Viyana'nın Fısıltıları

By aksathedaydreamer

225 10 0

Sırlar ve ölümle çevrili oyun, kaldığı yerden devam ediyor. Çatışmayı kazanmak için hayatta kalmaları yetti. ... More

Giriş-Canavar
1-Işık ve Izdırap
2-Tuzla Buz
3-Bir Taşla Üç Kuş
4-Tesadüf
5-Özgürleştiren Kelimeler
6-Kaos
8-Masal
9-Güven
10-Kan Döküldüğünde
11-Savaş
12-Şans
13-Denk
14-Güç
15-Eylem
16-Cevaplar ve Fazlası
17-Nergis
18-Cansuyu
19-Dalgaları Sürüklemek
20-Bedel
21-Kahraman
22-Sima
23-Zırh
24-İllüzyon
25-Tozlu Sayfalar
26-Düğüm
27-Bitmemiş Bir Şeyin Acısı
28-Sınırlar ve Yıkılan Başka Şeyler
29-Açılan Kapılar ve Uzanan Yollar
30-Eser
31-Uzakta
32-Puslu Rota
33-Vaat

7-Amaç

5 0 0
By aksathedaydreamer

HAZEL

Anlaşılan bileklerime bandajları saran kişi Benjamin'di. Adrian'ı def ettikten kısa bir süre sonra içeri girmiş ve bir kere bile söylenmeden yerdeki cam kırıklarını temizlemeye koyulmuştu. Sonra ise tek kelime etmeden çıkmış ve evin aydınlık koridorlarında kaybolmuştu.

Onu burada, bu halde görmek garipti. Belki de ona teşekkür etmem gerekirdi, beni hayatta tutan kişinin o olduğu aşikardı. Ancak kimseye teşekkür edesim yoktu. Tek istediğim Adrian'ı bulup onu güzel bir dayaktan geçirmekti.

Kapım çalındığında irkildim. Boğazımı temizleyerek, "Girin," dediğimde karşımda elinde temiz bandajlarla dolu bir tepsi tutan Benjamin'i buldum. Sessizce yanımdaki sandalyeye oturdu ve yatağın yanındaki komodine elindeki metal tepsiyi yerleştirirken üzerindeki merhem şişeleri tıngırdadı.

Parlak saçlarını ensesinde topladıktan sonra nazik bir biçimde elini uzattı. "Kolunu uzatır mısın?"

O an epey huysuz hissediyordum ve Benjamin'in bana nazik davranıyor oluşu hiç de yardımcı olmuyordu. "Adrian'ın hatrına bana yardım etmeni istemiyorum."

Gözlerime baktı. Koyu kahve gözleri yine sıcacıktı. "Sana Adrian'ın hatrına yardım etmiyorum."

Omuz silktim. "Acımanı da istemiyorum."

Bıkkınlıkla iç geçirdi. Sinirlenip kalkıp gitse ne olurdu sanki? "Sana acıdığım için de yardım etmiyorum. Kolun?"

Bileklerim acıyor olmasaydı kollarımı göğsümde birleştirirdim. "Neden yardım ediyorsun o zaman?" diye sordum çocukça bir edayla.

"Yaralı bir insan olduğun için. Bu kadar," dedi ellerini iki yana kaldırarak. "Tamam mı?"

"Hayır. Tamam falan değil," dedim başımı diğer tarafa dönerek. "Ben yalnız kalmak istiyorum."

"Çocukluk yapma. Sana söz veriyorum yaralarını temizler temizlemez yalnız kalacaksın. Enfeksiyondan ölmek istiyorsan başka tabii."

Cevabına gülmeden edemedim. Gülmeme ben bile şaşırdım ancak Benjamin benden daha da şaşkın görünüyordu.

Neye güldüğümü anladığında iç geçirdi. "Pekala, ölmek isteme kısmına da geleceğiz. Şimdilik bana kolunu uzatman gerekiyor. Rızan olmadan sana müdahale edemem."

Yüzümü geri ona çevirdim. "Ya, öyle mi? Daha önce neden müdahale ettin?"

Sesi nispeten yükseldi. Onun da sabrının sonunda taştığı belli oluyordu. "Bunu şimdi mi tartışmak istiyorsun?"

"Evet!"

Ellerini beline yerleştirdi. Çocuğunu azarlamaya hazırlanan bir ebeveyn gibi. "Pekala hanımefendi, şuna ne dersin: Sen bana nöbet geçirdiğimde müdahale ederken rızamı aldın mı?"

Öfledim. "Aynı şey değil!"

Bu sefer Benjamin kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandı ve altın sarısı saçları hafifçe yana savruldu. "Aynı şey, Hazel."

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. "Sen adımı nereden biliyorsun?"

Bana bilgiç bir ifade ile sırıttı. "Epey çok şey biliyorum."

"Adrian'ı öldüreceğim," diye homurdandım.

Başını hafifçe yana yatırdı ve bir kaşı havalandı. "O konuda pek başarılı olduğun söylenemez, belki de başka bir numara bulmalısın?"

Yanaklarımı şişirerek sesli bir nefes verdim.

Benjamin'in sesinde bir çocuğun elinden şeker almaya çalışır gibi tatlı, ikna edici bir ton vardı. "Ayrıca Adrian'ı öldürmek istiyorsan seni tedavi etmeme izin vermen gerekecek."

"Anlamıyorsun!" diye parladım bana olan nezaktine daha fazla dayanamayarak.

"E anlat o zaman," diye sakince karşılık verdi.

"Anlatamam," derken sesim tizleşti. Seslice yutkundum. "Hem sen ne kadarını biliyorsun ki?"

"Adrian ne biliyorsa onu. Yani çok bir şey bilmiyorum."

"Yani hiçbir şey bilmiyorsun," diye düzelttim onu. "Ne kadar süredir böyleyim?"

"Baygın mı?" Başımı sallayınca dudaklarını büzüp bir süre düşündü. "Üç gün."

Kaşlarım havalandı. "Ne?"

Omuz silkti. "Evet, üç gündür Adrian'la aklımızı yitiriyoruz ya uyanamazsan diye." Sesi durgunlaşıp ciddi bir hal aldı. "Gerçekten ölmek üzereydin, Hazel."

Yumruklarımı sıkmak istesem de canımın çok yanacağını biliyordum. Bunun yerine derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ve başımı iki yana salladım. "Beni ölüme terk etmeliydiniz."

"Seninle aynı konuyu bir daha tartışmayacağım." İfadesi itiraz kabul etmeyeceğini gösteriyordu.

"Geri döneceğim bir evim, bir hayatım yok Benjamin. Her şey bitti, anladın mı? Ben bir hiçim!" Sözler ağzımdan çıkınca geriye ekşimsi bir tat bıraktılar. Duyularımı ele geçiren yorucu hislerle beraber gözlerim dolmaya başladı. Tam olarak bunları unutmak için her şeyi sona erdirmeye çalışmıştım. Ancak şimdi baskıladığım bütün o hisler yüzeye çıkıyordu. Beni bitirip tüketmek için. "Artık savaşacak hiçbir şeyim kalmadı," diye fısıldadım çatlayan sesimle.

Benjamin karşımda ne diyeceğini şaşırmış gibi görünüyordu. Bir elini yavaşça omzuma koyup güç vermek için sıktı. "Her zaman uğruna savaşacak bir şey vardır, Hazel."

"Bunu bilemezsin," diye karşı çıktım boğuk sesime rağmen.

"Elbette bilirim. Kendi ailem bana sırtını döndüğünde kendim için savaşmayı bıraktım mı sanıyorsun?"

Sinirle bir homurtu çıkardım. "Hasta kartını oynamanın vakti değil."

"Tam vakti!" diye şakıdı. "Beni iyi dinle, hiç kimse için savaşmana gerek yok Hazel. Asla kaybetmeyeceğin, sana asla sırtını dönmeyecek tek kişi kendinsin. Bu savaşmaya değer bir şey."

"Ya kendimi savaşmaya değer görmüyorsam?" dedim sesime yansıyan hiddet ve yorgunlukla. Önüme gelen herkesle savaşmaya çalışıyordum ve tek yıprattığım kişi kendim oluyordum.

"O zaman sen aksine ikna olana kadar senin yerine biz savaşırız."

Dediğini ciddiye almayarak güldüm. "Kendi adına konuş. Adrian'ın uğruna savaşmak isteyeceği son kişiyim, inan bana."

Benjamin de bana cevap olarak güldüğünde şaşırdım. "Her şeyi bildiğini sanma."

Ona göz devirirken kollarımı yavaşça kaldırıp gözlerimdeki yaşları sildim. Dudaklarım ve gözlerim şişmiş, suratım büyük ihtimalle kızarmıştı. Ancak hiçbir şey umurumda değildi. O an kapı bir daha çalındığında kafam direkt o yöne döndü.

"Gir!" dediğimde sesim kulağa o kadar da çatlak gelmiyordu. İçeri Adrian girdiğinde ben şaşırmasam da Benjamin şaşırmış görünüyordu.

"Senin dinlenmen gerekmiyor muydu?" diye sordu Benjamin iyice huysuzlaşmış sesiyle.

Adrian, kısılmış gözlerle ona bakan Benjamin'e karşılık omuz silkti. "Anlaşılan uzun bir süre daha dinlenemeyeceğim," dediği anda arkasında onunkine nispeten geniş bir cüsse belirdi. Elbette bunun kim olduğunu biliyordum.

İçeri hayretle bana bakan Hans girince sesli bir nefes verdim. "Şu an en az görmek istediğim iki surat neden karşımda duruyor?"

Hans konuşmak için fazla afallamış görünüyordu, bu yüzden lafa giren Adrian oldu. "Çünkü bilmen ger eken şeyler var," dediğinde sinirle olduğum yerde dikeldim.

"Asıl senin bilmen gereken şeyler var!" derken Hans'a alev saçan gözlerle baktım. "Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Hani onu bundan uzak tutacaktın?" Adrian tepkime hiç de şaşırmış gibi görünmese de Benjamin'in bakışları aramızda gidip geliyordu. Kendini bu işe bulaştırdığına bin pişman olduğundan emindim.

Bakışlarımı geri Adrian'a çevirdim. Ancak ağzımı açtığım anda söze girerek beni susturdu. "Her şeyden haberim var Hazel."

İnanmaz bir ifadeyle kaşlarımı çattım. "Her şeyden?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Gözlerim Hans'ın parıldayan mavi ve koyu kahve gözlerini buldu. "Babama..."

Adrian, Benjamin'e döndü. "Bize biraz müsaade eder misin?"

Benjamin arada kalmış gibi görünüyordu. "Benim neler olduğunu bilmeye hakkım yok mu?"

Hala odanın girişinde dikilen Hans ve Adrian'a dik dik bakarak, "İnan bana, bilmek istemezsin," dedim.

Bu sefer Hans bir adım öne çıktı. "Emin ol, kendi güvenliğin için bilmesen daha iyi."

Benjamin tereddütle bana baktı. Dudaklarım ince bir çizgi halini aldı. "Haklılar. Sen buna bulaşmasan daha iyi," dedim onu ikna etmeye çalışarak. "Lütfen."

Benjamin sonunda pes etti. "Bandajlarını değiştirmeye geleceğim," dedi ve odadan çıkmadan önce bir eliyle Adrian'ın omzunu hafifçe sıktı. Dikkatli ol, der gibi.

O çıkınca Adrian kapattığı kapıya yaslandı ve yeniden bana döndü. "Hans'ın babanı öldürdüğünü mü? Bana başından beri yalan söylediğini mi? Evet biliyorum," dediğinde ağzım açık bir şekilde ona baktım.

"Eminim beni kurtardığına bin pişmansındır şimdi, değil mi ucube?" dediğimde Hans huzursuzca dudağını ısırdı. "Sana ne oluyor?" diye patladım bu sefer ona karşı. "Bir ölüm tehditi yeterli gelmedi mi? Seni haklı bulmam sana burada katlanacağım anlamına gelmiyor."

Bir süre yüzüme boş boş bakan Hans sonunda, "Hayatın tehlikede Hazel," dedi.

Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. "Harika!" Yalandan sağa sola bakındım. "Bu sefer de ölmüş annem mi mezardan çıkıp beni oyunlarına alet edecek?" İkisi de sessiz kaldı. "Her türlü fark etmez, bir o eksikti zaten."

Hans bu sefer elleriyle bileklerimi işaret etti. "Cidden, aklından ne geçiyordu?"

Ona bön bön baktım. "Adrian bitti, şimdi de sana mı hesap vereceğim Greenberg?"

Adrian ellerini ceplerine sokup ağırlığını sağ bacağına verdi. "Sana zorluk çıkaracağını söylemiştim."

"Sen olmasaydın ölü olacağımı hatırlatırım, Gruber!" 

Adrian'ın çenesini sıktığı belli oluyordu. "Aynen öyle. Bana teşekkür ediyor olmalıydın."

"Hadi oradan! Sen olmasan ölüydüm. Bu yüzden, yaşıyor olmamın sonuçlarına sen katlanacaksın," dediğimde Hans'ın yüzünde karmakarışık bir ifade vardı.

Hans omuz silkti. "Sirkte herkese yer var," diyerek eliyle önce Adrian'ı, sonra da kendini işaret etti. "Bir ucube, bendeniz, bir katil" Elini bana doğrulttu. "Ve ufak bir şeytan."

Ne dediğine anlam veremeyek ona baktım. "Ufak bir şeytan mı?"

"Ah, evet," dedi bundan zevk alıyormuş gibi. "Aşağıda baygın yatan izbandut sana bu ismi takmış."

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bu sefer neler oluyordu?

İfademdeki değişimi fark eden Hans, "İlgini çekmeyi başardığıma göre konuşma vakti," dedi.

"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok benim," dedim kollarmı canım acısa da göğsümde birleştirerek.

"Öyle mi? Ne yazık ki benim seninle konuşacak çok şeyim var," dedikten sonra benden cevap beklemeden arkasındaki kapıyı açıp Benjamin'i yanımıza çağırdı.

Adrian'a döndü. "Ona güvenebileceğimize emin misin?" Benjamin'i kast ediyordu.

Adrian tereddüt etmeden başını salladı. "Eminim."

"Pekala," diyen Hans Benjamin'e döndü. "Aşağıdaki adamı sürekli kafasına darbeyle bayıltırsam bir daha uyanacağına dair şüphelerim var. Sen onu uyanırsa ilaçlarla uyutabilirsin, değil mi? Adrian sana gerekeni açıklar zaten."

Benjamin aklını kaçıracak gibi görünüyordu. Adrian da bunu fark etmiş olacak ki onun adına, "Bakarız," dedi ve dili tutulmuş gibi görünen Benjamin'i odadan sürükleyerek çıkardı. Zavallı çocuk üç tane, Hans'ın bahsettiği baygın adamı sayarsak büyük ihtimalle dört tane, delinin arasında kalmıştı.

Hans arkalarından kapıyı kapattı ve sırtını yine duvara yaslayarak kollarını göğsünde birleştirdi. Beyaz gömleği toprakla lekelenmişti. İçinde merak parlayan gözlerini bana dikti. "Şimdi beni iyi dinlesen iyi edersin, Hazel. Çünkü oyun daha yeni başlıyor."

Ona baygın baygın baktım. "Peki bu beni neden ilgilendiriyor?"

Dudağının köşesinde yarım bir gülümseme belirdi. "Çünkü duyacağın şeyler seni çok sinirlendirecek. Ama dahası, sana bir amaç verecek."

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 117K 68
| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu diğerlerinden ayıran mükemmel bir dış gör...
143K 6.1K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...
ZAMAN KIRAN By ay parçası

Historical Fiction

1.7K 139 6
Zaman her şeyin ilacı olarak bilinir. Ancak her ilaç gibi bu ilacın da içileceği zamanı sadece kendi belirler... Annesini kaybeden Karmen birden bire...
Sahip By L.U.Tess

Historical Fiction

2.2M 89K 39
Aldığı kölelerle bir gece geçirip saraydan gönderen acımasız bir Şehzade... Ve Yıllardır eziyet çeken bahtsız bir köle.. Yolları bir gün kesişirse ne...