Ruhsal güçlen geliştirme tekniklerinin gündeme getirilmesi sizleri "süpermen" yapmak
için değil, insanın kendi sırlarını keşfederek gerçeklere ulaşmasına yardımcı olabilmek içindir.
Temel amaç budur...
Ele alacağımız konuları dikkatle takip eder ve "değişimin ihtiyacını" gerçekten içinizde hissederek bu çalışmaları sürdürürseniz; farklı bir dünyanın kapılarının önünüzde aralanmaya
başladığını göreceksiniz...
Bu yolda, şimdiye kadar hiç olmadık bir şekilde kendinizle başbaşa kalacak ve dışarıdan
hiç bir şeyi kendinize ilave etmeden, sadece kendi sırlarınızı keşfetmenin doğallığını yaşayacaksınız...
Ortaya çıkartacağınız tüm sırların sizin içinizde gizli olduğunu unutmayın...
Evet...
Her şey sizde gizli...
Hatta aradığınız: Tanrı: bile...
Bu yolda, sizde varolan "potansiyel gücünüz" ve asıl kökeniniz hakkında çok önemli
ipuçlarını yakalayabilmeniz de mümkün olabilecektir... Ama unutmayın: Bütün bunlar kendiliğinden gelmez...
Özel bir çaba ve gayret göstermeniz gerekecektir. Kısacası kendinizi
bazı yönlerinizle yeniden tanıyacak, kendinizi yeniden keşfedeceksiniz...
Tüm "Ezoterik Öğretilerin asıl çalışma konusu olan. insanın "kendini tanıması", bu
yolda objektif bir bilgiye ulaşması çok çaba ve çalışma isteyen, zahmetli bir iştir... Bu başlı
başına ayrı ayrı bir çalışma konusudur. Tamamen ruhsal olgunluğu ve ruhsal gelişimi hedefleyen
bu çalışma alanının belli bir bölümü ruhsal güçlerin tanınmasına ve geliştirilmesine
ayrılmıştır.
Ruhsal güçleri geliştirme çalışmaları, insanın kendini tanıma ve kendi sırlarını
keşfetme çalışmalarının sadece küçük bir bölümünü oluşturur. İşte bu yüzden sadece psişik
yeteneklerin gelişmiş olması, insanın ruhsal olgunluğa ulaşabilmesine yetmemektedir. Fakat
kendini tanıma çalışmalarında, ruhsal güçlerin geliştirilmesinin çok önemli bir yeri vardır.
"Kendini bilmek" ya da "tanımak", insanın değişmesi zorunluluğunun doğal bir
uzantısıdır. Değişmek, uyanmak, şuurlanmak için; fazlalıkların terk edilmesi, içsel bir
mücadeleye girişmek ve özdeşleşmeyi meydana getiren bağımlılıklardan soyunmak şarttır.
Üstün çaba gösterilmeden, kendi üzerinde çalışmadan; değişmek, uyanmak, şuurlanmak
mümkün değildir. Bütün ezoterik çalışmaların, inisiyetik öğretilerin temeli bu nedenle "terk"e
dayanır...
İnsan, her yanı fazlalıklarla çevrili ve çeşitli putların isteklerini yerine getirmekte
olduğunu bilmeden hapisten kurtarılamaz. İnsan özgür olmadığını anlamazsa,
hapishaneden kurtulabilmesi de mümkün değildir. Özgür hale gelmek için, iç özgürlüğü elde
etmelidir. İnsanın uğrunda mücadele ederek kazanması gereken şey, işte bu özgürlüktür.
İnsanın iç özgürlüğü elde etme yoluna girmesi "terk etme"ye hazır hale gelmesine
bağlıdır. Herhangi bir şeyi kaybetmekten korkmayan, kaybedilecek bir şeyi olmadığının
şuuruna varan kimse, bu şekilde her şeyi kazanır.
Bu söz... Yani "insanın kendini tanıması" meselesi, belki ilk başta bize biraz garip gelebilir... "Ne demek yani, şimdi ben kendimi tanımıyor muyum..." diye düşünebiliriz.
Çünkü kendimiz hakkında yeterli fikre sahip olduğumuzu düşünürüz. Oysa ki çoğunlukla,
kendi varlığımızın kökeni ve özellikleri hakkında yeterli bilgiye ve yeterli anlayışa sahip
olmadan yaşamımızı sürdürürüz. Bunların içinde sahip olduğumuz, ancak çoğunlukla farkında
bile olmadığımız ruhsal yeteneklerimiz, yani "Duyular Dışı Algılamalarımız da vardır.
Böyle olunca da, kendi varlığımızın iç potansiyelini, iç gücünü çoğunlukla kullanmadan
kısıtlı imkanlarla yaşamaya kendimizi mahkum ederiz...
Ve yaşamımızın büyük bir bölümü
böyle geçer... İçimizdeki mevcut potansiyel güçten habersiz kendimizi son derece hür ve
özgür zannederek; aslında tam bir hapishane yaşantısı sürdürürüz... Hapiste olduğumuzu
farketmediğimiz için de, hapisten kurtulmak için hiçbir çaba sarfetmeyiz... İnsanın mevcut
iç potansiyel gücünü kullanmadığı bu dünya yaşamında özgür olamadığını, çok kısıtlı
imkanlarla yaşadığını farkeden toplumlar, çok eski çağlardan beri bu yolda önemli çalışmalar
içine girmişlerdir.
Dinlerin, felsefelerin, doğu ve batı ezoterik çalışmaların, mitolojilerin; ortaklaşa amacı
çok eski çağlardan beri tek bir noktada: "Kendini Bilmek"de yoğunlaşmıştır...
"Kendini
bilmeyen varoluşun sırlarını da bilemez" ya da "kendini bilmeyen Rabbi'ni de bilemez"
sözleriyle de bu konu dile getirilmeye çalışılmıştır.
Uzunn yıllardır konunun önemini farkeden kadim toplumlar özel çalışmalar yaparak; o
özel çalışmalara katılanlara önce bu konuyla ilgili bilgiler aktarmışlar ve daha sonra da bu
bilgiler ışığında insanların kendi iç enerjilerini kullanabilmelerini sağlamaya çalışmışlardı ki,
bunun da adına "inisiyatik çalışmalar" adı verilmiştir.
Bu çalışmalara örnek olarak Eski Mısır'daki özel eğitimleri ve Sufi Ekolleri'ni gösterebiliriz.
Mısır merkez olmak üzere, dünyanın dört bir yanında çok uzun yıllar önce yürütülen bu
çalışmalar belli bir süre sonra unutulmaya, gerçek mahiyetinden uzaklaşmaya hatta dejenere olmaya başladı. Ve içle uğraşılırken, dışla uğraşılmaya, şekilciliğe dönüşmeye başlayınca
eğitimin etkinliği de kaybolup gitti... Bir zamanlar gürül gürül akan bir şelaleyken, belli bir süre sonra, durgun su birikintilerine dönüştü...
Sonra ne oldu?
Ne olduğu aslında tüm açıklığıyla ortada...
Belli bir süre insanlık, içinde insanlığın kalmadığı bir insanlık tablosu çizme gayreti içinde
yaşamını sürdürmeye çalıştı... Fakat bir şeylerin eksikliği her zaman için hissedildi...
Son 10 yıldır dünya üzerinde bu konuda çok önemli çalışmalar başlatıldı. "New Age (Yeni Çağ) Eğitimi" adı altında açılan kurslarda, insanın kendisini keşfedebilmesi ve yaşam
içinde daha güçlü daha etkin olabilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmaya başlandı. Bu kurslara
özellikle ilk başta büyük şirketler ilgi gösterdiler.
Yurt dışındaki birçok büyük şirket, üst düzey
yöneticilerini bu seminerlere gönderdi. Çok yüksek ücretlerle açılan bu seminerlere ilk katılan
şirketler arasında: Uluslararası Hisse Senedi Borsası, Amerikan Express, Olivetti, Shell, IBM
ve Machintosh gibi büyük şirketlerin ilk sırayı aldıkları görüldü. Hatta İngiltere'de Savunma
Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu Bürosu bile bu seminerlere katılanlar arasındaydı. Bu kursların
tek bir amacı vardı: Katılanları kendilerini keşfetme yolculuğuna çıkartmak...
"Geleceğe e Uyum Sağlama Seminerleri" de denilen bu özel kurslarda insanın iç
potansiyel gücünün ortaya çıkartılması için çalışılırken aynı zamanda insanın duyular
dışı algılamalarından ve özellikle de sezgilerinden nasıl daha etkin bir şekilde
yararlanabileceği, konsantrasyonunun nasıl geliştirebileceği gibi metotlar da
öğretilmekteydi...
Sorunu ortaya koymadan, sorunun çözülmesi çok zordur.
Gelin şimdi sorunu maddeler
halinde bir gözden geçirelim:
Duygularının esiridir.
Kalıplar içinde sıkışıp kalmıştır.
Gurur ve kibir içindedir.
Dünya ile özdeşleşmiştir.
Gerçek bilgiden uzak, sadece kulaktan dolma bazı bilgileri ve terk edemedikleri için kendisine sürekli olarak engel
olmaktadır.
Bireysellik içindedir. Dilinden "ben" sözcüğü düşmemektedir.
Aç gözlüdür.
İç güdüsel yaşar.
Kendini ve kendi çıkarlarına hizmet edenleri sever.
Suni olarak yarattığı bir sürü kalıplar içine kendini sıkıştırmıştır.
Ruhsal Güçleri'nden yararlanamamakta, buna bağlı olarak ileri görüşlülüğü
kısıtlanmakta ve sezgileri körlenmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da, yeniliklere
oldukça zor uyum sağlayabilmektedir.
Bu bilgisizlik çemberi bir başka sorunu daha beraberinde getirmiştir:
Dünyada yaşamın gayesi nedir?
Ben kimim?
Nereden gelip nereye gidiyoruz?
Yaşam bir takım basit rastlantıların bir araya gelmesinden mi ibarettir?...
Yaşam ve yaşamın
sonuyla ilgili bilgiler, insanlık için bir "sır perdesi" altında kendisini gizlemiş durumdadır...
Hayat gayesi adını verdiğimiz bu yaşam çarkına kendimizi öyle bir kaptırıp gidiyoruz ki;
bu hengamede, sözünü ettiğimiz sorular, çoğu zaman aklımızın ucundan bile geçmiyor. Arada
sırada bu soruları kendimize sorduğumuzda ise. tam bir cevap bulamıyoruz. Bulamayınca da
ister islemez, sırtımızı bu sorulara dönüp, o tatlı uykumuza devam ediyoruz...
Tüm bunların sonucu olarak, bir süre yapay ihtiyaçlarla ve
maddenin bizi cezbetme aracı olan arzular içine kendimizi adeta hapsederek, yaşamaya
gayret ediyoruz...
Nefes alarak ve yemek yiyerek...
Bunun da adına yaşam denilebiliyorsa
eğer...
İNSANIN İLK
UNUTTUĞU BİLGİ: KENDİSİNİN KÖKENİ OLMUŞTUR