aşk ve diğer hazin şeyler' ta...

By adorekimh

468K 68.2K 19.9K

ülkeden sürgün edilmiş bir yazar kim taehyung ve onun için tez araştırması yaparken peşine takılmış bir ünive... More

counter all your quick remarks passing notes in secrecy
bir çiçeğin esintiyle eğilmesi gibi benimle eğil, hafifçe salla*
bana seslenebileceğin bir ismim bile yok*
bu yüzden yaşa sanki ikinci defa yaşamayacakmış gibi*
zamanın elleri senin yanında değil hiçbir zaman*
kullanabileceğim bir hatıra ver bana*
nazik günahımızdan daha tatlı bir masum yoktur*
larchmont köyü vadinin zambakları gibi kokuyor*
içinden geçtiğin duyguları idare etmek için yollar arıyorum*
senin gibi biri için çok bekledim ama aramızda bu okyanus var*
o günden beri her gün ve her şey bu doğruyu hissetti*
etrafındaki her şey senin aşkınla biraz daha aydınlık*
biliyorum, benim trenim seni eve götürebilir
geriye yığılmış hayallerden oluşan tüm dolapların kaldı*
plağı koyuyor ve şarkımızı duyana kadar bekliyorum*
huzur bulduğunda kıskanırmış işte hayat*
kayan yıldızlara dilek tutmaya devam etmemin tek nedeni*
haydi kalk gidelim bu şehirden, gün doğarken ya da güneş batarken*
dans et benimle güzelliğinin şerefine, ateşli bir keman eşliğinde*
camdan ve demirden yapılma duvarların içinde göremiyor musun öylece gidemedğimi*
ve son zamanlarda, her şey de anlamlı geliyor*
kafamda barındırdığım düşünceleri anlatmak benim için kolay değil*
orada bir yerdesin biliyorum, uzaklarda bir yerde*
ve kimse inanmıyor ama aşk bir pislikten kral yapabilir*
ben sadece kalbimi tutan bir elle ölmek istiyorum*
ve o geçiyor, gökyüzünde bir kuyruklu yıldızın parıltısı kadar nadir*
her şeye sahip olduğumuzu bilmiyorduk ama düşmeden önce kimse seni uyarmaz*
bunun nasıl biteceği önemli çünkü ya bir daha asla sevemezsem?*
birinin içimi görmesine izin verecek kişi olmamıştım hiç*
bu bana sanki bunca zamandır hep körmüşüm gibi hissettiriyor*
Veda etmektense ölmeyi tercih ederim biliyorsun*
Bebeğim, senin gibi melekler benimle cehennemden aşağı uçamazlar*
seni sevmek için çok küçük olduğumu söylüyorlar*
Sonunda seninle tanıştım bu yüzden nedenini merak etmiyorum*
Bunların hepsi benim kafamın içinde miydi diye sana sormak istiyorum*
bana yakın olmanın fiziksel bir şey olmadığını söylüyorsun, bence de öyle*
ve sen, iyi şeylerin gitmesine izin vermek konusunda oldukça iyisin*
bu sis kalktığında ıslak ayaklarla sana doğru koşacağım*
sana güzel bir iple bağlanmış nergisler getirdim*
sanırım seni en çok baştan aşağı siyah giyindiğinde seviyorum*
son nefesimi verene kadar ellerini başımın üstünde tut*
okuman için rüzgârla sana bir not gönderdim*
bebeğim tüm dünyayı aldım ve ellerine verdim
sıcacık sesini duyduğumda aklımın bulanıklaştığını hissediyorum.
sana, gözlerine aşık olmamın milyon küçük sebebini söyleyeceğim*
seninim dağlar denizlerin üzerine yıkılana kadar*
kapılarını aç çünkü ışığı görmek için can atıyorum*
seni, sahip olduğum her şey ile seveceğim.
senin geçmişin ve geleceğinin arasında kaldım
sen her zaman söyleyemediğim tutkumdun*
tüm hayaller ve ışıklar, sensiz hiçbir anlam ifade etmiyor*
seninle, daha önce hissettiğimden çok daha derin, bebeğim*
bana dokunduğunda ve usulca öptüğünde, okadar güzel bir şey ki*
benim olan her şey, senin olabilir*
bu yüzden sevgilim, son dansını bana sakla*
senin de aynı şeyi hissettiğini anladığım an, sana aşık olduğum andır.
soğuğu dışarıda tutan tek şey, senin ışığın*

ve seve seve kırarım onu, seve seve kırarım kalbimi senin için*

8.2K 1.2K 735
By adorekimh

31*

Öğle sonrası Kim Taehyung kütüphanedeki işini bitirmişti, Jeongguk tüm gece sevdiği adamı izlemenin mutluluğunda olsa da gözleri uykysuzluktan açılmıyordu. Kasabada dolanacak, bir şeyler yapacak hali yoktu. Eve geçtiler, Jeongguk biraz uyuyacağını söyleyerek Kim Taehyung'un yatak odasına ilerledi. Üzerini gece giydiği pijamalarla değiştirdi, yorganı kenara çekerek uzandı. Gözleri beklemeden kapandı, salondan kısık bir piyano sesi geliyordu. Kimin bestesi olduğunu düşünmeye çabaladı ama beyni tamamen uyku moduna girmişti.

Saçlarında hissettiği dokunuşlar uykudan sıyrılmasına sebep oldu, Kim Taehyung yatağın geniş kısmına oturmuş, saçlarını severken adını mırıldanıyordu. Gülümsedi, gözlerini aralamak istemiyordu. Bir rüyanın içinde savruluyor hissi veriyordu bu an. Gözlerini açmak ve boş bir yatak ile karşılaşmak istemiyordu. Dün evden içeri girdiği andan beri yaşananların hepsi bir rüya olabilirdi, Seoul'deki odasında gözlerini açar ve o günü baştan yaşardi. Yüreği kötü düşüncelerle korkudan hızlandı, "Yemek soğuyacak, uyandığının da farkındayım." dedi Kim Taehyung, gözlerini araladı zor da olsa. Kim Taehyung üzerini değiştirmiş, koyu renk bir eşofman altı ve gri renk bol bir tişört giymişti üzerine. Saçları nemli duruyordu. "Günaydın uykucu." dedi, bir kez daha Jeongguk'un saçlarını sevdikten sonra kalktı yataktan, onu salonda beklediğini söyleterek odayı terk etti.

Yaşadıkları anların hiçbiri rüya değildi, gülümsemesi genişleyerek kalktı yataktan. Banyoya giderek ihtiyaçlarını giderdi, dağılmış saçlarını elleriyle düzeltti. Evin içinde kısık bir müzik sesi vardı, güzel kokular geliyordu. Salona girdiğinde daha önce görmediği kare bir masanın koltuğun önüne çekilmiş olduğunu gördü. Üzerinde yemekler sıcaktı ve güzel kokuyordu. Okuma koltuğunun kenarındaki sehpanın üzerinde başka bir kitap duruyordu şimdi. İnce kitabı bitirmiş olmalıydı o uyurken. "Biraz domuz yahnisi, pilav ve meze hazırladım." dedi Kim Taehyung, ikisi için bardaklara içecek dolduruyordu. Jeongguk kendini koltuğa bıraktı, esnemesini durduramıyordu. Perdenin küçük bir kısmından havanın kararmış olduğu görülüyordu. "Teşekkür ederim hyung, lezzetli görünüyorlar." dedi, yemek çubuklarını alarak yahniden bir parça attı ağzına. Kim Taehyung onun yemesini beklerken sessizce bekledi. Onun beğendiğine dair onay aldıktan sonra kendi de yemeğe koyuldu.

"Tüm gece uyumadın mı sen?"

Jeongguk bir şey söylemeden yemeğe devam ederken sessiz kalışının bir onay olduğunun farkındaydı. İçecek ne tatlıydı, ne ekşi. Yüzünü buruşturmasına sebep olsa da ağızda meyve tadı bırakıyordu. "Umeshu, bir tür meyve likörü. İçtiğin erik likörü." diye bilgi verdiğinde başını salladı Jeongguk, içkiden bir yudum daha aldı. "Seni sarhoş etmez, yemeğin yanında güzel gider." Yemeğini yemeye devam ederken sessiz kaldı, hâlâ uyku sersemi hissediyordu. Her an yatağa geri dönebilir, uykusuna devam ederdi. Kim Taehyung onun tüm yemeklerden yemesine özen gösteriyordu. "Burada sağlıklı beslenmezsen ailen bir daha seni göndermeyebilir. Elimden geldiği şekilde lezzetli yapmaya çabaladım. Burada pek evde yemek yemiyorum." Kim Taehyung konuşmaya devam ederken Jeongguk'un telefonu çaldı, yerinden kalkarak askılıkta olan ceketine ilerledi. Ekranda yazan 'Namjoonie Hyung' yazısı gülümsemesine sebep oldu, koltuğa geri otururken açtı.

İlk kısa bir sessizlik oldu telefonun ucunda, "Jeongguk-ah, nasılsın?" diye sordu Eunji, onun sesini duymayı beklemiyordu. Kim Namjoon'un arkadan telefonu vermesi gerektiğine dair söylenmelerini duyuyordu. "İyiyim, sen nasılsın?" diye sorarken ağzına bir parça turşu attı. "Ben de iyiyim, yarın işin yoksa dükkana yanıma gelir misin? Namjoon ailesiyle gezmeye gidecekmiş ve ben yalnız kalacağı. Sevgilim de ailesine dahil olduğu için kalmıyor benimle." Eunji'nin sızlanmalarla dolu sesi gülümsemesine sebep oldu, Kim Taehyung bir an uzanarak telefonu eline aldı ve kulağına götürdü. "Merhaba küçük cadı, sevgilim benim yanımda ve yarın geceye kadar göndermeyi düşünmüyorum. Sevgilin olduğunu ve Namjoon hyunga, Namjoon diye seslenmeni de konuşacağız. Şimdi yemek yiyoruz, bizi rahat bırak." Kim Taehyung telefonu kapatarak koltuğun üzerine bıraktı, Jeongguk birçok şaşkınlığı bir anda yaşadı. Onun hakkında sevgilim diye hitap ederek konuşması heyecanlanmasına sebep olmuştu, Eunji'ye yalandan kızgınlığı çok tatlıydı ve Jeongguk bir an o konuşurken bayılacağını sanmıştı.

Onun her detayı karşısında kendini kaybediyordu. Kim Taehyung, tüm sıfatları kendinde topluyordu. Güzeldi, tatlıydı, ona karşı ilgisi gözlerinin dolmasına sebep oluyordu.

Yarın geceye kadar onunla olma fikrini çok sevmişti ama öğleden sonraya uçağı vardı, "Seni havaalanından bile getirtebilirdi, bu yüzden geceye kadar dedim." diye kendini açıkladı Kim Taehyung, onun boşalan bardağına biraz daha içki koydu. Tatlı içki sadece hoş bir tat bırakıyordu damakta, içindeki alkolün hiçbir etkisi yoktu üzerinde. "Yarın kahvaltıyı evde mi yapmak istersin, yoksa dışarı mı çıkalım?" diye sordu Kim Taehyung, biraz daha onun ısrarlarıyle yemeğe devam ederse midesinin bulanacağını hissediyordu. Yemeğin büyük bir kısmını kendisi yemişti. "İstersen Osaka'da yiyebilir, biraz dolanırız. Sonra havaalanına gidecek otobüse binersin." Jeongguk bu öneriyi kabul etti, Osaka ve kasaba arasındaki trene ne zaman binse sadece onu düşünüyordu. Onunla birlikte binmek, onun hakkında düşünürken yanında olması, güzel bir yolculuk olabilirdi. Kim Taehyung kalan yahniyi onun tabağına koymak istediğinde durdurdu. "Biraz daha yersem üzerine kusacağım, hyung. Ben doydum." Kepçeyi tencerenin içine bıraktı, ikisi de koltuğa yaslanmış, bardaklardaki içkileri yudumlarken plaktan gelen müziği dinliyorlardı.

Jeongguk dönmek istemediğini biliyordu, onunla sonsuza kadar soğuk kasabada kalabilirdi. "Yakında mezun olacağım." diye mırıldandı, ne yapmak istediğini bilmediği bir kez daha düşüncelerinin arasına sızarak güzel anı bozmuştu. "Eline bir diploma verecekler, mezun olmanın öyle parlak bir yanı yok. Hayatının birçok dönemi biterken ne yapacağını biliyorsun. Liseye ya da üniversiteye gitmelisin ama bunun sonu geldiğinde boş bir dünya kalıyor elinde. Endişelenme, boşluğa düşmek her zaman kötü değildir. Bazen ne yapmak istediğini açık bir şekilde görebilmek için boşluğa ihtiyaç duyarsın." Kim Taehyung'un sesi uykulu geliyordu ama kelimeleri netti, gözlerini masadaki meze tabaklarından birine dikmişti. "Namjoon hyung ile birlikte sana gelirken ona, 'birine göre hayatımı kurmak istediğimi' söylemiştim, eminim çok şaşırmış olmalı ama aynı hissediyorum." diye itiraf etti Jeongguk, hayatını hâlâ Kim Taehyung üzerine kurmak istiyordu.

"Hayatını bir kişi üzerine kurmalısın elbette ama o kişi sen olmalısın Jeongguk. Herkes gidip gelecek hayatından ama sen kalacaksın. Bir kişinin üzerine kurma; bir yerin, bir işin ya da kendin dışında herhangi bir şeyin. Kalbinin üzerine kur. Ruhunun üzerine kur. Arzu ve isteklerinin üzerine. Sen hangisininin üzerine kurarsan, ben onu takip edeceğim."

Jeongguk uzandı ve dudaklarını onun yanağına değdirdi, biraz daha yaklaşarak başını omzuna yasladı. "Yine susturmaya mı çabalıyorsun?" diye sordu Kim Taehyung, kütüphanede yaşananlar aklına geldiğinde tüm vücudu bir anda sıcakladı. Damarlarında akan kan sanki ateş taşıyordu kendiyle birlikte. "Hayır, sadece içimden geldi. Hem ben senin konuşmanı seviyorum, hyung. Seni susturmak istemem." dedi hızlıca, Kim Taehyung bir elini onun beline koyarak yakınına çekti. "Ben de senin konuşmanı seviyorum. Bazen büyük bir yetişkin gibi oluyorsun, bazen çocuk gibi... Çok tatlı oluyorsun." Jeongguk gülmeden edemedi, yetişkin biri olduğunu sanmıyordu. Kendini hâlâ lisedeki bir çocuk gibi hissediyordu. Bardağı masanın üzerine bakmak için uzandı, Kim Taehyung dudaklarını onun ensesine değdirdiğinde irkildi. Tüm vücudu titredi, kan akışı hızlandı. Dokunuşu karşısında ne yapacağını bilemedi.

"Sana dokunduğum anda verdiğin tepkileri seviyorum. Hareket etmiyorsun, kalp atışların hızlanıyor. Yıldızlar sinmiş gözlerin nemleniyor. Jeongguk, beni nasıl bu kadar çok sevebiliyorsun? Ben ne yapacağım bu sevgi karşısında? Hak ettiğin karşılığı veremezsem diye korkuyorum."

Sözler kalbinin atışlarını tavan haline getirdi, Kim Taehyung'un eli pijamanın üzerinden belini okşuyordu. Yutkunamadı, ona baktığında nefesi kesiliyordu. Jeongguk bu aşkın içine karşılıksız bir şekilde düşmüştü. Karmaşalarla doluydu, bazen acı çekmişti ruhu ama hiçbir zaman beklenti içinde olmamıştı tapınaktaki konuşmalara kadar. Busan otobüsünde okuduğu mektup ise beklentilerini son raddeye çıkıyordu. Umut dolu kalbinin kırılmasından korkuyor olsa da Kim Taehyung o ateşi harlıyordu, asla sönmesine izin vermiyordu. "Hyung..." diye mırıldandı, bedenini arkaya bıraktı ve yeniden koltuğa yaslandı. "Efendim güzel bebek." Kim Taehyung'un ona seslenişi kısık bir gülüşe sebep oldu, yüzünü ona çevirdi. "Ben hiçbir zaman senden sevgi beklemedim. Kendimi buna alıştırdım ama sen bana geldin ve ne yapacağımı ben de bilemedim." Aklındakileri nasıl aktaracağını bilmiyordu, sözcükler birbirine karışıyordu. Anlatamıyor olmak içini eziyordu. Kim Taehyung'un içinde yaşattığı tüm hisleri bilmesi gerektiğini düşünüyordu.

İkisi arasındaki sessizlik devam ederken Jeongguk gözlerini kapatmış, başını Kim Taehyung'un omzuna yaslamıştı. Onun bir eli belinde, diğeri karnının üzerine duruyordu. Her an uyuyakalacak gibiydi. "Hyung, sen biraz uyu istersen." dedi, Kim Taehyung gözlerini aralayarak ona baktı. Erken saatte kalkmıştı, çok yorucu bir iş yapmamış olsa da üzerine bir yorgunluk çökmüştü. "İki saate uyandır beni, sana tatlı aldım. Beraber yeriz ve çay içeriz." Jeongguk onu onayladı, esneyerek salondan ayrılmasını izledi. Masayı topladı, bulaşıkları makineye yerleştirdi. Salona döndüğünde masayı katladı ve kenara çekti, çantasından koyu kırmızı renkli kitabı çıkardı. Müzik hâlâ devam ediyordu, başa sarmış olduğunu fark etti. Kim Taehyung'un sallanan koltuğuna oturdu ve rahat bir durum aldı.

"Sağanak yağmurlar şiddetini kesmeden devam ediyordu, Prens Sejong divanın üzerinde oturmuş damlaların cama vuruşunu ve çıkardığı sesleri dinliyordu. Komutan bir gece önce sabaha karşı yola çıkmıştı üzerine geçirdiği eski püskü kıyafetlerle. Eşinin alnını öpmüş, kendine dikkat edeceğine söz vermiş, Prens'in önünde yerlere kadar eğilmişti. Prens Sejong, ne hissettiğine anlam veremiyordu. Yüreğinin ortasına bir hançer saplanmış, kan akıtıyor, acısı tüm vücudunu yakıyordu. Bir köşeye çekiliyor, saatlerce tek kelime etmiyor, yemek yemiyordu. Nefes alamıyordu bazen, hançerin acısı genzini yakıyordu. Bedeni boş bir çuval misali divanın üzerinde kalıyordu öylece. Ne bir sayfa okuyor, ne memleketin içler acısı halini düşünüyor, ne de insanları umursuyordu.

Prens Sejong kim olduğunu unutmuştu, bir tarlanın ortasında başıboş bırakılmış, nereye gittiğini bilmiyordu. Onu kim bırakmıştı? Komutan'ın evlendiği geceyi anımsadı. Mutluydu, eşi de mutluydu. O neden mutlu olamıyordu? O mutluluk neden yayılmıyor, bir parça olsun ona sıçramıyor, onu da kendiyle birlikte sürüklemiyordu? Duygular ağırdı. Yeni kabullenmeye başladığı bu yasak aşka vurulan balta ile dalları kesilmiş, yaprakları dört bir yana dağılmıştı. "Majesteleri." Kapının ardında duyduğu sese karşı içinde bir nefret besliyordu, o kız, Komutan'ı ondan çalan bir hainden başkası değildi. Bir kez daha kendisine seslendi kulak tırmalayan ses, onun adımlarının içeri girdiğini duydu. "Yemeğiniz hazır, ana odaya masanız hazırlandı." Kim Hyunsang denen kız başını yere eğmiş, bilmediği bir suçun altında eziliyordu. "Yemeyeceğim." dedi net bir sesle, bakışları bir an olsun camdan çekmemişti.

"Komutan Park size iyi bakmamız konusunda bizi tembihledi, majesteleri. Kendisinin ricası sizin iyi beslenmeniz yönündedir."

Ona Komutan'ın kendisini bu kadar önemsiyorsa yanından ayrılmaması gerektiğini söylemek istedi ama yapmadı, içini kavuran ateşi söndürmesi için Tanrı'ya dualar etti. Yağmur yüreğine yağsın istiyordu. "Majesteleri." Kız bir kez daha konuştuğunda bakışlarını ona çevirdi, kızın saç örgüsü bir omzunun üzerinden öne alınmıştı. "Tamam, geleceğim. Beni yalnız bırak." Kızın geriye doğru adımlamasını ve odadan çıkmasını izledi. Düşüncelerini bir konuya yönlendirmekten kaçınmaya çabaladı. Düğün günü aklının içinde beliriyordu. Komutan Park onun hislerini biliyor muydu? Kendisine yöneltilmiş çekingen bakışlar bir şey saklıyordu ondan. Hüzünle doluydu en mutlu olması gereken günde. Yeminlerini ederken ve Prens Sejong onların evliliğini onaylarken bile dalgındı. Anlam veremiyordu, her şey birbirine karışmı, özünü yitirmişti.

Yanılıyor da olabilirdi, öyle görmek istiyordu. Belki kendi hüznünü boca ediyordu Komutan'ın üzerine. Yerinden kalktı, uzun koridor boyunca yürürken kapıda bekleyen iki adam kendisine eşlik etti. Onları göndermek istiyordu. Yüksek duvarların çevrili olduğu sarayda tek başına kalmak, insanlardan uzak olmak istiyordu. Emri verebilirdi, onları gönderir ve odanın birinde ölümünün gelmesini beklerdi. Prens Sejong ilk kez ölüm hakkında kesin bir fikre sahipti. Kötülük dolu dünyadan kaçış. Acıdan, yaralardan korkulardan, insanlardan, kendinden kaçmanın tek yoluydu. Yemek masasının gerisine oturdu, gözlerini sıcak ve lezzetli yemeklerin üzerinde gezdirdi. Dünya üzerinde onu tatmin eden tek şey, yemeklerdi. Onun yanında olan, onu yalnız bırakmayan, tatminkar olmasına sebep olanlardı. Kaşığı aldı, soğan çorbasından içti.

Bedeni de kalbi ve ruhu gibi alışmıştı hançerin acısına."

Kapı sesini duyduğunda kitabi sehpanın üzerine bıraktı, dün onlara mantı getiren kız bu kez elinde sushi dolu bir tabakla dikiliyordu kapının önünde. Jeongguk'u gördüğü andaki yüz ifadesinden hayal kırıklığına uğradığını anlamak zor değildi. "Yemek getirdim." dedi İngilizce konuşarak, "Teşekkür ederiz." dedi Jeongguk, tabağı aldı ve iyi geceler dileyerek kapıyı kapattı. Kimseye kaba davranmak istemiyordu. Kendisi ne kadar Kim Taehyung'a hisler besliyor olsa da, o kız da kendisiyle aynı durumdaydı. Tabağı mutfağa, tezgâhın üzerine bıraktı. Saati kontrol ettiğinde bir saatten fazla zaman geçmişti Kim Taehyung uyuyalı. Onu uyandırmak istemiyordu. Çantasından kendi kıyafetlerini aldı, banyoya giderek üzerindekilerden kurtuldu. Sıcak suyu açarak eski teknede, ayakta durdu. Birkaç saat kadar önce Kim Taehyung'un kendisi gibi orada ayakta dikildiğini, duş aldığını aklından çıkarmaya çabaladı. Onun bedeni hakkında ayrıntıları düşünmemek saçma bir şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı.

Suyu kapattı, dolaptan geniş bir havlu alarak kurulandı. Beyaz teninde sıcak suyun ve havlunun etkisiyle minik kızarıklıklar belirmişti. Titremeye başlayınca üstünü giyindi, dolaptan küçül bir havlu alarak ensesine koydu ve banyodan çıktı. Kim Taehyung ortalıkta görünmüyordu. Odaya girdi, tüm yatağa yayılmış bir halde uzanıyordu. Tişörtü belinin üst kısmına toplanmış, yorgan ayaklarının arasında dağılmıştı. Saçlarını kurulamaya devam ederken yatağa yaklaştı, tişörtü eteklerinden tutarak düzeltti. "Hyung..." diye mırıldandı yatağın kenarına çökerek, yanakları daha tombul, dudakları öne doğru büzülmüş duruyordu. Onunla aynı yatakta uyumak, birbirlerini uyandırmaları hayal kurmasına sebep oluyordu. Onunla aynı evde yaşadığı, belki evli oldukları hayaller. Bir kez daha seslendi ona, Kim Taehyung dudaklarını aralayarak anlamsız şeyler mırıldandı. "Otuz dört yaşındasın ama bebek gibisin." diye mırıldandı Jeongguk, onun saçlarıyla oynarken büyüğünün gözlerini aralamasını izledi.

Kim Taehyung onun için çilekli ve çikolatalı bir paata almıştı, meyve çayı hazırlarken gözleri tezgâhın üzerindeki tabağa kaymış ama bir şey dememişti. Salondaki koltuklarda oturmuş, pastalarını yerken müzik dinlemişlerdi. Kim Taehyung'un geniş bir klasik müzik ve caz plak koleksiyonu vardı. Jeongguk onları incelerken saatlerini geçirebileceğini hissetmişti. Ayakları birbirine geçmiş, sakin bir durumdaydılar. Jeongguk burada geçirdiği saatlerin sonunda anladığı bir gerçek de, Kim Taehyung'un teması çok sevmesi olmuştu. Her anı ona dokunabileceği bir şekilde kendi lehine çeviriyordu. Yan yana koltukta otururken bile birbirine temas ediyorlardı. Hoşuna gidiyordu minik temaslar, onunla arasınds görünmez bir bağı inşa ediyordu sessizce. Gözleri sehpanın üzerindeki kitaba kaydı, devam etmek istiyordu ama yanındaki adamla yaptığı konuşmalar daha değerliydi onun için.

Saat geve yarısını geçmiş, ikisi de esner halde yatağa girmişlerdi. Kim Taehyung'un bir kolu beline dolanarak onu kendisine çekmiş, saçlarını kokladıktan sonra ensesini öpmüştü yeniden. Bu kez uykuya galip gelememişti Jeongguk, onun kollarıa arasında derin bir uykuya daldı. Kim Taehyung'u rüyasında gördü. Busan'daki evlerinde, camın kenarında oturuyorlardı. Saksılar hemen pencerenin önünde diziliydi. Elinde tuttuğu bir kitabı okuyordu ve Jeongguk da onu izliyordu. İstediği sadece hayatın kısa bir örneğiydi gördüğu rüya. Sesler yoktu, bir boşluğun içindeydi sanki. Orada olduğundan bile emin olamıyordu. Elini uzatmak, onu tutmak istedi ama başaramadı. Elleri Kim Taehyung'un içinden geçip gitti. Korku tüm bedenini ele geçirdi.

Jeon Jeongguk uykusundan uyandığında güneş doğmuş, perdelerin arasından bulduğu boşluklarla içeri süzülüyordu. Kim Taehyung hâlâ ona sarılı halde uyumaya devam ediyordu. Gözlerini tavana dikerek biraz sakinlemeye çabaladı, gördüğü rüyanın etkisinden çıkamıyordu. Elini karnındaki elin üzerine koyarak sıcak teni hissetti. Derin nefesler alıp vererek gözlerini oradan çekmedi. Kim Taehyung'un telefonunun alarmı odayı doldurdu, saat sabahın yedisi olmalıydı. Bu kez uzanmadı, alarm çalarken dinlemeye devam etti. Kim Taehyung sesten rahatsız alarak gözlerini araladı, başını diğer yöne çevirerek telefonu eline aldı ve alarmı kapattı. "Günaydın." diye mırıldandı Jeongguk, başını ona çevirdi, hâlâ uyku sersemi görünüyordu. Karnındaki eli dudaklarına götürerek avuç içini öptü, Kim Taehyung tüm bedenini ona çevirdiğinde gülümsüyordu.

Hemen çıkmadılar yataktan, sarılmış hâlde tamamen uyanmayı beklediler. Jeongguk sevdiği adamın yeni uyanmış halini, boğuk sesiyle anlattığı karmaşık rüyasını dinlerken kendi kabusunu unutmuştu. Saat sekizi geçerken yataktan çıktılar, Jeongguk o banyodayken hızlıca üzerini giyindi. Eşyalarını toparladı, sehpanın üzerine bıraktığı Aşk ve diğer hazin şeyler kitabını alarak çantasına koydu. Gece masada bırakmış oldukları bardakları mutfağa götürdü. Kim Taehyung banyodan çıkmış, üzerini giymek için odasına gitmişti. Jeongguk çantasını son kez kontrol etti, eksik bir şey kalmadığından emin oldu. Kim Taehyung siyah kabanı içinde yanına geldi, ayakkabılarını giydikten sonra Jeongguk montunu üzerine geçirdi.

Kasaba dünkü soğuk havanın aksine ılıktı, rüzgâr insanın canını yakmıyordu. Tren istasyonu kasaba meydanının biraz dışında kalan ana yola yakındı ve saat başı geçiyordu. Dokuz olmadan istasyona varmak için acele ediyorlardı. Kasaba halkı yeni uyanmış, dükkanları açıyorlardı. Birçoğu Kim Taehyung'a selam veriyordu. Onu seviyor, sayıyorlardı burada. O da mutlu görünüyordu ama Jeongguk onu kendi yanında istiyordu. Elinden geleni yapacaktı bunun için. İstasyona vardıklarında trenin gelmesine beş dakika kalmıştı. Açıklık alan kasaba meydanından daha serindi. Ellerini ceplerine koymuş, hafif hafif zıplıyordu. "Tavşan mısın sen?" diye sordu Kim Taehyung, bu benzetmeye alışıktı, iki ön dişi yüzünden sürekli olarak tavşan çocuk diye çağırılırdı. Ondan duymak tuhaf gelmişti yine de, gülümsedi.

Tren perona yaklaştığında çantasını omzuna astı, ne kadar biletleri kendisi almak istese de Kim Taehyung izin vermemişti. Yan yana koltuklara geçtiler, Jeongguk çantasını ayakucuna bıraktı. Yolun karşı tarafı büyük bir tepeye uzanan çorak araziden oluşuyordu. Bir zananlar verimli topraklardı belki ama şimdi yabani otlarla kaplıydı ve hepsi soğuktan kurumuştu. Başını yanındaki Kim Taehyung'un omzuna yaslamadan önce montunu çıkardı, kucağına koydu. Tren sabah saatleri ve hafta sonu olmasından dolayı sakin ve sessizdi. "Tren ile ne zaman yolculuk yapsam seni düşünürdüm. İlk kez trene bindiğin ve kasabaya geldiğin zamanı. Ne düşünüyor olduğunu tahmin etmeye çabalardım." dedi Jeongguk, onu düşünüyor olduğu yolcuklukta onun eşlik ediyor olması tuhaftı.

"Rahatlamış hissediyordum, yeni bir adım atmak için idealdi. Ondan uzak durmak ve bilirsin, istediğimde buydu. Bana verilen sürgün mektubunda beş yıl boyunca Japonya'da kalacağımı ve sonrasında Kore dışında istediğim ülkeye gidebileceğimi söylüyorlardı ama burayı sevdiğim için gitmek istemedim hiç."

Onun sürgününün sadece Japonya ile sınırlı olduğunu sanarken yanılmıştı, Kim Taehyung şu an istese dünyanın bir başka ucuna gidebilir, ondan daha uzakta olabilirdi. Bu düşünceyi aklından uzaklaştırmaya çabaladı. "Uzun bir süre aynı duyguyu yaşadıktan ve o duygudan sıyrıldıktan sonra hissizleşiyorsun. Yok oluyor tüm hisler. Boşlukta süzülüyorsun. Her bir duyguyu yeniden tanıyorsun, kabul ediyorsun. Benim içinde aynısı oldu. Biraz özgür hissettirdi çünkü içine sıkıştığım duyguları Kore'de bıraktım ben." Jeongguk onu anlamaya çabalıyordu ama bir insan aynı olayları yaşasa bile karşısındaki insanı tamamen anlayamazdı, bunu biliyordu. Kim Taehyung'u ne kadar yanında istiyor olsa da emin olamıyordu, ülkesine döndüğünde bu hayatını devam ettirebilecek miydi?

Onunla gelecek miydi?

Şu an onunlaydı, mutluydu ve onun sevgisini hissediyordu. Hiçbir sonuç olmadan düşüncelerin içinde dolanmak onu sadece yorardı. Tren yolculuğu sessiz geçerken Jeongguk camdan dışarıyı izledi. İlk tren yolculuğunda istasyonları kaçırmamak ile savaş vermişti adeta. Gözleri her Japonca kelimenin üzerinden geçerken defterine bakıyor, kasaba adıyla aynı olup olmadığını kontrol ediyordu. Artık rahattı, neredeyse ezberlemişti kasabanın adını. Tren istasyonda durdu, Kim Taehyung ondan önce davranarak çantasını aldı. "Montunu giy, hava soğuk." dedi trenden indiklerinde, bedenini ona yaklaştırarak giymesini bekledi. Tren istasyonuna yakın, kalabalık bir caddede bulunan kahvaltıcıya gittiler. Jeongguk dün sabah yediklerine benzer fakat daha çok tabak önüne konduğunda hangisinden başlayacağını bilemedi bir an. Montunu yan sandalyeye bırakmış, sweatinin kollarını dirseklerine kadar çekmişti. "Jeongguk." dedi Kim Taehyung, bakışlarını tabaklardan çekerek ona baktı.

"Senin fotoğrafını çekmek istiyorum, ne zaman aklıma düşsen bakmak için, olur mu?"

Onun sakin ve biraz utanmış halde konuşması hoşuna gidiyordu, Kim Taehyung telefonunun kamerasını ona doğrulttuğunda onun için poz verdi. "Ben de senin fotoğrafını çekmek istiyorum." dedi, kendi telefonunu çıkardı. Babasından mesaj ve Iwao'dan arama vardı. Onlara sonra dönüş yapabilirdi. Kim Taehyung'un gergin olduğunu görebiliyordu. Park Jimin'in attığı fotoğraflardaki neşeli genç çocuk değildi. Onun için gülümsedi, Jeongguk net olan fotoğraflardan birini duvar kâğıdï yaptı. Babasının mesajına cevap verdi. "Jeongguk, tuhaf olan ne biliyor musun? Sana sevgilim demek bile yavan geliyor ama öylesin. Sana olan hislerimi kelimelere sığdıramam, ben de anlam veremiyorum bazen. Yoğunlar, beni ele geçiriyorlar ve can yakmıyor. Mutluluk veriyor bana. Son günlerde mutlu olma sebebimsin. Bunu bil, olur mu? Beni çok mutlu ediyorsun." Jeongguk gözlerinin dolmasına engel olamadı, onu mutlu ediyor olduğunu bilmek bile yeterliydi onun için. Kim Taehyung masanın üzerindeki ellerinden birini alarak dudaklarına götürdü, Jeongguk'un bileğini öptü.

Biraz önce aralarında geçen duygusal hava dağılmıştı kahvaltı boyunca, Jeongguk'un çocukluk anıları ve Kim Taehyung'un lise anılarından bahsetmişlerdi. "Kendimi çok iyi basketbol oynuyor sanıyordum, kimse beni engelleyemiyor diye ama tüm basketleri bizim potaya atıyormuşum." Jeongguk onun ilkokuldaki basketbol macerasını dinlerken kahkahalarını durduramıyordu. "Çok tatlı bir çocukmuşsun." dedi sonunda, gülmekten gözlerinden yaşlar gelmişti. Aklında karmaşalar olmadan, yüreğindeki ağırlık hafiflemiş olarak ayrılacağı ilk zamandı. Mutluydu, gözlerinden yaşlar süzülecek kadar gülmüştü. Onunlaa uyumuş, kokusunu içine çekmişti. Kahvaltı sonrasında çevredeki dükkanlarda dolanmışlar, Jeongguk ailesi için birkaç küçük hediyelik eşya satın almıştı. "Bu çok güzel." dedi Jeongguk bir kolyeye uzanarak, "Deniz taşı ama camdan. Çok hoş değil mi?" dedi Taehyung, kolyeye uzandı ve mor camı okşadı. Satıcı kadına Japonca bir şeyler söyledi, kolyeyi eline aldı. "Gel bakalım, sana takalım." dedi, parmakları Iwao'nun aldığı ay ve tavşanlı kolyeyi çıkarmaya gittiğinde bir an durdurmak istedi onu. Iwao'nun hediyesi onun için değerliydi ama yapamadı, mor kolye boynunu süslerken sesini çıkarmadı. "Kolyeni çantanın ön kısmına koydum." dedi, Jeongguk bedenini ona çevirdi.

"Çok güzelsin Jeongguk ve her şey senin için yaratılmış gibi... Evrenin sahibi sensin. Gözlerini bile yıldızlar kopyalamış."

Jeongguk ona sarılarak teşekkür etti, otobüs saati yaklaştığında durağa ilerlediler. "Harika zaman geçirdim hyung. Senin tarafından böyle güzel hislerle karşılanmak benim için çok özeldi. Kendimi çok güzel hissettim." Taehyung gülümsedi, ellerini Jeongguk'un yüzüne koyarak yumuşak teni okşadı. "Ben teşekkür ederim Jeongguk. Yanıma geliyorsun, benimle vakit geçiriyorsun. Beni seviyorsun. Her şey çok güzel. Mutlu olacağız tamam mı çünkü yanımda sen varsın." Telefon konuşması aklına geldiğinde gözleri doldu Jeongguk'un, ona mutlu olacağını çünkü hep yanında kendisinin olacağını söylemişti. Kim Taehyung'un bunu hatırlıyor olması bile çok özeldi onun için. "Jeongguk." diye fısıldadı Kim Taehyung, parmakları elmacık kemiğinin üzerindeki yarayı okşuyordu. "Bir yara izi bile nasıl güzellik katabilir sana, aklım almıyor." Dudaklarını yara izine değdirdi, Jeongguk kalp atışlarını kontrol edemiyordu. Kim Taehyung geri çekilse de yüzü çok yakındı. Otobüs gelmiş, insanlar biniyordu. Jeongguk yutkunmayı denedi, onun yüzüne bu kadar yakından bakıyor olmak kendini kaybetmesine sebep oluyordu.

Kim Taehyung yaklaştı, dudakları birbirini bulurken ikisinin de gözleri kapandı. Jeongguk bir yere tutunma ihtiyacıyla büyüğünün kabanına sardı parmaklarını. Dudakları hareket etmiyor, birbirinde dinleniyordu. Jeongguk bir adım atarak yaklaştı, Kim Taehyung dudaklarını aralayarak onun alt dudağını yakaladı ve usulca öptü. Jeongguk'un bir gözünden yaş süzülerek Kim Taehyung'un tenini okşayan parmağına aktı. Dudaklarını ayırdı, minik bir dokunuş daha bıraktı. Jeongguk kapalı gözleriyle, kahverengi kabanı sıkıca tutmuş parmaklarıyla duruyordu hâlâ. Anın gerçekliğine inanamıyordu, gözlerini açsa Kim Taehyung kaybolacaktı sanki. "Güzel bebeğim, otobüs kalkacak." dedi Kim Taehyung, gözlerini açtı ve onun gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Hislerini anlatacak kelimeleri koydu. Ellerini kabandan çekerek sıkı bir şekilde sarıldı karşısındaki adama. "Seni seviyorum, hyung." dedi Jeongguk, sesi çatallı çıkıyordu.

"Seni çok seviyorum."

-

3500 kelime yazmışım,
rekor diyebilir miyiz?


Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 230 5
Sanırım hemşirelerin sabah söyledikleri şeylerde haklılık payları olabilirdi. O gerçekten de farklı mıydı? 𖤐 Minific 𖤐24.03.22 <3
865K 81.9K 33
what happens in vegas stays in vegas
228K 21.9K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
338K 39.7K 29
onlar senin bir tanrı gibi yürüdüğünü biliyorlar, seni güçsüz kıldığıma inanamıyorlar