca yutkundum. Şu an bunu düşünme sırası değil Hoseok.

Gözleri... Evet, asıl üstünde duracağımız konu bu olmalıydı.

O gece yıldızları seyrederken gökyüzüne çevirdiği yüzü, ayın ve lambaların yüzüne vurduğu ışığın altında çok güzel ve huzur verici gözükmüştü. Gökyüzünü, yıldızları izlemeyi sevdiğini böyle anladım. Gözlerini tam seçememiştim ama ertesi gün zaten saniyelik de olsa o büyüleyici gözlerle karşı karşıya gelmiştim.

Belki herkes gibi normal bir göz rengine sahipti ama o anda sanki eşsiz bir renk karışımı görmüştüm gözlerinde. Bedenine inat parıldayan gözleri beni etkilemeyi başarmıştı. Belki farkında değildi ama ilk başta da dediğim gibi...ona bakınca, yaşamı görmüştüm. Bana yaşama sevinci vermişti. Bir daha da zaten o gözleri unutamadım. Her dakika, her saniye, gece, gündüz onu düşünürken bulmuştum kendimi. Hatta rüyalarıma bile girmişti. Ona sadece rüyamda değil de gerçekte de sarılabilmiş olmam..bunu düşününce bile içim kıpır kıpır oluyordu.

Duraksayıp arkamı döndüm ve Hana'ya baktım fakat orda değildi. Kaşlarım çatılırken etrafı hızlıca taradım ve hastane duvarına doğru koşan tanıdık bedeni görmemle geri rahatladım. Ne yaptığını anlamaya çalışırken duvarın orda duran Mickey'i fark ettim. Onu da nerden görmüştü hemen?

Yanına ulaştığında anında çöküp parmaklarını köpeğin yumuşak tüylerine daldırdı ve okşamaya başladı. Yüzümdeki gülümseme silinmezken biraz daha onu izledim ve geri önüme dönerek hastane girişine doğru yürümeye devam ettim. İkimize de sıcak bir şeyler almak iyi gelecekti.

İşte onun bu heyecanı ve mutluluğu beni de mutlu ediyordu. Bu çekilmez hastane ortamı sanki onunla şenlenmişti. Artık hastalığımı çok da umursamıyor, onun yanındayken sadece hayatın keyfini çıkarmaya çalışıyordum. İç çekerken bakışlarımı yere çevirdim. Umarım bu hastalıkları atlatmayı başarırdık. Çünkü onunla daha çok vakit geçirmek en büyük dileğim olmuştu. Bu hikaye hemen bitsin istemiyordum...

Onunla daha birçok şey yapmak istiyorum. Birlikte yıldızları seyretmek, lunaparka gitmek, aynı üniversiteye gitme hayalleri kurarak ona göre çalışmak, alışveriş yapmak, şarkı söylemek, dünyayı gezmek ve daha nicesi... Bunlar için..yeterince zamanımız var mıydı?

Henüz kendimizi tam olarak anlatacak fırsatı bile bulamamıştık. Gerçi buna gerek kalmadığını anladım yavaş yavaş. Çünkü seni anlamak isteyen, hayatını görmek isteyen bir şekilde bunu yapabiliyordu.

Bazı anlar geliyor, ona tüm hikayemi anlatmak istiyordum. Fakat bazen bu cesareti gösteremiyor ve kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülemiyordu. Buna rağmen yine de çok sorun olmayacağını fark ettim. Özellikle bugün bunu görmüş ve anlamıştım. Ben, gözlerime bakarak ruhumdaki izleri görebilen birini bulmuştum..ve bunun için kendimi şanslı hissediyorum.

Beni bekliyor, her ne olursa olsun yanımda kalıyordu. Onu kendimden itsem bile yine bir şekilde yanımda bitiyordu. Gerçekten de bu konuda inatçıydı ama bu inatçılığı ne yalan söyleyeyim, hoşuma gidiyordu.

Kalbim göğsümü dövercesine atıyordu. Ah çiçeğim..sen bana neler yapıyorsun öyle? Yine de bu güzel ve eşsiz duyguları hissettirdiğin için teşekkür ederim. İlk başta elimden tutup beni karanlıktan çektiğin için sana ne kadar teşekkür etsem de az. Bu karşılığı, seni hep seveceğime söz vererek ödeyeceğim. Sana söz veriyorum... Senin elini sonuna kadar bırakmayacak ve hep seni severek, aşkımla sana güç vereceğim.

Hastaneye girince bakışlarımı yerden kaldırdım ve bir şekilde kalp atışlarımı dindirmeye çalıştım. Tabi bunda ne kadar başarılıyım, orası bilinmez.

Ama şu an ciddi bir sorun mutluluğumu gölgeliyordu. O da, gözlerime doğru dürüst bakmayı bile beceremeyen babamdı...

Continue Reading

You'll Also Like

3.5K 105 25
Homeros (y. MÖ IX. yüzyıl): Hayatı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte MÖ IX. yüzyılda Sakız Adası'nda yaşadığı sanılmaktadır. Eserleri Antik...
218K 21.7K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
211 175 8
Düşlerinde düşüncelerinde her ne varsa kaleme ve kağıda sarılarak mürekkep öksüre öksüre döken bir düşbazın anatomisine hoş geldiniz!
19.3K 3K 46
"Başlarına gelen olaylar bitmek bilmez devam ederken bu sefer ikinci bir bela ortaya çıkmıştır: Zombi sürüsü. Ekip hayatta kalabilecek midir, yoksa k...