Fabrikatörün Kızı

By hqlivelly

1.5M 91.4K 25.9K

"Yanlış anlamayın lütfen, bir anneye göre çok gençsiniz, bekar mısınız?" Kucağımda ki bebeğin bana ait olduğu... More

Tanıtım|Fabrikatörün Kızı
Bölüm 1 'Koş Onu Yakalayana Kadar'
Bölüm 2 'Kelepçelenmiş Aşk'
Bölüm 3 'Cesaret Kırıntıları'
Bölüm 4 'Kurtarıcı Melek'
Bölüm 5 'Tıkırında İşleyen Planlar'
Bölüm 6 'Karmaşık'
Bölüm 7 'Tehlikeli Sular'
Bölüm 8 'Vurgun'
Bölüm 9 'İntihar ipi ve Yıldızlar'
Bölüm 10 'Hayal Kırıklığı'
Bölüm 11 'İhanet Ateşi'
Bölüm 12 'Saklanmalıyız'
Bölüm 13 'Duman karası Yalanlar'
Bölüm 14 'Sınanmalar'
Bölüm 15 ' Belirsiz Kıskançlıklar'
Bölüm 16 'Serhat Şehrine Veda'
Bölüm 17 'Yokuş Aşağı Düşen Gerçekler'
Bölüm 18 'İntihar Kokan Öpücük'
Bölüm 19 'Dört Rakamına Asılan Geçmiş'
Özel Bölüm '23 Mayıs 2018'
Bölüm 21 'Kefareti İkimizin Boynuna'
Bölüm 22 'Tek Yol Bileti'
Bölüm 23 'Anlamsız Zincirlemeler'
Bölüm 24 'Mecruh'
Bölüm 25 'Ebediyete İntikal'
Bölüm 26 'Ruha Kelepçe'
Bölüm 27 'Plan Dışı Olaylar'
Bölüm 28 'Aşkta ve Savaşta Her Şey Mübah
Bölüm 29 'Tehlike Benim'
Bölüm 30 'İnşiraha Kavuş'
Bölüm 31 'Hayaller Alemi'
Bölüm 32 'Tanışma'
Bölüm 33 'Sırlar Perdesi'
Bölüm 34 'İntikam Kokusu'
Bölüm 35 'Savunma'
Bölüm 36 'Dinle Beni'
Bölüm 37 'Sarhoş Olmak İstiyorum'

Özel Bölüm 'Geçmişe İltica'

40.6K 2.5K 209
By hqlivelly

Bu bölümü günün mimarisi olan Buse Çağlar ve Pınar Bostan'a ithaf ediyorum. Sizi çok seviyorum ❤️

Bu arada bu bölüm 23 Mayıs 2019 gününe ait.

Keyifli okumalar dilerim 😻
~~~~~~~~~~~

Günah karası bir mürekkep tutuşturdular elime, bembeyaz sayfayı tövbeye boya dediler.

Ve ben yine boyun eğip, geçmişi döktüm sayfalara.

Zaman ikiye katlandı, gelecek geçmişe iltica etti.
Bana yine pusu kuruldu, ölüm emri her gece kabuslarıma zincir taktı.

O simalar gözümün önünden hiç gitmedi.

Koskoca 365 gün geçti... 12 ay bana zehir zemberek oldu. Ama o kan kokusu beni terk etmedi. Yine takvim yaprakları kopup gitti, o gün de durdu.

Bugün o gün... Bugün 23 Mayıs.

Ben Efsun Beria Çakas, 23 Mayıs gecesi arkadaşlarıyla gittiği Fatma Turgut konserinde acımasızca katledilmiştim... Ölümüme çeyrek kalmıştı.

Çiçeklere toprak altından bakmama sadece milim kalmıştı... Ta ki lacivert gözlü adam gelene kadar.

Her şey zihnimden uçup gitsin istiyordum ama asla gitmesin diye de acıdan kıvranıyordum. Neydi bu hasta kalbime giren sancı, bunun benim sözlüğümde bir karşılığı yoktu.

Hayrandım sanırım ona.
Hiç düşünmeden beni kurtarmaya gelişine...

Şimdi ondan geriye bana bir çift lacivert göz ve boynumdan sarkan bir kolye kalmıştı.

Ve bildiğim tek bir şey vardı; bu hikayenin mazlumu da bendim, yanıp küle dönecek olanı da...

Efsun Beria Çakas.

"Efsun Hanım, bugünlük bu kadar yeter."
Karşımda oturan kadının sesiyle gözlerimi ona çevirmiş ve elimin altında ki kağıdı ikiye katlayarak ona vermiştim.

O günden sonra geldiğim yüz sekizinci psikolog randevumdu... Yüz sekiz.
Dile dökmediklerimi, yazıya döküyordum sırf bir gece rahat uyuyabilmek için.

"Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?"

Yüzümü buruşturdum bu soruyla, tam 365 gündür istisnasız her gün duyuyordum.

"Boşlukta gibiyim, tek istediğim şey uyumak ama onu da yapamıyorum." Gözlerimi her kapadığımda beni öldürüyorlar diyemedim.

"Kabuslarınız hala devam ediyor anladığım kadarıyla."
Onaylamak adına ağır ağır başımı salladım.
Karanlığa her mahkum oluşumda, idam ediliyordum. Ve acı feryatlarla uyanmak zorunda kalıyordum. Aylardır doğru düzgün uyuduğum gün sayısı bir elin parmağını geçmiyordu.

"Peki, ilaçlarınızı içiyor musunuz?"

Psikolojim düzelsin de bir umut eskiye döneyim diye tonlarca ilaç içiyordum fakat etki etmiyordu. Bu illet ilaçlar hiçbir işe yaramıyordu.

Ben hala hiçbir şeyi aşamıyordum...

İlaç kutusu ne zaman görsem aklıma o gece yaşanılanlar geliyordu. Ben o adamlar yüzünden bugün buradaydım, ilaçlara hapsolduysam eğer sebebi onlardı.

Kendimi bildim bileli ilaç içmek zorundaydım zaten ama... Ama bu sefer ki ilaçlar çok farklıydı. Beynimi uyuşturmaya çalışıyorlardı.

"Mecburen, evet."

"Son iki haftadır evden çıkmadım demiştiniz... " Ellerini masada birleştirdi ve öne doğru eğildi.
"Bakın Efsun Hanım, bu süreçte siz yalnız değilsiniz. Etrafınızda sizi seven çok insan var. Onlarla vakit geçirmek eminim size iyi gelecektir."

İnsan yüzü görmek istemiyordum.

"Yapamıyorum, boğulacak gibi oluyorum. Herkes her an bana saldıracakmış gibi hissediyorum."
Biz ne yaptılar böyle Beria...

"Artık güvendesiniz ama kimse size yaklaşamaz. Aileniz, sizi sevenler yanınızda..."
Sesi beni incitmekten çekinir gibiydi.
"Şimdi ki görevimiz insanlara güvenmeyi öğrenmek. Bunu kendiniz için yapmak zorundasınız."

İnsanlara güvenmek zorunda mıydım? Günün sonun da yara alacağımı bile bile aptallık değil miydi bu?

"Nasıl olacak peki bu... Ben... Ben dışarı dahi çıkmak istemiyorum, göz önünden bulunmak beni korkutuyor."

"En sevdiğiniz işi yapmaktan başlayın, şarkı söyleyin mesela. Çıkın dışarı ve avazınız çıktığı kadar bağırarak şarkı söyleyin."

Kendimi bomboş bir meydanda bağıra çağıra şarkı söylerken hayal etmek güzeldi ama işin içine insanlar girince nefes alamaz oluyordum.

Bir süre o anlattı ben dinledim. Uzun zamandır sadece bunu yapıyorduk zaten. Birileri anlatıyor ben sadece dinliyorum.

En sonunda ayağı kalktığımda bana uzattığı elini tutmuş ve selamlaşarak klinikten çıkmıştım.

Hemen kapının önünde beni bekleyen Nil ve yanında ki Uğur'la dudaklarıma zoraki bir tebessüm kondurmuştum.
Beni mutsuz gördükleri her an vicdan azabı çekmeye başlıyorlardı.

O gece yalnız başıma gitmeme izin verdikleri için akılları sıra kendilerini suçluyorlardı.
Fakat bu hikaye de ki suçlu ne bendim ne de onlar.

"Nasıl geçti prensesim." Uğur, kollarını bana sarıp ilgili bir tonda mırıldandığında ben de kolumun birini beline sarmıştım.

"Her zamanki gibiydi."

Beraber arabaya geçmiştik. Uğur, arabayı sürerken ben hemen yan tarafında ki koltukta oturmuştum. Nil ise arkaya geçmiş, kaçamak bakışları ile iyi olup olmadığımı yoklamaya çalışıyordu.

Başımı araba camına yaslayıp bir süre akan yolu izlemiş ve düşüncelerle savaşmamak adına kendimi zorlamıştım.
Çünkü düşünmek iyi gelmiyordu, hasta kalbime bir de ruhum eklemiyordu ve ben çıkmaz bir yola giriyordum.

"Kuzen?"
Nil'in bana seslenmesiyle beraber başımı camdan kaldırıp ona bakmıştım.
"Diyorum ki, bugün biz de mi amcamlarla beraber gitsek."

Belediye başkanının düzenlemiş olduğu bir kokteyl vardı. Ve İstanbul'un tanınmış tüm iş insanları ve çoğu siyaset adamı davrtliydi.
Bunlardan biri de babam ve amcamdı.

"Nil, bugün olmaz."

Yüzü bir an da asıldı, ısrar etmek istemiyordu fakat kendimi eve kapatmış olmamı da asla onaylamıyordu.

"Hep böyle mi olacak..."
Kısa bir an duraksadı ve sonra cesaretini toplamış gibi devam etti.
"Sürekli matem havasında gezmene izin vermem. Ben kuzenimi özledim, eskisi gibi onunla gülüp eğlenmeyi özledim."

Uğur, dikiz aynasından Nil'e uyarıcı bakışlar attı. Fakat o bildiği yoldan şaşmadı.

"Toparlan artık, dön aramıza..."
Sonra tekrar duraksadı, söyleyip söylemek arasında gidip geldi. Sadece birkaç saniye de içi içini yedi.
"Ölmüşsün gibi davranma."

Kalp atışım anlık sekteye uğradığında, koca bir kan birikintisi gözlerimi kapladı.

Bizim ruhumuz ölü Beria...

Uğur, çok ani denilebilecek şekilde arabayı durdurmuş ve çılgına dönmüş bir ifade ile Nil'e bakmıştı.
"Ne saçmalıyorsun lan sen? Kafan mı güzel senin."

Nil, haklı haksız bir konuma sokmadı kendini. Yüreğinden geçeni diline akıttı.
"Birinin ona bunları söylemesi gerekiyordu. Görmüyor musun halini."

"Görüyorum geri zekalı ama bu üslupta mı olması gerekiyordu bunun. Sana defalarca kez konuşmadan önce düşün diyorum değil mi?"

Onlar bağırdıkça başıma ok gibi bir ağrı saplanıyordu.
Ve ikisi de öylesine deli bir öfkeye teslim olmuştu ki gözleri beni görmüyordu.

"Kesin sesinizi!"
Dişlerimin arasından tıslamış ve saçlarımı çekiştirerek başımın ağrısını dindirmeye çalışmıştım.

"Efsun ben özür-"

"Dileme Nil dileme." Telafisi olmayan özürler işe yaramazdı.
"Beni evime bırakın, bir süre görüşmesek daha iyi olacak."

Son kurduğum cümleyle ikisi de koca bir sessizliğe gömülmüş ve ne diyeceklerini bilemez bir şekilde kalakalmışlardı. Bu tepkiyi hak edip etmedikleri ile ilgilenemeyecek kadar doluydum.

Tek istediğim bir an önce evime gitmekti. Öyle de oldu zaten, Uğur hızlıca beni evime bıraktı. Ben tek kelime etmeden arabadan indim.

Evin içine girer girmez ise odama çıktım ve önce ılık bir duşun altına girdim. Saatlerce suyun altında kalmak istesem de gözlerim uyku için yalvarıyordu. Bu yüzden çabucak duştan çıkıp havluma sarıldım ve rastgele elime aldığım bir pijama takımını giydim.

Yatağımın içine girip elime komodinin üzerinde ki telefonumu aldığımda ekrana düşen bilindik isim ile gülümsedim.

Doktorum Pınar her gün olduğu gibi bugün de özlü bir sözü kalbime not düşeyim istiyordu.
Sık sık görüşürdük, her vedalaştığımızda ise nasihat etmeden yakamı bırakmazdı. Birbirimizi görmediğimiz zamanlar da ise mesaj atar varlığını belli ederdi.

Kimden: Doktor Pınar Bostan
Gönlünü ne kadar ferah tutarsan hayat sana o kadar iyi davranır. Bugün 23 Mayıs, evet hayatının en zor günü. Ama sana zorlar sökmez, sen güçlüsün.

Dudaklarımda kırık bir tebessüm belirdiğinde, gözlerim dolmasın diye tavana doğru başımı kaldırmıştım.

Güçlü müydüm ben?
Bu sorunun cevabını uzun zamandır kendime veremiyordum.

Kime: Doktor Pınar Bostan
Terzi kendi söküğünü dikemez derler, bu sözleri sen de icraata döküyor musun?


Çok geçmeden soruma cevap gelmiş ve ekranıma bildirim düşmüştü.


Kimden: Doktor Pınar Bostan
Üç beş sevdiceğimin hayatına dokunayım yeter, gerisi beni bağlamıyor.

Hanımefendi kimliğinin altında yatan serseriyi çok iyi tanıyordum. Kısık sesli bir gülüş bırakmadan edememiştim. Onunla sohbet etmek keyfimi yerine getiriyordu.

Ona tam tekrar mesaj atacakken odamın kapısının açılması ile gözlerimi ekrandan çevirmek zorunda kalmıştım.

Hare, giydiği siyah mini elbise ile oldukça hazırlıklı görünüyor ve yüzünde ki beklenti ile bana bakıyordu.
Tek kaşım merakla havalandığında anında konuşmaya başlamıştı.

"Bugün gelecek misin bizimle? Uzun zamandır ailecek bir şeyler yapmıyorduk."

Gözlerime öyle içli içli bakıyordu ki reddedersem her an ağlayacak gibiydi. Yine de kanamadım o tatlı yüzüne.

Bugün zoruma giden çok şey vardı, dışarının kalabalığı bana iyi gelmezdi.

"Hare, ben bugün evden çıkmasam daha iyi olacak."

Omuzları anında çöktüğünde ısrarcı olacak gibi bir hali vardı.
"Ama haftalar evdesin zaten, bak biraz değişiklik olur sana-"

"Hare, lütfen!"

Sıkkın bir nefes verdi ve başını gayri ihtiyari aşağı yukarı sallayıp odadan çıktı.

O çıktığında bende üstümde ki battaniyeye iyice sarılıp bacaklarımı kendime doğru kırdım.
Bir süre sadece sıcak yatağımda bekledim. Dakikalar birbirini kovaladı ve en sonunda dış kapının sesi duyuldu.

Ailem, beni bırakıp gitti.
Evde birkaç yardımcıdan ve benden başka kimse kalmadı.

Sonra ben ağladım.

Ben yine ağladım.

Halime yandım.

Battaniyeye daha çok sarıldım sanki beni koruyabilecekmiş gibi tüm bedenimi bir örtü parçasıyla sarıp sarmaladım.

Yalnız kalmak istiyordum ama bir başıma da korkuyordum.

Etrafımda kimse olmasın istiyordum ama insanlar benden uzaklaşınca da içim içimi yiyordu.

Aslında iyi geliyor sandığım yalnızlık bana iyi falan gelmiyordu. Ben kendi içimde etrafa küsüyordum ve en çok bana zarar veriyordu.

Ben bu değildim ki...

Efsun Beria, hayata küsmezdi ki...

Psikoloğumun sesi yankılandı kulaklarımda.
'Siz yalnız değilsiniz.'

Bir an da vahiy inmiş gibi koca bir gerçekle yüzleştim. Üstüm de ki battaniyeye çekip attım ve hiç beklemeden ayağı kalktım.

Artık toparlanacaktım.

Kendimi heba edemezdim.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi birkez sımsıkı yumup açtım. Bunu yapabilirdim.
Ya yine bize zarar verirlerse Beria...

Sakin ol Efsun.

Sakin ol Efsun.

Sakin ol Efsun.

Gardolabıma doğru adımlayıp sürgülü kapağını açtım ve çeşit çeşit sıralanmış olan elbiselerde ellerimi gezdirdim.
Elimde ki tüm saf kiri kırmızı bir elbiseye akıttım ve hiç tereddüt etmeden onu elime aldım.

Bugünün rengi kırmızıydı.

Yumuşak dokulu saten bir elbiseydi. Tek bant, yerlere kadar uzanan elbisenin sırtı çapraz bağlı iplerle donatılmıştı.
Bu geceye ihanet edecek tek elbise buydu.

Hiç acele etmeden, yavaş yavaş hazırlandım.
Önce elbiseyi giydim. Sonra her bir saç tutamımı tek tek maşaladım. Mavi gözlerimi belli edecek bir tona fırçayı boyaladım. Ve bir ressam kadar titizlikle işimi hallettim.
Tıpkı elbisem gibi kırmızı bir rujla dudaklarımı taçlandırdım. Masamın üstünde duran parfümümü ise boynuma sıkıp her bir parçacığının tenimde bıraktığı ıslaklığı hissettim.

İşim bittiğinde odamdan çıkmıştım ve merdivenlere yönelip topuklu ayakkabılarımın sesi beraberinde aşağı inmiştim.
Çok geçmeden evden çıkmış ve bahçede bekleyen şoföre beni babamların gittiği yere bırakması için rica etmiştim.

Adam beni böyle hazırlanmış bir yere giderken ilk kez görmüş olacak ki şaşkınlıkla birkaç saniye yüzüme bakakalmış ardından ise toparlanıp kapımı açmıştı.

Belli bir hızda yolda ilerlerken ister istemez bir heyecan içimi kaplamıştı. Koskoca bir yıl sonunda ilk kez adam akıllı dışarı çıkıyordum. Ve nedensizce üstüme anlık bir cesaret çökmüştü.
İçten içe dua ettim kendim için. Çünkü bu kendime yapabileceğim en büyük iyilikti.
Allah'ım sana yalvarıyorum kimse beni öldürmeye çalışmasın.

Şoförde sanki üstümde ki garip enerjiyi almış gibi dikiz aynasında sık sık beni kontrol etti. Öyle böyle yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sona erdi ve kara sonunda göründü.

Şoförüm kapımı açtığında, mayısa inat soğuk bir yel esip geçti. Arabadan indiğim an da saçlarım rüzgarın eşliğinde savruldu.
Karşımda ki koca yapının önünde dikildiğimde, dizlerim tir tir titredi.
Yine de her şeye rağmen renk vermemeye çalıştım. Artık bir şeyleri aşmak zorundaydım.

Derin bir nefes alıp içeri girdim ve yukarı doğru uzanan merdivenlerle karşılaştım. Mermere serilen koyu bordo renginde ki halıya ayak basarak adımladım. Her attığım adımda bir melodi sesi yükseliyor, slow bir müzik sesi kulaklarımı dolduruyordu.

Görüş açıma koca bir insan kalabalığı girdiğinde, birkaç saniye merdiven trabzanından tutunup hepsine tepeden baktım. Ve sanki onlara ilahi bir güç emir vermiş gibi başlarını bana doğru çevirdiler.

Çoğunun gözünü hayret boyadı, onlara göre talihsiz bir kazaya kurban giden fabrikatörün kızı Efsun, eve hapsolmuştu.

Kimseye tamah etmeden etrafta bakışlarımı gezdirdim. Ve ailemin olduğu masaya bulmaya çalıştım. Çok geçmeden babamı fark ettim ve onlara doğru ilerledim.

Üçü de beni burada beklemiyor olacak ki dillerini yutmuş gibi bana bakıyorlardı.
Kendisine ilk gelen, babam olacak ki anında kollarını iki yana açarak ona kavuşmamı beklemişti.

"Benim güzel kızım..." Sesi şefkatliydi, incitmekten korkar gibi saçlarımı okşadı.
"İyi ki geldin."

Yanlarında olduğum için hepsinin yüzünde bir an da güller açmıştı.
En azından onları mutlu görmek kendimi daha iyi hissetmemi sağlamıştı.

Tam o sırada bir mikrofon cızırtısı etrafta yayılmış ve herkesin dikkatinin oraya kaymasını sağlamıştı.

"Saygı değer konuklar, sizi biriyle tanıştırmak istiyorum."
Arkamı dönüp, kürsü de konuşan adama baktığımda bunun Belediye Başkanı olduğunu anlamam çok da uzun sürmemişti.
Göstereceği kişi her kimse insanlar meraktan yerinde duramıyor gibiydi.

"Kendisi benden sonra Maran Hastanesi'nin başhekimi olacak..." Adamın değişik bir aurası vardı. Ses tonu sanki konuşurken emir veriyormuş gibiydi.
"İşte, karşınızda oğlum Cihangir Maranoğlu."

Eliyle arkasını gösterdiğinde, yüzünü bu mesafeden pek seçemediğim iri yarı genç bir adam belirmişti.
Babası önce onun omzunu sıvazlamış, ardından ise biraz daha öne getirerek herkesin onu görmesini sağlamıştı. Karanlıkta seçilmeyen yüzü şeffaf bir ışığın üstüne denk düşmesiyle onu açığa kavuşturmuştu.

Tam o sırada zihnimin karanlığından bir çift lacivert göz çıkıp gelmişti.

Bu oydu.

Hayatımı kurtaran oydu ve tam karşımdaydı.

Dengemi kaybedip, düşecek gibi olduğumda önümde ki masadan tutunmuş ve sıklaşan nefeslerimin arkasına sığınmıştım.

Bir ses kalabalığı etrafta kol gezmiş ve benim gözlerimin önüne puslu bir perde indirmişti.
O adamın dediklerine odaklanamıyordum çünkü gözlerimi Cihangir denen lacivert gözlüden bir saniye olsun ayıramıyordum.

Nedendir bilinmez, görsün istedim beni.
Gözü gözüme değsin, bir tepki versin istedim ama o sanki ant içmiş gibi bir kez olsun kafasını benim olduğum yere çevirmedi.

Sonra indi kürsüden, hiç beklemeden çekip gitti.
Ve derinlerden bir ses bana emir verdi.
Git peşinden Beria...

Annemlere bir açıklama yapma gereği duymadan ağır çekim misali uzaklaştım oradan, onun peşinden gittim. Ve o gidiş benim miladım oldu.

Önce devasa salondan çıktı. Kuytu bir merdivene yöneldi. Ve karanlıkta izini kaybettirmek ister gibi kendinden emin yürüdü.
Hiç beklemedim, bende o karanlığa girdim peşinden. Fakat beklediğim aksine onunla karşılaşmadım. Sadece bir ayak sesi duydum ve o sesi takip ettim.

Yürüyen o muydu, yoksa ben kendi kendimi mi avutuyordum bilmiyorum ama bir süre sonra o karanlık koridorda ki adım sesi kesildi. Birkaç saniye bekledim tekrar yürümesini fakat koca bir sessizkle baş başa kaldığımda aldığım sık nefesler sekteye uğradı. Bu karanlık koridorda tek başıma mı kalmıştım?

İyi de nereye gitmişti saniyeler içinde?

Elim bir duvara tutunmak ümidi ile havada gezindiğinde, sonunda aradığımı bulmuştum.
Ve tam o sırada, elimin hemen yanında bir kıpırtı oluşmuş ve bir çerçevenin duvarda sürtünme sesi duyulmuştu.

O hala buradaydı.

"O gece hayatımı kurtaran sen miydin?"

Titrek sesim boşlukta yayıldığında bir cevap verin diye olduğum yerde kıvranmıştım. Fakat sesini benden esirgemiş bir kez olsun konuşmamıştı.

"Sana diyorum, burdasın biliyorum."

O gözleri unutmam imkansızdı, hatırlıyordum hayatımı kurtaran oydu.
Elimi duvarda sürterek ona ulaşmaya çalışmıştım fakat işler beklediğim gibi gitmemişti.
Duvarda bir şeye çarpmış ve yere düşmesini sağlamıştım, çıkan tok sesle beraber ağzımdan kısık sesli bir çığlık firar etmişti. Beraberinde her yer aydınlanmış ve karanlığa veda etmiştim.

Işıklar yanmıştı.

Gözlerim alel acele neye çarptığımı anlamak için yere düşmüş olana kaydığında yansımamı görmüş olmak beni afalatmıştı.

Yere eğilerek, çatlamış olan aynayı almış ve kendimle baş başa kalmıştım.
Aynanın etrafı altın renginde işlemelerle doluydu. Sıradan bir ayna için fazla muazzamdı.
Tuhaf bir dürtüyle aynanın arkasını çevirdiğimde, inci gibi bir yazıyla karşılaşmıştım.

'Hafızanı jiletle kazı.'
C.M

O an ondan aldığım ikinci hediye canıma düşmüş, yamalı olan kalbimi acımasızca yırtmıştı.

Zira o acımasızdı.

Acıma sızdı...

~~~~~~~~

Bugün 23 Mayıs... On yedinci yaşımın ilk günü, henüz çok toyum, kalabalığa göre çok da zorum. Yine de küçük bir şeyler bırakacağım sol avuç içinize; ciğerinizi kül ettikten sonra gelip üflemeye kalkanlara izin vermeyin. Yanmadan önce aklın neredeydi diye sorarlar adama. Hayat elbette herkese eşit davranmaz, tıpkı Efsun ve benim için 23 Mayıs günlerinin farklı şekilde unutulmaz olması gibi. Her şeye rağmen, iyi ya da kötü hep on yedi yaşında olmak istemiştim. Tek dileğim hayal ettiğimden çok daha güzel olması.

Ve son olarak bu notum da Efsun'a; hiçbir zaman yalnız kalmak isteme güzel kızım, canın her şeyi istesin ama kalabalıklar için de bir başına kalmayı istemesin.

Sizi seviyorum ❤️

Okur Kalın 🥀









Continue Reading

You'll Also Like

373K 31.6K 51
Texting ağırlıklıdır. (galiba) Dershanenin homof*bik serserisi Mete ve kalbi güzel sert oğlanımız Dorukhan arasında geçen pek de hoş olmayan mevzular.
319K 4.3K 8
"Gözleri Aynı Hançer Gibi,Adıda Hançer Olsun" "Gözleri Özgür Bakıyor,Adı Azad Olsun" •Şanlıurfa'da Geçen Bir Berdel Hikayesidir... •Alışılagelmiş tör...
5.6K 1.2K 9
İçindeki kırıklar savruldu her bir yana. Birileri görsün istedi, görsün ve inansın. Bu gece güçlü yanı değil de içindeki kırıkların sesi daha yüksek...
725K 27K 43
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...