Revolution

By vexleur

81K 8.2K 4.5K

Benim için doğdun, benim için ağladın ve benim için öldürdün; senin için doğdum, senin için öldürdüm ve senin... More

|1| Acınası Bir Komiklik
|3| Güneş Huzmesi, Kurtar Beni
|4| Kirliliğin Sancıları
|5| Güven Dolu Temaslar
|6| Ortaya Serilen Uyuşturucular
|7| Kaybolunan Derinlerde Kısık Kahkahalar
|8| Alıngan Soluklar
|9| Bir Devrimin Başlangıcıdır Öpüşler
|10| Bir Tanıdığın Kanlı Zihni
|11| Sesli Bir Ürperti
|12| Ağrılı Kalp Yorgunlukları
|13| Yıkımlı Titrek Hareler
|14| Yıldızların Vahşi Ürpertileri
|15| Bol Özlemli Günlerin Kırıntıları
|16| Geri Dönüşler Ve Ufak Pişmanlıklar
|17| Art Arda Zehirli Devrimler
|18| Mahkum Ve Masum Çocuklar
|19| Büyük Ve Çalkantılı Yenilgiler
|20| Kişisel Diklikler
|21| Sen benim dişimi de, kanımı da kışkırtıyorsun.
|22| Sokak Köşelerinde Ağlayan Öpücükler
|23| Fenrir
|24| Öz Sanrılar
|25| Yabancılar Her Daim Yorar
|26| Cam Parçalarıyla Dolu Gözyaşları
|27| Serbest Düşüş
|28| Geriye Kalan İntikam
|29| İki Kişi, Tek Kader
|30| Ölümlü Rahatsızlık
|31| Bazen İntikam Huzurlu Bir Sondur
|32| Acılı Bir Yolun Sonu
|33| Sessiz Sedasız Kıskançlıklar
|34| İntikam Koridorunda Islak Duvar

|2| Kırılmış, Kanayan Melek

3.5K 398 260
By vexleur


Merhabalar.

Telefonumun dokunmatiğinde sorun var ve asla düzgün yazı yazamıyorum :( bu yüzden taslak falan da biriktiremiyorum. En kısa zamanda bunu düzeltmezsem uzun süre aralıklarla yb atacağım.

Bölümü kontrol etmeden atıyorum.

İyi okumalar<3

•••

Çirkin hissediyorum.

Annem güzel bir kadındı. Simsiyah saçları, bembeyaz bir teni ve keskin yüz hatlarıyla gerçekten güzel bir kadındı. Yani hatırladığım kadarıyla öyleydi. Dokuz yaşımda ölürken bile çok güzeldi. O kalp rahatsızlıkları bile yüzüne yansımamıştı. Hastalıktan ölürken bile güzeldi. Babam onu sırf güzelliği için çok severdi. Herkes onu güzel olduğu için çok severdi.

Annem kişiliğine tezat olarak kötü bir karaktere sahipti. Cinselliğe düşkündü. Babam bana eziyet çekerken evde olmazdı, bundan haberi olsada babamın yaptığına pek inanmaz, inanmak istemezdi. Sadece para ve cinsellik için babamın yanında kaldığına emindim. Beni önemsemiyordu, beni sevmiyordu. Bana eziyet çektirmiyordu, benden uzaktı ve ben yokmuşum gibi yaşıyordu. Beni doğurduğu için pişman bile değildi belki de. Sadece bir boşluktum onun için.

Neyse.

Ondan siyah saçlarını ve beyaz tenini almışım. Keskin yüz hatlarım yok. Yumuşak yüz hatlarına sahibim ve bu yetmezmiş gibi annemden hiç güzelliğini almamışım.

Çirkin hissediyordum. Göz altlarım morarmış, burnum büyük ve dudaklarım incecik. Gözlerim her zaman baygın bakıyor. Bedenim çelimsiz, uyluklarım gereksiz yere kalın ve etli. Onun dışında zayıfım. İşte bu yüzden şekilsiz bir bedene sahibim ve bu fiziksel özelliklere sahip insanlar gözüme güzel gelse bile ben çok çirkinim. Her zaman, her daim.

Ama bugün daha da bir çirkindim. Okulun erkekler tuvaletinde köşesi kırık aynanın karşısına geçmiş çirkinlik akan yüzümü inceliyordum. Dudaklarımın rengi de solmuştu. Bazen canlı renge bürünüyorlardı. Fakat babam onların canlı bir renkte olmasını sevmiyordu. Direkt mahvediyordu dudaklarımı.

Benim fiziksel olarak ölü gibi olmama bayılıyordu. Bütün sinirini benden çıkarmaktan, bunun eserini, benim ölümümü görmekten ölesiye zevk alıyordu.

Gözlerimi bile kan çanağına çeviriyordu. Pırıltılarım hiçbir zaman olmadığı için bir tuhaflık görünmüyordu fakat gözlerimi bir kez bile olsun pırıltılı görmek isterdim. Bir kere gülmek, tavşan dişlerimi gülerken göstermek isterdim. Fakat gülemezdim çünkü sürekli kanatılan, parçalanan ve mahvolan dudaklarım güldüğümde gerildiğinden dolayı fena acıyordu. Yani, birkaç kez gülmeyi denemiştim ve maalesef acıdan sızım sızım sızlamıştı canım. Ama pek hissetmediğim için çokta sorun yoktu aslında.

Bir kere de sinirlenmeyi isterdim. Çatılan kaşlarımı, hafif buruşan yüzümü ve sert bakan gözlerimi aynada görmek isterdim. Daha önce hiç sinirlendiğimi hatırlamıyordum. Her zaman pasiftim ve sadece korkuyordum. Bana en tanıdık duygu korku ve çaresizlikti. Diğer duyguları da tatmak isterdim. En azından bir kere bile olsa gülümsemek veya sinirlenmek isterdim.

Ben hâlâ aynadan kendime bakmaya devam ederken içeriye Jihoon girdi. Beni görünce cebindeki ellerini çıkardı, bakışlarını yüzümde gezdirdi ve ben ona biraz yakın arkadaş olduğumuzdan dolayı tebessüm etmeye çalıştım. Fakat canım acıdığı için gülüşümü terkettim. 

"Gözlerinin altındaki morluklarla bile nasıl böyle güzel olabiliyorsun?"

Sorduğu soruya karşı hızlanan kalbimle gözlerimi büyüttüm. Güzel olduğumu düşündüğünü dile getirmesi beni heyecanlandırdı ve bir yandan da gerdi. Ne demem gerektiğini bilmediğimden birkaç saniye sessiz kalıp yüzüne bakmaya devam ettim. Daha önce hiç iltifat aldığımı hatırlamıyordum.

Aynaya yeniden dönerken, "çirkinim." Diye mırıldandım. Söylediğini kabul etmediğim için teşekkür etmedim.

"Kendine çirkin mi diyorsun? Gördüğüm en güzel şeylerden birisisin. Yüz hatların yumuşacık ve bu seni çok hoş yapıyor. Saçların, gözlerin, dudakların... bence her şeyinle çok güzelsin. Kendine haksızlık etme." Dediğinde dudaklarımı ısırdım istemsizce. Yanıma doğru adımladı, korkmadım.

"Abartıyorsun. Her yerim çökük, kör olduğunu düşüneceğim." Dediğimde kıkırdadı. Gergin bir kıkırtıydı bu. Bakışları arada bir benden ayrılıp etrafta dolanıyordu.

"Asıl ben senin kör olduğunu düşüneceğim. Güzelliğinle herkesi kendine aşık bile edebilirsin." Dediğinde gözlerimi kaçırıp tamamen ona döndüm olduğum yerde, istemsizce. İltifat almak hoşuma gitmişti fakat hiçbirinin doğru olduğunu düşünmüyordum.

"Gözaltı morluklarımla, solgun tenimle, büyük burnumla, çatlak ve neredeyse morarmış dudaklarımla güzel olduğumu mu düşünüyorsun gerçekten?" Diye sorduğumda kafasını salladı. Aramızdaki mesafeyi kapattı ve bakışları dudaklarıma indi. Rahatsız olmadım. Rahatsız olmadığımı farkettiğinde rahatladı. İltifatları yalan olsa bile sevmiştim. Kendimi geri çekmedim, çekmek istemedim.

"Çatlak ve morarmış dudakların bile çok güzel. İnsanı her şeyinle kendine bağlıyorsun Jeongguk. Sadece güzelliğinle değil. Karakterin bile böylesine kusursuzken nasıl olur kendini sevmezsin?" Diye sordu, omuz silktim.

Derin bir iç çekti. Cesurca dudaklarıma bakıyordu. Beni öpmek istediğini düşündüm. Bunu düşünmesinden rahatsız olmadım. Bu yasaktı, tehlikeliydi. Benim erkekler lavabosunda, bir erkekle dudak dudağa olmam büyük bir tehlikeydi.

Ve tehlikeler her zaman her şeyden daha çekici oluyordu.

Arkadaşım olan, arkadaşım olarak gördüğüm çocuk dudaklarını dudaklarıma bastırdığında gözlerim anında kapandı ve kendi içimde kayboldum. Ufak bir dokunuşla başlayan öpücüğü, hafifçe geri çekilip beni bir daha öpmesiyle devam etti. Alt dudağımın çatlakları dudakları arasında kaybolurken kendimi beceriksizce üst dudağına asılı bir şekilde buldum. Çok hoşuma gitti. Bir erkeği öpebiliyor olmak çok hoşuma gitti, iyi hissettim. Benliğimi özgür bırakmıştım ve bu fazla iyi hissettirdi.

Fakat olmamalıydı. Birisi bizi yakalayabilirdi. Birazdan teneffüs zili çalacaktı ve burası dolacaktı. Ayrılmalıydık. Yakalanırsam her şey biterdi. En çok korktuğum şey başıma gelecekti. Acı çekecektim.

Onu omuzlarından yavaşça, istemeyerek ittiğimde beni zorlamadı. Dudaklarıma doğru nefeslenirken bir kez daha öpmesini istedim. Hiç almadığım bu ilgi beni uyuşturmuştu. Hiç hoşlanmadığım, arkadaşım olarak gördüğüm kişinin ilgisiyle sarhoş olmuş, yapmamam gereken bir şeyi yapmıştım.

"Birileri gelecek." Dedim geriye doğru adımlarken. Üstüme gelmedi.

"Senden hoşlanıyorum, Jeongguk. Üzgünüm, arkadaşlığımızı bozmak istemem. Senin bana karşı o tür hislerin olmadığını biliyorum. Sadece seni öpmek istedim. Üzgünüm."

Benden hoşlanmak? Benden, rezil ve çirkin Jeongguk'dan hoşlanmak mı? İnanmadım. İnanılacak gibi değildi. Kim benim gibi bir insandan hoşlanırdı ki?

"Üzgün olma. Hoşlantı sanıyorsundur. Benden hoşlanacak kadar aptal değilsin, hatta hiç değilsin." Dediğimde kafasını iki yana salladı. Parmakları yanaklarıma tutunduğunda bana bunu yapmamasını istedim. Yeniliyordum. Görmediğim, bana yasak olan bu ilgiye karşı yeniliyordum.

Yasaklar, çiğnenmek için yaratılmış gibiydi.

"Senden hoşlanmamak salaklık olurdu." Dediğinde kafamı iki yana salladım.

"Son kez, bir kez daha öpmeme izin verir misin?" Diye fısıldadı dudaklarıma.

Reddedemedim. Kendimden beklediğim şekilde, bütün güçsüzlüğüm ve fiziksel olarak olsa bile sevilmeye olan açlığımla bunu kabul ettim. Sonunun kötü olacağını biliyordum. Onunla öpüştüğüm okula yayılabilirdi, öğretmenlerin kulağına gidebilirdi, bizi burada basabilirlerdi... pişman olacaktım izin verdiğim için. Çok iyi biliyordum, tanrı beni sevmezdi.

Bu sefer üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emdi. Jihoon yakışıklı bir çocuktu. Güzel ve öpülesi dudakları vardı. Eğer yasaklarım olmasaydı, belki ondan hoşlanabilirdim. Fakat yasaklarım önümü öyle kapatıyordu ki, birisinden hoşlanmayı geçtim, bir erkekle konuşmak bile korkunçtu benim için. Yeterince acı çekiyordum. Daha fazlasını istemiyordum.

Daha fazla acı, daha fazla gözyaşı, daha fazla yorgunluk, daha fazla kan...

Sonra, benim bütün deneyimsizliğimde öpmeye çalıştığım dudakların arasından sızan dil dudaklarımın arasına girdi ve tamamen aklımın bulandığını hissettim. Belimde hissettiğim sıkı tutuş beni daha fazla etkisizleştirdi. Bu hissettiğim yoğun duygulara kurban olarak gittim. Kendimi onun boynuna sarılmış, ıslak bir öpüşmeye delicesine karşılık verirken buldum.

Adem ve havvanın yasak elmaya karşı olan yenilgisini şimdi daha iyi anlıyordum.

Yasak olan her şey, insana çok çekici geliyordu. Ve ben bu çekiciliğe kurban gitmiştim bile bile.

Tanrı yine bana kahkahalarını atıyordu.

Bir anda kapı açıldı. Şokla kolları arasında olduğum Jihoon'dan ayrıldım ve bize büyüttüğü gözlerle bakan stajyer çocuğa korkuyla baktım. Müdür yardımcısının yanında stajyer olarak çalışıyordu. Müdür yardımcısına yetiştirecekti. Babam buraya gelecekti ve ben bu gece ölecektim.

Bitmiştim işte. Biliyordum böyle olacağını. Bile bile, sonumu bile bile yapmıştım bunu. Tanrının hiçbir zaman yanımda olmayacağını çok iyi bilmeme rağmen bir erkeği öpmüştüm. Bu benim sonum olacaktı. Babam bu sefer beni sağ bırakmayacaktı. Felç kalana kadar mahvedecekti beni.

Daha fazla kan, daha fazla gözyaşı.

"Lütfen." Hâlâ bize şaşkınlıkla bakan çocuğa doğru ilerledim, "lütfen kimseye söyleme. Çok özür dilerim-lütfen. Her şeyi yaparım, lütfen söyleme kimseye." Gözlerimden artık bitmiş, tükenmiş gözyaşlarım akarken çocuk ona uzattığım elimi itti.

"Okulumda böyle ibnelerin kalmasına nasıl izin veririm?!" Diye çığırdı ve ben yüksek sesine karşı irkildim.

O da sevmiyordu, kimsenin sevmediği gibi. Hatalıydık biz, günahkarlardık. Çocukları döven, taciz eden, tecavüz eden, psikolojik baskı uygulayan kimse günahkar değildi. Onlar hafifti. Biz ölmeliydik, yok olmalıydık asıl. En pis günahkarlar bizdik. Taciz olaylarını kapatırlarken bizi herkesin önünde aşağılayacaklardı.

"Jeongguk..." lavabonun kapısını yüzümüze çarpıp giden çocukla bedenimdeki bütün güç alınmış gibi hissettim. Bu hisse alışıktım. Birçok kez güçten düşmüş, hareket edemeyece hâle gelmiştim.

Alışıktım fakat bu sefer tamamen bitmiştim ben. Artık kimse kurtaramazdı beni. O odada, babam beni acıdan gebertirken tanrı yukarıdan bizi izleyecek ve sessiz kalacaktı hep yaptığı gibi. Evin çalışanları gelip bakmayacak, kimse çıtını çıkarmayacaktı. Tek çığlık atan, bağıran ve konuşmaya çalışan kişi ben olacaktım.

Çok sürmedi kapının bir daha açılması. Yine o stajyer çocuk gelmişti, "müdür yardımcısı odasına çağırıyor." Dedi. Gözyaşlarım durdu. Ölüme doğru adımladım. Çoktan babamı çağırmış olmalıydılar. Babam delirmiştir, beni öldürmek için can atıyordur şimdi.

Müdür yardımcısının odasına girene kadar ne düşündüğümü bile hatırlamıyordum. Sadece bir an önce ölmek istiyordum. İki gün önce beni o terasta kurtaran adamdan nefret ediyordum. Beni kurtardığı için ondan ölesiye nefret ediyordum. Beni huzurdan alıkoyduğu için o kadar çok nefret ediyordum ki ondan...

O gece ölseydim, bu gece acı içinde ölmek zorunda kalmayacaktım.

"Ailelerinizi çağırdım. Onlar gelince konuşacağız bu konuyu." Dedi koltuğunda oturan müdür yardımcısı. Kafamı eğdim, sesimi çıkarmadım. Konuşulacak bir şey yoktu. Babam gelecekti, müdüre bir şeyler zırvalayacak ve beni azarlaya azarlaya okuldan çıkaracaktı. Sonra... sonrasını tanrı bilir. Ama tahmin etmek zor değil.

"Senden hiç beklemezdim Jeongguk. Baban senin adına çok utandı." Dediğinde titreyen ellerimi sıktım.

Babam benim adıma hep utanıyordu zaten. Sadece erkeklerden hoşlandığım için, çelimsiz ve onun söylemiyle kız gibi olduğum için, anneme benzediğim için... tüm bunlar yüzünden benim adıma utanıyordu işte.

"Umarım en yakın zamanda iyileşirsiniz." Dedi ve kapı açıldı, içeriye babam girdi. Yandan ona baktığım an gözlerim yandı. Delirmişti. Ciddi duruyordu fakat gözlerinden sinir fışkırıyordu. Ona baktığım an kafamı eğmemi sağlayacak kadar öfkeliydi. Tahmin ettiğim gibi.

"Jeongguk ile konuşup bunun bir daha olmamasını sağlayacağıma emin olabilirsiniz." Dedi. Yine zenginlerin arasında olan kısa süreli ve sonu para verip susturmakla bitecek olan konuşmanın içine girdiler. İğrençti.

"Biliyorsunuz, okulumda böyle çocukları tutamam." Dediğinde babam ceketinin iç cebinden çıkardığı çeki masanın üstüne bıraktı. Çekin üzerinde sayamadığım kadar sıfır vardı. Bu müdür yardımcısının susmasını sağladı.

Ve sonra biz odadan çıktık. İşte şimdi başlıyordu her şey.

Kolumu parmaklarıyla sarıp tenimi morartacak kadar sıktı. Canım tatlıydı benim küçüklüğümden beri. İğnenin ucu batsa bile yaygara koparırdım. Ezik bir çocuktum. Babam da bu ezikliğimi kullanırdı.

"Bir erkeği öpmek ha..." diye mırıldandı. Ses tonu kapkalın ve karanlıktı. Seni öldüreceğim diye bağırıyordu.

"Uslanmazsın sen. O kadar canını yaktım senin, hâlâ aynı ibnesin. Ölmediğin sürece düzelmezsin sen. Anca tanrı düzeltir seni." Derken okuldan çıkmış, arabaya binmiştik. Biz arabaya biner binmez şoför sürmeye başladı. Babamın hırpalamaları devam etti. Saçlarımdaki sıkı tutuşu, saç diplerimi delen tırnakları çığlık atmama sebep oldu.

"Bu son damlaydı. İnsanı delirtirsin sen. Annen seni doğurmakla en büyük hatayı yaptı. Dayanamadı geberip gitti zaten. Senin gibi bir ibneyle uğraşmak zorunda kalmadı. Bütün yükü bana bıraktı." Saçlarımı bıraktığı an kafamı cama vurdu. Sesimi çıkaramadım. Ses çıkardıkça daha çok vuruyordu.

"Akıllanmaz ibnenin tekisin. Lavaboda bir erkekle öpüşmüş. Orospu mu olacaksın birde başıma? Ölmek için mi çabalıyorsun lan sen?" Bedenim bir kez daha sarsıldığında sadece gözlerimi kapatıp kendimi korumaya çalıştım. Ne kadar mümkünse, o kadar.

"Çabuk sür şu arabayı!" Diye bağırdı şoföre doğru. Bir an önce eve gidip beni mahvetmek istiyordu. Artık ölmemi istiyordu. Ya öldürecekti beni, ya da dövmekten felç edip yatağa mahkum edecekti.

Eve gelene kadar söylenmeye, bedenimi hırpalamaya devam etti. Acıdan uyuşurken her tarafım sadece söylediklerini duymamak istedim. Alışıktım evet, ama yine de acıtıyordu. Vurmaları uyuşturuyordu fakat sözleri uyuşturmuyordu. Her saniye bana ettiği hakaretleri duymak canımı her defasında yakıyordu.

En azından ben kendimi sevmek istiyordum. Kimse sevmiyordu ama ben de kendimi sevmezsem her şey daha kötü olurdu, eskiden olsaydı. Artık kendimi sevsem bile kurtulamaz, ayakta duramazdım. Her türlü kaybeden olacaktım.

Eve geldiğimizde, babam kapıyı açtığında kendimi yere fırlatılmış bir şekilde buldum. Mide boşluğuma atılan tekmeyle iki büklüm oldum. Kırışmış gömleğimin yakasını kavradığı gibi kafamı zeminden kaldırdı.

"Bu kadar çok mu ölmek istiyorsun, adi ibne." Gözüme inen yumrukla çığlık attım.

"Sen bıkmadın dayak yemekten, ben bıktım be sana dayak atmaktan!" Ayağa kalkıp pantolonundan kemerini çıkardı. En çok acıtan şeydi onun kemeri. Bedenim kızarmamış, soyulmamış, kalkmamış derim kalmıyordu. Her tarafım o iğrenç yaralarla doluyordu.

Çirkinleştiriyordu beni. Bilerek çirkinleştiriyordu.

"Patron, V ve adamları geliyormuş." Bir anda evin bahçeye açılan kapısından giren adamın söyledikleriyle babamın beni yakamdan tutup kaldırdı. Yakamı bıraktığı an tekrar yere düştüm. Bacaklarımdaki bütün güç gitmişti. Ayakta duramayacak hâldeydim.

"Hemen odana çık. Çıtını çıkarma. Gece işini bitireceğim senin. Bıktım usandım artık. Senin gibi iğrenç bir ibneyle uğraşamam daha fazla. Kalk!"

Tekrar yakamdan tutup beni merdivenlere doğru savurduğunda artık ağlamıyordum bile. Merdivenin tırabzanlarına tutunup ayaklanmaya çalışırken mide boşluğuma giren sancıyla yüzüm buruştu. Titreyen ellerimi merdivenlerin basamaklarına koyup ayaklandım. Tırabzanlara tutunarak adım atmaya çalıştım. Titreye titreye, canım sızlaya sızlaya merdivenleri uyuşukça çıktım. Kendimi zar zor odama atıp üstümden kapıyı kapattım. Kilitlemedim. Kilitlersem kızardı.

Kendimi yatağıma attığımda alt kattan kapı zili sesi geldi. V gelmişti. Babamın ortağı, beni ölümden kurtaran V. Ne ironik ama. Patronunun öldüreceği çocuğu ölümden kurtarmıştı. Benim hakkımda ona yalan söylemişti. Babam bunu öğrense benimle birlikte onun da işini bitirirdi. Bunu tahmin edemiyor muydu?

Aşağıdan konuşma sesleri geldi ve sonrasında kesildi. Bahçeye çıktıklarını biliyordum. Babam adamlarıyla veya misafirlerle hep bahçede konuşurdu. Evin içinde insan tutmayı sevmezdi. Yere damlayan kanlarımı çalışanlar bazen temizlemeyi unuturdu veya temizleseler bile bazı yerlerde birkaç damla kalırdı. Evimiz büyük, gösterişli fakat pisti. Benim pisliğim bulaşmıştı her yere.

Bu geceden sonra bu ev tertemiz olacaktı. Çünkü artık Jeongguk olmayacaktı.

Acı içinde, babam tarafından ölmek istemiyordum. Beni delice dövmesi bir yana, gerçekten onun tarafından acıyla çığlık atarak ölmek istemiyordum. Bundan ölesiye korkuyordum. Ve her tarafım acıyordu. Onu geceye kadar beklemek istemiyordum. O beni öldürmekle uğraşmadan, bu sefer beni engelleyecek kimse yokken, sessiz sakin bir şekilde uyumak istiyordum. Ölüm ve derin bir uyku... veya ateşler. Zaten yanacaktım, birde acı bir şekilde ölmek istemiyordum. Kendime bunu yapamazdım. Kendime iyilik yapmak zorundaydım.

Karşımdaki boy aynasından yüzüme bakarken gözlerimi kırpıştırdım. Simsiyah saçlarım yatağıma dağılmış, gözlerim kan çanağı, göz altlarım mosmor, dudaklarım biraz kanıyor, burnumdan akan kan yanağıma doğru kurumuş. Bitiğim. Daha ne kadar kötü olabilirdim ki? Sınırımın sonuna gelmiştim. İçimde ne bir öfke, ne bir üzüntü veya ne de bir çaresizlik vardı. Sadece istekliydim. Ölmeye istekliydim. Çok yorulmuştum. Saatlerce bekleyecek gücüm dahi yoktu. Bir an önce ölecektim ve sonra ne olacaksa olacaktı.

Yataktan kalkarken bedenime batan sancılarla iç çektim. Komodinin üzerindeki melek şeklindeki bibloyu alıp uyuşukça aynaya fırlattığımda çıkan cam kırılma sesine bile tepki veremeden yere çöktüm. Zemine dağılan cam parçalarının arasında kırılmış meleğe diktim bakışlarımı. Küçükken bu meleği kimin aldığını bilmiyordum. Bir adamdı sanırım. Bana bunu verirken, sen bir meleksin Jeongguk ve seni koruyacak tek kişi kendinsin, demişti.

Ne komik. Kendi sonumu kendim getiriyordum. Ama yine kendimi korumuş olmuyor muydum? Acı bir ölümden koruyordum kendimi. Bunu yapmazsam bir kötülük daha yapmış olacaktım kendime, benliğime.

Hayatta hiçbir amacım yoktu. Ne için yaşadığımı da bilmiyordum. Sadece yaşıyor ve eziyet çekiyordum. Kendime acı çektiriyordum. Kendime en büyük kötülüğü ben yapıyordum. Bana vurulmasına, bedenimin, ruhumun acı çekmesine izin veriyordum.

Ne kadar kaçmayı denesem de olmamıştı. Hee deneyimimde yine bulmuştu beni. Güçlüydü. Kimse onun elinden kurtaramazdı beni. Belki de o adamın dediği gibi, benim tek kurtuluşum kendimdim.

Cam parçasını elime alırken tek bir şüphe dahi yoktu içimde. Kırılmış aynanın geriye kalan bir kısmından çökmüş yüzümü gördüm. Cam parçasının keskin kenarları avuçlarıma batarken, kan elimden akarken canım yanmıyordu. Bedenim acıya karşı uyuşuktu. O kadar çok alışmıştım ki... bileğim çıktığında o acıyla günlerce evde tıkılı kaldığımı, bedenimdeki morluklara krem sürmeme izin vermediği için kendi kendine geçmelerini beklediğimi, bedenim vurulmaktan uyuşmuş bir halde saatlerce aynı yerde yattığımı, boğazımın sıkılmasından saatlerce konuşamadığımı, kanların içinde kan ağladığımı, defalarca kez ölmenin kenarından geçtiğimi çok iyi hatırlıyordum.

Artık daha fazla acı istemiyordum.

"Sikeyim! Ne yapıyorsun sen?!"

Tanrım, en azından ölmeme izin ver.

O adam, yine o adam beni buldu. Kapım bir anda hızla açıldı ve ben bileğime batan camın ucuyla öylece kalakaldım. Elimdeki camı aldığı gibi başka bir köşeye fırlattı, sinirle gözlerimden acı yaşlar akarken önümde eğildi ve ben sinirle onun iri bedenine sığındım.

Çenem omzuna değerken sessizce ağlıyordum. Neden izin vermiyordu? Nasıl buluyordu beni hemen? İkinciydi bu. Delicesine ölmek istediğimi göremiyor muydu? Acı içinde kıvrandığımı göremiyor muydu? Kurtulmama izin vermeliydi.

"Her defasında beni engelleyecek misin?" Diye mırıldandım. Elleri belimi buldu ve belimi tamamen elleriyle sarabildi. Bu sıcaklığı hisseder hissetmez kafam allak bullak oldu. Daha bugün bir erkekle öpüşmüş, belimde parmaklarını hissetmiştim. Lakin beni ölümün kıyısından ikinciye kurtaran bu adamın iri ellerinin sıcaklığını belimin her tarafında hissetmek, o an boşlukta dolanan duygularımı açığa çıkardı ve dudaklarımın arasından bir hıçkırık koptu.

"Bir çocuğun öylece ölmesine izin mi vereceğim?" Derken belimdeki elleriyle kucakladı beni. Tek kaldırışta yatağıma oturttu ve çıkarmadığı ayakkabıları sayesinde rahatlıkla yerdeki camları eze eze odamın içindeki lavaboya ilerledi.

"Çocuk muyum ben? Çocuklar ölmek istemez. Sadece izin vermelisin." Lavabodan ilk yardım çantasını aldı ve yeniden yanıma geldi. Yatağıma, karşıma oturup kanamaya devam eden elimi avucu içine aldı.

"Ölmeyi haketmeyen birisinin gözlerimin önünde ölmesine izin vermem." Dedi ve ilaç gibi bir şeyi döktüğü pamuğu elimdeki kesiğe bastırdı.

Yorgunlukla omuzlarım düştü. Daha fazla konuşmadım çünkü sesinin baskınlığı beni hem çekingenleştiriyor, hem de yoruyordu. Verecek cevap da bulamamıştım. Düşünmekte istemedim. Sadece elimi ve ufakça çizilmiş bileğimi temizlemesine izin verdim.

"Kwang sana şiddet uyguluyor, değil mi?" Diye sordu. Bunu sorarken bile sesi keskindi. Farketmiştim ki, onun sesi her zaman keskin ve duygusuzdu. Bir şeye tepki verirken bile sesi düzdü. Korkunç konuşuyordu. Sesi bile fazla baskındı.

"Yaralarına bakayım." Dedi ben cevap vermediğimde. Her şey açık açık ortadaydı zaten. Konuşacak gücü kendimde bulamadım.

Tişörtümü kaldırıp bedenimi inceledi. Gözleri büyüdü, sinirden olsa gerek tişörtümü kavrayışı sıkılaştı.

"Ne yapıyor bu orospu çocuğu..." Sesi kısık fakat şiddetliydi.

"İzin vermeliydin," Diye mırıldandım o karnımdaki büyük, ezilmiş, yeşil ve morun kapladığı yere krem sürerken, "bu gece mahvedecek beni. Benim sonum olacak bu gece."

Neyine güveniyordum bilmiyordum. Fakat öyle bir güven veriyordu ki bu adam bana, gözlerinin içine baka baka konuşuyordum.

"Sinirliydi baya. Bu sefer ölümünü getirecek kadar sinirlendiren ne oldu?" Diye sordu. Cevap verip vermemek arasında gidip geldiğim dakikalarda tişörtümü üstümden çıkardı kreme bulanmasın diye. Çekindim. Bedenimden utandım, olduğum yerde küçüldüm. Bedenim de çirkindi. Onu rahatsız ederdi.

"Bir erkekle öpüştüm. Sonra yakalandım ve o, öğrendi." Dediğimde bakışları gözlerime çıktı direkt. Bakışlarımı kaçırdım utançla.

"Adi homofobik piç. Anasını sikeceğim onun. Az kaldı." Dedi kendi kendine, duymamdan çekinmedi. Bel boşluğumu da kremledi ve geri çekilip acil yardım çantasını kapatmadan ayaklandı.

"Yüzünü temizle. Bu gece ölmemen için elimden geleni yapacağım. Çıtın çıkmasın, buraya geldiğim de belli olmasın." Dedi ve iç çektikten sonra odadan ayrıldı.

Dediğini yaptım. Bana verilen en düşünceli emiri yerine getirdim hoşnutlukla. Yüzümdeki kanları, yaraları temizledim ve kırık aynanın birkaç parçasından kendime baktığımda bu sefer güzel hissettim.

Yaralarım temizken, onların geçmesi için çabalarken güzeldim. Kan yokken, gözyaşı yokken güzeldim.

Continue Reading

You'll Also Like

419K 11.5K 51
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
2.2M 70.5K 55
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
25.2M 899K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
593K 39.7K 42
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...