RUNAWAY •Taekook•

Von mrs_marsmellov

6.7K 665 1.5K

Her bebek doğduğunda ruh eşi de onunla aynı anda doğar ve Tanrı onları görünmez bir iplikle bağlarmış. O görü... Mehr

1*Karanlığın Kolları
2*Okyanusun Derinleri
3*Titreyen Göz Kapakları
4*Renkli Kulübenin Kilitli Kapıları
5*Matmazel Siyah'ın Laneti
6*Karanlığa Uyanan Çocuk
8*Canlı Çiçeğin İntiharı
9*Gözlerdeki Mavi Yansıma
10*Kırmızı Çiçeklerin Bağı
11*Mavi Çiçekli Yüzük
12*Bozulan anlaşma
13*Mavi Saçlı Çocuklar
14*Okyanus Bizi Yutacak
15*Kalpte Esen Rüzgar
16* Bu An Hiç Bitmesin
17* Savaşmaktan Sakın Vazgeçme
18*Eski Günlere Dönelim Mi?

7*Taehyung'un Korkutucu Varlığı

365 48 115
Von mrs_marsmellov

Bu bölüm genel olarak sevdiğim bir bölüm oldu. Özellikle sonu ehehe

Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar <3

❄️

Sağ adım, sol adım, sağ adım, sol adım... Ayağımın altında ezilen yapraklar, kaldırımı süsleyen boyalar, karıncalar, taşlar... 

"Neden yere bakıyorsun?" Duyduğum ses yanımda, sendeleyerek yürüyen Jungkook'a aitti. On dakikadır yürüyorduk, ayaklarındaki yaralar acımaya başlamış olmalıydı. Büyük ve damarlı elinin arasına hapsettiği elim terlemiş, yapış yapış olmuştu. Buna rağmen bırakmayışı midemde bir şeylerin hareketlenmesine sebep oldu. Başımı kaldırmadan sorduğu soruya cevap vermek adına dudaklarımı araladım. 

"Hiç, öylesine." Öylesine bakıyordum yürüdüğümüz gri yola. Başımı kaldırsam gözlerimin kamaşacağını biliyordum belki de. Aydınlığa alışık değildim, gözlerim sadece karanlığa bakmak istiyordu. Kulaklarım sadece sessizlik, beynim sadece yalnızlık istiyordu. İnsan alıştığı şeylerin dışına kolay çıkamazdı. Alıştığı şey onun için iyi de olsa kötü de olsa yokluğunu yadırgar, iyi de olsa, kötü de olsa hayatına yeni bir adım atmakta zorlanırdı. 

Sigarayı bırakamazdı insan, ciğerleri çoktan alışmıştı çünkü zehirli havaya. Ölen sevgilisinin yerine yenisini koyamazdı, onun için atmaya alışan kalbi onun için atmaya devam ederdi çünkü...

Dimdik duramadığım için kendimden nefret mi etmeliydim? Bilmiyordum. Dimdik durmayı denesem, aydınlık gökyüzüne baksam mesela, yağmurdan sonra oluşan gökkuşağına... Yedi yaşındaki Taehyung geri gelir miydi? Kovabilir miydi bedenime ev sahipliği yapan korkak ruhu?

"Korkuyorum." diye fısıldadım. Başımın önde durması boynumu ağrıtmaya başlasa da önemsemedim. Acaba insanlar izliyorlar mıydı beni? Garip bakışlarla burada ne işim olduğunu sorguluyorlar mıydı? Bu aydınlık dünyaya ait olmadığımı konuşuyorlar mıydı kendi aralarında? Çocuklarının gözlerini kapatıyorlar mıydı? Bütün bu sorular beynimi yiyip bitirirken Jungkook'un sesi kalbimin attığını hatırlamama yardımcı oldu.

"Ben de korkuyorum." diye fısıldamıştı. "Tekrar karanlığa mahkum edilmekten."

"Aydınlıkta yaşayamamaktan." diye devam ettirdim cümlesini. Korkuyorduk. O karanlıktan, ben aydınlıktan...

 "Ne yapacağız Taehyung? Sürpriz yumurtadan çıkar gibi girdim hayatına. Üstelik güzel bir sürpriz de değilim. Yürüyemiyorum bile, koşmamız gerekirse ne olacak? Seni yavaşlatacağım. Kendimi koruyamadığım gibi seni de koruyamayacağım."

"O zaman geldiğinde senin yerine ben koşacağım. Sen geride kalacaksın. Beni yavaşlatmayacaksın çünkü seni beklemeyeceğim." 

"Gerçekten öyle mi yapacaksın?" dediğinde sesi kırgın çıkmıştı. Sesindeki kırgınlığı gizlemeye çalışarak tekrar konuştu. "Ohh rahatladım. Benden önce kendini düşünmen beni mutlu etti."

"Kızgın bir köpeğin peşimizde olduğunu düşün." dediğimde dışarı çıktığımızdan beri ilk kez başımı kaldırmış, Jungkook'un büzülen dudakları ve çatılan kaşları ile yolu izlediğini görmüştüm. "Koşan kişinin mi peşine takılır yoksa yerinde duranın mı?"

"Koşanın." dediğinde adımları duraksamış, bedenini bana doğru döndürmüştü. Az öncekinden daha fazla büzmüştü dudaklarını ve daha fazla çatmıştı kaşlarını. Bu fikirden hoşlanmadığını belli etse de ilk koşacak kişinin kendim olacağını bilmek yapacak bir şey bırakmıyordu bana. Dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleştirdim ve boşta olan elimi kaldırarak parmaklarımı büzülen dudaklarının üstüne koydum. 

"Bu fikir hoşuma gitmedi." dedi. Parmaklarımın altında hareket eden dudaklar midemdeki şeylerin tekrar uyanmalarını sağlamıştı. 

"Ama istediğin bu değil miydi? Eğer bir gün koşmamız gerekirse seni bırakıp koşmam?" Sessiz kaldı ve tekrar yola döndü. Yaptığı şey parmaklarımın dudaklarından ayrılmasına sebep olmuştu. Onun yaptığını yaparak ben de yola döndüm. Gözlerimi ilk kez etrafta gezdirdiğimde çok insan olmadığını, olanların da beni umursamadığını fark ettim. Üzerimdeki renkli kıyafetlerden dolayı olmalıydı. Renkliler onlara göre normaldi, bu yüzden dikkatlerini çekmiyordu. Siyahlar ise... Siyahlardı işte...

"Jungkook! Yeter artık." 

"Ne?"

"Düşünmeyi kes, başımı ağrıtıyorsun." Elinin birden elimin üstünden kayması ve duyduğum düşme sesi ile neye uğradığımı şaşırmış, onun tarafına bakmıştım. Yerde oturuyor, dizini tutuyordu. 

"Özür dilerim." dedi iki eliyle dizini iyice kapatırken. Yine yedi yaşındaki çocuk esir almıştı gözlerini. Dizlerimi yere koyup önüne oturdum ve ellerimi ellerinin üzerine yerleştirdim. Gözlerime bakmıyordu, baktığı yer ellerinin üzerindeki ellerimdi. Ben de onun yaptığını yaptım. Gözlerimi ellerimize odakladım ve ellerini sıkıca tuttum. O sırada elime düşen damlayla birlikte yağmur yağmaya başladığını anladım. Fakat yağmur neden sadece elime yağmıştı?

"Jungkook?" dedim başımı eğip gözlerine bakmaya çalışırken. Başını hafifçe yukarı kaldırdığında gördüğüm kızarık burun ve ıslak yanaklar kalbimin hızla atmasına sebep oldu. Canı çok mu yanmıştı? Göğsündeki kocaman yanık onu ağlatmazken dizinde oluşan küçük yara mı ağlatmıştı?

"Çok mu acıdı?" dediğimde başını olumlu anlamda sallarken dilini büzülmüş dudaklarının üzerinde gezdirdi. Dudakları da ıslaktı şimdi. Sebebini bilmediğim bir şekilde hoşuma gitmişti. Gözlerim bir süre ıslak dudaklarında oyalandıktan sonra güçsüz düşmesini fırsat bilerek ellerini dizinin üzerinden çektim. Oynadığımız oyunu kaybetmiş gibi daha çok büzüldü dudakları ve ellerini arkasına sakladı. Pantolonu yırtılmıştı, dizindeki kanamaya devam eden yarayı görebiliyordum. 

"Eve kadar sabredebilir misin?" dediğimde tepki vermemişti. Sadece dizine bakıyor, içini çeke çeke ağlıyordu. 

"Özür dilerim." dedi tekrardan. 

"Ne için özür diliyorsun?" dediğimde omzunu silkmişti. 

"Çocuk gibi ağladığım için."

"Neden ağlıyorsun?"

"Bilmiyorum." dediğinde sesi çatlamış, yüzü iyice kızarmıştı. Bu konuyu eve varınca konuşmak üzere rafa kaldırdım ve ellerimden destek alarak ayağa kalktım. Jungkook'un kalkmasına da yardım edecekken duyduğum ses bütün tüylerimin ürpermesine ve bugün daha ne kadar felaketle karşı karşıya kalacağımızı düşünmeme sebep oldu. Duyduğum ses kesinlikle bir köpek sesiydi. Hem de kızgın bir köpek sesi. Yavaşça arkama döndüğümde kızgın köpeğin benden büyük olduğunu fark etmiş, sinirle gülümsemiştim. Gülümsemekten başka bir şey de yapabilirdim tabi. 

"Taehyung sakın!" Koşmak gibi. 

Jungkook'u öylece yerde bırakıp koşmaya başlarken nereye gittiğimin bile farkında değildim. Farkında olduğum iki şey vardı. Birincisi; köpek peşimdeydi, yani amacıma ulaşmıştım. İkincisi ise koşmak konusunda çocukken olduğum kadar iyiydim. Jungkook'un bağırma sesleri ben koştukça kısılırken pes etmeyen köpek işimi daha da zorlaştırıyordu. Sanırım beni yemek istiyordu. Sahi, köpekler insan yer miydi? 

Yorulmaya başlamıştım. Köpeğin havlama sesleri daha yakındı artık. Pes etsem Jungkook çok acı çeker miydi? Arkaya bakmak için başımı çevirdiğimde çarptığım sert şey yere kapaklanmama sebep olurken nefes nefeseydim. Sanırım buraya kadardı. 

"Hey!" Ya da değildi... Duyduğum ses köpeği, yaşadığım adrenalini, alamadığım nefesleri bana tamamen unutturmuş; hızlı atan kalbimi daha da hızlandırmıştı. Duyduğum ses karanlığımı birazcık aydınlatan sarı saçlı çocuğa aitti ve o çocuk şuan, peşimdeki köpeğin altında kahkahalarla gülüyordu. 

"Canın oyun mu istedi?" dediğinde çıkan yumuşak sesi gözlerimi doldururken oturduğum yerden bacaklarımı karnıma doğru çektim ve kollarımı dizlerime sararak başımı kollarımın arasına gömdüm. Hıçkırıklarım ruhumu esir almıştı. Hala kahkahalarını duyuyordum. Karanlığa tamamen hapsolmamı engelleyen kahkahaları... 

"Seninle sonra oynayacağım." dediğinde köpekle konuştuğunu anladım. Kahkahalar kesilmiş, köpeğin sesi uzaklaşmıştı. Sadece benim hıçkırık seslerim vardı şimdi, utanıyordum. Başımı daha çok gömdüm kollarımın arasında kalan boşluğa. Adım sesleri eşlik etmeye başladı hıçkırıklarıma. Tam önümde durdu beyaz ayakkabılar. Başımda hissettim elini önce, ardından sırtımda... Başımı kaldırdım yavaşça, ardından ıslak kirpiklerimi araladım. 

"Hala ağlıyor musun? Renklerine de kavuşmuşsun oysa?" dediğinde gözlerini ilk defa ıslak görüyordum. O... Karşımda ilk defa ağlıyordu. Bembeyaz tenini küçük kırmızılıklar süslüyordu şimdi. Dudaklarındaki tebessüm hiç değişmemişti. 

"Jimin?" dedim. Sesim çatallaşmış, boğazım kurumuştu. 

"Sanırım yine kurtardım seni hmm?" Kollarımı bacaklarımdan ayırarak boynuna doladım ve gözlerimdeki yaşların akmaya devam etmesine izin verdim. 

"Çok uzaklaşmamışsınız Jimin. Neden beni görmeye gelmedin?" Sesimdeki kırgınlık, istemediğim bir boyuttaydı. Bunu fark etmiş olacaktı ki sırtımda gezinen ellerinden birini saçlarıma kadar sürükledi. 

"Özür dilerim Taehyung. Gerçekten gelmek istedim." Bedenimi bedeninden ayırıp dolu gözlerimle dolu gözlerine baktım. 

"Sen de mi diğerleri gibi düşündün? Yani ruh eşini öldüreceğimi mi düşündün? O yüzden mi gelmedin?" Eğer durum öyle ise kendimden nefret ederdim. 

"Sana bir şey yapmalarından korktum. Siyah kıyafetlerini çıkarmadan seninle görüşemezdim Taehyung. Bu an için dört yıl boyunca bekledim. Seni, nefret ettiğin karanlığına bir de ben hapsettim. Özür dilerim." Ne söyleyeceğimi veya ne düşüneceğimi şaşırmış vaziyette gözlerine bakarken her şeyi boşverip bir kez daha doladım kollarımı boynuna. Onu çok özlemiştim. Benimle oyunlar oynayan, beni eğlendirmeye çalışan çatı arkadaşımı çok özlemiştim.

"Gözlerimin karanlığın yasını tutmaya başladığı bu anda tekrar çıktın karşıma. Teşekkür ederim Jiminie" Kaç dakika boyunca yerde öylece oturduğumuzu bilmiyorum, beni kendime getiren şey tanımadığım birinin öksürük sesi olmuştu. Sonra ise tanıdığım bir sesin adımı söyleyişi...

"Taehyung?" Başımı Jimin'in göğsünden ayırıp sesin geldiği yöne baktığımda kollarım henüz boynundan ayrılmamıştı. Jungkook'un tam karşımızdaki ağaca yaslanmış bir şekilde bizi izlediğini gördüm. Buraya kadar beni takip etmiş olmalıydı. Ben bile nerede olduğumuzu bilmiyordum. Bakışlarım kanayan dizine kaydığında kollarımı Jimin'in boynundan ayırıp ayaklandım. 

"Neden beklemedin? Yaran daha kötü olmuş." 

"Bekledim. Gelmedin."

"Özür dilerim." dediğimde Jimin'e beni dört yıl boyunca beklettiği için kızmaya hakkım olmadığını düşündüm. Ben de aynı şeyi her seferinde ruh eşime yapıyordum. Bundan nefret ediyordum. "Gel, şuraya otur." dedim kolunu tutarak. Kolunu elimden kurtardıktan sonra omuz silkti ve dudaklarını araladı. 

"Oturmama gerek yok, ayakta kalabilirim." İfadesiz bakışları gözlerimden ayrılıp arkamda bir yere sabitlendiğinde ben de arkama dönüp baktığı yere baktım. Jimin yerde oturmaya devam ediyordu, arkasında ise Jungkook gibi ağaca yaslanmış biri duruyordu. Aralarındaki tek fark Jungkook'un ayakta kalabilmek için yaslanıyor oluşuydu. Biraz daha dikkatli baktığımda Jimin'in o gün ruh eşi yemini ettiği çocuk olduğunu fark ettim ve tekrar Jimin'e çevirdim bakışlarımı. Ortamdaki garip havayı onun da ayağa kalkması bozarken ağacın yanındaki çocuğun yanına gitti ve elini tutarak bize doğru sürükledi. Çocuk halinden memnunmuş gibi görünmüyordu. Yüz ifadelerinde bir huysuzluk hakimdi. Bir adım geri gittiğimde çarptığım şeyin Jungkook'un göğsü olduğunu, çenesinin omzuma yaptığı baskıdan anlamıştım. 

"Yoongi, ruh eşim." dedi Jimin tam önümde durduktan hemen sonra. Bakışlarım yanındaki çocuğu baştan aşağı süzdüğünde umursamazlığı yüzünden iyi bir enerji almadığımı hissettim. Kahverengi gözleri beni baştan aşağı süzmüş, sonra rastgele bir yere odaklanmıştı. Dalgalı, kahverengi saçları vardı ve boyu Jimin'in boyuyla aynı gibiydi. Yine de fit vücudu bir kavgaya girersek kazanacağını belli ediyordu. 

"Bu da Taehyung. Çocukluk arkadaşım ve daha ötesi." dedi Jimin. Söylediği şey dudaklarımda küçük bir tebessüm oluşmasını sağlarken benimle ilgilenmediğini bile bile elimi Yoongi'ye uzattım. Düşündüğümün aksine gözlerini daldığı yerden çekmiş, gözlerime odaklamıştı. Aynı zamanda elimi sıkıp bırakırken yüzündeki ifadesizlikten bir şey kaybetmemişti. 

"Ruh eşin Jimin olduğu için çok şanslısın." 

"Sen şanslı mısın?" Kulağıma fısıldayan ses sadece benim duyabileceğim kadar kısık ve derindi. Elimi arkaya atıp bacağının yanında duran elini tutarak vermiştim cevabımı. Ellerimizi hareket ettirerek belimin sol tarafına yerleştirdi ve ağacın önünden ayrılarak sağ tarafıma geçti.

"Jungkook, ruh eşim." dediğimde Jimin'in gözleri gözlerimden ayrılıp yanımda duran ruh eşime kaydı. Ona hayranlıkla bakıyordu. Zaten Jimin benim ruh eşime her zaman hayrandı. Çatıda ondan bahsederken de, şimdi kanlı canlı görürken de. 

"Bu da Jimin. Çocukluk arkadaşım ve daha ötesi." dediğimde Jimin'i taklit ettiğim için ikimiz de gülümsemiştik. Jimin elini uzattığında Jungkook boşta kalan sağ elini uzatmış, Jimin'in tuttuğu elini sıkmıştı. Jimin'in bembeyaz eli Jungkook'un büyük elinin içinde adeta kaybolmuştu. 

"Ruh eşin Tae olduğu için çok şanslısın. Tae de çok şanslı." 

"Taehyung bana senden bahsetti." dedi Jungkook elini Jimin'in elinden ayırırken. "Benim yüzümden acı çekerken ona renklerin varlığını hatırlatan kişiymişsin."

"Senin yüzünden değil. Acını da olsa seni hissetmek ona iyi geliyordu." Jungkook belimdeki baskısını arttırırken Jimin her zamanki melek gülüşünü sergileyerek ruh eşine döndü. Gerçekten onu bulduğuma inanamıyordum. Sanki hayaldi. Herkes için küçük ama benim için büyük bir hayal...

"Bu saatte burada ne yapıyorsunuz peki?" 

"Eve gidiyoruz. Buluşma gününden beri bir kulübede kalıyorduk." 

"Ahh anladım." dedi ve gülerek ruh eşine döndü. "Sanırım bizim de bir kulübe bulmamız gerekecek." 

"Siz neden dışarıdasınız?" dedim söylediğini duyduktan hemen sonra. Bakışlarını ruh eşinden ayırıp bana odakladı. 

01.09.21

Buluşma Günü

Jimin evlerindeki geniş salonun ortasında volta atarken Yoongi tekli bir koltuğa oturmuş, büzüldükçe büzülmüştü. 

"Bu ilişkiyi onaylamıyorum." dedi oğlu gibi salonun ortasında volta atan kadın. 

"Anne, ne yapabilirsin ki? O benim ruh eşim." dediğinde duraksayıp Yoongi'iyi işaret etmişti sarı saçlı çocuk. Yoongi ise bulunduğu durumdan hoşnut olmasa da sesini çıkarmıyor, aile tartışmasını çekingen bakışlarla izliyordu. Zaten şansı hiçbir zaman yaver gitmemişti, bu durum onu pek şaşırtmıyordu. 

"Ruh eşi bağını bozalım. Sonra ruh eşiyle bağını koparmış bir kız buluruz onunla evlenirsin. Böylece kimse fark etmez." 

"Meydanda herkes gördü zaten bizi. Sen neyin planını yapıyorsun ki?" Yoongi Jimin'in de bağı koparmak istediğini düşündü. Ruh eşi bağı bir kez koparsa bir daha bağlanamaz ve başka bir beden, eşi olsa bile ruh eşi olamazmış. Dedesi küçükken bunları ona anlatırken 'Büyükannenle aramızdaki bağı kopardıktan sonra ne acı hissettim, ne mutluluk. Kalbimin ortası koca bir boşluktan ibaret oluverdi. Anılarımız zihinlerimizden silindi, sadece tanıdık yüzlerimiz kaldı.' demeyi de ihmal etmiyor, fark etmeden çocuğun gözünü korkutuyor, ilerisi için endişelenmesine sebep oluyordu. Şuan o endişelendiği anın içine hapsolmuş ne yapacağını bilmezken dedesinin dirilip yanına gelmesini her şeyden çok istediğini fark etti. 

"Jimin, sen benim tek çocuğumsun." dediğinde volta atmayı bırakmış ve oğlunun tam karşısına dikilmişti kadın. "Torun istemek benim hakkım. Bir erkekle yaşamana izin veremem." Yoongi kendisine dönen bakışlarla gerilirken oturuşunu dikleştirerek Jimin'in ona bakan kahverengi gözlerine baktı. Sanırım yolun bittiği yerdelerdi. Birazdan annesini haklı bulacak ve Yoongi'den bağı koparmalarını isteyecekti. Yoongi ruh eşi bağı da koptuktan sonra artık yapayalnız kalacaktı. Dedesinin ölümünden sonra onun bağlı olduğu tek kişi ruh eşiydi ve o bağ da artık yok olacaktı. Kaderine razı gelip yavaşça oturduğu yerden kalktığında Jimin tekrar annesine dönmüş, ince sesini yükseltebildiği kadar yükseltmişti. 

"Tek çocuk olmayı ben seçmedim anne, bu ikinizin seçimiydi." İşaret parmağıyla koltuklardan birinde, pasif bir şekilde oturan babasını gösterdi. "Ben ikiniz gibi sevgisiz olmak istemiyorum. Senin gibi ruh eşimle bağımı bozup başka biriyle evlenmek istemiyorum. Ben onu her şeyiyle hissetmek istiyorum. Babam merdivenlerden düştüğü anda senin gibi her şeyden bihaber bir şekilde gülmek istemiyorum. Ona bir şey olduğunda kalbim sıkışsın, o mutlu olduğunda kelebekler kanatlansın." eli yanına düşerken derin bir nefes aldı. "Doğacak çocuğuma sevgi verememektense hiç çocuğum olmasın daha iyi."

Yanağında hissettiği şey annesinin sert tokadı olmuştu. Başı soluna düştüğünde görüş açısına giren ruh eşi dolmamak için direnen gözlerle sarı saçlı çocuğa bakarken, sarı saçlı çocuk çoktan akıtmaya başlamıştı inci tanelerini. Dudaklarında küçük bir tebessüm vardı ama, Yoongi buna anlam veremedi. Yanağındaki küçük sızıdan başka hissettiği bir şey daha vardı. Güven... Jimin ona bakışlarıyla ayrılmayacaklarını garantilemişti. 

"Defol git o zaman bu evden Jimin! Hiç tanımadığın bir adam versin sana aradığın sevgiyi!" Jimin'in gözleri duyduğu şeylerle koltuğa sinmiş olan babasını bulurken, babasının üzgün bir şekilde kendisine baktığını fark etti. Yine konuşturuyordu pasifliğini adam. Karısına karşı tek bir söz dahi söyleyemiyordu. Dudaklarındaki tebessüm silindi çocuğun. Gözlerinden akmakta olan yaşların hızı şiddetlendi, ellerinin tersiyle hepsini sildi. Ayakta dikilen ruh eşinin elini tuttu ve annesine son bir kez bile bakmadan, evden tek bir şey dahi almadan evinden ruh eşiyle birlikte ayrıldı. Çocukluk arkadaşı Taehyung zaten ellerinden alınmıştı, ruh eşinin de alınmasına izin vermeyecekti. 

Günümüz

"Jimin, ben ne diyeceğimi bilemiyorum." dediğimde şaşkınlıktan ötürü açılan ağzım bile henüz kapanmamıştı. Jimin gülümseyerek saçlarımı karıştırdı. 

"Bir şey söylemene gerek yok Tae. Teselli vermekte kötü olduğunu biliyorum." Karanlıkta kaldığım yıllar boyunca Jimin'in tesellilerini işitmiş olan kulaklarım beni bir şeyler söylemeye itiyordu. 

"Yine de ben her zaman senin yanında olacağım. Annen de hatasını fark edecektir."

"Her zaman yanımda olmana ihtiyacım var Taehyung." dedi Jimin ve o sırada göz ucuyla Jungkook'a baktı. Jungkook bakışlarını yere sabitlemiş, öylece konuşulanları dinliyordu. Ondan farklı olarak Yoongi'nin çekik gözleri benim üzerimdeydi. Beni baştan aşağı süzüyor, neden olduğunu anlamadığım bir şekilde gözlerini deviriyordu. Gözleri aniden gözlerimi bulduğunda yakalanmanın verdiği afallamışlıkla bakışlarımı kaçırdım. Sanırım beni sevmemişti. Neden diye düşünmeden edemedim. 

"Ne zaman gideceğiz?" Duyduğum ses yanımda duran Jungkook'a aitti. Haklıydı. Jimin'i görünce eve gittiğimizi tamamen unutmuş, burada fazla oyalanmıştım. 

"Siz dışarıda mı kalacaksınız? Hava yavaş yavaş soğuyor ve sık sık yağmur da yağıyor." dedim Jimin'in boncuk gibi olan gözlerine bakarak. Düşünceli bir hali vardı, ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Ruh eşine karşı bir sorumluluk hissediyor olmalıydı. "Ruh eşinin evi yok mu? Ya da gidebileceğiniz herhangi bir yer?"

"Olsaydı şuan burada olmazdık." Dedi Yoongi. Haklıydı. Bu olaya çözüm üretmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Kaldığımız kulübe bir arkadaşıma ait. Onunla konuşabilirim. Eminim size yardım etmek isteyecektir." Jimin Yoongi'ye döndüğünde ben de ister istemez tekrar ona bakmıştım. Yüzü neden bu kadar ifadesizdi anlamıyordum. Beni sevmediğine emin olmuştum artık. 

"Aslında aklımda bir fikir var." dedi Yoongi. "Kalacak bir yer biliyorum, yani kulübeye gerek yok." 

"Neresiymiş?" dedi Jimin merakla. Duygularıma tercüman olmuştu. 

"Gidince görürsün." dedi Yoongi ve uzanıp ruh eşinin elini tuttu. "Gidelim." Jimin ona güveniyordu. Bunu yüzündeki rahatlıktan anlamıştım. Onun artık bir ruh eşi vardı, yapacağı veya gideceği yerlere karışmamın haddime olmadığını düşünerek sessiz kaldım. 

"Görüşeceğiz Taehyung. Endişelenme seni bir daha bırakmayacağım." dedi Jimin ve Yoongi'nin elini bırakmadan diğer kolunu boynuma sardı. Bu sarılma kısa sürmüştü, Yoongi onu çekiştirmeye başlamıştı çünkü. Yoongi'ye pek ısınamasam da bu hallerine gülmeden edemedim. Jimin mutluydu. 

"Biz de gitmeli miyiz?" dedi Jungkook. Jimin ve Yoongi gözden kaybolduktan sonra Jungkook'a döndüm ve elimi uzattım. Uzattığım elimi refleksmişçesine düşünmeden tuttuğunda gülmeden edemedim. 

❄️

Sonunda buradayım işte. Karanlığa hapsolduğum evin mavi kapısının önünde, elinden tuttuğum ruh eşimle birlikte dikiliyorum. Hiç soru yok aklımda, hiç düşünce yok. Hiç kaygı yok, umut yok, his yok. Sadece acı var ve koruma içgüdüsü... Onu ailemin kötü sözlerinden, babamın tokatlarından, annemin karanlığından, odamın kasvetinden koruma içgüdüsü...

Omuzlarımı dik tutmaya çalıştım. Göz ucuyla Jungkook'a baktığımda onun da aynısını yapmaya çalıştığını fark ettim. Onun için daha zordu belki de. Ruh eşinin ailesinin evine gelmişti. Hiç tanımadığı insanlardı ve onların ne düşüneceğini merak ediyordu. 

Daha fazla uzatmanın bir anlamı anlamı yoktu. Zile bastım ve kapının arkasından gelen seslere odaklandım. Annemin topuklu terliğinin sesi buradan bile duyuluyordu. Acaba babam evde miydi? Yaklaşık yarım saat önce iş için evden çıkmış olması gerekirdi. Muhtemelen öyle de olmuştu. Belki de geleceğimden haberi bile yoktu. 

Kapının aniden açılması sıçramama sebep olurken annemin yorgun bakışları ve morarmış göz altlarıyla karşılaştım. Onu birkaç günün ardından ilk defa görmek kalbimde küçük bir sızı oluştursa da duygularıma yenik düşmeyecektim. Yıllarımı kocaman bir karanlığa hapseden kadındı karşımda duran. Yalvarışlarıma kulak tıkayan, renklerimi ellerimden alan kadındı benim annem. Yüzüm ifadesizdi, ifadesiz tutmaya çalışıyordum. Önce yanımdaki ruh eşimin üzerinde dolandı bakışları, ardından ikimizin birleşmiş ellerinde durdu. Orada biraz oyalandıktan sonra ise baştan aşağı kendi oğlunu süzdü. Oğluna üzerindeki renkli kıyafetleri yakıştırmış mıydı?

"İçeri girebilir miyiz, anne?" Yorgun bakışları gözlerimi buldu. Rüyalarımda gördüğüm okyanus kadar ıslaktı gözleri. Neden ıslaktı ki? Anlayamamıştım. Geri çekilip bize içeri girmemiz için müsaade ettiğinde ayakkabılarımızı çıkararak içeri girdik. Jungkook'un eli hala ayrılmamıştı elimden. Ayrılsın da istemiyordum zaten. Şuan tek güç aldığım şey onun elimi sıkan eliydi. 

Salona girdiğimizde babamı her zamanki koltuğunda otururken görmeyi beklemiyordum. Her zamanki koltuğunda oturduğunu en son on üç yıl önce görmüştüm... Bizi gördüğünde istifini bozmadı fakat bakışları değişti. Otoritesini konuşturmak için mi kalmıştı evde? Zira beni önemsediğini hiç sanmıyordum. 

"Gelmişsin." dediğinde sesi her zamanki gibiydi. Soğuk ve sevgisiz... Sanki beni kendi isteğiyle yapmamış gibi... Zaten evimizde sevilen evlat hep Jin Hyung olmuştu. Sanırım bana hiç gerek yoktu, fazlalıktım. Belki de varlığım hiç beklemedikleri bir anda çıkmıştı ortaya. Belki de annem hamile olduğunu öğrendiğinden beri istememişti beni. 

"Geldim." dedim. Onun soğuk bakışlarına karşı soğuktu sesim. Karısının yaptığı gibi önce Jungkook'u süzmüştü, sonra ellerimizi, en son ise beni. İşi bitmiş gibi gözlerini bizden ayırdığında yanında oturduğu pencereden dışarı bakmaya başladı. O sırada annem girdi odaya ve babamın yanındaki koltuğa kurularak bize de ikili koltuğu işaret etti. On üç yıl boyunca bana yasak olan kırmızı koltuklara baktım, ardından Jungkook'u da peşimde sürükleyerek annemin işaret ettiğine oturdum. Jungkook beklemediğim bir şeyi yaparak elini elimden ayırdı ve babamın koltuğunun karşısına geçti. Babam bunu fark ettiğinde gözlerini pencereden ayırmış, Jungkook'a bakmıştı. Doksan derece açı yapacak kadar eğildiğinde yaralarının sızladığına emindim. Birkaç saniye öyle kaldıktan sonra aynı şeyi annem için de yaptı ve daha sonra yanımdaki yerini alarak elimi tekrardan tuttu. Babam umursamamış, bakışlarını tekrar pencereye çevirmişti. Annem ise... Çözememiştim.

"Bu Jungkook." dedim kimseden ses çıkmayacağını anladığımda. "Yıllardır sizin mezarınızda, benim kalbimde yaşayan ruh eşim."

"Emin misin Taehyung? Onun ruh eşin olduğundan emin misin? Seni kandırıyor olmasın?" dedi annem. Karşısına sapasağlam dikilmiş olmasına rağmen hala onun öldüğünü söylüyordu bana. Belki de vicdanını rahatlatmak istiyordu. Yıllarca ölü sandığı ruh eşim yüzünden beni karanlığa hapsetmişti sonuçta.  

"Onun çiçeğini gördüm anne." dedim gülümseyerek. Aklına yıllar önce, abimin buluşma gününde sorduğum sorular gelmiş miydi acaba? Bana çiçekleri sadece ruh eşleri görebilir demişti. Bana hak verecek miydi? "Ölmüş olmasını isterdin değil mi? Vicdanını rahatlatmak için. Sonuçta öldüğünü söyleyerek kapattın küçük oğlunu o karanlık odaya." Sesi çıkmamıştı, sanırım kendisi de farkındaydı bir şey söylemeye hakkı olmadığının. Ağlıyordu işte. Buluşma gününden önceki güne kadar her gece yaptığım şeyi yapıyordu. 

"Ağlama anne." dedim. Yutkunmakta zorlanmıştım. Bu hissi tanıyordum, bu hissi kendimden bile daha çok tanıyordum. Beş saniye içerisinde boğazım yanacak, on saniye içerisinde gözlerim dolacak, yirmi saniye içerisinde damlalar yanaklarıma yol alacaktı. Öyle de oldu. Boğazım yandı, gözlerim doldu. "Ben on üç sene boyunca her gece senin yerine de ağladım zaten." dediğimde ise yaşlar teker teker süzülmeye başladı. Başımı eğdim, gözyaşlarımı görmelerini istemiyordum. Eve adımımı atmadan önce kendime bir söz vermiştim, güçlü duracaktım. Bu sözün hemencecik çöpe atılması kendime olan özgüvenimi yerle bir etti. 

"Bir hafta boyunca yoktun. Evden kaçmaya nasıl cüret edebildin? Bizim başımızı da belaya sokabilirdin." Babamın sesini bugün ikinci kez duyuşumdu. Söylediği şeyler başımı eğdiğim yerden kaldırmış, kırgın gözlerimle ona bakmama sebep olmuştu. O cidden böyle biri miydi? O hep böyle miydi?

"Bu evden uzak olduğum o bir hafta, hayatımın en güzel bir haftasıydı." dedim. Sesim benden bağımsız sinirli çıkmıştı. Babamın sesi ise benim sesimle birlikte iyice sertleşmiş, kaşları çatılmıştı. 

"Bizim için de öyleydi! Bir hafta boyunca endişelenmeden, korkmadan yaşadık. Bugüne kadar bizi korkutan şey yokluğun değil, varlığınmış. Bunu anladık!" Annem babamın söyledikleriyle ayaklanırken ona eş zamanlı olarak ben de ayaklanmış, Jungkook'un elini bıraktığımı bile fark etmeden babamın karşısına geçmiştim. 

"O zaman korkmaya devam et. Ben bu evde var olmaya devam edeceğim." Sesim az öncekinin aksine sakin çıkmıştı. Duygularım alınmış gibiydi. "On üç yıl boyunca ölmemi dilediğini de biliyorum. Bunca yıl onun için..." dediğimde parmağımla koltukta ne yapacağını bilmez bir şekilde oturan ruh eşimi işaret etmiştim. "Bunca yıl sizin gibi insanların yanında onun için yaşamaya çalıştım. Bundan sonra da onun için yaşayacağım." 

Kelimelerin tükendiği yerdeydim. Babamın surat ifadesi de bunu kanıtlar nitelikteydi. Jungkook'u işaret eden elimi indirdim ve hızlı adımlarla babama arkamı döndüm. Bunu yaptığım anda annemin ağlamaktan mahvolan güzel yüzüyle göz göze geldim. "Biz odamıza gidiyoruz. Alışkanlık olmuştur diye söylüyorum, yemeğimizi odamıza getirme. Biz masaya geliriz." 

❄️

Veee bir bölümün daha sonuna geldik

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

228K 9.9K 52
Güçlü kadın serisi...
271K 18.4K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
2.4M 76.4K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
91.6K 728 4
Herkesin aleti imtinayla yalanır...