Gölge Kızın Büyüsü

By careuzay

48.5K 7.7K 6.8K

Nur Ayaz'ın hikayesi pek çok açıdan normaldi. Ta ki işin içine birden fazla seçenek girene kadar. Bu interak... More

oğlanın kızı gördüğü bölüm
1- Pilot bölüm
NOT; yazarın interaktif hakkında konuştuğu bölüm
2- gönüllülük projelerinin olduğu bölüm
3A
3B
4- voleybol maçının olduğu bölüm
5A
5B
6- lise son ve aile
7- Norveç uçuşunun olduğu bölüm
8A
8B
9- Amsterdam, Schiphol Havalimanı aktarmasının olduğu bölüm
10A
10B
11 - Oslo'da yeni bir dönem
12 - Norveç Denizi
13A
13B
14 - kalpleri yumuşatan şey
15 - Kalbin yönetimi ele geçirmesi üzerine
16 - bir şeylerle baş etmek üzerine
17A
17B
17C
18 - içimde yuva kuran kurtlar
19 - ikiye ayrılan bir hayat
20A
20+A
20B
21 - böğürtlenli bir öpücük
22 - esas kızın her şeyi batırdığı bölüm
23 - benim bağımsız bir kalbim var
24 - Ulu Bulut anlatıyor
25 - kediler, kitaplar ve sırlar
26 - İlk aşık olan kaybeder
27 - zombi gecesinin olduğu bölüm
29A
30 - Geleceği Çöl Olan İnsanlar
31 - Aşılacak Duvarlar
32 - Seni Seviyorum ve Korkuyorum
33 - Ökse Otu Altında
34 - Norveç macerasının sonu
35A
35B
36 - Mücadelem Hayatta Kalmak

28 - Bir Kalbin Varoluşsal Sancısı

879 135 170
By careuzay

"Neden benim gibi yapmayı öğrenmiyorsun?"

"Sen ne yapıyorsun ki?"

"Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum..."

Şeker Portakalı

☁️☁️☁️

Uzanıp barakanın kapısını açtım.

Bir grup zombinin yüzü bana döndü ve etrafta kırmızı toza bulanmış insanlar gördüm. Beynim bunun tuzak olduğuna dair bir yankı uyandı. TUZAK. Hayır, eğer bu gerçeklik olsaydı fena boka batmış, buradan sağ çıkmam da imkansız olurdu. Muhtemelen kale düşmüş, oyunu düşman kazanmıştı. Anlıyordum. Bunları anlayacak kadar bilgisayar oyunlarına aşinaydım. Ama... Batuhan biliyor muydu? Beni buraya bilerek mi yönlendirmişti?

Biri bileğimi tuttu ve beni de peşinden sürükleyerek koşturmaya başladı. Anında peşimize düşmüşlerdi. Bileğimi saran koca elin sahibiyse Batuhan'dı.

"Batuhan? Bilerek yaptın değil mi? Beni içlerine bilerek gönderdin!"

"NE? Hayır! Adamlar ben aşağıdayken yapmış ne yapmışsa. Ben böyle bir şey yapmam. Nur! Az daha hızlı koşamaz mısın?"

"Hayır! Kolum kopacak şimdi."

Peşimizden resmen uluyan bir sürü geliyordu. "Birkaç dakika sonra oyun bitecek." Dedi. "Dayanmalısın. Kazanmalısın."

"Bırak beni! Ayağına yükleniyorsun bak! Dikkat etsene!"

"Koş kızım koş!"

Koşuyordum zaten. Ciğerlerimde kor varmış gibi bir ağrı vardı. Daha fazla dayanamayacaktım, hissediyordum. Birden elimi bıraktı ve bir grup insan etrafımı sardı. Maya'yı seçtim. Elimi tuttu. Diğer tarafta Çağrı da vardı. Batuhan artık ortalıkta yoktu. Zombiler etrafımızı sardı ama beni ele geçirmek için diğerlerini aşmaları gerekiyordu. O anda sonunda oyunun bittiğini ifade eden siten sesini duyduk. Bitti. Bitmişti. Titreyen dizlerimde derman kalmazken üzerine çöktüm. Maya gülerek bana sarıldı ve bir şeyler dedi ama duymadım. Yere uzanıp tüm gürültünün içinde gümbürdeyen kalbimin uğultusu kulaklarıma sert bir basınç uygularken göğe baktım. Yıldızlı göğe baktım. Yaşadığım bu şey... acayip iyi hissettiriyordu.

Oyun sonrası eğlence devam ettiğinde kendimi karışık bir grubun içinde methedilen olarak buldum. Panzehir olarak iyi dayanmış, savaşmıştım. Gecenin en başından beri her şey tuhaf olduğundan kalanını da o tuhaflık ile bitiyorduk. Ulu ve diğerleri yanımıza geldiğinde Çağrı beni kayda almış, konuşturmaya çalışmıştı. Ona bu işin sırrının Nuh Tufan olduğunu söyledim. Bu videoyu yayınladığında abime göndermek için heyecanlandım. Ulu yanıma geldiğinde gözlerinde bana karşı kabaran bir şey vardı. Bekle... yoksa... yoksa benimle gurur mu duyuyorsun? Biliyor musun? Ben de kendimle gurur duyuyorum.

"İyi dayandım değil mi?" Diye sordum. Gülümsemeden edemiyordum. Bu oyunun sonucunun bana böyle hissettirmesini beklemiyordum.

Bana şefkatli bakışlarının arasında gülümseyerek bakıyordu. Eğilip yanağını yanağıma yasladı, dudakları kulağımın üzerinde durdu. "Işıl ışılsın." Dedi. "İsminin anlamı gibi parlayan bir ışığın var. Tüm varoluşunla oradasın."

Kalbim büyürken karnımın içindeki kelebekler vadisi çiçek açtı. Geri çekilip gözlerini görmek istedim ama yapmadım. Gözlerinde göreceklerim beni aşardı. Utanarak başımı eğdim ve alnımı omzuna yasladım. Ah Ulu Bulut... 

Gecenin sonunda yorgunluktan pestilim çıkmış olsa da banyo yapmak istiyordum. Terli ve toz toprak içindeydim. Ama bitmeyecek bir duş sırası vardı.

Teklifi Maya yaptı. "Göle inelim." Dedi.

İrem istemeyerek kabul etti ama en kötü durumda oydu. Çünkü toz boya içindeydi. Eşyalarımızı ayarlayıp göle indik. Bizim gibi düşünen birkaç kişi daha göldeydi. Bu sefer iskeleye hiç gitmedik. İki ağacın arasında yer bulduk. İç çamaşırlarımızla kaldık. Su bu sefer çok daha soğuktu ve girmek hiç kolay olmamışken kıkırtılarımıza ani çığlıklarımız ekleniyordu.

Maya çenesi titrerken "Hipotermi geçirmemiz için bu yeterli." Dediğinde gülmüştük ama haklıydı. Çok kalamazdık. O yüzden bedenlerimizi ve saçlarımızı olabildiğince yıkadık. Gecenin hararetimi bilmiyorum suya alıştığımızda içinden çıkmak zor geliyordu. Burası karanlıktı ama ay ışığı bunu telafi ediyordu. Suyun içinde oynattığım ellerime baktım. Şu gece baştan sona hayatımda bir tekrarı olmayacak bir anıydı.

"Soyunalım mı?"

Kafamı kaldırıp Maya'ya baktım. Anlam veremediğim için şaşkındım. "Ne?" Dedim. "Yeteri kadar çıplak değil miyiz?"

"Öyleyiz de. Bir daha ay ışığında çıplak yüzebilir misin, Nur? Allah aşkına söyler misin? Hem de Norveç'te! Soyunun hadi!"

İrem'e bakarak "Hala Bella ve Edward'ın malum sahnesinde." Dedim. "Atlatamıyor o kısmı."

İrem güldü.

Maya bana su serpiştirdi. "Alakası yok." İrem'e döndü. "Şu üzerindeki tişört olmasa..." dedi kıza. "Bir denesen belki yaralarından dolayı çekincen kalmayacak ki sen her halinle güzelsin."

Bir şey demeden İrem'e baktım. Bocaladığını gördüm. "Biz seni yargılamayız." Dedim. "Ama tabi ki soyunmamız şart değil."

Maya bana dil çıkardı.

İrem "Biliyorum, Nur. Asla öyle düşünmem. Siz ikiniz hayatım boyunca beklediğim arkadaşlarımmışsınız gibi zaten." Dedi. "Ve tüm bu beklemeye değdi..."

"Yaa!" Diyerek Maya ikimizde kollarını açtığında ona doğru gidip sarıldık. "İyi arkadaşa denk gelmek zordur ama biz şanslıyız kızlar." Dedi Maya. "Japon bir atasözü der ki; 友達がそばにいても、長すぎる道はありません。(Tomodachi ga soba ni ite mo, naga sugiru michi wa arimasen.) Yanınızda bir arkadaş varsa, hiçbir yol uzun değildir. Bu yolu siz ikiniz güzelleştirdiniz."

Su hala soğuk ama içim sıcacık. Yanınızda bir arkadaş varsa, hiçbir yol uzun değildir. Ne kadar güzel bir söz ve İrem bizim için güzel şeyler söylüyor. İçim sıcacık, su hiç soğuk değil.

"Şimdi soyunun bakalım..." Diyerek Maya sütyenimin arkasını açtığında onu itmeye çalıştım.

"Aptal! Neden yaptın bunu? Kapat şunu." Kollarımı geriye attım ama zaten normalde de zorlandığımdan suyun içinde beceremedim. "Maya lütfen!"

"Hayır." Hiç durmadı ve kendi üzerini de çıkardı. Ama baya çıkardı yani. Göğüsleri suyun altında kalırken karanlık olduğu için görünmüyordu ki Maya da çenesine kadar suyun altındaydı.

"Maya sen manyaksın." Dedim. İrem'e döndüm. "Bu çoçukken de böyleydi."

"Hadi işte. Üstler çıksın bari. Verin kenara koyup geleyim." Dedi. "Aşırı iyi hissettiriyor."

İrem ile bakıştık. Pek cayacak gibi bir ifadesi yoktu. Ofladım. "Sana bir müddet anime izlemek yasak, Maya!" Dedim.

"Hah, kanımdaki japonluğu da enjektör ile çek." Dediğinde gülmedim ama kollarımdan sıyırdığım sütyenimi ona verdim. Ellerim direk göğüslerimi örtmek için yukarı giderken İrem üzerindeki tişörtü ve sütyeni çıkarıp Maya'ya verdi. Maya hızla bizden uzaklaştı.

"Çok tuhaf." Dedi İrem. "Sütyenden ziyade tişörtsüz kalmak beni daha tuhaf hissettirdi."

"İyisin yani?"

İrem kocaman sırıttı. "İyiden de iyi." Dedi. Kollarını kaldırıp oradaki izlere baktı. Sonra bana gösterdi. Aslında dikkatli bakmadıkça belli olmuyordu. Orada ölü gibi duran birkaç soluk çizgi duruyordu. Her birinin bambaşka bir hikayesi ve acısı vardı. Gülümsedim. Kıvırcık saçları suyun etkisiyle dümdüz olmuştu İrem'in. Bana bakarken utangaç bir ifadesi vardı.

"Çok güzelsin." Diye mırıldandığımda kıkırdadı.

Maya geri dönerken ona bakmamamızı söylemişti ama özellikle gözümü ona diktim ve o suya geri geri girmek zorunda kaldı. Simsiyah saçları beline kadar geliyordu ve vücuduna adeta yapışmıştı. Bir an bu görüntüyü fotoğraflamak istedim.

"Az değilsin Nur." Dedi suya girip bize dönerken. "Sen de istedin de çaktırmıyorsun değil mi?"

Kahkaha attım. "Ne sandın aptal." Diyerek dalga geçtim.

Kıkır kıkır gülerek suda yüzmeye başladı. Hoşuna gittiğini her seferinde dile getirirken ben de ellerimi üzerimden çekmiştim. Pek birbirimize yaklaşmadan anın ve yaptığımız çılgınlığın tadını çıkardık. Kötü değildi. Ama alışık olmamanın verdiği bir ağırlık vardı. Birkaç kez suya daldım. Derine indikçe aşağıda yatan soğukluk bedenimi sardı. Soluk soluğa yüzeye döndüm.

"Şarkı söyleyelim hadi!" Dedi Maya. "Nur hadi!"

İrem bana baktı. "Bir şey mi içti bu kız?"

Güldüm. "Anın heyecanı onu sarhoş etmiş olmalı." Dedim. "Aslında doğal hali bu."

"Hayır, sarhoş değilim tabi ki." Dedi Maya. "Mutlu hissediyorum, iyi hissediyorum. Yaşıyor hissediyorum. 17 yaşındayım!"

Maya bana yaklaştığında elimi tuttu. İrem de bizi doğru geldi. Maya'nın her sözü İrem'i şaşırtırken ben arkadaşıma gururla bakıyordum. Bu onun aslında izlediğimiz bir filmden ya da okuduğumuz bir kitaptan sonraki verdiği tepkiler kadar doğaldı. Heyecanlı, umutlu, olumlu.... Maya böyleydi.

"Hiçbir insanın, kadın ya da erkeğin beni üzmesine izin vermeyeceğim artık." Dedi Maya. "Sizi de üzmelerine izin vermeyeceğim." İrem'e baktı. "Kesmeyeceksin kendini. Seveceksin ne olursa olsun, artık o çiziklerin arkasında aramayacaksın çözümü." Dediğinde İrem ağlıyordu. "Ağla. Rahatla." Dedi. Birden ikisi sarıldı.

Sahne beni de duygusallaştırmıştı ama birinin onlara hala suda ve çıplak olduklarını söylemesi lazımdı. Allah'ım. Maya bana döndü.

"Nur Ayaz. Sen! Sen! Gölgenden sıyrıl ve parla. Artık farkına var. Mükemmelsin. Sen annen değilsin, Nur. Baban değilsin. Nuh ya da Nil olmak zorunda değilsin. Onların seni sevmesinden önce sen en çok kendini sevmelisin. Çocukluğunu sev, Nur. Ben o zamanları çok severim bilirsin. Seninle çocuk olanı sev. Kalbini kıranı değil, dokunanı sev. Ama en çok aynadaki yansımanı sev. Gülümse. Çünkü gülümsediğinde parlıyorsun."

"Maya!" Bu kızın böyle konuşması suçtu işte. Neden ağlıyorum ki? Aptal mıyım? "Seni çok seviyorum." Derken kollarımı boynuna sardım. "Seni çok seviyorum. Her şeyinle bir bütün olarak mükemmel ve güzelsin. Benim... benim en güçlü yanımsın. Canım arkadaşımsın."

"Biliyorum." Dediğinde kıkırdadım. Dikkatlice ondan ayrıldım. Bir an hiç konuşmadık. Suyun buğulu sesini, uzaktan gelen insan seslerini ve cırcır böceklerinin ötüşünü dinleyerek sustuk. Maya şarkı mırıldanmaya başladığında ona ne ara eşlik etmeye başladık bilmiyorum ama bir noktadan sonra bağırarak şarkı söylüyorduk.

"I don't relate to you I don't relate to you, no 'Cause I'd never treat me this shitty You made me hate this city. And I don't talk shit about you on the internet Never told anyone anything bad 'Cause that shit's embarrassing, you were my everything And all that you did was make me fuckin' sad..." (Billie Eilish - Happier than Ever)

"We broke up a month ago Your friends are mine, you know, I know you've moved on,foundsomeone new One moregirl who brings out the betterin you And I thought my heart was detatched From all thesesunlightofour past But she'sso sweet, she'sso pretty Does she mean you forgot about me? Oh, I hope you're happy But not like how you were with meI'm selfish, I know, I can't let you go So find someone great, but don't find no one betterI hope you're happy, but don't be happier..."  (Olivia Rodrigo - Happier)

Bir erkek sesi bizi "Maya!" Diye bağırarak böldü.

Üçümüzde ürkerek suya gömülürken gizlendik. "Kim ki?" Diye sorduğumda başka bir ses "Nur!" Diye bağırdı. Yakından gelmişti ses. "Neredeler?" Diye devam etti.

"Ses kesildi. Şuradan gidelim."

Maya ile göz göze geldik. Ben "Ulu." Derken Maya "Şafak." Dedi.

Bocalama yaşayarak sudan çıkmaya çalışıyorduk. Onlar gelmeden en azından havlularımıza sarılsak... belki biraz daha şanslı olsak...

"Buldum sizi!"

Şanslı olamadık.

Ulu ve Şafak görüş alanımıza girdiklerinde kızlarla birbirimize yaklaşmış ve çenemize kadar suyun içine batmıştık. Bu kısımda çakıl taşları vardı ve ayaklarıma batarak aşırı derecede rahatsız ediyordu. Şafak ve Ulu yan yana dururken doğruca bize bakıyorlardı. Karanlık olduğundan bir şey gördüklerini sanmıyordum ama kendimi iyice sarmıştım. Ulu'nun bakışları düz ve sabit bir şekilde gözlerimdeydi.

"Ne yapıyorsunuz kızım? Sizi arıyoruz sabahtan beri. Odalara geçildi. Tuğba hoca sizin eksik olduğunuzu söyledi. Kaçtınız mı kız?"

Maya "Şafak tamam. Hadi gidin siz. Çıkalım biz de." Dedi.

Çocukların ikisinin de saçları nemli duruyordu ve üzerlerinde uzun kollu kıyafetler vardı. "Çıkın tabi." Dedi Şafak. "Hava daha da serinledi. Hasta olursunuz bak."

Çıkmadık. Allah'ım onlar gitmeden çıkamazdık. İrem ile göz göze geldim. Başını iki yana salladı. Bu unutulmaz anılara ekleniyordu.

"Siz gidince çıkacağız." Dedim. "Biz biraz... biz biraz ıslandık."

"Ne?" Şafak öne bir adım daha atıp "Siz niye o kadar yakınsınız? Ne oluyor?" Diye sorarken hemen ayaklarının altında duran eşyalarımızı gördü. Sütyenler. "Hayır." Dedi gözleri bize dönüp irileşirken. Güldü. "Hayır! Bunu yapmış olamazsınız! Bunu bize yapmış olamazsınız!" Ulu'nun koluna dokundu. "Ulu, Ulu bana bir şeyler oluyor, Ulu!"

Başından beri sessiz kalan Ulu Bulut Ateşok detayları fark ederek yüzüme baktı. Yemin ediyorum karanlıktı ama çocuk anbean kızarıyordu. Yutkunuşu sertti. Dudakları aralandı ve yuh der gibi bir şey oldu.

"Ne be?! Bir şey yaptığımız yok zaten!" Dedi Maya. "Siz üstsüz yüzüyorsunuz. Bizim neyimiz eksik?"

"Kızım işte eksik değil!" Dedi Şafak. "Ulu, Ulu bak bana fena şeyler oluyor. Bu bir rüya mı?"

"Rüyanda Nur'un ne işi var?"

"Ne bileyim lan? Yoksa aynı rüyanın içinde miyiz? Senin rüyanda Maya'nın ne işi var? Ha, siktir oğlum. Bu ne biçim rüya? Benim bilinç altım bu kadar kirli olamaz. Sen de soyunacak mısın şimdi?" Şafak gözlerini kapattı. "Yapma! Dayanamam!" Dedi.

Ulu onu sarsıp duran Şafak'ın elinden tutarken "Bu bir rüya değil." Dedi. "Sakin ol manyak. Gidelim hadi."

"Gitmek mi?"

"Gitmek tabi aptal." Dedi Maya. "Gidin de çıkalım işte. Donuyoruz burada."

"Niye ya? Kalalım." Dedi Şafak. Artık çok pis sırıtıyordu. "Hatta biz de mi gelsek?"

"Adamın kafa gitti." Diye homurdanarak Şafak'ı çekti Ulu. "Hadisene lan!" Resmen sürüklüyordu Şafak'ı. O sırada Çağrı da köşedeki ağacı dönerek gözüktü. Elinde de kayıt alan bir kamera vardı.

"Sizi buldum." Dedi. "Ne ara kayboldunuz lan?"

"İyi, iyi." Dedi Şafak. "Burası çok sıcak olmadı mı? Biz de girelim mi suya?"

"Ne diyorsun lan sen? Hava nasıl soğudu? Suya mi girilir bu saatte?" Bizi fark etti Çağrı. "Selam kız- sütyen mi o?"

Ulu sabır dilenerek Çağrı'yı da girdiği transtan kurtarmaya çalışarak itekledi. "Düşün lan önüme. Çıkın işte." Diyordu. "Kime diyorum? Mal Şafak yürüsene!"

Zor oldu ama uzaklaştılar.

"Bir an hiç gitmeyecekler sandım." Dedi İrem.

"Ben de. Gittikler mi ki?" Diye sordum. "Bir yere gizlenmiş olmasınlar."

"O kadar piç değillerdir." Dedi Maya. "Ulu onları döverek uzaklaştırır. Ama bu etraf tamamen temiz demek değil. Başkası da olabilir. O yüzden dikkatli oluyoruz."

"Maya ya! Hep senin yüzünden!" Dediğimde hak verdi bana.

"Hadi hızlı." Dedi İrem.

Sonrasında hem sessiz hem de hızlı olmaya çalışarak çıktık sudan. Hemen havlularımıza sarıldık. Kuru kıyafetlerimizi de yanımıza alarak odalarımıza doğru yürümeye başladık. Daha çok üşüdük ama kimseye daha fazla malzeme vermeden odalarımıza ulaştık. Odaya girdiğimde Duygu'nun yatağı yerden telefonu ile oynadığı gördüm. Diğer iki kız uyuyordu sanırım. Kendi tarafımdaki gece lambasını açıp dolabıma geçtim. Keşke Duygu da uyuyor olsaydı. Böyle üzerimi giyinmek beni rahatsız ediyordu. Yine de başka çarem olmadığından hızlıca giyindim. Saçlarımı başka küçük bir havluya sarmışken Duygu'nun yattığı yerde doğrulup bana baktığını gördüm. Bir an bir şey diyecek gibi oldu ama susmaya devam ediyordu. Ben de ağzımı açmadım. Dağınıklığımı toplayıp telefonumu kontrol etmek için yatağıma çıkacağım sırada konuşarak beni durdurdu.

"Ondan sen hoşlanıyorsun." Dedi. "O da senden hoşlanıyor mu?"

Kimden bahsettiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Ama cevap vermedim. Vermek istemedim. Her şey karışıktı ve bu ona açıklamak istediğim bir konu değildi.

"Cevap ver bana. Tüm oyun boyunca seni aradı. Yakalandığında bile adını sayıkladı." Dedi Duygu. "Madem ondan hoşlanıyordun benim neden rezil olmama izin verdin?"

"Ben bir şey yapmadım." Dedim. "Sadece sizi tanıştırdım. Onunla tanışmak istedin diye."

Ayağa kalktı. "Bu yaptığın çok büyük bir hataydı aptal. Başında uyarımı alsaydım işlerin çirkinleşmesine inan izin vermezdim."

"Çirkinleşmek mi? Gerekiyor mu?"

Yüzümü sert bir ifade ile süzüyordu. "Başına böyle bir şey gelse kalbin acırdı ama şimdi sende yaprak oynamıyor." Dedi. "Tabi ki çirkinleşecek."

"Bak-"

"Bakmıyorum kızım! Hiçbir bakılacak yanı yok. İnsan gibi dursana ben hoşlanıyorum, önce ben gördüm desene. Korkak mısın? Neyin arkasına saklanıyorsun?"

"Bizim de aramızda bir şey yok." Dedim. Diğer kızlardan biri ses çıkarınca "Sessiz ol." Diye uyardım. "Hayır, anlamıyorum. Her hoşlandığınız insanın sizden hoşlanacağına dair bir kural mı var? Ya da illa ki birlikte olmanız şart mı? Benden bir ricada bulundun, her gün gelip hatırlattın. Ona söyledim ve tanıştınız işte. Hani gerisi sendeydi?"

"Çocuk senden öte gidemiyor, göremiyor hangi gerisi ben de olacaktı ya?!"

"Öyle değil."

"Öyle. Keşke bir başkası var deseydin. Keşke beni uzak tutsaydın."

"Demedim. Çünkü yoktu. O zaman bir şey bilmiyordum. Hala da bilmiyorum. Karışık!"

Duygu bir şey diyemeden az önce homurdanan kız "Kesin artık!" Diye bağırdı. "Dışarı çıkın."

Duygu ile bakıştık ki yatağına oturdu. Suratsız, aşırı kızgın görünüyordu. Ben ise ona ters bir bakış atıp odadan çıktım. Maya'nın kaldığı odaya usulca girip yatağına girdim.

"Şa- Nur! Sen misin? Aklımı başımdan aldın kızım. Ne oldu?"

"Burada yatabilir miyim?"

"Laf mı o da?" Kollarını bana sardı. "İyisin değil mi?"

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"Üşümüşsün. Isın." Dedi. "İyi geceler, Nur yüzlüm."

"İyi geceler."

Sinirden, akıl karışıklığından uyuyamam sanıyordum ama yorgunluktan bayılmıştım. Gözlerimi açtığımdaysa çok fena bir kas ağrısı yaşıyordum. Bacaklarım zonkluyordu. Herkes de benim kadar fena haldeydi. Kahvaltıya geç geçerken günü su kenarında bir şeyler okuyarak, yiyerek, oyun oynayarak geçirdik. Kampta günler olağan bir rutine dönüştü. Yeni şeyler deniyor, ormanı keşfediyorduk. Bu sırada ben hep kızların yanındaydım. Bilhassa Duygu benden uzak duruyordu. Batuhan'ın ise uzaktan hep göz hapsindeyim. Ulu Bulut ise her şeyin içindeydi. Ve ben kendi kara deliğimin içinde kaybolmuştum.


Kafamı biraz olsun boşaltmaya çalışırken kızlarla da her durumu ince ayrıntısıyla konuşuyorduk. Durumlar... durumlar... Duygu ile aramızda geçenlerden sonra konuşmuyorduk zaten. Kızlara anlattığımda İrem "Ona da yazık." Demişti. "Kız ümitlenmiş. Bir de senden istediği için ve senin ortadaki çocuğun aşkı olduğun için sana diş bilemesi şaşırtmadı."

"Aşk mı? Aşk değil ya. Hoşlanıyor sadece."

İrem bilmiş bir ifade ile burun kıvırdı sözlerime.

"Öyle de Nur'dan başkasını bulamamış o Duygu da." Dedi Maya. "Oluyor böyle şeyler. Canını sıkma, Nur yüzlüm. Büyüyünce unuturlar."

Kitabın dış yüzeyinde parmaklarımı geçirirken esen ılık rüzgarın taşıdığı taze toprak kokusunu içime çektim. "Kötü oldu." Dedim. "Tuhaf ve kötü."

Maya ağzına attığı meyveleri yerken "Bulurlar başkalarını." Dedi. "Siz de evlenip çocuk yaparsınız. Çok üzüldüysen isimlerini Batuş ile Duyguş koyarsın."

Yolduğum çimeni suratına attım. "Aptal." Dedim gülerek. Sonra evlenmek mi diye düşünerek ürperdim. Bir de bebek ha! Yok artık. Onlar her kararı bana bırakırken kararımı verdiğimi hissettim. Üzgündü bir yanım. Her şeyi bitiren aramızı belki de sonsuza kadar bozacak kararı verecek olandım. Ama bir ilişki içinde kendimi hiçbir zaman düşünmemiştim. Düşünemiyordum. En azından şu sıralar da. Ne Batuhan ne Ulu ne bir başkası. Düşündükçe karnım ağrıyor, zihnim bulanık bir çamura dönüşüyordu. Anlatsam anlamazlar gibiydi. Niye kendime bunu yapıyordum? Nil ve Nuh'a odaklansam belki o mutluluğu yakalardım. Ama ben babam ve annemin etik olmayan ilişkisinde kendimi aşka inandıramıyordum. Halbuki... halbuki bu benimle alakalı bile değildi. Onlar yaşadı ve bitti işte. Ben niye aşka küsüyorum? Niye? Aldatılırım diye mi korkuyorum? Belki ben aldatırım. Kanım da var ya. Ah, Nur. Öyle olacak diye bir şey yok ki... Bu hissiyat neyse gerçekten birilerine özel duygular hissetmeye başladığımda başını göstermişti. Bataklığımda sessizce yatan canavar doğru anı bekliyordu.

Sonunda tüm ışıkları söndürdüm ve karanlığa gömüldük.

Gönderilen: Ulu Bulut

Akşam yemeğinden sonra iskeleye gelir misin? (17:09)

Gönderen: Ulu Bulut

Gelirim. (17:34)

İskelenin ucuna oturmuşken üzerimdeki dizleri yırtık pantolondan sarkan ipi parmağıma doluyordum. Böyle yapmamalıydım. Şekli bozuluyor, kötü oluyordu. İç geçirerek kafamı kaldırıp lacivert göğe, ağaçlara ve suya baktım. Saatler geçmişti mesajımın üzerinden. Ben biraz erken gelmiştim, onu bekliyordum. Serin değildi ama acı yeşil renkli kapüşonlumu iyi ki de giymişim. Ay tam olarak dolunay değildi ama çok kısa bir ara kalmıştı dönüşümüne. Epey güçlü bir ışık yayıyordu etrafına. Yıldızlar şehir içinden daha çoktu ve çok net seçiliyordu. Güzel bir akşamdı. Kalbim bu kadar ağrımasaydı, daha da güzel olurdu.

"Gelmişsin." Diyerek yanıma oturdu Ulu. Kot ve siyah bir sweat giymişti üzerine. "Sana bakındım ama göremedim."

"Biraz erken bitirdim yemeğimi." Dedim.

"Ne yiyorsun ki?" Diye sordu. "Her şey glutenli."

Güle yazdı dudaklarım. Ayrıntıyı kaçırmadığı için Ulu Ateşok hanesine bir puan daha alıyor. Ama bunun bir önemi yok değil mi Nur? "Meyve ve yulaf yiyorum." Dedim. "Eh, aç kalıp ölmemek için biraz gluten almaktan zarar gelmez."

"Dikkat et."

"Ediyorum."

"Çok et."

Kafamı kaldırıp baktım ona. Bana bakıyordu ki gözlerimi anında kaçırıp önüme döndüm. Pekala, pekala, pekala... bugün de bitecek Nur.

"Bu arada bunlar sana." Diyerek küçük küçük birkaç çiçek verdi elime. "Güzel havaya aldanıp açmışlar sanırım." Dedi Ulu.

Gülümseyerek aldım. "Teşekkür ederim."

"Ee, ne var ne yok? Pek bir araya gelemedik. Nasılsın?"

Sorusunu cevapsız bıraktım. "Seni niye çağırdım biliyor musun?" Diye sordum. "Hislerine karşılığım var ama bir cevabım yok. Bunu fark ettim ben." Konuşmasına fırsat vermedim. "Çünkü yapamam... kendimi bu konuda zayıf hissediyorum... çünkü... bahsetsem bile sana bir bahane gibi gelecek ama cidden ağırlığı altında kaldığım bir şey var... bundan ilk defa bu ölçüde etkilendiğimi yeni fark ediyorum ve bu beni korkuttu. Hiç fark etmemişim ama hayatımı yöneten bir travmam varmış..."

"Nur... neden bahsediyorsun?"

"Biliyorum, biliyorum bir şey teklif ettiğin yok ama ben netlik istiyorum." Göz göze geldik ve o hiçbir şey diyemedi. Bakışlarımı ellerime indirdim. "İzin ver sana bir şey anlatayım." Dedim. "Seni ilk kez gördüğümde dokuzuncu sınıfın ilk günüydü." Duydum. Soluğu kesildi. Gülerek devam ettim. "Baya olmuş değil mi? O zaman daha servise yazılmamıştım ve evin önünden 16B direk bizim okula gidiyordu. Sen bizim evden dört durak sonra bindin. İçeri girdiğin anda gözlerimi uzun bir müddet senden alamadım. Saçların... çok güzeldi. Bence aşırı havalıydın. Dik duruyordun. Bir şey dinliyor, ayağınla tempo tutuyordun. Boya olduğunu düşündüm. Nereye gidiyor diye merak ettim. Okula olamazdı değil mi? Hamile bir kadına yer verip benim oturduğum kısımda ayakta durmaya başladığında üzerindeki lokusun önünde bizim okulun amblemini görünce çok şaşırdım. Sonra aynı durakta indik. Okula sen önden ben arkandan girdim. Aslında seni takip ettim. Kaybolmaktan korkmuştum. Dokuzlar bir yer de toplanmıştı ve ben yalnız olduğum için öylece duruyordum. Maya'nın kaydında bir sorun olduğu için iki gün geç başlamıştı okula. Yalnız kalmıştım yani. Yine seni buldum. Tüm o kalabalığın içinde seni gördüm. Parlıyordun zaten. Kızıl saçlı bir çocukla konuşuyordun ve o zamanlar onun Şafak olduğunu bilmiyordum. Ne güzel arkadaşın vardı. Benim yoktu. Tüm bakışların üzerinde olması umurunda değildi ve gülüyordun. Aynı yaştaydık. Belki aynı sınıfta olurduk. Öyle olmadı ama o gün seni her gördüğümde ilk günün kaygısı hafifledi biliyor musun. O günden sonra seni uzaktan izlemek için bile bir sebebim vardı." Sözlerime ara verirken göz ucuyla Ulu'ya baktım. Şaşırmış gibiydi. Gülmeden edemedim. "Şaşırttım mı?" Dedim.

"Şaşırdım sanırım. Ama hoşuma da gitti." Dedi gülerek. "Ben de seni-"

"Fark etmedin. Biliyorum. Önemli değil. Bitirmeme izin ver." Dediğimde dudaklarını birbirine sertçe bastırdı. "Son bir yıl ve bu son aylar çok fazla sana maruz kaldım. Geçtiğimiz günlerde ben İstanbul'dayken Ozan'a senden hoşlandığımı itiraf etmiştim ve o gözden kaçmaz şekilde rahatladı. Seni biliyor olmalıydı."

"Sen de mi?" Diyerek araya girdi. "Yani benden- sen de mi?"

Başımı salladım. "Ben de." Dedim. "Ben de senden." Dedim. Saçmalıyordum belki ama o an içimden geldiği gibi konuşuyordum. "O yüzden hislerine bir karşılığım var dedim ya. Ama daha ileri gidemem. Senden hoşlanıyorum ama arkadaşım olarak kalır mısın, Ulu?"

Öylece baktı, kaldı. "Niye?" Diye pek düz bir sesle sordu. Üzülmüş müydü?

"Sadece şu an ne getireceğini bilemediğim için erteliyorum. Ben geleceğe yönelik yaşıyorum. Sınava gireceğim diye çalışıyorum. Kastettiğim bu karşılıklı hisler sonucu bir ilişkiye başlamaya hazır hissetmemem. Yapamam ben. Şu an olmaz. Sen olsan bile. Şu an olmaz. Ve olsa bile Ya kötü biterse?Senin arkadaşlığını kaybetmeye değer mi?" Dedim. "Ben bir ilişki insanı bile değilimdir. Gerçi daha önce olmadı ama olmazdı da benden zaten..." Gözlerine bakmak istiyordum ama yapamıyordum. "Nuh Tufan'a kimseyle evlenmeyeceğime 10 yaşındayken söz verdim."

Güle yazdı dudakları ama tamamlanmadı gülüşü. Söndü. Başını salladığını fark ettim. "Hazır hissetmiyorsun." Dedi. "Ben olsam bile... benden hoşlansan bile..."

"Sen hissediyor musun?" Diye sordum ona dönerek. "Benimle bir ilişkiye hazır mısın?"

Bir an güldü. "Bilmiyorum ama seni istediğimi biliyorum." Dedi. "Bu öyle bir şey mi ki? Üzerinde bu kadar düşünülmesi gereken bir şey mi yani? Hayır, bana kalırsa hisler karşılıklıysa birlikte yola çıkılır, o yolda çıkan sorunlar birlikte aşılamaz ise yollar ayrılır. Niye başında bu kadar çok düşünüyoruz ki? Sen o yolları bile kapatıyorsun. Hatta hiç açmıyorsun bile. Böyle olmaz ki Nur."

"Özür dilerim."

"Dileme. Bir suç işlemiş gibi eğme başını. Bu öyle bir şey değil. Anlamıyorum ama anlarım... denerim ben..."

Önümüze döndük ve sustuk. Hayatta ve aşk da tecrübesiz olmak böyle bir şeydi sanırım. Ne hissettiğini, ne düşündüğü merak ediyordum ama sormaya korkuyordum. Sanki ağzını açsa ikna olacaktım. Ama neye? Bilmiyorum ki.

"Şimdi ne olacak?" Diye o sordu.

Yine bilmiyorum diyecektim ki vazgeçtim. Yeter Nur bir şeyi de bil diyebilirdi. "Birbirimizden hoşlanıyoruz..." Yutkunmam, midemde raks eden kelebekleri yatıştırmam gerekti. "Ama arkadaşız."

İçini çekti. "Arkadaş... umarım beni nikahına şahidin olarak çağırmazsın be Nur."

"Saçmalama. Evlenmeyi gerçekten düşünmüyorum." Gözlerimi kaçırdım. "Uzun bir müddet?"

Ulu bana bakıyordu. Ne arıyordu? Neden evlenmek istemediğim yüzümde yazmıyordu ki. Onu bilmek için içimi açması gerekiyordu. Kaldı ki içimde de yazmazdı. Bu kimseye anlatmak istemediğim bir şeydi.

"Peki... peki... istediğin gibi olsun. Bunu bir oyuna çevirmeyeceğim. Ama benden çok kendine güvenmediğin açık. Korkuyorsun. Korkunun seni yönetmesine izin veriyorsun. Bilmiyorsun ki böyle daha çok kaybedersin."

Başımı eğdim. Gözlerim battı, yandı.

"O yüzden Nur Ayaz, istediğin gibi olsun." Dedi Ulu Bulut. "Sen nasıl mutluysan öyle olsun."

Ellerime baktım. "Bana... bana öfkeli misin? Kızmadın mı?"

"Hayır. Hayır, tabi ki de kızmıyorum." Alnını kaşıdı. "İlk kez reddedildiğim için biraz şoktayım ama her edilen çıkma teklifi kabul edilmez tabi ki." Dedi. "Ve bu arada bu her ne kadar biz birbirimizden hoşlansak da olmuyor. Olmuyormuş bazen. Bu da garip işte."

"Garip." Başımı salladım. "Doğru. Özür dilerim."

Ulu beni izliyordu. Yüzümü cidden okumaya çalışıyordu. Ama ben bir kitap değildim. Beni böyle bana bakarak okuyamazdı. Ona kendimi anlatmazsam anlamazdı beni. Anlatsam da anlamazdı. Belki anlardı. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim ama. Ben küçük yaşımda bir şey öğrenmiştim. Babam çok sevdiğim abla ve abimin kalbini geri dönüşü olmayacak şekilde kırmıştı ve sonucunda ben doğmuştum. Şimdi ben iki insan, iki kalp arasında sıkışmıştım ve kendi kalbimin sahibi olarak ne kadar çok karşılık vermek istediğim bir kalp olsa bile uzaklaşmak istiyordum. Uzaklaşmak kaçmak değildi. Çünkü biliyordum. Kalan kırık kalbin acısını ben de hissedecektim. Tecrübesizliğimin sonucu muydu bilmiyorum ama ikisinden birini seçmek istemiyordum. Böyle bir müddet daha devam etmek istiyordum. Birinden hoşlanmak hoşuma gitmişti ve birinin benden hoşlanması... ama bunu birileri için bir acıya dönüştürmek istemiyordum.

Cidden kesin kedili ve bekar olarak bu dünyadan göçüp gideceğim ve bundan şikayetçi olmayacaktım. Yani umarım...

O akşam sonrasında her şey suyun altında kalmış gibi geldi bir müddet. Boğucuydu. Rahatsız edici fanusun içindeymişim gibi. Ulu sanırım itiraf öncesi halimizi korumaya çalışarak benimle yine flört ediyormuş gibi konuşuyor, şakalaşıyordu. Bazen bir noktaya dalıp gidiyordu. Kötü görünüyordu ama bana yansıtmıyordu. Minnettardım. Aramız garip olursa çok utanırdım. Buna izin vermedi ama o da iyi değildi.

Kampta kalan beş gün her şeye rağmen güzel geçti. Ulu, Şafak ve Çağrı'ya eklenerek etkinliklere katıldık. Kendi yemeğimizi yaptığımız, ağaçlara tırmandığımız, geceleri korkunç, romantik ve erotik hikayeler dinlediğimiz ateş başı anılar biriktirdik. Ulu'nun eli elime değdiğinde yine içim karıncalandı ama gözlerine bakıp yaramaz ifadesini gördükçe ben de eğlenmeye çalışıyordum. Rahatlıyordum da bir yandan. Duygu'ya küs ya da tavırlı kalmadım. Hatta en sonunda gidip üzgün olduğumu söyledim. Öyle yapmamalıydım. Olanlar saçmaydı. Ergendik ama o kadar da değil. Hislerimden emin olamasam bile bu işe karışmamalıydım.

"Sanırım sorun değil. Çok havalı gelince öyle hoşlandım." Demişti Duygu bir gece. Hemen alt yatağımda yatıyordu. "Sorun değil yani. Siz oldunuz mu peki?"

"Hayır."

"Güzel. Bak işte şimdi daha mutlu oldum ve sorunum kalmadı." Dediğinde gözlerimi devirdim. "Niye olmadınız peki?"

"Özel."

"Anladım." Demişti. "Bu arada sen de kusura bakma."

"Neden?"

"Adını bilerek yanlış söylüyordum."

Bir an şaşırdım. Sonra güldüm. "Amma sü- pardon. Kötüsün."

O da gülüyor. "Evet, sürtükçe bir hareketti. Kusura bakma."

Bakmadım. Hiç bakmadım. Yani hayatımda gerçekten değer verdiğim insanların hareketlerine alınır, kızar, küserdim. Ben insanları sevdiklerim ve diğerleri olarak ikiye ayırırdım. Diğerleri geniş bir kesimi içine alan bir başlıktı. Diğerlerine küsmez, nefret etmez, üzülmezdim kimi zaman. Duygu diğerleri grubundaydı, bu kadar. Beni etkilemesine izin vermeyeceğim.

Kamp macerası bittiğinde Havamal'e dönmek tuhaf bir şekilde eve dönmek gibi hissettirmişti. Yoğun düzenimize vakit kaybetmeden dönerken insan ilişkilerim sınanmaya elbette devam ediyordu. Ulu mesafesini koruyordu ama hissediyorum uzaklaşıyordu da. Artık baktığım yerde yoktu. Andığım zaman gelmiyordu ve bence aradığım zaman da gelmezdi. Batuhan zaten artık benden yana bakmamayı tercih ediyordu. Hani gülüyordum, eğleniyordum, okuyor, izliyordum ama arada uzun uzun dalıp gittiğim bir nokta vardı ki kilitlenip kalıyor, aklımın kıvrımlı köşelerinde kayboluyordum ve kendimi sorgulayıp duruyordum. Düşünmeden olmuyordu çünkü. Düşünmek sancılıydı.

Kampın üzerinden koca koca haftalar geçmiş, kendimi saha görevi olarak kasabadaki dağ manzaralı kütüphanede bulmuşken bunun çok eğlenceli olacağını düşünüyordum. Çünkü kitaplarla dolu bir yerdi. Ama hepsi bilmediğim bir dil de yazılmıştı. Bana sadece renk etikleriyle düzenleme yapmam söylenmişti. Bu da sorun değildi. Kitapların o kokusunun, kiminin eski, kiminin gıcır gıcır ciltleri içinde oradan oraya koşturmak, arada bana takılan liselilerle sohbet etmek hoşuma gitmişti. Başlar da olan o Maya yoksa ben ne yaparım hissiyatı yerini ben bir şekilde idare ederim şeklinde evrilmişti. Belki de büyüyordum. Sanırım büyüyordum.

Kırmızı etiket sırası bitmiş çıkışıma bir 45 dakika daha varken Batuhan beni buldu. Epeydir görüşmüyorduk. Yani görüşüyorduk elbette. Bir yurdun içinde sık sık karşı karşıya geliyor, etütlerde aynı sınıflarda olduğumuz oluyordu. Ama hiç konuşmuyorduk. Göz göze bile gelmiyorduk. Hatta o yolunu bile değiştiriyordu. Sanki hiç tanışmamış, birlikte sohbet etmemişiz gibi. Halbuki birileriyle Roseanne hakkında konuşmak hoşuma giderdi. Ya da direk onunla sohbet etmek isterdim. Ben gönül bu işlerinde tam bir fiyaskoyum var ya. Elime yüzüme bulaştırıyorum her şeyi.

"Nur? Birkaç dakikan var mı? Bir şey söylemem lazım." Sesi ılıktı. Bakışları ve dudaklarında ki tebessüm duruydu. O da mı büyümüş?

"Tabi." Avuç içlerimi kotuma sürttüm. "Tabi olur. İşim bitmişti."

O başını sallarken yanından geçtim, ara vereceğimi görevli olan İda'ya söyleyip birlikte kütüphaneden çıkıp sol kanatta bulunan kahve makinesine gittik.

"Otomat kahveleri epey kötü." Dediğinde pencere dönünde duruyorduk. Norveç, sonbaharı hızlıca tüketirken kış kapıdaydı. "Pek yavan." Dedi Batuhan.

Başımı salladım. "İdare eder." Dedim.

"Eh, tabi ki. Başka şansımız yok." O bir yudum daha aldı. "İda nasıl? Beni hep uyurken yakaladığı için pek sevmezdi. O sert aksanlı İngilizcesi ile Hey, uyuşuk topla kıçını derdi."

Gülümsedim. "Bana iyi davranıyor. Çok hoş bir kadın." Dedim. 60 üzereydi ama tam kaç bilmiyorum. Gözlüklerinin üzerinden keskin bakışlar atan tipik bir kütüphane görevlisiydi ama işini de seviyordu. "Bir keresinde kitaplar benim çocuklarım demişti." Dedim Batuhan'a. İki elimle tuttuğum karton bardağı dudaklarıma yasladım. "Öyle de davranıyor. Sanırım onu hep çok iyi olarak anacağım."

Başını sallıyordu. "İyi olduğu doğru. Çünkü beni yine uyurken yakaladığı bir seferde üzerimi örtmüştü." Bir eli cebindeyken diğer elinde kahvesi vardı. "Ama tabi diğer gün acısını çıkardı." Güldü. "Pek kitap sevmem ben."

Gülerek "Acaba niye hiç şaşırmadım?" Dediğimde bana baktı ve biraz uzun baktı. Baktı, baktı, baktı. Sonu gelmez gibiydi ama geldi. Gözlerini sanki ateşe dokunmuş gibi çekti. Önüne dönüp kahvesini koca bir yudumda bitirip birkaç adım uzaktaki çöp kutusuna attı. Bakışlarımı yakaladığında "Soğuktu zaten." Dedi.

Kahveme döndüm. "Evet. Hep ılık oluyor." Dedim.

"Nur."

Gözlerimi bir an yumdum ve açtım. Oluyor. Bir şey oluyor. Bir şey geliyordu ama ne? Bütün bedenimle ona döndüm. Karışmış kumral saçları alnına dökülmüşken, kalın kaşlarının altında kalan lacivert gözleri... niye böyle evini barkını yakmışım gibi bakıyorsun bana?

"Gidiyorum." Dedi.

"Nasıl?"

Dudaklarını ıslattı. Sırıttı. "Türkiye'ye geri dönüyorum." Dedi.

Şaşırdım. "Neden? Daha programın bitmesine var ama."

"Öyle. Babam çağırdı." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Battı sanırım." Dedi. "İşler hep kötüydü ve sonunda battı. Bunlar ayrıntı tabi ki. Buraya kadar gelmek bile iyiydi." Omuz silkti. "Öyle yani gidiyorum. Kapıda beni bekliyorlar ve uçağım birkaç saate kalkar." Gözleri etrafımda gezindi, dili dudaklarının üzerinde yer bulurken vakit geçirdi. Derin bir nefes verdi. "Ben sana veda etmek istedim. Kimseye değil sana. Çünkü muhtemelen buraya bir daha gelirim, buradan herkesi gülerek hatırlarım ama seni anmak bile canımı yakar. Sen yakarsın. O yüzden sana veda edip bitirirsem kurtulurum diye düşündüm."

Hiçbir şey bilmiyormuşum. Orada köşede dururken aslında onun canı acımış. Bana bakmamış ama bakmak istemiş. Aslında o hiçbir şeyi bitirmemiş, ben hep kendimi kandırmışım.

Bir adım yaklaşıp başını eğerek yüzüme baktı, gözlerimi yakalamaya çalıştı. "Hey, gözlerin niye doldu? Nur sen üzül diye söylemiyorum."

"Özür dilerim ben... seni üzmek istemedim. Ben bilemedim... özür dilerim."

"Dileme. Sorun yok çünkü. Olmamalı aslında. Sanırım ilk kez bu kadar derin ve güçlü oluşu bendeki dengeleri alt üst etti. Ben üzgünüm, sen üzülme."

Bir şey demedim. Ne diyeceğim ki?

Bir adım geri atmadan önce içine derin bir nefes çekti. "Pekala. Gideyim ben. Sen de burada kal. Tam burada. Norveç'in yazında doğan tatlı güneşi ve kışında batan acı soğuğu olarak kal. Benim için hep burada kal."

Dişlerimi sıkınca çenem kasıldı. Ağlayacaktım neredeyse. Aptal. Cidden kötü biri olsaydın her şey daha kolay olurdu.

"Bir kere sarılsa mıydık ya?" Dedi kollarını açtı ama geri kaçtı. "Yok kalsın şimdi. Rüyama falan girer, uyumam sonra." Gülüyordu. Gidiyordu. "Neyse görüşürüz. Görüşmeyiz canım. Bu da dile pelesenk olmuş bir kalıp ondan yani. Yoksa niye görüşelim?" Elini kaldırdı. "Allah'a emanet ol, Nur Ayaz." Dedi ve döndü. Rüzgar gibi geçti.

Bir an... sadece bir an durdum ama durmamalıydım. Ayaklarımı harekete geçiren ya da ona adıyla seslenip durmasına sebep olan ya da iki adım kala boynuna atlamamın asıl sebebi olan neydi bilmiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim. Belki ona hakkıyla bir veda vermek istedim. Bedenlerimiz çarpıştığı anda kolları beni yakaladı ve sardı. Şaşkındım ama toparlandı. Belimdeki elleri o kadar sıkıydı ki bir an nefesim kesildi ve soluklarını saçlarımın arasında hissettim. Böyle olmamalıydı. Böyle hissettirmemeliydi. Büyük elleri tenimi ısıtırken dizlerim titriyordu. Ellerim omuzlarından ensesine çıktı ve orada durdum. Gözlerimi yumdum. Burada kalsak bir şey olmazdı. Bu aramızda küçük bir veda olarak kalsın. Ne yaşadık ki kötü ayrılıyoruz? Diğer yandan benim sana verebileceğim başka bir şey yok.

⛈⛈⛈⛈

29A'yı seçerek Batuhan ile olacağı evreni okuyabilirsiniz.

☁️☁️☁️

Şimdi netlik için okumaya devam!

29A BÖLÜMÜNÜ SEÇEREK Nur'un, Batuhan'ın hislerine karşılık verdiği kısımı okur, hayatlarının nasıl kesiştiğini ve devam ettiğine tanık olursunuz
YA DA
30. Bölüme geçer ve Nur'un dahalık kimseyi seçmediği, bu Yani 28. bölümün devamı olan bölümü okuyabilir, kurguya kaldığınız yerden devam edersiniz. Bakalım çünkü Ulu Bulut ile araları nasıl devam edecek...

29A'yı okusanız bile YANİ OKUDUKTAN SONRA 30. Bölümü de okuyup öyle devam edin. ÇÜNKÜ kurgu kaldığı yerden ORADAN devam eder ve diğer bir çok seçeneğe açıktır. O yüzden dahalık kimseyi seçmediği -ne Ulu Bulut ne Batuhan- bir bölümdür. Bambaşka birine de evrilebilir. Bakarsınız bekar ve kedili olur. Biliyorum. Yazması kadar okuması da zor bir kurgu mu? Yo okusam çok eğlenirdim ben biraz yazarken kafam karışıyor! Neyse! Sadece... sindirerek okuyan, eğlenin ve tadını çıkarın!

Meraklısına Not; Ve aslında Batuhan seçeneği sunup sunmama konusunda kararsızdım VE SIRF O YÜZDEN ULU İLE NUR'UN ARALARINI AÇTIM!!! Kızmayın yani. HER ŞEY İNTERAKTİF KURGU GİDİŞATI İÇİN!!! sonuçta bu interaktif bir kurgu ve denemeye değerdi. Şu an güncel okurlar arasında çok fazla Batucu tayfa yok ama çok sonradan okuyan okurlar içinde iyi olabilir diye düşünüyorum. Sonra neden Batu yok diye hayıflanmayayım diye. Kendim için yani. Yoksa Batu çok tatlı olduğu için değil. Ehhehe.

Görüşmek üzere:) okuyor olduğunuz için teşekkür ederim 💗🥹

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 54.8K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
926K 31.1K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
25.4M 905K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
54K 5.4K 158
Wattys'2022&2021 Yarı Finalisti/WattpadFantasyTr Krallıktan Akan Asalet Kategorisi!💜 SERİNİN TÜM KİTAPLARI AYNI ÇALIŞMADADIR! İnancın ve büyünün kar...