21-Kahraman

2 0 0
                                    

HANS

Orada olmalıydım. Ne olursa olsun, eylemin ortasında olmalı, müdahale edebilmeliydim. Şu ana kadar yaptığım her şeyde yalnızdım ve her zaman yaptığım her hareket ve attığım her adımda bilinçliydim. Şimdi ise ikisine de güveniyor olsam da işi Hazel ile Lajos'a bırakmış olmak, o evde kim bilir neler olurken birkaç sokak ötede boş boş beklemek beni deli ediyordu. Aklım sürekli eve gitmek için yollar ve müdahale etmek için bahaneler arasa da hiçbir şey yeterli de mantıklı da değildi.

Gerçekten o anda yapabileceğim tek şey oturup beklemekti ancak ben nedense bunu bir türlü kabullenemiyordum. Oysa o an endişeleniyor olmam gereken tonlarca konu vardı.

Dakikalardır yanımda heykel gibi dikilen ve tek kelime etmeyen kardeşim gibi.

Olan bunca şeyden sonra onunla nasıl konışmam gerektiğinden, ona nasıl yaklaşmam gerektiğinden bir türlü emin olamıyordum. Adrian sürekli kendini yenileyen bir bulmaca gibiydi. Ona bir kere ulaşsanız da bir dahaki sefere o kendini yeni bir şekle sokuyor ve birdenbire yeniden ulaşılmaz oluyordu. Bu tavrı ise özellikle konu bana geldiğinde daha sert bir hal alıyordu.

Ve ben bunu bir şekilde hissedebiliyordum. Ayağımın altındaki sert kaldırımda, gecenin amansızca esen ayazında ve üzerime bütün kusurlarımı ortaya çıkarmak ister gibi vuran ay ışığında... Kardeşimin sessizliğini, söylenmemiş bütün sözlerin ve kırılmış bütün duyguların uğultusunu duyuyor, kemiklerimde hissediyordum.

Adrian hiçbir zaman konuşkan birisi olmamıştı. Ve yıllar geçtikçe, sözlerini sessizliğine dökmekte ustalaşmıştı. Sevgiyi de, minneti de, kızgınlığı da, nefreti de sessizlik yorganına sarar ve geceye eşlik eden cırcır böceklerinin oluşturduğu belli belirsiz uğultu gibi size yavaş yavaş hislerini anlatırdı. Elbette onu dinlemeye ve anlamaya sabrınız varsa.

Benim vardı, ben Adrian'a çocukluğundan beri anlayışla yaklaşmış ve zorlandığı her şeyde ona yardımcı olmaya çalışmıştım. Sessizliğini dinlemiş, bana alışması için gerekli bütün sabrı vermiştim.

Tanrım, babasının yokluğunu hissetmemesi için her şeyi yapmıştım.

Ancak, hiçbir çaba çoktan oluşmuş yaraları silip atamazdı. Ve Adrian'a kendisiyle barışmayı öğretecek yürek bende yoktu.

Çünkü bilmiyordum. Masumiyet ve bütün saf şeyler benden yıllar yıllar önce alınmış, geriye hayatını intikama adamış bir adam bırakmıştı. Düşmanın şartlarına boyun eğmiş, ancak düşmanın kim olduğunu bile henüz yeni öğrenmiş zavallı bir adam...

Adrian'ın karşısında bütün çıplaklığı ile beraber bu kimliğe bürünmüş halde durmak hala beni iliklerime kadar rahatsız ediyordu.

Yıllardır korumaya çalıştığım her şey bir haftada mahvolmuştu. Şimdi ise dev bir çıkmazın orta yerinde, çatışmaya dörtnala koşuyorduk.

Ve tam olarak kiminle savaştığımızı dahi bilmiyorduk.

Yerimde huzursuzca kıpırdanarak gözlerini boş sokağa dikmiş Adrian'a baktım. Her zamanki gibi ulaşılmaz görünüyordu. Yanı başımda olsa da ona ulaşmam yıllar, aylar sürecekmiş gibi. Hatta yaptıklarımdan sonra ona asla ulaşamazmışım gibi.

Gergin bir şekilde boğazımı temizledim. "Cassandra nasıl?"

Adrian gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırarak bana dönerken ben de ona aynı şaşkın ifadeyle bakakaldım. Düşünmeden konuşursam olacağı buydu, Cassandra o an en son açmam gereken konularda başı çekiyordu. Ancak ağzımdan çıkmıştı işte. Şimdi bizi oldukça gergin ama bir o kadar da kaçınılmaz bir diyalog bekliyordu.

Viyana'nın FısıltılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin