Viyana'nın Fısıltıları

By aksathedaydreamer

225 10 0

Sırlar ve ölümle çevrili oyun, kaldığı yerden devam ediyor. Çatışmayı kazanmak için hayatta kalmaları yetti. ... More

Giriş-Canavar
1-Işık ve Izdırap
2-Tuzla Buz
3-Bir Taşla Üç Kuş
4-Tesadüf
5-Özgürleştiren Kelimeler
6-Kaos
7-Amaç
8-Masal
9-Güven
10-Kan Döküldüğünde
11-Savaş
12-Şans
13-Denk
14-Güç
15-Eylem
16-Cevaplar ve Fazlası
17-Nergis
18-Cansuyu
19-Dalgaları Sürüklemek
20-Bedel
21-Kahraman
22-Sima
23-Zırh
24-İllüzyon
25-Tozlu Sayfalar
26-Düğüm
27-Bitmemiş Bir Şeyin Acısı
28-Sınırlar ve Yıkılan Başka Şeyler
30-Eser
31-Uzakta
32-Puslu Rota
33-Vaat

29-Açılan Kapılar ve Uzanan Yollar

0 0 0
By aksathedaydreamer

HANS

Hazel herkesi sabahın köründe uyandırma cüretini göstermiş ve hepimizi kulübenin ufak oturma odasına toplamıştı. Yanımda gergin bir şekilde oturan Lajos'a bakarak içimden Hazel'in bu acelesinin önemli bir şey olmasını umdum çünkü yanımdaki iri yarı adam bir sandalyeye bağlı ve kafasına bir silah dayalı iken bile gözüme bu kadar agresif görünmemişti.

Bir yandan bu durum beni de rahatsız ediyordu çünkü dün gece ona anlattığım şeylerden sonra Hazel'in ne söyleyecek olabileceğini kestiremiyordum. Ona dair emin olduğum tek şey, beni bir şekilde yine hayrete düşüreceğiydi. Olduğum yerde iç çekerek yerimde huzursuzca kıpırdandım.

Öte yandan, kardeşim oldukça huzurlu görünüyordu. Öyle ki bizim halimize tezat bu tavrı şu ortamda absürt görünüyordu. Onları önceki gece odada yalnız bıraktığımı hatırlayınca dudaklarıma hınzır bir gülümseme yerleşti. Eğer Adrian, Hazel'in biraz olsun kendine gelmesini sağlamışsa ben de umutlu olabilirdim çünkü sinir veya hiddet içinde fevri şeyler yapmadığı zamanlarda Hazel'in zehir gibi çalışan bir aklı olduğunu fark etmiştim.

Sonunda odaya teşrif eden Hazel üçümüzle de yüzyüze gelecek şekilde karşımızdaki tekli kanepeye oturdu ve bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandı. Düne göre çok daha aklı başında görünüyordu. "Dünkü mektuplar Yakut'a dair çok fazla şey öğrenmemize yaramadı maalesef," diye söze girdi. Dudaklarını büzdü. "Aslında Yakut hakkında hiçbir şey öğrenmedik, sıfır." Yanımdaki Lajos huysuzca bir şeyler homurdanınca Hazel hemen devam etti. "Ama yine de çok ilginç bir şey öğrendik. Beni Bağdat'ta yetiştiren kadının Henry Gardner ile bir ilişkisi olduğunu... Daha fena şeyler de öğrendik ama onların konuyla alakası yok," derken son cümlesini bana dik dik bakarak söyledi. Cevap olarak omuz silktim. Bu saatten sonra utanmış gibi davranmanın alemi yoktu. Her şey apaçık ortadaydı.

Lajos kollarını göğsünde kavuşturdu. Duyduklarından pek memnun görünmüyordu. "Bu ne işimize yarayacak peki?"

Hazel nefes verdi. "Elimizde artık bizi Yakut'a götürebilecek bir bağlantı noktası var. Bu kadının onunla bir bağı, bir alakası ya da bir bilgisi olmak zorunda. Bütün bunların bir tesadüf olması mümkün değil."

"Ee?" dedi Lajos hiç de etkilenmemiş gibi görünerek.

"Bana boş boş bakma öyle!" diye çıkıştı sabrı taşan Hazel. "Bu dediğim en çok senin için önemli koca adam."

Lajos hiç de meraklı görünmüyordu. "Neden?"

Hazel ellerini ovuşturdu. "Çünkü anlaşmamızı sonuçlandırma vakti. Benim için de eve dönme vakti."

Adrian'la aynı anda olduğumuz yerde dikelip, "Ne?" diye sorduk. Hazel Bağdat'a mı dönecekti? Bizi bu kargaşaya mı bırakacaktı? Böyle bir şey yapmazdı, değil mi?

Lajos bu halimize göz devirdi. "Şaşırdınız mı yani? Kız koşa koşa Bağdat'a gidip hesap sormak istiyor işte."

"Durum bundan ibaret değil!" diyen Hazel üstteki ayağıyla beni işaret etti. "Eminim Hans da sevgilisini görmek için can atıyordur."
Lajos şaşkın bir ifade ve hınzır bir sırıtışla bana dönünce, "Ah, tanrı aşkına!" diye isyan ettim. "Bunun ne alakası var şimdi?"

"Önce Henry sonra sen, ha?" dedi Lajos zevkten dört köşe halde. "Bu hanımefendiyle tanışmak isterim doğrusu. İlginç zevkleri varmış."

Kollarımı göğsümde kavuşturup huysuz bir ifade ile Lajos'a döndüm. "Herkes bir hata yapar."

"Evet," diye beni onayladı sırıtarak. "Ama o iki kere yapmış işte."

Bize göz deviren Hazel önemli bir şey söyleyecekmiş gibi derin bir nefes aldı. Bunu bütün gece düşünmüş olmalıydı. "Bağdat'a dönmemiz gerekiyor," dedi ve eliyle kardeşimle beni işaret etti. "Üçümüz. Nefise Hanım, Yakut'a dair kovalayabileceğimiz tek ipucu. Ve, evet, gidip bütün bunların ne anlama geldiğini çözmek istiyorum. Mantıklı davranmaya çalışsan da senin de böyle hissettiğin belli oluyor Hans, bakma bana öyle."

Beni böyle çözmesi beni rahatsız ederken dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sana gelince, Lajos," diye devam etti Hazel. "Trieste Limanından yola çıkacağız. Sana orada tıpkı söz verdiğimiz gibi kayıplara karışabileceğin bir mürettebat ayarlayacağım. Biz de Bağdat'a gidip Nefise Hanım'ın bildiği şeyleri öğreneceğiz."

Lajos sıkıntıyla iç çekip Macarca bir şeyler homurdandı. "Bensiz beş dakika hayatta kalamazsınız siz," dedi sonunda başını iki yana sallayarak. Bu haliyle torunlarının güvenliğinden endişe duyan bir dedeyi andırıyordu ve bu düşünce Lajos'u torunlarına masal okuyan gözlüklü bir dede olarak hayal etmeme sebep oldu, neredeyse kahkahayı basacaktım.

Hazel'in kaşları havalandı. "Pardon?"

Lajos birkaç sessiz saniye boyunca odadaki herkese tek tek baktı ve sonunda göz gezdirdi. "Kesinlikle bahsettiğin planı uygulamayacağız," dedi kararlı bir sesle.

"Sana buna karar verme yetkisini kim verdi?" dedi Hazel huysuz bir çocuk gibi.

"Ben verdim," dedi Lajos ukalaca. "Odadaki en tecrübeli ve en yaşlı kişi olarak."

Hazel tam cevap verecekti ki Adrian araya girdi. "Çocuk gibi didişmek yerine konuya odaklanır mısınız?" Lajos'a döndü. "Hazel'in planını niye uygulayamayız?"

"Sonunda insan gibi konuşmasını bilen biri," dedi Lajos, Hazel'e ters ters bakarak. "Sizinle beraber ortadan ben de kaybolursam çok dikkat çekeriz. Yakut sizin de benim de peşime düşer. Ve emin olun bana, kolayca bulur. Bunun yerine siz Bağdat'a gideceksiniz ancak ekselansları ve ben burada kalacağız."

Adrian'dan o kadar uzun süre ayrı kalma fikri onu rahatsız etmiş gibi görünen Hazel, "Adrian neden burada kalıyor?" diye sordu.

"Aptal olma, kızım." Lajos bir anlığına gerçekten grubun en yaşlısı olduğunu bunu söylerkenki ses tonuyla belli etti ancak organize bir suça yıllarca hizmet etmiş cellat göz açıp kapayıncaya kadar geri geldi. "Üçünüz de bir anda ortadan kaybolamazsınız, bir çocuk bile bundan işkillenir."

Hazel dudaklarını büzdü. "Ee, o zaman ne yapacağız?"

Lajos eliyle kel kafasını kaşırken biraz düşündü. "Yakut'a, aracıyla bir sonraki buluşmamda ikinizi bulup öldürdüğümü söyleyeceğim," dedi ben ve Hazel'e bakarak. "Ekselansları ise şehirde hiç kimsenin işkillenmediğinden emin olacak. Her yerde bir ayağımız olmalı." Düşünceli bir ifade ve çatık kaşlarla arkasına yaslandı. Plan yapmak uykusunu kaçırabilecek tek şeydi anlaşılan. "Ancak burada kumar oynuyoruz. Eğer Bağdat'ta işimize yarar şeyler öğrenirseniz buraya geldiğinizde Yakut'u alt edebilecek ya da en azından kim olduğunu çözebilecek koza sahip oluruz. Bir şey çıkmazsa buraya ölü insanlar olarak dönersiniz ve Yakut yaşadığınızı öğrenirse beni de sizi de hızlıca öldürtür. Hamle yapamadan mat ediliriz."

Lajos konuşmayı kesince odaya huzursuz bir sessizlik çöktü. Sonunda Hazel ciddi bir ifadeyle bana döndü ve "Ona güveniyor musun?" diye sordu.

Kimden bahsettiğini biliyordum.

Dış dünyaya kapılarını sıkı sıkıya kapatmış hayatımın dünyaya açılan penceresiydi o. Geri dönemediğim ancak korumam gereken şeyler olduğunu biliyordu ve beni anlamıştı. Ben ona hiçbir şeyi detaylı açıklamamıştım ancak o bana güvenmişti. Deli dolu bir şekilde, şehir şehir gezip her gün başka çatı altında birbirimize aşık olduğumuz koca bir senenin bir anlamı olmalıydı.

Onun hakkında öğrendiğim son şeyden sonra Nefise kafamı iyice karıştırmış olsa da, ona bütün hayatımla güvendiğimi inkar edemezdim.

"Evet," dedim Hazel'in gözlerinin ta içine bakıp kararlılığımın Nefiseye dair şüphelerini gidermesini umarak. "Aradığımız cevapların onda olduğuna inanıyorum." Doğru olduğuna inandığım başka şeyler de vardı ama bunları Hazel'e şimdi söyleyebilecek cesaretim de buna hakkım da yoktu. Eğer düşündüğüm şey doğru ise, bunu ona Nefise'nin söylemesi gerekecekti.

Adrian bir bana bir de Hazel'e baktı. "Yani gerçekten bunu yapıyorsunuz?"

"Evet," diye cevap verdi Hazel. "Her şeyin başladığı yere geri dönüyoruz."

༄༄༄

"O bibloyu kırarsan bu evden cesedin çıkar."

"Tanrı aşkına Greenberg," diye homurdandı Lajos uzattığı ayaklarını odanın ortasındaki üzeri babamdan kalma biblolarla dolu sehpadan indirirken. "Beni tehdit etmeden bir gün bile geçiremez misin?"

"Doğasında yok," diye cevap verdi içeri giren Adrian. Bana ukala bir bakış attıktan sonra omzunu kapı eşiğine yasladı.

"Şehre dönmeye hazır mısınız, ekselansları?"

Bu sefer ben ona ukala ukala bakarken Adrian'nın alnı kırıştı. "Bir daha bana öyle seslen de gör bakalım kimse seni Hans'a karşı koruyor mu?"

Yediği laflar yüzünden somurtan Lajos, "Bu evde kimse espriden anlamıyor," dedi ve ayaklandı. "Hazır olduğunuzda çıkın. Dışarıda bekliyor olacağım, fayton hazır."

Onun ayak sesleri gittikçe uzaklaşırken Adrian'la aramızdaki sessizlik hakimiyetini sürdürdü.

"Gizli bir aşık, ha? Bana söylemediğin başka ne var?" dedi alaycılığın arkasına kırgınlığını gizlediği sesiyle.

Yüzümü buruşturdum. Ona, bundan sonra gizlimiz saklımız yok dedikten hemen sonra bunun ortaya çıkması hiç iyi olmamıştı. "Bunun Hazel'le bağlantısı olduğunu nerden bilebilirdim ki?"

Adrian kollarını göğsünde kavuşturdu. "Soruma soruyla karşılık verme. Benden sakladığın başka bir şey var mı?" O an, Adrian'ın olgun ifadesine ve dik duruşuna, benim ise kanepede kambur ve bıkkın oturuşuma bakıldığında hangimizin abi, hangimizin kardeş olduğu tartışılır hale geliyordu.

Derin bir nefes alıp ayaklandım. "Kasıtlı olarak sakladığım bir şey değildi. Üç yıldır yerimde saymadığım için özür dileyecek halim yok."

"Pekala," dedi Adrian yaslandığı kapı eşiğinden ayrılarak. "Ben Hazel'e bakayım."

Odadan tam çıkacaktı ki kendimi tutamayıp ileri atıldım ve kolunu kavrayıp onu durdurdum. Onunla aramızda her zaman söylenmemiş sözler, anlatılmamış hisler olmuştu. Ama buna daha fazla katlanamazdım. Kardeşimin bir daha ellerimden kayıp gitmesine izin vermeye, onu bir daha gerçeklerle tek başına yüzleşmeye bırakmak istemiyordum. Bu yüzden gergince boğazımı temizledim. "Bana neden kırgınsın?"

Adrian kolunu silkeleyerek elimden kurtuldu. "Bunu nerden çıkardın? Hala çocuk gibi mi görünüyorum?"

Yutkundum. Hayır, hem de hiç görünmüyordu. Ve küçük kardeşimin yapayalnız büyümüş olduğunu fark etmek beni mahvediyordu. "Böyle bir şeyi kafaya takmayacağını biliyorum. Seni huzursuz eden başka bir şey var."

Adrian'ın gözleri kısıldı. "Yani oturup konuşmak mı istiyorsun? Sen?"

Gözlerimi devirsem de ciddi ifademi bozmadım. "Sır küpü ayakları hiçbir işime yaramadı maalesef bugüne dek. Bu yüzden oturup konuşup ne varsa çözeceğiz. Seni bu halde bırakıp gidemem."

Adrian kendini geniş koltuğa bıraktı. "Sorun da bu zaten, aptal."

Ben de onun yanına oturdum. Dediğinden çok bir şey anlamamıştım ama anlamak istiyordum. "Biraz daha açık olman gerekecek."

Ellerini saçlarından geçirdi. Siyah tutamlar içeri giren güneş ışığında parladı. "En son çıkıp gittiğinde seni üç yıl görmedim. Kırık ve yarım bir aileyi ayakta tutmak için kendimi tükettim. Bir daha aynı şeyi yapamam. Ben..." Adrian çaresizlik içinde başını ellerinin arasına aldı. "Yaptığın her şeyin haklı bir nedeni olduğunu anlıyorum ama o kapıdan çıkıp gidersen bir daha döner misin diye şüphe duymak beni yiyip bitiriyor."

Dudaklarımı gerginlikle birbirine bastırdım. Adrian'ın bu dediklerini söylemeye ve benden şüphe duymaya sonuna kadar hakkı vardı. O an aklıma yapılacak tek bir şey geldi. Birkaç gün içinde Hazel'le beraber Bağdat'a giden bir gemide olacaktık ve Adrian'ın güvenini kazanmamı sağlayacak bir sihirli değneğim yoktu. Ancak ona verebileceğim bir şeyim vardı, güvence.

Yerimden kalkıp odanın köşesindeki dolaba yürüdüm. Ahşap kapak gıcırdayarak açıldı ve tozlu rafın üzerinde dün Greenberg Arşivlerinden aldığım kalın dosya göründü. Dosyayı alıp gıcırdayan kapağı geri kapattım ve beni sessizce izleyen kardeşimin yanına oturup dosyayı ona uzattım.

Adrian'ın kaşları çatıldı. "Bu da ne?" diye sorarken dosyanın içini açıp içine istiflenmiş kağıtları gözler önüne serdi.

"Greenberg Malikanesinin, bu kulübenin ve diğer mülklerin tapu ve senet belgeleri. Kısacası sahip olduğum, babamdan kalan her şey. Vasiyetimle beraber."

Adrian aynı şaşkın ifade ile belgelerin en üstünde duran, altına imzamı atmış olduğum vasiyeti okudu. Lajos gittiğimizde bizi ölü olarak duyuracaktı, benim de bu senaryoya uyan bir B planına ihtiyacım vardı. Ben de hemen temiz, beyaz bir sayfa çıkarmış ve tüm mal varlığımı Cassandra ile Adrian arasında bölüştürdüğüm vasiyetimi yazmıştım.

"George denen adama ve onun sana sunduklarına bağlı yaşamaktan ne kadar nefret ettiğini biliyorum. Bu kısa sürede üç yılın eksikliğini kapatamayabilirim ama sana bir gelecek sunabilirim."

Adrian'ın karmaşık duygularla perdelenmiş gözleri parıldıyordu. "Ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Geri döneceğim," dedim cevaben. "Söz veriyorum. Bana inandığını söylemen yeterli."

"Sana her zaman inandım seni koca aptal. Sadece bunu bazen çok zorlaştırıyorsun."

Yarım bir gülümseme ile Adrian'ın dağınık kuzgun karası saçlarına uzanarak parmaklarımla şekil vermeye çalıştım. Ancak her seferinde olduğu gibi onları bir şekilde daha da karıştırdım. Adrian da benim gibi hafifçe gülümsedi. Ve kısa bir anlığına ölümcül bir oyuna girmek üzere olan iki adam değil, yeniden bir abi ve kardeş olduk.

Continue Reading

You'll Also Like

89.1K 8.2K 61
Kontun kızı yıllar sonra geri döndü ve tüm dünya ayaklarının altına serildi. Kıskançlıkla gözleri bürünen diğer kızı ise ölüme mahkum edildi. Doğruyu...
AŞIK CİNİM By Gece....

Historical Fiction

79K 3.2K 33
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
1.3K 54 17
"Bırakın beni" "Seni efendimize götüreceğiz ne yapacağına o karar verecek şimdi kes sesini" Eun Ae kurtulamayacağını anlayınca kendini olayların akış...
4.3K 873 4
Dediğiyle bir lahza beklemeden defterini alarak gitmişti bey oğlu. Ardında dolu dolu olmuş gök gözler bıraktığını bilmeden öylece gitmişti. Genç kız...