BAYAN MOO: KATİLİN PEŞİNDE

By birincitanesii

4K 300 3.5K

Evrenin henüz Dünya tarafından bilinmeyen bir gezegeninde cinayet işlendi. Hulari'de bu cinayet bir ilkti ve... More

"BAYAN MOO"
⭐GEZEGEN REHBERİ⭐
BİRİNCİ BÖLÜM: "BAYAN MOO VE CİNAYET"
İKİNCİ BÖLÜM: "PES ETMEK İLE KAYBETMEK"
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "SORGU"
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "SIRRI KABUL ETMEK"
BEŞİNCİ BÖLÜM: "GİZEMLİ PALŞİN KASABASI"
ALTINCI BÖLÜM: "İŞKENCE"
YEDİNCİ BÖLÜM: "ARAYIŞ|PART BİR"
SEKİZİNCİ BÖLÜM: ARAYIŞIN ARDINDA|PART İKİ.
DOKUZUNCU BÖLÜM: "ORMAN VE ŞİFACININ EVİ"
ONUNCU BÖLÜM: "BÜYÜ VE MEKTUP"
ON BİRİNCİ BÖLÜM: "GİZEMLİ MEKTUP"
ON İKİNCİ BÖLÜM: "BÜYÜCÜNÜN AVUCUNDA YANAN EVREN"
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "GÜCÜN PEŞİNDE"
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "GÜCÜN KALBİ"
ON BEŞİNCİ BÖLÜM: "KAVUŞMAK VE SAVAŞMAK"
ON ALTINCI BÖLÜM: "SARDİNYA'NIN LANETİ"
ON YEDİNCİ BÖLÜM: "KANİCE SIRADAĞLARI"
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM: "PİYAKKALARIN İNİNDE"
ON DOKUZUNCU BÖLÜM: "MİNBA'NIN KURTULUŞU"
YİRMİNCİ BÖLÜM: "AXKAR KALESİ"
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM: "BÜYÜYE KAVUŞMAK"
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "VARLIK ve YOKLUK"
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "KRAL'IN YOLU"
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM: "SAVAŞIN ZEHRİ"
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM: "RUH DÜĞÜMÜ"
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM: "GÜÇLERİN SAVAŞI"
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "DÜNYA'DA BİR GÜN"
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM: "GERÇEKLİĞİN ZIRHIYLA MÜCADELE"
OTUZUNCU BÖLÜM\FİNAL: "BİR SONUN BAŞLANGICI"
*SON SÖZ*

YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM: "GEÇMİŞ ZAMANIN BİRİNDE"

78 1 0
By birincitanesii

Kral Autura'nın sarayından

Hulari K.z (Krallık Zamanı)

Bir ülkeyi yönetmek kolaydır. Size bağımlı askerleriniz, halkınız çok önemli büyücüleriniz ve cadılarınız olduktan sonra sırtınız asla yere değmezdi. Kral Autura'da öyleydi. Babasından kendisine miras geçen tahtına gözü gibi bakıyor, halkına en iyi şekilde hizmet vermeye çalışıyordu. Haftanın belli günlerinde saraydan çıkıyor, halkının arasına kimliğini belirli etmeyecek giysilerle girip etrafın huzurunu ve halkının eksik gediklerini birincil yöntemden öğrenmeye çalışıyordu. Ailesi bunu yapmasını her zaman mantıksız bulmuştu. Elçilerinden ya da savaşçı askerlerinden birini gönderebilirdi. Açıkçası onların kendisine doğruyu eğip bükmeden sunacaklarını ya da doğruyu arayıp kendisine getireceklerinden emin değildi. Kral gözleriyle görmediği hiçbir şeye kolay kolay inanmazdı.

Tahtından indi, odasının en sevdiği kısmı olan geniş terasına doğru yürümeye başladı. Uzun omuzlarına çarpan kumral saçlarının bir kısmını yere kadar uzanan ve her adımında hışırtı sesi çıkaran paltosu örtüyordu. Çıplak ayaklarıyla terasa vardığında gökyüzünün her zamankinden biraz daha kapalı olduğunu görmek biraz moralini bozmuştu. Bereketli rahmet yağabilirdi, çiftçilerini uyarması gerekiyordu.

"Efendim, yanınıza gelebilir miyim?" O ana kadar gözlerinin gökyüzüne doğru dalgın dalgın baktığını anlayamamıştı.

"Gel Opi." Opi kralın sağ koluydu. Çoğu konuda kral Opi'den yardım alırdı. "Efendim bugün yemeğe inecek misiniz kraliçemiz sizi yemek salonunda bekliyor..." Autura'nın bugünlerde iştahı yoktu. Eşinin gözüne battığının farkındaydı. Daha sonra onun gönlünü alacağını bilerek Opi'yle haber göndermeyi tercih etti. Yanına inerse kendisini soru yağmuruna tutacaktı ve Autura'yı o yağmurda ıslanmaması için kimse kurtaramazdı. "Opi sen Luria'nın yanına git, işlerimin olduğunu aç olmadığımı söyle."

Opi karşı çıkmak için hareketlendiğinde kral ona izin vermedi. "İkiletme Opi."

"Ama efendim dün de aynı şeyi söyledim ve kraliçemiz bundan hiç memnun değil."

"Yoksa ondan korkuyor musun Opi?" Opi geniş cüsseli, esmer görenlerin bir daha dönüp baktığı bir askerdi.

"Kraliçemizden aklı olan herkes korkar efendim." Bu cevap Autura'yı gülümsetmişti. Eşi Luria gördüğü en güçlü ve asil kadındı. Onu bazen üzüyordu ama eşinin bağışlayıcı olması sayesinde kolayca gönlünü alabiliyordu. "Şimdi yanına git ve ondan korkmadan dediklerimi söyle." Opi yutkundu. "Peki efendim," dedi. Mırıldanmayı ihmal etmeyerek. "Umarım beni öldürmez..."

Opi odadan çıktı. Kral Autura bedenini saran kumaşı düzeltti. Göbeğinin altında biten gösterişli kemeri çıkardı bu pekâlâ halkın dikkatini çekerdi. Daha basit bir kemer bulup üzerine giyindi. Aynaya döndü. Biri biriyle eş değer renkte olmayan gözlerine baktı. Biri mavi biri kehribar renkli gözleri kendisini seyretti. Kaşının üzerindeki savaş hatırası ince kesik yıllardır geçmemişti. Görünüşü için birkaç işlem daha yaptı. Hazır olduğuna kanaat getirdikten sonra kapıya doğru seslendi. "Nöbetçiler, Opi'yi çağırın!" Tek başına çıkamazdı.

Birkaç saniye sonra kapı açıldığında Opi suratı bir karış odaya girdi. İyi bir azar yemiş görünüyordu.

"Ben hazırım efendim," dedi.

"Öyleyse gidelim." Giydiği paltonun gizli cebine küçük bir bıçak yerleştirmişti. Halkın arasına girmeye artık hazırdı. Çoğu duruma hazır ve dayanıklı olduğu gibi.

Hazır olmadığı bir şey vardı. O da kaderin adının üzerine yazdığı yıkımdı.

****

Hulari çok bereketli bir gezegendi. Çeşit çeşit bitkiye ev sahipliği yapıyordu. Sebze, meyve, süs bitkileri, büyü bitkileri... Hularili birçok esnaf tezgâhlarını açmış ürünlerine bağıra çağıra talipli arıyordu.  "Gel gel tazecik şipo bitkileri var burada! Her derde deva, her derde!" Şipo ateş düşürücü ve ağrı kesici bir bitkiydi. Annesi küçükken kendisine çok kez içirmişti. Bitkilerin sandığından çok daha faydası vardı. En ölümcül yaraları bile birçok bitki karışımı kısa sürede iyileştirebiliyordu. Bunu kendi gözleriyle görmese belki de inanmazdı.

El emeği kilimler, ziynet eşyaları, baharatçılar ve daha birçoğu. Palşin kasabası çok kalabalıktı. Kral Autura bu kalabalıktan memnundu. Halkının ülkesi için böylesine içten çalışıyor olması gurur vericiydi. Başarılı bir yönetici olarak herkesin gelirine göre belli bir miktar para alırdı. Bunu olası savaşlarda, kıtlıklarda ve kuraklıklarda kullanırdı.

Kral Autura bir kilim dokumacısı kadının yanından geçerken gözleriyle kilimlerin kalitesine baktı ve tabelaya yazmış olduğu rakamın üzerinden geçti. Doğal ipekten yapılmaya benziyordu. Yine de dokunmak istedi. Elini ipek kilimin üzerinden geçirdi. Küçük kilimin dokusu parmaklarında hoş bir izlenim bırakmıştı. "Bu ne kadar?" diye sordu tezgâhının diğer tarafında başka bir alıcısıyla ilgilenmekte olan orta yaşlı kadına. Kadın alıcısından parasını alıp tezgâhın altına eğildi. Parayı bir yere bıraktı. Metal bir ses çınladı ve gerisin geri söndü. Büyük ihtimalle eski metal bir kap olmalıydı. Autura'nın yarım yamalak gördüğü yüzüne bakarak: "On iki re*" dedi.

*Re: Hulari krallık zamanında kullanılan para birimi. Toplam beş adet para kullanılmaktadır en çok re kullanılır. Kullanılan para tipleri: Re, Diya, Selvan, Onna ve Fiye'dir. Toplam beş krallığı kendi paraları sembolize eder.

Kral Autura homurdandı. "Biraz fazla değil mi?" dedi. Denemek istercesine. Orta yaşlardaki kadın ipeğin üzerini okşadı. "Bu saf ipekten yapılmadır. Yapımı aylarımı aldı elbetteki bu fiyata satacağım." Kral Autura görmeyen diğer hasarlı gözünü gizlemek adına küçük bir el hareketinde bulundu. "Efendim, almayacak mısınız?" Kadının göz kenarlarında çizik çizik yaşlanma lekelerini inceledi. Gözleri yorgundu. Elleri de öyle. "Alıyorum." Çok geçmeden küçük kilimi almış, Opi'ye vermişti.

"Efendim, sıkıntılı bir durum gözükmüyor." Kral Autura bunun farkındaydı ama kötülükler yaşanmadan önce kendileri hakkında hiç iz bırakmazlardı. Büyükbabası Herniş'in bir sözü vardı: 'Yaprak kımıldamadan önce sonbahara sormazmış.' Olacak olan neden ve sebep sormaksızın olurmuş. "Tedbirli olalım Opi." Bıyık altından konuşuyordu. Opi sadece başını sallamakla yetindi Kral Autura kendini koruyabilirdi ama sadece birkaç kişiye karşı. Onun bir diğer gözü olmalıydı. Keskin nişancılar, etrafta onu öldürmek için pusuda bekleyenler, kalleş düşmanlar... Bunlar daha önce yaşanmayan şeyler değildi, yaşanmayacak şeyler de. "Bu kilimi ne yapacaksınız efendim?" Kral Autura bunu düşünmemişti anlık bir karar verdi. "Sokakta gördüğün zor durumda olan herhangi birine verebilirsin." 

Zemin koyu renkli taşlarla kaplıydı. Bir hafta önce yağan rahmetin yeryüzündeki lekeleri hâlâ duruyordu. Toprak daha hepsini içine çekememişti. Opi ayağındaki deriden ayakkabısının rahmet suyuna değdik sıra çıkardığı sesten memnun kalmamıştı. "Keşke daha farklı bir ayakkabı giyinseydim," dedi. Autura'ya gün doğmuştu. Gözüne kestirdiği ayakkabı satıcısının tezgâhına doğru yön değiştirerek adımlamaya başladı. 

Opi ne yaptıklarını anladığında engel olmak istedi fakat buna yeltenmeye kalkmadı. Çeşit çeşit deriden yapılmaydı ayakkabılar. Bunlar en kaliteli olanlardı. Kare tezgâhın en soluna onları yerleştirmişti. Sağ da kalanlar kumaştan yapılma bez ayakkabılardı ve pek kullanışlı görünmüyorlardı. Yine de kasaba halkının çoğunun ayağında bu bez ayakkabıları görmüştü. Bu canını sıkmadan edemedi. Halkı her şeyin en iyisini hak ediyordu. En iyi ayakkabıları, en güzel bitkileri ve en güzel yönetimi. Opi'ye sonra bu konuyu danışmak istiyordu, zihnin en temiz yerine tükenmeyen bir kalemle yazdı. "Merhaba!" Satıcı adam hızlıydı. "Merhaba efendim! Ne arzu etmiştiniz!"

"Ayakkabıların güzel gözüküyor..."

Satıcı adam sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuş gibi mallarını açıklamaya başladı. "Öyledir zaten efendim. Şu siyah olanlar özellikle birinci sınıf kalite de. Hepsi el yapımı. Kumaş bez ayakkabılarımızda var. Onların fiyatı derilere göre daha uygun..." Bedeni eliyle koordine biçimde sallanıyordu. Uzun saçları vardı, omuzlarının bir parmak altında bitiyordu. Sakalı en az saçları kadar siyahtı. Kulak memesindeki garip desenli halkalar dikkat çekiciydi ve uzun kolyeleri göğsünün birkaç parmak altına kadar iniyordu. Mavi ve yeşil taşlar kolyenin ucunda sallanıyordu.

"Ancak kaliteli ayakkabıların fiyatı haliyle kaliteli olu-"

"Ne kadar?"

"Yirmi üç re."

"Fazla pahalı değil mi?"

Satıcı şiddetle karşı çıktı. Avucunu havaya kaldırarak diyeceklerine kendini hazırladı. Parmaklarındaki renkli yüzükler göz alıcıydı ve kolyesindeki taşların çiftiydi. "Deriyi bulmak kolay değil, üstelik kralımız bize deriye sahip olma konusunda belli başlı kurallar getirdi. Ölü hayvan derilerini kullanıyoruz. Canlı hayvanları öldürmüyoruz." Sanki bir metni ezbere okuyormuş gibiydi.

"Kralınız sizce bunu yaparak iyi mi etti?"

"Bana göre etmedi tabii. Baksanıza satış bile yapamıyoruz..." Homur homur homurdandı. "Ama bu konuda haklı, canlı zararsız hayvanları deri satabilmek uğruna yapılmadık işkence bırakmıyordu avcılar. Biz alıcıyız satıcı ya da derisini yüzen avcılar değiliz ama bir canlıya bunu yapmak çok acı çektirmek demek. Bunu hayvana yaptığında bir suç kabul edilmezken hularililere yapıldığında büyük cezalar veriliyor. Tanrı aşkına, adalet sadece bizim için mi işlenmesi gerek. Onlar da yaşıyor..." Kral Autura bir kez daha halkıyla gurur duyduğunu hissetti. Göğsü kabardı satıcıya küçük bir iyilik yapacaktı. Bu güzel düşüncelerini ödüllendirmeliydi ki daha çok çalışıp hem kendine hem ülkesine faydalı olabilsin.

"Tüm tezgâhını satın almak istiyorum." Satıcı adamın gözleri şokla irileşti. Simsiyah gözleri gördüğüne ve duyduğuna bir anlığına inanamadı. "Siz ciddi misiniz efendim?" Kral Autura'nın en özensiz giydiği kıyafeti bile birçok kişiden kumaş farkıyla daha özenli görünüyordu. Satıcı zengin birine benzediğini düşündü karşısında başını yere doğru eğmiş adam hakkında. Autura'nın yüzünü görmek istercesine başını eğdi, Autura buna izin vermedi birkaç adım geriye çekildi.

"Sizi görebilir miyim?"

"Üzgünüm yaptığım iyilikleri kendimi göstererek yapmıyorum," diyerek bir kılıf uydurdu. Kısmen doğru sayılırdı.

"Peki, anlıyorum." Satıcı gülümsedi. Hayırsever bir hulariliydi. 

"Tüm tezgâhı nasıl paketleyebileceğimi bilmiyorum."

"Yardımcımla beraber onları dağıtmak istiyoruz uzağa götürmeyeceğim." Satıcının yüzünde hem hayranlıktan hem de heyecandan oluşan gülümseme görülmeye değerdi. "O zaman geniş ipli çuvallarım var onun içine koyabiliriz." Kral Autura Opi'ye işaret verdi. Opi satıcıyla konuşuyor ve ona yardım ediyordu. Çok geçmeden tüm ücreti ona ödedi.

"İsminizi öğrenebilir miyim efendim?"

Sırtını satıcıya döndüğünde yükselen sese kayıtsız kalamadı. "Gizli kalmam daha doğru."

"Siz çok iyi birisiniz. İki pazardır eve çok az re götürüyordum. Karımla çok kavga ediyorduk, beni kurtardınız. Çocuklarım, karım ve ben size minnettarız. Tanrı Okalina sizi kutsasın, onun yanında sonsuz zaman içinde yaşayın." Kral Autura bu güzel kelimelere karşılık sessizce başını salladı.

"Efendim bunca ayakkabıyı kime dağıtacağız?"

"Deri olanları yoksullara dağıtacaksın. Onların daha çok ihtiyacı var. Onun dışında nasıl dağıtacağına sen karar ver. Buralarda dolaşıyor olacağım. İşini bitirdiğinde meydanda ol. Ben de orada olacağım."

"Peki efendim, ben iki sokak aşağısına gidiyorum." İki sokak aşağıda sıradan yaşayanlar bulunuyordu. Büyücü ve cadı olmayan sadece hularililer. Belirli yeteneklere sahip olamadıkları için ek gelir sağlayamıyorlardı bu sebeple kasabada yaşayan çoğu kişiye göre daha ihtiyaç sahibi durumundaydılar.

Bazen sıradan insanların büyücü ya da cadı olmak istediğini biliyordu. Bazı yasadışı işlere bulaşsalar da istekleri gerçekleşmiyordu. Büyücülük ve cadılık kandan geçen ve doğuştan gelen bir yetenekti.

Kral Autura tek başına olmanın verdiği rahatlıkla bir süre gezinmeye devam etti. Cadılarına sorular sordu. Bitkilere kolaylıkla ulaşıp ulaşamadıklarını, salgın hastalıklara karşı kendilerini geliştirip geliştiremediklerini, kraldan memnun olup olmadıklarını... Kendi halkının nabzını yokluyordu. Bazı cadıların gözleri şüpheyle kısılmıştı aynı şekilde büyücülerinde öyle. Kim olduklarını öğrenmeye çalışmışlar ama elleri bomboş kalmışlardı. Pazarın en tenha kısmına doğru yürümeye başladığında ilk dikkatini çeken kalabalık kısma göre olan sessizlikti. Bu bölgede genellikle baharatçılar bulunurdu. Baharatlar çok pahalı ürünlerdi. Bu yüzden bir tüccar en fazla iki baharat satışını tezgâhında yapabiliyordu.

"Merhaba efendim ne arzu etmiştiniz?" Kral Autura kendisine seslenen satıcıya döndü. "Bir şey satın almayacağım bakınıyordum." Satıcı bundan pek hoşnut kalmamıştı. "Taze getirdim, bakmak ister misiniz? Gün doğumu hasatından çıktı." Gün doğumu hasatı baharat hasatlarının en verimli ve en kaliteli olanlarıydı. Gün doğmadan baharatlar işlenilip toplandığı için adını ondan almıştı. Autura hevesli tüccarı kırmak istememişti. "Kırmızı otorumun* kokusuna bakın lütfen, tazeliği oradan belli oluyordur."

Otorum*: Dünya gezegeninde karşılığı kırmızı toz biber olan baharattır.

Kral Autura kemikli burnunu kendisine kaşıkla uzatılan otoruma doğru eğdi. Burnunu hemen ferah ve acı bir koku kapladı. "Ah, merhaba hoş geldiniz." Kaşığı Autura'ya kısa süreliğine emanet eden satıcı yanındakiyle ilgilenmeye başlamıştı.

"Yüzünüzü neden kapatıyorsunuz? Konuşmayacak mısınız?" Yanındaki adam çıt çıkarmıyordu.

"Ah, siz gizemli gençler. Ne var sanki yüzünüzü görsek. Bu zamanlarda moda oldu bu belli." Autura'ya dönüp bunu tasdiklemişti.

"Bir şey almayacaksanız diğer alıcımla ilgileneceğim efendim."

"Kukka* alacağım." Otorumun yanındaki baharatı istedi.

Kukka*: Dünya gezegeninde karşılığı karabiber olan baharattır.

"Ne kadar alacaksınız."

"Onlo kadar."

Hulari ağırlık ve sayı ölçüleri: op: sıfır, olli: bir kilo, lilo: iki kilo, tilo: üç kilo, belo: dört kilo, pilo:beş kilo allo: altı kilo, yelo: yedi kilo, selo: sekiz kilo, dolo: dokuz kilo, onlo: on kilo... Diğer sayma biçimlerini yapacakları zaman üst üste tekniğiyle sayıları birleştirirler. Örneğin bir kişi on iki kilo bir şey satın alacak. Olli(1) lilo(2) olarak sayıyla belirtiyor. Yirmi taneyse, lilo op olarak. Kilo ölçütleri sayı ölçütleriyle bir olduğu içi bu şekilde rakamlarla kilosal olarak da temsil edilmektedir.

"O kadar ağırı taşıyabilecek kap şu an yanımda yok. Bekleyebilirseniz başka satıcıdan rica edebilirim."

Şapkanın altındaki derin sesli kişi kabul etti. "Bekleyebilirim, acele etmenize gerek yok." Satıcı bundan memnun kalmıştı. "Efendim isterseniz size satışı yapabilirim, beklemenizi istemem."

Autura bu eli ayağına dolaşmış satıcıyı acele ettirmek istemiyordu, beklemeyi tercih etti. "Bekleyebilirim." Satıcı Autura'nın yanından geçerek başka bir baharatçının yanına doğru ilerlemeye başladı.

"Hiçbir zarara uğramadan tahtta kalabileceğini mi sanıyorsun gerçekten." dedi soğuk bir ses, soluk soluğa. "Bu kadar kolay mı sanıyorsun Autura." Bu ağır ve kılçıklı ses tonu yanındaki adamdan çıkıyordu. Erkekti çünkü bu denli kalın bir ses cinsiyeti erkek olan bir bireyden çıkabilirdi. "Sen de kimsin?" dedi Kral Autura. "Seni kırk metre öteden tanıyabilecek biriyim." Autura sinirlenmeye başlıyordu. "Bu kadar beylik laflar ediyor olmana şaşmamalı. Beni yakından tanıyor olmana veriyorum, kimsin sen açıkla."

"Cık, olmadı bu Autura." Autura kendisi gibi gizli giyinmiş kişinin kolunu sertçe kavradı. "Bana kim olduğunu söylemezsen olacaklardan sorumlu olmayacağım. Saçmalamalarının cezasını çekersin."

"Bir kral olabilirsin, tabii şimdilik. Yakın zamanda durduramazsan büyücülerini tahttan ineceksin." Autura buna inanmadı. "Fazla yalan söylüyorsun." Halkın içinde kendini hemen ifşa edemezdi. Sesini dahi yükseltmeden tıslarcasına konuşuyordu.

"Palavra sıkıyormuşum gibi gelebilir söylediklerim." Autura bu tuhaf yabancını kolunu her söyleminde daha fazla sıkıyordu. O ise bundan hiç etkilemiyormuş gibiydi, hatta umursamıyormuş gibi. Söylemlerine devam etti: "Büyücülerin ve sıradan halkın arasından her geçen gün büyüyen anlaşmazlıklar mevcut. Sen bunu bilmiyor olabilirsin ama ben biliyorum. Büyücülerin seni tahttan indirmek istiyorlar. Yerine kendi başkanlarını geçirecekler..." Autura inanmak istemiyordu. Hiçbir sorun yokmuş gibi görünüyordu.

"Hiçbir sorun yok gibi öyle değil mi?" Autura'nın adeta zihnini okuyordu. "Sen benim zihnimimi..."

"Şşh, evet evet ben bir büyücüyüm sevgili kralım."

"Söylediklerine inanmıyorum." Yabancı kolunu Autura'nın sert tutuşundan kurtardı.

"Hysa..." dedi. "Hysa'ya dikkat et. İnanmak istemediklerinle yüzleşeceksin ve en yakınım dediğin büyücü başa geçip seni yok ettiğinde zerre kadar üzülmeyeceğim." Cümlesine son noktayı koymuş, geri dönmek için arkasını dönmüştü ki Autura peşini bırakmadı. Yüzünü görmek için siyah pelerinine asıldı ama büyücü saniyeler içinde bedenen kayboldu.

Elinde sadece siyah bir pelerin kalmıştı.

Büyücü madden kaybolmuştu fakat ruhu hâlâ oradaydı.

Autura şaşkındı. Karşı tezgâhtaki adam ona seslendi:

"Efendim büyücü genç adamlar şu sıralar re için çeşit çeşit şekillere giriyorlar, biz buna alıştık umarım sizi kandırmamıştır..." Cümlesinin devamında birçok şey daha sıralamıştı ama Autura onu dinleyecek durumda değildi. O büyücü genç bir adam olabilirdi ama niyeti kesinlikle ondan re almak değildi.

Onun niyeti kendisini uyanışa geçirmekti ve kafası feci halde karışmıştı.

Satıcı Autura'nın yanından geçtiği sırada ondan özür diledi. Yanındaki adamın nereye kaybolduğunu sordu. Autura sessizdi.

Kendisiyle alay etmişti değil mi?

Kafa karışıklığı o günün akşamına kadar sürdü.

Ta ki Hysa'nın o gece onun yanına gelmesine değin...

*

BÖLÜM SONU :)

Kral Autura ile tanışmış olduk. Kendisini sevdiniz mi? Benimle bunu paylaşın.  

Geçmişin perdelerini aralıyoruz ve sona yaklaşıyoruz. Perdeler aralanıyor, gerçekler ortaya çıkıyor. Çarpışmalara hazırlıklı gelin :) 

Seviliyorsunuz.

-Simo. 

Continue Reading

You'll Also Like

204 92 24
Miusa: "Zaman zaman zaman... Neyin ne zamanı var Aral?" Fairytale: "Sana kendimi açmamın zamanı var." Miusa: "Yoksa İngiltere prensi misin?" Fairytal...
100K 7.6K 12
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
5.2M 8K 10
❤️ Epsilon Yayınevi ile raflarda! Kitaptan ilk üç bölüm okuyabilmeniz için yayında! #1 Romantizm Yaman, Rüya için, tıpkı onun söylediği gibi, bir kah...
61.3K 4.5K 33
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...